@_wolfcub_
|
(İlahi bakış açısı) Melisa’nın yokluğu kalbine derin bir boşluk açmıştı. Günler geçtikçe acısı hafiflemek bir yana, özlemi ve kafasındaki sorular artmaya devam ediyordu. İşte bu yalnızlık, onu hislerini kağıda dökmeye itti. Eline aldığı eski, yıpranmış günlüğe, birbiri ardına duygularını dökmeye başladı. 1. Gün “Melisa, sensiz bu ev çok sessiz. Sabahları yanında uyanamamak beni çaresiz bırakıyor. Nereye gittin, neden gittin? Gözlerimi her kapadığımda, senin yüzünü görmek istiyorum ama her defasında sadece bir boşlukla karşılaşıyorum. Keşke geri dönsen, seni bir kez daha görebilsem...” 5. Gün “Bugün, sana olan hislerimi sorguladım. Neden bu kadar çok özlüyorum seni? Belki de yalnızca sevgiden değil, aynı zamanda seni anlama arzusundan. Seni her an düşündüğümde, neden gitmiş olabileceğinle ilgili türlü varsayımlar geliyor aklıma. Korkuların mı vardı, benden sakladığın sırlar mı? Eğer dönecek olursan, her şeyi dinlemeye hazırım. Tek bir söz söylemesen bile, sadece yanında olman bile bana yeter.” 10. Gün “Yokluğun, benim içimde fırtınalar koparıyor Melisa. Her gün bu defteri açıp yazmak, acımı bir nebze olsun hafifletiyor. Rüyalarımda bile seni arıyorum, fakat uyanınca yine yanımda olmadığını hatırlıyorum. Bu içsel savaş, yalnızca senin gidişinle değil, aynı zamanda kendi geçmişimle de baş etmeye çalışmamla ilgili. Artık fark ediyorum ki, senin yanında olmam için önce kendimle barışmalıyım. Ama her gün biraz daha yıpranıyorum.” 15. Gün “Dün gece yine seninle ilgili bir rüya gördüm. O kadar gerçekçiydi ki… Yanıma gelmiş, ellerimi tutuyordun. Bana ‘her şeyin bir nedeni var’ demiştin. Uyandığımda hala ellerinin sıcaklığını hissediyor gibiydim. Ama bir bakışımla bu sıcaklığın bir yanılsama olduğunu anladım. Kendimi çaresiz hissettim. Sensiz geçen günler benim için kayıp bir zamana dönüşüyor. Beni geri çeken tek şey umut... Umut, seni bir gün burada, yanı başımda bulacağıma dair…” 20. Gün “Melisa, özlemim artık bir hüzne dönüştü. Sensiz yaşamayı öğrenmeye çalışmak, sanki hayatımdan bir parçayı eksik yaşamak gibi. Çıkıp seni aramak istiyorum, ama nerede olabileceğini bile bilmiyorum. Zaman akıp gidiyor ve seninle ilgili her detay daha da bulanıklaşıyor. Unutmaktan korkuyorum; gözlerinin parıltısını, gülüşünün verdiği o iç huzurunu… Eğer beni duyabiliyorsan, dön artık. Sadece birlikte olduğumuz o günlerin hatrına bile olsa…” 25. Gün “Bu günlüğü ilk açtığımda, birkaç gün içinde döneceğine emindim. Şimdi ise, her geçen gün sana olan inancımı kaybetmekten korkuyorum. Seni ne kadar çok sevdiğimi, yokluğunda daha iyi anladım. Seninle geçmişte yaşadığımız her şeyi yeniden gözden geçiriyorum. Belki bazı şeyleri konuşmamız gerekirdi. Belki de… bir şekilde seni uzaklaştırdım. Eğer suçlu ben isem, bunu kabul etmeye hazırım. Yeter ki geri dön.” 30. Gün “Melisa, bugün tam bir ay oldu. Bir ay boyunca senden hiçbir iz alamamak, içimde koskoca bir boşluk yarattı. Artık nereye baktığım, ne yaptığım umurumda değil. Her şey anlamsız bir döngüye girdi. Her sabah uyanıp aynı karanlık düşüncelerle baş başa kalıyorum. Eğer döner de bu yazdıklarımı okursan, bil ki, bu ayrılığın bana çok şey öğretti. Seni kaybetmenin acısıyla yüzleşirken kendimle de yüzleşmeyi öğrendim. Ama bunun bile bir sınırı var, Melisa…” Arkın günlüğünü kapattığında gözlerinde yaşlar belirdi. Melisa’nın dönmesini beklemek, onun için gün be gün zorlaşmıştı. Ama içten içe, umudunu tamamen kaybetmemeye çalışıyordu. Belki de Melisa, bu uzun ayrılıktan sonra, bir gün gerçekten geri dönecek ve Arkın’ın içindeki karanlığı yeniden aydınlatacaktı.Arkın, günlüğünü kapatıp sessizliğe daldığında kapının arkasından gelen ufak bir tıkırtıyla irkildi. İçinde beliren heyecan dalgasını bastırmaya çalışarak yerinden kalktı ve kapıya doğru birkaç temkinli adım attı. Kalbi hızla çarpıyordu, belki de sonunda Melisa dönmüş olabilirdi. Kapıyı açtığında karşısında yalnızca rüzgarın savurduğu birkaç yaprak gördü. Yine de etrafına bakınarak umutla onu aradı, fakat kimse yoktu. Derin bir nefes alıp tekrar içeri girdi ve kendisini koltuğa bıraktı. Bu tür sahte umutlar, her seferinde yüreğini biraz daha hırpalıyordu. Dönüp dolanıp Melisa’nın bıraktığı o notu eline aldı. Cümleleri defalarca okudu; ama her okuduğunda anlamını yitiriyormuş gibi hissetti. Bir zamanlar tanıdığı Melisa, böylesine aniden ortadan kaybolacak birisi değildi. Bir şeylerin değiştiği kesindi, ama nedenini bir türlü çözümleyemiyordu. O gece, rüyasında yine Melisa’yı gördü. Bu kez uzaklardan ona bakıyordu, gözlerinde hüzün vardı. Arkın ona doğru yaklaşmak için bir adım attı, fakat Melisa geriledi. “Beklemem gereken bir şey mi var?” diye sordu rüyasında. Melisa, başını eğerek ona, "Zaman her şeyin cevabını verecek," dedi. Rüya burada sona erdi, fakat Arkın sabah kalktığında bu rüyayı unutmak istemedi. Rüyaların, ona mesaj taşıdığına dair bir hisle uyanmıştı. İçindeki umudu diri tutmaya çalışan bu küçük işaretlere tutunarak bir süre daha beklemeye karar verdi Aradan geçen haftalar, Arkın’ı daha da içe dönük bir hale getirmişti. Her gün sabahları Melisa’nın bıraktığı boşluğu hissederek uyanıyor, ardından kendini dışarı atıyordu. Doğa yürüyüşlerine çıkmaya, kafasını dağıtmaya çalışıyordu. Yine böyle bir gün, sık ormanlık bir alanda ilerlerken, küçük bir derenin kenarındaki düz bir taşa oturup günlüğünü açtı. Kalemi eline aldığında, içindeki karmaşık duyguları yine kağıda dökmeye başladı: **45. Gün** “Bugün, ilk defa bir umut ışığı gördüm. Rüyamda söylediklerin, bana bir şeyler beklemem gerektiğini hissettiriyor. Ama senin yokluğunda geçen her gün içimde bir yara açıyor, Melisa. Sanki bu ormanda, senin bıraktığın bir iz arıyormuş gibi dolaşıyorum. Şunu bilmeni istiyorum: Seninle yaşadığımız her anı hâlâ kalbimde saklıyorum. Gitmiş olsan da, benden hiçbir şey götüremedin. Burada, bu ormanın içinde, sanki senin nefesini duyuyorum.” **60. Gün** “Bugün seni düşündüğümde, içimde garip bir huzur hissettim. Artık geçmişin yükünü taşımaya çalışmıyorum. Belki de, seninle olan bağımı bu kadar güçlü hissettiğim için. Belki de bu bekleyiş, içimdeki yaraları iyileştiriyor. Her gün, seni kaybetmenin getirdiği boşlukla yüzleşmek zorunda kalıyorum. Ama yine de kalbimin bir köşesinde, döneceğine dair umutlu bir ateş yanıyor.” **70. Gün** “Bu sabah uyandığımda, senden gelen bir koku duyumsadım. Beni mi ziyaret ediyorsun, yoksa zihnimde sana dair her detay, bu kadar yoğun mu? Sanki bir yerlerde beni izliyorsun, varlığınla bana güç veriyorsun. Ne kadar beklemem gerektiğini bilmiyorum ama sana kavuşmak için sonsuza kadar bekleyebilirim. Bekleyişin bana getirdiği bu yalnızlık bile senin yokluğundan daha katlanılır hale geliyor.” Arkın, günlüğüne yazdıkça, içindeki Melisa’ya duyduğu sevgiyi her satırda yeniden keşfediyordu. Melisa’nın bir gün döneceğine olan inancı, onu bu boşlukta bile hayatta tutuyordu. Fakat artık o da biliyordu ki, Melisa’nın dönüşü, bir mucizeyi gerektiriyordu. Bir sabah, günlerin getirdiği yorgunlukla yatağında gözlerini açtığında kapıda bir tıkırtı duydu. Bu defa, sesin bir rüzgar oyunu olmadığına emindi. Kalbi çarparken, hızla kapıya doğru yürüdü ve kapıyı açtığında karşısında Melisa’yı gördü. Saçları dağınıktı, gözlerinde bir derinlik vardı ama içten gelen bir sıcaklıkla gülümsüyordu. Sessizce birbirlerine baktılar, gözleri tüm o anlatılamayan hisleri bir bakışla ifade ediyordu. Melisa, sessizce ona yaklaştı ve, “Seni beklettim, biliyorum,” dedi. Arkın, onu kucakladığında tüm bekleyişlerinin ve acılarının bir anlamı olduğunu hissetti. Artık ikisi de yalnız değildi; kendileriyle, geçmişleriyle, gelecekleriyle yüzleşmek için bir şansı vardı. Arkın, Melisa’nın kokusunu içine çekerken, kaybolduğu günlerden dönen bu sıcaklığı bir daha asla bırakmamaya yemin etti. (Melisa) Arkın, seninle karşı karşıya kaldığımızda bir şeyleri açıklamak için çok geç kalmış gibi hissettim. Ama belki de en başından her şeyi paylaşmalıydım. Oysa içimde büyüyen bu korkuları, geçmişin izlerini sana açmak yerine kendimce başa çıkabileceğimi sandım. Şimdi, dönüp baktığımda, yaptığım hataları daha iyi anlıyorum. Sana o küçük notu bırakıp gitmek zorunda kaldım; çünkü hem seninle hem kendimle yüzleşmem gerekiyordu. Seni aniden terk etmemin ardında sandığından çok daha fazlası vardı. Geçmişim, Arkın. Geçmişim beni takip eden ağır bir yük gibiydi. Bunu sana açmak her zaman korkutucuydu; belki de, seninle olan o güzel günleri bozmaktan çekindiğim içindi. Çünkü seninle olduğumda, kendimi hep olduğumdan daha iyi, daha güçlü biri gibi hissediyordum. Ama aslında, içimde bir türlü kapatamadığım yaralar taşıyordum. Hayatıma devam edebilmek, senin yanında gerçekten var olabilmek için önce bu yaraları sarmam gerekiyordu. Gidişim bu yüzden oldu, Arkın. Seni sevdiğim için, seninle o geçmişin ağırlığıyla değil, sadece “biz” olarak var olabilmek için uzaklaştım. Bir süre kendimle kalmam gerekiyordu. Çocukluğumdan kalan acıları, hayatımda taşıdığım hataları, eksik bıraktığım taraflarıma bakmam gerekiyordu. Bunlar her gün içimde seni kaybetme korkusunu da besliyordu. Zihnimde sürekli o eski hataların bir gün bizi de yok edeceğine dair bir düşünce dönüp duruyordu. Korkularımı sana anlatmaktan çekindim, çünkü seni üzmek istemedim. Ama işte sonunda kendimi tutamadım, gitmek zorunda kaldım. Gittiğimde, her an seni düşündüm. Senin bana olan sevginin gücüyle, en zayıf olduğum noktalarımı bile kabul etmeye çalıştım. Bir yandan senden uzak kalmanın acısı, bir yandan da kendi içimde açığa çıkardığım gerçeklerle yüzleşmek, oldukça zordu. Ama her gün sana dair bir anı, bir gülüş, bir dokunuş aklımda belirdiğinde, gücümü toplamamı sağladı. Bana gerçekten kim olduğumu hatırlatan ve bunu sevebileceğini gösteren tek kişi sendin, Arkın. Ayrılığımız boyunca kendi iç dünyamı derinlemesine incelemeye başladım. Belki de kendimle baş başa kalmak zorunda kalmasaydım, senin yanındayken bile bu karanlık düşüncelerden asla tam anlamıyla kurtulamayacaktım. Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı, kendimi sevmeyi ve bu içsel yaralarımı onarmayı öğrenmeye çalıştım. Kendimle barışmazsam, seninle barışamam. Kendimi sevmeyi başaramazsam, seni hak edemem, bunu anladım. Bu süreç beni o kadar zorladı ki, bazen dayanamayacağımı hissettim. Ama hep aklımda, bir gün geri döneceğime dair kendime verdiğim söz vardı. Senin kollarına geri döneceğim o günü hayal ettim, ve bu hayal bana dayanma gücü verdi. Senin varlığın benim için hep bir umut ışığıydı. Kendimi onarmaya başladıkça, sana anlatmam gerekenleri düşündüm, sakladığım her şeyi. Sana, senin gücün ve sabrın sayesinde burada olduğumu söylemek istedim. Ama döndüğümde, seni aynı şekilde bulabileceğimden emin olamıyordum. Artık buradayım, Arkın. Seni bekletmiş olabilirim ama sonunda kendimi ve seni anladığımı hissediyorum. Bu bekleyişin, içsel yolculuğumuzun bizim için çok kıymetli olduğunu biliyorum. Şimdi, tüm bu anlatamadıklarımı, geçmişteki izlerimi, korkularımı ve içimdeki her yarayı seninle paylaşmaya hazırım. Çünkü artık seninle tüm benliğimle var olabilirim.Şimdi senin karşında dururken, içimdeki bütün korkuları, pişmanlıkları ve yaraları saklamadan sana gösterebilirim. Bu uzun yolculuk boyunca, geçmişimle yüzleşirken hissettiğim yalnızlık, bana içimde nasıl dağılmış ve eksik kalmış bir yönüm olduğunu gösterdi. Sanki geçmişimde beni yaralayan tüm anılar, hiç kapanmamış yaralar gibi hep içimde bir yerlerde kanamaya devam ediyordu. Seninle birlikteyken kendimi güçlü hissediyordum, evet. Ama en derinimde hâlâ bu kırık parçalar vardı. Senin yanında daha da gizlemek zorunda hissettim çünkü senden gelecek her türlü yargı ya da küçücük bir hayal kırıklığı beni tamamen yıkabilirdi. Ama artık buradayım ve sana sadece sevgimle değil, aynı zamanda kendimle yüzleşmiş halimle geldim. Bu yokluk süresince beni sarsan en güçlü gerçek şu oldu, Arkın: Geçmişimle barışmazsam, seni de kendimden uzaklaştıracaktım. Sırf o anı yaşamak için, seni bu yüklerle sarmak istemiyordum. Anladım ki, bizi gerçekten koruyacak olan tek şey, aramızdaki açıklık, saf ve dürüst bir bağ. Kendi geçmişimin hayaletlerinden saklandıkça, seni de istemeden o karanlığa çekiyordum. Bunu fark ettikçe, kendi içsel yolculuğumda ilerlemem gerektiğini anladım. Senden uzak kaldığım her gün, sana olan sevgimi daha da derinlerde hissettim. Seni düşünüp yaşadığım her an, kendime daha çok yaklaştım. Geçmişimde yaşadığım her acıyı, bana haksızlık eden herkesi, her hatamı kabul ettim. Affetmem gereken birçok insan vardı, ama en çok da kendimi affetmem gerekiyordu. Belki en büyük korkum buydu; kendimi olduğum gibi kabul edememek. Bütün bu korkuların, yüklerin ortasında kendimi iyileştirmeye çalıştım, çünkü artık sana tam bir insan olarak dönebilmek istiyordum. Bugün karşında dururken, hissettiğim hafifliği tarif etmem zor. Artık senin yanındayken hiçbir şey gizlemiyorum; hislerim, korkularım, zayıf yanlarım, her şey olduğu gibi ortada. Bu yolculuk bana sadece seninle olan bağımı değil, aynı zamanda kendimi de sevmeyi öğretti. Seninle olan sevgim, bana kendimi bulmam için ışık oldu. Tüm bu süre boyunca beni beklemiş olman, gösterdiğin sabır ve bana olan inancın, şu an burada olmamın en büyük sebebi. Eğer izin verirsen, sana en baştan başlayarak kendimi yeniden tanıtmak istiyorum. Geçmişimi, korkularımı, neden gittiğimi ve her şeyden sonra nasıl geri dönebildiğimi en açık haliyle anlatmak istiyorum. Çünkü bu defa, seni bütün yüreğimle ve kendime duyduğum güvenle seviyorum. Her şeye rağmen buradayım ve artık kaçmadan, saklanmadan, geçmişimle birlikte ama onun beni esir almasına izin vermeden bir geleceğe adım atmak istiyorum. Seninle, gerçekten ve tam anlamıyla birlikte olabileceğim bir geleceğe. Sana tüm kalbimle teşekkür ediyorum, Arkın. Sabırla beklediğin, bana ışık olduğun, kendimi bulmam için beni özgür bıraktığın için. Artık seninle olmak için değil sadece, ama gerçekten “biz” olabilmek için buradayım.Arkın, bu yolculuk beni en derinlerde bile saklı kalmış yaralarla yüzleşmeye zorladı. Artık kendimi bir bütün olarak seninle paylaşmaya hazırım. Çünkü bu defa sadece sevdiğim için değil, seninle paylaşabileceğim her şeyle buradayım. Sana tekrar tekrar teşekkür etmek yetmez belki, ama bunu yapmalıyım; çünkü beni en kırılgan hâlimle bile kabullenebileceğine dair bana cesaret verdin. Beni beklemek zorundaydın, bu yüzden belki de sana haksızlık ettim. Ama bu yolculuğun sonunda, şimdi tüm kalbimle şunu anladım: Senin varlığın, senin sabrın ve sevgin olmasaydı, kendimi asla toparlayamayabilirdim. Ben yokken, her gün defterine yazdıklarını biliyorum. Yüreğinin en karanlık anlarında bile beni düşündüğünü, bana dair bir umutla yaşadığını... Senin defterde yazdıklarını okuduğumda, sanki bana olan hislerin her gün yeniden doğmuş gibi hissettim. Bu kelimeler, senin özleminin gücünü, sevginin derinliğini ve dayanma azmini bir kez daha gösterdi bana. Özür dilemek yetmez belki, ama bu süreçte yaşadığın her acıyı kalbimde hissettiğimi bilmeni istiyorum. Her geçen gün beni düşündüğün için minnettarım, çünkü bu bekleyiş, bana olan sevgini hiç eksiltmediğini gösterdi. Artık senden saklamadan anlatmam gereken şeyler var. Sen yokken, çocukluğuma döndüm, aileme, beni şekillendiren o sancılı yıllara... Birkaç yıl boyunca hayatımda saklı kalan tüm hatıraları tekrar hatırladım. Küçük bir kızken yaşadığım acıları, yaralandığım anları tek tek yeniden yaşadım. Yalnızca fiziksel değil, duygusal olarak da hissettiğim o yaralar, benim içime işlenmişti ve hepsi sana bir gün anlatabileceğimden çok daha karmaşıktı. En büyük korkum, o yaraların seni de etkilemesiydi. Fakat fark ettim ki, o acıları artık taşımak zorunda değilim. Geçmişimi olduğu gibi kabul etmeyi, onu sevgiyle sarmalamayı öğrendim. Artık geçmiş, omuzlarımda taşımam gereken bir yük değil, sadece benim bir parçam. Bu yüzleşme bana şunu öğretti: Birlikte mutlu bir gelecek inşa edebilmek için, tüm bu kırılgan yanlarımı sana göstermek zorundayım. Sana, sevdiğim ve güvendiğim için tüm eksiklerimle var olabilmeyi öğrenmek zorundaydım. Ve şimdi burada, karşında dururken, hiçbir şey saklamadan seninle "biz" olmayı seçiyorum. Biliyorum, yeni bir başlangıç kolay olmayacak. Yine de, geçmişin yaralarını kabullenmiş biri olarak, seninle gerçekten mutlu bir geleceğe yelken açabileceğime inanıyorum. Seninle beraber, içimdeki tüm korkuları, acıları, geçmişin gölgelerini geride bırakarak yaşamayı istiyorum. Artık hayatımı sevginin gücüyle, senin desteğinle yeniden inşa etmek istiyorum. Sana söz veriyorum Arkın, kendimden sakladığım ne varsa artık hepsi ortada ve hepsini birlikte iyileştirebiliriz. Senin yanında gerçekten kendim olabilmek, olduğum gibi kabul edildiğimi hissetmek… İşte bu yüzden, seninle “biz” olarak kalmak, her gün seni yeni baştan sevebilmek için buradayım. Eğer kabul edersen, birlikte her sabahı, her rüyayı, her acıyı paylaşarak yaşamak istiyorum. Her gün bu yolculuğun bir parçası olarak, seninle, tüm gerçekliğimle yürümeye hazırım. Bana tekrar tekrar olan güvenini kaybetmediğin için minnettarım. Bu defa gerçekten, içten bir başlangıç yapabilmemizi dilediğim için buradayım ve bu defa hiçbir şey saklamadan, tüm gerçekliğimle seni seviyorum.Artık senin yanında dururken, geçmişteki gölgelerden, korkulardan sıyrılmış olarak, bütün gerçekliğimle burada olduğumu hissediyorum, Arkın. Eskiden, kendimle yüzleşmenin seninle aramıza engeller koyacağını, belki beni daha zayıf göstereceğini düşünürdüm. Ama şimdi biliyorum ki, seninle paylaştığım her şey, bizi daha da yaklaştıracak. Kendi içimde büyütüp durduğum yaraların, aslında senin şefkatinle iyileşebileceğini, birlikte tüm acıları sevgiye dönüştürebileceğimizi anlamam gerekiyordu. Bu yolculuk bana yalnızca geçmişin yaralarını değil, gelecekten de korkmamayı öğretti. Senin varlığınla, senin sabrın ve sevginle geleceğe dair bir umut var içimde. Gelecek belirsiz, evet; ama seninle her şeyin üstesinden gelebileceğime inanıyorum. Belki de her gün yeniden başlayacağız, her sabah yeni bir umutla uyanacağız. Belki hayat yine önümüze zorluklar çıkaracak; ama bu defa, her şeyle yüzleşmeye hazır bir şekilde buradayım. Ve artık yalnız değilim — birlikteyiz, Arkın. Seninle geçireceğimiz her anı daha derinden hissetmek, geçmişin ağırlığı olmadan, sadece sevgiyle dolu anılar biriktirmek istiyorum. Sana artık hiçbir şey saklamadan, her duygumu ve her düşüncemi özgürce paylaşabileceğim bir hayat sunmak istiyorum. Biliyorum ki, geçmişim ve yaralarım bizim hikâyemizin bir parçası oldu; ama artık yalnızca geçmiş değil, geleceğe dair hayaller de kurmak istiyorum seninle. Sana bir söz vermek istiyorum, Arkın. Bu sefer, hiçbir şey saklamayacağım. En karanlık yanlarımı bile sana göstermekten çekinmeyeceğim. Korkularımı, hayallerimi, umutlarımı seninle paylaşacağım. Ve en önemlisi, her gün sana olan sevgimi, minnettarlığımı göstereceğim. Seni beklettiğim, yüreğini yorduğum günler için telafi edeceğim. Bize zaman tanıyan, bu sevgiyi sabırla yaşatan senin değerini hep bileceğim. Seninle yeni bir başlangıca adım atmaya hazırım. Birlikte yaşayacağımız her güzel an, her zorluk, bizi daha da güçlü kılacak. Artık buradayım, Arkın; seni her zamankinden daha çok seviyor, sana her zamankinden daha çok inanıyorum. Gelecek bize ne getirirse getirsin, seninle her şeye göğüs germeye hazırım. Ve her şeyden önemlisi, seni her gün, her an daha fazla seveceğime söz veriyorum.Bu haftayı Arkın’la birlikte geçirecek olmak kalbimde tarifsiz bir heyecan yaratıyordu. Bu defa, geçmişin gölgeleri ya da geleceğin belirsizliği olmadan, sadece o anın tadını çıkaracaktık. Bir hafta boyunca birlikte kitap okuyup müzik dinlemeye karar verdik; bu, onunla paylaşmayı en çok sevdiğim şeylerden biriydi. Yalnızca sessizce yan yana oturmak, gözlerimizin aynı satırlarda buluşması, duyduğumuz melodilere aynı anda eşlik etmek… Sanki her şey olması gerektiği gibi, huzurluydu. İlk günümüz için Camus’nün *Yabancı* kitabını seçtim. Bu kitap bana her zaman yalnızlığın, hayatın o eksik kalmış yanlarının ne kadar derin olabileceğini hatırlatırdı. Fakat bu defa farklıydı; Arkın yanımdayken, o satırların ağırlığı hafiflemiş gibiydi. Kitabın ilk sayfasını açtığımda Arkın, yanımda oturdu, başını omzuma yasladı. Camus’nün ilk cümlelerini sesli okumaya başladım, ve içimde bir yerde, bu kelimelerin bizde nasıl yankı bulacağını merak ettim: > "Bugün annem öldü. Belki de dün, bilmiyorum. Bir telgraf aldım; 'Anneniz vefat etti. Yarın defnedilecek. Saygılar,' diye. Bu bir şey anlatmıyor. Belki de dün olmuştur." Bu satırları okurken Arkın’ın nefes alışını, yanımda hissettiğim o sıcaklığı düşündüm. Bu kadar yalnızlık dolu bir karakterle Arkın’ın yanımda oluşu arasında garip bir tezat vardı. Camus’nün yalnızlığına inat, ben burada, yanımda onun varlığıyla huzur doluyordum. O an, ne geçmiş vardı ne de gelecek; yalnızca biz vardık. Kitabın ortalarına yaklaştığımızda Arkın kitabı elimden aldı, sayfaları çevirdi ve sessizce okumaya başladı. Bazen onun sesiyle bu satırları duymak bana farklı bir anlam katıyordu. Camus’nün hayatın anlamsızlığını, yabancılığını anlatan her satırında, Arkın’la birlikte hayata tutunmanın, varlığımızın değerini daha çok hissediyordum. O okurken, gözlerim bir an gözlerine kaydı ve kitabın satırlarından bağımsız olarak şöyle dedim: “Sen yanımdayken dünya çok daha güzel, çok daha anlamlı, biliyor musun?” O, derin bir bakışla yüzüme baktı ve gülümsedi. İşte bu an, ikimizin hayatındaki en basit ama en güzel anlardan biriydi. Hafta boyunca yalnızca kitap okumakla kalmadık, aynı zamanda en sevdiğimiz şarkıları dinledik. Leonard Cohen’in o eşsiz sesi, sessizliğimizi yumuşatan melodilerle odanın içinde yankılandı. Cohen’in *“Suzanne”* şarkısı çalmaya başladığında, Arkın gözlerini kapatıp şarkıya eşlik etti. Bu şarkının her sözünde, onunla olduğum anların güzelliğini bir kez daha fark ettim. Cohen’in o dingin sesiyle duyduğumuz o sözler… > "And you know that she's half-crazy, Birbirimize gülümsedik; bu satırlar, belki de birbirimizde gördüğümüz, kabul ettiğimiz o eksiklikleri ve çılgınlıkları anlatıyordu. Hayatın karmaşıklığına ve tüm o belirsizliğe rağmen, birlikte olduğumuzda her şey yolunda gibi hissediyordum. Bu şarkı o anı daha da özel kıldı. Birlikte dinlediğimiz her melodide, birbirimize daha da yakınlaştık. Geceleri *Şeker Portakalı*’nı okumaya başladık. Zeze’nin hikâyesi içimizi burkarken, Arkın’la birlikte her sayfada Zeze’nin yaşadığı acıyı paylaştık. Zeze’nin kırılgan, ama bir o kadar güçlü yanları, hayatımıza bir ışık gibi doldu. Zeze’nin o ünlü sözlerini okuduğumda, sesim titredi: > “Ama şimdiden söyleyeyim: İnsanları incitmek çok kolay, ama onları tamir etmek zor. Bir çiçeği soldurduğun zaman, yeniden açması için bütün baharı beklemen gerek.” Bu satırları okurken, geçmişte birbirimize verdiğimiz zararları düşündüm. Ne çok şey kırılmıştı, ne kadar çok yara açmıştık birbirimizde. Ama şimdi, o yaraların iyileşmesini sabırla beklemek için yan yanaydık. Tüm bu kelimeler, satırlar, şarkılar bize bir şeyleri hatırlatıyordu: Birlikte olduğumuzda, her şey yeniden çiçek açabilir. Geceleri müzik çalarken gözlerimizi kapatıp sessizce dinlerdik. Simon & Garfunkel’in *“The Sound of Silence”* parçası yankılanırken, odada sadece müziğin ve kalp atışlarımızın sesi duyuluyordu: > "Hello darkness, my old friend, Bu şarkının her notasında geçmişin izleri vardı; ama aynı zamanda geleceğe dair bir umut da barındırıyordu. Karanlık ve sessizlik artık korkutucu değildi, çünkü ikimiz de o karanlıkta birbirimizin ellerini tutmuştuk. Bir hafta boyunca bu küçük dünyamızda, kitaplar ve müziklerle dolu anılar biriktirdik. Her gün yeni bir sayfa, yeni bir şarkı, yeni bir anlam demekti. Geçmişin izleri, Camus’nün yalnız karakterleri, Zeze’nin o kırılgan yanları, Cohen’in derin sözleri… Hepsi bizim hikâyemize dokunarak, her bir anı özel kıldı. Bu hafta boyunca Arkın’la sadece yan yana olmadık; birbirimizi yeniden keşfettik, içimizde gizli kalmış duygularla, kelimelerle tanıştık. Artık sadece birlikteydik, her notada, her satırda ve her anıda.O bir hafta boyunca, Arkın’la hayatımızı saran her şeyi yavaşça çözerek, birbirimizin ruhuna dokunarak geçirdik. Günlerce yan yana oturup, kitapların sayfalarında kaybolduk. Birlikte okuduğumuz satırlarda bazen birbirimize dönüp, o cümlelerin bizde uyandırdığı duyguları sessizce paylaştık. Bir gün *Şeker Portakalı*’ndan bir bölüme geldik; Zeze’nin babasına olan sevgisi, her şeye rağmen hayata tutunma çabası bizi derinden etkilemişti. Zeze’nin içindeki masumiyetle hayatın zorluklarına karşı verdiği savaşı okurken, kendi yaralarımızı hissettik. Kitabın bir yerinde Arkın durup, derin bir nefes aldı ve gözlerini bana çevirdi. Birlikte sessizce birkaç saniye durduk, sonra Zeze’nin umut dolu, ama kırılgan sözleri odamızda yankılandı: > “Bütün dünyanın acısını senin üstüne döksem bile, o içindeki küçük umut, her şeyin daha güzel olacağına inanıyor değil mi?” Bu cümleyi okuduktan sonra, içimde yavaşça yükselen o eski korkuları fark ettim. Çocukken yaşadığım acıları, o günlerin izlerini, yalnız hissettiğim anları… Hepsini Arkın’ın yanında yeniden hissediyordum, ama bu defa daha güçlüydüm. Arkın, o an gözlerimin içine bakıp elimi tuttu ve yumuşak bir sesle “Artık yalnız değilsin, Melisa” dedi. O sözler, içimde bir yerlere dokundu ve bana sadece şimdiyi değil, geleceği de birlikte inşa edebileceğimiz bir cesaret verdi. Gece olduğunda ise, müzik açar, gözlerimizi kapatır, birlikte dinlerdik. Bazen Arkın’ın omzuna yaslanır, melodilerin bize sunduğu duygulara dalardım. Simon & Garfunkel’in *“Bridge Over Troubled Water”* şarkısı çalmaya başladığında, o satırlar içime işledi: > "When you're weary, feeling small, Bu sözleri duyduğumda, Arkın’ın beni sarmalayan varlığını, destek dolu bakışlarını, beni yalnız bırakmayan o derin sevgisini hissettim. Birbirimizi ne kadar çok incitmiş olsak da, her seferinde yeniden bir araya gelerek yaralarımızı birlikte iyileştirme cesaretini bulduğumuzu anladım. Arkın’ın elini sıkıca tutup, yüzümü ona çevirdim ve “Seni sevdiğim için burada değilim; seninle olmam gerektiği için buradayım,” dedim. Arkın’ın gözlerindeki minnet, o an ikimizin de yüreğinde bir sıcaklık yarattı. Ertesi gün, eski bir dost gibi tanıdığım *Kürk Mantolu Madonna*’yı seçtik. Sabah kahvelerimizi alıp köşemize çekildiğimizde, kitabın sayfalarını açtım. Kitabın karakterlerinden Raif Efendi’nin derin yalnızlığı, o hüzünlü ama umut dolu aşk hikâyesi, ikimizin de yüreğine dokundu. Birlikte sessizce okuduk, sayfalarda Raif Efendi’nin kalbini Maria Puder’a açtığı o cümlelere geldiğimizde, içimde bir titreme hissettim. Bu satırları sesli okumaktan çekindim, çünkü Raif’in hissettiği yalnızlık, sevgiye duyduğu o sonsuz inanç bana kendi hislerimi hatırlatıyordu. Fakat Arkın, nazik bir şekilde kitabı elimden aldı ve Raif’in Maria’ya yazdığı o duygusal satırları okumaya başladı: > “İnsanları tanımıyordum. Dünyayı tanımıyordum. Ve en kötüsü, kendimi tanımıyordum.” Bu cümleleri duyduğumda, gözlerim doldu. Geçmişte Arkın’a karşı hissettiğim güvensizlikleri, onun bana verdiği sevgiye karşılık veremeyişimi düşündüm. Kendi yaralarımı tam olarak tanımadığım için ona da kendimi verememiştim. Ama şimdi burada, her şeyden arınmış bir haldeydik. Artık birbirimize karşı dürüsttük, kendimize karşı bile. Arkın, sayfaları çevirip Maria’nın Raif’e söylediği o ünlü cümleyi okudu: > "Dışarıdan bakılınca kapalı bir kutuyum ben. Bir kere açıldı mı da içinden kim bilir neler çıkacak…” Bu satırlar, kendimle verdiğim mücadelenin simgesi gibiydi. Geçmişte kaçıp sakladığım tüm o hisleri Arkın’ın yanında açığa çıkarmıştım ve korkmam gereken bir şey olmadığını şimdi anlıyordum. O an ona “Sen de açılmış bir kutusun, Arkın. Bu yüzden burada yan yanayız,” dedim. Birlikte gülümseyerek, kitabın kalan sayfalarını tamamladık. Bu anların içimizde bıraktığı izleri uzun süre unutamayacağımı biliyordum. Haftanın sonuna yaklaşırken, odayı yumuşak bir ışık kapladı ve Leonard Cohen’in *“Dance Me to the End of Love”* şarkısını açtık. Bu şarkı bize sanki bir dans çağrısı gibi geldi; içimizde biriktirdiğimiz tüm kırılganlıkları, sevgiyi, pişmanlıkları bu dansla unutur gibi hissettik. Şarkının sözleri odada yankılanırken Arkın’la göz göze geldik. Ellerimizi birleştirip, adım adım odanın ortasında dans etmeye başladık: > "Dance me to the end of love… O an içimde hissettiğim şey sadece sevgi değil, aynı zamanda huzurdu. Artık her şey geride kalmış, sadece ikimizin var olduğu bu an kalmıştı. Bu dansla, sanki birbirimizin içsel karmaşasını unutturuyor, birbirimizi yeniden tanıyorduk. Müzik yavaşça sona erdiğinde, Arkın beni kendine çekip sıkıca sarıldı. O sarılışta, birbirimize duyduğumuz güven, sevgi ve minnettarlık vardı. Bu hafta, yalnızca birlikte kitap okuduğumuz ya da müzik dinlediğimiz bir hafta değildi; bu, birbirimize her şeyimizi açtığımız, en gizli yaralarımızı ortaya koyduğumuz bir süreçti. Artık geçmişin yükü üzerimizde değildi; yalnızca ikimizin bir araya getirdiği sevgi vardı. O hafta boyunca öğrendiğim en önemli şey, birlikteyken hayatın tüm karmaşasının bir anlam kazandığıydı. Gelecek belirsiz olsa bile, Arkın’la yan yana olduğumuz sürece her şeyin üstesinden gelebileceğimizi biliyordum. Bu defa gerçekten, birlikte yazacağımız bir hikâyeye hazırdım ve Arkın’la, hayatın tüm renkleriyle dolu bir geleceğe yürümekten daha güzel bir şey yoktu.Bir hafta boyunca geçirdiğimiz zamanın ardından, içimde birikmiş duygular bir nehir gibi akmaya başlamıştı. Arkın’la birlikte okuduğumuz kitaplar ve dinlediğimiz müzikler, geçmişi unutturmuş, geleceğe dair umutlarımı yeşertmişti. O hafta boyunca paylaştığımız her an, hayatımın en değerli anı haline gelmişti. Ancak, bu dönemin sona ermesinden korkuyordum. Çünkü geçirdiğimiz her gün, birbirimize olan bağımızı daha da güçlendirmişti ve bu bağın kaybolmasından endişeliydim. Son gün, yine kahve yapıp rahat bir köşeye oturduğumuzda, Arkın gözlerime baktı. “Birlikte geçirdiğimiz bu zaman benim için çok özel, Melisa,” dedi. “Sadece seninle değil, kendi içimdeki karanlıkla da yüzleşmem gerektiğini anladım. Senin sayende, hayatımda ne kadar değerli anların olduğunu fark ettim.” Bu sözler, kalbimde bir sıcaklık yarattı. Onun yanımda olmasının verdiği güçle, geçmişin gölgelerinin üstesinden gelmek için daha da istekliydim. O gün, seçtiğimiz son kitap *Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya*’sı oldu. Bu kitabın distopik dünyası içinde kaybolmak, ikimizi de düşündürücü bir yolculuğa çıkardı. Huxley’in yazdığı bu kurgu dünyasında bireyin kaybolması, toplumun baskıcı yapısı, insana dair sorgulamaların derinliği… Hepsi içimde bir yerleri gıdıklıyordu. Okumaya başlarken, ilk sayfalarda Arkın’ın sesinde bir hüzün sezdim: > “Bütün bu büyük topluluk, insanlığı bir araya getiren en küçük birim olan bireyi unuttukça, geleceğimizi kaybettiğimizin farkında değil. Hayatın anlamı, kaybolmuş bir ruh gibi…" Bu satırları duyduğumda, bu distopik dünyada bile Arkın’ın yanında, onunla birlikte olmanın ne kadar değerli olduğunu düşündüm. “Ama Arkın,” dedim, “biz bu dünyada bile birbirimizin anlamını bulabiliyoruz. Birey olmanın önemini, seninle birlikte olduğumda daha çok hissediyorum.” Arkın, gülümseyerek “Evet, Melisa. Bu yüzden buradayız; birlikteyiz. Hayatın anlamını bir arada bulmak için… Her zorluk, bizi daha da güçlü kılıyor.” dedi. Bu, birbirimize olan bağlılığımızı ve desteğimizi güçlendiren bir andı. Yavaş yavaş sayfaları çevirdikçe, kitabın karakterleri üzerinden kendi hayatımıza dair dersler çıkardık. Huxley’in yarattığı o karanlık dünyadan sıyrılarak, kendi hayalimizdeki geleceği nasıl inşa edebileceğimizin yollarını arıyorduk. Akşamları, okuduklarımızı tartışmak için saatler harcıyorduk. Birçok konuda farklı görüşlere sahip olmamız, sohbetlerimizi daha da derinleştiriyordu. Özellikle Huxley’in kurduğu toplumun birey üzerindeki etkilerini konuşurken, Arkın’a “Senin gözünde bu distopik dünyada kim olursun?” diye sordum. O an yüzünde düşündürücü bir ifade belirdi. “Bilmiyorum,” dedi. “Belki bir isyancı; belki de sıradan biriydim. Ama şimdi, geçmişteki hatalarımla yüzleşip, kendi içimdeki karanlıkla savaşarak, daha güçlü bir birey olabilmek için buradayım.” Arkın’ın bu sözleri beni derinden etkiledi. Kendi içsel savaşları, geçmişin yükleri ve bu yolda ona eşlik eden ben… Birbirimizi anlamaya başladıkça, gelecekteki potansiyelimiz daha belirgin hale geliyordu. Bir akşam, Arkın “Bu kitapta en sevdiğin bölüm hangisi?” diye sordu. O an düşündüm, birkaç cümleyi okuduktan sonra, Huxley’in yazdığı bir bölümü sesli okuyarak paylaşmak istedim. > “İnsanlar, kendilerini bulmak için içsel bir yolculuğa çıkmalılar. O yolculuk, zaman alıcı ve zorlu olsa da, sonunda insanın kim olduğunu anlamasını sağlar. Ve o zaman, kaybolmuş ruhunu bulabilir.” Bu satırlar, ikimizin de hislerine dokunmuştu. Arkın’ın gözlerinde bir parıltı gördüm. “Kendimizi bulmak için birlikte yürüyüşe çıkmamız gerek, değil mi?” dedi. Gözlerimi ondan ayırmadan, “Evet, her adımda birbirimizi daha da yakından tanıyabiliriz,” diye yanıtladım. Hafta ilerledikçe, birlikte geçirdiğimiz zamanın getirdiği sıcaklık, yalnızca kitaplardan değil, aynı zamanda paylaşılan müziklerden de geliyordu. Bazen John Lennon’ın *“Imagine”* parçası çalarken, hayal ettiğimiz dünyanın güzelliklerini düşündük. O an yan yana oturup, gözlerimizi kapatmıştık. Şarkının sözleri içimizde yankılanıyordu: > "Imagine all the people living for today…" Bu satırlar, geleceğe dair umutlarımızı pekiştiriyordu. Birlikte hayal ettiğimiz bir dünya vardı; yalnızca kendimiz için değil, herkes için barış dolu bir yer. Arkın’ın elini tutarken, “Birlikte, hayal ettiğimiz dünyayı inşa edebiliriz. Bu sadece hayal değil, gerçek olabilir,” dedim. Onun gülümsemesi, içimdeki tüm karamsarlığı alıyordu. Beraberce bir geleceği tasarlamak, geçmişin kaygılarını unutturuyordu. Her geçen gün, birbirimize olan bağımızı daha da kuvvetlendiriyor, yeni hayallerle dolup taşıyorduk. Hafta sonunda, birlikte çok sayıda kitap ve şarkı dinleyerek geçirdiğimiz bu zaman dilimi, zihnimizde kalıcı izler bıraktı. Arkın’a son akşam, “Bu hafta, seninle paylaştığım en güzel anlardan biriydi. Birlikte olmak, yaşamı daha anlamlı hale getiriyor. Yaşadığımız her anı kıymetli kılmak için bir neden bulmak çok özel,” dedim. Arkın, ellerimi tuttu ve “Aynı şekilde hissediyorum. Geçmişin yüklerinden kurtulmak, gelecekteki hayallerimizi gerçeğe dönüştürmek için buradayız. Seninle her şey daha güzel,” dedi. O gece, uyumadan önce birlikte bir kez daha müzik dinledik. Cohen’in *“Hallelujah”* parçası çalmaya başladı. Şarkının sözleri, içimde bir huzur yaratıyordu: > "And it's not a cry that you hear at night, Melankolik melodinin içine kapılmışken, Arkın’ın yanında olmak, bana sonsuz bir güven veriyordu. O an, hayallerimizin ve umutlarımızın peşinden koşmak için daha da kararlıydım. Birbirimize karşı duyduğumuz bu sevgi ve bağlılık, her şeyin üstesinden gelebileceğimizin bir göstergesiydi. İçimde bir his belirdi: Belki de bu hafta, hayatımda yaşadığım en güzel değişimin başlangıcıydı. Geçmişle barışmayı, gelecekle buluşmayı başarmıştık. Arkın’la birlikte her anı dolu dolu yaşamak, gelecekteki hayallerimizi gerçeğe dönüştürmek için bir adım atmıştık. Ve daha önemlisi, artık birbirimizin yanında olmak, hayatın tüm zorluklarını aşmak için en büyük güçtü. Bu haftanın sonunda, sadece bir hikâye değil, aynı zamanda birbirimize verdiğimiz bir söz vardı: Hayatın akışında, her zaman yan yana olmayı, birbirimizi desteklemeyi ve sevgiyle yürümeyi seçmek. Geçmişin ağırlığını geride bırakıp, yeni bir yolculuğa başlamaya hazırdık; birlikte. O haftanın ardından, Arkın ve ben, sadece kitap ve müzikle değil, birbirimizin iç dünyasına yaptığımız yolculuklarla dolu yeni bir bağ kurmuştuk. Her gün, sabahları güneşin doğuşunu izlemek için balkona çıkıyor, kollarımızı birbirimize sararak, hayatın getirdiği tüm zorluklara karşı birlikte durmaya karar veriyorduk. Kahvaltılarımızda, kahvelerimizin arasında koyu sohbetler yaparken, aslında geçmişimizi, korkularımızı ve hayallerimizi daha derinlemesine anlıyorduk. Bir sabah, kahvaltıdan sonra Arkın’a, “Birlikte bir hedef belirleyelim mi? Bize bu dönem boyunca kattıkların için çok teşekkür ederim,” dedim. Arkın gülümsedi ve “Evet, çok iyi bir fikir. Belki de hayatımıza yeni bir yön vermenin tam zamanıdır. Ne dersin, birlikte bir şeyler yazalım? Bir hikâye, ya da belki de duygularımızı yansıtan bir şey,” önerisinde bulundu. Bu fikir beni heyecanlandırmıştı; içimdeki tüm hisleri kelimelere dökebilmek, hissettiklerimizi dışarıya çıkarmak için bir fırsattı. Birlikte bir gün boyunca, yavaş yavaş kaleme alacağımız hikâyenin temalarını tartışmaya başladık. Hayat, aşk, kaybetme, yeniden buluşma... Her konu, içimizde yeni bir kapı açıyordu. Arkın, “Belki de yazdığımız her kelime, birbirimizi daha iyi anlamamızı sağlayacak birer köprü olur,” dedi. Bu cümle, ikimizin de ruhunu okşayan bir derinliğe sahipti. Hızla yazmaya başladık; bazen kahkahalarla, bazen gözlerimizdeki yaşlarla doluydu. Ama ne olursa olsun, birlikteydik. Geceleri yazdığımız bölümleri okurken, birbirimize olan duygularımızı tekrar gözden geçiriyorduk. Arkın’ın kalemi, bir zamanlar içinde kaybolmuş olan yarasını ve sevdasını ifade ediyor, ben de onun yazdıkları üzerinde düşündüğümde kendi içsel savaşımı hatırlıyordum. Şu anki halimiz, geçmişin karanlık günlerinden çok daha farklıydı; umut dolu, sevgiyle dolup taşan bir gelecek tasarlıyorduk. Bir akşam, yazarken Cohen’in *“Dance Me to the End of Love”* parçasını açtık. Bu melodinin ritmi, kalemlerimizin dans etmesini sağlıyordu. Yazmaya devam ederken, bir an için gözlerimizi kapatıp müziğin içine daldık. Arkın yanımda otururken, o an ne kadar değerli olduğunu düşündüm. “Hayatımızın bu bölümünde, birbirimize destek olmayı seçtik,” dedim. Arkın başını sallayarak “Kesinlikle. İkimiz de bu yolculukta kendi içsel savaşlarımızla yüzleşiyoruz ve birlikte, birbirimizi iyileştiriyoruz,” diye yanıtladı. Her geçen gün, yazdığımız hikâye hayatımızın bir parçası haline gelmişti. Geceleri, o yazdığımız sayfaları okurken gözlerimizin içindeki ateş yanmaya devam ediyordu. Hikâyemiz, sadece kağıtlara dökülen kelimeler değil, aynı zamanda içsel bir yolculuğun dışa vurumuydu. Her cümlede, ikimizin geçmişi, kaygıları ve umutları vardı. Duygularımızı ifade etmek için kelimelere döktüğümüz her an, aramızdaki bağı daha da güçlendiriyordu. Bir gün, akşam üzeri balkonda otururken, Arkın’a dönüp “Biliyor musun, bu yazdıklarımız sadece hikaye değil. Bütün hislerimizi, geçmişte yaşadıklarımızı yeniden yaşıyoruz. Her kelime, bize bir şeyler anlatıyor. Belki de en önemlisi, geçmişin ağırlığını yavaşça üzerimizden atmamıza yardımcı oluyor,” dedim. Arkın’ın gözleri parladı, “Evet, Melisa. Bu hikaye, sadece bizim hikayemiz değil; hayatın anlamını da sorguluyoruz. Gelecekte ne olursa olsun, bu anıların bizim için taşıdığı anlam çok büyük,” dedi. Zamanla, hikayemiz içinde daha fazla derinlik ve içsel sorgulama kazandırdık. Duygularımızı, kaygılarımızı ve umutlarımızı kelimelere dökerken, her seferinde daha güçlü bir bağ kuruyorduk. Arkın’ın yanımda olması, her cümlede kendimi daha özgür hissetmemi sağlıyordu. Kimi zaman eski acılarımızı hatırlayıp gözyaşlarına boğuluyorduk, ama her defasında birbirimize sarılmayı başarıyorduk. Yalnız olmadığımızı biliyorduk. Bir akşam, yazdığımız bölümlerin sonuna geldiğimizde, Arkın, “Bu kadar derin bir yolculuğun sonunda, bu hikayenin nereye gideceğini bilmek zorundayız. Geçmişimizi, hatalarımızı geride bırakıp birlikte bir gelecek inşa edebiliriz,” dedi. Kalbimde bir sıcaklık hissettim, ona katıldım. “Evet, Arkın. Birlikte daha güçlü olduğumuzu biliyorum. Gelecek, birlikte yazacağımız yeni bir hikaye ile dolu olmalı,” dedim. İçimizdeki bu sevgi ve bağlılık, her gün biraz daha büyüyordu. Geçmişin karanlıklarını aydınlatırken, umut dolu bir geleceğe adım atmaya hazırdık. Yalnızca birbirimize değil, hayata olan inancımız da güçlenmişti. Bu, geçmişten gelen tüm yaralarımıza rağmen birlikte durabileceğimizin ve her yeni günün bize sunduğu fırsatlarla dolu olduğunun kanıtıydı. Yavaş yavaş, yaşadığımız her anı değerlendirmeye, yeni hayaller kurmaya ve birlikte yürümeye karar verdik. Geçmişi ardımızda bırakıp, önümüze bakarak, kendi hikayemizi yazmak için heyecanla dolu olduk. Arkın’la birlikte her şeyin daha anlamlı olduğunu artık biliyordum. Bize düşen, sadece hayal etmek değil, o hayalleri gerçekleştirmekti. Gelecek, aramızdaki bu özel bağ sayesinde daha parlak görünüyordu. Artık birbirimize olan bağlılığımızın, yaşadığımız zorlukları aşmak için en büyük güç kaynağımız olduğunu anladık. Ve böylece, yeni bir başlangıcın eşiğindeydik; birlikte yürümeye, düşmeye ama yine de her defasında yeniden kalkmaya kararlıydık.Yeni bir dönemin eşiğindeydik ve Arkın’la birlikte geçirdiğimiz zaman, her yeni güne taze bir başlangıç yapma arzusuyla doluydu. Yazdığımız hikaye, sadece kelimelerden ibaret değildi; içsel yolculuğumuzun bir yansımasıydı. Geçmişin acılarını ve hatalarını geride bırakmak için birlikte attığımız her adım, yeni bir umut ışığı gibi parlıyordu. Sabahları, birlikte kahvaltı yaparken, geleceğe dair hayallerimizi ve hedeflerimizi konuşmaya başladık. Arkın, “Neden birlikte bir seyahat planlamıyoruz? Yeni yerler görmek, yeni kültürler tanımak, belki de hikayemizi başka bir şekilde geliştirmek için harika bir fırsat olur,” dedi. Bu fikir beni heyecanlandırmıştı. “Kesinlikle! Yıllardır gitmek istediğim yerler var, bu harika bir fikir,” dedim. Arkın’ın gözlerindeki ışıltı, bu hayalin ne kadar mümkün olduğuna dair içimde bir kıvılcım yarattı. Gelecek, cesur adımlarla doluydu. Bir sonraki gün, yeni bir hedef belirlemek ve seyahat için plan yapmaya başladık. Haritaları açıp, hayal ettiğimiz destinasyonları işaretlemeye başladık. “Paris, Tokyo, Barcelona… her yerin kendine özgü bir hikayesi var,” dedim. Arkın, “Evet, her şehirde yeni bir hikaye yazabiliriz. Birbirimize, hikayelerimize, belki de hayatımıza yeni bir renk katabiliriz,” diye yanıtladı. Heyecanla haritanın üzerine kalemle işaretler koyarken, içimdeki tüm korkuların yerini heyecanın aldığını hissediyordum. Geleceğe dair bu umut dolu planlarla, yazdığımız hikayenin yanı sıra, hayatımızın yeni bir bölümüne adım atmanın heyecanını da taşıyorduk. Arkın’ın yanında olmak, her şeyin daha mümkün hale geldiğini gösteriyordu. Geçmişin karanlıklarına veda edip, yeni umutların peşinden koşmaya başlamıştık. Bir akşam, yazmaya devam ederken Arkın, “Biliyor musun, bu hikaye aslında bizim hayatımızı değiştirdi. Yaşadığımız her anı, her kelimeyi hissetmek, yeniden yazmak için bir fırsat gibi. Belki de bu hikaye, başkalarına ilham verecek,” dedi. Bu sözler beni derinden etkiledi. “Evet, Arkın. Belki de bizim hikayemiz, başkalarının kendi içsel yolculuklarına ışık tutabilir,” dedim. Bu fikirle birlikte, yazdığımız metni paylaşmayı düşündük. Kendimizi ifade etmek, başkalarına ilham vermek, hayatı paylaşmak için yazmak... Bu sırada, aklımda bir düşünce belirdi: “Belki de sosyal medya üzerinden yazdığımızı paylaşmalıyız. Duygularımızı ve yaşadıklarımızı, başkalarıyla paylaşmak onları da cesaretlendirebilir,” dedim. Arkın, bu fikre sıcak baktı. “Evet, hem belki de bizden bir şeyler bulan insanlarla bir bağ kurarız. Bu süreçte yalnız olmadığımızı hissetmek, daha çok insanın kendi hikayesini yazmasına da yardımcı olabilir,” dedi. Ertesi gün, yazdığımız hikayeyi derleyip sosyal medya hesaplarımızda paylaşmaya başladık. “Kendimizle ve birbirimizle yüzleşiyoruz. Hayatın getirdiği zorluklara karşı birlikte durmaya karar verdik,” gibi bir yazı ile başladık. İlk başta çok fazla tepki almadık; ama zamanla, bizimle empati kuran, benzer deneyimlerini paylaşan birçok insanla tanıştık. Gelen mesajlar, bizim hikayemizin başkaları için ne kadar değerli olduğunu gösteriyordu. Bir hafta içinde, bir dizi yorum ve destek mesajı aldık. “Sizler gibi olmak istiyorum,” diyenler, “Bu hikayeniz benim için çok anlamlı,” diyenler… İçimde bir mutluluk dalgası hissettim. Arkın’a, “Gerçekten etkileyici, değil mi? Kendi hikayemizle başkalarına dokunmak… bu, içsel yolculuğumuzun bir parçası haline geldi,” dedim. Arkın, “Kesinlikle! Bize de bu kadar ilham veren insanlar oldu. Şimdi biz de onlara ilham vermeye çalışıyoruz,” dedi. Yazdığımız hikaye ve paylaştığımız deneyimlerin getirdiği bu topluluk, bizi daha da güçlendiriyordu. Arkın ile birlikte, hayatı daha anlamlı hale getirmek için birbirimize destek olmanın ve başkalarıyla bağ kurmanın ne kadar önemli olduğunu anladık. Her akşam yazdığımız bölümleri gözden geçirirken, okuduklarımız ve aldığımız yorumlarla birlikte daha fazla ilham alıyorduk. Bir gün, yaşadığımız bu değişimin getirdiği cesaretle birlikte, yazarak kendimizi bulma yolculuğunun sadece bizler için değil, herkes için bir aydınlanma süreci olabileceğini düşündüm. Arkın’a, “Bir kitap yazmayı düşünebiliriz. Bu hikaye çok özel; bunu bir araya getirmek, belki de bir başkası için umut ışığı olabilir,” dedim. Arkın’ın gözleri parladı, “Bu harika bir fikir! Denemek zorundayız. Hayatın zorluklarını, beraberlik ve dayanışma ile aşmanın önemini paylaşmalıyız,” dedi. Hemen çalışmalarımıza başladık. Her gün yeni bölümler yazıyor, eski yazdıklarımızı gözden geçiriyorduk. Birbirimizin fikirlerini dinliyor, destekliyor ve yeni cümleler oluşturuyorduk. Zamanla, kitabımızın taslağı oluştukça heyecanımız artıyordu. Her kelime, geçmişimizle barışmak, geleceğimizi inşa etmek için bir adım daha atmak gibiydi. Bu süreç, ikimizin de kendimizi daha iyi anlamasına yardımcı oluyordu. Bir akşam, yazmayı tamamladığımız bölümleri bir araya topladığımızda, içimde bir mutluluk dalgası hissettim. “Birlikte başardık,” dedim. “Bu, bizim hikayemiz. Geçmişin ağırlığını arkamızda bırakırken, geleceğe umutla bakmamızı sağlayacak,” dedim. Arkın, gülümseyerek “Evet, Melisa. Bu kitap, birlikte yaşadığımız her anı, duygularımızı ve hayallerimizi barındırıyor. Ve umuyorum ki, başkalarına da ilham verecek,” diye yanıtladı. Böylece, hem kendi içsel yolculuğumuzu hem de başkalarına dokunmayı amaçlayan bir kitap projesi üzerinde çalışmaya başladık. Bu süreç, hayatımızın en anlamlı anlarından biri haline geldi. Geçmişte yaşadıklarımız, artık bir yük değil, bir motivasyon kaynağı haline gelmişti. İkimizin de geleceğe daha umutla bakmasını sağlıyordu. Her yeni sayfada, kendimizi yeniden keşfetmenin ve başkalarına ilham vermenin önemini hissediyorduk. Arkın’la birlikte, sadece bir hikaye yazmıyorduk; aynı zamanda içsel barışımızı ve birbirimize olan bağlılığımızı güçlendiriyorduk. Ve böylece, hayatımızın yeni bir sayfasını açarken, yaşadığımız zorlukları geride bırakarak yeni hayaller kurmaya, birlikte yürümeye, birbirimize destek olmaya ve hayatta ne kadar değerli olduğumuzu bir kez daha anlamaya kararlıydık. Bu, sadece bizim hikayemiz değil, aynı zamanda yaşamın getirdiği zorluklara karşı sevgi ve umutla dolu bir mesaj haline gelecekti. Her yeni gün, birlikte yazacağımız yeni bir hikaye için bir fırsat sunuyordu. Gelecek, yine de belirsizdi; ama ikimizin de yanında birbirimizi bulabilmek, her zorluğu aşabileceğimizin en büyük teminatıydı.Kitap projemizle ilgili çalışmalara devam ederken, Arkın’la birlikte yaşadığımız her an, geçmişin karanlıklarını daha da aydınlatıyor, gelecek hayallerimize doğru adım atmamızı sağlıyordu. Yazdığımız hikaye, içsel yolculuğumuzun bir yansıması olduğu kadar, birbirimize olan bağlılığımızın ve sevdamızın da bir ifadesiydi. Her sayfada, geçmişimizin getirdiği yüklerden sıyrılırken, geleceğe umutla bakmanın tadını çıkarıyorduk. Her akşam, yazım seanslarımızdan sonra bir kutu çikolata ve sıcak çay eşliğinde, en sevdiğimiz kitaplardan alıntılar okumaya başladık. Arkın, “Duygularımızı ifade etmekte güçlük çektiğimiz anlar oluyor. Bu yüzden, başkalarının kelimeleri bizim için birer rehber olabilir,” dedi. Ben de ona katıldım, “Kesinlikle! Belki de bazen başkalarının kelimeleri, kendi duygularımızı ifade etmenin en iyi yoludur.” Bir gün, Gabriel García Márquez’in *“Yüzyıllık Yalnızlık”* romanından bir alıntı okudum: “İnsanlar, anılarını kaybettiklerinde birbirlerinden uzaklaşmaya başlarlar.” Bu söz, aramızda bir an için sessizliği getirdi. “Bu, ne kadar doğru,” dedim. “Hayat bazen anılarımızın gölgesinde kaybolmamıza neden oluyor. Ama burada, bu hikayeyi yazarken, anılarımızı yeniden hatırlayıp birlikte yeniden inşa ediyoruz.” Arkın, gözleri parlayarak “Kesinlikle. Geçmişin etkisi altında kalmadan, geleceğimizi inşa etme cesaretini gösteriyoruz,” dedi. Bazen müzikle, bazen de kitap alıntılarıyla dolu bu akşam sohbetleri, içsel derinliklerimize inmemizi sağlıyordu. Arkın, *“Hallelujah”* parçasını açtığında, melodinin içindeki hüzün ve umut bir araya gelmişti. Şarkının sözleri, içimizdeki duyguları açığa çıkarıyor, kalplerimizi yeniden birleştiriyordu. Arkın, “Bazen sevdiklerimizi kaybettiğimizde, onların anısında yeniden doğuyoruz,” diyerek şarkının sözlerine atıfta bulundu. O an, gözlerimiz dolmuştu. “Bu da aslında, geçmişimizle barışmanın bir yolu,” dedim. Her geçen gün, hikayemizi yazma sürecimizde farklı bakış açıları geliştirdik. Arkın, “Hikayemizden dersler çıkaran, kendi iç yolculuklarına çıkmak isteyen insanlar için, belki de bir yol haritası oluşturabiliriz,” dedi. Ben de ekledim, “Kendimizi kaybettiğimizde, yeniden buluşmak için başka yollar denememiz gerektiğini anlatabiliriz. Bu da belki bir nebze cesaret verebilir.” Bir akşam, Tolstoy’un *“Anna Karenina”* kitabından bir alıntı yaparken, “Tüm mutlu aileler birbirine benzer; her mutsuz ailenin mutsuz olma sebebi ise kendine özgüdür,” dedim. Arkın, bu sözü düşündü ve “Belki de hepimiz birbirimizin hikayelerinde kayboluyoruz. Ama kendimizi bulmak için çaba göstermemiz gerektiğini unutmamalıyız,” diye yanıtladı. Zaman geçtikçe, birlikte geçirdiğimiz anlar, hayatın getirdiği zorluklara karşı nasıl dayanabileceğimizin, sevgimizi nasıl güçlendirebileceğimizin birer kanıtı haline geldi. Yazma sürecimiz, sadece bir hikaye oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda birbirimize olan bağlılığımızı daha da derinleştiriyordu. Arkın’la birlikte, yaşadığımız her anı değerlendirirken, birbirimize daha fazla güven duymaya başladık. Günlerden bir gün, hava güzel ve güneşliydi. Arkın, “Bugün biraz dışarı çıkalım, havanın tadını çıkaralım,” dedi. Beraber yürüyüşe çıktık. Güneşin sıcak ışıkları yüzümüzde parlıyordu. Dışarıda, yaşamın ne kadar güzel olduğunu bir kez daha fark ettim. Arkın’la yan yana yürümek, doğanın tadını çıkarmak, kalbimdeki yüklerin hafiflemesine neden oluyordu. Yürüyüşümüz sırasında, “Biliyor musun, bu anı değerlendirmek, geçmişte kaybettiğimiz her anın telafisi gibi,” dedim. Arkın, “Kesinlikle! Bugün, hayata yeniden bağlanma fırsatı. Yaşamak, sadece hayatta kalmak değil; hissetmek, sevmek ve hayallerin peşinden koşmak demek,” dedi. O an, Arkın’ın yanında olmak, geleceğe dair umut dolu hissetmek için her şeyin mümkün olduğunu anladım. Yavaş yavaş, yazdığımız hikaye ve paylaştığımız deneyimlerin etkisiyle, içsel yolculuğumuzda daha fazla derinlik kazanıyorduk. Her gün yeni bir şey öğreniyor, kendimizi daha iyi tanıyor ve geleceğe dair umutlarımızı tazeliyorduk. Arkın, bana ilham veren, sevgi dolu bir ortak olmuştu. “Geçmişi ardımızda bırakıp, birbirimizi daha iyi anlayarak ilerlemek, hayatın getirdiği en güzel hediyelerden biri,” dedim. Yazma sürecimiz, sadece kendi hikayemizi oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda birbirimize olan bağlılığımızı güçlendiriyordu. Bu süreçte, Arkın’ın varlığı, beni daha da motive ediyordu. Her yeni sayfa, geçmişin yüklerinden kurtulmak, geleceği birlikte inşa etmek için bir fırsat gibiydi. Bir akşam, yazım seansımızın ardından, “Bu kitabı yazarken, aslında kendi iç yolculuğumuzu da yapıyoruz,” dedim. Arkın, “Evet, her kelime bizim hayatımızı şekillendiriyor. Geçmişimizle yüzleşirken, geleceğe daha umutla bakabiliyoruz,” dedi. O an, yalnız olmadığımızı, her zorluğun üstesinden birlikte gelebileceğimizi bir kez daha anladım. Gelecek hayallerimizle dolup taşıyor, yeni sayfalar açmaya hazır hissediyorduk. Hayatın sunduğu tüm zorluklara rağmen, birlikte yürümek ve her yeni günün tadını çıkarmak için kararlıydık. Hikayemiz, yalnızca kendi deneyimlerimizi değil, başkalarının da içsel yolculuklarına ilham verecek bir kaynak haline gelecekti. Ve böylece, hayatımızın yeni bir bölümünde, geçmişin yüklerini ardımızda bırakırken, yeni hayallerin peşinden koşmak için kararlılıkla adımlar atmaya devam ettik. Her yeni gün, aramızdaki bağı güçlendiren ve bizi daha da yakınlaştıran bir fırsat sunuyordu. Gelecek, yeni hikayelerin yazılacağı bir sayfa gibi görünüyordu. Her şey, sadece bir başlangıçtı; birlikte yürüdüğümüz yolda her anı değerlendirerek, geleceğe umutla bakmaya devam edecektik.Bir süre sonra, yazma sürecimiz hayatımızın merkezi haline gelmişti. Günlerimizi hararetli tartışmalar, kitap alıntıları ve müzik eşliğinde geçiriyorduk. Her akşam, işten döndüğümde Arkın’ın gözlerindeki o tutkuyla, yeni bölümler yazmak için sabırsızlandığını görmek beni mutlu ediyordu. Yazmanın yanı sıra, her akşam farklı bir müzik türü dinlemeye başladık. Bazen klasik müzik dinlerken, bazen de daha modern parçalarla ruhumuzu besliyorduk. Bir akşam, Max Richter’in *“On the Nature of Daylight”* parçasını dinlerken, Arkın “Bu parça ne kadar derin, değil mi? Duygularımızı bu kadar iyi ifade edebilmesi, hayatın karmaşasını ve içsel yolculuklarımızı yansıtıyor,” dedi. Ben de ona katıldım, “Evet, müzik bazen sözlerden daha güçlü bir ifade biçimi olabiliyor. İçsel çatışmalarımızı anlamamıza yardımcı olabilir.” Bu müzik eşliğinde, duygularımızı kağıda dökerken, içimizdeki yoğunluğu bir nebze olsun hafifletiyorduk. Yazım sürecimizde kullandığımız not defterleri, aslında her birimizin kendi içsel yolculuklarını simgeliyordu. Arkın, “Biliyor musun, her gün yazdığımız bu notlar, kendi duygularımızı anlamamızda birer anahtar. Belki de başkalarının kalplerine dokunmanın en iyi yolu bu,” dedi. Ben de yanıt verdim, “Her kelime, bizim geçmişimizle yüzleşmemizi sağlıyor. Bu sayede, daha sağlam bir temel oluşturabiliyoruz.” Bir hafta boyunca, her akşam yeni bir kitap okuyarak, yeni hikayeler ve fikirler keşfettik. Duygularımızı anlamanın ve birbirimize daha yakın olmanın yollarını ararken, birlikte okuyup tartışmak, ilişkimize derinlik katıyordu. Bir akşam, Chimamanda Ngozi Adichie’nin *“Tehlikeli Bir Eğitim”* kitabından birkaç bölüm okudum. “Kendimizi ifade etmenin önemini anlatıyor. Sesimizi bulmak, belki de kim olduğumuzu anlamak için çok önemli,” dedim. Arkın, “Evet, bu kitap herkesin kendine özgü hikayesini anlatması gerektiğini vurguluyor. Belki de bu, içsel yolculuğumuzda çok önemli bir nokta,” diye yanıtladı. Günler geçtikçe, okuduğumuz kitaplardan edindiğimiz dersler, yazdığımız hikayeye de yansıdı. İçsel yolculuğumuzda cesaret buldukça, başkalarına ilham vermenin yollarını keşfetmeye başladık. Arkın, “Birlikte yazdığımız bu hikaye, başkalarının kalplerine dokunacak bir yolculuk olabilir. İçinde bulunduğumuz durumdan çıkmak için ilham verebiliriz,” dedi. Bu düşünce beni heyecanlandırdı. “Evet, belki de kendi hikayemizi paylaşarak, başkalarının hayatında bir fark yaratabiliriz,” dedim. Bir sabah, Arkın uyandığında, gözlerindeki ışıltı beni etkiledi. “Bugün yeni bir şey yapmalıyız,” dedi. “Belki de dışarıda bir yazı seansı düzenleyelim. Güneşin altında, ilham dolu bir atmosferde yazmak bize daha fazla enerji verebilir.” Fikri çok sevdim. Hemen dışarı çıkıp en sevdiğimiz parklardan birine gitmeye karar verdik. Güneş parlıyor, ağaçların gölgeleri altında oturduğumuzda, ruhumuzdaki ağırlıkların bir nebze hafiflediğini hissettim. Arkın, “Güneş altında yazmak, hayatın güzelliklerini hatırlatıyor,” dedi. Yazmaya başladığımızda, doğanın sesleri ve hafif esen rüzgar, kalemlerimizle kelimelerin dans etmesine yardımcı oluyordu. Her kelime, bizim için yeni bir anlam taşıyordu. “Bu anı, geçmişle barışmak ve geleceğe umutla bakmak için değerlendiriyoruz,” dedim. Arkın, “Evet, her kelime, bizi daha da yakınlaştırıyor,” diye yanıtladı. O gün, yazarken birbirimize sürekli destek oluyorduk. Arkın, “Bugün yazdıklarımızı gözden geçirip, onları daha da derinleştirebiliriz. Her hikaye, başkalarının da hikayelerine bir kapı açabilir,” dedi. Ben de, “Kesinlikle! Her anı, her duyguyu kaydetmek, geçmişle barışmamıza ve geleceği daha güzel bir şekilde inşa etmemize yardımcı olacak,” dedim. Parkta geçirdiğimiz saatler boyunca, yazdığımız metinlerin içindeki derinliği hissediyordum. Her cümle, içsel yolculuğumuzun bir parçasıydı. Arkın, “Biliyor musun, bu anılar aslında bizim kim olduğumuzun ve hayatta neyi savunduğumuzun birer yansıması,” dedi. “Birlikte geçirdiğimiz zaman, her yeni sayfada büyüyen bir sevgi ve anlayış oluşturuyor.” O gün, yazdığımız metinleri gözden geçirirken, içimde bir tatmin hissi oluştu. “Birlikte geçirdiğimiz bu zaman, aslında bizim hikayemizi daha da anlamlı kılıyor. Geçmişte yaşadığımız zorluklar, şimdi birer öğretmene dönüştü,” dedim. Arkın, “Evet, bu yazma süreci bizim için bir iyileşme aracı oldu. Geleceğe umutla bakmanın ve başkalarına ilham vermenin yolu,” diye ekledi. Günler geçtikçe, yazma ve okuma alışkanlıklarımız hayatımıza yeni bir ritim getirdi. Her akşam, bir sonraki gün için heyecanla hazırlık yapıyorduk. Yeni bir kitaba, yeni bir filme veya yeni bir müziğe yönelmek, içsel yolculuğumuza renk katıyordu. Arkın’la birlikte, her yeni keşif, birbirimize olan bağlılığımızı güçlendiriyor, gelecekteki hikayelerimizi şekillendiriyordu. Bir akşam, birlikte izlediğimiz bir film sonrası, “Bu film bana çok şey kattı. Karakterlerin zorlukları aşma çabası, bizim hikayemize de benziyor,” dedim. Arkın, “Evet, belki de film, hayatta karşılaştığımız zorlukları nasıl aşabileceğimiz hakkında bir ders içeriyordu. Kendi iç yolculuğumuzu anlatmak için ilham verebilir,” dedi. Yazma sürecimiz, sadece kelimeleri bir araya getirmekten ibaret değildi; aynı zamanda içsel bir dönüşüm geçirmemize yardımcı oluyordu. Arkın’ın desteğiyle, kendimi daha güçlü ve özgür hissediyordum. Birlikte kurduğumuz bu dünya, her ikimiz için de yeniden doğuş gibiydi. Arkın, “Hayatın karmaşasında kaybolmuş gibi hissederken, seninle birlikte olduğumda, yeniden buluşuyoruz,” dedi. Ve böylece, her yeni gün, yeni bir hikaye yazmak için bir fırsat sunuyordu. Geçmişin yüklerinden kurtuldukça, geleceğe daha umut dolu adımlar atıyor, birlikte yürümek için birbirimize daha fazla bağlanıyorduk. Her anın tadını çıkarmak, birlikte hayaller kurmak ve onları gerçekleştirmek için sabırsızlanıyorduk. Hayat, her ne kadar karmaşık ve zorlayıcı olsa da, birlikte olmanın verdiği güçle, içsel barışa bir adım daha yaklaşmıştık. Kendimizi ifade etmek, başkalarıyla bağ kurmak ve yaşadığımız anların kıymetini bilmek, hayatın gerçek anlamını bulmamıza yardımcı oluyordu. Gelecek, bilinmezlerle doluydu; ama ikimizin de elinde olan bir hikaye, geçmişteki acılardan doğan umutla doluydu. Hayat, yeni kelimeler ve hikayelerle dolup taşarken, biz de birlikte yürümeye, birlikte yazmaya devam edecektik. Günler geçtikçe, Arkın’la olan bu yeni yaşam tarzımız, bize hem huzur hem de heyecan veriyordu. Yazma, okuma ve müzik dinleme seanslarımız, birbirimize daha da yakınlaşmamızı sağlıyordu. Her akşam, günün yorgunluğunu üzerimizden atıp, kelimelerle dans ettiğimiz o anlar, birer kutsal ritüel haline gelmişti. Bir akşam, oturma odasında, yeni bir kitap için tartışırken, Arkın, “Biliyor musun, bazen kelimelerin arasında kaybolduğumuzu hissediyorum. Ama seninle birlikteyken, her şey daha net hale geliyor,” dedi. Onun bu sözü beni çok etkiledi. “Evet, birlikte yazdıkça kendimizi buluyoruz. Bu, birbirimizi anlamanın en güzel yolu,” dedim. Bu dönemde en çok okuduğumuz yazarlar arasında Virginia Woolf vardı. Onun *“Kendine Ait Bir Oda”* kitabındaki bir cümle, “Kadınların yaratıcı bir zihin için paraya ve odaya ihtiyaçları vardır,” beni düşündürmüştü. “Bazen hayatta, kendi alanımızı yaratmamız ve orada kendimizi ifade etmemiz gerekiyor,” dedim. Arkın, “Ve bunu yaparken birbirimize destek olmak çok önemli. İkimizin de özgürce yazabileceği bir alan yaratmalıyız,” diye yanıtladı. Her akşam, farklı bir yazarın düşünceleriyle iç içe geçiyor, bu sayede kendi yaratıcılığımızı besliyorduk. Arkın, *“Bütün Mutluluklar Aynı”* başlıklı kitabından bir alıntı yaparak, “Hayatta birbirimize benzer şeyler arıyoruz, ama her mutluluğun da kendi hikayesi var,” dedi. Ben de “Aynen öyle! Her biri, hayatın karmaşasında bulduğumuz küçük hazineler. Belki de bunu yazarken daha iyi anlayacağız,” dedim. Bir akşam, müzik dinlemek için otururken, Arkın, *“Breathe Me”* şarkısını açtı. Sözlerin içindeki yalnızlık ve arayış duygusu, içimizdeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. “Bu şarkı, kaybolmuş gibi hissetmenin ve yeniden buluşmanın ne kadar derin bir ifadesi,” dedim. Arkın, “Evet, bazen müziğin gücü, yaşadıklarımızı anlamamıza yardımcı olabilir,” diye yanıtladı. İkimizin de gözleri dolmuştu. Bu müzik, birlikte yaşadığımız duygusal yoğunluğu artırıyordu. Bir akşam, yeni yazmaya başladığımız hikayenin başında, “Bir zamanlar kaybolmuş bir çift, kendilerini bulmak için yola çıkar…” cümlesiyle başladık. Arkın, “Bu, aslında bizim hikayemiz gibi. Kaybolduğumuzda birbirimizi bulduk ve şimdi yeniden doğuyoruz,” dedi. Her kelime, içsel yolculuğumuzu yansıtıyordu. Yazarken birbirimizi desteklemek, bu yolculukta en büyük güç kaynağımız haline gelmişti. Bir hafta sonra, hikayemizin ilk bölümünü tamamladığımızda, birlikte kutlamak istedik. Arkın, “Bugün çok özel bir gün, yazdığımız bu bölüm için bir şeyler yapmalıyız,” dedi. Ben de “Küçük bir kutlama yapalım. Birkaç atıştırmalık ve bir şişe şarap yeter!” dedim. Onunla birlikte hazırlık yaparken, heyecanım giderek artıyordu. Akşam yemeğinde, birbirimize yazdığımız metinleri okuduk. Arkın, “Bu, aslında sadece kelimelerden ibaret değil; aynı zamanda duygularımızın bir yansıması. İçimizi açmanın en güzel yolu,” dedi. “Kesinlikle! Bu hikaye, yalnızca kendimizi ifade etmemiz değil, aynı zamanda başkalarına da ilham vermek için bir fırsat,” dedim. Gece boyunca, müzik eşliğinde dans ederken, içimde bir mutluluk hissettim. “Belki de bu yazma süreci, hayatımıza farklı bir anlam katıyor. Her şey daha güzel görünüyor,” dedim. Arkın, “Evet, geçmişle barışmanın ve geleceği umutla karşılamanın yolu burası. Birlikteyken, her zorluğun üstesinden gelebiliriz,” dedi. Böylece, her geçen gün, yazma ve okuma seanslarımız içsel yolculuğumuza eşlik ederken, ilişkimizdeki bağlılığı daha da güçlendiriyordu. Birbirimize daha fazla güveniyor, zorluklarla başa çıkmanın yollarını birlikte keşfediyorduk. Bir sabah, Arkın, “Bugün yeni bir kitabı incelemek için kütüphaneye gitmeliyiz. Belki de daha fazla ilham buluruz,” dedi. Kütüphane, bizim için bir keşif alanıydı. İçeri girdiğimizde, sayfaların arasında kaybolmuş gibi hissediyordum. Her kitap, yeni bir dünya, yeni bir yolculuk sunuyordu. Arkın, *“Hayatta kendimizi bulmak için bazen kaybolmamız gerekir,”* dedi. Bu düşünce, aklımda yer etti. Kütüphanede geçirdiğimiz zaman boyunca, farklı yazarların hayatlarına ve eserlerine dair notlar aldık. “İşte burada! Farklı yazarların öyküleri, bize kendi hikayemizi anlatmak için ilham verebilir,” dedim. Arkın, “Her yazarın hayatında mücadeleleri var. Belki de bu, bizim için bir örnek teşkil edebilir,” diye ekledi. Eve döndüğümüzde, yeni edindiğimiz ilhamla birlikte yazmaya başladık. İçsel yolculuğumuzda elde ettiğimiz bu yeni bakış açıları, hikayemizi daha da derinleştiriyordu. Her yazdığımız cümle, geleceğimiz için bir umut ışığıydı. Arkın, “Bunu sadece bir hikaye olarak görmemeliyiz. Bu, aslında hayatımızın bir parçası,” dedi. Ben de “Ve bu parçaları bir araya getirdiğimizde, gerçek bir bütün oluşturuyoruz,” diye yanıtladım. Günlerimiz, yazma, okuma ve müzikle dolup taşarken, hayatın getirdiği zorlukların üstesinden daha kararlı bir şekilde geliyorduk. Geçmişin yüklerinden kurtuldukça, geleceğe umutla bakmak için daha fazla cesaret buluyorduk. Arkın’la olan bu deneyim, bana sadece bir yazar olarak değil, bir birey olarak da büyümemi sağlıyordu. Bir akşam, yazma seansımız sırasında, Arkın, “Bu kitabı tamamladığımızda, sadece kendi hikayemizi değil, başkalarının hikayelerine de kapı açacağız. Belki de bir fark yaratabiliriz,” dedi. Bu düşünce beni heyecanlandırıyordu. “Kesinlikle! Geçmişle yüzleşmenin ve geleceğe umutla bakmanın ne kadar önemli olduğunu vurgulayabiliriz,” dedim. Ve böylece, her gün yeni bir kelime, yeni bir hikaye yazmak için bir fırsat sunuyordu. İçsel yolculuğumuzda, birlikte yürümeye ve birlikte yazmaya devam ettikçe, geçmişin yüklerinden kurtulup, yeni hikayelerin peşinden koşuyorduk. Arkın’la birlikte, hayata karşı olan tutkumuz daha da büyüyor, her anın tadını çıkararak yolculuğumuzu sürdürüyor, içsel huzuru bulmak için adımlar atıyorduk. Her yeni gün, yeni bir umut, yeni bir başlangıç demekti.Günlerimiz geçtikçe, Arkın’la olan yazma serüvenimizde birbirimize olan bağlılığımız daha da derinleşiyordu. Her gün yeni kelimeler yazarken, ruhumuzun derinliklerinde gizli kalmış hisleri keşfediyorduk. Bir akşam, “Bugün yazdığımız hikaye beni çok düşündürdü. Belki de içimizdeki karanlıkları aydınlatmanın en iyi yolu, onlarla yüzleşmek,” dedim. Arkın, “Kesinlikle! Yazarken, içsel yolculuğumuzda karanlık köşelere dokunuyoruz. Bu, bizi daha güçlü kılacak,” diye yanıtladı. Bir sabah, kahvaltıdan sonra birlikte dışarı çıkmaya karar verdik. Hava güzeldi, güneş parlıyor, ağaçların arasından sızan ışık, içimizi ısıtıyordu. “Bu gün güzel bir yürüyüş yapalım. Doğanın içinde ilham buluruz,” dedi Arkın. Kısa bir yürüyüş yaparak parka gitmeye karar verdik. Oraya vardığımızda, kuşların cıvıltıları ve hafif rüzgar, ruhumuza bir dinginlik getirdi. Parkta oturduğumuzda, Arkın, “Bazen doğada geçirdiğimiz bu zamanlar, yazma sürecimize en büyük katkıyı sağlıyor. Bütün düşüncelerimizi serbest bırakabiliyoruz,” dedi. “Evet, doğanın sesi, kelimeleri daha anlamlı hale getiriyor. Her şey daha canlı görünüyor,” dedim. Orada otururken, her bir yaprağın sesi bile bize ilham veriyordu. Güneş yavaşça batmaya başladığında, Arkın, “Bu anı kelimelere dökelim. Güneşin batışı, her şeyin bir döngü içinde olduğunu hatırlatıyor,” dedi. Hemen defterimi açtım ve güneşin batışıyla ilgili bir şeyler yazmaya başladım. “Güneş, karanlık bir geceye dönerken bile, yeni bir umudu beraberinde getiriyor. Karanlık, aslında aydınlığa geçişin bir parçası,” dedim. Arkın, “Bu gerçekten güzel. Karanlık anlar, yeni başlangıçların habercisi olabilir,” diye yanıtladı. O akşam, eve döndüğümüzde, yazdığımız kelimeleri gözden geçirdik. “Güneşin batışı, içsel mücadelelerimizi ve geçiş dönemlerimizi yansıtıyor. Belki de bunu hikayemize eklemeliyiz,” dedi Arkın. “Evet, bu an, hayatın döngüselliğini vurgulamak için mükemmel bir fırsat,” dedim. Bir hafta boyunca, her akşam parka giderek doğada yazmaya devam ettik. Artık o park, bizim için bir ilham kaynağı haline gelmişti. Arkın, “Bütün bu anılar, bizi daha güçlü ve bağlı hale getiriyor,” dedi. “Kendimizi bulmanın en iyi yolu, birlikte yazmak ve yaşamak. Her şeyin bir anlamı var,” dedim. Bir akşam, farklı bir yazardan, Haruki Murakami’nin *“Kafka Tamura”* kitabından alıntı yaptım. “İnsanın içindeki derinlikler, çoğu zaman bilinmeyen bir okyanusta kaybolmuş gibidir,” dedim. Arkın, “Bu doğru. Kendi derinliklerimize inmek, kim olduğumuzu anlamanın anahtarıdır,” diye yanıtladı. Bu alıntı, içsel yolculuğumuzun ve keşiflerimizin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu. Müzik dinleme alışkanlığımız da devam ediyordu. Bir akşam, Max Richter’in *“November”* adlı parçasını dinlerken, içimde bir şeylerin değiştiğini hissettim. “Bu parça, duygularımızı daha yoğun hissettiriyor. Bazen hayatta yaşadığımız şeylerin ağırlığı, böyle müziklerle daha kolay hissediliyor,” dedim. Arkın, “Müzik, duygusal bir sığınak. Kimi zaman kelimeler yeterli gelmez,” diye ekledi. Her geçen gün, birlikte geçirdiğimiz zamanın değerini daha iyi anlıyordum. Arkın, “Birlikte yazmak, sadece kendimizi ifade etmenin bir yolu değil; aynı zamanda hayatı daha derin bir şekilde anlamamıza yardımcı oluyor,” dedi. “Evet, hayatın karmaşasında kaybolmuş gibi hissettiğimiz anlarda, birbirimizin yanında olmak en büyük teselli,” diye yanıtladım. Bir sabah, yeni bir hikaye fikri üzerinde çalışırken, Arkın, “Bu hikaye, kaybolmuş bir karakterin kendi kimliğini bulma yolculuğunu anlatmalı. Belki de bizim hikayemiz gibi,” dedi. “Evet, bu geçiş dönemi, karakterlerin içsel yolculuklarını daha anlamlı hale getirecek,” dedim. Yazmaya başladığımızda, her cümlede geçmişimizin yüklerini atıyorduk. Bu süreçte, birlikte kurduğumuz dünya, ikimizin de büyümesine yardımcı oluyordu. Arkın, “Hayatın getirdiği zorluklarla başa çıkmanın en iyi yolu, onları kelimelere dökmek ve birlikte aşmak. Her yeni gün, yeni bir başlangıç,” dedi. Ben de, “Kesinlikle. Geçmişin yüklerini bırakmak, geleceği kucaklamak için en önemli adımdır,” diye yanıtladım. Günler geçtikçe, yazma seanslarımız sadece kelimeleri bir araya getirmekle kalmıyor; aynı zamanda içsel bir dönüşüm geçirmemize de katkıda bulunuyordu. Arkın’la birlikte, hayata karşı daha güçlü bir duruş sergilemeye başlamıştık. Her yeni hikaye, yeni bir başlangıç ve yeni bir umut demekti. Bir akşam, birlikte yazdığımız hikayenin sonuna geldiğimizde, Arkın, “Bu hikaye bizim için sadece bir anlatı değil, aynı zamanda geçmişle barışmanın ve geleceğe umutla bakmanın bir yolu oldu,” dedi. “Evet, her kelime, bizim içsel yolculuğumuzu yansıtıyor. Birbirimize olan bağımızı güçlendirdi,” dedim. O an, geçmişin yüklerinden kurtulmanın ve geleceği umutla karşılamanın verdiği huzuru hissettim. Arkın, “Bize sunulan bu yolculuk, aslında hayatın ne kadar güzel ve karmaşık olduğunu gösteriyor. Her an, yeni bir hikaye yazma fırsatı,” dedi. Ve böylece, yazma serüvenimiz devam ederken, her yeni günün, yeni bir umudu beraberinde getirdiğini bir kez daha anladık. |
0% |