@_wolfcub_
|
Otobüsten inince okulu karşımda buldum. Cıvıl cıvıl, neşeli bir yuva... Belki sıkıcıydı, belki disiplinliydi. Ama ne olursa olsun, küçük bir çocuk için ne denli önemliydi. Okula giden anlamazdı elbet ama, okula hasret büyüyen bir çocuk olarak buranın çok özlemini çekiyordum. Öğretmen hanım... Asılsız bir hikayenin sahibiydi o. Tabi o bizim yaşadıklarımızı yaşamamıştı. Ama yine de hikayesi, en az bizimki kadar ağırdı. Sahi şunu merak ediyorum, birinin hayat hikayesinin ağırlığına kim karar verirdi? 'Sen çok ağlamışsın.' 'Sen çok fiske yemişsin.' 'Sen ailenden çok uzak kalmışsın' demek miydi hikayenin ağırlığı? Bütün bir hayat, bu cümlelere sığarak mı ağırlaşıyordu? Mantıklı mıydı bu? Ben yaşamıştım bunları. Kim bilirdi ağırlığını? Biri gelip 'seni çok dövmüşler, ailenden ayrı koymuşlar.' Diyip beni kader mahkumu ilan etse, ben ne olacaktım? Kader mahkumu mu? Oysa sadece bir bedendim ben, ne kadar acı çeksem de ne azalmıştım, ne de artmıştım. Peki o zaman, herkesin hikayesi aynı mı oluyordu? Hayır. Hikaye değildi aslında bunlar. Zihindi, bilinçti, geçmişti. Bir hikayeden fazlasıydı. Hiç kimse bunu hikayeden başka kalıba sokmazdı. Ancak aslında hikayeden başka her şeydi yaşam, hayat. Her bir nefesin acı içinde geçtiği bir hayat, hikaye denip geçilemezdi. Bunun hikayesi böyle, demek neydi? Aslında hikaye değil, onun zihni böyleydi, demek lazımdı. Ama neden mi? Çünkü yaşam, zihinden öteye varamazdı. Zihnin bildiğiydi sınır, dahası olamazdı. Sinir duygusunu hissedemeyen biri mesela, der miydi 'bugün sinirli günümdeyim.' Diye. Ya da daha önce lunaparka hiç gitmeyen ve onu duymayan bir çocuk der miydi, 'lunaparka gittiğim gün çok güzeldi.' Diye. Eğer böyle olsaydı hikaye olurdu. Ancak böyle değildi. Bilinmeyen edilmeyen, yaşansa bile hikayeye dönüşemezdi. Hikaye olabilmesi için bilmek lazımdı. Ama bilmiyordu o kişi siniri, o çocuk lunaparkı. O yüzden bilinçti. Beynin bildiğiydi hayat, dahası olamazdı. Hele hikaye, hiç olamazdı. Gelelim öğretmen hanıma. Tabi gelmek, ulaşmak mümkünse. Kapalı bir kutudan fazlasıydı o, sonu olmayan bir çukurdu. "Mayan Hanım, gelir misiniz?" Bir ses ile tüm düşüncelerim dağıldı. Karşımda duran binadan çektim gözlerimi ve bağıran kadına diktim. Mini eteği ve dar bluzu ile tüm vücut hatlarını belli etmişti. Elbette bir mahsuru olamazdı ama bu kılık, okul için biraz fazla seksi kalıyordu. "Geldim, Leyla Hanım." Mayan Hanım, yani bizim öğretmen hanım tatlı adımları ile etekliye yaklaştı. İyice yan yana geldiklerinde fısıldaşmaya başladılar. Yaklaşık otuz saniye sonra ise Mayan, gülümseyerek el salladı ve etekli okula doğru yürümeye başladı. Mayan etrafa bakındı ve beni görünce gülümsedi. Demek ki gelip gelmediğimi kontrol etmişti. Yanıma yavaşça gelmeye başlayınca duruşumu düzelttim. Bir anlığına geçmişe gidince, dağılmış vaziyeti almıştım. "Arkan, gelmişsin. Hem de erkenden." "Tabi ki öğretmen hanım. Ven sözümün eriyim." "Bunu biliyorum ve şahit oluyorum." "Ee Mayan, bugün sınıfın nasıl?" "Bugün için biraz fazla kuduruklar." "Bugüne özel mi?" "Bugün bir dersleri olmayacak. Onun heyecanı var herhalde üstlerinde." "On iki yaşındaki çocukların heyecanı var?" "Aman canım, kıpır kıpır dönemleri tam işte." "Mayan sen de yaşlı biri gibi konuşma." "Aman canım konuşmam ama, veletler burnumdan getirdi." "Az zaman önce sende öyleydin." "Ne az zamanı? Ben otuz iki yaşındayım." "E az işte." "Tabi sen daha çıtırsın. Böyle konuşman doğal." "Ne çıtırı be? Pestilim çıkmış sen çıtır diyorsun?" "Abartma Arkan. Sen daha yirmi beş yaşındasın." "Ha buna daha diyorsun cidden." "Benimki genç ise, seninki çocuk oluyor canım benim." Ben gülerken bir el tuttu belimi. İrkildim önce ama kimin tuttuğunu görünce gülümsedim. "Seher yelim gelmiş benim!" "Asıl gelen sensin Arkan arkaya bakan." "Aaa! Kim uydurdu bakayım bunu?" "Turgut." "Hay ben o Turgut'un... ağzını yiyim emi." "Aman sende hee gelişinde başkasının ağzını yiyorsun be abla." "Ne yapayım? Koskoca adam oldular, liseye geçecekler. Ama hâlâ uğraştıkları şeye bak." "Onu bırak abla da, bugün ne oldu biliyor musun?" "Ne oldu?" "Leman yanıma oturdu!" "Ohoo, hayırlı olsun. Hoca mı oturtturdu, kendi mi geçti?" "Kendi geçti." "Ohoo, hemen paraları hazırlayın, yarın gelinlik bakmaya gidiyoruz." "Abart Arkan abla." "Ne abartacağım canım. Doğruyu söylüyorum." "Ne alaka be? Alt tarafı yanıma oturdu. Daha bunun sevgililiği var, çiçek alması var, lisesi var." "Ha sen abartmadın şimdi yani." "Ya tamam azıcık abarttım belki ama, neden yanıma geçtiğini hâlâ sökemedim." "Merak etme sen, bir iki haftaya kokusu çıkar. Eğer yakın arkadaşları sana bakıp sürekli gülüşürse bil ki önemli şeyler vardır." "Ayy, bu kadar heyecan etmemem gerekirdi." "Aman et canım, ne olacak. Yabancı mıyız biz?" Mayan Hanım araya girdi: "Yalnız okulda sevgili olmak yasak, biliyorsun değil mi Seher?" "Hocam..." "Ya Mayan, öğretmen hanım. Sen söyleyecek değilsin ya. Hem seninkileri de biliyoruz. Sen yasak mı dinliyordun sanki." "Aman canım eski eskide kalmış." "Bir zaman sonra bu da eskide kalacak nasılsa. Ama buna engel olma bence." "Ama buna engel olma bence. Ne kadar akıcı konuşuyorsun sen be Arkan." "Aman, ömründe şu oku kapısından içeri girmemiş birinden ne bekliyorsun acaba Mayan?" "Okulda konuşma adabı öğretmiyoruz." "E niye? Öğretin o zaman bundan sonra. Bakın, bunu öğrenmeyince ne oluyor." Seher güldü. "Hocam, müdüre söylemeseniz?" "Sendeki de büyük cesaret Seher. Öğretmeninin önünde aşkını itiraf ediyorsun." "Hocam ne aşkı? Bu yaşta aşk ne demek, ben ne demek? Hoşlantı bu sadece." "E aynı şey olmuyor mu?" "Olmuyor öğretmen hanım. Sözlük kullanmadın mı sen hiç?" "Aman, ha hoşlantı Ha aşk, özünde bir farkı yok." "Mayan, bu öz değil yüzey." "Ay aman, zil çaldı git sen sınıfına Seher." "Tamam hocam." "Seher yeli ılgıt ılgıt kaçarken, ben bu Seher'e vuruldum. Hadi yürü sınıfına." "Arkan arkaya bakan, iyi günler." "Şu Turgut'a da söyle, bir daha böyle saçmalıklar sokmasın sizin aklınıza." "Tamam be, ne kadar laf ettin sen de!" Seher koşar adım yanımızdan ayrıldı. "Ben niye gelmiştim buraya öğretmen hanım?" "Benden kitap alacaktın. Adını söylemedin, özel dedin." Kitap... Onun kitabını alacaktım öğretmen hanımdan. Öğretmen hanıma söyleseydim izin vermezdi. O yüzden gizledim ondan. Onun kitabı, çok değerliydi benim için. Biraz araştırdım, kitaplarını öğretmen hanıma verdiğini öğrendim. Almaya karar verdim. Ancak öğretmen hanıma söylesem vermeyeceğini biliyordum. Öğretmen hanım beni odasına çıkardı. Dışarı çıkmasını istedim. "Zaten derse gideceğim" Dedi ve odadan çıktı. Ben ise kitapların arasına daldım. Bütün hepsini tek tek inceledim. Ve... Onun kitabını bulmuştum... Tolstoy- İnsan Ne İle Yaşar Tolstoy- Hacı Murat İki kitabı vardı onun. Yani en azından burada olan iki kitabı vardı. Dahası da vardı bunun. Önemli bir yazarı okuyordu, okula gitmediği halde, o acıların içinde çok kitap okurdu. Büyük kitaplar okurdu. Kitapları elime alıp belime taktığım bez örgü çantama koydum. Kitapları toparlayıp odadan çıktım. Yavaş adımlarla merdivenleri inip okuldan ayrıldım. Görüşürüz bile dememiştim öğretmen hanıma. Bana hangi kitapları aldığımı soracaktı. Bunu sormasını istemediğim için hızlı davranmıştım. Otobüse binince kitaplardan birini elime aldım. Sanki elimde bir tarihi eser vardı. Çok dikkatli bir şekilde ilk sayfasını açtım ve... gördüğüm şey beni çok şaşırttı.
Otobüsten inince durakta beklemediğim biri ile karşılaştım. "Sonunda geldin be kızım." "O kadar mı geç kaldım?" "Hadi, yürü hadi." Koluna girdim ve yürümeye başladık. "Nerelerdeydin sen?" "Öğretmen hanımın yanına gitmiştim." "Ah şu öğretmen hanım... Hâlâ gelmeyi düşünmüyor bizimle, değil mi?" "Nasıl düşünsün ağabey? İşi var artık onun." "İşse iş, biz de yok sanki." "Aman, sendeki de iş mi?" "İş tabi kızım, hem de ne iş."
Yürüyerek mekana karşılaştığımız zaman Tus, bizi karşılayan ilk kişi oldu. Peşinden Menda ve Esme geldi. Esme bugün saçlarını toplamamıştı. Bu garibime gitti ama bir şey demeden içeri geçtim. "Sonunda geldin be Arkan." "Biraz işim vardı, ama tabiki gelmeyi ihmal etmedim." "Aferin aferin, aksatmadan gelmeye devam et." Bu son cümleyi söyleyen Boris idi. Onu hiç sevmezdim, onu buradaki kimse sevmezdi. Çatık kaşları ile gözlerime baktı bir süre. Sonra yanıma yaklaşıp kolumdan tuttu. Demek ki zamanı gelmişti. Boris ile birlikte yukarı kata çıktık. Çıkarken çenem titriyordu, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Hiç sevmiyordum bu yukarı katı. Nefesim duraklaştı, kalbim sıkıştı. Umarım gelmemiştir, diye dua etmeye başladım. Eğer gelmişse, bugün diğer günlerden daha beter olacaktı. Uzun süredir gelmiyordu. Şimdi gelmişse, bunu hiç hoş karşılayamazdım. "Başkası geçse yerime, olmaz mı?" "Olmaz. Özel nimet olduğunu biliyorsun." "Evet ama Esme bir aydır yapmıyor." "Onunki gelmiyor da ondan." "Seyit gelse bile Esme ondan korkmuyor ki. Bir de benim halime bak, çenem titriyor yahu." "Ne yapayım, senin yerine ben geçemem ya." "Geçebilecek olsan da yapmazsın sen biliyoruz heralde." "O zaman yürü ve konuşma."
|
0% |