Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1| Rıhtımda Kalanlar

@_uzeyle

Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun çeketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar
Yanımda kal

Sana gitme demeyeceğim
Gene de sen bilirsin
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
İncinirsin

Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme Lavinia
Adını gizleyeceğim
Sende bilme Lavinia

Özdemir asaf
(Lavinia)


​​​​​ Oy ve yorumları unutmayın Sayın Ormanlar 💚


sorsalar pişman mısın? Diye
Yaptıklarımdan pişman değilim aklım hala yapamadıklarımda derdim.

Yaptığımdan utanıp, sineye çekilmek yerine, küstahlıkla gurur duyuyor, şaha kalkıyordum.

Yaptığım belki, saygısızca, edepsizce falan ama haklıydım. Ağzına hayır almayan usturupsuz kadına karşı çıktım.
Sonum burası. Karanlık.

Gözlerim, karanlığa alışmak yerine çekiliyordu. Hiçbir zaman karanlığı ve siyahı sevmemiştim.

Burada kaç saat, dakika, saniye, salise kaldım bilmiyorum fakat tahminim iki gündür, üç, hatta tek gündür burada olabilirim. Kafayı yemek üzereydim.

Tek bir ışık hüzmesi bile yoktu. İçeride ne olduğunu bile bilmiyordum. Arada sesler duyuyordum.

Ama Burası o kadar kötü değil. Arkadaş bile edindim. İsmi peter pettigrew idi.

Evet o bir fare.

Çıldırıyorum

Adım sesleri işittim. Halisünasyon olduğunu sandım.
Anahtarın kilit ile çevirilme sesiyle içimde sevinç ve kurtuluş doldu.

Üç gündür burdaymışım. Üç gündür yemek yemiyordum. Bir ara peter yemeği düşünsemde bu fikri aklımın en ücra köşesinde çürümeye terk ettim. O benim arkadaşımdı. Hem de normal bir fareye göre fazla büyük bir arkadaş.

Seren'i özledim.

Işık.

İçeri dolan ışık ile gözlerimi kapadım. Kolumdan sertçe çekilince inliyerek karşı koymaya çalıştım. Ağzımı kapatan el ile boğuk haykırışlarımla ses duydum.
Duyduğun ses ince, çelimsiz şarkı melodisi olan birine aitti.

Seren

"rahat dur Laden."

Gözlerimi açtığımda. Işık yüzünden gözlerim yanıyor ve sızlıyordu. Buna rağmen Seren'i görmek daha cazip geldiğinden acısını umursamadan araladım.

Gördüğüm çehre; siyah küt saçlı, beyaz teni, karanlığa ters olan kara gözleri, minik burnu ve dudaklarıydı.

"Seren"

İsmi dudaklarımdan döküldüğünde yüzünde küçük bir tebessüm peyda oldu.

"Laden"

Kollarımı hızla boynuna doladım. Belki de benim tek ailem oydu. Bana, bir abla, bir kardeş, bir dost, bir anne, bir sevgiydi. Bebekliğimizden beri birbirimize olan tutumumuz ne eksilmiş ne azalmıştı. Artmış ve kalbimizde yuva kurmuştu. En çok ihtiyacımız olan şey yuva.

"üç günde zayıflamışsın. Yüzün küçülmüş ahh Laden neden böylesin? Kendine bu kadar düşman. Üç ay dayan sonrası birlikteyiz. Lütfen ben olmadığımda sineye çekil ve bekle. Eziyet etme kendine. Sen böyle olunca üzülüyorum. Benim için en azından dene." yakarışıyla beraber gözlerinde küçük damlalar kendini gösterdi.

Ayrılmak... Sekiz harf nasıl bu kadar içinizi yakabilir? Kalbim yanıyordu resmen. Onsuzluk bana sadece acı ve ızdıraptı. O benim ailemdi.

Üç ay sonra yirmime giriyordum. Seren, ise bir ay sonra...

İki ay diyerek dayanmaya çabaladım.

"deneyeceğim"

Gülümsedi.

Gülüşü bile umut veriyordu. O benim umudumdu.

"sana ne dedi?"

Biliyordu. Biliyordu, asla kimseye tahrik edilmedikçe saldırmadığımı.
Burnum sızladı. Gözlerim buğulandı.

"anneme sefil dedi. Göremediğim, hissedemediğim, dokunamadığım anneme sefil dedi."

Gözlerimdeki yaşlar sırasını şaşırıp bir anda aktıklarında bir el yordamıyla silindi.

"uzaktan seviyorun seni
Kokunu alamadan
Boynuna sarılamadan
Yüzüne dokunamadan
Sadece seviyorum..."

Cemal Süreya

Söylediği şiir ile ağlamam şiddetlendi. Onun omzunda ağladım, haykırdım, yakardım ve isyan ettim. Beni bu yalan ve çürük kokan dünyaya bırakıp silinen anneme, ölü ya da yaşayan babamın beni buraya terk etmesine...

🐚🐚🐚

Yatağında ateşler içinde uyuyan, Laden yine sayıklıyordu.
Kabusunu görmese bile anlıyabiliyordu, Seren.

Laden'i yatağına yatırıp ateşi düşsün diye anlına bez koymuştu.

Kaderleri aynıydı. Seren, ailesini hatırlıyordu. Onları kaybettiği arabayı ve buraya gelişini de.

Seren, korkuyordu. Müdire'nin çevirdiği işleri biliyordu fakat fazlası vardı. Sessiz bir kızı oynayarak çözmeye çalışıyordu.
Laden'i bu ölüm çukurundan ne kadar uzak tutmaya çalışsa da asiliği tuttuğunda gözü kimseyi görmüyordu.

Bir ay içinde Seren de yirmi yaşına basacaktı. Gitmek istediği, görmek istediği o kadar yer vardı ki hiçbirini aklında tutamaz diye gri ajandasına not etmişti. İçinden bir ses yazdıklarının sadece yazı olarak kalacağını fısıldıyordu. Yirmi yaşını dolduran kızların nereye gittiğini bilmese bile masumca düşünüp özgür olacağından şüpheliydi. Ona göre Müdire'nin sözleri çelişkili ve birçok anlam ifade ediyordu.

Siz özelsiniz, canavarlaştırılmayı haketmediniz

Güçlü olacak hükmediceksiniz.

Kabul görünmüyorsanız, kabul edilme kurallarını yıkın!

Başlangıcınız sonunuz olmasın.

Güç, önemli değil, önemli olan nasıl kontrol edildiği.

Ne arzularınız mahpus, ne de öfkeniz prangalı olsun.

Hepsinde bir anlam yatıyordu. Sanki kelimelerle oyun oynuyor gibiydi ve birşey anlaşılmasın diye uğraşıyordu.

Lakin Seren, bu bilmeceyi cözecekti. Kaybedeceği birşey yoktu.

Yeniden Laden'in soluk yüzüne baktı, Seren. Kaydırak gibi burnu, dolgun dudakları beyaz yüzüyle Elflere benziyordu. Okuduğu kitapdaki perilere...

Beyaz saçları, ışık ve güneşin damlası gibiydi. Beyaz yüzüne ters olan kara gözü ise gizem uyandırıyordu.

İyi ki hayatımdasın, ışık perçemi

🐚🐚🐚

Gözlerimi yüzüme vuran ışıkla açtığımda odamda olduğumu fark ettim. Güneş, yere güney tarafından vuruyordu. Saat, on iki olmalıydı.

Yemekhaneye, geçikmemem için on dakikam vardı. Tamı tamına dokuz cezayla zirvedeydim. Ne büyük gurur ama. :)))

Üniformam yıkanmış bir şekilde baş ucumda görünce yüzümde tebessüm belirdi.

Hazırlandıktan sonra koşarak yatakhaneden çıktım. Bugün sanki güneş benim tarafından doğmuştu.

Mutluydum.

Aşağı vaktinde indiğimde gözetmenin yüzüne şaşırma duygusu peyda oldu.

Seren'i görmemle beraber bana el salladı. Koşarak yanına gittim. Yine kraliyet ailesi mensubu gibi yemeğini yiyordu. Yemeğimi koyduğumda koyu bir sohbete başladık.

Arka masadan gelen ağır gülme sesleriyle arkamızı döndük.

"şuna bakın, Müdireye saldırmış diyorlar"

Bunu söyleyen kişi Alin'di. Kendisi El Orfanto'nun en normal kişisiydi. Herhangi bir mutasyonu yok gibiydi. Kendini buranın kraliçesi ilan etmişti. Koyu kahve saçlar, kahverengi gözleri, ince, zarif vücuduyla oldukçe normal ve sıradandı.

Ama biz ne krallıklar yıktık haberi yoktu.

"gözetmenler onu bodruma atmışlar üç gündür bu yüzden yok" dedi. Alin'in yerden bitmeleri.

"bence Müdire onu geldiği pisliğe geri göndermeli"

"hahah dışarıda onu vahşi hayvan diye kapatırlar. Yüzünü görmüyor musun? Tam bir vahşet kesinlikle"

"bence onu cadı diye yakarlar belki dünya bu gibi göz zevkini kaçıran kişilerden kurtulur"

Söylediklerine hiç alınmadım, çünkü bu görünümüme alışmış hatta sevmiştim. Onlara göre kilom fazla olsa bile mutluydum. Beyaz saçım, mor rengi ve kara gözüm ile mutluydum. Hem özel hem de eşi benzeri yoktu. Bu tarif edilmeyecek bir özellikti. Mutluydum.

Ayağı kalktım. Hepsi mıh gibi kaldı. Yanlarına ilerlediğimde sakin ve yavaştım. Alin'in omzunu tutarak sıktım.

"belki de gerçekten cadıyımdır kim bilir? Hatta şu an içimden size büyü yapıyorumdur." kafamı yukarı kaldırarak kendimi kastım. Fısıltılı bir sesle
" Avada kedavra, Imperius Cruciatus" ellerimi kaldırıp boynumu eğdim. Onlar görmeden ayağımı masanın altına koyduğumda, masaya alttan yekme atınca bütün yiyecekler devrildi. Kızlar çığlık atıp yemekhaneden koşarak ayrıldı.

Arkalarından son duyulan büyük kahkahamdı. Seren'in yanına gittiğimde o da benim gibi gülüyordu. Yemekhanede bizi duyan talebeler bile gülmüştü. Onların egosu yerle yeksan olmuştu.

Gözetmenler, bana uyarır gibi bakmaktan öteye gitmemişlerdi.

🐚🐚🐚

Yemeğimiz bitince, yemekhanenin kapısı kapandı. Bütün talebe, belletmen ve gözetmenler içerideydi. Müdire, kürsüsündeydi.

Bunun anlamı, bugün yirmi yaşını dolduran kızlardı. Bu sahneyi binlerce kez görmüştüm,fakat yine heyecan ve korku hissediyordum. Birşey yok normal bir durum. Her zamanki gibi...

Elindeki kağıt ile isimleri okumaya başladı Müdire.

"Marsel Amirova"

Marsel

Onu tanıyordum. önceden çok
Yakındık, fakat Marsel, son iki yıldır tek başınaydı. Yanına ne zaman gitsek bizi kendinden uzak tutuyordu. Seren ile arada konuşsa da benimle muhatap olmuyordu. Yine de onu hep sevmiştim. Sevmeye ve arkadaşım olarak görmeye hep devam edecektim.

Marsel ile gözlerimiz saniyelik kesişsede ona veda edememiştim.

Müdire'nin yanına gittiğinde ceza almayı göze alarak yemek masasına çıktım.

Kural bilmem kaç :yerine göre davran

Bu kuralı kaç kez ihlal ettiğimi bile bilmiyordum. Masaya çıktığımı gören Müdire bile şaşırmıştı.

Baş ve orta parmağımı birleştirerek dudaklarıma götürüp, havaya kaldırdım.

Bu bizim, üçümüzün anlayacağı veda biçimiydi. Marsel bunu anlamıştı. Tek bir tebessüm ile karşılık verdi.

Müdire'nin ölümcül bakışları ile yerime oturdum.

Kulağıma Seren'in sözleri ilişti.

"bizi unutmadı Laden." diyerek yanağıma küçük bir öpücük kondurdu. Gülümsedim.

Müdire'nin devam etmesiyle önüme döndüm.

"İlay kander"

"Başar Nole Ilgın"

"Berlin Çalkan"

"Berlan Kaytar"

"Tekla Hander"

"Velna Milar"

"ve son olarak"

"Seren Almur"

İki kelime nasıl içimde hem hüzün hem de öfke barındırıdı?

İlk defa mutluyum demiştim. İlk defa...
Artık mutluluğun ne demek olduğunu bilmiyordum.
Gülümsemek, dudakların kıvrılması neden bu kadar zor olmak zorunda? Artık içimde mutluğun esir düştüğü, korkunun hüküm sürdüğü zamanlar geliyordu.

Ama onun doğum gününe bir ay vardı

🐚🐚🐚

Ewet bölüm bu kadar

Diğer bölümde görüşmek üzere

İlla ki görüşeceğiz

Ormanınız🌿🌿


Loading...
0%