Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Kırılma Anı

@_wolfcub_

(İlahi bakış açısı)

Bir sabah, uyanıp pencerenin önünde durduğunda, dışarıdaki rüzgarın sesini dinledi. Dışarıda uçuşan yapraklar, ona Elif’in kaçıp saklandığı, dar sokakları hatırlatıyordu. Kalemi tekrar eline alıp yazmaya başladı; sanki Elif’in ayak seslerini duyabiliyormuş gibi...

O sırada Melisa’dan bir mesaj geldi. “Bu akşam görüşebilir miyiz? Kitabını ve seni özledim,” diyordu. Arkın, Melisa’nın bu sıcak davetine içten bir tebessümle karşılık verdi. Melisa’yla buluşmak, onun için her zaman bir nefes alma anıydı. Akşam olduğunda, bir kafede buluştular. Arkın, kitabının bazı yeni bölümlerini yanında getirmişti.

Melisa, sayfalara bakarken heyecanla gülümsedi ve Arkın’a döndü. “Bu bölümde Ahmet çok derin bir gerçekle yüzleşiyor,” dedi. “Sanki sen de hayatında böyle bir noktadasın.” Arkın duraksadı. Melisa’nın sözleri doğruydu; kitabındaki her bir karakter, onun kendi içsel yolculuğunu yansıtıyordu. Ahmet’in hayatın anlamını arayışı, Arkın’ın kendi arayışını sembolize ediyordu.

“Melisa,” dedi Arkın, “sanırım Ahmet’in yolculuğu, aslında benim cevaplarını aradığım sorulara bir yolculuk. Kendimi bulmaya çalışırken onun da kendini bulmasını istiyorum.”

Melisa, Arkın’a dikkatle baktı. “Yazmak, sana iyi geliyor, değil mi? Her cümlede kendini daha özgür hissediyorsun.”

Arkın başını salladı. “Evet,” dedi sessizce. “Bu kitap, benim kendi karanlığımı aydınlatıyor. Her karakterimle birlikte, içimdeki korkuları yeniyor, umutlarıma sarılıyorum.”

O gece, Melisa ile yaptığı bu konuşma, Arkın’a yeni bir güç verdi. Kalemini eline aldığında artık daha derin yazıyor, her karaktere kendi kalbinden bir parça veriyordu. Kitabı sadece bir hikaye değil, kendi ruhunun bir yansımasıydı. Öyle ki, Elif’in korkuları, Ahmet’in merakları ve Leyla’nın cesareti artık onun duygularıyla daha da bütünleşmişti.

Arkın, son cümleyi yazdığında derin bir nefes aldı. “Bu benim hikayem,” dedi kendi kendine. “Her satırda, her kelimede kendimi buldum.” Kitabının kapağını kapattığında, içinde tarifsiz bir huzur vardı. Artık bir dönemi kapatmış, kendi içsel savaşını kazanmıştı. Ve Melisa’nın desteğiyle bu yolculuk, onun hayatının en anlamlı hikayesine dönüşmüştü.

Arkın, Melisa’ya kitabını okudukça, içinde kendini yeniden keşfetmenin heyecanı büyüdü. Artık yazmak, sadece bir uğraş değil; onun en derin sırlarını, korkularını ve arzularını anlamlandırmanın bir yoluydu. Elif'in yalnızlığında kendi içindeki karanlık köşeleri, Ahmet'in cesaretinde ise kendine inanma mücadelesini buluyordu. Leyla'nın güçlü, bağımsız karakteriyse ona her gün yeniden ilham veriyor, her satırda biraz daha özgürleşmesine yol açıyordu. Kendi içsel yolculuğuyla kitabının hikayesi öylesine iç içe geçmişti ki, yazarken bazen nerede sona erdiğini, nerede başladığını ayırt edemez hale gelmişti.

Bir akşam, Melisa'yla sahilde buluştuğunda, denizin tuzlu kokusunu içine çekerek onun yanında oturdu. Dalgalara dalgın dalgın bakarken Melisa, “Bu kitabı bitirdiğinde ne hissedeceğini düşündün mü hiç?” diye sordu. Arkın bir an duraksadı. Aslında, kitabın bir sona ulaşmasının ona ne hissettireceğini düşünmemişti. Yazmak o kadar derin bir süreçti ki, bitiş düşüncesi ona hem tatlı bir rahatlama hem de buruk bir boşluk hissi veriyordu. “Kitabımı bitirdiğimde, bir yolculuğun sonuna geldiğimi ve belki de yeni bir başlangıcın eşiğinde olduğumu hissedeceğim,” dedi sessizce.

O gece eve döndüğünde, kitabının sonlarına doğru ilerlerken, Elif'in içsel dönüşümüne odaklandı. Elif, tıpkı onun gibi, geçmişte yaşadığı zorluklarla yüzleşip onları kabullenerek yoluna devam ediyordu. Elif'in çocukluk yaraları, terk edilmiş hissetmesi, insanların onu anlamaması… Bütün bu duygular Arkın’ın da en derin hisleriydi. Yazarken gözleri doldu; Elif’in yaşadığı acıyı ve o acının içindeki güzelliği bir cümlede yakalamak için ne kadar uğraşsa azdı.

Ertesi gün, Arkın kitabının en zor ve en anlamlı bölümlerinden birine gelmişti. Elif, hayatının en büyük kararını verecekti; geçmişini ardında bırakıp geleceğe umutla bakmayı seçecek ya da geçmişine teslim olacaktı. Bu kararı yazmak, Arkın için de içsel bir yüzleşme anlamına geliyordu. Elif'in kalemiyle yazdığı her kelime, kendi içindeki savaşların bir yansımasıydı. Kendi kalbinde yankılanan bir cümle çıktı dudaklarından: “Bazen, kendi acımızı kabul etmek, onu dönüştürmenin ilk adımıdır.”

Bir hafta sonra, Melisa tekrar onun yanına geldi. Arkın, kitabın son bölümlerini ona okurken, ikisi de sessizliğe gömüldü. Melisa, gözleri dolmuş bir şekilde ona baktı. “Arkın, bu hikaye senin ruhunun aynası gibi. Elif’in yolculuğu, senin özgürleşme sürecin. Onun karanlıkla savaşı, senin içindeki derin yaraların sesi… Bu hikaye sadece senin değil; o kadar çok insanın duygularına tercüman olacak ki,” dedi. Arkın derin bir nefes aldı ve içindeki gücün farkına vardı. Bu, sadece bir kitap değil; onun için bir iyileşme süreci, bir kurtuluştu.

Ve o akşam, kitabının son cümlesini yazdı: “Kendi gölgelerimizle barışmak, en cesur yolculuğumuzdur.” Bu cümleyi yazdıktan sonra bir an durup baktı; artık kendi gölgeleriyle barışmış, yeni bir başlangıca hazır olduğunu hissetti.Son cümleyi yazarken kalemi yavaşça sayfadan kaldırdı, gözlerini cümledeki kelimelerin arasında dolaştırdı. İçinde garip bir huzur dalgası, derin bir boşluk ama aynı zamanda tamamlanmışlığın getirdiği bir hafiflik vardı. Arkın, uzun bir süre boyunca ilk kez böylesine hafif hissediyordu. Sanki kitabıyla birlikte kendi geçmişine ait bir kapıyı da kapatmıştı. Yazdığı her bir satır, kalbinin yıllardır taşıdığı ağırlıkları tek tek bırakmasına izin vermişti.

O sırada Melisa, Arkın’ın yanında duruyordu. Yüzünde tatlı bir tebessümle ona baktı ve “Bu hikayeyi tamamladın, ama bu senin yolculuğunun yalnızca bir bölümüydü,” dedi. Arkın, onun sözlerine başıyla onay verdi. Melisa haklıydı; bir sona ulaşmıştı ama bu bitiş, aynı zamanda kendi iç dünyasında yeni bir başlangıcın habercisiydi. Artık Elif, Ahmet ve Leyla gibi karakterler zihninden sessizce çekilmiş, Arkın’ın içindeki gerçek hisleri, cesareti ve sevgiyi ortaya çıkaran parçaları haline gelmişlerdi.

Bir süre sessizce oturdular, sanki ikisi de bu yeni başlangıcın farkındalığına varmak için zamana ihtiyaç duyuyordu. Ardından Melisa, Arkın’ın omzuna hafifçe dokundu. “Bu kitabı yayımlatmayı düşünüyor musun?” diye sordu, gözleri heyecanla parıldıyordu. Arkın, biraz tereddütle ona baktı. Yazmak, onun için bir terapi gibi olmuştu; kitabını yayımlatmak başkalarının onun en gizli hislerini okuması demekti. Fakat Melisa’nın gözlerinde kendine güvenen bir ışık gördü, onun bu kitapla başkalarına ilham olabileceğine inanan bir ışık.

Dudaklarında ufak bir tebessümle, “Evet, belki de bu hikayeyi başkalarıyla paylaşma vakti gelmiştir,” dedi. Kendi hikayesini başkalarıyla paylaşmanın nasıl bir şey olduğunu bilmiyordu ama Melisa’nın yanında bunu denemeye cesaret edebileceğini hissetti. “Birilerinin, Elif’in yaralarını okuyarak kendi yaralarını görmesini ve iyileşme yolculuğuna çıkmasını isterim,” diye ekledi. Kitabını başkalarına ulaştırmak, belki de onun içindeki yaraların başkalarına ışık olması anlamına gelecekti.

O günden sonra Arkın, yayınevleriyle görüşmeye başladı. Birçok kez reddedildi, bazen kendini yetersiz hissettiği anlar oldu, ama Melisa onun her zaman yanında duruyordu. Her reddedilişte ona cesaret veriyor, “Bu hikaye bir gün kendi yolunu bulacak,” diyordu. Ve bir gün, beklenen haber geldi: Bir yayınevi, onun hikayesini yayımlamaya karar vermişti. O an Arkın’ın gözlerinde yaşlar birikti; yazdığı cümlelerin başkalarının kalbine ulaşacak olmasını düşünmek, içindeki heyecanı ve minnettarlığı artırıyordu.

Kitabı yayımlandıktan sonra Arkın, kitabını okuyanlardan gelen mesajlarla dolup taşan bir kutuya sahip oldu. Kimi okuyucular Elif’te kendi yaralarını bulmuş, kimi Ahmet’in cesaretinden ilham almıştı. Birçok kişi, onun hikayesinin kendi içsel yolculuklarında nasıl rehber olduğunu anlatan satırlarla dolu mektuplar yazmıştı. Bu mesajlar, Arkın’a yazmanın sadece bir ifade biçimi değil; başkalarıyla kurduğu derin bir bağ olduğunu gösterdi.

Melisa, Arkın’ın yanında otururken onun yüzündeki mutluluğu izledi. “Bu sadece senin hikayen değil artık, Arkın. Bu hikaye, artık birçok insanın içsel yolculuğuna dokunan bir parça,” dedi. Arkın, Melisa’nın elini tuttu ve içten bir teşekkürle ona baktı. Hayatında yalnız olmadığını, bir dostun desteğinin ne kadar kıymetli olduğunu anladığı o anda, onunla birlikte olmanın bir hediye olduğunu düşündü.

Zamanla Arkın, yeni hikayeler yazmaya başladı. İçsel yolculukları, ruhunun derinliklerinden çıkan yeni karakterlerle anlatıyordu. Yazdıkça daha çok özgürleşiyor, her yeni hikaye onun için bir keşif yolculuğu oluyordu. Artık Elif’in yaraları iyileşmişti ve Arkın, içsel huzurunu bularak hayatının yeni bölümlerini yazmaya hazırdı.

Bu yeni yolculukta, Arkın yalnız değildi; yanında Melisa vardı, ve onun ruhuna dokunan her okuyucusu. Kendi gölgeleriyle barışan, kendi hikayesini yazan bir kadının yolculuğu, birçok insanın ilham kaynağı olmuştu. Ve bu kez, Arkın bir cümlenin ne kadar güçlü olabileceğini biliyordu: “Hayatımızın hikayesini, biz yazıyoruz.”

(Arkın)

O anlarda sayfaların, her bir kelimenin, benim için başka bir anlam kazandığını hissettim. Sanki hayatımın tüm karmaşasını, içimde biriktirdiğim o yükleri bir bir dışarı çıkartıyordum. Melisa’ya her şeyi anlatmak, kitabı ona göstermek, uzun süre boyunca kalbimin derinliklerinde sakladığım sırları açığa çıkarmak gibi geldi. İlk cümleyi yazarken aklımdan bile geçmezdi, ama kitabımı tamamlayınca, bir anlamda ruhumun çıplak kaldığını hissettim.
Melisa yanımda duruyordu; bakışlarındaki cesaret ve içtenlik beni yatıştırıyordu. “Yayımlatmayı düşünüyor musun?” diye sorduğunda içimden bir ürperti geçti. Kitabım yayımlanacak mıydı gerçekten? İçimdeki her şeyin başkalarına ulaşması ne anlama geliyordu? O satırlar benim en derin yaralarım, en gizli hayallerimdi. Sanki yıllarca koruduğum bir duvarı yıkıyordum. Ama Melisa’nın gözlerinde gördüğüm ışık, başkalarının bu hikayede kendi yansımalarını bulabileceğine dair inancımı güçlendirdi.
İlk denemelerim başarısızlıkla sonuçlandığında, vazgeçmeyi düşündüm. Her bir reddediliş, kendi hayatımın değersiz olduğunu bana hatırlatır gibiydi. Kendimden şüphe duyduğum anlarda Melisa’nın sesini duydum: “Bu hikaye bir gün kendi yolunu bulacak.” Onun güven verici sesi, bana bu yolculuğun sadece başlangıç olduğunu fısıldıyordu. Ve gün geldi; bir yayınevi benim hikayemi basmayı kabul etti. O an gözlerimden yaşlar süzüldü. Anlatmak istediğim her şeyin, geçmişin izlerinin başkalarının kalplerine ulaşacağını bilmek… Bu tarif edilemezdi.
Kitabım yayımlandıktan sonra aldığım mektuplar beni başka bir yolculuğa çıkardı. Elif’in yaraları, Ahmet’in cesareti, Leyla’nın kararlılığı… Her biri okuyucularımda kendi izlerini bırakmıştı. Her satırda, onların da hayatlarına dokunabildiğimi görmek, kendi hikayemin başka hikayelere karıştığını hissetmek bana güç veriyordu. Melisa bir gün bana, “Artık bu hikaye senin değil, Arkın. Artık birçok kişinin hayatında yer etmiş bir parça,” dediğinde, onun ne demek istediğini gerçekten anladım. Bu hikaye sadece benim içsel bir yolculuğum değildi; her bir okuyucuya onların içsel savaşlarında eşlik eden bir rehber olmuştu.
Her sabah yeniden sayfalara dokunmak, yeni hikayelerle kendimi anlatmak bir tür terapi gibi oldu. Yazdıkça ruhum daha özgür, kalbim daha hafifti. Elif’in karanlık sokaklarını geride bırakmıştım, Ahmet’in öğretilerini kalbime kazımış, Leyla’nın gücünü içimde bulmuştum. Artık kendi hikayemin yazarıydım ve biliyordum; hayatımın en güzel hikayesini yazıyordum. Bu kez, her satırda daha da güçleniyor, kendi yolumda ilerlemeye devam ediyordum.
Ve en sonunda, kendi kendime fısıldadım: “Bu hikaye benim, ama aynı zamanda hepimizin.”

Kitabı bitirdiğimde, hem bir zafer duygusu hem de garip bir boşluk hissi içime yerleşmişti. Bir süredir hayatımı kitaba ve karakterlerine adadığım için kendimi onlardan koparırken zorlanıyordum. Ama Melisa’yla bunu kutlayacak olmak da içimde yeni bir heyecan yaratmıştı. Onun yanına gittiğimde, sayfalarımda dolaşırken bana yönelttiği bakışlarda gurur ve samimiyet vardı. O anda, onu tüm bu sürecin en değerli parçası gibi hissediyordum.

Ancak günler geçtikçe, konuşmalarımızın yönü farklı bir yola girmeye başladı. Artık eskisi kadar beni anlamadığını düşünüyordum, o da benimle aynı fikirde değildi. İlk başta küçük tartışmalar olarak başlayan bu durum, bir akşam en sevdiğimiz kafede otururken patlak verdi.

"Sen değiştin," dedi aniden Melisa, gözlerini kahvesinden kaldırarak bana baktı. "Kitabı bitirdikten sonra seninle konuşmak daha zor oldu."
Şaşırmıştım, ama aynı zamanda kızmıştım da. "Değiştim çünkü kitabı yazarken çok şey öğrendim," diye karşılık verdim. "Bu kötü bir şey değil ki."
"Öğrenmekle alakalı değil bu," dedi. "Artık sanki her şeyin cevabını biliyormuşsun gibi davranıyorsun. Her şeyi kendi başına çözmek istiyorsun, beni de bu dünyadan dışlıyorsun."
Bu sözler bende karmaşık duygular uyandırdı. Gerçekten de içimde bir şeylerin değiştiğini biliyordum, fakat bunu Melisa'ya hissettirdiğimin farkında değildim. Yine de onun bunu anlamasını beklerdim; sonuçta yanımdaydı, değil mi?

"Seninle her şeyi paylaşıyorum," dedim, biraz savunmacı bir şekilde. "Kitap benim için çok kişisel bir süreçti ama yine de seni içine almaya çalıştım. Bunu hissedemedin mi?"
Melisa, biraz duraksayarak derin bir nefes aldı. "Evet, ama sanki o dünyayı seninle paylaşmak yetmiyor artık. Beni orada bulamıyorum. Kendimi senin yazdığın bir karakter gibi hissediyorum bazen."
O an, onunla ne kadar yabancılaştığımızı anladım. Kitap bitmişti, ama ben hala o karakterlerin dünyasında yaşıyordum. Onların hisleri, düşünceleri, karanlıkları, aydınlıkları... Melisa'yla olan ilişkim ise gerçek hayattaydı ve gerçek hayatta ilişkiler bir kitabın son sayfasında sona ermezdi. Aramızdaki sessizlik, söylediklerimizin ikimizi de etkilediğini gösteriyordu.
Gözlerim biraz boş bakarak, "Sanki beni anladığını sanıyordum," dedim. "Sanki kitabımı bitirince... kendi içimdeki boşluğu bulmuşum gibi hissettim. Ama belki de daha çok şey kaybettim."
Bir süre sessiz kaldık, sonra Melisa derin bir nefes aldı. "Ben de seni anladığımı sanıyordum. Ama bazı şeyleri yanlış anlamışım. Belki de kendi hikayelerimizi yaratmanın vakti gelmiştir. Seninle ama seninle paralel yürüyen, daha farklı bir yolda."
O an, ilişkimizin belki de bir dönüm noktasına geldiğini hissettim. Belki de ikimiz de kendi yolculuklarımızı yürümeliydik. Ama bunu, tamamen birbirimizden koparak mı yapacaktık, yoksa daha derin ve anlamlı bir yolda mı ilerleyecektik? Melisa’yla bu soruların yanıtını henüz bulamamıştık ama aramızdaki bağın bize yeni cevaplar vereceğine dair umudum vardı.
Gecenin sonunda, birbirimize sarılıp sessizce ayrıldık. İkimiz de biliyorduk ki, yaşadıklarımız bir sayfanın sonunda kalacak türden değildi.Melisa, tartışmayı durdurma niyetinde değildi. "Sana kendini anlatmam için neden bu kadar ısrar ediyorsun, Arkan? Herkes senin gibi değil, tamam mı?" dedi, sesi titrerken. Melisa’nın gözlerinde, anlatamadığı ama derinlerde bir yerlerde onu sıkan bir şeylerin ifadesi vardı. Bu konuşma, beklenmedik bir şekilde, ona dokunan bir yarayı açmış gibiydi.
Melisa’nın o bakışlarını gördüğümde biraz geri çekilmek istedim. Belki de üzerine gitmek doğru değildi. Ama sustuğumda, onun bana gerçekten güvenmediğini hissetmek de içimde bir burukluk yaratıyordu. Kendimi toparlayıp, derin bir nefes aldım. "Melisa, sana kimseyi değiştirmek istemediğimi söylüyorum. Ben sadece seni daha iyi anlamak istiyorum," dedim, bu sefer daha yumuşak bir tonla.
Bunu söylediğimde, Melisa’nın yüzü biraz yumuşadı ama hala direncini koruyordu. "Belki de bazı şeyleri anlamaya çalışmaktan vazgeçmelisin. İnsanların geçmişini deşmek bazen sadece acı getirir," diye karşılık verdi, sesi alçak ama sertti.
Bir süre sessizlik çöktü. Beni sınamak istiyormuş gibi gözlerime bakıyordu. "Tamam, haklısın, belki de fazla zorladım," diyerek kabul ettim. Ama yine de ona uzak kalmanın canımı acıttığını hissettim. "Ama Melisa, ben de geçmişimi anlatıyorum sana. Neden sen de benimle paylaşmıyorsun? Böyle paylaştıkça daha güçlü olmaz mıyız?"
Gözlerini kaçırarak, "Belki de benim o kadar gücüm yok," dedi. Bu itirafı bıçak gibi saplandı içime. Ona kendini daha güvende hissettirebilecek ne varsa yapmak istiyordum, ama galiba onun kendi duvarları vardı.
Melisa, biraz daha sert bir sesle devam etti: "Arkan, sen bir kurtarıcı değilsin. Herkesin geçmişi kendi yüküdür, bunu değiştiremezsin. Birinin ruhuna dalmak istiyorsan, önce o yükle başa çıkabilecek kadar güçlü olup olmadığından emin ol," dedi, sesi derin ama titrek bir halde.
Bu sözler beni sarstı, çünkü haklıydı. Kendi yüklerimi taşımaya bile bazen zorlanırken, bir başkasının acısını almak gerçekten doğru muydu?

Sözleri beni öyle bir anafora çekti ki bir süre konuşamadım. Kendi içimde dönüp duran düşünceler arasında Melisa’nın haklı olabileceğini düşünüyordum. Yine de, ona ulaşmak için başka bir yol denemekten vazgeçmek istemiyordum. "Belki de haklısın," dedim, gözlerimi Melisa’dan ayırmadan. "Ama biz, bir şekilde birbirimize geldik, bir şeyleri paylaşıyoruz, değil mi? Belki de birbirimizin acısını paylaşarak biraz daha hafifletebiliriz. Bu yüzden bu kadar ısrar ediyorum."
Melisa, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Ona her baktığımda, ruhunun derinlerinde gömülü olan bir şeylerin kendini gizlemeye çalıştığını hissediyordum. "Arkan," dedi, gözlerini bana tekrar dikip. "İnsanların bir sınırı var. Ve bazen, o sınırı zorlamak, sadece yıkıma yol açar. Seninle aramda bir şeyler olsun istiyorum, ama derinlere inmek… bunu ben bile kaldıramayacakken senin kaldırabileceğini nasıl düşünebilirim?"
Ona bu kadar açık konuştuğu için minnettar kalmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ama bir yandan, bu konuşma bizi daha da uzaklaştırıyormuş gibi hissediyordum. "Beni neden bu kadar kapatıyorsun, Melisa? Dışarıdan güçlü ve soğukkanlı görünüyorsun ama içinde neler olduğunu bile bilmiyorum. Belki de sırf bu yüzden aramızdaki mesafe kapanmıyor."
Bir an gözlerinde yaş biriktiğini fark ettim, ama gözyaşlarını göstermemek için hemen başını çevirdi. "Arkan, bazen insanlar duygularını saklar çünkü onları açmak, bir uçuruma düşmek gibidir," dedi. Bu sefer sesi yumuşaktı, ama o kadar ağır bir üzüntü taşıyordu ki kelimeleri neredeyse fısıltıya dönüşüyordu. "Beni anlamanı istiyorum ama bunun için kendimi tamamen açmam gerekirse… bilemiyorum, belki de ben o cesarete sahip değilim."
Kelimeleri, kalbimde bir sızı yarattı. Bir yanım ona ısrar etmeye devam etmek istiyordu, ama bir yandan da onun sınırlarına saygı duymam gerektiğini hissediyordum. "Tamam," dedim sessizce, gözlerimi yere indirerek. "Belki de sana bu kadar yük olmamalıyım. Ama unutma ki ben buradayım, seni dinlemeye hazırım, ne olursa olsun.
O da bir süre sessiz kaldı, gözlerini ufka dikmişti. Sanki geçmişiyle hesaplaşmaya çalışıyor gibiydi. Sonunda, yüzünü bana çevirip nazik bir gülümsemeyle, "Beni olduğum gibi kabul ettiğin için teşekkür ederim," dedi. Bu cümle, aramızdaki gerilimi biraz olsun hafifletmişti ama aynı zamanda ona olan yakınlığımın da sınırlarını görmeme neden oldu.
O an, Melisa’yı gerçekten ne kadar sevdiğimi ve bu sevginin, onu zorlamadan, sadece yanında olmayı kabullenmek anlamına geldiğini fark ettim. Ama aynı zamanda, bazen aramızdaki bu duvarların hiçbir zaman tam anlamıyla yıkılamayacağını da kabul etmem gerekiyordu.O akşam Melisa ile ayrıldığımızda içimde ağır bir boşluk hissettim. Eve dönerken adımlarım yavaş, düşüncelerim derindi. Melisa’yla aramızdaki o görünmez duvarı hissetmek, bir yanımda eksik kalan bir parça gibi acı vericiydi. Kendime kızdım; her şeyi zorlamadan ilerletmeye çalışmam gerektiğini biliyordum, ama kalbim her seferinde acele etmeye yönlendiriyordu beni.
Eve döner dönmez müziği açıp kendimi kitap sayfalarının arasına gömdüm. Ama kafam Melisa’yla olan konuşmalarımızda, gözlerinde gördüğüm o savunmasız ifadede takılı kaldı. Saatlerce uyuyamadım, düşünceler zihnimde dönüp duruyordu. Melisa’ya gerçekten destek olmak istiyordum ama bunu nasıl yapacağımı artık bilemiyordum. Aramızdaki gerginlik gittikçe daha görünür hale geliyordu.
Ertesi gün ona mesaj atıp yeniden buluşmayı teklif ettim. Birkaç dakika sonra kısa bir cevap geldi: “Olur, konuşmamız gerekenler var.” Bu kelimeler bana bir tuhaflık hissettirdi. Sanki konuşmamız beklediğimden daha zor bir yöne gidecekti. Kalbim hızla çarparken, buluşma saatini beklemeye koyuldum
Kafede onu beklerken karnıma bir düğüm atılmış gibiydi. Sonunda geldi, ama yüzünde tanıdığım o sıcak ifade yoktu. Oturduğunda, ilk konuşan o oldu. "Arkan, bu konuşmayı yapmak istemezdim," diye başladı, bakışlarını masanın üzerine dikmişti. "Ama sanırım sana bazı şeyleri açıklamaya çalışmak artık kaçınılmaz oldu."

Boğazım düğümlendi. Sanki kötü bir haber gelecekmiş gibi hissettim. "Neyden bahsediyorsun, Melisa?" dedim, kelimeleri tane tane, sakin kalmaya çalışarak.
“Bizim aramızdaki bağ, çok değerli,” dedi, gözlerini kısa bir an bana kaldırıp. "Ama ben… bir ilişkiye hazır değilim. Sana ihtiyacım olduğunda yanımda olmanı istediğim kadar, bazen senin de benim alanıma fazlasıyla yaklaştığını hissediyorum. Kendi içimde çözmem gereken şeyler var, ve ne kadar denesem de seni içime almaya, kendimi açmaya hazır değilim.”
Bu sözleri duyduğumda içimde bir şeyler kırıldı. Ona yakınlaşmak istememin, ona ulaşmaya çalışmamın onun üzerinde bir baskı yarattığını daha önce anlamıştım ama bu kadar derin bir sınır olduğunu tahmin etmemiştim.
“Melisa, sana destek olmaya çalışıyordum sadece. Her şeyde yanında olmam gerektiğini düşündüm… ama sanırım, seni zorluyordum farkında olmadan.” Sesi biraz daha kırılgan bir tona bürünmüştü.
"Arkın, senin yanında olmak bana iyi geliyor," dedi, bu sefer gözleri daha sıcak bakıyordu. "Ama bazen birbirimizin hayatında olmadan, sadece uzaktan destek olmamız da gerekiyor. Sadece bana ihtiyacın olduğunda, buradayım. Fakat kendime döndüğümde, senin de kendine dönmen gerekiyor belki de.”
Bu sözleriyle içimdeki mücadeleyi biraz olsun hafiflettim. Onun yanında olmaya çalışırken kendi sınırlarını aşmaya zorladığımı fark ettim. Belki de gerçekten, ikimizin de birbirimize uzaktan destek olmamız gerekiyordu.
“Anladım, Melisa,” dedim, kısık bir sesle. “Kendi iç yolculuğuna saygı göstereceğim. Bu sürecin içinde ne sen beni zorlayacaksın ne de ben seni. Bu yolculuğu ayrı ayrı yürümemiz gerektiğinde bile birbirimizin yanında olmaya çalışacağım. Ama aynı zamanda, birbirimizin yüklerini hafifletmeye çalışırken onları çoğaltmadığımızdan da emin olacağız."
Başını hafifçe salladı, yüzünde beliren hüzünlü ama huzurlu bir gülümsemeyle. Belki de ilk defa gerçekten, birbirimizi zorlamadan, olduğumuz gibi kabul etmemiz gerektiğini anladık. O an, Melisa’nın benim için ne kadar önemli olduğunu ve bazen onun hayatında daha fazla yer edinmek istememin sadece kendime olan ihtiyacımdan kaynaklandığını fark ettim.
O gün, Melisa ile aramızdaki bu sessiz anlaşmayla, hem birbirimizi hem de kendimizi biraz daha anladık. Hayat yolunda birbirimizin izleyicisi olmayı, gerektiğinde yanında olmadan da destek vermeyi öğrendik. Ve belki de bu, arkadaşlığımızın daha derin bir anlam kazanması için gerekli olan en zor adımdı."Sen böyle bilmemekle yetinmeye devam edersen, bir gün yalnız kalabilirsin, Arkın," dedi Melisa, sözleri neredeyse bir tokat gibi yüzüme çarpıyordu. Gözlerindeki sertlik beni şaşırtsa da, aslında böyle konuşmasını istemiyordum, haklı olduğundan korkuyordum. İkimiz de uzun süre suskun kaldık, her şey daha da karmaşık bir hal alıyordu. İçimde bir isyan büyüyordu, ama bu isyanı ona değil kendime yöneltmek istiyordum. Ancak, yine de kelimeler döküldü dudaklarımdan:
"Belki de yalnız kalmak en iyisi, Melisa. Belki gerçekten ben bu yalnızlığı hak ediyorum. Kafamdaki düşünceler bir savaş meydanı gibi; hiç bitmeyen bir kavga var içimde, ve ben bile bazen kim olduğumu, ne istediğimi anlayamıyorum. Ama sen bunu anlamak zorunda değilsin, tamam mı? Sen zaten anlamıyorsun."
Melisa, yüzüme öfkeyle baktı, ama sesini alçaltarak konuştu. "Yalnız kalmak istemediğini biliyorum, Arkın. Seni tanıyorum. Kendine yüklenmek, kendini cezalandırmak, bütün bu suçluluk hislerini üstüne almak... Bunlar hiçbir şeyi çözmeyecek. Elif'in yaşadığı zorlukları yazarken ona bir umut verdin, ama kendine neden hiç umut vermiyorsun?"
Bu sözler beni altüst etti. Ona öfkeyle karşılık vermek istesem de aslında söyleyecek mantıklı bir şey bulamıyordum. "Beni tanıdığını sanıyorsun, ama yanılıyorsun. Kitap sadece bir hikayeydi. Elif'in umudu vardı çünkü yazdım, çünkü bunu ben sağladım, ama gerçek hayat böyle değil," dedim. Sesim giderek yükseliyordu, kendimi kontrol etmekte zorlanıyordum. "Bu yüzden kendimi sorgulamaya devam ediyorum, çünkü umudun bile bir yanılsama olduğuna inanıyorum bazen."
Melisa başını iki yana sallayarak iç çekti. "Gerçek hayatta da umut var, Arkın. Sadece sen buna inanmak istemiyorsun. Belki de kendine acı çektirmekten zevk alıyorsun." Gözlerimdeki öfkeyi fark etti, ama sözlerine devam etti. "Sürekli kendini sorgulamak, her şeyden şüphe etmek, sana nasıl bir fayda sağlıyor, söyler misin?
Bu soruya cevap veremedim. Aslında bunu kendime de çokça sormuştum, ama hala yanıtını bulamamıştım. "Sadece... her şey o kadar belirsiz ki Melisa. İnsanlar, ilişkiler, hayat... Her şey iç içe geçmiş bir kaos gibi geliyor bazen," dedim, sesim bir çırpıda kırılarak.
Melisa gözlerini devirdi, bir süre düşünceli bir şekilde ellerini birbirine kenetleyip öylece oturdu. Sonra gözlerini bana dikti, sabırlı ama kararlı bir sesle konuşmaya başladı. "Kaos olduğunu biliyorum, Arkın. Ama sen o kaosun içinde sanki yüzmektense batmayı tercih ediyorsun. Birileri sana yardım etmeye çalıştığında, kendine sanki bu kaosu hak etmiş gibi bakıyorsun. Anlamıyorum, neden bir adım geriye çekilip her şeyin bu kadar kötü olmadığını göremiyorsun?"
Bu sözler içimde uzun zamandır susturduğum yaraları açtı. Neden böyle olduğumu bilmiyordum, ama hayatım boyunca sanki sürekli bir suçluluk hissetmiş gibiydim. Kendimi olduğum gibi kabul etmekten, hayatı olduğu gibi yaşamak yerine her şeyden sorumluluk hissetmekten vazgeçemiyordum. "Çünkü... çünkü belki de suçluyum," dedim kısık bir sesle. "Belki de yaşadığım her şey benim hatam. Geçmişte, kendimi koruyamadığım anlarda bile suçlu hissediyorum."
Melisa bir an durdu, gözlerinde şefkat belirdi. "Ama bu senin suyun değil, Arkın," dedi. "Suçlu hissetmen gerekmiyor. Kendini cezalandırman gereken bir geçmiş yok. Bunu görmek zorundasın."
Başımı eğdim. Kendime bu kadar açık ve acımasız bir şekilde yüzleşmek zordu. Ancak Melisa’nın söylediği şeylerin derinlerinde bir doğruluk payı vardı. Belki de gerçekten kendimi bu kadar sorgulamayı bırakmam gerekiyordu. Ama bu kadar basit olmayacağını biliyordum. Hayat, her şeyden öte, karmaşık bir hikayeydi ve ben hala o hikayenin içindeydim.
"Belki haklısın," dedim sonunda, yüzümde belirsiz bir gülümsemeyle. "Ama o kadar da kolay değil, Melisa. Kendi iç savaşlarımı bırakıp sadece anı yaşamak o kadar kolay değil."
Melisa bana doğru eğilip gözlerime baktı. "Kimse kolay olduğunu söylemedi, Arkın. Ama denemek zorundasın. Yoksa... yoksa kendini kaybedeceksin."
O an, belki de ilk kez Melisa’nın söylediklerinin gerçek anlamını hissettim.

Melisa'nın gözlerinde gördüğüm kararlılık, o an bana derin bir sarsıntı yaşattı. Yavaşça başımı salladım, ama onun söylediklerini içselleştirip kabul edebilecek durumda değildim. İçimde öylesine derin bir direnç vardı ki, o duvarları yıkmak çok zor görünüyordu. Melisa'nın söyledikleri kulağımda yankılanıyordu: *"Kendini cezalandırman gereken bir geçmiş yok. Suçlu hissetmen gerekmiyor."* Ama ya tam da bu yüzden, her şey benim suçumsa? Ya gerçekten beni bu duruma getiren şey benim hatalarımsa? İçimde çınlayan ses bana asla rahat vermiyor, sürekli bir hatırlatıcı gibi her hareketimi sorgulatıyordu.

Derin bir nefes aldım, ama bu sırada Melisa’nın bakışlarından kaçamadım. Gözlerindeki o derin sabır ve şefkat bana fazlasıyla ağır geliyordu. Bu kadar anlayışla bana bakması, duvarlarımı zorlaması… Bunlar hem içimi ısıtıyor hem de sanki o duvarları yıkmaya zorluyordu. Ben ise buna direniyordum, içgüdüsel bir şekilde o duvarların arkasında kalmak istiyordum. Sanki oradan çıkarsam tüm kırılganlığım ve zaaflarım ortaya dökülecek, savunmasız kalacaktım.

"Melisa, belki senin gibi güçlü değilim," dedim, sesimde istemsiz bir kırılganlık vardı. "Ben… belki de hayatım boyunca bu duyguları taşımaya alıştım. Onlardan kurtulmayı bilmiyorum. Ve dürüst olmak gerekirse, belki de kurtulmak istemiyorum."

Melisa kaşlarını çattı, şaşkın ve biraz da üzgün bir şekilde başını eğdi. "Güçlülük dediğin şey bu değil, Arkın. Güçlü olmak demek acını sürekli içinde bir yerlerde tutup kendini mahvetmek değil. Güçlü olmak demek, bazen acıyı kabul edip onu geride bırakmayı öğrenmektir. Ama sen… sen sanki bu acı sana bir anlam veriyor, sana varoluş sebebi sunuyor gibi ondan vazgeçmeyi reddediyorsun."

Bu sözler tam anlamıyla beni köşeye sıkıştırmıştı. İçimde bir yerlerde ona hak verdiğimi hissediyordum, ama bunu ona söylemek istemiyordum. Öfkem, kırgınlıklarım, kendime karşı duyduğum suçluluk… Bütün bunlar uzun zamandır benim bir parçam olmuştu. Kim olduğumu belirleyen şeylerdi. Onlardan nasıl kurtulacaktım? Ya da kurtulmam gerçekten mümkün müydü?

“Belki de öyle,” dedim, istemsizce daha da savunmacı bir şekilde. "Ama bu benim yolum, Melisa. Kendi yolumu seçmek istiyorum ve belki bu yol doğru değil, ama yine de benim yolum. Senin gibi her şeye karşı güçlü ve umut dolu bakamıyorum, tamam mı? Kabul etmelisin, biz farklıyız."

Melisa’nın yüzü düşmüştü. Gözlerindeki ışık sönmüş gibiydi. Bir süre sessiz kaldı, ama sonra yavaşça omuzlarını dikleştirdi ve yeniden gözlerimin içine baktı. "Farklı olmamız, seni daha az değerli yapmıyor, Arkın. Ama bir noktada kendine bu kadar acımasızca davranmayı bırakmalısın. Seni senden fazla seven insanlara acı çektirdiğinin farkında değilsin, değil mi? Bu cezanı sadece kendine değil, çevrendekilere de kesiyorsun."

Bu sözler içimi delip geçti. *Beni seven insanlara acı çektiriyor muydum?* Bunu gerçekten yapıyor muydum? Melisa haklıysa… Melisa’ya, bana değer veren insanlara zarar mı veriyordum bu halimle? Yıllarca yalnız hissetmiştim, ama belki de yalnızlığı kendim yaratmıştım. Melisa’nın gözlerinde bir şeylerin kırıldığını hissediyordum; o cesur ve kararlı Melisa’nın bile yorulmaya başladığını görmek beni sarsmıştı.

“Bunu hiç böyle düşünmemiştim…” dedim, sesim neredeyse fısıltı halinde çıkmıştı. Ama Melisa’nın yüzünde hiçbir yumuşama belirtisi yoktu, gözleri hala ciddi ve sorgulayıcıydı. Bu sefer bana ne diyeceğini merak ediyordum. Bana yardım etmeye devam edecek miydi, yoksa artık vaz mı geçecekti?

"Arkın, bir seçim yapman lazım," dedi sonunda, sesi artık sakin ama kesin bir tondaydı. "Bu hayatı ya olduğun gibi kabullenip içinde kaybolarak geçireceksin ya da kendini dönüştürme cesaretini göstereceksin. Her insan bunu yapamaz, ama ben senin bunu yapabileceğine inanıyorum. Ama… bunu yapmazsan, seni bekleyemem. Senin içinde kaybolmanı izleyemem."

Bu sözler beni aniden irkilmeme neden oldu. *Bekleyemem mi?* İlk kez Melisa’nın bana gerçekten bu kadar ciddi bir şey söylemesi içimde bir şeyleri kıpırdatmıştı. Hayatımda ilk kez birinin bana bu kadar açık ve net bir sınır çizdiğini hissettim. Onu kaybetme düşüncesi içimde ağır bir boşluk oluşturdu. Belki de o an ilk kez kendime itiraf ettim; Melisa, benim hayatımda en önemli insanlardan biriydi. Beni en derinlerimde tanıyor, hatalarımı kabul ediyordu ama artık sabrının sonuna gelmişti.

İçimdeki öfke, kızgınlık, acı ve suçluluk bir yana; artık bir seçim yapmam gerekiyordu. Onu kaybetmek istemiyordum. İçimden gelen bir dürtüyle, belki de uzun zamandır hissetmediğim bir cesaretle ona doğru adım attım ve “Melisa, haklısın,” dedim. Gözlerinin içine bakarak, ilk kez bu kadar içten bir şey söylüyordum. “Kendime zarar veriyor olabilirim, hatta seni de bu acının içine çekiyor olabilirim. Ama bunu değiştirmek istiyorum. Sadece… nasıl başlayacağımı bilmiyorum.”

Melisa'nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Uzun zamandır görmediğim o ışıltıyı yeniden yüzünde görmek bana güç verdi. "Başlamak zor, biliyorum. Ama belki de tek yapman gereken biraz olsun kendine güvenmek. Ben buradayım, Arkın, ama sadece çaba gösterdiğini gördüğüm sürece. Sen de kendine bir şans ver."

O an, belki de ilk kez bir umut kırıntısı hissettim. Kendimi o karanlıktan çıkarıp bir adım atabileceğimi düşünmeye başladım. Melisa'nın desteğini ve dostluğunu kaybetmemek için bir değişim yoluna girmeye hazırdım. Ona sarıldım, kollarını sıkıca sardı etrafıma. Ve o an anladım ki, değişim belki de gerçekten mümkündü – sadece kendimi bırakmam, hayatın ağırlığından sıyrılmam gerekiyordu. Bu yolda Melisa’nın rehberliği belki de tek dayanağımdı.Melisa’nın sıcak kolları etrafımı sararken, içimde yıllardır biriken o duygular sel gibi taşmaya başladı. O kadar uzun zamandır kimseye bu kadar yakın hissetmemiştim ki, bu durum bana neredeyse yabancı geliyordu. Sarılmak... Basit bir eylemdi belki ama Melisa'nın varlığı, içimdeki savunmaları bir bir indiriyordu. İlk kez birine bu kadar derinlemesine açılmak, her şeyimi paylaşmak istiyordum. İçimdeki boşlukların yavaşça dolmaya başladığını hissediyordum.

Sarılmanın verdiği güvenle, biraz daha konuşmak istedim. Fısıltıyla, “Biliyor musun, Melisa... yıllardır kendimi kimseye anlatamadım,” dedim. “Sanki içimde boğuluyormuşum gibi… kimse anlamaz diye düşündüm. Ama sen... Sen hep yanımdaydın, bana gerçek beni gösterdin.”

Melisa sarılmayı bırakıp gözlerimin içine baktı, yüzünde hafif bir tebessüm vardı. "Bunu hissettiğini duymak beni mutlu ediyor, Arkın. Ama bilmeni isterim ki, bu yol uzun ve zor olacak. Kendine dair kabul etmen gereken daha çok şey var, ama ben buradayım. Sadece, bu süreci birlikte göğüsleyeceğimize dair senin de kararlı olduğunu görmek istiyorum."

O sırada içimde bir korku belirdi. *Ya bu kararlılığı gösteremezsem? Ya yine o eski halime dönersem?* Geçmişin ağırlığı, yeniden içime dolmaya başlamıştı bile. O güven dolu an hızla endişe bulutlarıyla kaplanıyordu. Melisa gözlerimdeki o korkuyu fark etmiş olmalıydı ki, ellerimi sıkıca tuttu. “Bak, Arkın,” dedi yumuşak ama ciddi bir ses tonuyla, “Bu bir gecede bitecek bir yolculuk değil. Ama her adımda, kendine biraz daha yaklaştığında, o yük hafifleyecek. Önemli olan ilk adımı atman ve devam etmen.”

Başımı sallayarak iç çekip, “Haklısın… ama bu korkuyla nasıl mücadele edeceğimi bilmiyorum,” dedim. Sesim titriyordu. “Belki de gerçekten değişmeyi hak etmiyorum.”

Melisa gözlerini kısmıştı, o bakışlarıyla beni adeta sorguluyordu. "Bu, kendine koyduğun en büyük engel, Arkın. Değişim için yeterince iyi olduğuna inanmadıkça, hayatın sana sunduğu fırsatları göremeyeceksin. Bu hayatta kimse mükemmel değil. Ve hatalar da geçmişin bir parçası, ama bu seni tanımlayan şey değil."

Bir süre sessiz kaldık. O sözlerin ağırlığını, yıllardır kendi kendime kurduğum zincirlerin nasıl sıkılaştığını düşünüyordum. Kendi duvarlarımı yıkmayı başarsam bile, Melisa’nın o kırılgan güvenine gerçekten layık olabilir miydim? Bu şüphe içimi kemiriyordu. Ama Melisa’nın gözlerinde gördüğüm sabır ve kararlılık, bana inanılmaz bir güç veriyordu. Başka bir şey söylemeden ona sıkıca sarıldım.

Bir süre sonra, Melisa beni biraz geri çekip yüzüme baktı. “Bak, bu değişim senin için, başkası için değil. Kendin için yeni bir sayfa açman gerek. Bunu anlamadan, ilerleyemeyiz,” dedi. Sesi sakin ama derindi, sanki tüm yaşadıklarımı hissediyordu.

O akşam, uzun saatler boyunca oturup konuştuk. Hayatımı, çocukluğumu, korkularımı birer birer Melisa’ya anlattım. Her kelime, üzerimden bir yük kalkıyormuş gibi hissettiriyordu. Sanki yıllardır sakladığım yaralarımı nihayet güneşe çıkarıyordum, her şey kabuk bağlayabilsin diye. Melisa beni yargılamadan, gözlerimin içine bakarak her şeyi dinledi. Beni gerçekten anladığını hissediyordum. O kadar uzun zamandır kimseye bu kadar güvenmemiştim ki, sanki içimde bir şeyleri yıllardır kilitleyip kalmıştım.

Melisa bana, kendimi suçlamayı bırakmam gerektiğini söylediğinde, biraz kızdım. O eski reflekslerle yine savunmaya geçtim: “Ama yaptıklarım ortada, Melisa! Nasıl olur da tüm bunları bırakabilirim?”

Bu sefer Melisa sertleşti, bakışları daha kararlıydı. “Sonsuza kadar geçmişinle yaşamayı mı planlıyorsun? Yaşadıkların seni güçlendirdi ama sen onları yastık haline getiriyorsun. Kendi yaralarına saplanıp kalmışsın ve bu seni tüketiyor. Bu durumun seni daha da kötüye götürmesine izin veremezsin. Ben, seni hayatının böyle geçmesine seyirci kalacak biri değilim.”

Bu sözleri derin bir sarsıntı gibi içimde hissettim. Melisa’nın beni bırakabileceği düşüncesi, içimde bir korku dalgası yarattı. O an, gerçekten ona tutunmam gerektiğini, onun destek verdiği bu yolda ilerlemem gerektiğini fark ettim. Belki bu korku, hayatımda en fazla ihtiyaç duyduğum şeydi. Bir şeyi kaybetme korkusu, beni harekete geçirebilir miydi?

Gözlerimdeki kararsızlık silinmişti. Ona gülümsedim ve dedim ki, “Haklısın, Melisa. Belki de bu yol, kendimle yüzleşmenin yolu. Bu karanlıktan çıkmak, bu savaşı vermek zorundayım. Senin gibi bir dostum varken, bunun mümkün olduğuna inanabilirim.”

Melisa derin bir nefes aldı, gözleri yumuşadı. “Senin için buradayım, Arkın,” dedi. “Ama unutma, bu yol senin. Sen bu adımları atmalısın. Ve her ne olursa olsun, senin yanında olacağım.”

O an, belki de hayatımda ilk kez kendimi gerçekten bir yere ait hissettim. Artık yalnız olmadığımı, kendimi bulmamın bir anlam ifade ettiğini biliyordum. Bu yeni başlangıç, hayatımda yepyeni bir dönemeçti. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve içimden geçirdim: *Bu hayat, bu yeni yolculuk, artık benim.*O andan itibaren her şey daha gerçek, daha anlamlı gelmeye başladı. Melisa’nın desteği, içimdeki kırılgan yanları iyileştiren bir el gibi etki ediyordu. Ancak bu derin bağın verdiği yakınlık, zamanla aramızdaki çatışmaları da kaçınılmaz hale getirdi. İkimiz de çok farklıydık; onun keskin doğruları vardı, benim ise yılların öfkesi, güvensizliği ve bir türlü kapanmayan yaralarım. Belki de bu yüzden bazı günler onu anladığımı hissetsem de, diğer günler uzaklaşıyor, yanlış anlaşıldığımı düşünüyor ve kızgınlığımı kontrol edemiyordum.

Bir akşam, her zamanki gibi evde buluştuğumuzda, tartışma aniden alevlendi. Aslında konu basitti: Melisa, bir süredir benim iş bulmam gerektiğini düşünüyordu, ama ben yazmaya kendimi öylesine kaptırmıştım ki, yazmanın dışında herhangi bir şey yapmak fikri içimde soğuk bir duvar gibi yükseliyordu.

“Arkın, elbette yazmak senin için önemli, bunu anlıyorum. Ama maddi olarak bağımsız olmanın da sana kendini daha iyi hissettireceğini düşünüyorum,” dedi, sesindeki sabır her zamanki gibiydi ama bu sefer benden gelen öfkeyi fark edince şaşırmıştı.

“Yani, yazdıklarım sana yeterince değerli gelmiyor mu? Ben burada kendimi, ruhumu ortaya koyarken, sen gidip iş bulmamı mı istiyorsun? Sadece bununla ilgileniyor gibisin, Melisa,” dedim sertçe.

Melisa derin bir nefes aldı, bakışlarını kaçırmadan bana doğru eğildi. “Hayır, Arkın, senin yazdıkların benim için çok kıymetli, bunu biliyorsun. Ama sadece yazmakla hayatını sürdüremezsin. İkisini birden yürütebilirsin, bunu daha önce de konuştuk. Gerçek dünyada yaşıyorsun, ve bu dünya senin hayal ettiğin gibi değil. Bu yüzden…”

Araya girerek sesimi yükselttim, “Beni kendi dünyandan yargılayarak anlamaya çalışma, Melisa! Yazdıklarım, senin düşündüğünden çok daha fazlasını ifade ediyor. Senin bana bunları söyleme hakkın var mı?”

Onun yüzündeki incinmiş ifadeyi görünce, sanki kalbime bir bıçak saplanmış gibi hissettim ama geri adım atmadım. Birkaç saniye sessizlik oldu, ardından Melisa derin bir nefes alıp gözlerini kapattı, sakin kalmaya çalışıyordu. Ancak bakışları, artık bana sadece sevgiyle değil, biraz da sitemle bakıyordu.

“Bu söylediklerini bir kez daha düşünmeni istiyorum, Arkın. Bu ilişkiyi devam ettireceksek dürüst olmalıyız, kendimize ve birbirimize. Ama sadece senin doğruların üzerinden gitmemizi bekleyemezsin. Ben burada sadece senin yanında değilim, ama sen de bunu anlamıyorsun.”

Söyledikleri kulağımda yankılandı. Gerçekten, ilişkimizin iki tarafa da ağır gelen bir yanı olduğunu hissedebiliyordum. Ama Melisa’nın bu kadar haklı olması, içimde bir şeyleri daha da tetikliyordu. Ona karşı kendimi savunma gereksinimi duyuyordum, çünkü bu değişim beni korkutuyordu. Başka bir yol olduğunu kabul etmek, kendimi tamamen yeni bir düzene adapte etmek gibi geliyordu.

“O zaman belki de benimle ilgili beklentilerini bir kez daha gözden geçirmelisin, Melisa,” dedim, sesimde biraz daha soğuk bir ton vardı. “Belki de ikimizin yolları düşündüğümüz kadar aynı değil.”

Melisa derin bir nefes aldı, gözleri hafifçe dolmuştu ama geri çekilmedi. “Evet, Arkın, belki de öyledir,” dedi, sesi bu sefer titriyordu. "Ama şunu bil ki, seni sevdiğim için buradayım. Sadece bir hayat kurabilmemiz için ikimiz de aynı sorumluluğu almak zorundayız. Senin hayatında bir yer tutabilmem için, senin de bana yer açman gerek."

O an bu sözlerin ağırlığı içimde yer etti. Melisa’nın söyledikleri doğruydu; ama doğrular, kabullenmesi en zor şeylerdi. Yine de, o kırılgan bakışları yüzüme döndüğünde, kendimi daha fazla ona karşı direnirken bulamadım. Onu kaybetmek fikri her şeyden daha korkutucu geldi, ama bunu ona söyleyemedim.

Bir süre sessizlik içinde oturduk. Aramızda kalan bu çatışma, içimde yer eden tüm öfkeleri, korkuları ve beklentileri yeniden gözden geçirmeme neden olmuştu. Ama biliyordum ki, bu zorlukları birlikte aşmak istiyordum.

İçimden gelen kırılgan ama samimi bir sesle fısıldadım, “Haklısın, Melisa. Senin de kendine göre bir dünyan var ve orada yer açabilmek için değişmem gerekiyor. Sadece, o yolda yürürken korkuyorum. Kaybetmekten... yalnız kalmaktan… Ama seninle bunu aşmak istiyorum.”

Melisa hafif bir tebessümle başını salladı ve elini yine elime koydu. “O zaman bunu birlikte yapabiliriz, Arkın,” dedi, gözlerinde hâlâ o güveni ve sevgiyi görebiliyordum. “Birlikte bu zorlukları aşmak, birbirimize yaslanarak güçlenmek, ve gerçekten bir hayatı paylaşmak… Bunu başarabiliriz.”

O an, onun söyledikleri bir kez daha içime işledi. Belki de hayat, sadece kendi savaşlarımızı değil, sevdiklerimizle birlikte, onların yüklerini de omuzlayarak daha anlamlı hale geliyordu. Kendi dünyama onu davet etmekten korkmayı bırakmalı, onunla yeni bir yol çizmeliydim.

Ve o gece, geçmişe ve korkularımıza dair belki yüzlerce defa konuşup sustuktan sonra, sonunda birbirimize gerçek anlamda sarıldık. Artık Melisa ile aramızdaki bağ, yalnızca bir dostluk değil, bir ortaklık, bir yoldaşlık olmuştu. Melisa’yla göz göze geldikten sonra, aramızdaki soğuk sessizlik iyice gerildi. Yine de hiçbirimiz konuşmadık; bu kadar hararetli bir tartışmanın ardından barışmak veya sorunu çözmeye çalışmak içimden gelmiyordu. Melisa da bakışlarını kaçırarak ellerini sıkıp gevşetiyordu. Sanki konuşmaya cesaret edemiyormuş gibi, dudaklarını ısırdı.

Bir süre daha sessizlik hüküm sürdü. Kalbim hâlâ onun söylediği bazı sözleri sindirememişti. Melisa, bir şeyleri kontrol etme arzusuyla hareket ediyormuş gibi hissettirdi bana. Sürekli olarak benim “gerçek dünyaya dönmem” gerektiğini hatırlatması… Peki ya benim dünyam ne olacaktı? Yazdıklarım, hayallerim, kâğıda döktüğüm cümleler, hepsi boş birer heves mi olacaktı onun gözünde?

O derin sessizliği ben bozdum. “Gerçekten mi, Melisa?” dedim, gözlerimden hiç kaçınmadan. “Seninle paylaştığım her şeyin sonunda gelip de bu tür bir yargıya varman… bunu kabullenemiyorum. Anladığını sanıyordum. Yazmak benim için yalnızca bir kaçış değil, bir ihtiyaç. Beni ben yapan şey. Ve sen bunu anlamıyorsun.”

Melisa, biraz sinirli bir şekilde başını öne eğip kısa bir nefes aldı. “Arkın, seni kırmak istemediğimi biliyorsun. Ama sürekli içine kapanarak, sadece hayallerine sığınarak yaşayamazsın. Sen kendini gerçeklerden koruyorsun belki ama ben bunu izlerken kendimi dışlanmış gibi hissediyorum. Hayatında gerçekten bir yerim var mı, emin değilim. Sadece senin hayatını izleyen biri gibi hissediyorum, bir parçası olan değil.”

Bu sözleri duyduğumda kalbim sızladı, ama Melisa’ya karşı öfkem de daha da arttı. Ona sadece kendimi açmış değil, aynı zamanda en derin yaralarımı da göstermiştim. Ama bunu anlamıyor gibi davranması, bana bir türlü hak vermemesi… içimde daha önce tatmadığım bir hayal kırıklığı oluşturuyordu.

“Belki de haklısın, Melisa,” dedim soğuk bir ifadeyle. “Belki de hiçbir zaman hayatımdaki insanlara yeterince yer açmıyorumdur. Ama aynı zamanda, sen de beni olduğum gibi kabul etmiyorsun. Sürekli olarak benden bir şeyler değiştirmemi, ‘gerçek dünyaya’ daha fazla katılmamı istiyorsun. Ama senin gerçek dediğin dünya benim içimde yabancı. Bu şekilde nasıl devam edeceğiz?”

Melisa, bu sefer daha sakin bir tonla cevap verdi. “Ben seni olduğun gibi kabul ettim, Arkın, ama sen hayatına kimseyi sokmaktan korkuyorsun. Eğer gerçekten bana güvenseydin, belki de böyle düşünmezdin. Beni suçlamak yerine biraz kendine bakmayı denesen?”

Bu sözler adeta bir tokat gibiydi. Ona güvenmediğim fikri içimi burkuyordu, ama bu sefer bunu inkâr etme gereği bile duymadım. Melisa’nın düşündüğünden daha karmaşık bir yapım olduğunu, bana yaklaşmanın bile insanları yıprattığını biliyordum. Belki de onunla yakınlaşmak bile hataydı, sadece bir ilüzyondu. Kendi karanlığımda kimseye yer yoktu, ya da ben kimseye o alanı açmayı beceremiyordum.

“Sana güvenmediğim için değil, Melisa,” diye mırıldandım, ama sesimde kırılgan bir ton vardı. “Sadece… belki de en başında hata yaptık. Seninle bu kadar yakın olmam, sana bütün bu sorunları yansıtmam yanlış olabilir.”

Melisa’nın gözleri bu sözlerimde nemlendi, ama gözyaşlarını bastırdı. “Öyle mi? Demek bunca zamandır bunu düşünüyordun. Gerçekten mi, Arkın? Bu kadar basit bir şey mi senin için?”

Ona bir şey söylemek istedim ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Aramızda hiçbir şeyin basit olmadığını biliyordum ama onun gözünde sadece onu yarı yolda bırakan bir hayalet gibi görünüyordum. Başımı önüme eğdim, yüzüne bakacak cesareti bulamıyordum. Belki de gerçekten dediği gibi, bir şeyleri yanlış yapmıştım ama ne yapacağımı bilmiyordum. Onu incitmiş olmaktan da kendimi incitmekten de yorulmuştum.

Melisa bir süre daha bekledi, ardından hafifçe yerinden kalkarak kapıya yöneldi. Gitmeye hazırlanırken bir kez daha duraksadı, bana son bir bakış attı. “Eğer bir gün ne istediğine karar verirsen, beni ara. Ama kendine güvenmeden bana adım atma, Arkın,” dedi, sesi kırılgan ama kararlıydı.

Ardından kapıyı yavaşça kapatıp gitti. O an, aramızdaki uçurumu artık tam anlamıyla hissetmiştim. O gitmişti, arkasında bıraktığı boşluk ise benliğimi sarıyordu. Bir tarafım ona hak veriyordu, diğer yanım ise onun beni anlamadığını düşünüyordu. Ama artık bu iki his, ikimiz arasında köprü olmaktan çıkmıştı; sadece bir ayrılığın temeli olmuştu.Yalnız başıma odada kalakaldım. Melisa’nın sözleri, kalbimde yankılanmaya devam ediyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, ama içimdeki boşluğu dolduramıyordum. Yazdığım kitabın sayfaları gözümün önünde canlanıyordu; karakterlerimin yaşadığı çatışmalar, kendi hayatımdaki sorunlarla iç içe geçmişti. Melisa’nın gidişi, benim için sadece bir tartışmanın ötesindeydi; artık yaşamımda hissedilir bir boşluk yaratmıştı.

Günler geçtikçe Melisa’yla olan tartışmam aklımı kemiriyordu. Onunla konuşmamış olmak, adeta içimde bir yara açmıştı. Arkadaşlarımızın yanındayken, yüzümdeki gülümsemeyi takınmak zorunda kalıyordum, ama içimdeki fırtına büyüyordu. Melisa’yla karşılaşmak, kalbimi hırpalayan eski yaralarımı yeniden açıyordu. Her gün, “Ona ne diyeceğim?” sorusuyla uyanıyordum. Bazen onu aramayı düşündüm, ama aklımdan geçen sözlerin onunla olan gerginliğimi daha da artıracağını biliyordum.

Bir akşam, bir kafede otururken, Melisa’yı başka bir arkadaş grubuyla gördüm. Kahkahalar, sohbetler ve eğlenceler arasında görünüyordu. Gözleri parlıyordu; öyle ki, benimle yaşadığı gerginliği tamamen unutmuş gibiydi. İçimde bir şeyler kıpırdamaya başladı. “Onu unutabileceğimizi düşünmüştüm,” diye düşündüm ama gördükçe bu düşüncemin tamamen yanlış olduğunu anladım. Melisa’nın neşesi, kalbimde bir şeylerin koptuğunu hissettiriyordu.

Kendimi tutamayıp kafeden çıktım. Gözlerim dolmuştu ama bu duygularımı ifade etmeye cesaret edemiyordum. O an, yalnızca içimdeki boşluğun daha da büyüdüğünü hissettim. Birkaç gün sonra, başka bir arkadaşımızın doğum günü partisinde yine karşılaştık. Melisa, yanındaki arkadaşlarıyla birlikte bir köşede oturuyordu. Göz göze geldiğimizde, kalbim hızla çarpmaya başladı ama hemen bakışımı kaçırdım. Onun yanındayken, sanki dünya bana kapılarını kapatıyordu. Konuşmak istemiyor ama onunla aramızda bir duvar olduğunu hissetmekten kaçamıyordum.

Parti boyunca, onu her gördüğümde içimde bir gerginlik artıyordu. O sırada bir arkadaşım yanımda belirdi. “Arkın, Melisa’yla bir sorun mu var? Onu hiç yanına almadın,” dedi. Ben de içimdeki duygularla yüzleşmekten kaçınarak basitçe gülümsedim. “Her şey yolunda, merak etme,” dedim ama bu sözler benim bile içime sinmedi. Arkadaşımın yüzünde beliren şüpheli bakışlar, Melisa’yla olan mesafemin herkesin gözünden kaçmadığını hatırlattı.

O gece eve dönerken, Melisa’nın gülümsemesi aklımı kurcalıyordu. Onun mutlu olması, benim içimde bir boşluk yaratıyordu. “Benimle ilgili hiçbir şey hissetmiyor mu?” diye düşündüm. O an, onun aslında benim için ne kadar önemli olduğunu ve bu durumun ne kadar acı verici olduğunu fark ettim. Yalnızca bir tartışma yüzünden her şeyi kaybetmekten korkuyordum. Ama bir taraftan da, kendi içsel çatışmalarım ve yaralarım, onun yanımda olmasına izin vermiyordu.

Bir sonraki gün, bir arkadaşımızın düzenlediği etkinlikte yine karşılaştık. Melisa, grubu eğlendirirken, ben de bir köşede tek başıma oturdum. Kalabalık içinde kaybolmuş hissettim kendimi. Melisa’nın sesi kulağıma çalındıkça, içimdeki boşluk daha da derinleşiyordu. Etkinlik boyunca onunla hiçbir şekilde konuşmamış olmak, adeta beni içimden kemiren bir yaraya dönüştü.

Melisa yanımda belirdiğinde, gözlerimle ona odaklanmaktan kaçındım. Ama o, yanına oturdu ve hafif bir gülümseme ile “Nasılsın?” diye sordu. Onun sesi bir melodi gibi içimde yankılanıyordu ama ne yazık ki, benim karşılığım çok soğuk oldu. “İyiyim, sen?” dedim, kelimelerim zorla döküldü. Melisa’nın yüzündeki ifade, bir şeyler olduğunun farkında olduğuna dair bir ipucu veriyordu ama ben onu daha fazla zorlamak istemedim.

Bir süre sonra, onun başka bir arkadaşıyla sohbet ettiğini görünce, için için kıskandığımı hissettim. “Sanki hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyor. Benim içimde ise hala bir savaş var,” diye düşündüm. Bu düşünceler, beni daha da çaresiz hissettiriyordu. İçimdeki karanlık, gün geçtikçe daha da derinleşiyor ve onu unutmamı engelliyordu.

Ertesi gün, Melisa sosyal medyada bir fotoğraf paylaştı. Yanında gülümseyen arkadaşlarıyla birlikteydiler; onun neşesi ve mutluluğu, beni derinden yaraladı. “Beni tamamen unuttu,” diye düşündüm, kalbimdeki o sancı bir kez daha ortaya çıktı. Birkaç saat boyunca bu hisle mücadele ettim ama ne yazık ki Melisa’nın gülümsemesi, içimdeki tüm karanlığı aydınlatamıyordu.

Zaman geçtikçe, aramızdaki mesafe daha da büyüyordu. Melisa’yla olan tartışmamızdan sonra ona bir adım atmaya cesaret edemiyordum. Oysa ki içimdeki duygular, ona bir şeyler söylememi gerektiriyordu. Ama her düşündüğümde, onun belki de benimle tekrar bir tartışmaya girmesi korkusu beni durduruyordu. Kendi içsel savaşlarım, aramızdaki bağı daha da zayıflatıyor ve ben, onunla olan her türlü iletişimden kaçmaya devam ediyordum.

Melisa ile barışmamış olmanın acısı, her gün içimde kanayan bir yara gibiydi. Gözlerimdeki boşluk, kalbimdeki yankıların derinleşmesiyle daha da büyüyordu. Artık hayatımda neler olup bittiğini anlamak için kendimle yüzleşmek zorundaydım. Ama bu yüzleşme, Melisa olmadan gerçekleşecek miydi? Bu soruyla baş başa kalmıştım. Her gün, her an onunla olan anılarımın yükünü taşımak zorunda kalıyordum ve bu, içimdeki savaşın daha da alevlenmesine neden oluyordu.Günler geçtikçe, Melisa’yla olan mesafemiz derinleşiyordu. Onun gülümsemesi, artık gözlerimden kaçmıyordu. Her seferinde, onun yanında diğer arkadaşlarıyla neşeli sohbetler ettiğini görmek, içimdeki acıyı daha da artırıyordu. Hatta, bazen onun yanındakilerin gülüşmelerinin benim üzerimdeki etkisi o kadar güçlü oluyordu ki, duygularımı bastırmak için kafamı başka yöne çevirme ihtiyacı hissediyordum. “Bir şeyleri düzeltmek için ne yapmalıyım?” sorusu, kafamın içinde sürekli döngü halinde dönüp duruyordu.

Bir akşam, arkadaş grubumuzun düzenlediği bir etkinlikte, yine Melisa’yla karşılaştım. O an, aramızdaki gerilimi hissetmemek imkansızdı. Melisa, gruptaki herkesle gülüp eğleniyor, bana ise hiç dönmüyordu. İçimden bir ses, “Git ona konuş, bir şeyleri çöz,” derken, diğer bir ses hemen bastırıyordu: “Ama tartışmanız hâlâ taze. Ne diyecek, nasıl tepki verecek?”

Etkinliğin ilerleyen saatlerinde, içki alkolü beni cesaretlendirdi. Gözlerimi kapatıp kendimi toplayarak onun yanına gittim. “Melisa, bir şey konuşabilir miyiz?” dedim. O anki bakışları, beni duyduğu için mutluydu ama içindeki gerginliği hissedebiliyordum. Melisa, yanındaki arkadaşlarına “Bir dakika, görüşmem lazım,” diyerek benimle geldi.

Bir köşede baş başa kalınca, kelimeler boğazımda düğümlendi. “Neden birbirimize böyle davrandık?” diye sordum. Melisa’nın gözleri, dolunay gibi parlıyordu ama içindeki kıvılcım sönmüştü. “Arkın, bu tartışmanın ardından ne konuşmamı bekliyorsun?” dedi. Sesinde öyle bir sertlik vardı ki, içimden bir şeyler daha da derinleşiyordu. “Bilmiyorum, ama bunu sürdürmek istemiyorum,” diye yanıt verdim, ancak kendi duygularımın karmaşasını da gizleyemiyordum.

“O zaman benimle bir yol çizmek zorundasın. Her seferinde bana hakaret etmenin ya da benimle iletişim kurmamanın bir anlamı yok,” dedi Melisa, biraz sinirli bir tonda. Kalbim, onun sert bakışlarının altında eriyordu ama aynı zamanda kendimi savunmam gerektiğini biliyordum. “Ama sen de benim hislerimi anlamıyorsun. Benim için çok şey ifade ediyorsun,” dedim. Bu cümle, ikimizi de sarhoş eden bir sessizlik yarattı.

Melisa, yüzünde bir şaşkınlıkla birkaç adım geriye gitti. “Anlamıyor musun? Benim için de bir şeyler ifade ediyorsun ama bu tartışma, benden çok şey aldı. Senin düşüncelerin ve kelimelerin beni yaraladı,” dedi. Sesindeki hüzün, benim de içimdeki duygularla yüzleşmeme sebep oluyordu. “Ama ne yapabilirim? Her şey birdenbire gelişti,” diye karşılık verdim. İçimdeki çatışma, dışarıya yansımaya devam ediyordu.

“Birdenbire mi? Arkın, bu şekilde düşündüğünü bile bile ben de sana saygı duymayı bırakmıştım. Biz birbirimize karşı böyle olamayız!” dedi Melisa. Onun bu çıkışı, beni iyice köşeye sıkıştırdı. “Biliyorum, ama hâlâ dost kalabiliriz,” diye tekrar denedim ama bu, Melisa için yeterli bir çözüm değildi.

“Dost kalmak mı? Arkın, bana dostluğun yerine getirdiği bu yükü hissetmiyorum bile. Yaşadıklarımızdan sonra bir şeyleri düzeltmek istiyorsan, bunun bir dostluktan daha fazlası olması gerekiyor,” dedi. Onun bu cümlesi, bende çok büyük bir boşluk yarattı. Bu kadar derin bir sorun içindeyken, bana neyi ifade ettiğini anlamak zorundaydım.

Daha fazla ileri gitmekten korkuyordum ama ona olan hislerimi gizleyemeyecek kadar çaresizdim. “Ama ben seninle dost kalmak istiyorum, Melisa. Sadece bu durumu geçmek istiyorum. Bunu aşabileceğimize inanıyorum,” dedim. Melisa’nın yüzündeki ifade, benim umudumla alay eder gibiydi. “Geçmek mi? Bunu aşmak mı? Belki de bu, senin için daha kolay. Ama benim için öyle değil. Benim için bu, yaşadıklarımızın bir sonuçsuzluğu,” diye yanıtladı.

İçimdeki karamsar düşünceler, tartışmayı daha da alevlendirmeye başlamıştı. “Ama sen de benim için önemli bir insansın. Bu yaşananlar yüzünden her şeyi kaybetmek istemiyorum,” dedim ama bu cümle, Melisa’nın gözlerinde daha fazla sertleşmeye neden oldu. “Bunu yaparken düşünmüyorsun. Benim hislerimi asla dikkate almıyorsun,” dedi.

“Melisa, beni dinlemiyor musun? Bunu böyle yaşamak istemiyorum. Seninle geçirdiğimiz güzel anıları hatırlamak ve o duygularla yaşamak istiyorum,” dedim ama o, yanımdan geçerek arkadaşlarının yanına döndü. Yüzündeki ifade, bana bir şeylerin bittiğini söylüyordu ama neyi kaybettiğimi bilmek o kadar zor ki.

Ellerim, titreyerek yanımda duruyordu. Melisa’nın yanımda olmaması, içimdeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. Onun gidişi, beni daha fazla içe kapatıyordu. Kalbimde açılan yaralar, tartışmalarımızın yalnızca bir yan etkisiydi; aslında, Melisa benim için her şey demekti ve bu gerçeği kabullenmekte zorlanıyordum. “Acaba bir daha ne zaman karşılaşacağız?” diye düşündüm, ama kendimi ikna etmem gereken şey, onun bu duygulardan çok uzak olduğu gerçeğiydi.

Ve böylece, tartışmanın derin izleri kalbimde kalmaya devam etti. Ne olursa olsun, her gün içimdeki çatışmayı yaşarken, Melisa’yla olan bağımın kopmuş olmasını kabullenemiyordum. Onun hayatımdaki yerini doldurmak imkansızdı ve bu gerçeği kabul etmek, içimdeki savaşın daha da büyümesine neden oluyordu. Kalbim, Melisa’nın gülümsemesini ve sesini her düşündüğümde daha da derin yaralar alıyordu. Hayatımda büyük bir boşluk vardı ve bu boşluğun hiç dolmayacağını biliyordum.Günler geçtikçe Melisa’yla aramızdaki mesafe daha da derinleşiyordu. Ne zaman onu görsem, kalbimde bir acı daha açılıyordu. Arkadaş grubu içinde, her zamanki gibi gülüp eğleniyordu ama ben onun yanında kendimi kaybolmuş hissediyordum. Hatta bazen, yanındaki insanların gülüşmeleri içimdeki acıyı daha da artırıyordu. “Neden böyle hissediyorum? Neden ona bu kadar bağlıyım?” diye sorguluyordum.

Bir akşam, tekrar karşılaştık. Ortak arkadaşlarımızın evinde düzenlenen bir buluşmada, Melisa’nın gülümsemesi her zamanki gibi parıldıyordu ama benim içimde bir karanlık vardı. Kalbim, onun yanında bir daha yaşamak istediğim anıların hüzün dolu hatıralarıyla dolup taşıyordu. “Belki bir şeyleri çözebiliriz,” diye düşündüm ama o an yine içimdeki ses, “Neden bunu deniyorsun? Onu kaybettin!” diyerek beni durdurdu.

O gece, biraz alkol alarak cesaret bulmaya çalıştım. Onun yanına gitmek istedim ama içimdeki çatışma beni durduruyordu. En sonunda, arkadaşlarımızdan birinin yanına oturdum. Melisa ise grup içinde neşeyle sohbet etmeye devam ediyordu. İçimdeki kıskançlık duygusu, daha da büyüyordu. Bir süre sonra, Melisa’nın yanına gitmeye karar verdim. “Bunu başarmalıyım,” dedim kendime. Ama o anki ruh halim ve korkularım, adımlarımı yavaşlatıyordu.

Bir köşede baş başa kalınca, cesaretimi topladım ve “Melisa, konuşabilir miyiz?” dedim. O anki bakışları, kendine özgü bir ciddiyetle bana döndü. “Bunu konuşmanın bir anlamı yok, Arkın,” dedi. Gözlerindeki hüzün beni daha çok etkiliyordu ama aynı zamanda ondan uzaklaşmaya zorladığını hissettim. “Ama bunu çözmek zorundayız. Hâlâ arkadaşız ve sana önemli bir şeyim var,” dedim.

Melisa’nın gözleri parladı ama hemen karardı. “Arkın, arkadaş olmakla bu kadar düşman olmak arasında bir denge kurmalıyız. Ama senin düşüncelerin bu dengeyi tamamen bozdu,” dedi. Kalbimde bir şeyler kırılıyordu. “Ben sadece duygularımı ifade ettim. Bunu niyetim dışında yaptım,” diye yanıt verdim ama kendim bile bunun ne kadar inandırıcı olduğunu bilmiyordum.

“Senin duyguların, benim hislerimi hiçe sayarak ifade ediliyor. İkimiz de farklı yollardayız. Benim için hissettiklerin önemli ama bunu hissetmiyorsan, o zaman hiçbir anlamı yok,” dedi. Onun bu sert bakışları, içimdeki karmaşayı daha da derinleştiriyordu. “Ama Melisa, ben gerçekten seni seviyorum. Bir şeylerin yanlış gittiğini biliyorum ama bunları düzeltmek istiyorum,” dedim.

O anki cümlelerim, Melisa’yı daha da gerdi. “Sevgiyle yapılan bir şey yok. Beni seviyorsan, bunu yaparken neden bu kadar düşüncesiz oldun?” dedi. O kadar içten bir şekilde konuşuyordu ki, duygularımı ifade edemediğim için kendime öfke duyuyordum. “Bunu nasıl düzeltebiliriz?” diye sordum. O ise yanından uzaklaştı.

“Hâlâ aynı şeyi anlamıyorsun, Arkın. Benimle daha fazla vakit geçirebilirsin ama bu hiç de kolay olmayacak. Bütün bu yaşananlardan sonra tekrar başlamak zorunda kalmak, bu durumun içinde en zor şey,” dedi. İçimdeki boşluk daha da büyüyordu. “Ama bunu aşmalıyız. Biz birbirimiz için değerliyiz,” dedim ama bu cümle, onun gözlerinde bir merak yaratmaktan başka bir şeye dönüşmedi.

O gece, yanımda Melisa’nın yokluğuyla geçirdiğim zaman, karanlık düşünceler içinde kaybolmuştu. İçimdeki çatışmalar bitmek bilmiyordu. “Ne olacak şimdi? Onu kaybetmekten korkuyorum,” diye düşündüm ama o korku, beni daha da içe kapanmaya yöneltiyordu. Sonunda, onun gülümsemesini tekrar görebileceğim umuduyla her gün yavaş yavaş kendimi yeniden toparlamaya çalışıyordum. Ama bu çabalarım, Melisa’yla olan mesafeyi giderek artırıyordu.

Sonunda, bir gün onun yanına gittiğimde, gözlerimde bir kararlılık vardı. “Melisa, konuşmak istiyorum,” dedim ama gözlerimdeki ısrar, onu daha da uzaklaştırıyordu. “Arkın, seninle konuşmak istemiyorum. Artık aramızda bir şey kalmadı. Bu son şansım,” dedi. Gözlerinin parıltısındaki ciddiyet, kalbimi yaralıyordu.

Bir süre sessiz kaldık, gözlerimdeki yaşlar birikti ama gururumu bir kenara bırakmak istemiyordum. “Ama ben seninle barışmak istiyorum. Seninle her şeyi aşabileceğime inanıyorum,” dedim. “Benim için bu artık bir tercih değil, bir zorunluluk haline geldi. Bunu yapamayız,” diye yanıtladı.

O an, içimde bir şeyler parçalandı. Melisa’yla olan her anımı kaybetmek, içimdeki karanlığı daha da derinleştiriyordu. “Ne yapacağım? Bu şekilde yaşamak istemiyorum,” dedim ama o yanımdan uzaklaştı.

O gece, Melisa’nın gidişi içimdeki boşluğun daha da büyümesine sebep oldu. Onun yanında olmak, en güzel anılarımı hatırlamak için her şeyi yapmaya çalışsam da, bu durum benim için yalnızca bir kabus gibi geliyordu. Melisa’yla barışmanın ne kadar zor olduğunu biliyordum ama içimdeki çatışmalar her gün daha da büyüyordu. Onun hayatımdan çıkması, ruhumdaki boşluğu kapatamıyordu. “Bunu nasıl aşabilirim?” diye düşündüm, ama bir çözüm bulmanın mümkün olmadığını anladım. Melisa benim için her şeydi, ama aynı zamanda onun gidişi, içimdeki karanlığı da derinleştiriyordu.Bir sabah, Melisa'yı bir kafeye davet etmeye karar verdim. Belki de bir araya gelmek, içimizdeki gerginliği çözmek için bir fırsat olabilirdi. Ancak içimdeki tereddütle kafede buluştuğumuzda, karşılaşmanın nasıl sonuçlanacağını bilmeden oturdum. Melisa, o gün oldukça karamsar görünüyordu; gözleri pörtlek, ruhu bir kabuk gibi görünüyordu. Siparişlerimizi verirken, gözlerimdeki sabırsızlık ve korku birbirine karışıyordu.

Kafede otururken, Melisa'nın dikkatli bakışlarıyla karşılaştım. “Bu durumu çözmeye çalışmak, bir yere varmayacak Arkın. Kafeye gelmekle bu her şeyi düzeltmiş olmuyorsun,” dedi. Onun cümlelerindeki tonda bir öfke vardı. “Yani, ne yapmalıyım? Kaçmalıyım mı? Bunu çözmek için buradayım,” dedim ama sesimdeki isyanı duymak zor değildi.

“Evet biliyorum, iç dünyası olan birisin. Ama dış dünyayı görmüyorsun sen. Sanki her şey çok kolaymış gibi davranıyorsun. Bu sinir bozucu Arkın. Hiçbir şey kolay değil. Bunu anlamalısın,” dedi. Bu sözler içimde bir yerleri sarstı. Melisa’nın bu sertliği, tüm duygularımı su yüzüne çıkarmaya başladı. “Ama senin için her şey bu kadar mı zor?” diye sordum. “Bunun bir çözümü var. Ama bu konuda seninle konuşmaya bile çalışmıyorsun,” dedim.

Melisa, gözlerini benden ayırmadan, “Neden, neden doldurdun böyle içini? Neden patlıyorsun bana şimdi? En başından söyleseydin, belki düzeltirdim. Neden şimdi?” dedim. Onun gözlerindeki öfke, içimde bir kıyamet kopardı. “Belki de bunu bilmemen senin yüzünden. Hiçbiri çözülmezken, bunu benimle paylaşıp paylaşmamanın önemi yok. Her şey içimde birikti ve ben bunu seninle paylaşmadım,” dedi. Cümlesinin içinde bir pişmanlık vardı ama o an kendimi savunmaya geçmem gerektiğini düşündüm.

“Melisa, içimdeki boşluğun nedenini biliyor musun? Seninle konuşmayı çok istedim ama bunu yapamadım. Artık içimde birikmiş duyguları paylaşmak zorundayım. Ama seninle iletişim kurarken nasıl bir şey yaşadığımı düşünmüyorsun,” dedim. Onun bu kadar öfkeli olmasının altında, benden uzaklaşma korkusu yatıyordu.

“Arkın, seninle başa çıkmak zorundayım. Ama seninle her konuşmamızda daha fazla derinleşiyor. Kendini açmadığın sürece, bu yükü taşımak benim için zorlaşıyor. Senin yüzünden kendimi daha da kötü hissediyorum,” dedi. Bu cümleler, içimde bir derin yaraya dokunuyordu. “Ama ben bunları bilmeden, hislerini bir kenara bıraktım. Seninle konuşmaktan kaçtım. Kendimi kaybettim,” dedim ama sesim içindeki üzüntüyle titriyordu.

“Kendini kaybetme durumu, benim için bir anlam ifade etmiyor. Belki de seninle bu kadar derinleşmemem gerekirdi. Çünkü benim için de seninle olan her şey çok zorlayıcı hale geldi,” dedi. O an, içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. “Bunu yapmak zorunda değilsin. Beni bu kadar kırmak zorunda değilsin, Melisa,” diye yanıtladım.

Kafede, ikimiz de aniden sessizliğe büründük. Melisa’nın gözlerinde beliren yaşlar, ona olan sevgimin derinliğini daha da hissettiriyordu ama bu, aramızdaki çatışmayı çözmeye yetmeyecekti. “Biliyor musun, Arkın, artık kendimi güvende hissetmiyorum. Bu durumu sürekli yaşamak istemiyorum. Geçmişteki güzel anılara takılı kalmak beni yıpratıyor,” dedi.

Kendimi onun yanında yalnız hissetmeye başladım. “Ama, senin için ne kadar önemli olduğumu biliyorsun,” dedim ama bu sözler, içimdeki boşluğa düşüp kayboldu. Melisa, gülümsememişti bile; yalnızca derin bir nefes alıp yanına gitmemi bekliyordu. “Önemli olan senin hislerin değil, benim hislerim. Artık ikimiz de farklı yollardayız,” dedi. Kalbimdeki yara, daha da derinleşmişti.

“Bunu böyle bırakmayı istemiyorum. Eğer böyle devam edersek, ne olacağını bilmiyorum. Ama bu kadar sıkışmışken, seni kaybetmek istemiyorum,” dedim. O an, Melisa’nın gözleri de benim gibi dolmaya başladı. “Belki de biz birbirimize bu kadar bağlıyken, asıl sorunumuz korkularımızdır. Benim için tüm bu hisler, seninle yaşamak isteğiyle doluyken, seninle bir yere varamayacağımı anladım,” dedi. Bu cümle, içimdeki her şeyi yıpratıyordu.

İçimdeki çatışmalar, kalbimdeki yaralar ve Melisa’nın kaybolan sevgisi arasında kaybolmuştum. “Ama Melisa, ben seni gerçekten seviyorum. Yine de neden böyle davranıyorsun?” diye sordum ama Melisa, sadece “Bunu bilmek yetmiyor,” dedi. İkimiz de sessizliğe büründük. Sonunda, kafenin gürültüsü içinde kaybolmuşken, içimdeki yalnızlık daha da derinleşiyordu.

Hissettiğim tüm karmaşanın içinde kaybolduğum an, onun yanındaki kollarımı hissetmemi engelleyen bir boşluğa dönüştü. “Bunu çözmek için daha fazla bekleyemem. Ama seni sevdiğimi asla unutmayacağım,” dedim ve o an, Melisa’nın gözlerinde kaybolmuş bir ifade belirdi.Kafede oturduğumuz o an, göz göze geldiğimizde hissettiğim gerginlik, tüm ruh halimi sarmalamıştı. Melisa’nın sesindeki öfke hâlâ içimde yankılanıyordu, ama artık daha da derinleşen bir boşluğun içindeydik. Kafede zamanın nasıl geçtiğini bile hissetmiyordum. Birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra, Melisa derin bir nefes alarak konuştu. “Beni sevdiğini zaten biliyorum. Buna ihanet etmek istemesem de, olmuyor Arkın. Bir şeyi bilmek, onu kabullenmeye yetmiyor. Bu zamana kadar da dolmadım. Bunu düşünüp daha da üzülme. Bu kavganın nedenini önce kendine sor. Ben sana anlattığımda ise zaten yeteri kadar anlayacağını da unutma,” dedi.

Bütün bunların ağırlığı altında ezilmiş hissediyordum. “Şimdi anlatmayı neden tercih etmiyorsun?” diye sordum. Sesi, içimdeki kaygıyı daha da derinleştiriyordu. Melisa, kafasını hafifçe eğerek, “Belki de şimdi söylemek hata olur,” dedi. Cümlesindeki belirsizlik, daha fazla endişelenmeme neden oluyordu.

“Bak... eğer hayatında başka biri varsa... ki bunu düşünmek istemiyorum ama... bunu söylersen sıkıntı çıkarmam, söz veriyorum. Çünkü seni seviyorum... her ne olursa olsun üzülmeni istemiyorum,” dedim. Gözlerimin içine baktı ama yanıt vermedi. İçimde bir korku belirdi. “Bundan dahası var Arkın. Keşke şimdi anlatabilsem ama... olmaz. Ama şunu bil ki, her şeye sen neden oldun. Her şeyi sen başlattın. Hayatımda biri de yok,” dedi. Bu cümle, içimde bir umut ışığı belirmiş gibi hissettirdi ama kaygım hâlâ yerindeydi.

“Bana hala kızgın mısın peki?” diye sordum. Melisa, “Kızgınım. Ama hır gür çıkarıp kavga etmeyi sevmediğim için sana bunu en sakin yönü ile izah etmeye çalışıyorum,” dedi. Onun bu sakinliği, içimde bir çatışmayı daha da derinleştiriyordu. “Her ne olursa olsun, bu anlayışın için sağol,” dedim ama içimden geçen düşünceler onu yeterince tatmin edebiliyor muydu, bilemiyordum.

Melisa, gözlerini kaçırarak, “Beni beklememelisin belki de. Hiçbir zaman... gelmeyebilirim...” dedi. Bu cümle, içimdeki dünyayı yıkmaya yetti. “A-ama bu... çok saçma olur Melisa. Bu zamana kadar onca şey yaşadık. Şimdi gitmene lafım yok... bunu yaşamıştım... ama hiç gelmemek... bu ömrümü yıpratır,” dedim. Kalbim, bu düşünceyle daha da fazla sarsılıyordu.

Melisa, hafif bir sarsıntıyla gözlerini kapattı. “Anlıyor musun? Her şey senin yüzünden bu hale geldi. Ben duygularımı bastırmaya çalıştım ama artık başaramıyorum,” dedi. Bu sözler, kalbimde bir yara açıyordu. “Ama Melisa, ben seni asla bırakmak istemiyorum. Seninle olan her anım, benim için çok değerli. Bunu kaybetmeyi göze alamam,” dedim ama Melisa’nın kararlılığı her geçen an daha da artıyordu.

“O halde bu durumu değiştirmek için ne yapabilirsin?” diye sordu. “Sadece konuşmakla olmuyor. Hayatımda yer alan her şeyi gözden geçirip bir şeyler yapmak zorundasın,” dedi. Melisa’nın bu sertliği beni yaralıyordu, ama aynı zamanda bana bir şeylerin değişmesi gerektiğini de hatırlatıyordu.

“Ne yapmam gerektiğini bilemiyorum ama seninle her anımı yeniden değerlendirmek istiyorum. Duygularımı ifade etmekte zorlandım ama seni kaybetmeyi istemiyorum. Beraber geçirdiğimiz zaman, hayatımda çok özel bir yere sahip,” dedim. Melisa, buna karşı sessiz kaldı.

Bir süre sessiz kaldık, ama ortamda gergin bir hava hâkimdi. “Arkın, beni anla. Bazen insanlar kendi içindeki çatışmalarla başa çıkamaz. Ben de bu durumdayım. Ama seni seviyorum, bu duyguları yok sayamam. Bu yüzden aramızda bir mesafe olması gerektiğini düşünüyorum,” dedi.

İçimdeki boşluk, Melisa'nın kelimeleriyle daha da genişliyordu. “Ama Melisa, ben bunu istemiyorum. Seninle birlikte olmak, benim için her şey demek. Eğer benim hatalarım yüzünden bu mesafeyi istiyorsan, lütfen bunu açıkça söyle,” dedim.

“Bunu her zaman yapamadım. Ama artık daha fazla kaybetmek istemiyorum. Seninle yüzleşmek zorundayım. Biliyorum ki, bu benim için bir adım. Ama seni beklemek zorunda kalırsam, çok daha fazlasını kaybetmek istemiyorum,” dedi. Melisa’nın sesindeki acıyı hissetmek, içimde daha fazla derinleşmemi sağlıyordu.

“Eğer gerçekten benimle birlikte olmak istiyorsan, bunu bana göster Melisa. Ama lütfen gitme. Seni kaybetmek istemiyorum,” dedim. Melisa’nın gözlerinde bir zamanlar paylaştığımız anların yankıları belirdi ama yine de ona dokunamadım.

“Belki de ikimizin de düşünmesi gereken şeyler var. Ama bu kadar keskin bir şekilde birbirimizden uzaklaşmamalıyız. Bunu biliyorum,” dedi. “Ama şu an kendimi savunmasız hissediyorum. Bu hislerimle baş edemediğimde, karşılaştığım durumlar daha zorlayıcı hale geliyor,” diye ekledi.

İkimiz de, kafenin arka planda akan gürültüsünde kaybolmuş gibiydik. Melisa, biraz uzaklaşıp durdu. O an, içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. “Lütfen, ne olursa olsun, bir çözüm bulalım. Beni anladığını biliyorum ama ben de hislerimi ifade etmekte zorlanıyorum,” dedim. Melisa, gözlerini benden ayırmadan, “Belki de bu sadece benim içsel bir savaşım. Ama bu savaşı kazanmak zorundayım. Kendimi bulmak zorundayım,” dedi.

Birbirimizin yanında otururken, kelimelerimizden daha çok hissettiğimiz bu gerginliği aşmak için uğraşıyorduk ama yine de ayrılmanın eşiğindeydik. Melisa’nın gözlerindeki derin karanlık, içimdeki umut ışığını söndürüyordu. “Ne olursa olsun, seni seviyorum. Belki de seni kaybetmek, beni kendimden daha çok uzaklaştıracak,” dedim ama içimdeki boşluk, her cümlede daha da büyüyordu.Kafede oturmaya devam ediyorduk, etrafımızdaki insanların sesleri arka planda yankılanırken, biz adeta bir balonun içinde sıkışmış gibi hissediyorduk. İçimdeki gerilim dinmek bilmiyordu. Melisa’nın gözlerindeki o soğuk bakış, her cümleyle daha da derinleşiyordu. “Biliyor musun, Arkın? Dışarıdan bakıldığında her şey güzel görünebilir, ama sen benim içimdeki fırtınayı göremiyorsun,” dedi Melisa, sesi titrek ama kararlıydı.

“Sen de ne hissettiğimi anlamıyorsun. Bu kadar derin hisler içindeyken, beni dış dünyadan kopararak kendi içsel savaşımı vermeye zorlamanı kabul edemiyorum,” dedim. Melisa, bir an sessiz kaldı, gözlerini odanın duvarlarına odakladı. “Benim için hayat her zaman kolay olmadı. İçsel mücadelelerimle başa çıkmak, belki senin düşündüğün kadar basit değil. Ama senin yanındayken, bunu unutmaya çalışıyorum,” dedi.

Gözlerimdeki yoğun kaygıyı hissedebiliyordu. “Ama ben sana her zaman açık olmaya çalıştım. Hislerimi ifade etmekte zorlandığım için yanlış anlaşıldım,” dedim. Melisa, başını sallayarak “Anlıyorum ama bunun benim için ne kadar zor olduğunu da biliyorsun. Benim içimde bir şeyler patlayacak gibi, seninle olan bu çatışma da beni daha fazla zorluyor,” dedi.

“Evet, biliyorum,” dedim, sesimdeki acıyı hissederek. “Ama bunu neden bu kadar derinleştiriyoruz ki? Beni sevdiğini biliyorum, bunu inkar edemezsin. Ama bu duygularla yüzleşmek yerine savaşıyorsak, bu ikimize de zarar veriyor,” diye ekledim.

Melisa, masanın üzerindeki kahve fincanına dikkatle bakarak, “İşte burada takılıp kalıyoruz. Senin kaleminden çıkan kelimeler, benim için bazen bir anlam ifade ediyor, ama bazen de daha fazla karışıklık yaratıyor. Artık kendimi ifade etmenin yollarını bulmak istiyorum,” dedi. Bu sözler, içimdeki kaygıyı daha da artırıyordu. “Peki, ne yapmalıyız? Bunu aşmanın bir yolunu bulmalıyız,” dedim, sesim bir parça daha umut doluydu.

“Belki de birbirimize daha fazla açık olmalıyız. Ama bu aynı zamanda hislerimizi de doğru bir şekilde ifade etmeyi gerektiriyor,” dedi Melisa. Gözlerinin içindeki mücadele, bana cesaret veriyordu ama bu seferki tartışmamızın derinliği çok daha fazlaydı. “Ama bazen, beni anlamanın yollarını aramak yerine, derinliklerime girmeyi tercih ediyorsun. Oysa ben sadece kendimi savunmak istiyorum,” dedim.

Melisa, “Seni anlamak istiyorum ama seninle olan bu savaş beni yıpratıyor. Benim içimde bir boşluk var, ve bunu aşmak için birlikte çalışmalıyız. Ama sen de bunu kabullenmelisin,” dedi. Her cümlesinde, kendine dair bir şeyler daha ortaya koyuyordu. “Seni her zaman sevmiş olabilirim ama bu, her şeyin geçeceği anlamına gelmez. Benim içimdeki duygularla yüzleşmek zorundayım,” diye ekledi.

“Birbirimize karşı daha dürüst olmalıyız. Bu tartışmanın sonunda, ben seni daha iyi anlamak istiyorum. Ama bu kadar üst üste gelmek yerine, biraz geri çekilsek belki daha sağlıklı olur,” dedim. Melisa, biraz düşündü. “Evet, belki de. Ama benim için bu durumdan nasıl çıkacağımızı bilmek zorundayız. Hislerimle yüzleşmekte zorlanıyorum,” dedi.

Kafedeki ortamın sessizliği, konuşmalarımızın ağırlığıyla doluydu. Diğer insanların gürültüsü, bizden çok uzakta kalıyordu. “Ama Melisa, bir şeyleri değiştirmek için birbirimize daha fazla destek olmalıyız. Bunu yapmazsak, birbirimizi daha fazla kaybedeceğiz,” dedim. Melisa, derin bir nefes aldı. “Evet, bunu biliyorum. Ama bu durumun benim üzerimde yarattığı baskıdan da bahsetmeliyim. Bazen seninle konuşmak, bana yük oluyor. Ama bu da seninle olan bağlantımı daha çok zorlayabilir,” dedi.

Kafedeki gürültü, aniden azalmış gibiydi. “Ama Melisa, seni kaybetmek istemiyorum. Bu yüzden içimdeki karanlığı da sana açmak zorundayım. Seninle olan bu bağımı daha da kuvvetlendirmek istiyorum,” dedim. “Ama aynı zamanda, seni düşünmeden yapacaklarımın da beni ne kadar yıprattığını biliyorum,” diye ekledim.

Gözlerim onun yüzüne odaklanmıştı, ama Melisa hala içindeki çatışmalarla boğuşuyordu. “Biliyor musun, Arkın? Sadece dışarıdan bakarak durumları değerlendirmeyi istemiyorum. Benim içimdeki savaşlar, görünmeyen şeyler ve bu da çok daha derin hissettiriyor,” dedi. “Ama bunu değiştirmek için bir adım atmalıyız,” dedim.

Melisa, biraz geri çekilip, “Peki, bu durumda ne yapmalıyız? Eğer içimdeki savaş sona ermezse, sana nasıl yaklaşabilirim?” diye sordu. “Belki de önce kendimizle yüzleşmeliyiz. Bu tartışmaların bizi daha fazla zorlamasına izin vermemeliyiz,” dedim. İçimdeki kaygı, bu sorularla daha da büyüyordu. Melisa, gözlerini kaçırarak “Belki de, ama seninle her tartışmamızda daha da derinleşiyoruz. Bu kadar güçlü duygularla yüzleşmek zor. Ama yine de seni seviyorum,” dedi.

Aniden kafede derin bir sessizlik oluştu. “O halde, birbirimizi anlamak için biraz daha çaba harcayalım. Ama bu zaman alacak, biliyorum,” dedim. Melisa, başını hafifçe eğerek, “Bu savaş sadece benim değil, senin de savaşın. Ama şimdi burada otururken, sanki kimse bizim içsel çatışmalarımızı göremiyormuş gibi hissediyorum,” dedi.

Bir an daha sessiz kaldık, ama kafedeki ortamın gürültüsü arka planda devam ediyordu. “Ama birbirimize destek olmak zorundayız. Bunu yapmak, belki de en büyük adım olacak. Bunu birlikte başarmalıyız,” dedim. Melisa, bana bir süre baktıktan sonra “Belki de, ama bu kadar büyük bir yük altında ikimiz de kalamayabiliriz. Bu konuda ne kadar ilerleyebiliriz, bilmiyorum,” dedi.

İçimdeki gerilim devam ediyordu ama konuşmalarımızda bir umut ışığı doğmaya başlamıştı. “Ama bu adımları atmalıyız, Melisa. Bunu yaparsak, belki de içimizdeki karanlığı aydınlatabileceğiz,” dedim. “Eğer bunu başarabilirsek, belki de gelecekte birlikte olmanın yollarını bulabileceğiz,” diye ekledim. Melisa, gözlerini benden ayırmadan “Bunu başarmak için önce kendimize dönmemiz gerekiyor. Bu çatışmalardan kurtulmalıyız,” dedi.

Kafedeki saat ilerledikçe, aramızdaki konuşmalar da derinleşiyordu. Ama birbirimizin içinde kaybolmuş gibi hissediyorduk. Melisa’nın yüzündeki kararlılık, beni cesaretlendiriyordu. “Ama biliyorsun ki, bu sorunun çözümü tek taraflı değil. Bizim birbirimizle yüzleşmemiz gerek,” dedim. “İçimdeki savaş sona ermeden, seni kaybetmek istemiyorum,” diye ekledim.

Melisa, gözlerini benimkilerle buluşturarak “O halde bunu birlikte başaralım. Ama her iki tarafın da anlayışlı olması gerekiyor,” dedi. İçimdeki umutsuzlukla dolu boşluk, onun bu cümlesiyle biraz daha azalmış gibiydi. Belki de, karanlığın içindeki ışığı birlikte bulabilecektik.

Loading...
0%