58. Bölüm

BÖLÜM 57 - 1. KİTAP FİNAL BÖLÜM

Serra Bıçakcılar
_ssaree_

 

 

 

 

 

Söze nasıl başlayacağımı bilmiyorum. Dile kolay 4 yıldır bu kurgu üzerinde yazıp çiziyorum. Benim için bir hobi olan yazmanın anlamı bende çok özel. En güzel hobim, en vazgeçilmezim diyebilirim.

 

 

 

 

Bu süreçte birçok şey atlattım. Terk edildim, aldatıldım, en yakınlarımı kaybettim, yapayalnız kaldım, mezuna kaldım, iki üniversite bitirdim, dostlar kaybettim, işe girdim, işten çıkarıldım, birçok sınava girdim, sürekli bir savaşlar verdim, çok ağladım, çok şeyle mücadele etmek zorunda kaldım. Ve sayamadığım nice şey.

 

 

 

 

Günün sonunda kendime baktığımda hep buradaydım. Bu evrende bir şeyler yazıp çiziyor, acılarımla burada mücadele ediyor, kayıplarımı burada yaşatıyordum.

 

 

 

 

Öyle böyle artık birinci kitabın sonuna geldik. Daha önce dediğim gibi iki kitaplık bir seri olacak. Tek bir kitap başlığında yayınlanacak. İkinci kitabı da buradan yayınlamayı sürdüreceğim. Uzun bir ara vermek gibi düşüncem yok. Normalde nasılsam o şekilde devam edeceğim ve yeni bölümü yazdığım gibi yayınlayacağım.

 

 

 

 

Bu süreçte yanımda olan sizlere teşekkür ederim. Lütfen desteğinizi eksik etmeyin.

 

 

 

 

Ve hayata dair umudunuzu asla kaybetmeyin;)

 

 

 

 

Bölüme geçmeden yıldıza basmayı ve bölüm esnasında da bol bol yorum yapmayı unutmayın! Etkileşimlerinizi bekliyorum!

 

 

 

Kitapla ilgili paylaşımlarda İnstagram hesabımızı etiketlemeyi unutmayın! (lalehveniserwatty)

İYİ OKUMALAR

Hata yapmıştım. Ne yapmam gerektiğini bilmesem de bunu yapmamalıydım. Ares’ten saklamamalıydım. Tüm bu olanları gizli tutup da ne yapacaktım?

Ares’in hayal kırıklığına, düzeltiyorum daha fazla hayal kırıklığına uğramasına, gönlüm el vermemişti ve hiçbir zamanda vermeyecekti. O da benim gibi yaralıydı. Üstelik bilmediği bir sürü şey olmasına rağmen bu kadar yaralıyken bir de tüm gerçekleri öğrenirse ne olacaktı?

O mahvolmuştu hem de benim dünyaya geldiğim günden itibaren başlayan bir mahvoluştu bu. Sonra ben mahvolmuştum. O gelip beni kurtarmıştı. Elimden tutmuş ve beni sevmişti. Bunlar en çok ihtiyacım olan şeylerdi. Bunlar hayata tutunabilmem için gerekli olan tek şeydi.

Şimdi o daha da çok mahvolacaktı. Buna göz göre göre nasıl izin verebilirdim? Ama ya saklamak? Bu da bir çözüm değildi. Eğer bunu yaparsam ailesinden geriye kalan insanlardan hiçbir farkım kalmazdı. Ama sanırım ben az önce bunu yapmıştım.

Ares’in Demiröz’ün evine gelerek beni sarıp sarmalamasının sonunda direkt sorgusu başlamıştı ve bitmek bilmemişti. O an ona sadece evimize gitmek istiyorum demiştim ve o her zaman olduğu gibi beni görerek bu dediğimi sorgusuz yerine getirmişti.

Evimize gelene kadar ağzını açmamış sadece saçlarımı severek onlara sayısız öpücükler kondurmuştu. Korkusunu tüm iliklerimde hissetmiştim.

Eve geldiğimizde de yine tam sorgusuna başlayacakken ondan beni yıkamasını istemiştim. Bu süreçte gün tamamıyla aymıştı. Ares uzun bir süre beni yıkamıştı. Bu süreçte bedenimin her bir santimini uzun uzun incelemişti. Sanırım bende bir iz, neler yaşadığıma dair bir delil aramıştı.

Duştan sonra yine aynı ilgi ve şefkatle beni giydirmiş ve yatırmıştı. Ona tam o an, “Biliyorum merak ediyorsun, biliyorum şu an için içini yiyor ama ben iyiyim. Gerçekten. Hiçbir şey olmadı. Sadece göz korkutmak amaçlı beni alıp saatlerce arabayla dolaştırdılar. Bu kadar. Şu an sadece sana sarılıp uyumak istiyorum. Buna çok ihtiyacım var. Sonra konuşsak olur mu?” demiştim.

O da yine beni anlayarak bana sadece sarılarak karşılık vermişti. Şimdiyse o uyuyordu. Benim başım onun göğsünün üzerinde, onun elleri belimde, bacakları bacaklarımın arasındaydı.

Zor olmuştu ama benden önce dalmıştı uykuya. Bense yaşadığım pişmanlıkla ve ne yapacağımı bilememenin rehavetinde kıvranıyordum.

Bir insan sevdiğine göz göre göre nasıl kıyardı?

Ares’in elinde kalan dalları kırmak istemiyordum ama o dalların çok öncesinden çatırdamış olduğu gerçeği gün gibi ortadaydı. Bu nasıl saklanırdı?

Titrek bir nefes aldım. Daralıyordum. Bahçeye çıkıp bir ağacın gölgesinde saklanmak ve Karadeniz’in o eşsiz manzarasından esen tuzlu meltemi solumak istiyordum. Ama bunu yapamazdım. Ares her ne kadar şu an derin bir uykuda gözükse de en ufak kıpırdanmama gözlerini açıyordu. Sanırım benden daha çok korkan biri varsa o da Ares’ti.

Ares’i uyandırma ihtimalini göze alamadığımdan el mecbur bende gözlerimi kapattım ve uyumaya çalıştım. Bunu yaparken her ne kadar zorlansam da verdiğim mücadelenin bir yerinde başarmış ve kısa sürelide olsa uykuya dalmıştım.

Gözümü araladığımda kapattığım zamanın aksine Ares yanımda yoktu. Yatak odasında tektim. Dün akşam Ares’te bıraktığım cep telefonum şu anda baş ucumdaydı. Saati kontrol ettiğimde öğleden sonra iki olduğunu gördüm. Ares ne ara uyanıp odadan çıkmıştı ve şimdi neredeydi?

Usulca gerindiğim yataktan ağır hareketlerle çıktım. İlk işim lavaboya gidip ihtiyaçlarımı halletmek olurken elimi yüzümü yıkadığım esnada aynadaki suretime dikkatli bakışlarla baktım. Bir tık daha iyi gibi duruyordum. Tabi yine az uyumanın getirisinde gözlerim şiş ve göz altlarım mordu ama bu kadarı da oldukça normaldi.

Dün o kadar midem bulanmış ve o kadar kusmuştum ki şu anda içerisinde hiçbir şey olmayan midem yanıyordu. Sanırım midemi bastıracak bir şeyler yesem iyi olacaktı yoksa tekrardan kusmam kaçınılmaz olacaktı.

Elime yüzüme birkaç krem sürüp iyice kendime geldikten sonra banyodan çıkarak giyinme odasına geçtim. Hızlıca üzerimdeki şortlu pijama takımından kurtulurken rahat ev takımlarımdan birisini geçirdim üzerime.

Bej rengi, sıfır kol, kısa üstle kısa şorttan oluşan keten takım bu sıcaklar için birebir bir tercih olurken ayağıma şık bir terlik geçirdim. Biraz olsun kendimi iyi hissetmek için elimden geleni yaptım. Toparlanmış gözükmeliydim.

(Lavinia'nın kıyafeti.)

Biraz olsun normal gözüktüğüme kanaat getirdiğimde yatak odasından çıktım ve ağır adımlarla aşağıya inmeye başladım. Sessizdim. Evi dinleyerek ilerliyordum çünkü Ares’i arıyordum.

Giriş katına geldiğimde günlük kullandığımız oturma odasındaki hareketliliği sezdim. Birtakım sesler geliyordu. Usulca oraya ilerledim. Odaya henüz varamasam da sesler çok önceden kulaklarıma dolmaya başlamıştı.

“Ne gibi?” diyordu Tamay. Onlar ne zaman gelmişlerdi?

“Bilmiyorum ama bir şey olmuş. Dün ona bir şey olmuş ve o bunu saklıyor.” Ares’in buz gibi sesi adımlarımı duraksatırken bir an soluğumun kesildiğini hissettim.

Anlamıştı. Anlayacağını biliyordum. Ya benden önce başkasından öğrenirse? Bunu açıklayamazdım. Hiçbir bahanem ve düşüncem işe yaramazdı. Çok yaralanırdı ve yaralı bir insanı nedeniniz ne olursa olsun onun iyiliğinizi düşündüğünüze ikna edemezdiniz.

“Pek ihtimal vermiyorum ama ola da bilir diye söylüyorum, Lavinia tekrardan Kubat’la iş birliği yapmış ya da yapıyor olabilir mi?” diyen Tamer içimde bir yerleri gerçekten kırarken sarsıldığımı hissettim.

Benim için bunu diyecek son insan bile değillerken onlar tarafından suçlanıyor muydum? Gerçekten ne kadar zaman geçerse geçsin ne kadar iyi olursak olalım Tamer’in bana karşı olan düşünceleri hiç değişmeyecekti değil mi? O beni ilk andan itibaren istememişti ve sanırım hala daha istemiyordu.

Yalan söyleyemezdim. Bu duruma ilk zamanki Lavinia anlayışla bakarken bugünkü Lavinia fazlasıyla kırılmıştı.

“Sikik sikik konuşma Tamer!” Ares’in buz kütlesinin ardından çıkan öfkeli sesiyle hızla geldiğim yolu birkaç adım geri gittim ve sesli bir boğaz temizlemenin ardından tekrardan oturma odasına doğru harekete geçtim.

“Ares?” diyerek sanki evin içerisinde Ares’i arıyormuşum da buraya da yeni gelmişim imajı çizerken anında canım adamımdan karşılık aldım.

“Yavrum buradayım.” dediği esnada oturma odasından içeri girdim ve tahmin ettiğim gibi muhteşem üçlünün burada olduğunu gördüm. Ares’le göz göze geldim. “Ne zaman uyandın? Biraz daha uyusaydın.”

Başımı olumsuz anlamda iki yana sallarken huysuzca konuştum. “Sen neden erken kalktın?” dedim. Ne de olsa o da tüm gece uyumamıştı.

Yavaş adımlarla Ares’in oturduğu tekli koltuğa yöneldim ve koltuğun kolçağına kalçamı yaslayarak kollarımı Ares’in boynuna doladım. Anında kolları belimdeki yerini alırken omzumun açık kalan yerine derin bir öpücük kondurdu.

“İşlerim vardı yavrum.”

Bakışlarım üçlü koltukta yan yana oturan ekibe kayarken onlara siz neden buradasınız bakışı attım. Evet hiç utanmadan çekinmeden bunu yaptım. Sırf iki bilgi öğrenebilmek için sabahın köründe burada soluğu aldıklarına emindim. Hatta içlerinden birisini, Tamer’i, Demiröz’ün özellikle göndermiş olduğuna kalıbımı basabilirdim.

“Lavkuşum nasılsın? Çok merak ettik seni ama babamlar sağ olsun annemle beni eve postaladılar. Ben aslında dedemlerde kalıp seni beklemek istiyordum. Sabaha karşı bırakmışlar sanırım tekrar seni eve. Neler oldu?”

Dün gece neler olduğunu en iyi bir Kubat bir ben bir de Demiröz biliyorduk. Ben canım adamımın iyiliği için neler olduğuyla ilgili hala daha ne yapacağımı bilemezken Kubat her şeyin açığa çıkması için süre veriyor, Demiröz ise ortaya çıkabilecek her şeyi sonsuza dek yok etmek istiyordu.

Gerçekten de dün akşam neler olmuştu?

Ares’in dikkatli bakışlarının yanında muhteşem üçlüde bakışlarını bende kilit tutarken artık bir şeyler söylemem gerektiğini biliyordum. Ne doğruları ne de yalanları söylemeden bu işin içerisinden nasıl çıkabilirdim?

“Dün lavabodan çıktığımda kapıdaki korumalardan birisiyle karşılaştım.” diyerek başladım söze ama lafım anında Tamer tarafından bölündü.

“Evin içinde mi?”

Başımı olumlu anlamda salladım. “Evet koridordan çıktığımda denk geldik. Beni bekliyordu.”

“Kimdendi?” diyerek Ares’te bir soru yöneltmekten geri durmadı. Zaten çok bile dayanmıştı.

“Bizden değildi.” dedim ucu açık bir cevap vererek. Dedenin adamlarındandı demek istemedim. Ares’te alması gereken yanıtı almıştı zaten. Başını anladığını belirtir bir biçimde aşağı yukarı salladı.

Yüzündeki ifadenin ne olduğunu çözemezken ona daha dikkatli baktım. Aklından kaç tilki geçiyordu şu anda?

“Ne işi varmış seninle?” diyen Bars devam etmem için beni teşvik ederken sanki üzerinde avukat kimliği varmış gibi bir moddaydı.

“Bana Ahmet’in bahçede beni beklediğini söyledi. Beni çağırıyormuş Ahmet, bir şey söylemesi gerekiyormuş.”

“Ahmet seni ayağına çağırmaz!” dedi Ares hiddetle.

Evet, biliyorum. Geç de olsa bunu bende düşünmüştüm.

“Başta sorguladım ne oldu falan diye ama o da pek bir şey biliyormuş gibi gelmedi gözüme o yüzden bahçeye çıkmaya karar verdim. Bahçede de bir şey olacağını düşünmemiştim.” dedim son cümlemdeki kinayeyi isteyerek açık ederken. Özellikle de Tamer’e bakmıştım çünkü o Demiröz’le işim daha yeni başlıyordu.

“Yavrum madem şüphelendin niye tek başına çıkıyorsun bahçeye? Seslenemedin mi bana?”

Gözlerimi devirdim. Her ne kadar Ares’in bir suçu olmadığını bilsem de dün gece olan bana olmuştu!

“Bahçede onca korumanın arasında bir şey olmaz sandım! Nereden bilebilirdim tüm korumaların bir anda ortadan kaybolmuş olduğunu ve koluma silah dayanacağını?”

Verdiğim son detayla ortam bir anda buz keserken Ares kollarını belimden çekerek sertçe arkasına yaslandı. Başını benden olmayan tarafa doğru eğip yüzünü bir eliyle kapatırken parmakları hoyrat hareketlerle alnını ovuyordu.

“Sikeceğim böyle işi! Sikeceğim hepinizi! Ortalığında amına koymazsam!”

Pekâlâ. Sanırım her şey bu sefer gerçekten yeni başlıyordu.

*** 

30 Haziran Çarşamba.

Delireceğim! Ya kuş olup uçmuştu ya da iğne olup bir deliğe girmişti. Yoktu! Kaç gündür onu yakalamaya çalışmama rağmen bir türlü bulamıyordum!

Günlerdir yaşadığım yoğun stres midemi tepetaklak etmişti. Hiçbir şey yiyemememin yanında bir de durmadan midem bulanıyordu. Zamanım daralıyordu, Kubat’ın verdiği süre bitmeden benim Demiröz’ü bulup onunla konuşmam gerekiyordu.

Ares’e daha fazla bunu yapamazdım. Bizim hikayemiz daha yeni başlıyordu ve bu kötü bir şekilde olmamalıydı.

İyiydik hem de çok iyiydik. Keyfimiz yerindeydi. Şimdi tam da mucizelerin bizi bulmaya başlamasıyla bunun bozulmasına izin veremezdim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Her yerden köşeye sıkışmıştım. Her şey çok zamansız gelişiyordu ve tüm bunların olması hayatımın kontrolünü kaybettiğimi yüzüme acımasızca çarpıyordu!

Ben tüm bunlara gelemezdim!

Korkuyordum.

Pazartesi ve salı günü bir şekilde Ares’i ikna edip işe gitmiştim ama orada değil Demiröz’ü bulmak Deniz Bey’i bile görememiştim. O da bu işin içindeydi. Anlamıştım.

Bir bahane bulup evlerine her zamanki oturmalarımız gibi gitsek diye düşünmüştüm ama henüz dört gün önceki olay yüzünden Ares buna asla müsaade etmezdi. Mimlenmişlerdi bir kere. Artık kolay kolay bir daha Demiröz’ün evine gideceğimizi sanmıyordum.

Ben tek başıma gizlice çıkıp gitsem diye de düşünmüştüm ama benim ekürim Ahmet bunu anında Ares’e uçururdu. Zaten Ares günlerdir dibimden iş bahaneleriyle zar zor ayrılıyordu. O günden sonra Ares’in yokluğunda Ahmet onu aratmıyordu. Her açıdan her şey imkansızdı.

Bugün güne geçtiğimiz diğer günlerden daha berbat uyanmıştım. Tüm gece uyuyamamanın vermiş olduğu stres haliyle o kadar berbat bir haldeydim ki tansiyonumun yerlere düşmesi kaçınılmazdı.

Sürekli oynayan tansiyonum bana bolca baş dönmesi, göz kararması ve mide bulantısı yaparken tüm bunlara artık dayanamayan Ares birkaç kere beni zorla hastaneye götürmeye kalkmıştı ama ben buna şiddetle karşı çıkmıştım. Çünkü bir bildiğim vardı. Dahası bir şüphe.

Hava güneşin yavaş yavaş gökyüzünden inmesiyle kızıllaşmaya başlarken çıktığım özel hastaneye kısa bir bakış attım. Artık hiçbir şey benim kontrolümde değildi.

Ares’i öğle vakitlerinde zorla işe gönderdikten sonra biraz dinlenmiş sonrasında daha fazla hiçbir şey yapmadan duramayarak hazırlanıp evden çıkmıştım.

Yola çıkmadan önce Ares’i tansiyonumu kontrol ettirmeye gidiyorum için rahat etsin diye birkaç tetkik de yaptırırım diye bilgilendirdikten sonra yanıma gelmemesi adına durumu oldukça basit bir şeymiş gibi göstermeye çalışmıştım ama işler gerçekte hiç de öyle değildi.

Hastaneden çıktıktan sonra yanına gelirim diye teselli ettiğim sevgilimi ayak üstü kandırdıktan sonra çektiğim vicdan azabıyla hastanedeki işlerimi halletmiştim. Bu süreçte Ahmet’i hastanenin dışında bekleteceğim diye de ayrı bir canım çıkmıştı. Uğraştığım insan sayısı bir değildi ki!

Şimdiyse önceden hastanenin arka çıkışına çağırdığım taksiye biniyordum. Ahmet hala daha işlerimin olduğunu sanıyordu. Ona bir kan testimin çıkmadığını ve onu beklediğimizi söylemiştim. Ares’te aynı şekilde sanıyordu ama ben şu anda Demiröz’ün evine gidiyordum.

Kimseye yakalanmadan gidip tekrardan hastaneye dönmem imkansızdı biliyordum ama gemileri yakmıştım. Benim bugün o adamla konuşup gecesine kalmadan da her şeyi Ares’e anlatmam gerekiyordu.

Kubat’ın verdiği süre henüz bitmemişti ama bizim için bir devrin sonu gelmişti. Yeni bir milada geçiş yapacaktık ve bunun için benim tüm pürüzleri yok etmem gerekiyordu.

Suçumun olmadığı bir şey yüzünden Ares’i kaybedemezdim. İlişkilerde sırlar da birer ihanetti ve ben aylar önce Ares’i bununla itham edip süründürürken şimdi kalkıp da aynısını kendim yapamazdım.

Taksiciye defalarca hızlı olmasını söylediğim yolculuk İstanbul trafiği yüzünden beni gerecek kadar uzun sürerken sonunda Demiröz’ün evine varmıştık. Gerekli ödemeyi yapıp kendimi araçtan hızlıca dışarı atarken derin bir nefes aldım. Umarım onu burada bulabilirdim.

Şaşırılacak derece ne Ares ne de Ahmet geçen sürede beni ararken ikisi de sadece birer mesaj atarak ne durumda olduğumu sorgulamıştı. Onlara yalan söyleyerek, kısmen, hala daha işimin olduğunu belirtmiştim. Bu benim işime gelmişti. Mesajlarda her şey daha kolaydı.

Büyük evin bahçe kapısına geldiğimde beni gören adamlar bir ufak şaşırırken yine de hiçbir şey sorgulamadan hızlıca beni içeri almışlardı.

“Demiröz evde mi?” diyerek anında konuya girerken hemen sağımdaki adamdan aldığım onaylamayla hızlıca eve doğru ilerlemeye başladım. Hatta adımlarım koşar gibiydi.

Kısa sürede kapıya vardığımda hız kesmeden zili çaldım. Normal zaman diliminde kısa bana oldukça uzun gelen sürede kapı Aysel tarafından açılırken bu kez ayakkabılarımın altını silmeyi es geçerek hızlıca salona doğru yöneldim. Nereye gideceğimi bilmiyordum ama acele de etmem gerekiyordu. Zamanım çok azdı bunu hissedebiliyordum.

“Demiröz nerede?” diyerek hızlı hareketlerime afallayan Aysel’i sorguya çekerken bir yandan da bakışlarımı hızlı hızlı etrafta dolaştırıyordum. Salonda bulamadığım adamla hemen peşimden gelen Aysel’e dönerken artık bana bir yanıt vermesi adına ısrarcı bir bakış attım.

“Çalışma odasında efendim.” diyen kadınla bakışlarım eş zamanlı üst kata çıkan merdivenlere kaydı.

O odadan bahsediyordu. Ares’le benim hakkımda kurduğu o iğrenç planları konuştuğu ve benim her şeyi duyduğum o odadan.

Kasıklarımın sancıdığını hissettim. Boğazımda oluşan yumruyu sertçe yutkunarak geçirmeye çalışırken Aysel’e hiçbir şey demeden o odaya ilerlemeye başladım.

Biliyordum, beni bekliyordu. Biliyordum, o odayı bilerek seçmişti.

Adımlarım o kadar hızlıydı ki her an birbirlerine karışacaklar diye korkmadan edemiyordum. Çok kısa sürede nefes nefese bir halde odaya vardığımda daha ben içeri giremeden kapı açıldı ve içeriden Deniz Bey çıktı.

Onunla göz göze geldiğimizde yaşadığım hayal kırıklığı gerçekten de büyüktü. Herkes olabilirdi ama o olmamalıydı bence. İşin ne kadarına hakimdi, bu işte ne kadar vardı bilinmez ama yine de hiç olmamalıydı.

Ona yalnızca başımı olumsuzca sallayarak baktım. Arkasından aralık bıraktığı kapıyı iyice iteleyerek içeri girerken Deniz Bey’de çoktan gözlerini kaçırarak ilerlemesini sürdürmüştü.

İçeri girdiğim odada arkamdan kapıyı kapatma gereksinimi bile duymadan doğruca tıpkı onu bu odada ilk kez gördüğüm yerde olan bedenine baktım.

Bana bakıyordu. Bakışlarında hiçbir ifade yoktu. Bir celladı andırıyordu. Benim de ecelim olur muydu? Ya da bizim? Bir gün bunu başarır mıydı?

“Gerçekten hepsi yalan mıydı?” dedim bir ümit.

Bu boş bir ümitti. Bu bir aptallıktı. Çünkü her şey doğruydu. Bunu hissedebiliyordum. Eğer öyle olmasaydı ben hiçbir şey demeden Kubat’ın bana söylediklerini bilemez, bunun için resmen beni tehdit etmez, Ares’ten büyük bir vebalini saklıyormuş gibi davranmazdı. Her şey doğruydu!

Hiçbir cevap vermedi. Uzun sayılabilecek bir süre bana baktı durdu. Yaşlılıktan hafif kırışıklıkların ev sahipliği yaptığı elini cebinden çıkartarak hemen yanında durduğu ağır işlemelere sahip ahşap masaya yasladı. Sakin nefesler alıp veriyordu ama bu nötr hali bana içinde bir şeyleri dizginlemeye çalışıyormuş izlenimi veriyordu.

O şu anda içinde bir savaş veriyordu değil mi? Celladın kendisi olduğu ve sonunda kibri ve öfkesi dışında her şeyin öldüğü bir savaş.

“Ares’e hiçbir şey anlatmamışsın.” dedi sonunda dudaklarını araladığında. Sorumu duymamış gibi davranıyordu. Sanki hiç konuşmamışım gibi. “Aferin.” diye de ekledi açık bir yüzsüzlükle.

Neyi tebrik ediyordu şu anda?

“İşin aslı içinde bir yerlerde ihanete meyilli bir tarafının olduğunu hep biliyordum.”

Duyduğum sözler beynimden vurulmuşçasına hissetmemi sağlarken bir an ne diyeceğimi bilemedim. Bu halim onun yüzünde kibirli bir gülüşe yol açtı.

Kasıklarım sancıyordu. İçimdeki öfke patlamaya hazır bir volkandan farksızdı.

“Benim mi?” dedim alay içinde kaşlarımı havaya kaldırırken. “Hatırlatırım buradaki ihanetin sahibi sensin! Ben Ares’e hiçbir zaman ihanet etmedim.”

Tansiyonumun oynadığını tekrardan hissedebiliyordum. Bir an önce diyeceklerimi deyip Ares’in yanına gitmek istiyordum. Daha fazla susamazdım. Benim dilim lâl olmayı bırakalı çok oluyordu.

“Kendini istediğin kadar kandır. Eğer çeneni kapalı tutmaya devam etmezsen en büyük ihaneti sen etmiş olacaksın. İnan bana hiçbir şey olmaz. Hiçbir zaman olmadı. Yanan sen olursun.”

Tehdit ediyordu!

Rahattı. Çok rahattı. Neden bu kadar rahattı? Benim bilmediğim bir şey olmalıydı. Ama olamazdı! Emindim, Kubat her şeyi anlatmıştı.

“Bu kadar emin konuşma. Beni ihtimal dahiline ekle ve bir daha düşün. Ares bu akşam her şeyi öğrenecek.” dedim daha fazla bu hallerine tahammül edemeyerek.

Nettim. Bu netliğim karşımdaki adamda da bir şeyleri alevlendirmiş olmalı ki bana öfkeyle baktı.

“Ahmaklığı bırak! Çocuk oyuncağı değil bu işler! Sen gelene kadar her şey kontrolüm altında gidiyordu. Madem gitmiyorsun, inatla oğlumla olmakta diretiyorsun o zaman bu aileye uyum sağlayacaksın! Benim yönetimime boyun eğeceksin! Alt tarafı beş para değeri olmayan bir eve geçtiniz diye gerçekleşmeyecek hayallere kapılma! Yönetim hala daha benim elimde!”

Onun tükürürcesine ‘beş para etmez’ dediği ev Ares’in hayalleriydi. Umutları, hevesleri, eksiklikleri... Babasının ailesi uğruna başlattığı ama tamamlayamadığı, Ares’in içinde ukde olan o yuvaydı. Bu adam nasıl böylesine telaffuz edebilirdi o evi?

Öfkeyle güldüm. “Senin yönetimine boyun eğeceğim öyle mi? Pardon da tam olarak hangi yönetimine boyun eğeceğim? Yıllardır bencil kibrin yüzünden sürdürdüğün düşmanlıktan aileni koruyamadığın yönetimine mi yoksa sırf oğlun ve torunun ölmesin diye Aden’i karnında kız bebeğiyle Kubat’a kendi ellerinle teslim ettiğin yönetimine mi?”

Midem bulanıyordu. Hissettiğim duygu yoğunluğu kalp atışlarımı durdurabilecek sancıdaydı ve keşke karşımdaki adamın yaptıkları sadece az önce söylediklerimle sınırlı kalsaydı.

Flashback başlangıç.

“Pekâlâ hikâyenin aslını dinlemeye hazır mısın? Sana önce Demiröz’ün Ares’i kurtaracağım diye daha doğmamış diğer torununu nasıl gözden çıkardığını anlatmakla başlayacağım.”

Dediklerini ilk başta anlayamadım. Neyden bahsediyordu? Cümlelerini tekrar tekrar zihnimin süzgecinden geçirdim. Demiröz, Ares ölmesin diye Aden’i karnındaki bebekle Kubat’a vermiş olamazdı herhalde? Olabilir miydi? Peki burada Demir işin neresindeydi? O da onlarla beraber ölmüştü. Kendi oğlunu da yakmış olamazdı değil mi?

“Saçmalıyorsun!” dedim ona inanmadığımı ve ne derse desin inanmayacağımı belli eder bir şekilde.

Demiröz’ü her ne kadar sevmesem de o bir baba ve dedeydi. Yıllardır Kubat’ı arıyor ve kendi kanındakileri korumaya çalışıyordu. En azından bugüne kadar bana anlatılan böyleydi. Söylediği gibi bir şey olamazdı!

Kubat bana keyifsiz bir gülüş attı. Bakışlarındaki ifade bana acır gibiydi.

“2002 yılına yeni girmiştik.” diyerek söze başladı ve dikkatli bakışlarını üzerime kilitledi. Nabzımı yoklar gibi bir hali vardı. “5 Ocak günü olması lazım. Aden’in bir kız çocuğuna hamile olduğu haberi geldi. Hamile olduğunu elbetteki biliyordum ama cinsiyetine dair bir bilgim yoktu. Açıkçası bende merakla bu haberi bekliyordum ve sağ olsun Demiröz bu müjdeyi bana bizzat kendisi verdi.”

5 Ocak. 5 Ocak Salı günü, Ares’le mezarlığa gittiğimiz gün. O gün için özel bir gün demişti çünkü o gün, yıllar önce o gün, bebek Sancaktar’ın cinsiyetini öğrendikleri gündü.

Kubat’ın bu tarihi sallaması imkansızdı. Bu ne demekti? Yani doğruyu mu söylüyordu?

O an aklımda kız çocukları olacağını öğrendiklerinde büyük bir heyecanla baba dedikleri adama gidip haber veren Sancaktar ailesi canlandı. Küçük Ares o kadar mutluydu ki zihnimde canlanan sahnede yüzündeki gülüş akıl alır gibi değildi. Heyecanla dedesine nasıl bir abi olacağından ve minik kız kardeşini nasıl koruyacağından bahsediyordu. Aden ve Demir çifti de bu kareyi gözlerinde ışıldayan mutlulukla izliyordu.

Şimdilik üç buçuk kişilik olan bu aileden ağır çekimde yan tarafa kaydı bakışlarım. Küçük Ares’in kucağında oturarak hevesle kardeşi hakkında bir şeyler anlattığı adamla göz göze geldim. Katilleriyle. Yutkunamadım. Zihnimdeki görüntüye üç damla kan karıştı ve sis bulutu hızla dağılıp gitti.

Nefesimin kesildiğini hissettim. Her ne kadar karşımdaki şerefsize herhangi bir ifademi yansıtmak istemesem de bunda ne kadar başarılıydım tartışılırdı. Çünkü Kubat yüzüme baktığında her ne görüyorsa iyice keyiflenmiş gibi konuşmasını sürdürdü.

“O sıralar Demir bana ulaşmaya gittikçe yaklaşmıştı. İtiraf etmeliyim ki o Demiröz’den de Deniz’den de daha iyiydi bu konularda. Daha öncelerde de kıl payı onun elinden kurtulmuşluğum var ve bu tabi ki Demiröz sayesinde. Çünkü onu daha öncesinde uyarmıştım. Bir oğlum var, kimsenin bilmediği ve bulamayacağı bir yerde. Eğer bana onlar tarafından ya da onlarla alakalı herhangi birinden ötürü bir şey olursa hiç düşünmeden herkesi yok edecek. Talimatı bu.”

Talimatı bu? Oğlu var ve ona herkesi öldürmesi adına bir talimat mı vermişti? Nasıl bir hastalıktı bu!

“Demiröz seni öldürmeye çalışmıyor mu? Bu anlattıkların çok saçma!” dedim isyankâr bir ses tonuyla.

Bu gerçekte sanrı çıkamazdı! Ares yıllardır bir yalanla yaşıyor olamazdı! Aklıma bir ihtimal geliyordu ve onu dillendirmekten çok korkuyordum. O yüzden o ihtimali içimden bile geçirmedim.

Ama olacakla öleceğe çare yoktu ve bunu Kubat bir kez daha kanıtlamıştı.

“Öyle sandırıyor ama değil. Benim o haysiyetsize karşı kaybedecek bir hayatım daha yok! Ben bir kez canımı verdim o kansıza benden bir can daha alamaz!” Hiddetle konuşması nefesimi tutmama sebep olurken bir şey diyemedim.

Ayza’dan bahsediyordu ve işin trajik korkutucu yanı Ayza’yı öldüren de kendisiydi. Demiröz’ün Ayza’yı kendisinden aldığını iddia ediyordu. Hastalığının boyutu o konuştukça seviye atlıyordu!

Ares neredeydi? Neden beni bulamamıştı? Hoş o beni burada bulsa yapacağı ilk iş karşımdaki ruh hastasını öldürmek olurdu ve bu ne demekti? Ne demişti Kubat; bir oğlum var, kimsenin bilmediği ve bulamayacağı bir yerde. Eğer bana onlar tarafından ya da onlarla alakalı herhangi birinden ötürü bir şey olursa hiç düşünmeden herkesi yok edecek. Talimatı bu.

Ares’in buraya gelmemesi daha mı hayırlı olurdu acaba? Bana bir şey olma ihtimaline rağmen... Bir cana karşı bir sürü can. Tamay, Tamer, Bars, Deniz Bey, Umay Hanım, Ali dayı, Funduk anneanne, Sevcan, Serkan, Sevda Abla, Harun Abi... Ve daha niceleri.

İnce bir iplik üzerindeydim. Ne hissedeceğimi ne düşüneceğimi bilmiyordum.

“Demiröz, Demir’e söz geçiremiyordu. Bu da Demir’in benim gözüme batması demek. Batmıştı da. Demiröz 5 Ocak günü müjdeli haberi bizzat verirken benimle bir pazarlığa oturmak istedi. O, Aden’le bebeği bana verecek, karşılığında Demir’le Ares’e ellemeyecektim ve bu dava da sonsuza dek burada bitecekti. Ona göre öyleydi. Aden ve bebeği al, artık için soğusun ve hayatımdan defol git, dedi.”

Gerçek anlamda başımdan aşağı kaynar suların döküldüğünü hissettim. Beynimde fokurdayan şey eğer kendi kanımsa şu anda beyin kanaması geçiriyor olma ihtimalim çok yüksekti. Neler diyordu bu böyle?!

“Beni kandırmaya çalışıyorsun!” dedim söylediği tüm şeyleri reddedercesine. Kabul etmiyordum! Kabul edemezdim! Tüm bunlar nasıl kabul edilirdi?

Ares yıllardır böylesine cani bir adamla birlikte olamazdı! Ares o adamın elinde büyümüş olamazdı! Ama... Ama Kubat’ın şu anda anlattığı adam, küçük Ares’i dadısının cesediyle aynı yerde bırakan adam değil miydi?

Yani her şey gerçek miydi?

“Göz göre göre gerçekleri kabullenmemek aptalların işidir çocuk ve inan sen aptal birisi değilsin. Sevdiğini sandığın adamın ailesi bu. Kabullen ya da kaç kurtar kendini. Bana katılırsan sana yaşama şansı sunuyorum.”

Şu an algılarım dahasını duymak istemezcesine kendini kapatmıştı. Kubat’ın ne dediğini dinlemiştim ne de ona bir karşılık verebilmiştim. Bir an sadece durdum.

Ben tüm bu gerçeklerle ne yapacaktım?

“Ama Demir’de öldü. Madem Demiröz sana bir teklif sundu Demir nasıl öldü?”

Sorum karşısında bundan zevk almışçasına güldü. Yalan söylediğine dair acınası bir çabayla aradığım ipuçları onu güldürmüş olsa gerekti.

“O kısımda ufak bir teknik aksaklık oldu. O gün yani 31 Ocak günü her şey temizinden bitecekti. En azından Demiröz öyle sanıyordu çünkü ben onun teklifini kabul etsem de pek sözünde durabilen bir adam değilim. Sonrasında yine sıçrardım üzerlerine muhtemelen. Neyse o gün Demiröz oğlu ve torununu yanına çağırdı. O sırada evde tek kalan Aden’i ben afilli bir gösteriyle halledecektim ama nasıl olduysa Demir bir şekilde öğrenmiş. Bir anda geri geldi. Sanırım Demir her şeyi öğrendikten sonra Demiröz onu tutmaya çalışmış ama başaramamış. Dedim ya babasından daha taşaklı bir adamdı. Karısını ve çocuğunu ardında bırakmadı. Tabi Demiröz oğlu işin içine girince o an geri dönmeye çalıştı, baya yalvardı falan ama benim vicdanıma pek dokunamadı.” Dudaklarından midemi iyice bulandıran keyifli bir gülüş daha kaçtı.

“O günkü yalvarmaları hala daha kulağımda. O evden Demir’le Ares çıksın sonrasında Aden ve karnındaki bebeğe ne yaparsan yap yeter ki o ikisi sağ olsun, diye az ağlanmamıştı. Ares’i zar zor yanına almıştı”

İnanmak istemiyordum. Tüm bu dedikleri doğru olmamalıydı ama ben neden öyle hissedemiyordum. Yalan söylemiyordu değil mi?

Başımı yine de dediklerini kabullenmez gibi iki yana salladım. Bu seferki aile katliamından nasıl sağ çıkacaktım? Ben hiç dillendirmesem de hala daha içten içe kendi aile katliamımdan kurtulamamışken bu seferki beni tamamıyla bitirir miydi?

“Onlar her ne olursa olsun bir aile. Ailelerde ihanet olmaz.” dedim. Bunu aslında dediklerine karşı inkâr için değil de aslında olması gerekeni dillendirmek istediğim için demiştim.

Sözlerime sadece güldü ve kıstığı bakışlarıyla bedenimi baştan aşağı süzdü. Bakışları sanki daha önce gördüğü bir şeye bakar gibiydi. Tuhaf bir hissiyata bulanmıştı gözleri.

“O gün Aden’de buna benzer bir şey demişti Demir onun için geri dönmeden hemen önce.” diyerek konuşmasına hiç es vermeden devam etti. “O benim sevdiğim adamın babası ve benim de öyle. Babalar ailelerini korur, onlara ihanet etmez.”

Son cümlesini büyük bir imayla söyledi. O an imasında kendi biyolojik babama bir şeyler dokundurduğunu anladım. Sertçe yutkundum.

Ne diyeceğimi bilmiyordum, bir şey demeli miydim ondan da emin değildim. Yaşadığım kararsızlığı gözlerimde görmüş olacak ki yine konuşmayı kendisi devraldı. Zaten bu akşam hiç sustuğu yoktu.

“Mezarlıktaki günü hatırlıyor musun?” dedi yeni bir bomba patlatacağını önden tüm iliklerimde hissettirirken.

Ne diyecekti duymak istemiyordum çünkü sıra bana gelmişti, anlamıştım. Refleks halinde bakışlarımı karşımdaki gözlerinden ayırdım. Çok dikkatli bakıyordu.

“O gün bana yerini Demiröz söyledi. O sıralar Ares’in tıpkı babası gibi beni yakalamaya çok yaklaştığı bir zamandı. Ares beklemediğim yerlerden bana darbeler vuruyor, hareketlerimi kısıtlayarak beni daha da kışkırtıyordu ve onca uyarıma rağmen Demiröz bir türlü Ares’i kontrol edemiyordu. Senin olaylı gidişinden sonra bana iyice bilenmiş olmalı, tüm gücünü üzerime yönlendiriyordu. Sanırım aynı zamanda da senin hakkında da sözünü geçiremiyordu Ares’e. O gün beni aradı ve Ares için olan öneminden, seni nerede bulacağımdan bahsetti. Tıpkı yıllar önceki gibi başkasının kızını kendi oğlu için kurban etmekten çekinmedi. Sadece kendi kanı yanında nefes alsın diye Aden’i nasıl harcadıysa seni de öyle harcadı.”

Çok değil henüz buraya getirilmeden önce yoldayken düşündüğüm senaryo gerçek çıkmıştı. Demiröz bir şekilde beni aradan çıkartmak için bildiğin Kubat’la iş birliği yapmıştı!

Aile içi ihaneti kendi babamdan görüp öğrenmişken buna şaşırmamalıydım. Çünkü bunu biliyordum, daha önce bizzat tatmıştım, daha önce bizzat yanmıştım.

Nefes alamadığımı hissettim. Elim ben farkında olmadan çoktan boynuma çıkmıştı. Sert hareketlerle boynumu ovaladım.

Karşısında girdiğim hale acıyan bakışlarla bakan adama daha fazla maruz kalmak istemiyordum. Ben gitmek istiyordum, iyi değildim.

Dahil olduğum her ailenin ihanetini tatmak zorunda mıydım?

“Şimdi beni anlıyor musun çocuk? Sancaktar erkekleri kalleş, soyları bozuk. Onlar Ayza’yı hak etmiyor hiçbir zamanda etmeyecekler. Bu hayatta bana düşende onların tüm Ayza’larını kurtarmak.”

Onların tüm Ayza’larını kurtarmak... Öldürmek.!

Flashback bitiş.

*** 

Bir bir suratına söylediğim gerçekler bir kor olup benim dilimi yakarken yine benim yüreğime sancısı vuruyordu.

“Herkes asıl düşmanı Kubat sanıyor ama kimse gerçekleri bilmiyor! Aile aile diye ortalıkta dolanırken bunca kötülüğü nasıl yaptın?”

Ellerim titriyordu. Tansiyonumun oynadığını hissetmemek mümkün değildi. Karşımdaki adam dakikalardır yüzüne çarptığım gerçekleri gittikçe kızaran suratıyla dinliyordu. Söylediğim son sözlerle olduğu yerden ağır adımlarla üzerime doğru geldi ama çok ilerlemedi. Yalnızca birkaç adım sonrası durdu.

“Koca bir aileyi korumak kolay mı sanıyorsun sen? Hayata dair hiçbir bilgin yokken gelip de bana hesap soramazsın! Birinin bu aile için bazı fedakarlıklarda bulunması gerekiyordu ve bende bunu üstlendim! Aileme nasıl davranacağım hakkında senden akıl alacak değilim! Sen kimsin? Düne kadar kenar bir şehirde katil bir baba hasta bir anneyle yaşamaya çalışan küçük bir kız çocuğu!”

Kasıklarımdaki acı mıydı nefesimi kesen yoksa duyduğum sözler mi emin değildim. Bir an önce buradan gitmem gerekiyordu.

“Tüm her şeyi Ares’e bir bir anlattığımda ve onun yanında bir tek ben kaldığımda kim olduğumu görürsün!” dedim bastığı damarımda öfkeyle akan kanıma engel olamazken.

Ondan korkmuyordum. Beni açık açık Kubat’ın eline verdiğinde bile ölmediysem demek ki daha yaşayacak zamanım vardı. Bunu her ne kadar bir tek tanrı bilecek olsa da en azından Ares’e yeni bir hayat verebilecek kadar yaşamayı diliyordum. Bu ona duyduğum minnettarlığın değil aşkın bir karşılığıydı.

“Günlerdir susarken şimdi ne değişti de konuşmaya karar verdin? Yoksa yine Kubat’la bir iş birliği içerisine mi girdin?”

Yapmaya çalıştığı şeyi fark ederek alaylı bir kahkaha attım. Sinirlerim gerçekten de alt üst olmuştu. Bugün kesinlikle böyle olmamalıydı.

“İstediğin kadar bana iftira atmaya çalış ama bu işin içerisinden sıyrılamayacaksın! O şerefsizle iş birliği yapacak tek alçak sensin ve senin de gerçek yüzünü herkes öğrenecek!”

Sevdiğim adamın dedesi diyerek her ne kadar başından beri ondan hazzetmesem de ona karşı hep saygılı olmuştum. Ares ailesiyle iyi olsun, araları daha fazla açılmasın diye kaç akşam huzursuz olduğum ortamlara girmiş, onun olduğu sofralarda zoraki yemekler yemiştim. Ama hata etmiştim. Bu adam saygıyı asla hak etmiyordu. Bunu Ares’in doğum günü gecesinde öğrendiğim o iğrenç durumla anlamalı ve başından buna bir son vermeliydim.

“Peki ya sen? Sen sıyrılabilecek misin bu işin içinden? Günlerdir Ares’i kandırıyorsun, ondan sırlar saklıyor ve ona yalanlar söylüyorsun. Burada ben kötüyüm ama sen iyi misin?”

Ben iyiyim asla demiyordum. Benim hakkımda dedikleri can sıkıcı bir biçimde gerçek olsa da işin özünde benim kötü bir niyetim asla yoktu ve ben kimsenin canına mal olmamıştım.

“Ares beni anlayacaktır bence sen kendine yan.” dedim büyük bir özgüvenle.

Yüzünde oluşan alaycı gülüş gittikçe büyüdü. “Ha saatlerce Ares’in ailesinin katiliyle oturup onların ölümü hakkında onunla sohbet ettiğini, tüm bunları günlerdir ondan sakladığını ve sürekli Ares’in arkasından iş çevirerek ondan gizli hareket ettiğini Ares anlayacak, öyle diyorsun. Peki bunu Ares’e de soralım bakalım o ne diyecek?”

Tavrına ve sözlerine asla bir anlam veremezken ağır çekimde sağ tarafımda bulunan kapıya kayan bakışlarını takip ettim. Anlamlandıramadığım anla birlikte çatılan kaşlarımla kapıya bakarken aralık olan kapı iyice aralandı.

Ares’le göz göze geldim.

*** 

Ertesi gün, 1 Temmuz Perşembe.

Böyle olmamalıydı! Mahvolmuştu her şey! Ares yoktu!

Dün Demiröz’le yüzleştiğim esnada bir anda Ares’in çıkagelmesiyle her şey iyice kontrolden çıkmıştı. Böyle olmamalıydı! Konuştuklarımızın ne kadarını duymuştu bilmiyordum çünkü onunla göz göze geldikten sonra Ares ona seslenmemi duymamazlıktan gelmiş, dedesiyle bana asla anlamlandıramadığım bir bakış atmış ve çekip gitmeden önce bana Ahmet’in beni kapıda beklediğini ve eve gitmem gerektiğini söylemişti.

O an aşığı olduğum ela harelerindeki ifade bana çok yabancıydı. Yüzünü ezbere bilmesem karşımdaki kişi Ares değil derdim. Emir verircesine sarf ettiği beş kelimelik konuşmasındaki ses tonu daha önce duyup soğuk sandığım ses tonlarını mumla aratırcasına içimi titretmişti.

Ares yoktu!

Söyleyeceklerini deyip arkasını dönüp gittiğinde kendime geldiğim ilk anda hızla peşine takılmıştım. O an aklımda ne Demiröz’le olan hesaplaşma kalmıştı ne de başka bir şey.

Koştur koştur çıktığım evden Ares’i aracına binerken yakalarken ona yetişememiştim. Söylediği gibi beni eve bırakmak için bekleyen Ahmet olmasa hareket halindeki aracının peşinden hiç düşünmeden koşacaktım.

O odada göz göze geldikten sonra bir daha ne suratıma bakmıştı ne de ona olan onca seslenişime bir tepki vermişti. Bildiğin beni bir hiçmişim gibi arkasında bırakıp çekip gitmişti. O andan beridir de ortada yoktu.

Ahmet aldığı emir yüzünden beni zorla eve götürürken ağzını bıçak açmamıştı. Sorduğum hiçbir soruya cevap vermemiş ve ona beni Ares’e götürmesine dair yaptığım yalvarmaları duymazlıktan gelmişti. Beni eve bıraktıktan sonra o da Ares gibi ortalıktan kaybolmuştu.

Nasıl oldu da hastaneden gizlice çıkarak Demiröz’e gittiğimi öğrenmişti bilmiyordum. Tamam hastaneden gizlice çıktığımı öğrenebileceğini elbetteki hesap etmiştim ama dedesine gideceğimi anında bilemez ya da bulamaz diye düşünmüştüm. Yanılmıştım. Kaçırdığım bir nokta olmalıydı.

Kubat tarafından alıkonulduğum gecenin sabahında Ares’in Tamay’a dediklerini hatırladım. Bana bir şey olduğunu ve ondan bir şeyler sakladığımı düşündüğünü söylüyordu. Belki de Ares’i çok hafife almıştım. Geçmişte yaşadığımız ve kısmen arkasından çevirdiğim iş yüzünden artık daha dikkatli olması kaçınılmaz bir şeydi. Ama tekrar birleşip düzgün bir birlikteliğe başladığımızdan beri bana bunun belirtisini hiç göstermemişti!

Gerçi nasıl bir belirti bekliyordum ki bununla ilgili? Adam şehirden kilometrelerce uzakta koskoca bir malikane inşa ettirip etrafını etten duvarla çevirmişti resmen! Daha ne olabilirdi ki?

Yine ne zaman akmaya başladığını bilmediğim yaşlarımı Tamay’ın uzattığı peçeteyle fark ederken hissiz bir hareketle uzanıp aldım peçeteyi.

Ares dün Demiröz’ün evinden çıkıp gittikten sonra sanki hiç var olmamış gibi ortalıktan kaybolmuştu. Herkes her yerde deli gibi onu arıyor ama bulamıyordu. Ares yoktu!

Dünden beri kaç kere onu aramıştım bilmiyordum. Gerek aramalarla gerek mesajlarla ona ulaşmaya çalışıyordum ama telefonu kapalıydı. Mail bile atmıştım ama hiçbir şekilde ondan bir geri dönüş, bir yaşam belirtisi alamamıştım! Bir tek dışarı çıkıp sokak sokak onu aramadığım kalmıştı ama ona da kapıdaki adamlar müsaade etmiyordu.

Beni onsuz bir hapishaneyi andıran bu evde bırakıp gitmişti! Hangi cehennemdeydi bilmiyordum! Kiminleydi, yanında kim vardı bilmiyordum! Nasıldı bilmiyordum!

İyi miydi?

Değildi, biliyordum.

Neyi ne kadar duymuştu bir fikrim yoktu ama o konuşmaların neresinden tutarsan tut elinde kalıyordu. Başı ya da sonu fark etmiyordu az birazı bile insanı kahrederdi. Hiçbiri kolay şeyler değildi. Ares bensiz tüm bunları nasıl atlatacaktı?

“Ağlama daha fazla kuşum. Dünden beri mahvettin kendini. Biraz sabır illaki geri gelecek Ares. O hiç seni bırakır mı?”

Anlamıyordu. O an Ares’in gözlerini görmemişti. Bilmiyordu.

Başımı olumsuzca iki yana sallarken daha çok ağlama başladım. Ares’in bir an önce geri gelip beni dinlemesi lazımdı. Ben böyle planlamamıştım. Onun her şeyi bizzat benden dinlemesi lazımdı.

“Beni dinlemeliydi Tamay. Dinlemedi. Arkasından ona kaç kere seslendim. Beni dinlemeliydi. Zamanında ben onu dinlemedim diye bu kaç günümüze mal olmuştu. Şimdide o beni dinlemiyor. Bu kaç günümüze mal olacak?”

Bizim artık kaybedecek bir günümüz yoktu. Olmamalıydı. Birbirimizden ayrı bir gün bile geçirmemeliydik.

Ağlamalarım arasında zar zor konuşurken sözlerimin sonunda artan hıçkırıklarımla omuzlarım sarsıla sarsıla ağlamama devam ettim. Dün eve geldiğim andan beri aralıklı olarak ağlıyordum. Ne bir damla yemek yemiştim ne de bir dakikalık uykuya dalmıştım.

Ares yoktu ve ben bir ümit onu bekliyordum.

Dün Ahmet yol boyunca bana tek bir kelimelik cevap bile vermediğinden direkt Tamayları aramıştım. O kafayla ağlak bir halde ne dediğimi tam hatırlayamasam da onları direkt eve çağırdığımı net bir şekilde hatırlıyordum.

Çok değil ben eve vardıktan yarım saat sonra Tamaylar tam kadro soluğu bizde alırken artık telefonda onları nasıl korkuttuysam renkleri bembeyazdı.

O halde elimden geldiğince ayak üstü onlara bir şeyler anlatırken dedelerinin yaptıklarının ayrıntılarını es geçmeyi tercih etmiş ve bana sadece Ares’i bulmalarını istemiştim. Çünkü tüm gerçekleri ayrıntılarıyla öğrenmeyi hak eden ilk kişi Ares’ti ve o da beni dinlememeyi tercih ederek çekip gitmişti.

O andan itibaren Tamer ve Bars doğruca Ares’i aramaya çıksalar da kaç saat geçmesine rağmen hala daha bir sonuca varamamışlardı. Tamay’dan duyduğuma göre işin içine Demiröz’le Deniz Bey’de girmişti ama hiçbir sonuç elde edememişlerdi.

Ares yoktu!

Gittikçe çıldıracak gibi hissetmeme engel olamazken dünden beri sancıyan kasıklarıma bir dur diyemiyordum. Gözlerim yanıyor ve iyice şiş bir hal alıyordu. Bedenim uykusuzluk ve açlıktan zaten harap bir hale düşmüşken sürekli ağlamam işi çok daha kötü bir boyuta taşıyordu.

Ares yoktu ve ben nefes alamıyormuş gibi hissediyordum. Ne diye öyle çıkıp gitmişti ki? Bana mı özenmişti?

“Haklısın seni dinlemeliydi ama sende biliyorsun Ares geri gelecek ve seni bu halde görürse işler daha da kötü bir hal alır. Ne olur kendini topla. Önce bir içeri geçelim bir şeyler ye. Yalnızca iki bardak suyla duruyorsun böyle olmaz. Sonra bir duş al biraz uyu. Eminim ki sen uyanana kadar Ares gelmiş olur.”

Bilmiyordum. Bilmiyordum! Yine o bilinmezliğin içerisine düşmüştüm ve ben hiçbir şey bilmiyordum! Ares neredeydi bilmiyordum, gelecek miydi bilmiyordum, beni komple bırakmış mıydı bilmiyordum, beni dinleyecek miydi bilmiyordum!

Tekrardan başımı olumsuzca iki yana sallarken akan burnumu sildim. Dünden beri yatak odamızdaki terasta oturuyordum. Buradan hem evin ön tarafını görebiliyor hem de uçsuz bucaksız gözüken Karadeniz’i seyredebiliyordum. İşin aslı Ares geldiğinde beni direkt mabedimizde bulsun istiyordum.

Ben evimizdeydim ya o neredeydi?

“Bars’tan bir haber yok mu? Nasıl hala daha bulamıyorlar onu? Ahmet’de yok ortalıklarda aslında onu bulsalar Ares’i de bulabilirler. Başına bir şey mi geldi Tamay? Neden bulamıyorlar?”

İri iri yaşların aktığı gözlerime acıyan bir bakışla baktı Tamay. Bana acıyordu değil mi? Çok kötü gözüküyor olmalıydım.

Omzuma elini koyarak orayı yavaş hareketlerle okşadı. “Yok kuşum. En son iki saat önce konuşmuştuk bir haber yoktu.” dedi çaresiz bir tonda.

Anladığımı belirtir gibi başımı aşağı yukarı salladım ama bir şey anladığım yoktu. Benim Ares’i görmem gerekiyordu. Ona anlatmam gereken bir sürü şey vardı. En önemlisi... En önemlisi benim ona anlatmam gereken biri vardı.

Ares neredeydi?

Temmuz ayının ilk gününe yakışır bir şekilde etraf cehennem sıcağıydı. Güneş her ne kadar çoktan batmaya başlasa da hava sıcaklığından çok bir şey kaybetmemişti. Bu sıcakta böylesine ağlamak beni iyice kan ter içinde bırakmış olsa da şu an oturmak dışında hiçbir şey yapmak istemiyordum. Denizden esen meltem az da olsa nefes almama izin veriyordu.

Neredeyse bir gün olacaktı beni ardında bırakıp gideli. Koca bir gündür ne yapıyor olabilirdi asla bir fikir yürütemiyordum.

Bacaklarımı kendime çekip iki büklüm oturduğum yerde daha fazla duramazken odağını kaybetmiş bakışlar eşliğinde etrafa bakındım.

“Telefonum nerede? Ben yine bir Bars’ı arayayım belki bir şey öğrenmiştir.”

Tamay amansız çabama yalnızca sessiz kalarak bakarken oturduğum oturma grubunun yastıkları arasına sıkışan telefonumu bularak elime aldım. Dünden beri bunu kaç kere yapmıştım ben saymayı bırakmıştım. Hatta öyle ki ilk başlarda Tamer’i arıyordum ve o artık aramalarımda bana verecek bir cevap bulamadığından bir süre sonra aramalarımı açmamaya başlamıştı.

Elim otomatiğe bağlamış gibi hızlıca Bars’ı ararken telefonu kulağıma yasladım. Çok değil üç çalış sonrası telefonum açıldığında onun konuşmasına fırsat vermeden doğrudan konuşmaya başladım.

“Ares’e ulaşabildiniz mi? Neredeymiş? Eve gelecek mi? Eğer bulamadıysanız Ahmet’e ulaşın o kesin biliyordur. Ahmet nerede?”

En az benim kadar otomatiğe bağlamış olan Bars önce derin bir nefes aldı. “Henüz bir haber yok. Ahmet’e de ulaşamıyoruz. Deniz amca emniyet amiri arkadaşının yanına gitmişti bizde Tamer’le onun yanına geçiyoruz şimdi. Bir şey öğrendiğim gibi seni arayacağım.”

Dünden beri hep aynı sonuca çıkan laflar duymaktan o kadar sıkılmıştım ki! Tek tük akan yaşlarım bedenime dolan öfkeyle bir anda daha hızlı akmaya başladı.

“Ne demek yok Bars? Hangi cehenneme gitmiş olabilir? Sarıyer’deki rezidansa bir daha baksaydınız! Nerede bu adam? Hastaneleri kontrol ettirdiniz mi ya başına bir şey geldiyse? Başına bir şey gelmiş midir Bars? Kubat bir şey yapmış olabilir mi?”

Dayanamıyordum! Belirsizlik nefesimi kesiyordu. Tamam gelmesindi ama bari iyi olduğunu bilseydim!

“Sen öncelikle bir sakin ol. Kubat’ın bir şey yaptığını düşünmüyoruz Demiröz Bey teyit etti. Başına bir şey gelmiş olacağını da sanmıyoruz öyle olsa çoktan duyulmuştu. Rezidansı da dünden beri dört kere kontrol ettirdim orada da yok. Yüksek ihtimal kafasını toparlamak için bir yere gitti. Yakında çıkar.”

Yanılıyorlardı! Ares yoktu ve kolay kolay da ortaya çıkacağını sanmıyordum! Öyle hissetmiyordum! Bok gibi hissediyordum! Kimsesiz kalmıştım!

“Bana Ares’i bulun! Ben onun keyfi gelip de ortaya çıkmasını bekleyemem! Anlamıyorsunuz hiçbiriniz! Madem onu bulamıyorsunuz gelip beni çıkartın buradan! Ben kendim bulurum.”

Kaç kere kendimi yırtma pahasına evden çıkmaya çalışmıştım ama kapıda etten bir duvar vardı ve asla aşamıyordum. Hem ortadan kaybolarak beni ardında bir hiç gibi bırakan hem de beni buraya hapseden adama öylesine öfkeliydim ki! Onu gördüğüm yerde parçalayacaktım!

Tamam haklıydı ama haklı olması böyle yapmasını gerektirmiyordu. Haklılığını yanımda yaşasa olmaz mıydı?

Öfkeden titreyen ellerimle sonlandırdım aramayı. Ares hakkında iyi bir haber vermeyecekse onu dinleyecek halde değildim.

“Lavinia gerçekten iyi görünmüyorsun lütfen biraz sakinleş.”

Başımı olumsuzca iki yana salladım. Beni anlamıyorlardı. Ares yoktu.

Onlar nereden bilecekti kimsesizliği? Ben hiçlikten gelmiştim. Burada Ares’le birlikte ben olmuşken ve onunla yeniden var olurken tekrardan kimsesiz kalmıştım. Onlar nereden bilecekti hissettiklerimi?

Ares beni hiçlik kaderinden alıp bir başkasına teslim ederken aslında beni ölüme terk ettiğini anlayabilirler miydi?

“Tamay!” dedim sarsılan omuzlarım arasında.

Zaten üzerimde olan bakışları ona yakarır gibi olan ses tonumla buğulaştı. Dünden beri halime ara ara dayanamayıp yaşlar akıttığını biliyordum.

“Gelecek Lavinia.” dedi ne demek istediğimi anlarmış gibi.

Sesi bir çocuğu avutur gibi çıkmasaydı belki bu dediğine inanabilirdim ama ben insanlara olan inancımı kaybedeli uzun zaman oluyordu. Bir tek Ares’e özel bir inancım vardı ve o da şu an sallantıdaydı.

Başımı olumsuzca salladım. Oturduğum yerde kayarak cenin pozisyonu alırken başımı koltukla yastık arasına bastırdım. Omuzlarım daha çok sarsıldı, yaşlar daha hızlı aktı ve ellerim... Ellerim karnıma kapandı.

*** 

Alın yazıma çok dargındım.

Bu hayatta iyi birisi olarak kalabilmek için verdiğim mücadelelerin hepsinin sonda bir hiç olması artık kaldırabileceğim bir şey değildi. Çabalıyordum. Gerçekten çok çabalıyordum.

Sürekli sil baştan yaparak bir hayata başlamak, sürekli hayatta kalmaya çalışmak, sürekli tutunacak bir dal bulmaya çalışmak... Artık gücüm kalmamıştı.

Sondu. Burası son hayatımdı ve sanırım artık burasıda bitmişti. Hayatın tamda şu anda yeniden başlaması gerekirken böyle olması... Sanırım bu sefer almam gereken mesajı almıştım. Ben buydum ve hayatımda böyleydi.

Benim bir hayatım olamazdı.

Ama ya ben... Ben bir hayat olabilir miydim?

Ne kadar süre orada öylece durdum bilmiyorum. Anlık birkaç dakikalığına da olsa uykuya dalma isteğim belirip dursa da gözlerim birkaç saniyeden fazla kapanmamıştı. Ağlayışlarım kendini derin iç çekişlere bırakmıştı.

Tamay arada yanımdan ayrılsa da sık sık beni kontrole geliyordu. Hava çoktan kararmıştı. Gökyüzünde ay ve yıldızlar yerini almıştı. Ares’se hala daha yoktu.

Ares yoktu.

Açlıktan ve uykusuzluktan tansiyonumun iyice yerlere düştüğünü hissedebiliyordum. Kasıklarımdaki nefesimi kesen sancı yerini sızı veren seğirmelere bırakmıştı. Başım kazan gibiydi ve gözlerim o kadar şişmişti ki onları kırptıkça canım acıyordu.

Terasın kapısındaki artık alıştığım hareketliliğe yalnızca göz ucuyla bakarken yine Tamay’ın geldiğini gördüm. Dünden beri bana bakarken bakışlarında olan o mahzun ifade artık tahammül edebildiğim bir şey değildi.

“Barslar geldi.”

Duymak istediğim şey bu muydu bilinmez ama saatler sonra beni harekete geçirmeye yetmişti. Ne demişti? Barslar geldi.

Bars demişti ama Ares dememişti. Demek ki gelmemişti. Yine de durmadım ve hızlı hareketlerle ayaklandım. İlk an başım sert bir darbe almışçasına dönerken bir an sendeledim. Tamay hızla yanıma gelerek beni tutarken aynı zamanda endişeyle bana sesleniyordu. Ona yalnızca iyiyim diyerek biraz olsun kendine gelen başımla ilerlemeye başladım.

Olabildiğince hızlı adımlarla önce terastan sonra yatak odamızdan çıktım. Bu süreçte Tamay koluma girmiş bana eşlik ediyordu. İyi değildim ve bunu inkâr edecek halde hiç değildim o yüzden Tamay’a sesimi çıkartmıyordum.

Teker teker aştığım merdiven basamaklarıyla birlikte nereye gideceğimi kestirmek amacıyla konuştum. “Neredeler?”

“Arka bahçedeki verandadalar.”

Evin içerisinde bile değillerdi. Olabilirlerdi hatta yukarı bile çıkabilirlerdi. Tamay çıkıyordu. Ares olsaydı Tamay’ın bile yatak odamızın bulunduğu kata çıkmasına izin vermezdi ama Ares yoktu ve Tamay yatak odamıza kadar çıkmıştı.

Ares yoktu.

Aldığım nefeslerin titrekliği ciğerlerime yetmezken bu çok da umursadığım bir şey değildi. Ares gelmeden, gelip beni dinlemeden iyi olacağımı sanmıyordum.

Tamay’ın kontrolündeki ilerleyişimiz bu halime rağmen oldukça hızlıydı. Belirsiz bir saniyeye daha tahammülüm yoktu. Bilmem gerekiyordu Ares nerede ve nasıldı?

Onun içerisinde olmadığında bu evin her bir karesi bana bu yaz gününe rağmen buz gibi gelirken verandaya ulaşmak üzereydik. Bars ve Tamer’in konuşma sesleri boğukta olsa kulaklarıma ulaşıyordu. Çok değil birkaç adım sonra iyice netleşen konuşmalarda adımın geçmesiyle adımlarım bir bıçak gibi kesildi.

(Burada Melike Şahin- Ellerin Hani? açmanızı rica ediyorum.)

Benim duraksamamla konuşacak olan Tamay’ı bir elimi kaldırarak sustururken duyduklarıma bir anlam vermeye çalıştım. Geldiğimizin farkında olmayan ikili kısık sayılmayacak ama alçak bir tonda konuşmasını sürdürürken hala daha kolumda olan Tamay’ın gerildiğini hissettim.

“Ben bunu Lavinia’ya diyemem.” diyordu Tamer.

“Benimde hoşuma gitmiyor ama bilmesi lazım. Ayrıca bir de dedenin dedikleri var. Lavinia’yı ne diye nereye göndereceğiz Allah aşkına? Ares gitmiş olabilir tamam da onun gitmeden verdiği tek talimat kapıdaki adamlara Lavinia’nın evden çıkmaması olmuş. Şimdi biz kalkıp Lavinia’yı buradan gönderirsek ve Ares bunu öğrenirse neler olabileceğini düşünebiliyor musun?”

Bars neyden bahsediyordu? Ares dün gitmişti evet ama bu öyle bir gitmek miydi? Gerçekten gitmiş miydi? Demiröz’de bundan faydalanıp beni gönderecek miydi? Kime? Kubat’a mı?

Ellerim refleks halinde karnıma kapandı.

“Abi Ares madem Lavinia’yı hala daha önemseyecek o zaman ne bok yemeye siktir olup gitti? Ben bu olayın çok da büyüyeceğini sanmıyorum. Dönüp dönmeyeceği bile meçhul. Zaten bu olay yeterince uzamıştı şimdi dedemi dinlemek en mantıklısı.”

Ares madem Lavinia’yı hala daha önemseyecek?

Dönüp dönmeyeceği bile meçhul?

Zaten bu olay yeterince uzamıştı şimdi dedemi dinlemek en mantıklısı?

Tamer?

“Lavinia?” diye fısıldadı Tamay hemen dibimde. Sesi ikizi adına özür diler gibi çıkmıştı. Dolan gözlerimi hızla kırpıştırırken ona sorun yok dercesine başımı salladım ve kolumdan çıkması adına bir hareket yaptım.

Daha fazlasını dinlemeye halim olmadığından ve duyacağım her şeyi duyduğuma kanaat getirerek tekrar harekete geçtim ve doğruca verandaya çıktım. Adımlarım sarsaktı.

Beni içinde bıraktığın durumu görsen üzülür müydün sevgilim? Şayet ben burada mahvoluyordum.

“Ares nerede?” dedim doğrudan konuya girerek. Hiç kimseyle hoş geldin beş gittin muhabbeti yapamayacaktım.

Artık buradaki insanlarla bir muhabbetim olabilir miydi ondan da emin değildim. Kendi evimde bile bir aileye sahip olamazken buradan ne bekliyordum ki?

“Lavinia istersen şöyle oturalım?” dedi Bars arkasında kalan oturma takımını işaret ederken.

Onun bu teklifine olumsuzca başımı salladım. Çocuk avutmasına ihtiyacım yoktu. Karşılarındaki halim nasıldı bilmiyordum çünkü aynaya en son ne zaman baktığımı hatırlamıyordum.

Verandanın sürgülü kapısına yaslanmış Tamay hiç sesini çıkartmadan karşısındaki manzarayı izlerken o an onun Bars’ların diyeceklerini çoktan bildiğini anladım. Yüz ifadesi bana hiç iyi şeyler çağrıştırmıyordu.

“İyi görünmüyorsun bence de oturmalısın Lavinia.” dedi Tamer’de benim itirazıma karşı.

Onun konuşması şu anda en son istediğim şeylerden biriydi. Öfkelenmeden edemedim.

“Ares nerede?!” dedim sert bir tonda yüksek bir sesle.

Beni mi oyalıyorlardı yoksa olacaklarımı ertelemeye çalışıyorlardı bilmiyordum. Hiçbir şey umurumda değildi. Ares’i istiyordum!

“Lavinia bak dünden beri Ares’i aramadığımız delik kalmadı. Onu bulduğum yerden gerekirse döve döve alıp buraya getirecektim. Çünkü bir tepki ya da bir karar vermeden önce olanı biteni bir de senden dinlemesi gerekiyordu.” dedi Bars artık konuya bir yerden giriş yapması gerektiğinin bilincinde.

Kaşlarım onun bu beni avutur tavrına karşı alayla yukarı kalkarken hiçbir şey demedim. Bu dediklerini bende biliyordum. Elbetteki beni dinlemesi gerekiyordu ama o piç herif bana arkasını dönüp defolup gitmeyi seçmişti!

Onların olayın ne kadarına hâkim olduğunu bilmiyordum. Benden de pek bir şey öğrenememişlerdi ama ona rağmen yine de dünden beri bana yardımcı olmaya çalışıyorlardı. En azından buradan gözüken buydu. Şu anda çocukça mı davranıyordum bilmiyordum ama iyi değildim ve bu hallerime aldırış etmemeleri onların yararına olurdu. Nitekim Bars’da öyle yaptı ve ona karşı yaptığım mimiklerimi görmezden gelerek konuşmasına devam etti.

“Deniz amca tüm gün emniyet amiri arkadaşının yanındaydı. Sonradan bizde oraya gittik biliyorsun.” Ne diyecekse sustu. Bu kez de kaşlarım çatıldı.

“Ares nerede?” dedim bozuk plağa bağlamış gibi. Başka hiçbir şeyi merak etmiyordum. Ares neredeydi? O bana bu sorumun cevabı dışında her yanıtı vermişti.

Bars derin bir nefes aldı. Diyeceği şey neyse ona kendini hazırlıyor gibiydi ama buna Tamer müsaade etmedi ve bir anda atılarak hızla konuştu.

“Ares bugün sabaha karşı ülkeyi terk etmiş. Neredeydi, nereye gitti kimse bilmiyor. Emniyette de öğrenemedik ona da ulaşamadık. Bir tek artık ülkede olmadığını biliyoruz.”

Ares bugün sabaha karşı ülkeyi terk etmiş?

Algılayamadım sözlerle Tamer’e baktım. Tüm ifadesizliğiyle bana bakıyordu. Hepsi bana bakıyordu.

Ares bugün sabaha karşı ülkeyi terk etmiş?

Sessiz kesik bir nefes verdim aralanan dudaklarımın arasından. Ares ülkeyi terk etmişti.

Başımdan aşağı kaynar suların aktığını hissediyordum. Akciğerlerimin iflas edercesine sönüşünü hissetmem normal miydi? Ares beni terk etmişti.

Kasıklarımdaki seğirmeler sızısını arttırarak acıdan inletecek derecede sancıya dönüştü. Ares bizi terk etmişti.

Bizi. 

Beş haftalık hamileydim.

Ares hiç bilmediği bebeğimizi terk etmişti. Ares bizden gitmişti.

-BÖLÜM SONU-

 

 

 

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize iyi bakın! Etkileşimlerinizi bekliyor olacağım!

Bölüm : 12.04.2025 12:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...