Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@_uzeyle

 

Ne fırtınalar koptu

Benim hayat dallarımdan

Hiç birinde vazgeçmedim

Umutlarımdan

İçimde kıyametler kopsa

Ben baharıyım yarınlarımın

Çiçek açarım her kışın ardından

 

Nazım Hikmet

 

Oy ve yorumları

Unutmayın Sayın okurlar

🔮🔮🔮

 

*hikayede geçen olay ve olgular tamamen hayal ürünüdür. Gerçeklik içermez*

*hikayenin geçtiği herhangi bir zaman yoktur tamamen ütopik bir zaman dilimi ve yer esas alınmıştır*

*kurgudaki tüm olay örgüsü planlanmıştır dikkate alarak okumanız rica olur*

 

🔮🔮🔮

 

"Olmam gereken yerden çok uzaktaydım, belki de yoruldum, bilmiyorum. Öyle karışık,

Öyle yabancıyım ki

Bu aralar kendime bile gelemiyorum" diyordu F. Dostoyevski. Yer altından notlar kitabını okuduktan sonra bulunduğum bu bunalım halini içten içe hissettim. Kendime bile yabancı geliyordum, eksiktim sanki. Bir yapbozun kayıp parçası gibi içimde hep bir boşluk vardı.

İçimde macera ve aksiyon aşkı dur durak bilmiyordu. Kendimi her şeyden, bu dünyadan soyutlamış ve içe dönük bir kız olmuştum. Kendimi yabancı bir turist gibi adeta kapatmıştım, insanlarla aynı dili konuşmuyorduk, oysa ben onları anlıyordum. Kendimi hep aksiyon dolu bir hayatın etrafında görmek isterdim.

Kulaklarıma dolan zil sesiyle irkildim. Ne zamandır kafamdaki düşüncelerin esiri olduğumu bile bilmiyordum. Hocanın sınıfı terk etmesiyle akın eden yoğunlukla homurdandım. Dersi, teneffüsten daha çok seviyordum, en azından etrafta koca bir öğrenci curcunası olmuyordu. Bir sonraki dersin edebiyat olduğunu hatırlayınca kafamı sert, soğuk sıraya koyarak sabır dilendim. Edebiyat, bu hayattaki ezeli düşmanımdı. Kitap okumayı severdim fakat edebiyat beni geriyordu. Sanata adanan bir insandım fakat, sanatı kırk beş dakikaya sığdıramazlardı. Sanat bir ömür yaşanırdı.

sanat aşığı olarak görüşüm de bu yöndeydi. Kendimi resme ve müziğe vermiştim. Belki kelimelerle konuşmazdım fakat her şeyi notalar benim yerime söylerdi. Resim anlatırdı benliğimi. Ben lâl olmuş, fakat notaya sesimi, resme gözümü vermiştim.

Ben, Armağan Kılıç.

Annemin son anda fark ettiği Tanrı'nın ona küçük hediyesiydim. Annem, ikiz çocuk doğuracağını zannederken bomba gibi araya kaynayan beni bir lütuf ve hediye olarak görmüştü, bu nedenle bana anlamı hediye olan Armağan ismini vermişti. Tabi yanımda iki erkekle beraber doğmam bana da sürpriz olmuştu.

Evet iki erkek.

Kendileri kardeşlerim, Atlas ve Altan'dı. Yani üçüzlerim.

Annem, her şeyde bir anlam arayışına giren bir kadındı. üçümüze de anlamlı isimler vermişti. Ona göre isim verilmez hak edilirmiş. Bizler de isimlerimiz gibi yaşayalım diye anlamlı isimler koymuştu. Atlas, güçlü ve dayanıklı demekti. Altan, ise altın demekmiş.

Hayata üç kişiyle başlamak ne bir şans ne de bir dezavantajdı.

Omzumda hissettiğim sıcaklık ile bir hışımda ardımı döndüm. Gördüğüm çehre, çatan kaşlarımı yatıştırdı. Karşımda sarı saçlı, kahverengi gözlü, yanağındaki gamzeyle Atlas idi. Gülümseyen dolgun dudaklarında hınzır bir ifade vardı. Tek gözünü kırparak boş sırada yanıma oturdu. Varlığı, ile gerildim. Yanıma gelmesinin bir amacı olmalıydı.

"Selam, benim biricik kardeşim." diye yanaştığında yüzündeki ifadenin sebebini çözdüm. Yüzünü bana yaklaştırarak içli içli baktı.

"Ne var Atlas?" diyerek net bir şekilde sordum.

"Aa kardeşe böyle ters olunur mu? Benim güzeller güzelim." diyerek kafama hafif bir sille geçirdi. Erkeksi kalın sesinde, anlayamadığım bir ima vardı.

Ondan uzaklaşmaya çalışarak sertçe tokatladım. Sınıftaki gözlerin üzerimize döndüğünü fark edince sinirle soludum. Nefes alsam ayrı bir olay resmen. Tokat atan ellerimi tutarak beni durdurdu. Ellerimi tutuşu nedeniyle kıpırdatamıyordum.

"Atlas, seni çıkışta boğarım. Ne derdin varsa dökül!" diyerek göğsüne bastırarak ittirdim.

"Niye çıkış? Şimdi yapamıyor musun?" diye beni tetiklemeye çalıştı.

Kafamı iki yana sallayarak.

"Olmaz! Dövüştük diye müdür annem ile babamı ararsa üçümüzü de mahvederler." dedim. Okulda, birkaç kez dövüştük diye annemgil üçümüzü de ayrı sınıflara atmıştı. Bundan mutluydum çünkü okulda beni rahatsız etmezlerdi, işleri düşmedikçe.

"Haklısın çıkışta seni döver öyle eve giderim." kulağımın dibinde patlattığı kahkaha ile homurdandım. Bu teneffüs neden bitmiyordu.

"Atlas, ne istiyorsun?" diye yeniden sordum. İstediğini vermedikçe gitmeyeceğinden adım kadar emindim.

"en sevdiğin kardeşinin mutlu olmasını ister misin?" diye sorduğunda kaldım. Şaşırtmalı soru muydu? Kaşlarımı çatarak ona yaklaştım. Yüz ifademi gördüğünde, yüzünü buruşturarak "Nankör, ben doğmasam sen ve Altan gelemezdiniz. Azıcık değerimi bilin be!" gözlerimi devirerek karşılık verdim. Duygu sömürüsü yapıyordu. Sadede gelmesi için dürttüm.

"Benim, biricik kız kardeşim. Senin sınıfın çok güzel, biliyor musun? Keşke ben de bu sınıfta olsaydım." sınıfa hayranlıkla bakındığında derin bir iç çekti. Derdi neydi hala anlayamamıştım. Daha fazla uzatmadan" Atlas üç saniye içinde anlattın anlattın yoksa defol! "

" Öff tamam be.” Diye çemkirdi. Aniden yumuşayan ifadesini kuşanarak “Ela'nın numarasını versene. " söylediği sözlerle bir hışımda yerimden kalktığımda Sınıfta derin bir sessizlik peyda oldu. Kendi öz kardeşimin iğrenç çapkınlık kriziyle beraberdim. Bu kaçıncıydı be Atlas?

Onu iterek "Hiç akıllanma Atlas tamam mı? Aptal, geri zekalı hiç akıllanma! Öküz!" diye bağırdım. Gözlerini devirdi. Zaten bu sinir ataklarıma oldukça hakim olduğundan üstelemeye başladı. "Ya vallahi bu sefer ciddi be kızım." diye sayıklıyordu. Sınıftan hızlı adımlarla çıktım. Arkamdan hala yalvaran sesini duydukça daha da sinirleniyordum. Sayesinde sinir küpü diye adım çıkmıştı.

Sinirle yürürken sert bir bedene çarptığımda kafamı kaldırdım. Biri biterken diğeri başlıyordu. Yüzümü görünce eğildi, uzun boyu nedeniyle koluyla beni tuttu. Kahverengi hareleri ne oldu der gibi bakıyordu.

"Git, kardeşine sor." birden yükseldim. yana çekilmeye çalışsam da izin vermedi. Huyluydu, her sorunu deşmese olmazdı.

"Altan, bir git ya." dedim.

Dünyaya benden sonra gözlerini açan kardeşim, ne bana ne de Atlas'a benziyordu. Kendisi zeki, başarılı, uzun boylu ve herkesin gözdesiydi. Üçümüz de aynı gün aynı anneden doğsak da dünyaya ayrı pencerelerden bakıyorduk. Altan, ise bu konuda bizden daha başarılıydı, buna rağmen pek çevresi yoktu. Biz de genetik olan kahverengi göz ve asosyallikti. Ben ve Altan fazlasıyla asosyaldik, Atlas'a göre...

Bana bakarken siyah saçlarını karıştırdı. Alnına düşen hırçın tutamları üfleyerek alnını açtı. Üzerinde küçük olmuş okul üniformasıyla komik duruyordu. Hormonlu kardeşim birden boy atınca forması da ona küçük olmuştu.

"Armağan, ben eve erken gideceğim giderken beni beklemeyin." diyerek konuyu dağıttı.

"Neden?" diye sordum merakla. Hiç huyu değildi erken eve gitmek. Anne edasıyla onu baştan aşağı süzdüm. Herhangi bir darbe almış gibi gözükmüyordu. Gözleri yorgun baktığını fark ettiğimde anlayışla mırıldandım.

"Midem bulanıyor. Hocadan izin aldım haberin olsun." dediğinde kafamı olumlu manada salladım. Yanımızdan geçen öğrenciler nedeniyle sarsıldım. Muhtemelen zil çalmıştı.

Altan'a veda ederek sınıfın ters yönünde ilerledim. Derse girecek halim yoktu. Son iki ders kalmıştı. Karşımda beliren Atlas ile yönümü değiştiriyordum ki koluma asıldı.

"Ştth küs müsün sen bana?" dudaklarını büzerek daha da yaklaştı. Normalde keskin yüzü ile yakışıklı olan kardeşim şu an karşımda tavşandan farksızdı. Yorgun olsam da bu haline gülmeden edemedim.

"Küs falan değilim Atlas. Beni pis işlerine karıştırma." diye uyarıyı es geçmeden belirttim. "Ayrıca Altan gitti haberin olsun." dedim.

Son söylediğime şaşırarak.

"Neden, bugün yanına gittiğimde halsizdi ama eve gideceğini hiç düşünmedim." dedi endişeyle.

Ne kadar üçümüz de aynı gün doğsak da Atlas ve Altan her zaman daha yakın olmuşlardı. Aralarında dışlanmıyordum fakat ikisi ve aralarında derin bağ benimle olan kadar sıkı değildi. Bana her zaman bir abi gibi korumacı yaklaşırlardı - hatta fazlasıyla korumacı- ne kadar istemesem de varlıkları beni mutlu ediyordu. Aramız dövüşlü, kavgalı olsa bile asla onlara kıyamazdım. İstese canımı bile verirdim.

Yüzündeki şaşkın ifadeyi görünce tebessüm ettim. Altan’ın okuldan erken gitmesi bizim için bir ilkti, huyluydu kardeşim. Annemin istediği evlattı gibi temiz, düzenli ve çalışkan büyük üçlü de sadece Altan’daydı.

İleride çok iyi bir iş adamı olacağına ailecek emindik.

"Kötüleşti herhâlde giderken onu beklemememizi söyledi." dedim Uzatmadan.

Öğretmen ziliyle ayrıldık. Çantamı sınıftan alıp çıkmıştım. Arkamdan nereye nidalarını hiç umursamadan beden salonuna kaçtım. Sınıfın en arkadaki görünmez kızı gibiydim. Varlığım pek belli değildi. Dersler ve diktatör gibi öğretmenleri dinlemek benim için azap idi. Daha on sekiz yaşındaydım fakat şimdiden okulu hiç sevmemiştim. Daha yolum uzundu fakat kafam kaldırmıyordu. Beni mutlu eden yeteneğim ve sanatımdan oldukça memnundum.

Beni mutlu eden şey müzikti. Beden salonuna girip seyirci sandalyelerinin önüne kuruldum. Yanıma gelmeyen kimse burada varlığımı bile fark etmezdi. Bu saatlerde salon boş olduğundan rahattım. Kulaklığımı kulağıma takarak resim çizmeye başladım.

Kendimi bulduğum sanatın kucağında, dünyadan soyutladım. Her zamanki gibi...

 

🔮🔮🔮

 

Saatler sonunda resmimi tamamlamış ve müziğimi sonlandırmıştım. Bu aralar enstrüman çizmeye takmıştım. Kara kalemle bir gitar çizmiştim. Gölgelendirmesiyle oldukça güzel iş çıkardığımı düşündüm. Kulaklığımı çıkarıp eşyalarımı topladım saat akşama geliyordu ve ben saatlerdir buradaydım. Derin bir nefes alarak kalkıyordum ki duyduğum seslerle mıh gibi kaldım.

Ağlayan ince bir ses ve yanında sinirli nidaları duydum. Hıçkırarak ağlayan kızın yanında farklı sesler geliyordu. Kafamı biraz kaldırarak salona baktım. Dört kız, bir tane kızın etrafına dolmuş onu itiyorlardı. Ne kadar maruz kalmasam da okulda zorbalıklar oldukça vardı. Sessizdim fakat kardeşlerim sağ olsun kimse bana elleşmiyordu.

Kızın çantasını boşaltılmış olsa gerek yerde kitap, kalem ve kağıtlar vardı. Duyduğum ses ile yeniden çöktüm.

"Demek, bizi hocaya söyledin öyle mi? Kızım gebertirim seni." diye bağıran ses muhtemelen benim alt sınıfımdan geliyordu. Son sınıf olmanın ayrı bir yanı ise kimse size bir şey söylemiyordu. Çünkü on ikiler okulun ölü ruhu gibiydi. Vardılar fakat varlıkları belli bile değildi.

"Hocalar seni kurtarsın aptal. Senin yüzünden uzaklaştırma aldık. Bittin sen!" diyen diğer kumral kız, yerdeki hıçkırarak ağlayan kızın saçlarına abandı. Kız tiz bir çığlık atarak kıza tekme attığında işler daha da karıştı. Dördüde küfrederek kızın üzerine yürüdü. Kız kendini savunsa da dört kişiye yetemiyor gibiydi. Bu ana şahit olmak ne kadar istemesem de yardım etmezsem içimdeki vicdan azabı beni yakardı.

Ayağı kalkarak plastik su şişemi kumral kızın bulunduğu yere atmayı. Elimin ayarı sağ olsun kızın tam suratına gelmişti ki azıcık sert attığımdan burnunun kanadığını fark ettim. Burnunu tutarak acı içinde inlediğinde diğerlerinin de gözlerini üzerime çekmiştim. Sadece dikkat dağıtmak istemiştim hedef haline gelmek değil. Aralarından uzun olan bir şeyler mırıldanıp olduğum alana koşmaya başlayınca yerde ağlayan kızın mavi gözleriyle, gözlerim saniyelik kesişti.

Ceylan görmüş aslan gibi dördüde yukarı çıkmaya başladılar. Bu görüntü karşısında far görmüş tilki gibi adeta kalmıştım. Amacım suratına atmak değildi demek istesem de nefesim kesildi. Koşarak salonun çıkışına yöneldim. Arkamdan o kadar hızlı geliyorlardı ki bir an yutkunamadım ve öksürerek koşmaya devam ettim. Ağrımaya başlayan boğazımı tutarak okuldan çıktım.

Ayaklarım birbirine dolanıyordu. Nefes almayı unutmuştum. Arkamdan hala geldiklerini gördüğümde sıkıntıyla inledim. Başıma iş açmada üzerime yoktu. Kalbimin atışlarını kulaklarımda duymaya başladığımda diğer bütün sesler işlevini yitirdi. Sadece ben ve koştuğum yol kalmıştı. Yolun diğer tarafına beklemeden geçerken, korna sesleri bütün benliğimi sardı. Tek kişi olsa belki kendimi savunurdum ki pek şiddet canlısı biri değildim. Boyum onların, hormonlu hali nedeniyle kısa kalıyordu ve açık bir hedef gibiydim, bu nedenle koşmak ve kaçmak en iyi çözümdü.

Evlerin arasından hızlı geçerken kavşağı dar alarak yolun ilerisinin görüşünü kaybettim. Ta ki kafamı sert bir maddeye toslayana kadar. Ne kadar sert çarptım bilmiyorum fakat başımda inceden bir sızı geçti. Kendimi dizlerimin üzerinde buldum. Çarptığım bir kutuydu ve onu tutan adamla beraber yerdeydi.

Kendimi toparlayarak etrafa saçılan eşyaları hızlıca topladım. Arkamdan gelen sesleri duyunca daha hızlı toplamaya çalıştım. Adamda toparlanmış gibi eşyalarını topluyordu. Kutuya koyduğu eşyalarla beraber homurtusuna şahit oldum.

"Çok özür dilerim. Affedersin! Göremedim çok üzgünüm." diye utanarak mırıldandım. Dudaklarımı dişleyerek hızlandım. Kaldırımın ilerisine savrulan köstekli saati de koymak için yanına gittim. Altın kaplamalı ve üzerinde garip işlemeli bir saatti. Sesler yaklaşınca korkarak saati aldığım anda " Ona dokunma" diyen sakin sesi işittim. Elimdeki saati bırakacakken birden gözlerim karardı. Bedenim ruhunu kaybetmiş gibi yere yığıldığını ve soğuk zeminin esiri olduğunu fark ettim.

Dünya zembereğinden akan bir saat gibiydi.

Kafamda beliren cümlenin yankılanan sesiyle beyaz bir ışık doldu gözlerime. Ardından uyuşan uzuvlarımı hareket ettirerek derin bir nefes çektim. Soğuk terler atıyordum. Bedenim zangır zangır titriyordu. Gözlerimi araladığımda güneşi ve yakıcı etkisinin altına girdim. Buğulanan gözlerim netleşti. Birden kaldırılan bedenimle toparlandım. Çarptığım adamdı. Beni tutarak kaldırdı. Bana yaklaştığında bedenimi adeta zemheri soğuğu geçirdi, anlık ürperdim.

Yüzünü saran kapüşonlu nedeniyle yüzünü göremedim. Uzun boyu ve sıska vücudu ile otuzlarında gibiydi. Toparlandığımı görerek beni bıraktı. Yanımdan ayrıldığı an içimde garip bir huzur peyda oldu. Yerdeki köstekli saati alarak kutuya koydu ve yolu dönerek gözden kayboldu.

Kuruyan dudaklarımı ıslatarak kalp ritmimi yokladım. İnsanların umursamadan geçişleri, yutkunuşları, korna sesleri, asfalta sürten teker, dükkanın kapısının açılması...

Kulaklarım her sesi ince ince işliyor gibiydi. Ellerimi kulaklarıma koyarak sesleri susturmaya çalıştım. Nefesim hala kesik kesikti. İçimdeki huzursuzlukla beraber evin yolunu koşarak aştım. Titreyen ellerimle anahtarı alarak, deliğe sokmaya çabaladım ki yapamıyordum. Oflayarak titrememe engel olarak kapıyı açtım. İçeri girdiğimde sessizliğin huzur veren o nahif varlığı ile az da olsa rahatladım. Hala titreyen bedenimi zapt etmek amacıyla odama çıkarak kendimi okul formamla yatağa attım. Yorgana sarılarak kendimi sardım.

Ritmik atan kalbimin sesiyle, nefesim dinginleşti. Neden böyle olduğuma dair en ufak bir fikrim bile yoktu. Şekerim mi düşmüştü acaba?

Kendimi uykunun uyuşukluğuna bırakarak rahatladım.

 

🔮🔮🔮

Bölüm sonu.

Diğer bölümde garip ve olağandışı olaylar da görüşmek üzere.

İlla ki görüşeceğizzzz

Uzeyle

 

 

Loading...
0%