@_wolfcub_
|
Komutan banyoya girer girmez kafamda bin bir düşünce dolanmaya başladı. İçimde hem bir huzursuzluk hem de garip bir heyecan vardı. Bu evin her köşesi bana yabancıydı; hiçbir şey bana ait değildi. Tavandaki lambadan, pencereden süzülen ışığa kadar her şey bana bu yabancılığı hissettiriyordu. Kendi evimde olmayı, kendi yatağımda uyanmayı arzuladım bir an. Annemin sabah kahvaltısı hazırladığı, çocukluktan kalma huzur dolu sabahlardan birine dönmek istedim. Ama buradaydım işte, yabancı bir evde, bir rüya gibi gelen bu gerçekliğin içinde kaybolmuş bir halde. Birkaç derin nefes aldım, kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Telefonum elimdeydi, ama kime ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. Bir yandan iş yerini düşünüyordum; orada olmam gerekiyordu. Diğer yandan, bu evde olmamın sebebi olan komutan banyodan çıkacak ve bana nereye gideceğim konusunda bir söz verecekti. Ama içimden bir ses, çok daha derin bir arayışta olduğumu fısıldıyordu. Hani bazen kaçmak istersin, ama nereye kaçacağını bile bilemezsin. İşte öyle bir ruh hali içindeydim. Komutan banyodan çıktı. Saçlarını gelişigüzel bir şekilde taramış, üzerindeki tişörtü düzeltmişti. Bana baktı, sanki yüzümdeki karmaşayı okumaya çalışıyordu. "Bak," dedi sakince, "biliyorum, burada olmak zor. Ama bazen insanın kendini bulması için her şeyden biraz uzaklaşması gerekir. Korktuğun kadar kötü değil, inat etme. İstersen seni götürürüm ama bu kaçmanın sana ne kadar fayda sağlayacağından emin değilim." Sözleri, biraz önceki kızgınlığımı ve telaşımı bir anda yumuşattı. Komutan, sözde sert ve katı görünüyordu ama aslında içinde sakladığı, pek kimsenin görmesine izin vermediği bir tarafı vardı. Bir süre sessiz kaldık. Ben yatağın kenarına oturmuş, bakışlarımı yere dikmiş düşünüyordum. "Tamam," dedim sonunda, "belki de buradan kaçmak değil, kalıp bazı şeylerle yüzleşmek daha iyi olur." Komutan, biraz alaycı bir gülümsemeyle, "Aferin, demek ki aklın başına gelmeye başladı," dedi. Sesi ciddi bir tonda, ama içinde ince bir sevgi barındırıyordu sanki. Ona kızsam da, bu anların ve konuşmaların tuhaf bir şekilde içimi rahatlatmaya başladığını hissettim. Mutfağa gidip bir kahve hazırladı. Kupa bana uzatırken, "Hadi, biraz sakinleş. Hayat bazen karışıktır, ama sen de başa çıkabilecek güçtesin," dedi. Kahvemi yudumlarken, birkaç derin nefes alıp verdim. Belki de burada olmak, bu karmaşanın içinde kendime bir yön çizmek, kendi ayaklarım üzerinde durmayı öğrenmek, annemin korumasından çıkmak, kendi hayatımı kurmak anlamına geliyordu. Kahveden aldığım her bir yudum beni biraz daha sakinleştiriyordu, içime sıcaklığı yayıldıkça zihnim de yavaş yavaş dinginleşiyordu. Komutan karşımdaki sandalyeye oturmuş, yüzünde her zamanki gibi ifadeli bir dikkatle beni izliyordu. Onun sakinliği bir yandan rahatlatıcı, bir yandan da düşündürücüydü. Garip bir bağ hissediyordum ona karşı; bir yoldaşlık, hatta sanki kendimden bile sakladığım bir parçayla yüzleşmeme yardım eden bir gölge gibiydi. "Bu kadar çok düşünüp yorulmana gerek yok aslında," dedi sonunda. "Hayatın içinde bu kadar çok hesap kitap yaparsan, yolun ne kadar uzun olduğunu unutursun. Belki de durman gerekiyor, sadece durup nefes alman." Kafamı kaldırıp ona baktım. Bu basit ama derin tavsiye içime işliyordu. Haklıydı belki de, çünkü bir süredir her şeyden kaçarken aslında kendimden kaçıyordum. İçimdeki huzursuzluk, yitirdiğim çocukluğumun, geçmişteki hatalarımın birikintisiydi. Bu yüzden bu ev, bu konuşma, bu durup dinlenme hali beni öylesine sarmıştı. "Peki," dedim biraz çekinerek, "kendi yolumda yürümeyi öğrenmem gerektiğini anladım, ama geçmişimden kurtulmayı nasıl başaracağımı bilmiyorum." Komutan kaşlarını kaldırdı, sözlerime hafif bir tebessümle karşılık verdi. "Geçmişinden kurtulmaya çalışma," dedi sakin bir sesle. "Onunla yaşamayı öğren. Yaşadıkların seni sen yaptı. Kaçtıkların, unuttukların, hatta dönüp tekrar tekrar kendine kızdıkların… Hepsi sende bir iz, bir parça bıraktı. Belki seninle barışmanın en önemli adımı, her parçanı kabul etmekle başlar." Kelimeleri içimde bir yankı gibi dolandı. Ne kadar doğruydu; yıllardır unuttuğumu sandığım, ama her seferinde peşime düşen gölgelerim vardı. Yetimhanede geçen yıllar, oradaki yalnızlık, o kadınla yaşadığım günlerin korkusu… Bunların her biri bende bir yara izi bırakmıştı ve ben onları yok sayarak kendimi iyileştirmeye çalışmıştım. Oysa belki de hepsine sarılmam, onların beni güçlendiren yaralar olduğunu kabul etmem gerekiyordu. Komutan bakışlarını kahvesine çevirdi. "Hayatını neyle dolduracağına karar vermelisin, Meltan. Her korkunun, her pişmanlığın seni esir etmesine izin verirsen, kendi hayatını kaçırırsın." Sözleri basit ama bir o kadar da etkileyiciydi. Başımı salladım ve kendime bu evde, bu yabancı ortamda bir yer açmaya karar verdim. Korkularımı, geçmişimin ağırlığını, hatta bu bilinmezliği kabullenip kabullenmemem gerektiğini düşündüm. Sabahın ışıkları pencereye vururken, içimde yeniden bir şeylerin filizlendiğini hissettim. Komutan, hayatın zorluklarını basit bir kahve sohbetinde çözemeyeceğimizi biliyor gibiydi ama önemli olan bu yolculukta yalnız olmadığımı hissettirmesiydi. Ona teşekkür edercesine bir bakış attım. Artık dışarıdaki dünyaya, kendi içimdeki zorluklara daha güçlü bir şekilde bakabilirdim. Ayağa kalkarken ona gülümsedim. "Hadi," dedim, "beni eve bırak. Bir şeyler yapmam gerek." Komutan gülümsedi ve ceketini aldı. O an, bu karmaşanın içinden çıkmaya başlamak üzere olduğumu hissettim.Komutan, sessizce arabayı sürerken içimde tuhaf bir his dolanıyordu. Sadece eve bırakacağını düşünmüştüm ama çok daha farklı bir planı varmış gibi görünüyordu. Yolda bir süre hiç konuşmadan ilerledik, tanımadığım bir sokağa saparken sordum: "Komutan, eve gitmiyor muyuz?" "Az kaldı," dedi kısa bir cevapla. Gözleri yola odaklanmış, ciddi ve düşünceliydi. Sokaklar gittikçe daraldı, kasvetli ve terkedilmiş bir bölgeye geldik. Soluk ışıklar ve boş dükkanlar çevremizi sarıyordu. Bu, benim daha önce hiç bilmediğim bir yerdi. Komutan arabayı küçük bir binanın önünde durdurdu ve motoru kapattı. “İn bakalım, Meltan. Bugün seninle bazı şeyleri konuşmamız lazım,” dedi, yüzünde ciddi bir ifadeyle. O an içimde bir ürperti yükseldi, ama karşı koymadım ve arabadan indim. Komutan beni eski, yıpranmış bir binaya doğru yönlendirdi. Girdiğimizde içerisi karanlıktı; birkaç eski mobilya ve tozla kaplı eşyalar dışında bir şey yoktu. Hemen arkasından gelen adamlar fark ettiğimde kalbim hızla çarpmaya başladı. Komutan, dikkatlice adamlara baktıktan sonra bana döndü. “Buket, sana her şeyi açıklayacağım ama önce bu adamlara biraz zaman ver,” dedi. Adamlar hızlıca köşeye çekildiler ve kısık seslerle kendi aralarında konuşmaya başladılar. Şüpheli bir durumu çağrıştıran her detay, bana kaçma isteği veriyordu. Ama Komutan, her şeyden haberdarmış gibi sakin bir tavırla beni yanında tuttu. Konuşmalar hızlandı, sessizlik yerini fısıltılara ve öfke dolu bakışmalara bıraktı. Bu sırada bir adam dikkatimi çekti; uzun boylu, deri mont giymişti ve yüzünde sert bir ifade vardı. Komutana yaklaşarak bir şeyler söyledi; o da kafasıyla onayladı. "Buket," dedi Komutan, sesi tuhaf bir ciddiyet taşıyordu. "Beni dinle. Bu adamlar, senin bilmediğin bir dünyanın içinde. Anlamanı istemiyorum, sadece burada olmam gerektiğini bilmeni istiyorum." Sözlerinden bir anlam çıkaramıyordum ama gözlerinden belli belirsiz bir korku geçtiğini gördüm. “Nedir bu iş, Komutan? Neden buradayız?” Komutan kısa bir süre sessiz kaldı, sonra derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. “Bak, Buket. Benim dünyam, senin alışkın olduğun gibi değil. İşin içinde tehlike, sırlar, geçmiş ve gelecek var. Bunlar bizim işimiz, senin değil. Fakat bazı anlar vardır ki, bilmeden de olsa bu işin içine girmek zorunda kalırsın. Şu an tam olarak böyle bir durumdayız.” Anlamaya çalışıyordum ama sözcüklerim tükenmiş gibiydi. Komutan, sözlerine devam etti. “Bunlar bizim takım. Zamanında çok şey yaşandı; anlaşmazlıklar, beklenmedik savaşlar. Şimdi her şey normale döndü gibi gözükse de, bazı hesaplaşmalar hala sürüyor. Biz burada, seninle bu yüzden buluştuk.” O an, bu işin ne kadar derin olduğunu fark ettim. Komutanın gözlerindeki ağırlık, yaşadığı zorlukları anlatıyordu. “Yani,” dedim kısık bir sesle, “bu bir tür görev mi? Gizli bir iş mi yapıyorsun?” Komutan başını salladı. “Evet, öyle diyelim. Ama buraya kadar gelmeni istemezdim. Bu hayat senin için fazla tehlikeli. Ancak bir şekilde içine çekildin ve şimdi güvenliğinden emin olmam gerek.” Sessiz kaldım. Durumun ağırlığı üzerime çöktü; Komutanın bu karmaşanın içinde olmasını, her an tehlike içinde olabileceğini bilmek… Bu durum hem ürkütücü hem de tuhaf bir şekilde ona karşı duyduğum güveni arttırıyordu. İçimden bir ses, ona güvenmem gerektiğini söylüyordu. Komutan, adamların yanına giderek kısık sesle konuştu. Tekrar yanıma döndüğünde yüzünde kararlı bir ifade vardı. “Şimdi seni eve bırakacağım, Buket. Bu geceyi unut. Eğer herhangi bir şey hissedersen ya da bir şey ters giderse, hemen bana haber ver. Anladın mı?” Başımı salladım. Hiçbir şey sormamaya, hiçbir şey öğrenmemeye karar verdim. Komutanla birlikte arabaya dönerken bu gecenin karanlığının ve gizeminin, kalbimde bıraktığı korkunun farkındaydım.Arabaya bindiğimizde sessizlik hâkimdi; kafamda dönüp duran düşünceler, sorular, Komutan’ın sözlerinin ağırlığı… Gecenin karanlığı arabanın içinde yankılanıyordu adeta. Komutan, direksiyonu sıkıca kavramış, gözlerini yola dikmişti. Ona bakarken, o soğukkanlı duruşunun arkasındaki endişeyi, hatta belki bir pişmanlığı fark ettim. "Bu iş seni yoruyor, değil mi?" diye sordum, sesim fısıltıdan biraz daha yüksek bir tondaydı. Komutan hafifçe başını eğip derin bir nefes aldı. "Yoruyor, Buket. Ama bazen insanın kaçacak bir yeri olmuyor. Tüm bunlar bir şekilde sorumluluğum, ve çoğu zaman geri dönüşü olmayan kararlarla karşı karşıya kalıyorum.” O an onu çok daha iyi anladığımı hissettim. Dışarıdan güçlü ve duvarları yüksek bir adam gibi görünüyordu ama içinde kim bilir ne tür fırtınalar kopuyordu. Onun için, belki de yıllardır süregelen bu gizemli görevler ve çatışmalar artık rutinleşmişti, ama bu, ağırlıklarını hafifletmiyordu. Bir süre sonra sokak lambalarıyla aydınlanmış kendi mahalleme geldik. Komutan arabayı usulca kenara çekti ve motoru durdurdu. Gözlerini bir an kapatıp derin bir nefes aldı, ardından bana döndü. "Bak Buket," dedi, sesi ciddi ama yumuşaktı, "Bu gece olanları gerçekten kimseye anlatma. Burası bizim dünyamız, senin değil. Sen hayatına normal devam et. Ne benim yaptıklarımın, ne de senin düşündüklerinin peşinden gitme." Onun bu içten ifadesi beni hem şaşırttı hem de kalbimde bir sıcaklık hissetmeme neden oldu. “Anladım,” dedim kısık bir sesle, gözlerimi ondan kaçırarak. “Merak etme, kimseye bir şey söylemem.” Komutan, bir süre bana baktı. Gözlerinde sanki bir veda ya da bir tür iç hesaplaşma vardı. Sonra elini omzuma koyarak hafifçe sıktı. “İyi geceler, Buket. Kafanı yorma bunlara,” dedi ve kapıyı açarak dışarıya çıkmamı işaret etti. Arabadan indiğimde, bir an geri dönüp ona bir şeyler söylemek istedim. Teşekkür etmek, güvenini hissettirdiği için minnettarlığımı dile getirmek ya da onu korumak istediğimi söylemek istedim. Ama sadece, "İyi geceler, Komutan," diyebildim ve kapıyı kapattım. O an, bu gecenin sıradan bir gece olmayacağını, aklımda dönüp duracak sorulara bir yenisinin daha eklendiğini hissettim. Komutan uzaklaşırken, ardında bıraktığı gizemli dünyasıyla, hayatıma yansıyan bu gölge beni bir bilinmeze sürüklüyordu. Komutan arabayı bir hızda sürüyordu ki nefes almak bile zorlaşıyordu. İçimde hem korku hem de bir tuhaf heyecan vardı. Bu gizemli buluşmanın, aniden patlayan bu olayın ne olduğunu merak ediyordum. “Komutan, ne oluyor? Nereye gidiyoruz?” Komutan gözlerini yoldan ayırmadan dudaklarında hafif bir tebessümle yanıt verdi. “Görünce öğreneceksin, Meltan. Sabırsızlanma.” Sessizce başımı çevirdim, dışarıyı izlemeye başladım. Fakat gözlerim, geçen binalara değil de içimdeki karmaşaya takılıp kalıyordu. Bir yandan Komutan’ın bu işlerle olan ilişkisi beni hem korkutuyor hem de güven veriyordu. Bu çelişki, yüreğime işleyen ince bir iğne gibiydi. Nihayet, uzun bir yolculuktan sonra arabayı durdurdu. Küçük, eski bir binanın önündeydik. İçinde bir yıkıntı hissi, ama bir o kadar da sükûnet vardı. Beni o sükûnetin ortasına çektiğinde, yüreğimdeki çarpıntı iyice hızlanmıştı. Kapıyı açıp içeri adım attığımızda, üç adamın bizi beklediğini gördüm. “Meltan, burası bizim için güvenli bir yer,” dedi Komutan. Sesi her zamanki gibi sakindi ama bir kararlılık taşıyordu. Bu adamlar kimdi? Neden buradaydım? Bir yandan ellerim terliyordu, tırnaklarımı avucuma geçiriyordum farkında olmadan. Komutan adamların yanına doğru yürüdü. Beni işaret ederek, “Bu Meltan. Güvenilir biridir,” dedi. O an göz göze geldik, bana güvenen o bakış, yüreğimde bir yankı oluşturdu.Komutan’ın adamlarla konuşurken sergilediği soğukkanlı tavır, içimde hem hayranlık uyandırıyor hem de biraz korkutuyordu. Gözlerimi ondan ayıramıyordum. Yüzündeki ciddiyet ve kararlılık, yılların ona yüklediği bir ağırlık gibi görünüyordu. Adamlar, Komutan’ın etrafında dikilmiş, hafifçe eğilmiş bekliyorlardı; onun ağırlığı ve sözü her şeyin üzerinde gibiydi. Ben kenarda dururken, adamlar Komutan’a yaklaştı. Fısıldaşarak konuştukları birkaç kelime kulağıma çalındı, ama ne dediklerini tam anlamıyla kavrayamıyordum. Konuşmalarının tonu, tehlikenin varlığını adeta dokunulur hale getiriyordu. Adamların yüzleri ciddi, gözleri sert ve karanlıktı. Sanki her biri bir sır taşıyor gibiydi. Komutan yanımda belirdi ve kolumdan hafifçe tutarak beni odanın bir köşesine çekti. “Meltan, burası güvenli, ama söylediklerimi harfiyen yerine getirmen lazım. Bu, bizim işimiz,” dedi ve cümlesini bitirirken gözlerimdeki kaygıyı fark etmiş gibi, “Merak etme, güvendesin,” diye ekledi. Bu "bizim işimiz" cümlesi kulaklarımda yankılandı. "Biz" derken sadece onu ve adamları mı kastetmişti, yoksa beni de mi bu işin içine dahil etmişti? Çarpıntılarım daha da hızlanmaya başladı. Sanki bu işlerin içine adım attıkça, kim olduğumu ve ne yapmam gerektiğini daha az anlamaya başlamıştım. Komutan, gözlerini bana sabitleyerek devam etti. “Sana anlatacak çok şey var, ama zamanı gelince. Şimdi burada olup bitenleri sadece izle, sessiz kal. Bu adamlar önemli bilgiler taşıyor ve bu bilgiler... uzun zamandır peşinde olduğumuz bir şey.” O an bir şey fark ettim; Komutan yalnızca bir rehber değildi, sanki bütün bu olayların merkezinde, ipleri elinde tutan gizemli bir lider gibiydi. Onun gözüne baktığımda, bu işin sıradan bir şey olmadığını, arkasında karanlık bir geçmişin ve belki de gizlenmiş gerçeklerin olduğunu hissettim. Komutan bana dönerek fısıldadı, “Sana verdiğim her kelimeye güven. Ve unutma, bu işi ciddiye alman gerekiyor. Artık yalnız değilsin, ama sır saklamayı öğrenmen gerek. Buradaki her adım, her an dikkatle atılmış bir strateji.” O anda anladım ki, bu sadece onun değil, artık benim de hikayemdi. Komutan’ın sözleri içimde bir ürperti yaratmıştı. “Yalnız değilsin” cümlesi, hem bir güven hem de yeni bir sorumluluğun ağırlığı gibi üstüme çökmüştü. Onun yanında olmak, bu karanlık dünyaya adım atmak anlamına mı geliyordu? Komutan bir şeyler biliyordu; beni yanına çekmesinin nedeninin yalnızca koruma olmadığını, bu işin derinlerinde yatan bir sebebi daha olduğunu hissediyordum. Bir süre sessiz kaldık. Komutan’ın bakışları hep dikkatliydi, sanki bu karanlık odanın her köşesini, her ayrıntısını ezberlemiş gibi. Ben ise gözlerimi etrafıma dikmiş, bu sessizliğin ardındaki gerçeği anlamaya çalışıyordum. Duvarda eski bir harita, birkaç yıllanmış belge ve köşede bir dosya yığını vardı. Bu odanın kendisi bile, içinde gizli sırları saklayan bir kitap gibi görünüyordu. Komutan, dikkatini yeniden bana çevirdi. Gözlerinde her zamankinden daha sert bir bakış vardı. “Meltan,” dedi, bu sefer adıma vurgu yaparak, “bu işin sana sandığından daha çok ihtiyacı var. Uzun zamandır bu adamlarla görüşüyorum ve bir iş birliğinin eşiğindeyiz. Ancak, işlerin karmaşıklığı yüzünden bunu sadece güvendiğim insanlara anlatabiliyorum. Anlıyor musun?” Başımı hafifçe salladım, ama içimdeki endişeyi gizleyemediğimi hissediyordum. Komutan devam etti: “Bu insanlar her şeyin merkezinde değiller belki, ama onlardan aldığımız bilgiler, bizim yolumuzu çizmemizde hayati bir rol oynuyor. Her bir bilgi parçası, bu bulmacanın eksik bir parçasını tamamlıyor.” Bir yandan söylediklerini anlamaya çalışıyordum, ama zihnimde çok daha başka sorular vardı. Neden buradaydım? Neden beni bu kadar özel bir yere, en derin sırlarını paylaştığı bir yere getirmişti? Birden o sessizlik bozuldu. Kapı yeniden açıldı ve içeridekilerin ciddiyeti iki katına çıktı. İçeriye giren adam, uzun boylu, esmer tenli ve dikkat çekici bir soğukkanlılıkla yürüyordu. Herkesin ona olan saygısını hemen hissedebiliyordum. Bu adam, Komutan’ın en çok güvendiği kişilerden biriydi belli ki. Adam içeri girer girmez Komutan’a dönüp hızlıca bir şeyler fısıldadı. Yüzündeki ifade, ciddi bir tehlikenin yaklaştığını anlatıyordu. Komutan aniden bana döndü. Gözlerinde hem bir koruma içgüdüsü hem de bir sır saklamanın verdiği karışık bir bakış vardı. “Meltan, sana bir şey soracağım. Bütün bu olanlara hazır mısın? Burası bir oyun değil. Bundan sonra her kararın, her adımın büyük bir sonuç doğuracak.” Bu soruyu beklemiyordum. Sıradan bir misafir, bir yardımcı gibi getirilmiştim buraya ama şimdi Komutan bana doğrudan işin içine girmek isteyip istemediğimi soruyordu. Kalbim hızla atmaya başladı. Ne diyebilirdim ki? Onun yanında olmanın, sırlarına dokunmanın beni değiştirdiğini fark ediyordum. Geri dönmek, buradan çıkıp gitmek belki de en mantıklısıydı, ama o an başka bir düşünce zihnimi kapladı: Bunu istiyordum. Bu işin içinde olmayı, onun yanında yürümeyi istiyordum. “Hazırım,” dedim, gözlerimle ona güven vermeye çalışarak. Komutan bir an duraksadı, gözlerinde beliren hafif bir gurur ve kabullenmeyle başını salladı. “O zaman, sır saklamayı ve hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmamayı öğrenmekle başlayacağız,” dedi. Ardından, odadaki adamlara döndü. Adamlar Komutan’a ciddi bakışlarla başlarını sallayarak talimatlarını aldılar. Birisi çantasından bir dosya çıkardı, içinde birkaç harita, el yazısıyla alınmış notlar ve bazı eski fotoğraflar vardı. Bu belgelerin ne olduğunu bilmiyordum ama Komutan’ın yüzündeki ciddiyetten önemli olduklarını anlıyordum. “Bu belgeler, yıllardır peşinde olduğumuz bir dava hakkında,” dedi Komutan, dosyayı bana göstererek. “Bu işi çözmek, bizim için olduğu kadar bu bölgedeki birçok kişi için de büyük bir fark yaratacak.” O an, adeta gizemli bir görevin parçası gibi hissettim kendimi. İçimde bir korku vardı, ama aynı zamanda tarif edemediğim bir heyecan da duyuyordum. Komutan’ın bu kadar önemli bir işin parçası olmamı istemesi, bana bir güven hissi veriyordu. Artık geri dönemezdim. Bu yolda yürümeye karar vermiştim; Komutan’ın sırlarını paylaşmak, onun yanında bu görevin bir parçası olmak artık benim de yolumdu.Komutan’ın bana sırlarını açması ve bu gizli belgeleri göstermesi, beklemediğim bir durumdu. O an içerideki hava o kadar yoğundu ki nefes almak bile zorlaşıyordu. Elimdeki belgelerin ağırlığını hissediyordum; sadece fiziksel değil, zihinsel bir ağırlıktı bu. Bir anda çocukluk anılarım, geçmişte yaşadığım acılar ve bana yapılan haksızlıklar gözümün önüne geldi. Yetimhane günlerimde bile böylesine ürkütücü bir sorumluluk taşımamıştım. Komutan’ın gözlerine baktığımda, o da içimde bir şeylerin değiştiğini fark etmiş gibiydi. Sessizce onaylar gibi başını salladı. Belgeleri incelediğimde, içlerinde haritalar, el yazısıyla alınmış kısa notlar ve fotoğraflar vardı. Fotoğraflardaki yüzler yabancı, ama bir o kadar tanıdık geliyordu. Hepsi de ciddi, gözlerinde kararlı bir bakış taşıyan insanlardı. Sanki bu insanlar, hayatlarını çoktan bu davaya adamışlardı ve bu uğurda her şeyi yapmaya hazır görünüyorlardı. Bir yanda kendimi bu insanların arasında nasıl bir yere koyacağımı düşünürken, diğer yanda Komutan’ın bana bu görevi teklif etmesindeki sebebi anlamaya çalışıyordum. “Bunlar... kim?” diye sordum, sesi zor duyulan bir fısıltıyla. Komutan, yüzünde her zamanki sert ifadesiyle, “Hepsi bizim gibi,” dedi. “Hepsi, karanlık işlerin gölgesinde kalan, adaletin peşine düşmüş insanlar. Yıllardır arka planda kalarak çalışıyorlar. Birbirlerini bile tanımazlar çoğu zaman; sadece görevlerini yerine getirir, iz bırakmadan kaybolurlar.” Bir an irkildim. Komutan’ın söyledikleri kulağa bir ajanlık hikayesinden çıkmış gibiydi, ama bu gerçekti. İfade etmeye çalıştığı şeyin büyüklüğü, daha önce hiç tanık olmadığım bir dünyanın kapılarını aralıyordu. Kendimi, geri dönülmez bir yola çoktan adım atmış gibi hissediyordum. Komutan, dosyanın içinden bir harita çıkardı ve masaya yaydı. Haritada işaretlenmiş birkaç nokta vardı; her biri başka bir şehirde, başka bir ülkede. Parmağıyla en uzak noktaya dokundu. “Burası son durağımız,” dedi. “Ve burada, bizim için çalışacak yeni bir ortak bulmamız gerekiyor. Onlara güvenmeliyiz, ama aynı zamanda sırtımızı da korumalıyız.” Kafamda soru işaretleri dolaşıyordu. Neden beni seçmişti? Neden bu kadar önemli bir bilgiyi bana açıyordu? Ama o sırada bunları sormak yerine, üzerime düşeni yapmaya karar verdim. Komutan, sert bir bakışla devam etti: “Meltan, bu işin sana açılmasının bir sebebi var. Sen, sandığından daha fazlasını başarmış, zorluğu aşmış birisin. Eğer bana inanıyorsan, yanımda kal. Değilse, şimdi geri çekil. Ancak bir kez bu yola girdiysen, çıkış olmadığını bil.” Derin bir nefes aldım. Onun güvenini kazanmak ve bu yolda yürümek, düşündüğümden çok daha fazlasını gerektiriyordu. Ama bu karanlık dünyanın bir parçası olmak, geçmişte yaşadığım tüm zorlukları ve acıları bir tür güç kaynağına dönüştürmek anlamına geliyordu. İçimdeki korkuyu bastırarak ona baktım. “Yanınızdayım, Komutan,” dedim, gözlerinde bir anlık gururla parlayan bakışı fark ederek. Bir süre sessizlik içinde haritaya baktık. Bu an, kararımın netleştiği andı. Komutan başını salladı ve elini omzuma koydu. “O zaman, bu iş artık seninle devam ediyor, Meltan. Önümüzde zorlu bir yol var. Sıradan bir hayat yaşama ihtimalin artık yok, ama unutma ki yalnız değilsin.”Komutan’ın kararlı ve sert tavrı bir süre sonra içimdeki şüpheleri harekete geçirdi. Bu kadar büyük bir sorumluluğun altına, hazırlıksız bir şekilde çekilmek istemiyordum. Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki ne düşündüğümü bile toparlayamıyordum. Derin bir nefes alarak ona döndüm ve sesimi titretmemeye çalışarak sordum: “Komutan, neden ben? Yani, bunca insan varken neden bu yükü bana veriyorsun? Sırf geçmişte biraz zor günler yaşadım diye mi güçlü olduğumu düşünüyorsun?” Komutan’ın bakışları sertleşti. Gözleri kısıldı, yüzünde alışkın olduğum o otoriter ifade belirdi. “Meltan, senin bu işin içinde ne kadar yer almak istediğini biliyorum. Ben sana güvenmesem seni buraya kadar getirmezdim. Ama şimdi geri çekilmek istiyorsan, söyle, başka birini bulalım.” Geri adım atmak istediğimi söylemek istiyordum ama boğazıma bir şey düğümlendi, içimdeki inatçı yan, tüm gücüyle ortaya çıktı. “Komutan, mesele güven değil. Senin nasıl bir dünyada yaşadığını, kimlerle iş yaptığını bile tam olarak bilmiyorum. Bana böylesine büyük bir sorumluluk yükleyip sonra da sadece güven diyerek kenara çekilmemi bekleyemezsin.” Komutan, gözlerini benden ayırmadan, derin bir nefes aldı. “Senin bu işte olmanı istememin sebebi, ne geçmişin ne de yaşadıkların, Meltan. Sende başka insanlarda olmayan bir direnç var. Sen hayatın önüne koyduğu engelleri aşmayı bilen birisin. Şu an bu görevin sana ağır geldiğini biliyorum, ama bu sorumluluğu taşımak zorundasın. Bizim gibi insanlar seçim yapmaz, yapılması gerekeni yapar.” Kafamı sallayıp bir adım geriledim. Bu sözleri kabul etmek istemiyordum. “Ama ben de insanım, Komutan! Her şeyin üstesinden gelmek zorunda değilim. Eğer gerçekten yanında olmamı istiyorsan, önce bana neyin içine çekildiğimi açıkla!” Komutan’ın çenesindeki kaslar gerildi, sesini daha da alçaltarak, ama kesin bir şekilde konuştu. “Sen zaten her şeyin içindesin, Meltan. Sen bunun farkında olmadan çok önce, bu hayat sana kapılarını açtı. Yetimhanede yaşarken, hayatta kalmak için her gün mücadele ederken bu dünyanın kapısından adım attın. Bu dünyada, o zamandan beri ayakta kalmayı başardın. Şimdi tek yapman gereken, bir kez daha aynı cesareti göstermek.” Sözleri içimde bir ateş yaktı, ama yine de gözlerim dolmuştu. Ona karşı çıkmak, ona başkaldırmak istiyordum, fakat bu kadar derin bir geçmişle yüzleşirken sessiz kalamıyordum. “Peki ya ben istemiyorsam?” dedim, gözlerimi onunkilerden kaçırarak. “Kendime başka bir hayat kurmak istiyorsam? Bu karanlığa gömülmek zorunda mıyım?” Komutan bir süre sustu, gözlerinde yumuşayan bir bakış belirdi. Sanki o da, benim hissettiklerimi anlıyormuş gibi bir an duraksadı. “Bak, Meltan,” dedi, sesindeki o sert ton biraz kırılmıştı. “Eğer başka bir yolun olduğunu sanıyorsan, bu seferlik gidebilirsin. Kimse seni zorlamıyor. Ama şunu bil: Sen hangi yola gidersen git, hayat seni hep geri çağıracak. Bu, senin kanında var.” O an içimde ikiye bölünmüş gibiydim. Komutan haklı olabilir miydi? Kaçmayı seçsem bile bu karanlık dünya beni bir şekilde kendine mi çekecekti? Kendimden emin olamıyordum, ama bu hayattan kaçmanın kolay olmayacağını biliyordum. Komutan’a son bir kez baktım, sanki kararımı anlamış gibi başını eğdi. Sessizce iç çekerek, “Bu karar senin, Meltan,” dedi. Ama ne olursa olsun, bu tartışma kafamda bir şeyleri netleştirmişti: Bu hayatın bedelleri vardı, ve her kararın, peşinden başka sorumluluklar getirdiğini artık çok daha iyi anlıyordum.Komutan’ın son sözleri içimde bir dalgalanma yarattı. Kafam allak bullaktı; bu hayatın getirdiği karanlık beni kendine çekerken ondan uzaklaşmak için içimde güçlü bir direnç vardı. Gözlerimi Komutan’dan ayırmadan, sinirimi bastırmaya çalışarak konuştum: “Komutan, senin için kolay olabilir ama benim için değil. Sanki hayatımı kendi ellerimle yok ediyormuşum gibi hissediyorum. Senin bu dünyanda yer almak istemiyorum!” Komutan derin bir nefes aldı, yüzü kararmıştı, ancak sesini yumuşatmaya çalışarak konuştu. “Meltan, bu dünyada yaşıyorsun ve bu dünyaya ayak uydurmak zorundasın. Senden istediğim tek şey, hayatta kalmayı öğrenmen. Bunu anlaman için daha kaç kere anlatmam gerekiyor?” “Hayatta kalmak mı?” diye sertçe karşılık verdim. “Yaşadığım her gün, içinde debelendiğim her korkuyla, hayatta kalmak için uğraştım. Sadece nefes almak yetmiyor artık bana. Ben gerçek bir hayat istiyorum; içinde huzur olan, güvenli olan bir hayat!” Komutan’ın gözlerinde ani bir kıvılcım belirdi. Yüzünü hafifçe bana doğru eğerek, alaycı bir ses tonuyla konuştu. “Gerçek bir hayat mı? Bu sokaklarda mı? Şu ana kadar böyle bir hayata ulaşabilen biri gördün mü Meltan? Bizim gibiler için huzur diye bir şey yoktur. Sen, benim kanatlarımdan uçup gitmek istiyorsun ama bir yere varamazsın. Bu yol zor, ama sen zaten başındasın!” “Ya bana yolun zor olduğunu her defasında hatırlatmaktan vazgeç ya da git bana huzurla nefes alabileceğim bir dünya bul! Ben senin karanlık oyunlarının, pis işlerinin, kime zarar verdiğini bilmediğim kirli planlarının içinde değilim!” diye haykırdım, sinirden yumruklarımı sıkarak. Komutan aniden yüzüme yaklaştı, gözleri tehlikeli bir biçimde parlıyordu. “Sen buraya gelirken kendini temiz sanıyordun, değil mi? Bu kadar masum, bu kadar naif olduğunu mu düşündün? Sen de bu dünyaya adım attığında lekelenmiş birisin, Meltan. Kendi kararlarını alıp bu yolda yürümeye başlamışsın, artık geri dönüş yok!” O an, onun gözlerinde bir şey gördüm; sanki benim direnişimi kırmak ister gibi bakıyordu. Hırçınca karşılık verdim, “Benim kararım değil, beni buraya sürükleyen sendin! Şimdi de bir suçlu gibi karşıma geçip hesap mı soruyorsun?” Komutan sesini biraz daha yumuşatmaya çalışarak başını eğdi, ama hâlâ sert bir tavırdaydı. “Belki seni buraya ben sürükledim, evet. Ama sen de bu hayatın içine adım attın, Meltan. Ben sana neyi vaat ettiysem, hepsini yerine getirdim. Şimdi sen bana sırtını döneceksen, bunun bedelini de göze alacaksın. Bir karar ver, ya bu hayatı kabul et ya da yoluna git.” Kelimeleri içimde yankılandı. Bedel… Gerçekten böyle bir bedeli göze alacak cesaretim var mıydı? Komutan’ın gözlerine bir kez daha baktım, ama orada anlayıştan çok zorlama vardı. Yine de pes etmemeye kararlıydım. “Belki de en büyük hata, seni dinleyip peşinden gelmekti,” dedim. “Ama artık bir çıkış yolu bulmak istiyorum. Yoksa kendim olmaktan tamamen vazgeçmek zorunda kalacağım. Senin dediğin gibi bir seçim yapmak istemiyorum!” Komutan kısa bir süre düşündü, derin bir nefes aldı ve yüzünü öne eğdi. “Belki de en baştan beri seni çok yanlış tanıdım, Meltan. Zayıf değilsin; inatçısın ve bu, seni daha güçlü yapıyor. Ancak bu yolda yürürsen, daha büyük bir güç gerek. Seçim yapmanın bir bedeli varsa, o bedel sadece senin taşıyabileceğin bir yük olacak.” Sözleri ağırdı, ama bir o kadar da kararlıydı. Artık onun gözünde başka bir anlam kazanmıştım ve o anlamın içinde kaybolmamak için direnmeliydim. Sonunda, kendimi daha çok savunmaya kararlı, ama bir o kadar da çaresiz hissettim.Komutan, gözlerindeki kararlılığı ve umursamaz tavrıyla yanımda duruyordu. Gözlerini benden ayırmadan derin bir nefes alarak, “Bazen içindeki sesi dinlemek en tehlikeli olandır,” dedi. Ama o an, kafamı karıştıran başka bir şey vardı. O kadar gergindim ki, belki de bir şeylerin yolunda gitmediğini hissetmem için gökyüzünün mavi bir örtüyle kaplandığını düşünmüştüm. Sıradan bir gün geçireceğimizi düşünmüştüm, ama yanımda yatan kaygı ve korku, sanki başka bir şeyin habercisiydi. Kafamın içinde dönüp duran düşünceler arasında bir anda bir ses duydum. Başımı çevirdiğimde, komutanın arkasında karanlık bir gölge belirdi. Sanki ortada bir şey yokmuş gibi duruyordu ama dikkatimi çekmeye başlamıştı. “Komutan,” dedim, sesim titrek bir hal almıştı. “Arkamda… bir şey var.” Komutan hemen döndü, ama geride kimse yoktu. Sadece boş bir alan ve o boşluğun karanlığı beni sardı. “Ne gördün, Meltan?” diye sordu, sesinde tedirgin bir ton vardı. “Gerçekten bir şey vardı. Gölgeler arasında kaybolmuş gibi hissediyorum. Beni izliyor gibi…” Kafamı salladım, belki de gözlerim yanıltıyordu. Ama içimde bir korku kıvılcımı yanmaya başlamıştı. O an, sanki ruhumun derinliklerinden gelen bir ses fısıldıyordu: “Sakın arkanı dönme!” Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Komutanın kafasında ne geçtiğini bilmeden, kalbim hızla çarparken daha fazla konuşmam gerektiğini düşündüm. “Beni buraya getirdin ve şimdi de bir şeylerin doğru gitmediğini hissediyorum. Burada bir tehlike var, bunu hissediyorum.” Komutan birkaç saniye sessiz kaldı, ardından omuzlarını silkerek, “Bazen hisler insanı yanıltır, Meltan. Ama eğer gerçekten bir şey olduğunu düşünüyorsan, belki de buna göz atmalıyız.” dedi. Gölge bir kez daha belirdi; bu kez daha belirgin bir form almaya başlamıştı. Ama ne olduğunu göremedim. Tekrar etmeden önce, korkunun ağırlığı içimde büyümeye başladı. “Sanki birileri bizi izliyor,” dedim, sessizce fısıldadım. “Bizi izleyen biri var!” Komutan hızla gözlerini dikip etrafı taradı. Yüzündeki soğukkanlılık yerini paniğe bırakıyordu. “Tamam, sakin ol,” dedi. “Dışarı çıkmamız lazım. Bu anormal bir durum, hemen çıkmalıyız!” Dışarı çıkmak için aceleyle hareket ettik ama geride bıraktığımız o karanlık gölge bir türlü zihnimden çıkmıyordu. Beni izleyen o gözlerin hâlâ orada olduğunu biliyordum. Bir şey oluyordu; bir şey gizemli bir şekilde gelişiyordu ve beni içten içe yemeye başlıyordu. Kapının önünde durduğumuzda, derin bir nefes aldım ve gözlerimi Komutan’a çevirdim. “Ne yapacağız? Burada gizli bir şey var gibi hissediyorum,” dedim. “Öncelikle dışarıda dikkatli olmalıyız. Her şeyin kontrol altında olduğunu düşünmüştüm ama bu, işlerimizi daha da karmaşıklaştırıyor. Gölgeyi görmek zorundayız; belki de onu bulup sorgulamalıyız,” diye yanıtladı. Kafamı sallayarak, dışarı çıktık. Hava boğucuydu ve sanki bir şeylerin değiştiğini hissediyordum. Her adımda içimdeki huzursuzluk büyüyordu. Ama Komutan’ın yanımda olması biraz olsun güvende hissettiriyordu. Dışarıdaki karanlık, gitgide daha da derinleşiyordu ve hiçbir şeyin güvenli olmadığı bir ortamda bulunduklarımızı biliyordum. Yavaşça ilerlerken, arkamızdan gelen bir sesle irkildim. Yüzümü dönüp baktığımda, bir kişinin karanlık bir köşeden süzüldüğünü gördüm. Ama ne yazık ki kim olduğu belirsizdi. Kalbim hızla çarparken, o figür aniden kayboldu. “Komutan!” diye fısıldadım, sesim titrek bir halde. “Birisi var!” Komutan hemen geri döndü ve dikkatle etrafı incelemeye başladı. “Nerede?” diye sordu. “Aynı yerdeydi ama şimdi yok,” dedim, korkum içinde büyüyordu. Tam o anda, yerdeki bir taşın üzerine basarak yere düştüm. Hızla kalkmaya çalışırken, Komutan beni çekti. “Sakın bırakma!” dedi. Ama içimdeki korku, beni bir yudum daha hapsedecekmiş gibi hissediyordum. “Ne olacak?” diye sordum, gözlerim boşluğa dalmıştı. Komutan, gözlerini yere sabitledi ve bir şeyler arar gibi görünüyordu. “Öncelikle burada kalmalıyız. Sakin kal, bir şey olursa ben varım,” dedi. Ama o sözlerin etkisiyle bir yere varamadığımı biliyordum. O karanlık figür beni içten içe sararken, neden burada olduğumuzu düşünmeme sebep oluyordu. Gölgeler arasında gizli kalmış bir sır vardı ve bunun peşindeydik. Beni bekleyen bu karanlık, bir gün beni tamamen yutacak gibiydi. Bu gece, içindeki gizemi çözmemiz gereken bir yolculuğa çıkmıştık. |
0% |