
Ben geldim ama bilin bakalım nasıl geldim?
BOMBA GİBİ BİR BÖLÜMLE GELDİM.
Bölüme geçmeden ufak bir hatırlatma yapmak istiyorum. Lütfen bölümü beğenmeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın!
Şimdi siz hızla bölüme geçerken bende bölüm sonunda sizi beklemeye geçiyorum. Yorumlarınızı okumak için buralarda olacağım!
İYİ OKUMALAR
LAVİNİA ARAL.
17 Ekim Pazar sabah saatleri.
Ares gitmeyi seçmişti ama ben onunla kalışımın acısını yaşıyordum hala. Öyle günler geçirmiştim ki onun gidişinden sonra yaşadığım ıstırap dolu günlerin hangisi en acısıydı seçemiyordum. Hepsi birbirinden beterdi.
Bir ay olmuştu. Tam bir ay. O cehennemden kurtulalı tam bir ay. Öleceğimi kabulleneli tam bir ay.
Ama ölmemiştim.
Kurtulmuştum. Kurtulmuştuk, kızımla.
Bunu kendime bile hiç tüm dürüstlüğümle söylememiş olsam da içimde bir yerlerde hep Ares her şeyi öğrenecek ve gelip bizi bulacak hissiyle yaşamıştım o sancılı günleri.
Yanılmıştım.
Gelen kişi Ares değil, Ali dayıydı.
Nasıl olmuştu, tüm bunlardan nasıl haberdardı, beni nasıl bulmuştu? Beni kurtardığı o ilk anı anımsıyordum. Şoka girmiştim. Hatta ilk başta halüsinasyon görüyorum sanmıştım. O kadar gerçek dışı bir andı ki benim için.
Ali dayıyı hayatımda ilk defa Trabzon’da Funduk anneannenin evinde görmüştüm ve o da zaten son görüşüm olmuştu. O gün o karmaşanın arasında onu gördüğüm o anı sanırım hayatım boyunca unutamayacaktım.
Şoktan hiçbir tepki veremezken ölümü kabullendiğim anda bir tanıdık görmek uzun zaman sonra beni aşırı heyecanlandırmıştı.
Mahşer yerini andıran o geminin karmaşasından nasıl sağ sağlam çıkmıştık hiç bilmiyordum. Bende o kısımlar yoktu. Tek hatırladığım birçok adamın beni etten bir duvarla sararak başka bir tekneye geçirdiğiydi. Ondan sonra saatler süren bir deniz yolculuğu başlamıştı. O kısımda bende pek yoktu.
Tekneye geçtikten kısa süre sonra Ali dayı da tekneye gelmişti ve hızla oradan uzaklaşmıştık. Teknede beni bekleyen bir doktor vardı. Kısa bir muayeneden sonra bana bir serum takmıştı ve ondan sonra gevşeyen bedenimle bir var bir yok olmuştum ortamdan. Her şey çok bölük pörçüktü.
Kendime tam anlamıyla geldiğimde Trabzon limanına yanaşıyorduk. Açıkçası doktorun taktığı serum fazlasıyla iyi gelmişti. Tabi bunda güvenilir bir yerde olmanın getirdiği rahatlama daha büyüktü.
Trabzon’a ayak bastıktan sonra Ali dayı beni doğruca güvenilir olduğunu söylediği bir kadın doğum kliniğine getirmişti. Orada kapsamlı bir muayeneyle bebeğinde benim de iyi olduğumuz kesinleşene kadar durmuştuk.
Sonrasında Ortahisar’da orta büyüklükte eskice müstakil bir eve gelmiştik. Ali dayının dediğine göre bu ev Ayza babaanneyle onun büyüdüğü aile eviydi.
Evde bana ferah bir oda verdikten sonra duş alıp biraz dinlenmemi istemişti. Bakım malzemelerinden tutun kıyafete kadar birçok ihtiyacımı sağladıktan sonra da zaten gecenin çökmesiyle ortadan kaybolmuştu. O saatten sonra bir tek odama tepsiyle yemek getiren bir çalışan görmüştüm.
Günlerin kirinden ve kanından kurtulmak saatler süren bir duşa mâl olsa da üstüne bir de yemek yiyince artık çok daha iyiydim. Her zamankinden daha berbat bir uyku haliyle o geceyi de zar zor atlattıktan sonra asıl sürprizi sabah uyandıktan sonra yaşamıştım.
Asıl sürpriz Ali dayının beni bulup kurtarması değildi. Sancaktar ailesine dair öğrendiğim birçok yeni sır beni günler süren bir şoka ve algılama zorluğuna hapsetmişti.
Şimdi bile her şeyi öğrenmemin üstünden bir ay geçmesine rağmen ara ara sorgulamayla birlikte kabullenememe hissi yaşıyordum. Sanırım bunu uzun bir süre daha aşamayacaktım.
Oturduğum kahvaltı sofrasında gittikçe açılan iştahıma tezat hiçbir şey yemek istemeyen yanımın mücadelesindeyken bakışlarım sık sık karşımda oturan kadına kayıyordu. Ve onun yanında oturan adama.
Bu eve geldiğim ilk günden beri tuhaf bakışlarımın sık sık üzerlerine uğramalarına alışmış bir biçimde kahvaltı yapan karı koca dimağımı tutuyordu.
Her şeyi öğrenmeme rağmen aklımda hala daha aynı soru vardı.
Nasıl yaşıyorlardı?
Her şey büyük bir oyundu ve bu oyundaki tek günahsızın Ares olduğunu bir kere daha görüyordum.
Flashback başlangıç.
Zar zor geçirdiğim gecenin ardından sonunda gün doğmuş ve sabah olmuştu. Bir an önce Ali dayıyı bulmalı ve artık neler olduğunu sormalıydım.
Benden nasıl haberdar olmuştu? Dahası beni nasıl bulmuştu?
Acaba Tamaylar da beni arıyor muydu? Eğer arıyorlarsa onlara da haber vermeliydim. Zero bir haindi. Ben ve bebeğim iyiydi. Her şeye rağmen bunları bilmeyi hak ediyorlardı.
Her ne kadar serum, yemek, duş ve biraz uyumak iyi gelse de bedenimin tam anlamıyla toparlanabildiğini söyleyemezdim. Kasıklarımda hala günlerdir içinde bulunduğum gerginliğin tohumlarıyla oluşan sızılar vardı. Dünkü doktor iyi bir dinlenmeyle bu sızıların geçeceğini söylemişti. Umarım çabuk geçerdi. Bebeğimin bulunduğu bölgedeki herhangi bir ağrı bedenimi oldukça huzursuz ediyordu.
Dikkatli hareketlerle ağır biçimde lavaboya giderek işlerimi hallettim. Canım pek istemese de tipimi insan içine çıkılacak bir hale getirmeye çalışarak biraz oyalandım. Ardından dün Ali dayının verdiği eşyalar arasında gördüğüm siyah bol kısa kollu uzun elbiseyi üzerime geçirdim. Pijamayla aşağıya inecek halim yoktu.
Odada bulunan aynadan kendimi son kez kontrol ederken bedenimdeki ve suratımdaki yaraları görmezden gelmeyi seçtim. Nasıl olsa bir şekilde iyileşeceklerdi. Asıl mesele kalbimdeki görünmeyen o yaradaydı.
Derin bir iç çektim. Ağır hareketlerle bulunduğum odadan çıkarak alt kata yöneldim. Hatırladığım kadarıyla oturma odası merdivenlerin tam karşısındaydı. Umuyordum ki Ali dayıyı orada bulabilirdim.
Dikkatlice indiğim her basamakta kulağıma sesler dolarken aynı zamanda da evde kimin olabileceğini anlamaya çalışıyordum. Yanlış duymadıysam Ali dayı dışında tanıdık kimsenin sesini duymamıştım. Yabancı birileri olmalıydı.
Adımımı attığım son basamakta acaba inmese miydim diye düşünürken içimde kıvranan meraka yenildim. Sesler oturma odasından gelirken temkinli bir biçimde oturma odasına girdim.
Bakışlarım ilk olarak Ali dayıyı bulurken onun tekli berjerde oturduğunu gördüm. Sonrasında bakışlarım odadaki diğer kişilere kaydı. Ali dayının hemen karşısındaki diğer tekli berjerde yaşı tahminen kırklarının sonunda olan bir kadın oturuyordu. Onun hemen yanındaysa tekerlekli sandalyede oturan yaşı kadından büyük gözüken bir adam vardı.
Çok değil odaya adımımı attığım üçüncü saniyede tüm gözler üzerime dönerken istemsizce nefesimi tuttum. Adamın tanıdık gelen simasına zıt bir biçimde onu tanımadığıma emindim. Ama kadın için aynı şeyleri söyleyemeyecektim.
Yüzünde, kollarının görünen yerlerinde yanık izleri olduğunu tahmin ettiğim kadının dikkat çeken yeri bunlar değil gözleriydi. İnce metal çerçeveli gözlüğüne rağmen o gözleri tanıyor gibiydim.
“Lavinia uyanmışsın kızım. Biraz daha dinlenseydin keşke ben kahvaltını odana gönderecektim. Daha nasılsın iyi misin? Gel otur ayakta kalma.”
Ali dayı rahatça beni karşılarken sanki hiçbir problem yokmuş gibi bir imaj çiziyordu. Sanki beni Kubat’ın elinden başkası kurtarmıştı. Eliyle beni hemen karşı çaprazlarında kalan ikili koltuğa yönlendirirken burada neler olduğunu daha iyi anlamak adına sesimi çıkartmadan gösterdiği yere ilerleyerek oturdum.
Ali dayının aksine iki çift göz beni büyük bir dikkatle incelerken özellikle karnıma kayan bakışlarına engel olamıyormuş gibilerdi.
“Ben kahvaltıdan önce biraz konuşmak istiyordum Ali dayı.” dedim her şeye rağmen çekingen bir sesle. Sık sık karşımdaki iki insana bakmaktan da geri duramıyordum.
Sanki tanışıyor gibiydik ama nereden?
“Konuşalım konuşalım tabi de önce sen iyice toparlansaydın bir. Duyduğum kadarıyla çok zor bir hamilelik geçiriyormuşsun, hastanelerde yatmışsın. Tam anlamıyla bir toparlansaydın keşke.”
Yalandan bir tebessümle gülerken ellerim karnımı buldu. “Sorun yok biz iyiyiz. Neleri atlattık eminim bu da geçecek.”
Her şey geliyor ve geçiyordu. Bunu bizzat birinci elden test etmiştim.
Kasıklarımdaki sızıyı andıran sancının da zamanla geçeceğine emindim. Bugün yeni bir kanamam olmamıştı, bebeğimde içeride hareketliydi. Büyük bir sorun olduğunu düşünmüyordum ki zaten doktorda böyle demişti.
“Elbette geçecek güzel kızım. Her şey bir gün geçiyor. Benim yine de içim tam anlamıyla rahat etmiyor o yüzden bugün öğleden sonra uzman bir kadın doğum doktoru daha gelecek kontrole. Biz iyi olduğunuzdan iyice emin olalım da.”
Tıpkı ilk tanıştığım günkü naifliğiyle konuşan adama minnettar bir ifadeyle baktım. “Gerçekten gerek yok. Dün zaten gittiğimiz doktor gayet kapsamlı bir kontrol yaptı. Ben sadece dinlensem yeterli olacaktır.”
Ben her ne kadar Ali dayıya karşı konuşsam da bakışlarım sık sık karşımdaki kadına kayıyordu. Dayanamadım.
“Sanki sizi tanıyor gibiyim. Daha önce tanışmış mıydık?” dedim temkinli bir ifadeyle. Kadına baktıkça ve birazda düşündükçe kadını bir yerlerden tanıdığıma emin oluyordum.
Tenindeki yanık izlerinin dışındaki her yeri pürüzsüz gözükürken fazla seyrek siyah saçlarında çokça beyazlar vardı. Gözlerindeki gözlüklerin camları normalin aksine biraz kalın gözükürken bu o camların arkasındaki gözleri daha yakınlaştırılmış gösteriyordu. Gözleri her şeyden daha çok tanıdıktı.
Tekerlekli sandalyedeki adama döndüm. Aynı yanık izlerini adamda da görürken kadının aksine onunkilerin daha çok ve daha belirgin olduğunu fark ettim. Yüzünün neredeyse yarısı yanık bir deriyle bezenmişti. O kısımlarda sakal namına hiçbir şey gözükmezken sağlam olan derisinde hafiften çıkmaya başlamış sakallar gözüküyordu.
“Hayır tanışmadık.” diyen kadın bu sözleri oldukça güçlükle söylüyormuş gibiyken bakışlarımı Ali dayıya çevirdim.
Her ne kadar sorumu oldukça zarif bir sesle cevaplasa da pek de isteyerek konuşuyormuş gibi gelmemişti. Bana büyük bir ilgiyle bakan ikiliyi fazlasıyla tuhaf bulurken bende aynı bakışlarla onlara bakıyordum.
Dışardan bakıldığında sanki büyük bir savaştan çıkmış gibi gözüküyorlardı.
“Ama fazlasıyla tanıdıksınız? Sizi daha önce gördüğüme eminim.” dedim kendimden emin bir ifadeyle.
“Tanıyorsundur kızım ama daha önce tanışmadığınız doğru.” diyerek araya giren Ali dayıya baktım hızla. Sözlerinden hiçbir şey anlamamıştım. Kafam zaten bir kaostan çıkmış olmanın getirisinde pek yerinde değilken bana böyle gizemli konuşmamalıydı.
“Hiçbir şey anlamıyorum burada bir şeyler mi dönüyor?” Gerildim. Neden sakin bir hayatım olamıyordu benim? İlla hep bir şeyler mi olacaktı?
İlk başta cümlelerini toparlayamıyormuş gibi gözüktü Ali dayı. Diğerlerine hiç bakmıyordum zaten onlardan en ufak bir adım bile gelmiyordu. Odaya girdiğim an sesleri kesilmişti.
“Tüm olanları sen biraz daha iyi olduktan sonra tek tek konuşsak daha iyi olacak sanki kızım?”
Başımı olumsuzca iki yana salladım hızla. Bir şey dönüyordu ve ben artık bundan emindim. Bir kere daha bu ailenin gizli işleri dönerken oyalanmaya tahammülüm yoktu.
Bu hataya bir kere düşmüştüm ve sonucu benim için fazlasıyla yıkıcı olmuştu. Bu konudaki tavrım net ve oldukça katıydı.
“Ben iyiyim her ne diyecekseniz deyin. Ayrıca benim Tamay’lara ulaşmam lazım. İyi olduğumu ve burada olduğumu bilmeliler. Bir de Zero’yu anlatmam lazım. Onun bir hain olduğunu ve Kubat’ın oğlu olduğunu bilmiyorlar, tehlikede olabilirler.”
Herkes yerinde rahatsızca kıpırdandı. Ali dayı üzerindeki gömleğin yakalarını biraz gevşetmeye çalışırken artık tamamıyla bana doğru dönmüştü.
“Burada benimle olduğunu bilmeseler de Kubat’ı da Zero’yu da biliyorlar.” dedi tane tane bir şekilde.
“Nasıl biliyorlar?”
Umarım en başından beri bilmiyorlardır. Bu kadarı da olamazdı değil mi?
“Kaçırıldığın gün fark etmiş Tamaylar yokluğunu. Demiröz’e haber vermişler ve seni aramaya başlamışlar. Demiröz hemen anlamış neler döndüğünü sonra da bir şekilde...” dedi ve anlamsız bir gerginlikle sustu.
Neden susmuştu ki?
“Evet?” dedim konuşmaya devam etmesi için teşvik edercesine. Reklam mı veriyordu? Bunun için şu sıralar uygun bir sabırda asla değildim.
“Ares’e ulaşmış. Seni, bebeği ve kaçırıldığını söylemiş.”
Demiröz? Demiröz Ares’e mi ulaşmıştı? Demiröz Ares’e ulaşabiliyor muydu? Bu kadar kolay mı?
Madem ulaşabiliyordu ben ne hallere düşmüştüm o zaman neredeydi? Ben bebeğimi kaybedebilirdim.
Ben bebeğimi kaybedebilirdim! O zaman neredeydi? Neden Ares’i bana getirmemişti!
Bu benim canımdaki o acı noktamdı.
Yutkunamadım. Gözlerimin hızla dolduğunu bulanıklaşan görüşümden anladım. Burnumun en derinleri sızlıyordu. Bu canımı yakıyordu.
“Ares’e u-ulaşabilmiş mi?” dedim zorlukla. Yutkunmak istiyordum ama boğazımda acıyordu.
Ali dayı karşısında büründüğüm hale buruk bir ifadeyle baktı. Biliyordu. Ares’in nasıl gittiğini, o gittikten sonra neler yaşadığımı biliyordu!
“Ulaşmış, kaçırıldığın günün gecesi.” dedi ve kısa bir duraksadı. “Ares geri döndü. Haberi aldığı gibi gelmiş. Bende ondan öğrendim kaçırıldığını.”
Ne demişti?
Ares geri döndü.
Ares geri döndü?
Zihnimin bir anlık bulandığını hissettim. Bakışlarım odağını kaybetmiş gibi zeminde boş bir bakışla dolanırken zihnimde yankılanan sesten kurtulmaya çalıştım.
Ares geri dönmüştü.
Bu kadar mıydı her şey? Tüm çektiklerim, o acılar? Bitmiş miydi? Ares geri dönmüştü. Beni aramak için miydi?
“Lavinia iyi misin kızım? Bir bardak su getirin!”
Anlayamıyordum. Gerçekten bu kadar basit miydi? Ona bunca zamandır bu kadar kolay ulaşılabiliyor muydu? Yine mi kandırılmıştım? Bu sefer ihanet eden kimdi?
“Benim için mi döndü?” dedim zar zor odağımı toplarken.
Ali dayı oturduğu yerden kalkmış bir vaziyette gözümün görmediği biri taraftan getirilen suyu bana içirmeye çalışıyordu. Buna izin vermedim. Onu basit bir el hareketiyle reddettim. Su falan istemiyordum.
“Evet, geldiğinden beri de seni arıyor.”
Kafamın içinde deprem oluyormuş gibi hissediyordum. Gözlerimi sıkıca yumdum bir süre. Anlamıyordum. Anlamıyordum!
“Madem Ares’ten öğrendin kaçırıldığımı neden o değil de sen geldin beni kurtarmaya? Ares nerede? Kubat’ın peşine mi düştü?”
Bedenimdeki tüm gücün çekildiğini hissetmesem avazım çıktığı kadar çığlık çığlığa bağıracaktım. Neler dönüyordu yine?
“Ares ayrı bir arayış içerisindeydi ben ayrı. Ares’in bilmediği çok şey var ve onları anlatmak için doğru zaman bu zaman değildi o yüzden ben herkesten gizli hareket etmek durumunda kaldım. O sebeple kimse bilmiyor şu anda senin benim yanımda olduğunu.”
Bakışlarım artık Ali dayının arkasında kalan ikiliye kaydı. Bana endişeyle bakıyorlardı. Hala daha ağızlarını bıçak açmıyordu. Ares’in bilmediği şeyler onlar mıydı?
Onlar kimdi?
Bakışlarım kısıkça üzerlerinde dolandı durdu. Yavaş yavaş gevşeyen kaşlarım zihnime dolan görüntüler yüzündendi. Tanımıştım!
Onlardı!
Tanımıştım! Kadını tanımıştım!
Bu nasıl mümkün olabilirdi?
Dehşet içinde Ali dayıya döndüm. “Sen nasıl herkesten önce bulabilirsin beni? Onlar... Yoksa sende mi Demiröz gibisin?”
Telaşla oturduğum yerden ayaklanmaya çalıştım. Bir ihanetten kaçarken diğerine tutulmam kaderin kaçıncı prangasıydı ruhuma?
“Dur kızım dur! Yok öyle bir şey! Bir otur şuraya gözünü seveyim anlatacağım her şeyi. Sen sadece sakin ol bak bebeğini düşün!”
Bebeğim! Yaşadığım şoktan bir an aklımdan çıkıvermişti. Ellerim hızla karnıma sarılırken temkinli bir ifadeyle oturdum aynı koltuğa bir kez daha ama bu sefer en uca.
“Her ne dönüyorsa hiçbiriyle ilgilenmiyorum! Ares’i istiyorum! Bana onu çağır! Ne anlatacaksan Ares geldikten sonra anlat! Ben bir kere daha aynı hataya düşemem duydun mu beni? Bu bir kere daha olmaz!”
Ağlayacaktım. Çok zor tutuyordum kendimi. Tarih tekerrür ediyordu.
Tarih tekerrür ediyordu!
“Kızım lütfen biraz sakin ol. Ares ne şu an çağırabileceğim bir durumda ne de gerçekleri düzgünce dinleyecek bir ruh halinde. Ben seni alırken Kubat kaçıyordu. Benden hemen sonra Ares gelmiş. Nasıl buldu bilmiyorum normalde seni arayışında bir gelişme olduğunda beni arardı ama bu kez aramadı. Bizden sonra Kubat’ı yakalamış. Bende bu sabah öğrendim. Onu öldürmüş.”
Karnıma sarılı bir elim şokla aralanan dudaklarıma kapandı. Ne biçim bir güne uyanmıştım ben böyle? Tam kurtuldum her şey yavaş yavaş düzelecek derken her şey daha da sarpa sarmıştı!
Ares Kubat’ı öldürmüştü. Sonunda onu yakalayıp öldürmüştü!
Tehlike bitmiş miydi yani?
“Zero?” dedim sadece.
Ali dayı sıkıntılı bir soluk verirken eski yerine geri oturdu. “O en son bizim peşimizdeydi ama şu anda nerede bilmiyorum. Ares sanırım seni onunla sanıyor. Şimdi de onun peşine düşmüş.”
İki avucumu sertçe yüzüme kapatırken birkaç dakika boyunca o şekilde kalarak ağır hareketlerle yüzümü ovuşturdum. Sindirmeye çalışıyordum.
Ares geri dönmüştü.
Benim için. Hayır bizim için.
Az daha beni kurtarmaya o geliyordu ama Ali dayı ondan önce davranmıştı. Şimdiyse beni saklıyordu çünkü kimsenin bilmediği sırlar vardı.
Kubat ölmüştü.
Zero ortalıkta yoktu.
Tehlike geçmemişti!
“Senin madem Ares’ten haberin yok o zaman nasıl buldun beni?” dedim uzun dakikaların sonunda hiç beklemediğim bir sakinlikle.
Bu sorumu bekliyormuş gibi anında beni cevaplayan adama inanamayan gözlerle baktım. “Ben Zero’yu da birçok şeyi de biliyordum. Ondan herkesten birkaç adım öndeydim.”
Zero’yu biliyordu? Başından beri?
Demiröz’de biliyordu. Kubat, Demiröz’ün ailesine olan büyük ihanetini anlatırken söylemişti bunu.
“Demiröz’de Kubat’ın bir oğlu olduğundan haberdardı. Siz ikiniz o şerefsizin oğlunun benim yanımda olduğunu biliyor muydunuz yani?” dedim sesimin yükselişini umursamadan.
Ali dayı ona bağırmamı umursamadan bir yanlış anlaşılmayı daha düzeltmek ister gibi hızla konuşmaya başladı. “Hayır tabi ki! Bende Kubat’ın bir oğlu olduğunu Demiröz’den öğrendim ama sana yemin ederim ikimizde onun kim olduğunu bilmiyorduk. Böyle bir şeyi bilsek izin verir miydik kızım?”
Ben artık bu ailedeki hiç kimseye inanmıyordum.
“Niye vermeyesiniz?” dedim öfkeyle oturduğum yerden ayaklanırken. Bakışlarım kısa bir an tüm dikkatiyle beni izleyen ikiliye kaydı.
“Demiröz kendi gelinini karnında torunuyla birlikte baş düşmanına yem ederken beni neden etmesin? Ben kimim ki? Ares’in çocuğunu taşıyor olmam onu durdurur mu sanıyorsun? Bunu daha önce de yaptı. Beni de bir kere daha Kubat’a verdi sırf Ares o zamanlar Kubat’ın çok üzerine gittiği için! Ares ölmesin diye beni bir yem gibi attı Kubat’ın önüne!”
Öfkeyle oturduğum yerden ayaklandım. Bakışlarımdaki saf öfkeyle karşımdaki kadına döndüm. Öfkeden, hızlı ve çok konuşmaktan nefes nefeseydim.
“Tıpkı zamanında sana yaptığı gibi!”
Bu cümleyi söylememi beklemeyen kadın yüzündeki şaşırmış ifadeyi gizleyemedi. Başta onu bir yerlerden çıkarıyor olmama şaşırmamıştı ama hemen tam anlamıyla tanımamı da beklemiyordu.
“Lavinia!” dedi Ali dayı bana seslenerek.
Yine aynısı oluyordu. Tarih tekerrür ediyordu.
“Bu nasıl oluyor bilmiyorum ama tüm bunlarla ilgilenmiyorum!” dedim Aden ve Demir çiftini işaret ederek. “Ben o hataya bir kere düştüm. Demiröz’ün ailesine yaptığı ihaneti Kubat’tan öğrendikten sonra hemen Ares’e anlatmak yerine ilk başta sustum Demiröz’ün peşine hesap için düştüm.” Başımı olumsuzca iki yana salladım.
“Bunu bir kere daha yapamam! Bu sefer olmaz!”
Adımlarım geri geri giderken aklımda olan tek şey bir an önce buradan çıkıp gitmek ve bir şekilde doğruca Ares’e ulaşmaktı.
Ona çok kırgındım ve onu affetmeyecektim ama aynı hataya ikinci kez de düşemezdim. Onu buraya çağıracaktım. Kendi gelip her şeyi öğrenmeliydi. Sonrasında ne olacağı da beni hiç ilgilendirmiyordu.
Ares’in ne kadar yıkılacağıyla ilgilenmiyordum. Hayır, ilgileniyordum! Ama ilgilenmemeliydim!
“Lavinia!” diyen ses odaya girdiğimden beri ilk kez gür bir sesle kendi isteğiyle konuşmuştu. Bu adımlarımı duraklatmaya yetmişti. Hiç istemesem de bakışlarım otomatikman oturduğu berjerin ucuna kadar kaymış, bana endişeli bakışlar atan kadının yüzüne kaydı. “Lütfen biraz daha durur musun? En azından... En azından biz bir tanışsaydık, biraz konuşsaydık?”
Başımı bugün kaçıncı olduğunu bilmeden bir kez daha olumsuzca iki yana salladım. “Sizin konuşmanız gereken kişi ben değilim.”
O kişi Ares’ti.
Bunca yıldır nasıl yaşıyor olabilirlerdi? Onlar benim doğduğum gün ölmemiş miydi?
Benim mezarına gittiğim kişiler kimdi?
Ares... Bu aileye öfkeli olmakta o kadar haklıydı ki! Kim bilir daha neler vardı? Bunca ihanetin ortasına doğup, büyüyen bir adamın artık affediciliğinin olmaması anlayabileceğim bir şeydi.
Ama beni bir kez bile dinlemeden terk edip gitmesini asla anlamayacaktım.
Adımlarım bir kez daha çıkışa yöneldiğinde yine aynı ses tarafından durduruldum.
“Biliyorum! Biliyorum ama ilk seninle konuşsaydık. Bizimle konuşmak istemiyorsan bile en azından dinleyemez misin?”
Burada durdukça aklım karışıyor, zihnim bulanıyordu. Benimle ne konuşabilirlerdi ki? Ne anlatacaklardı bana?
Dinlememem gerekiyordu. Ares’ten önce öğrenmemem gerekiyordu. Şu anda yaşadıklarını bilmem bile büyük bir tehlikeydi!
Bakışlarım dakikalardır sessizliğini sürdüren Ali dayıya kaydı. Dönüp dolaşıp hep aynı soruya çıkıyordum. Nasıl? Nasıl yaşadıklarını bilebilirdi? Nasıl onların yanında olabilirdi?
Bunca şeyi bilirken Ares’i aptal yerine koyarak hala daha nasıl onunla hiçbir şey yokmuş gibi konuşabilirdi?
“Sen nasıl Trabzon’da hiçbir şey yokmuş gibi Ares’in yüzüne bakabildin?” cümlesi döküldü dudaklarımdan. Sesim hayal kırıklığıyla dolup taşıyordu. Şimdilik Aden Sancaktarı görmezden gelmeyi seçmiştim.
Sorum Ali dayının yüzünün kasılmasına sebep olurken yüzünde pişmanlıktan kavrulan bir ifade peyda oldu. Umarım kalkıp da bana çok pişmanım naraları atmazdı.
“Bazen olmayınca olmuyor kızım. Ne yaparsan yap, nereden tutarsan tut bir şeyler elinde kalıyor.”
Bu muydu bahanesi? Bu kadar basit miydi? Saygısızlık olur mu diye düşünmeden aşağılar bir ifadeyle güldüm.
Ben zaten harabe gibi bir aileden zor bela çıkmışken nasıl bir ailenin içine düşmüştüm?
“Eğer bizi dinlersen o zaman başka bir şansımızın olmadığını anlayacaksın.” dedi Demir Sancaktar’da ilk defa söze girerken.
İnanamaz bakışlarla tekrardan onlara döndüm. Onları görmezden gelmenin sonuna gelmiştim.
“Anlayacak mıyım?” dedim abartılı bir ifadeyle. “Sizce burada önemli olan benim sizi anlamam mı?”
Ares burada olan biten şey her neyse asla öğrenmemeliydi! Yoksa mahvolurduk.
Ama bilmeliydi de!
Beynimin durduğunu hissediyordum.
Ali dayıya döndüm tekrar. “Ares’i istiyorum! Onu ara ve yanında olduğumu söyle. Buraya gelsin.”
Sözlerimin onda hiçbir etkisi yoktu. Bana üzgün bir ifadeyle baktı. “Şu an ortalık fazla karışık. Bunun için doğru bir zaman değil, yapamam. Sende şu anda bir yere gidemezsin. Yıldırım ortalarda yok.”
Yaşadığım çaresizliği anlatacak tek bir kelimem bile yoktu. Bir anda kasıklarımda hissettiğim sancıyla dikildiğim yerde iki büklüm olurken dudaklarımdan kısık sesli bir inleme kaçtı.
“Lavinia!”
“Lavinia, iyi misin?”
“Lavinia?”
Aynı anda üç ağızdan da ismim dökülürken yanıma ilk önce Ali dayı sonrasında Aden Sancaktar ulaşmıştı. Demir Sancaktar oturduğu tekerlekli sandalyeyle bana doğru bir hamle yapmış ama daha sonrasında her ne düşündüyse bundan vazgeçerek panik bir ifadeyle olduğu yerde kalarak bana bakmakla yetinmişti.
“Doktoru çağıralım hemen. Sen gel otur şöyle.”
Başımı olumsuzca salladım. Kollarıma temas eden ellerden sıyrılarak az önce oturduğum koltuğa oturdum titreyen bacaklarımla. “İstemiyorum!”
Derin soluklar alıp verirken sancının geçmesi için içimden dualar etmeye başladım. Bir hastane olayı daha kaldıramazdım. Bebeğim artık iyi olmalıydı.
Biz artık iyi olmalıydık.
Temkinli adımlarla yanıma yaklaşan kadını ben görmezden gelmek isterken o usulca oturduğum koltuğa oturdu.
“Seni odana çıkartmamı ister misin? Biraz uzanıp dinlensen, kahvaltını uzanarak yapsan iyi olur gibi.” dedi bir anne sıcaklığıyla.
Çektiğim acıyla doğru orantılı ters bir bakış attım ona. Anne sıcaklığıyla yaklaşacağı son insan bile değildim. Onun bunu altı yaşında annesiz kalan Ares’e, yedi yaşında istismara uğrayan Ares’e, bir cinayet işlenmeye zorlanan o küçük çocuğa vermesi gerekiyordu. Bana değil!
Aklım çok uzun zamandır başıma gelenleri almıyordu ama bu çok başkaydı.
Bu çok acımasızdı.
Tıpkı tecavüz sonucu olmam gibi.
Tıpkı dünyaya istenmeyen bir bebek olarak gelmem gibi.
Tıpkı annemin beni hastanede tek bırakması gibi.
Tıpkı annemin beni emzirmek istememesi gibi.
Tıpkı hasta babamın annemi hasta etmesi gibi.
Onu aldatması, kırması ve öldürmesi gibi.
Tıpkı annemin gözlerimin önünde babam tarafından öldürülmesi gibi.
“Ares’e nasıl kıyabildiniz?”
Dudaklarımdan dökülen sözcükler benim elimde olmadan çıkmıştı ağzımdan. Ses tonum her ne kadar kısık ve titrek olsa da dediklerim tüm odada net bir biçimde duyulmuş ve herkesin donup kalmasını sağlamıştı.
Sancım aldığım her derin nefeste diner gibiyken dolan gözlerimi odadaki herkesin üzerinde gezdirdim.
Ben nasıl bir işin içine düşmüştüm? Nasıl yaşıyor olabilirlerdi?
Ben bu işin içinden nasıl çıkacaktım?
Sanırım artık tam anlamıyla dibe batmıştım. Ben ne yapacaktım?
-BÖLÜM SONU-
Nasıl yani anlamadım? Bu nasıl bir bölümdü!!!!
Sırların devamı için bir sonraki bölümde görüşmek üzere!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 9.98k Okunma |
646 Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |