Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@_wolfcub_

MERHABA!

Bu yazdığım ilk kitap. Bu konuda acemiyim ancak iyi bir okuyucu ve anlatıcıyım. Bu yüzden bu kitabı yazmaya karar verdim. Umarım beğenirsiniz. oy ve yorum ile destek olmayı unutmayın. Acemi ancak duygu dolu bir kurgu olacak. Asker kurgusu yazmak çok zevkli bir şey gibi geliyor bana, aynı okumak gibi. Bölümleri biraz yavaş paylaşabilirim, çünkü bölümlerin uzun olmasını düşünüyorum ve ne kadar kitabın bir iskeleti olsa da, tam olarak gelişecek olayları kurgulamadım. Yine de hızlı yazmaya çalışacağım. Keyifli okumalar ^__^

 

"Bilmiyorum." dedi her zamanki mahçup ifadesiyle.

"Ne bu üzüntü böyle? İllaha bilmen gerekmiyor ki zaten."

"Sadece, ne bileyim, seni seviyorum ama, sevemiyorum."

"Sakın böyle söyleme. Beni seviyorsun, sevebiliyorsun. Ben de seni seviyorum, sevebiliyorum."

"Bu olayların içinde mi?"

"Tam da bu olayların içinde, sevgilim."

Tek kelime daha etmeden masadan kalktım. Sevgilim, demişti bana. Bu hoşuma gitmişti ancak hoşuma gitmesini istemiyordum. Biz sevgili olamazdık, olmak için yaratılmamıştık. Eğer sevgili olursak bütün hayatımız mahvolurdu. Yan yana durmak bile haramdı bize.

 

 

Siz:HADİSENE MELEK. BİR AN ÖNCE ARAMAZSAN TEK BAŞIMA GİDECEĞİM.

"Melek kişisi arıyor"

"Sonunda arama yaptığınız için teşekkür ederim Melek HANIM."

"Hemen de sinirlen. Yere içeceğimi döktüm, onu siliyordum."

"Tamam sakar şey, hadi çıkalım artık."

Ayakkabılarımı ayağıma geçirip kapıya doğru ilerledim. Tam kapıyı açacağım sırada telefonum çaldı. Elime aldım.

"Bilinmeyen numara arıyor"

Bu Melek değildi, tanımadığım biriydi. Red tuşuna basıp telefonumu cebime attım.

Melek ile okul için birkaç şey alacaktık. Yani onun okulu için. Melek benden dört yaş küçüktü. Hâlâ liseye gidiyordu. Güzel sanatlar lisesine gittiği için proje ödevi olarak bir tuval çizimi yapacaktı. Resim çizme konusunda çok yetenekliydi. İnsanın yetenek abidesi bir kuzeni olması... tatmin ediciydi. Şakasız, çizdiği resimler gerçeğe yakın oluyordu. Ben bu konuda epey yeteneksizdim. Ama yine de zeki bir insan olduğumu da söylemeliyim. Zeki olmak için sadece resim çizmek gerekmez, matematiksel ve mantıksal, ayrıca sözel zeka da zeka sayılırdı. Sözel zekam epey yüksekti. Mantık konusunda da iyiydim. Matematiğe gelecek olursak, aramız iyi değildi onunla ama yine de biraz iyiyim diyebilirdim.

 

"Bu gezdiğimiz 3. Kırtasiye. Yetmez mi artık Melek?"

"Doğru tuvali bulamadım abla, ne yapayım?"

"Doğru tuval ne be? Hepsi aynı değil mi işte?"

"Hepsinin dokusu farklı. Boyutu farklı. Fiyatı farklı."

"Anlamam ama ucuz bir şey almaya bak sen. Çok param yok, hem daha yemek yemeye gideceğiz."

"Ama ucuz olanlar kaliteli olmuyor."

"Hem ucuz hem de kaliteli bir şey bul sende o zaman."

"Burası çok büyük, çeşit de çok. Burada bulurum belki."

"Tamam."

 

Bir saatin sonunda DOĞRU tuvali bulmuştuk. Bir lokantaya oturup karışık kebap söyledik. Geldiğinde ise afiyetle yemeye başladık.

"İyi güzel de, daha çok çeşide bakmama izin vermedin abla."

"1 saat oldu Melek. Böyle alışverişlerin kısası makbuldür. Büyüyünce anlarsın."

"Ben annemle daha sonra bir daha gelirim artık."

"BİR DAHA MI? Kızım ben bu tuvale kaç para verdim senin haberin var mı?"

"Olsun, sanki neye vermiyorsun o parayı?"

"Kıyafet ve makyaj malzemesi, ayrıca yemek hariç HİÇBİR ŞEYE."

"Tamam ya, babam verir sana onun iki katını."

"Heralde muhtaç olduğumdan istemiyorum. Sadece hayatımda gereksiz harcama olmasın diye. Yoksa bankamda var para."

"Ne bu dırdır o zaman abla?"

"Ben paraya bakmak değil, onu saymak istiyorum Melek. Kart olunca da iyi ama, bugün saymak istiyorum paramı."

 

 

Bir saat falan sonra evdeydik. Melek evdekilere tuvalini ve cizecegi şeyi gösteriyor, ben ise televizyon izliyordum. Etrafımdaki konuşma seslerine aldırmadan televizyondaki diziye kitlenmiştim.

"Ne yani, beni bırakıp onunla mı gideceksin?"

​​​​​"Evet, senin yanında kalmak bile hataydı."

"Hata mı?! Bizim bir çocuğumuz var Demir."

"O çocuğu da al yetimhanede falan bırak. O çocuk senin ekmeğini bile haketmiyor."

"Ne demek haketmiyor? Yıllardır bu çocuk kazandırıyordu sana parayı. Onun zekasını kullandın sen. Onun sayesinde piyango çıktı sana, onun sayesinde at yarışında doğru atı seçtin. Bunlar daha ne ki? Nicesi de var bunun. Ama şimdi, o diğer karının çocuğuna mı bakacaksın? Bu çocuktan kazandığın parayla?"

"Tam da bunu yapacağım."

"Ne kadar b*ktan bir adamsın sen. Sana para kazandıranı bırakıp, senin paranı sorgusuz yiyene gitmek, bu mu şeref, bu mu insanlık."

Adam tek kelime dahi etmeden arabasına bindi. Yeni karısını öpüp arabayı sürdü. Yanlarında geçti annesinin, eski karısının, çocuğunun ve abisinin.

Saçma senaryolar ile izleyici toplamak da şeref değildi mesela. Burada en çok küçük çocuğu baktım. Çocuğun gözlerindeki öfke, benim sırıtmama neden olmuştu. Evet, gerçek intikamı bu çocuk alacaktı. Bu çocuğun ellerinde boğulacaktı onu terk eden bu şeref yoksunu.

Dizi bağımlısı değildim ama bazen televizyonu tam açtığımda güzel diziler çıkıyordu. Yani aslında güzel değillerdi ama sarıyorlardı.

 

 

"Ne?! Hayır tabi ki!"

"Neden ama?!"

"Çıldırdın mı sen Belin?"

"Ne olur benim için?"

"Çok şey olur.

Sinirden çıldırmak üzereydim. Belin benden hırsızlık yapmamı istiyordu. HIRSIZLIK NE BE?

Belin, çok deli bir arkadaşımdı. Aklına koyduğu şeyi aklına koyduğu an yapmaktan çok keyif alırdı. Dengesizdi. Benden bir yaş büyük olmasına rağmen ben ona ablalık yapıyordum.

"Arkadaşın değil miyim senin ben? Ne olur bir kere yapsan?"

"Çok şey olur. Parasını al dediğin adamın zekasını bilmiyor musun sen? Adam masanın üstüne koyduğu telefonu hangi açıyla koyduğunu sorsan bilir be!"

"Onu biliyor olması, her şeyi bilecek demek değildir bir kere."

"A, bak konuştu Einstein."

"Dalga geçmeyi bırak, yalvarırım."

"Yalvarma bana Belin, bana bir kez daha yalvarma."

"Şuna bak, güya arkadaşımsın. Ayağına kapanıyor yapmanı istiyorum, hâlâ yalvarma diyorsun."

"Derim tabi. Hırsızlık yapmqmi isterken istersen silah daya kafana."

 

Mahvoldum. KELİMENİN TAM ANLAMIYLA MAH-VOL-DUM.

CANIM arkadaşımın yalvarmalarına dayanamayıp dediği şeyi yaptım. Ve ne oldu? Adam parasındaki eksikliği kuruşu kuruşuna söyleyip kimin aldığını sordu.

"Parmak izine bakacaklarını sanmıyorum. Bu adam istese de o kadarcık para için polisler bunu yapmaz."

"Ama kimse bilmese de ben, benim yaptığımı biliyorum. Ve bu vicdan azabı çekmem için yeterli."

"Abartma be. Alt tarafı cips kolalık para."

"Para, paradır Belin. Miktarı, benim gerçeğimi değiştirmez.

 

 

 

"SEVGİLİ ÇAYLAKLAR, BUGÜN MERKEZİMİZE BİR ZİYARET GERÇEKLEŞECEK. HAZIR OLUN."

"Allah'ım bu nasıl anons? Bir kere biz neden çaylak oluyormuşuz? Alt tarafı işe yeni başladık. Ayrıca hazır olmak ne alaka? Sanki komutan falan geliyor."

"Haberin olsun diye söylüyorum, gerçekten komutan geliyor."

"NE?!"

Ne alaka be?! Büyük bir şirket merkezi olmamız, buraya komutan geleceği anlamına gelemezdi, öyle değil mi?

Şaşkınlıkla ağzım açık kaldı. Belin ağzımı çenemden tutup kapatınca ayağa kalktım. Müdürün odasına doğru yürüdüm.

Hayır yani, bir komutanın gelmesi nasıl bir mantıktı? Türkiye'nin en kapsamlı şirket merkezlerinden olmak, bunu ifade edemezdi.

Bu köklü şirkette ise daha yeni başlamıştım. Nasıl mı bu kadar büyük bir şirkete girdim tekte? Çünkü mezun olduğum bölümün birincisi olmuştum. Bu bence yeterli bir açıklama. Ama istiyorsanız dahası da var, en yüksek statüde olan bir üniversiteden mezun oldum, en yüksek puanlı liseden birinci çıktım. E ekonomik bilgim de yüksek olduğu için benim gibi birini kaçırmak istemediler. Canım arkadaşım Belin ise, ağabeyi bölüm müdür yardımcısı olduğu için buradaydı. Diğerleri ise ya parayla, ya da başarıyla burada bulunmaya hak kazanmıştı. Öznel görüşüm şu yöndeydi ki, bu şirketteki en zeki kişiler arasında yer alabilirim. Tabi bunun bir kanıtı yok.

 

 

 

"Hadi, sıraya daha düzgün geçin."

Hepimizi yan yana dizmişlerdi. Ne var yani işe yeni başladıysam, giriş bölümünde bulunan o mini etekli sekreterlerden ne eksiğim vardı? E tabi ki fazlam vardı ama, kim bunu umursuyordu ki?

Herkes kenara çekildi. Önce birkaç Asker içeri girdi, ardından ise bahsedilen komutan.

 

KLİŞE BİRİ OLMADIĞIMI BİLİYORDUM! Her kadın çalışan, komutana hayretle bakıyordu. Peki ben? Ben ise boş boş bakıyordum. Bu ne tip be? Hani komutanlar yakışıklı oluyordu? Buradaki diğer kadınlar nasıl bu kadar hayretle bakıyordu bu çirkin adama? Komutanlar sadece kitaplarda yakışıklıydı sanırım. Çünkü bu komutan tipsizin tekiydi.

Onu yeterince gömdüğüme göre, devam edeyim. İşte, herkes komutana bakarken ben önce biraz ona baktım, sonrasında ise girişteki sekreterlerin neden el 8stunde tutulduğunu düşünmeye devam ettim.

Komutan bey önce biraz aramızda volta attı. Sonra ise bağırdı ki bağırmasına gerek yoktu çünkü hepimiz dibindeydik.

"HERKES, RAHAT

HAZIR OL."

Komutlarını uyguladım ama hâlâ gözlerimi etrafta dolandırıyordum. İnsan iletişimi mükemmel olan komutan bey birkaç adım önümde durdu ve YİNE bağırarak konuştu.

"SEN, ADINI SÖYLE."

OĞLUM, YANLIŞLIKLA İŞ YERİMİ KARIŞTIRIP ASKER KOĞUŞUNA FALAN MI GELDİM BEN?

"Buket Meltan. Komutan bey, sizden bir şey rica edebilir miyim?"

"Ne ricası?"

"Bağırarak konuşmasınız? Bundan rahatsız oluyorum ve ayrıca sesinizi duymakta da herhangi bir sıkıntı yaşıyorum."

Hadsizlik etmiş gibi görünüyordum ama yeterince nazik bir dille gerçeği ifade etmiştim. Bunu neden diğerleri yapmıyordu ki, o daha hadsiz bir şeydi. Rahatsız olduğun şeyi karşında komutan olsa da söylemeliydin. Rütbesi fark etmez, insan insandır.

"Demek bağırarak konuşmam seni rahatsız ediyor."

"Evet, ama sen değil de siz olarak hitap etseniz?"

"Demek saygılı olmamı da istiyorsu-nuz."

"Evet."

"Pekala, adınızı bir daha alabilir miyim?"

"Buket Meltan, sayın komutanım."

Adam önümden çekilip birkaç kişinin daha adını sordu. Neden bunu yaptığımızı anlamıyordum. Adam birkaç kişiye daha sorduktan sonra geri çekildi ve konuşmaya başladı.

"İsmini sorduğum kişilerden birini seçmem gerekiyor. Bunun için dikkat edeceğim şey ise, kimin baş harfi alfabede diğerlerinden önde. Hatırladığım bazı isimler; Buket, Esra, Timur, Melin, Tuğba ve Uğur."

OLAMAZ. Bunlar arasında alfabede baş harfi önde olan bendim. Derin bir nefes aldım. Ama hiç rahat değildim. Çünkü daha bu adamın neden geldiğini anlamamıştım.

"Buket Meltan, beş adım öne çık."

Beş adım mı bilmiyorum ama birkaç adım attım. Adam ise olduğu yerden kıpırdamadı.

"Umarım güvenilir birisinizdir Buket Hanım."

"Evet, güvenilir bir insanım ancak neden sordunuz?"

Adam yanıma yaklaştı ve kulağıma eğildi.

"Benim adım, Tuğkan Erdan."

Sonra geri çekildi.

"Bunu sizden başka kimse bilmesin. Eğer bu şirketteki bu çalışanlardan hepsi öğrenirse, durumlar çok karışır."

Olumlu anlamda kafamı salladım. Adam ilerlemem için el hareketi yapınca yavaşça yürümeye başladım. Ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Yanlışlıkla bir teşkilata falan mı üye olmuştum? Burada bir şeyler dönüyor olabilirdi.

 

Ben yürürken bana bakarak fısıldaşan kişileri gördüm. Sanırım hâlâ bu adamı yakışıklı buldukları için ne kadar şanslı olduğumu konuşuyorlardı. Dedikodumun yapılması hoşuma giderdi. Dudağımın kenarı kıvrıldı ve yürümeye devam ettim.

 

 

Bir odaya getirdi beni. BİR KOMUTAN İLE BİR ODADA NE GİBİ BİR İŞİM VAR Kİ? Bir asker değilim, sade bir çalışanım. Bir teşkilata üye olmuş olmam artık daha mantıklı geliyordu. Gerçi hiç saçma gelmemişti zaten ama.

 

"Buket Meltan demek, ha?"

"Evet ama, neden buraya geldik?"

"Çünkü seninle büyük bir işim var Meltan."

"Soyismim size tanıdık falan geldi sanırım."

"Tanıdıktan öte olduğunu söylemeliyim."

"O nasıl oluyor?"

"İleri zamanda bunu anlarsın."

"Umarım."

"Öncelikle, gidip üstünü değişir."

"Pardon?"

"Gidip üstünü değiştirmeni istiyorum."

"Ben istemiyorum."

"Ama zorundasın Meltan."

"Peki ne giyeceğim?"

Arkaya uzanıp bir torba aldı eline. Sonra ise bana uzattı.

"Bunları."

İtiraz etmedim çünkü saçma bir şey değildi sonuçta. Belki başka bir yere gidecektik. Belki bu komutanın adamları ile uyumlu giyinmem gerekiyordu. Yani bütün olasılıklar bir teşkilat üyesi olmama çıkıyordu.

 

"Giydiğin için teşekkür ederim Meltan."

"Teşekkür edilecek bir şey mi yaptım?"

"Hayır, ama nazik olmayı severim. Sen karşındaki insanın nazik olmasını sevmez misin?"

"Severim. Ancak neden geldiğimi hâlâ öğrenemedim."

"Öğrenmek hakkın, değil mi?"

"Tabi ki. Belirtmeye bile gerek yok."

"Bunu öğrenmen için sana açıklama yapamam. Durum çok karışık Meltan. Görerek öğrenmelisin."

"Ne zaman göreceğim peki?"

"Yarın."

"Tamam."

 

DURUM KARIŞIK DERKEN? BU TANIMADIĞIM ADAM HEM BENİ TANIYORDU, HEM DE İÇİNE GİRDİĞİM DURUM ÇOK KARIŞIKTI.

 

"Sana numaramı vereceğim Meltan. Ama öyle sürekli aramayacaksın."

"Siz bir komutansınız. Sizi neden çok arayayım ki?"

"Öncelikle siz diye değil, sen diye hitap et. Bu işte yakın olmak zorundayız. Boşuna ağzını yormazsın."

"Tamam. Seni neden sürekli arayayım ki?"

"Ne bileyim? Başına her iş geldiğinde aramanı istemediğim için söyledim."

"Başıma iş gelmez, merak etme."

"Bence buna bu kadar emin olma."

"Neden emin olmayayım? Kendimi tanıyorum, pis işlerin insanı değilim."

"Ama olmak zorunda kalabilirsin."

"Olmak zorunda kalmak istemiyorum komutan."

"Bu isteğe bağlı bir şey olmayabilir."

"Ama bu istemediğim gerçeğini değiştirmez."

"Senin gerçeğin ise benim gerçeğimi değiştirmez. Bir komutanım gördüğüm üzere. Ülke üzerinde herhangi bir işi yapıyor olabilirim. Herhangi bir işe katık da olabilirim. Bunun benim için zor olmayacağını bilirsin."

"Evet ama, ben sadece bu şirketteki bir çalışanım. Öyle de kalmak istiyorum."

"İstediklerini dinlemeyi isterdim ama maalesef mümkün değil."

"Bir komutan olarak kendini bana zorla bir şeyler yaptıracak gibi görme. Çünkü buna katiyen izin vermem."

"Anlıyorum. Sert bir kişiliğin var ancak bana sökmez."

"Sana da, aşırı büyük rütbedeki birine de söker. Kendi iyiliğim hakkında bir şey istediğim için bu herhangi bir suç teşkil etmez, herhangi bir rahatsızlık da vermez. Ve ayrıca rütben ne kadar büyük olsa da sonuç olarak Bir insansın, aynı benim gibi. Kendimi korumaya çalıştığımda bunu engelleme hakkın yok. Hem hukuki olarak hem de mantık olarak."

"Neden böyle bir açıklama yapıyorsun Meltan?"

"Buna gerek duyacağımızı düşünüyorum. Beni dahil ettiğin işin pek halis olmadığı görülüyor."

"Akıllı kadınsın Meltan. Ama rütben yetmiyor."

"Rütbe her şey değildir. Örneğin katil olan kişi bir polis olsa da tutuklanır çünkü birini öldürmek hukuki bir suçtur. Hiçbir rütbe bu suçu değiştiremez."

"Tamam ama rütbeni falan mı övmeye çalışıyorsun?"

"Hayır. Sadece kibirli bir adama benziyorsun ve düşünüyorum ki işimizin ileri vakitlerinde rütbem hakkında çok laf edecek gibisin."

"Akıllı kadın olduğunu yine söylüyorum. Çünkü doğru tahmin ettin."

"Artık gidebilir miyim? Ya da işe başlayacaksak artık gidebilir miyiz?"

"O zaman kadınlar önden."

BU NASIL BİR ADAMDI BÖYLE? ONUN YÜZÜNDEN UPUZUN BİR AÇIKLAMA YAPMAK ZORUNDA KALMIŞTIM. FAZLASIYLA KİBİRLİ VE EGOİST BİRİNE BENZİYORDU. UMARIM TAHMİNİMDE YANILIYORUMDUR.

 

 

"O zaman artık inebiliriz, değil mi?".

"Evet, komutanım."

 

 

Epey lüks bir araba ile daha önce görmediğim bir yere gelmiştik. Komutan telefonu ile Ragıp denen bir adamı aradı ve ona inip inmemek hakkında biraz soru sordu. Ardından telefonu kapatıp bana döndü.

"Meltan, içki içmeyi tercih eder misin?"

"Birkaç kez şarap içmiştim, ama çok da tercih etmem."

"Sadece şarap mı?"

"Hayır. Bir kere de votka içmiştim. Ve bir kere de tekila shot yapmıştım."

"Tamam. İçmek ister misin şimdi?"

"İçmesem daha iyi olabilir."

"Sadece bir kadeh şarap."

"Peki ama neden?"

"Mekanda içecek olarak sadece şarap yazdık menüye. Kuru kuruya yemek yememen için sordum."

"Tamam. İçerim."

 

 

Arabadan inip ışıltılı bir lokantaya girdik. Yani 'restaruant'a.

İçeri girince birkaç koruma bizi karşıladı. Biri üzerimdeki paltoyu aldı. Evet, kış günü değildi ama sırf şık durayım diye bana bunu giydirmişlerdi.

Kocaman ve upuzun bir masaya oturduk. Komutan benim yanıma oturmuştu. Önümdeki peçeteyi alıp kucağıma bıraktı.

"Lazım olur."

Ne alaka be? Sırf sadece bir çalışan olduğum için adab-ı muaşeret kurallarını bilmediğimi falan mı düşünüyordu bu dağ ayısı? Kesinlikle aptalın tekiydi. İnsanları rütbelerine göre yargılayan bu kibirli şeyden pek hoşlanmadığımı şimdi de dile getirmeliyim.

BİR DAKİKA.

Aklıma bir şey geldi. Bu adam bize isimlerimizi sorduğu sırada, birimizi seçeceğini ve bunu nasıl yapacağını söylemişti, baş harfimizin hangisi öyleyse. Ve benim soyismim ona tanıdık gelmişti. Demek ki bilerek beni seçmişti. Ya hepimizin adını biliyordu, ki eğer soyadımı biliyorsa şirkete gelip beni bu şekilde almadı garipti. Ya da isimlerimizi rastgele sordu ve beni seçmek için böyle bir şey uydurdu. Yoksa hangi komutan baş harfin önde olduğuna göre seçim yapar ki?! Bunu daha yeni fark ettim.

Yani aslında her türlü ben gidecektim bu adamla.

Ya da şöyle bir ihtimal vardı ki,

Meltan soyismine sahip biri olduğumu öğrendiği anda buna karar verdi.

UMARIM HER TÜRLÜ BEN GİDECEK OLMUŞ OLAYIM.

Bu daha bana özel bir şey.

Daha hoş,

daha egomu tatmin eden bir şey çünkü.

Neyse yemeğime döneyim.

Bu zamana kadar yediğim en iyi pirzolaydı. Tabi Rasim ağabeyin pirzolası ile kıyasıya yarışırdı ama, yine de mükemmeldi.

"Artık kalkmamız lazım."

Komutan kulağıma fısıldayınca irkildim. Yüzümü yavaşça ona çevirdim. O ise gözleriyle kapıyı gösterdi. Ne anlatmaya çalışıyordu bu adam?

"Çıkalım o zaman, komutan."

"Bu adamların yanında, elimizi kolumuzu sallayarak çıkamayız Meltan."

Masadaki insanlara bir göz attım. Duruşları biri ZENGİNİM diye bağırıyordu. Yani aslında zenginim diye değil, MİLYONER BİR PİSLİĞİM diye.

Onlara yüzüm dönükken,

"İzninizle, ben hemen geliyorum."

Herkes gülerek başını salladı. Tam kalkarken komutanın kolunu sıktım ve bana baktı. Ona gözlerimle çantamı işaret ettim. Çantamdaki gloss'u gösterdim. Ardından lavaboyu işaret ettim. Ardından ise yavaş adımlarla lavaboya doğru yürüdüm.

Umarım dediğimi anlamıştı. Bana gloss getirme bahanesiyle buraya gelecekti ve burada düzgünce konuşacaktık. Niye kalkmak istiyordu ve niye kalkamıyorduk? Niye sadece biz? Niye başkaları ile birlikte değil?

Lavabonun kapısında beklerken biri lavaboya doğru geldi. Evet, bu komutandı.

"Gerçekten akıllı kadınsın Meltan."

"Onu bırak da, neden gitmemiz gerektiğini söyle."

"Çünkü birazdan, tam senin karşında oturan o üç adam bizi malikaneye davet edecek. Geri çevirme şansımız olmayacak. Gittiğimizde ise benim birkaç el kumar oynamam gerekecek."

"Neden zorunlu?"

"O adamlar seri katil. Ve psikopat. Hiç iz bırakmadan herkesi öldürebilirler. Öldürmemek için şartları ise, onların kasalarına karşı oynamak. Oynattıkları kumarda onlar hariç kazanan kimseyi görmedim ve duymadım. Hatta bir keresinde dahi birini yem olarak gösterdim. Aşırı dahi bir adamı evlerine aldılar ve oynattılar. Adam öyle bir iflas etti ki, ona bir tane villa vermek zorunda kaldım."

"N-ne? SEN NE DİYORSUN BE?"

"Bağırmadan konuş Meltan."

"Cani bunlar. Siz de, aynı masadasınız. Siz de canisiniz."

"İnan bana, onları hukuka teslim etmek için çok uğraşıyorum ama olmuyor. Hiç beklenmedik zamanlarda, hiç beklenmedik yerlerde ve iz bırakmadan öldürüyorlar herkesi. Mesela geçen Miami'de bir gece yarısı bir kadını öldürmüşler."

"Ka-kadın mı?"

"Onlara insan fark etmiyor."

"B-ben, hayır. Bu işe giremem o zaman."

"Sen böyle şeyler yapmayacaksın, senin çevrendekiler de yapmayacak."

"Ama o-onlar?"

"Onlar kimse ile iş yapmıyor. Kendi hallerinde üç kardeş onlar. Ve ayrıca Meltan, ben gidip o kumar masasına oturup kaybettiğim zaman, seni bile alabilirler mal olarak."

"N-neden? Bu çok saçma."

"Çünkü sen benim onlara sunduğum iş arkadaşım olacaksın. Ayrıca Meltanlardan birisin. Bu seni daha değerli yapar."

"Meltan olmam, niye bir şeyleri değiştiriyor? Benim annem ve babam kendi halinde insanlar."

"Bunu sonra öğrenirsin. Bir yolunu bul şimdi ve bizi çıkar buradan."

Yanımdan ayrıldı. Ben ise içeri girip gloss'u sürmeye başladım. Ya Allah aşkına, bir anda bu lüks masadan nasıl kalkacaktık? Tırnak randevum var desem, saat geceye vardı. Ve evet, diğer bahaneler içinde saat geceye varmıştı. Acaba sevgilim ile buluşmamız gerek mi deseydim? Çok bayattı. Çok içip sarhoş mu olsam acaba? En güzeli bu, maalesef.

Masaya geçtiğimde yine herkes bana gülümsedi. Bir kadın,

"Gloss'un rengi çok güzelmiş tatlım."

"Sürmek istediği zaman yanında kim varsa onun getirmesini istemesi şaşırtmıyor."

"Komutan koşar adım gitti yanına. Sanki vermezse onu öldüreceksin."

"İnanın, bir gloss için değer."

Masadaki herkes sakince gülmeye başladı. Herkesle bir anda nasıl samimi olabilmiştim? Siz takısı neden kalkmıştı? Ama bu mini sohbet daha çok kadın arası gibiydi. Zaten buradaki hiçbir adamla samimi bir konuşmam olsun istemezdim. Hepsi çok ciddi duran adamlardı. Ve ayrıca sesleri de çok berbattı.

"Bir kadeh daha alabilir miyim?"

Bu sefer rakı içmeye başlamıştım ve bu içtiğim 7. kadehti. Komutan kulağıma eğildi.

"Yeter, kusarsan ciddi rezil oluruz."

Bir kadın gülümseyerek,

"Tatlım, biraz fazla içmedin mi?"

"Biliyorum ama, canım çektiği için oldu."

Bir adam gülerek,

"İçsin içsin. Kafayı bulur eğlendirir bizi."

Komutan,

"Kafayı bulursa gitmek zorunda kalacağız mecbur. Buket, bir kadeh daha içme çünkü şuan önemli şeyler konuşuyoruz. Senin için bunu bölmek istemiyorum."

"Tamam komutanım, falan diyemem. Her konuşmanın bir başı varsa elbet bir sonu da olacaktır. Sonsuz bir konuşma, nasıl konuşma olsun ki?"

"Sanırım yavaş yavaş Kafayı bulmaya başladın gibi."

"Buket Hanım, bu mekanın rakıları fazla ağırdır. Şimdi olmasa bile birkaç saate kafanız tamamen gider ve sabaha başınız fena ağrır."

"Bunu sıkıntı etmiyorum. Buzlu bir su ve kahve çözüm olur."

"Ay canım, her gün içiyor gibi konuşuyorsun."

"Yok tatlım, uzun süredir içmiyorum aslında."

"Bana daha çok şarap tercih ettiğini söylemiştin."

"Evet, bu doğru ancak sadece şarap içerim demedim. Tercihim o dedim. İkisi farklı şeyler."

"Epey tanıyorsunuz sanırım birbirinizi."

"Aslında hayır, yolda gelirken mekanda sadece şarap içebileceğimi, bunun hakkında bir önlemim olup olmadığını sordu."

"Hayır, sadece daha önce içtin mi dedim, o kadar."

"E aynı şey değil mi?"

"Değil."

İki kadeh sonra başım biraz dönüyordu. Konuşmak istemiyordum çünkü konuşursam boş konuşurdum.

"Sanırım Buket iyice kafayı buldu."

"Öyle duruyor."

"Kalksak iyi olur."

O üç adamdan biri konuştu.

"Aman ne kalkıyorsunuz hemen? Hem bizim eve gelirsiniz orası daha yakın buraya. Bir on dakika daha oturun."

"Yok gerek yok. Buket'in başka bir evde uyanmayı hoş karşılayacağını düşünmüyorum."

"Evet Bartı Bey. Hem Buket daha yeni başladı işe. Alışsın sonra konuk edersiniz."

DAHA SONRA GİDECEĞİMİ KİM SÖYLÜYOR PARDON?

"Biz kalkalım en iyisi. Sarhoş biri ile rahatsızlık vermek istemiyorum size."

"Tabi ki. Gönül isterdi ki daha çok oturalım ama neyse, bir dahakine."

Komutan beni kendi evine getirmişti. Bir dakika, NE? Annem fena haşlardı beni. Ne yapacaktım peki? Bu sarhoş kafayla salmazdı beni. Ki salsa da ben gidemezdim tek başına.

"Daha önce sarhoş oldun mu?"

"Bir kez. Votkayı çok kaçırmıştım."

"Tamam. Sabaha kadar burada kal. Sabah evine bırakırım seni."

Kısa bir sessizlik oldu aramızda. Ardından dudaklarımı araladım.

"Komutan..."

"Evet?"

"Meltanlar ile olan bu bağın, yani varsa, ne?"

"Bunu gerçekten öğrenmek istiyor musun?"

"Neden istemeyeyim ki?"

"Zamanı gelince anlatayım bunu sana."

"Zaman istemiyorum komutan. Şimdi anlat işte."

"Israr etme."

"Ama çok merak ediyorum. Annem ve babam ile bir bağın yoktur bence. Ya kayıp bir kardeşim vardır, ya da dedemle falandır."

"Akıllı kadınsın Meltan ama tahminlerinin doğruluğunu da öğrenemezsin. Günler geçtikçe bir açığımı yakalar, anlarsın sen."

"En fazla ne biçim bir şey olabilir ki?"

"Lütfen, ısrar etme. Meltan, sen özel bir Meltan'sın. Diğerleri gibi değilsin. Olmayacaksın. Onlar akıllı rolündelerdi, ama sen gerçekten akıllısın. Onlar sırları ortaya çıkınca başka bir seçenek bulamadı, sen bulabilirsin."

"Birkaç saat içinde beni tanıyamazsın komutan. Demek ki gizli takipçimdin. Yoksa hangi şirkete bir komutan gelir ki, değil mi?"

"Diyorum ya zekisin diye. İnsanların sakladığı şeyleri ortaya çıkarmakta da ustasın. Tabi bu sakladığım bir şey değildi. Ama ben senin karşına çıkana kadar bundan haberin yoktu, karşına çıktıktan sonra da haberin olmadı. Haberi kendin yarattın."

"Az daha içten ve dipten konuşursan şuraya bayılacağım."

"Meltan, sen başa çıkılmaz birisine dönüşeceksin."

"Sen bir kahin değilsin."

"Değilim ama bunu biliyorum. Birçok insanı kandırdım, birçok insanla tanıştım. Beni kandırmaya çalışanlar oldu. Ama tabi ki beceremediler. Hâlâ bir komutanım değil mi, senin için? Komutanlık bir kamuflaj. Hem de başarılı. Aslında bu kamufle olmak bazı işlerden daha zor Meltan. Hayrına meslek dağıtılmıyor memlekette. Çok uğraştım bunun için, yıllarca. Şimdi de sefasını sürüyorum Meltan. Sen ise, sen hiç uğraşmadan benim noktama ulaşacaksın. Sana güveniyorum. Sen benim isçim, kuklam falan değilsin. Sen benim her şeyimsin, ben de senin her şeyinim. İş ve başarı anlamında. Yürek, gönül işleri anlamında değil. Sakın yanlış anlama. Siz kadınlar her şeyi aşka baglayabiliyorsunuz. Neyse işte, sen ben olacaksın, bana dönüşeceksin. Ama ben sen olmayacağım, ben senin yanında ben olarak kalacağım ve bizi oluşturacağım."

"Neden böyle garip konuşuyorsun?"

"Uykum geldi. Uykum geldiği zaman uzun konuşmayı severim. Kısaca sana diyorum ki, ben aslında bir komutan değilim. Komutan olabilmek için uğraştım ama komutan olmadım. O benim ismim sadece. Sen ise bana dönüşeceksin, hiç uğraşmadan. Sen ben olacaksın, ben ise ben kalacağım ve seni ve beni bize dönüştüreceğim."

"Biliyor musun, birçok kişi zaten zeki olduğumu söylüyor. Ama bu çok saçma geliyor bana. Yani mesela zekanı yalan söylemek için kullanırsan zekanın ne anlamı kalır ki? Adı hırsızlığa dönüşür. Kimse akıllı hırsız, demez. Pis hırsız, der. Hırsızlık yaptığında aklın pislik olur. Ama iyi işlerle uğraştığında çok akıllı olursun. Akıllı kadın şunu yaptı, bunu yaptı olur. Ama aslında sen akıllı değilsindir, sadece birkaç dakikalık bir işi uzatmış, iyi bir işe dönüştürmüşsündür. Bu da akıl olarak anılır. Yani akıl, bunu neye kullandığınıza göre değişiklik gösterir. İşte bu yüzden insanların bana akıllı demesi garibime gidiyor. Belki malın tekiyim, sadece iyi bir insan olduğum için beni tatmin etmeye çalışıyorlar. Bunu düşündükçe moralim bozuluyor tabi. Bazen kötü bir insan olasım geliyor. O zaman doğrular yanımda olur. Eğer kötü bir insansan, sana doğruları söylerler. Ama iyi bir insansan seni mutlu eden şeyler söylerler, yani çoğu yalan. Yalan söylediklerinde bunu anlıyorum. Yüz ifadelerden belli oluyor. Bu da tabi mutsuz ediyor beni. Yalan söylüyorlar, ve bunu benim mutlu olmam için söylüyorlar. Bu hoş mu? Değil. O yüzden kötü olmayı seçmek içimden hep geçiyor. Ya da mal gibi davransam, ne iyi ne kötü biri olsam. O zaman doğruları mı söylerler yalan mı atarlar bilmiyorum ama bazen denemekte fayda var."

"Sen de garip konuştun şimdi."

"Sarhoş olduğumda boş yaparım bende."

"Söylediklerini anladım. Ve evet, haklısın. Eğer iyi bir insansan akıllı derler, olmasan bile. Ama kötü bir insansan, dahi olsan da mal derler."

"Tarih boşluklarla doludur, yani istisnalarla. Bu istisnalardan birini daha önce görmedim ve daha önce öyle de olmadım. Ne kadar şaşırtıcı değil mi, insanın IQ seviyesi ölçülünce kötüyse makine bozuktur, iyiyse de bozuktur."

"Son cümlen yanlış bence. IQ testleri zaten başlıca bir yalandır. Gözlemle görülür insanın zekası. Bir anlık ile belli olmaz. Uyku halinde olan bir insanın uyku halinde olmadığı hali ile o hali arasında bile IQ farklı olabilir. Bu yüzden uzun araştırmalar yapılmalı, ya da gözlemlenmeli."

"Haklısın. İyi geceler."

 

Kafamı yastığa koydum. Konuştuğumuz hiçbir şeyi anlamamıştım. Ağzımdan birkaç kelime dökmüştüm. Ne demiştim öyle be? Upuzun bir cümle söylemiştim. O da aynısını yapmıştı. Kafam karışmıştı. Başım ağrıyordu. Gözlerimi kapatıp kendimi uykuya teslim ettim.

 

 

 

 

Loading...
0%