@_uzeyle
|
Yalın hayat sandım
Aldanıp gittim
Lale severdim
Nil Nehri kenarlarında
Irmaklar akarken
Zaman kaybı gibi
Lakabım yalnızlık
Irmakta ki son balık gibi
Kalabalık değildir oysa ki yalnızlık...
Kuşlar özgür müdür?
Uçarken tutsak olmaz mı?
Şarkıdaki son mısra gibi...
Gece düşünürü Soğuk bir esinti yüzümü okşuyordu. Aralanan gözlerimle etrafı taradım. Karanlık bir çukurdaydım adeta. Küçük bir ışık huzmesi dolduğunda Salınan saçlarımla beraber, üzerime siyah bir gölgenin geldiğini gördüm. Adım atmaya çalıştıkça üzerime gelen hızı artıyordu. Kara gölgenin içinde kaybolduğumda, soluduğum hava beni boğmaya başladı. Gölge içime işledikçe acıyla kasıldım. Çığlık atmak istedikçe daha da boğuluyordum. Kararan gözlerimin arasında bir sıvı hissettim. İki gözümden akan yaşlarla beraber gölge tamamen benliğimden çekilip göz önünden kayboldu. Boğucu etkisi birden varlığını yitirdi. Nerede, olduğuma dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Gözlerimdeki yaşları silerek derin bir nefes çektim ki burnuma dolan is kokusuyla yüzümü buruşturdum. Arkamı döndüğümde kocaman bir ateşin üzerime sürüklendiğini görmeyi beklemiyordum. Kendimi çimdikleyerek uyandırmaya çabalasam da bu çabam nafileydi. Korkuyla gözlerimi sıkıca kapatıp dikildim. Benliğimi saran soğuklukla kapanan gözlerim açıldı. İçimden geçen ateş küçülerek yok oldu. Lâl olmuş dilimin açıldığını hissettiğimde “uyan, Armağan uyan!” diyerek kendimi tetikledim. Uyanamıyordum. Sanki bedenim uzay boşluğunda salınıyordu. Üzerinde bulunduğum taban sarsılarak varlığını yitirince tiz çığlığım kulaklarıma doldu. Yere düşüyordum. Çığlıklarla kollarımı bedenime doladım. Kendimi suya düşmüş bir şekilde buldum. Yumuşak, soğuk ve saran suyun varlığıyla rahatladım. Bedenimden geçen titreme dalgasıyla irkildim. Ta ki suyun altından aşağı çekilip boğulmaya mahkum edilene kadar. Deli gibi çırpınıp suyun yüzeyine çıkmaya çalıştıkça boğuluyordum. Ağzımdan çıkan baloncuklar eşliğinde, gözlerim karardı. Kendimi suyun derinliğine, karanlığa bıraktım. Kulağıma dolan sesle görüşümü kuşandım. Derin maviliğin arasında çıkan bir ışık ve ses... “Elige, elige illam potestatem essentialem tibi oblatam. Dominus lunae plenae. De pice nigro statu solis et lunae. Lego” ses fısıltılı ve kalın geliyordu. Anlamayarak etrafıma bakındım. Gördüğüm tek şey, maviliğin koyulaşarak kararmasıydı. Suyun derinine inerek kayboluyordum. “Ora o maî piû. “ Ses, daha yakından geliyordu. Kulağıma dayandığında arkama doğru dönmeye çalıştım, vücudum yeniden kaskatı kesildi. “Lego, ellige.”
🌒🌕🌘 Hızlanan nefeslerim, kulağıma dolan kalp ritmim, titreyen uzuvlarım ve terden sırılsıklam olmuş bedenim ile gözlerimi araladım. Sarılmış olduğum yorgandan ayrılarak, ayaklarımı yatağın kenarından sarktım. Ellerim hala titriyor, buz gibi olmuştu. Anlamayarak kafamı yokladım. Bana ne oluyordu? Kafayı mı sıyırdım, yoksa kalp krizi mi geçirdim? Yatağımdan Yalpalayarak kalktım. Boy aynasının önünde durduğumda kendimi seyrettim. Dağılmış uzun kahve saçlarım, kızarmış ve yorgun bakan gözlerim, yüzümün her zerresine yayılan belirgin çillerim, kırışan okul formam. Terden ıslanan yüzümü çevreleyen saçlarımı düzenledim. Kafamda hala gördüğüm rüyadaydı. Duyduğum fısıltılı sesler... Korkunçtu. Toparlanmak adına kısa bir duş alıp rahat kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Saatlerdir uyumama rağmen bedenim hala yorgundu. Hava yeni aydınlanıyordu, bir ya da iki saat içerisinde okula gidecektik. Dolaptan yedek formamı çıkarıp odamdan çıktım. Altan ve Atlas’ın odasına girerek onları yokladım. Aşağı kata inip kahvaltı sofrasını kurmaya başladım. Yaptığım işe odaklanmamdan dolayı karşımda annemi görünce korkarak sıçradım. Kollarını göğsüne bağlamış beni izliyordu. Yüzünde hesap soran ifadeye inat tatlı tatlı gülümsedim. Siyah uzun saçları, yeşil gözleri, uzun boyu, keskin yüz hatları ile çok güzel bir kadındı. Ne yazık ki anneme tek benzeyen kişi de Altan’dı. “Günaydın, Armağan hanım. “ sesinden ve tonlamasından imalarını kestirdim. “Günaydın. “ diye kısık bir şekilde mırıldandım. “Dün neredeydin? Ne kadar merak ettik, haberin var mı? “ evet güzeller güzeli annem ve onun yıkılmaz otoritesi. Her zaman düzenli, çalışkan ve disiplinli olmasının nedeni ise bir edebiyat öğretmeni olmasıydı. “Okuldaydım. Bir an saatin nasıl geçtiğini anlayamadım. Üzgünüm anne bir daha olmaz. “ emin ol dercesine kafamı salladım. Söylediklerimle yüzünde minik bir tebessüm belirdi. “Pekala, ama bir daha olmasın Armağan, yoksa bozuşuruz. “ dedi. Kafamı sallayarak onayladım. Tezgahın önünden çekilip yanıma ilerledi. Üzerindeki kalem eteği ve beyaz gömlekle annem gibi değildi. Yüzümü avuçlayarak “Hadi git kardeşlerini çağır da kahvaltı edelim.” Gülümseyerek annemden ayrıldım. Koşar adımlarla yukarı çıkarak, odanın kapsına geldim ki babamla karşılaşmam bir oldu. “Sakin kızım, yavaş ol. “ diye uyarısına uyarak yavaşladım. Saçlarımı karıştırarak, yanağımdan makas aldı. “Ya baba! “ diyen nidalarımı boşa sararak. “Kızım, sen hasta mısın? “ diye sordu. Endişeyle elini anlıma koyarak ateşimi ölçtü. “Buz gibisin. Yüzün kireç gibi olmuş. İyi misin?” Dediğini duyunca ellerim gayriihtiyari yüzümü buldu. Ama tenim oldukça sıcaktı. Babama bir şeyim olmadığını söyleyerek yatıştırdım, fakat bu halim beni de endişelendiriyordu. Bana ne oluyordu? Altan ve Atlas’ın odasına girdiğimde boğucu hava nedeniyle odanın camını açtım. Boğazımı temizleyerek, öksürdüm. Sesim yeterince iyiydi. Birden “Koğuş kalk!” diye bağırdığımda ranzanın altında yatan Atlas’ın kafasını vurduğunu görünce kapıya doğru ilerledim. Burası birazdan karışacaktı. Tam çıkacakken ranzadan atlayan Altan önümü kesti ve yastığını kafama geçirdi. “Sana kaç defa dedik böyle kaldırma diye hah! “ yastıkla bana vurarak geri itiyordu. Hayvan gibi güçlü olduğundan karşılık bile veremiyordum. Kafama inen başka bir yastığı fark ettiğimde Atlas’ın da bana vurduğunu anladım. Yastık değil de füze atıyor gibi vuruyorlardı. Boğuk çığlıklarımla ikisine tekme atmaya çalışıyordum. Annemin bağıran sesiyle ayrılıp aşağı kata kaçtım. Dağılan saçlarımı düzelterek yemek masasına oturdum. Bir süre sonra hep beraber masada yemek yerken annem boğazını temizledi. Yüzündeki sinirli ifadesi Altan’ın üzerindeydi. Bir an Atlas ile gözlerimiz kesişti. Yemeğin sonuna geldiğimizden kalkacaktım ki birden bulanıklaşan görüşümle geri adımladım. Yine titriyordum. Soluklarım hızlandı, İçimde bir sızı hissettiğimde iki büklüm kıvrandım. Kalbimdeki sızı yerini acı ve yakan bir ıstıraba bırakınca, midem bulandı kendimi oturduğum sandalyeden yere attım. Masadaki ailem put gibi oturuyordu. Hiçbirinin yüzünde en ufak bir mimik bile yoktu. Hepsi karşılarındaki duvara bakıyorlardı. Yerde kıvrana bedenimle, beynim uyuştu. Acı tüm benliğimi ele geçirmişti. Kulaklarıma tek bir ses, fısıltı doldu. “La teistesse durera toujours. “*bu acı hiç dinmeyecek. Duyduğum ve bilmediğim dili konuşan sesin geldiği nokta kulağımın dibiydi. Ensemde ılık bir nefes hissedince daha da acıyla kasıldım. Sessiz inleyişim, çığlıklarım... Girdiğim transtan çıkmak adına hareketlenmeye çalışsam da kıpırdayamıyordum. “Lego,” Israr eder gibi çıkan ses en sonunda beni çıldırtmaya yetti. “Ne istiyorsun? “ diyen sesim zoraki çıkmıştı. Kendimi kasıyordum. Alnımdaki damarların belirginleştiğinden adım gibi emindim. Böyle aciz hissetmek kendime nefret duymama yetti. İçimde güç isteği doğdu. Beni transtan çıkaran ses “Seni,” dedi. Gözlerim gayriihtiyari kapandı. Gözlerimi araladığımda, kendimi mutfakta, yemek masasında ;oturur şekilde buldum. Annemin konuşan sesiyle kendimi toparladım. Yaşadığım o halüsinasyonu sonra düşünmek için aklımın ücra köşelerine attım. “Kendinize çekidüzen vermeniz gerekiyor. Son sınıf oldunuz. “ diyerek nutuk çekiyordu. Muhtemelen bu sözleri Atlas ile benim baz almam gerekiyordu. Atlas ile göz göze gelip güldüğümüzde, annem sinirle “Üçünüz de, “ dedi. Bu sefer şaşırdık. Az önce yaşadığım anların etkisi miydi, bilmem kafam allak bullaktı. Biz, birbirimize bakarken Altan, kafasını tabağına gömmüştü. “Neden üçümüz acaba anneciğim?” diyerek kısaca sordu Atlas. “Çünkü ben çok düzgün bir öğrenciyim de. “ bu söylediklerine babamla beraber güldüm. Sen mi? Der gibi baktım. Annem ciddiyetle “Üçünüzden de şikayet var Atlas bey. Peki düzgün öğrenciler neden şikayet alır? “ Üçümüz? Altan? Atlas ile aynı anda Altan’a diktik bakışlarımızı. Hiçbir şey olmamış gibi yemeğini yemeye devam ediyordu. Tam bir cinsti. “Şikayet? “ diye sorunca, keşke sussaydım diye düşündüm. Çünkü bütün delici bakışları kendime çektim. “Atlas’ın derslere odaklanmak yerine farklı odak noktaları olduğunu söyledi hocanız. “ Atlas, duyduğu sözlerle sessizce mırıldandı. Ardından yükselerek “Kuru iftira Anne inanma hocaya. Zaten hoca bana taktı ya. “ diye savundu. Annem bana dönerek “Armağan’ın ise derslere girmediğini ve aşırı derecede asosyal olduğunu söyledi.” Gözlerimi yere eğerek sustum. Şu anki halim zaten konuşmaya müsait bile değildi. “Altan ise-“ diyordu ki Atlas Annemin sözünü keserek “Ne yaptın lan, Yoksa sınavdan yüz almak yerine doksan dokuz mu aldın? “ dedi. Ardından büyük bir kahkaha patlattı. Altan ise elinin tersiyle kafasına silleyi geçirdi. “Dün, Kavga etmiş. “ Annemin söyledikleriyle Kafamı kaldırıp Altan’a baktım. O da bana bakarak “Tuzu uzatır mısın? “ dedi sakinlikle. Bu durumda bile manyak gibi sakindi. Atlas, bir hışımda sandalyeden kalkıp “Lan beni niye çağırmadın kavgaya? “ diye güldüğünde annem sinirden kıpkırmızı olmuştu. Bu halini gördüğümüzden kaçar “ biz doyduk size afiyet olsun. “diyerek mutfaktan çıktık. Atlas hala Altan’a kavgayı soruyordu. Şaşırmıştık çünkü Altan hep sakin, nahif olanımızdı. Asla ucuz kavgalara girerek adını lekelemezdi. Fakat Atlas buna değil daha farklı yerlere takılıyordu. Altan, yapılıydı ve gücü kuvveti de yerindeydi ki bu gücü sadece kalemle kullanırdı. Mutfaktan çıkan babamı görünce yanına gittik. Babamın gururlu yüzünde küçük bir tebessüm peyda oldu. “Aferin oğlun seninle gurur duydum. Annene bakma sen koru kendini. “ diye anneme zıt nasihatler verdi. Ardından Altan’ın siyah saçlarını eliyle karıştırdı. Mutfaktan tabak sesleri gelince sesini yükselterek “Annenizi dinleyin çocuklar!“ dedi yalancı bir kızgınlıkla. hep beraber güldük. Beni ve Atlas’ı da başımızdan öperek yolcu etti. Baban arkeolog ’tu. Genelde evde olmazdı, fakat yanımızdayken de varlığını hiç esirgemezdi. Üçümüz birlikte okul yolunu tuttuk. İçimi kaplayan garip bir huzursuzluk vardı. Kaldırımda yürürken sanki yanımdan biri geçti gibi hissettim. Bu durumu çözmeliydim. Acaba şizofreni miydim? Kaldırımda düşünceli bir şekilde yürürken önümdeki kardeşlerim şakalaşarak yürüyorlardı. Karşıdan karşıya geçerken bir an duraksadım. Yolun tam ortasında kaskatı kesilerek dikiliyordum. Parmağımı dahi kıpırdatamıyordum. Dişlerimi sıkarak ilerlemeye çalıştım, fakat bir milim bile ilerleyememiştim. “Ora o mai piû” fısıltılı sesi hissettiğimde gözümden bir damla yaş aktı. Kafamı yana çevirdiğimde üzerime gelen arabayı gördüm. Kendimi zorlayarak ilerlemeyi hedefledim, olmuyordu. Korkarak bağırmak istedim, yardım dilenmek istedim. “Fluctuat nec mergitur. “ “Bırak beni! “ diye haykırdım zoraki. Sık nefesler nedeniyle göğüsüm kalkıp indi “Lego,” duyduğum sesle irkildim. Arabanın çalan kornası kulağıma doldu. Gözlerimdeki yaşlar sırayla aktı. Kolumda hissettiğim sıcaklık ile çekildim. Kendimi yerde buldum. “Armağan, aklını mı yitirdin? Niye yolun ortasında dikiliyorsun? “ diye beni sarstı Atlas. Altan ise beni süzerek iyi olduğumu kontrol ediyordu. Atlas’ın sesi daha da yükseldi. Şoktaydım. Konuşmayı unutmuştum adeta. “Atlas yeter. Kız şokta abartma!” diyen Altan yanıma çökerek yüzümü avuçlarıyla sarmaladı. “İyi misin? “ diye içten bir şekilde sordu. Kafamı hayır manasında sallamakla yetindim. Yerden beni kaldırarak banka oturttuğunu algılayabildim. Ellerimi tutarak “Kardeşim, anlat neyin var? “ yüzü endişeliydi. Kendime geldiğimde Atlas ve Altan’a her şeyi anlattım. Beni, dikkatle dinlediler. Yaşadıklarımı anlatırken bir yandan da rahatladım. İçimi dökmüştüm, kendimi hissettiğim yalnızlıktan kurtulmuştum. Bu yaşıma kadar hiç yalnız hissetmemiştim. Ben doğduğumda bile tek değildim ki yaşarken yalnız olayım. Sustuğumda ikisi de şaşırıp kalmıştı. “Lan bir günde ne yaşamışsın? “ diye sessizliği bozdu Atlas. “Bu ne zamandır var? Yani sesler...” Altan’a dönerek sorusunu düşündüm. Hakikaten ne zaman başlamıştı? O gün çarptığım adam, köstekli saat... Aydınlanmış gibi ikisine bakarak ayağı kalktım. Kaldırımda volta atarak dönüp durdum. “O gün bir adama çarpmıştım. Kapüşonlu biriydi. Otuzlu yaşlarda uzun ve zayıftı. Elindeki kutu düştü ve eşyalar dağıldı. Yere dağılan eşyaları toplarken yerde köstekli, altın kaplamalı, üzerinde garip şekilli bir saat vardı. Ona dokunduktan sonra bir ses duydum ‘Dünya zembereğinden boşalmış bir saat gibiydi ‘diye sonrasını hatırlamıyorum. “ diyerek belirttim. Altan düşüncelere dalarak sessizliğini korudu. Atlas ise ayağı kalkarak elini omzuma attı. “Ben baştan söyleyeyim, sana üç harfli ya da dört harfli görünmüş kardeşim. Belki de büyü yaptılar, kesin anne tarafı yapmıştır. “ diyerek güldü. Bu çocuk hiç ciddi olacak mıydı? Olsa bile görmeye ömrüm yetmezdi. “Atlas, mal mısın?” diye açıkça sordum. “Hayır aynı gün doğduk prematüre de değilsin ki. “ Beni taklit ederek dilini çıkardı. Uyuz. “Bu adamla nerede çarpıştın? “ diye düşünceyle sordu Altan. Yerli Sherloch Holmes gibiydi. “Şu ileride ki kavşakta, kafenin önünde. “diye mırıldandım. Korkuyordum. Ne çıkacağını bile bilmeden bir yola girmiştik.
🌒🌕🌘 O günü izliyordum. Altan ve Atlas’a olanları anlattıktan sonra kafeye girerek paramızın kaybolduğunu söyledik. Ardından kameraya günü ve saati söyleyerek erişmiştik. Bizden korkulurdu resmen. Gördüğümüz sahneye göre çarptığım adam saatlerdir kafenin önünde dikiliyordu. Birkaç dakika içerisinde ben girecektim kadraja. Adamın birden kafasını kaldırıp kameraya bakmasıyla geri çekildim. Atlas ise bir küfür savurarak korkusunu beyan etti. Altan, sandalyede oturmuş dikkatle ekranı seyrediyordu. Adam bir süre kameraya bakıp önüne döndü. Ekrana arkasına dönük ben girdiğimde Atlas “Önüne baksaydın üç harfliye çarpmazdın salak. “ dedi. Sinirle ona dönerek “Üç harfli deme şuna! “ diyerek bağırdım gerginlikle. Altan, ikimize de sessiz olun uyarısı yaparak dikkatini kuşandı. Yerde eşyaları toplarken adamın beni izlediğini gördüm. Sanki ne yapacağımı izliyor gibiydi. Köstekli saate dokunduğumda yere yığıldım. Bu anı üçümüz de hayretle izledik. Altan ileri sardığında ayağı kalkıp gitmeye hazırlanıyordum. Adam ekranda yoktu. Ben gittiğimde ekranda bir siluet belirdi. Kapüşonlu adam... Kafenin önündeydi. Elinde kutu yoktu ve kameraya bakıyordu. Altan ileri sardı, adam hala dikiliyordu. Saatler hatta gün olarak ileri aldığında bile adam kameraya bakıyordu. Yüzü bulanıktı, fakat sarı gözleri oldukça belirgindi. İleri sarmaya devam etse de görüntü değişmiyordu. Korkudan ellerimin titrediğini sonradan fark ettim. Birden görüntü siyaha döndü, ardından ekranda eror ibaresi belirdi. Korkudan attığım çığlıkla yeri adımladım. Neyin içine düşmüştüm ben? Ağlamaklı bir şekilde inledim. Korkudan zangır zangır titriyordum. Atlas elimi tutarak bana destek oldu. İçimden gelerek ona sarıldım. Şu an varlıklarına hiç olmadığım kadar çok ihtiyacım vardı. Korkarak da olsa kafeden hep birlikte çıktık. Kendimi bir çıkmazın eşiğinde gibi hissediyordum. Kafenin önünde durmuş birbirimize delici bakışlar atıyorduk. Altan siyah saçlarını elleri ile karıştırdı. İkisi de benim kadar gergin ve endişeli gibilerdi. Ne kadar dövüşsek de, kavga edip birbirimize sataşsak da biz kardeştik, dahası kardeşten bile yakın üçüzdük. Benim canım yansa bir diğeri ıstırap çekerdi. Onlar benim her şeyimdi. Şimdi beni kurtarmak için canlarını dişine takıp bir yol yordam bulmak için çaba sarf ediyorlardı. Bu halleri gülmeme neden olacak derecedeydi, fakat şu an dudaklarım kıvrılmıyordu. Yorgun hissediyordum. Ya annem ile babam onlara ne diyecektim. Kafam öyle karışık öyle sıkılmıştı ki kaldırımda volta atmaktan kendimi alıkoyamıyordum. Ta ki iki binanın arasına gizlenmiş uzun boylu, kapüşonlu bir adamın siluetine rastlayana kadar. Görüyordum, bu oydu, bu beni içine çeken kara deliğin sebebi idi. Sarının en koyu olan gözleri yüzümün her zerresinde geziniyordu. Korku, yeniden benliğimi ele geçirmişti. Etrafımı saran titreme dalgasıyla gerildim. Ağzını oynatarak bana bir şey anlatıyordu. Kulağıma dolan ses ile irkildim. “Lego! “ ısrarla bana aynı şeyi tekrarlıyordu. Aramızda iki şeritli yol olmasına rağmen sesi sanki yanımdaymış gibiydi. İçimden gelen ilkel bir cesaretle “Benden ne istiyorsun? “ diye direttim. Cevap vermeye kalmadan arkasını dönerek kaçmaya başladı. Onun peşi sıra ise Altan ve Atlas radarıma girdi. Adamı beşleyen zeki kardeşlerimi izleyerek takip etmeye başladım. Hızlı koştuğumdan onlara az da olsa yetiştiğimde: “ya siz manyak mısınız hani üç harfli, cin midir in midir nedir, adamı niye beşliyorsunuz? “ diye nefes nefese bağırdım. “Armağan, o sesini kes ve koş. Aptallığınla uğraşmayalım ağabeyciğim. “ dediğinde yükselerek. “Ne ağabeyi be aramızda üç dakika var, Atlas. “ diye haykırdım. Artık ayaklarımı hissetmiyordum bile adamın girdiği sokaklara doğru koşarak nefeslendim. “Ya siz demediniz mi üç harfli diye takip ederek mi korkutacaksınız? “ anlam veremeyerek onları izlemeye devam ediyordum. “Polisi arayalım. “ küçük bir öneride bulundum. “He canım arayıp ne diyelim ‘ya bize bir üç harfli musallat oldu yakalayın’ mı?” dedi gülerek şebek kardeşim Atlas. Altan da ona katılarak “Bence imamı arayalım. Bir felak, nas okur cin diye bir şey kalmaz.” dedi. Önden koşuyordu, biz duyalım diye bağırarak söylemesine rağmen sesi buğuluydu. Atlas, daha hızlı koşarak Altan ile ellerini çakıştırdılar. Onlara göz devirip homurdanmak dışında elimden bir şey gelmiyordu. Bizim hareketli kavgamızın ortasına yanımızdan geçen araba mani oldu. Arabadan üzerimize sıçrayan su ile çığlığım bir oldu. “Bu adam elime bir geçsin onu mahvedeceğim. “ onun yüzünden sakin geçen on sekiz yıllık hayatımın en berbat günlerini geçiriyordum. Artık isten cin olsun ister in hatta isterse beş harfli olsun ona bana yaptığı her şeyin hesabını soracaktım. Atlas ve Altan ise arkasına baktıkça gülüyorlardı. Bu halim herkese görsel şölen olmuştu resmen sinirimden yüzümün kıpkırmızı olduğuna adım gibi emindim. Sinirlenince hem yüzüm hem de kulaklarım kızarırdı. Bu halimi gören kardeşlerim koşarken bile anırıyorlardı. Altan’ın gülmekten konuşamıyor gibi bir hali vardı. Bu olaylar bittiğinde ikisine de gününü gösterecektim. İnsanların garip bakışları bile üzerimdeydi. Üzerimdeki okul forması komple çamurlu suydu, saçlarım birbirine girmişti ve yollarda bu halde soluksuz koşuyordum. Adamın yine sokaklar arasına girdiğini gördükçe hızlandım. Biz ona her yaklaştığımızda ayrı bir yola giriyordu. Üçümüzde yorgun ve nefes nefese olsak da davamızdan vazgeçmeyecektik. Binaların arasına girerek gözden kaybolduğunda “Nereye kayboldu? “ diye mırıldandım. Altan ve Atlas da bana katılarak etrafı aradı. İnip çıkan göğsüme inat dik durmaya karar verdim. Az önce gülen yüzler artık yoktu. Aramızda derin bir sessizlik hakim olmuştu. Ta ki Atlas’ın “Bakın şurada. “ diyen sesi tüm gergin havayı dağıtarak bizi dik konuma getirdi. Atlas’ın gösterdiği yere baktığımda gördüğüm manzaraya hayretle baktım. Adam çatıdaydı. Ağzım açık şekilde adamı seyrediyordum. Evler en fazla üç katlıydı. Müstakil, evlerin çatısına tırmanarak bizden uzaklaşıyordu. Altan’ın koşarak evlere girdiğini gördüğümde olduğum yerde sıçradım. Atlas da, Altan’ı takip ederek eve girdi. Arkalarından gitmek gibi bir aptallık yaptım ve eve girdim. Dar merdivenleri çıkarak, çatı katına ulaştım. Çatıya çıktığımda yükseklik gözümü korkuttu. Üç katlı bir evdi ve binalar kadar da büyük değildi, buna rağmen buradan düşmek sakat kalmama neden olabilirdi. Kafamı kaldırarak kardeşlerimi yokladım. Adamın peşinden atlaya zıplaya gidiyorlardı. Burada duramayacağımı anladığımda geriledim. Bunu yapamazdım. Derin nefesler alarak kendimi toparlamaya çalışıp ayağımı attığım anda çıtırdama sesiyle korkarak geri çekildim bunu kesinlikle yapamazdım. Tam yeniden deneyecektim ki aşağıdan gelen motor sesiyle aklımda bir ampul yandı koşarak evden dışarı çıktım. Kırmızı motosikleti görünce koştum. Sipariş getiren bir personel olmalıydı ki motordan inip bir eve adımladı. Bu anı fırsat bilerek motora koştum. Üzerine oturduğumda anahtarının kontakta olduğunu görünce içimde bir umut peyda oldu. Anahtarı çevirdiğimde gazladım motor birden ilerleyince çığlık atarak kontrol altına almaya çalıştım. Arkamdan “Hey bırak o motoru!” sesini işitsem de durmadım. Hayatımda ilk defa motor sürüyordum ve bu ilk deneyimime göre berbattı. Önüme çıkanlara bağırarak hızlandım. Sağa sola çarparak sürüyordum. Vücudumun birçok yerinde sızı hissettim. Çatıya baktığımda adamı ve kardeşlerimi gördüm. Motoru hızlandırarak ilerledim son anda yönümü değiştirerek duvara toslamaktan kurtuldum. Önüme çıkan insanları gördükçe daha da panikliyordum. Altan’ın arkasına bakıp diğer bir çatıya atlarken ayağının kaydığını görünce nefesimi tuttum. Atlas onu son anda yakalayıp çekti. Nefesimi bırakarak devam ettim. Motora alışmış olsam gerek çünkü bir yerlere çarpmadan manevra alabiliyordum. Birtakım kişileri ezmeden geçip ilerledim. Sarsıntılı bir yolculuk olduğundan içim dışıma çıkmıştı. Motorda bir nevi bisiklet gibiydi. Gözlerimi motordan ayırdığımda evlerin yakınındaki ormanlık alanı gördüm. Adamın, çatıdan aşağı atladığını fark ettiğimde kontrolümü kaybettim. Hali hazırda bir ormanın içine doğru ilerlediğimizden sağa sola dönerek ağaca çarptığımı anladım. Kendimi yerde yatıyor şekilde bulmak bugünün en normal anıymış gibiydi. Kafamda hissettiğim ince sızı ile kısık bir şekilde inledim. Ellerim gayriihtiyari kafamı bulunca bir ıslaklık ellimi sardı. Elime baktığımda kan gördüm, beni bu hale sokan adama saydırarak ayağı kalkmaya çalıştım. Ağrıyan ve topaç gibi dönen başıma inat ayaklandım. “Armağan, “ diye bağıran sesi tanıyor gibiydim. Görüşüm bulanık olsa bile kafamı kaldırarak etrafı taradım. Atlas ve Altan beni arıyor gibiydi. Yanıma ulaştıklarında: “Kızım, sen manyak mısın, motor kullanmak ne? “dedi Atlas. “Motor kullanmayı bilmemene rağmen sürmen çok yanlış sana bir şey olabilirdi, ki olmamış gibi durmuyorsun. “ dedi Altan. İkisi de aşırı derecede korumacıydı. Sanki onların küçük kardeşiydim, fakat onlar beni üç yaşındaki bir çocuktan farksız görmüyorlardı. Aynı yaştaydık ve ben kendimi gayet iyi koruyabilirdim. Tabi bunu sesli şekilde beyan etmek biraz saçma olurdu çünkü birkaç günde başıma gelmeyen olay kalmamıştı. Daha kötü ne olabilir dedikçe dahası oluyordu. “İyiyim! Adam nerede? “ diye konuyu dağıtmaya çalıştım. Bu yaptığımı anlamış olsalar ki ikisi de birbirine bakarak göz devirdi. Altan, “Adamı kaçırdık, çünkü zeki kardeşimiz ağaca tosladı. Yine de adamın ormana girdiğini gördüm. “ dedi. Kafamı sallayarak onayladım. Aramızda sessizlik peyda olunca biz de ağaçların arasına daldık. Sık ağaçları ve aralardaki kuş cıvıltıları burayı dünyadan çok uzak bir diyar gibi gösteriyordu. Yeni yağmur yağdığından dolayı burnuma toprağın ipeksi ve metalik kokusu doldu. Ağaçların azaldığı, noktada bir ev gözüme takıldı. Sarmaşıklarla donanmış eski ve yıkılacak gibi duruyordu. Tahtadan yapılmış küçük bir kulübe gibiydi. Üçümüzde aynı şeyi düşünüyorduk. Birbirimize bakarak kafamızı yukarı aşağı salladık. Ne olursa olsun beraberdik biz üçümüz başka kimse yoktu. Durum ne kadar karmaşık olsa da biz birlikte olduğumuz sürece üstesinden gelemeyeceğimiz bir şey olamazdı. Aynı anda yolu adımlamaya başladık, bu yolun geri dönüşü artık yoktu bu ne olursa olsun çıkmaz sokaktı adeta. Evin aralık kapsını iterek açtım. Gıcırdayan pervazın sesiyle ürpersem de arkamdaki kardeşlerim tek desteğimdi. İçeri girdiğimde karanlık oda ve koku buranın terk edilmiş olduğunu düşündürttü. Kararmaya yakın olan hava nedeniyle ortam iyice gerildi. Korkuyu ve düşüncelerimi bir kenara atarak evi gezmeye başladım. Tahtadan bir masa ve sandalyeyi gürünce şaşırdım. Masa ve sandalyeler eve oranla oldukça yeni gibiydi. Masaya dokunacak iken, bir ses duydum. “bir şey buldum. “ dedi Altan. Ardından ayrı bir ses: “Hayır ben buldum. “dedi Atlas. Onlara bakmak için masadan uzaklaştığımda ikisinin de kirli koltuğun üzerindeki bir nesneye uzandığını gördüm. Nesneyi son anda algılayabilmiştim, bu... Köstekli saatti... “Ona dokunmayın! “ desem de geç kalmıştım. Saate dokundukları anda beyaz bir ışık kalkanı üzerime gelerek içimden geçti. Ellerimle kapadığım gözlerimi açtığımda evde hatta ormanda bile olmadığımı fark ettim. Gittikçe gerilmeye başlıyordum. Bir uçurumun dibindeydim. Aşağıda hırçın dalgalarla boğuşan suyu görünce kaçar gibi arkamı döndüm. Ardımda kardeşlerimi görünce küçük bir rahatlama oluştu içimde. “Neredeyiz? “ diye sordu Altan. Kafasını ovuşturarak ayağı kalkıyordu. “Ne oldu, Neden bir uçurumdayız? “ dedi Atlas. “Bilmiyorum, fakat bilen birisini biliyorum. “ dedi Altan. Bu söylediği üzere bize doğru gelen silueti gördüm, onu tanıyordum. Kapüşonlu adam... Yavaşça bize doğru yürüyordu. Üzerinde siyah uzun, kapüşonlu bir tunik altında ise kargo pantolon vardı. Bu hali bile bizi ürkütmeye yetiyordu. Aramızda dört adım kala durdu. Kapüşonunu kaldırarak sarı gözleriyle bizi izledi. Bir süre sonra yüzünde bir tebessüm peyda oldu. Yüzü, filmlerdeki kötü karakterlerle yarışır derecedeydi. “Kimsin sen? “diye sordum kısaca. Gözdağı vermek adına dik durmak için ne kadar çaba sarf etsem azdı, çünkü uçurumun burnunda güçlü durmak biraz zordu. “Bladys Kalanter, “ diye yanıtladı. Bu kadar kolay olmasını beklemediğimden bocaladım. “Kardeşimize ne yaptıysan düzelt, “ dedi Altan. “Yoksa biz seni düzeltiriz. “ dedi Atlas. Adama diklenmeleri şu an en mantıksız şeydi, uçurumun dibindeydik ve onlar adamlık taslıyordu. Bu erkekler neden böyleydi acaba? “Çok korktum. “ yalandan korkmuş gibi yaparak bizimle dalga geçti. İkisine de sertçe bakış atarak bana döndü. “Dolunay tılsımına dokunan sizsiniz. Düzeltmek için de siz uğraşın. “ dedi fısıltıyla. Sesi her seferinde beni ürpertiyordu. Dolunay tılsımı derken? Anlamayarak baktığımda: “Zamanın az kaldı. Ontorio da her şeyi öğreneceksin. “ diyerek üzerimize yürümeye devam etti. “Metza, metza et hakoch hachayoni she'adon hirach hamla natan lech “ *ibranice Önümde durduğunda Altan ve Atlas, Bladys’ın karşısında duvar gibi dikildi. Bakışları bile beni korkutuyordu. Söylediği sözleri anlamamanın verdiği sinir artıyordu. Ne dediğini anlamazken ne yapmamı bekliyordu ki? Karşısında dikilen Atlas ve Altan’ı tek hamlede uçurumdan aşağı ittiğinde korkuyla onlara ulaşmaya çalıştım. Boğazımı yırtarcasına attığım çığlıkla kardeşlerim suyu boyladı. Gözlerim anın etkisiyle yandı ve yerini sıcak bir ıslaklığa bıraktı. İki eli ile yakamı tutarak aşağı eğdi. Ondan uzaklaşmak ve saldırmak adına yaptığım atakları geri çevirerek beni sarstı. Ondan son duyduğum ses: “Ora o mai piû. “ *ya şimdi ya hiç Düşerken süzülen bedenim titriyordu. Kalbim hızlı atmak için an kolluyordu adeta. Benliğimi saran soğuk su beni çektikçe dibe çekti. Güneş hiç doğmamış gibi hatta hiç doğmayacakmış gibi karardı. Yavaşça kapanan gözlerim bir tek kahve gözleri aradı. Kapandı gözler, kapandı perde ve kapandı piyes. Bu bir son muydu, bilmiyordum fakat hiç öyle hissettirmiyordu. Bu son değilse bile bazı şeyler son olmuştu, çünkü bu bir başlangıcın çağrısıydı. Ardımdaki tek şey Vehmimdeki gölgeydi.
|
0% |