@_wolfcub_
|
Kalemi elimde döndürürken, Tus’un hatıralarını kağıda dökmek için derin bir nefes aldım. Sayfaların beyazlığında, kelimelerin peşinde koşmaya başladım. “Tus...” diye başladım, ardından durdum. Duygularımı anlatmanın bir yolu olmalıydı. Onun yüzü aklımda belirdi, karanlık gözleri bana bakıyordu. “Tus, neden içimde böyle bir boşluk bıraktın? Neden hâlâ peşindeyim?” Kelimeler kağıda döküldükçe, içimdeki sıkışıklık bir nebze olsun hafifliyordu. “Hep soğuk bir kış günüydü. Sokaklar karla kaplıydı ve sen... sen orada, köşede duruyordun.” Yazarken, o anı yeniden yaşamak zorunda kaldım. Tus’un gülümsemesi, gözlerindeki sıcaklık, o anın büyüsü... Ama sonra içimdeki korku, o sıcaklığı çalıp almıştı. “O gün, aniden bir şey oldu. Gözlerimdeki ışık sönmeye başladı. Belki de senin yüzünden.” Yazmaya devam ettikçe, hislerim kağıda akıyordu. Her kelimeyle, Tus’a olan bağım daha da belirginleşiyordu. “Sana karşı hissettiğim şeyler, içimdeki karanlığı büyütüyor. Her seferinde seni düşünmeden geçemiyorum. Ama bu hislerin beni hapsetmesine izin vermek istemiyorum. Yazmak, belki de bu zinciri kırmanın bir yolu.” Bir yudum su içerek kafamı kaldırdım. O an, zihnimdeki düşüncelerin ne kadar karmaşık olduğunun farkına vardım. “Bunu yaparken, içimdeki bu boşluğu kapatmanın yollarını arıyorum,” diye yazdım. “Ama ne yazık ki, seni düşündüğüm her an daha da kayboluyorum. Neden bu kadar zor? Neden bu hisler beni bırakmıyor?” İçimden bir ses, “Yazdıkça anlaşılır hale geliyorsun. Ama hislerinle yüzleşmekten korkma,” diyordu. Sadece Tus’un değil, aynı zamanda kendi duygularımın derinliklerine inmeliydim. Ve her seferinde o derinliklere daldıkça, Tus’un gözlerinin beni nasıl etkilediğini daha iyi anlıyordum. Birden, Sabahatın Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sındaki Melahat karakterinin duyguları aklıma geldi. Melahat’ın yalnızlığı, içsel çatışmaları... Yazarken, onun hislerinin de benimkilerle örtüştüğünü düşündüm. “Bazen, birisi seni kendine öyle çeker ki, içindeki karanlığı hissetmene neden olur. Tus, sen de benim için öylesin.” Yazmayı sürdürdüm; kelimeler artık daha akıcı, daha anlamlıydı. “Has amca, belki de bu yazdıklarımda bir şey bulacak. Geçmişle yüzleşmek, Tus’la olan ilişkimi anlamak için bir kapı açacak.” Belki de Tus’un benden ne kadar uzakta olduğunu kabullenmek, içimdeki bu duygularla barışmamı sağlayacaktı. Aynı zamanda, mutfakta bir şeyler hazırlarken duyduğum müzikler beni etkilemeye başladı. Yüreğime dokunan Türkçe şarkılar, içimdeki hüzünle dans ediyordu. Özdemir Asaf’ın “Bir Gün” şiirinden alıntılar yaparak yazımın içine dâhil ettim: “Oysa sevdiğim, biliyorsun, kaybolan hiç bir şey yoktu.” Her bir dize, Tus’la olan anılarımın ardındaki duyguları daha da derinleştiriyordu. Has amcanın sesi, kafamda yankılanıyordu. “Duygularını kağıda döktüğünde, onları daha net göreceksin. Hüzün, bazen en derin derinliklerde bile saklanabilir. Ama onu kabullenmek, seni özgürleştirebilir.” İçimdeki bu özgürlük arayışı, yazdıkça daha da belirginleşiyordu. Ama bir yandan da bir korku beliriyordu. “Ya bu yazdıklarımda Tus’a olan hislerimi daha da derinleştirirsem? Ya onu unutmaktan daha da uzaklaşırsam?” diye düşünmeden edemiyordum. Ancak kalemim, içimdeki karanlığı aydınlatmaya kararlıydı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. “Bu yazı, belki de benim için bir başkaldırı olacak. Tus’la olan ilişkimi, hislerimi anlamam için bir fırsat. İçimdeki bu karmaşadan kurtulmalıyım,” diye düşündüm. Yazmaya devam ettim; kelimeler, duygularımı şekillendiriyordu. Tus’un gözleri, içimdeki karanlıkları aydınlatacak gibi geliyordu. Ve o an, kalemim bir kez daha kağıda dokundu. “Tus, belki de yazdıklarım seni unutmamı sağlamayacak ama seni anlamama yardımcı olacak. İçimdeki duygularla yüzleşmek zorundayım. Hayatımda bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Bu değişim, belki de geçmişimle barışmamda bir başlangıç olacak.” Her cümlede, Tus’un varlığı daha da hissediliyordu. Her kelime, duygularımın derinliklerine inmemi sağlıyordu. Ve artık biliyordum ki, yazmanın gücü, içimdeki karanlıkla yüzleşmem için bir kapı açacaktı.Kelimelerin akışı içinde kaybolmuşken, aniden kafamda bir düşünce belirdi: **Kendimi Tus’a anlatmak için daha fazla kelimeye ihtiyacım vardı.** Onun dünyasında neler yaşandığını, hissettiği karanlığı bilmeden, benimkini anlatmamın bir anlamı yoktu. Tus’u daha iyi anlamak, onun hayatındaki kaybolmuşlukları, belirsizlikleri keşfetmek gerekiyordu. “Onun içsel çatışmalarını anlamadan kendi duygularımı çözmem zor,” diye düşündüm. Kalemimle sayfanın ortasına bir daire çizdim. **Tus’un ismi yazılıydı o dairenin içinde.** Etrafına ise, onu düşündüğümde hissettiğim tüm duyguları yazmaya başladım: **Korku, özlem, belirsizlik, hüzün.** Her biri, kalemimin ucundan kağıda dökülürken, içimdeki düğümler bir nebze olsun çözülüyordu. “Belki de bu kelimeler, Tus’un hayatında neler yaşadığını anlama yolculuğumda bana bir harita olacak,” diye düşündüm. Ellerim sayfanın üzerine kayarken, birden gözümün önünde Tus’un yüzü belirdi. **Karanlık bir köşede, yalnız başına duruyordu.** O an, o köşeye doğru yaklaşmaya çalıştım. “Seninle yüzleşmem gerekiyor, Tus,” dedim içimden. “Seni düşündüğüm her an, içimdeki karanlığı da beraberimde getiriyor. Ama belki de bu karanlığa dokunmalıyım.” Sayfanın üstüne düşüncelerimi yazarken, **tüm hislerimin ardında yatan gerçekleri keşfetmek** için kendime bir söz verdim. “Beni hapseden bu duygularla barışmalıyım. Her biri, içimdeki karanlık ve belirsizliklerimin bir parçası. Ama belki de bu parçalarla birlikte bir bütün oluşturabilirim.” **Birden aklıma geldi:** Tus’la yaptığımız o derin sohbetler. “Bir zamanlar bambaşka biriydim,” dedim, “Şimdi, geçmişteki benle yüzleşmenin tam zamanı.” O an, Sabahat Ali’nin “İçimizdeki Şeytan” kitabından bir alıntı düşündüm: “İnsanın kendi içindeki karanlıkla yüzleşmesi, gerçek bir özgürlük sağlar.” Tus’un karanlığını anlamak, beni özgür kılacaktı. Sayfanın başına geri döndüm ve yeni bir bölüm yazmaya başladım. “Tus, seninle olan ilişkimde kaybolmuşum. Ama bu kaybolmuşluğu kabullenmek, yeni bir başlangıç yapmama yardım edecek.” İçimdeki korkularla yüzleşmek için, **onunla olan anılarımı yeniden yaşamak zorundaydım.** Bu, geçmişle barışmanın bir yolu olacaktı. Bir yudum su alarak, zihnimi toparlamaya çalıştım. Kalemimle sayfanın ortasına bir üçgen çizmeye başladım. Üçgenin köşelerine Tus’un üç farklı halini yazdım: **Korku, özlem ve kabullenme.** Bu üç hal, ona olan ilişkimdeki karmaşayı yansıtıyordu. “Korkuyorum çünkü geçmişi unutamıyorum. Özlüyorum çünkü seninle geçirdiğim zamanları bir türlü kabullenemiyorum. Ama sonunda kabullenmem gereken bir şey var: Sen artık yanımda değilsin,” yazdım. Yazdıkça içimdeki boşluğun dolmaya başladığını hissettim. “Belki de bu kelimeler, bana Tus’la olan ilişkimdeki gerçekleri gösterecek,” diye düşündüm. Her cümle, hislerimi biraz daha netleştiriyordu. “Seninle geçirdiğim anlar, benim için değerliydi. Ama şimdi, geçmişle yüzleşmek ve kendime yeni bir yol çizmek zorundayım.” Bunu yazarken, içimdeki seslerden biri, “Kendini bırak. Duygularınla yüzleşmekten korkma. Bu yazı, senin için bir özgürlük kapısı olabilir,” diyordu. **Kalemim, sayfanın üzerinde dans etmeye başladı.** Tus’a olan hislerimi anlatmak, onun içindeki karanlığı anlamak için bir adım olacaktı. “Artık bilmek istiyorum, Tus. Senin hayatında neler oldu? Beni düşündüğün anlar var mıydı? Yoksa ben sadece kendi içsel karanlığımda kaybolmuş bir hayal miyim?” Kelimeler akmaya devam ederken, içimde bir huzur belirmeye başladı. “Bu yazı, beni Tus’la olan ilişkimi anlamaya bir adım daha yaklaştıracak. Duygularımla yüzleşmek, belki de onu unutmama yardım edecek.” Kalemim sayfanın üstünde dolaşırken, artık içimdeki yüklerin hafiflediğini hissetmeye başladım. Sabahattin Ali’nin “Kurtuluş” kitabından bir alıntı geldi aklıma: “İnsan, karanlıkla yüzleşmedikçe özgür olamaz.” **Bu yazı, benim karanlığımla yüzleşme yolculuğum olacaktı.** Tus’un gözlerinin ardındaki hikâyeyi bulmak için, içimdeki duygulara cesaretle yaklaşmak zorundaydım. Bu yolculukta yalnız değildim; kelimelerim ve Tus’un hatıraları benimleydi. Sayfanın üstünde ilerlerken, içimdeki umut yeniden doğdu. Belki de Tus, sadece geçmişimde değil, geleceğimde de bir ışık olacaktı. Her bir kelime, beni geçmişimle yüzleşmeye ve içsel huzura bir adım daha yaklaştırıyordu. Tus’la olan anılarım, artık sadece hüzün değil, aynı zamanda bir keşif olacaktı. Kalemim, sayfanın üzerinde kayarken içimdeki hislerin karmaşasıyla birlikte yazdıkça büyüyen bir tutkuyla doluydum. **Tus, hayatımda hiç beklemediğim bir iz bırakmıştı.** Onun varlığı, ruhumda derin yaralar açarken, aynı zamanda beni kendi içime doğru bir yolculuğa çıkarmıştı. “Belki de bu yolculuk, geçmişteki benle yüzleşmem için bir fırsat,” diye düşündüm. Bir an, kalemimi kenara bıraktım ve derin bir nefes aldım. O anki ruh halim, tüm yaşadıklarımın bir yansımasıydı. Tus’un gözlerindeki karanlığı anlamak istiyordum ama kendi karanlığımla yüzleşmeden bunu yapmam mümkün değildi. **Kalbimde bir yerlerde, onun ruh halini hissetmeye başladım.** Bazen kelimeler yetmiyordu ama şimdi, onları kaleme almanın önemini anlıyordum. Sayfada dolaşırken, düşündüm: “Acaba Tus, kendi içindeki karanlıkla ne kadar yüzleşmişti? Onun hikayesindeki kaybolmuşluk, benimkine ne kadar benziyordu?” Bu düşünceler beni daha da derin bir analiz yapmaya yöneltti. **Belki de onunla olan ilişkimiz, içsel çatışmalarımızı anlamak için bir anahtar olabilirdi.** Yazmaya devam ettim. “Tus, senin içindeki karanlık ne?” diye sordum hayali bir diyalogda. “Beni düşündüğün anlarda, aklındaki sorular nelerdi? Geçmişte yaşadığın o anlar seni nasıl etkiledi?” Yazdıkça, Tus’un düşüncelerini ve hislerini keşfetmek için kendimi adeta onun yerine koymaya çalışıyordum. Bir cümlede, “Korkuyor musun, Tus?” diye sordum. “Yoksa tüm bu yaşadıklarından dolayı kendini kaybetmiş mi hissediyorsun?” Bu sorular içimdeki huzursuzluğu artırıyordu ama bir o kadar da rahatlatıyordu. **Tus’un kaybolmuşluklarını anlamaya çalışmak, beni kendi kaybolmuşluğuma da götürüyordu.** Sadece onun için değil, kendim için de yazıyordum. Yazı ilerledikçe, kalbimdeki ağır yüklerin yavaş yavaş hafiflediğini hissettim. “Seninle olan her an, bir anı olarak kafamda dönüp duruyor. Beni düşündüğün anlar var mıydı?” Tus’a sormak istediğim her soruyu sayfaya döküyor, kendi içsel hesaplaşmamı gerçekleştirmeye çalışıyordum. Sabahattin Ali’nin “Kuyucaklı Yusuf” kitabında geçen bir alıntıyı hatırladım: “İnsanın ruhu, karanlık ve aydınlık arasında gidip gelir.” Bu söz, hislerimin ve Tus’la olan ilişkimdeki karmaşanın tam bir yansımasıydı. Kendi içimdeki karanlıkla yüzleşirken, onun da ruhundaki karanlıkla nasıl başa çıktığını keşfetmek istiyordum. **Yazdıkça, içimde bir şeylerin daha netleştiğini hissediyordum.** Kalemim, sayfanın üzerinde hareket ederken, her kelimeyle birlikte Tus’un yüzü daha belirginleşiyordu. “Senin içindeki korkuların, benimkiyle birleşiyor,” dedim. “Geçmişte kaybettiklerimiz, geleceğimizdeki belirsizliklerimizle ne kadar örtüşüyor? Bu sorular, bizim içsel mücadelemizin ne kadar benzer olduğunu gösteriyor.” Birden içimden bir ses, “Belki de bu yazı, senin ve Tus’un arasındaki bağlantıyı güçlendirebilir,” dedi. “Kendine bir yol haritası çiziyorsun. Onun hikayesini anlayarak, kendini de daha iyi tanıyabilirsin.” Yazmaya devam ederken, hislerimin derinleştiğini fark ettim. İçimdeki boşluk, artık sadece hüzün değil, aynı zamanda bir keşif arzusuydu. Zihnimde Tus’la olan anılar dönmeye başladı. **Bir akşam, kışın soğuk bir gecesi, birlikte çay içmiştik.** Gözlerindeki karanlıkta kaybolduğum o anı hatırladım. “Bazen, yalnız kalmayı tercih ediyorum,” demişti. “Kendimle yüzleşmek, dışarıdaki dünyadan daha kolay geliyor.” O an, onun yalnızlıkla yüzleştiği anı zihnimde canlandırdım. “Tus, senin içindeki karanlıkla ne zaman yüzleştin?” diye düşündüm. Sayfada, kalemimin uçlarıyla dairesel çizgiler yaparak, Tus’un içindeki korkuları, belirsizlikleri simgeleyen şekiller oluşturdum. **Her biri, onun ruh halinin bir parçasıydı.** Yazarken, içimdeki kaygıların azaldığını hissettim. “Kendini ifade etmenin gücünü keşfettim,” diye düşündüm. “Bu yazı, sadece Tus için değil, benim içsel mücadelem için de bir keşif olacak.” Gözlerim sayfanın üzerinde dolaşırken, bir dizi alıntı daha düşündüm. Türk edebiyatının derinliklerinde, birçok yazarın karanlıkla yüzleştiği eserler bulmuştum. **Orhan Kemal’in ‘İnsanlar Yaşarken’ kitabından bir alıntı geldi aklıma:** “İnsanın içindeki karanlık, dışarıdaki dünya kadar korkutucu olabilir.” Bu söz, Tus’un içsel çatışmalarını anlamak için bana ilham veriyordu. Kendimi ifade ederken, bir yandan da Tus’un içindeki karanlığı, belirsizliği anlamaya çalışıyordum. “Beni düşündüğün anlar var mıydı?” dedim içimde. “Yoksa ben sadece bir hayal miydim?” Bu düşünceyle birlikte, yazdıklarımın bir gün Tus’un ruhuna dokunmasını umuyordum. **Kelime kelime, onun hayatına bir kapı açmaya çalışıyordum.** Zaman geçtikçe, kalemim sayfanın üzerinde bir dansa dönüştü. Her cümle, geçmişimle olan hesaplaşmamı derinleştiriyor, Tus’un ruhundaki karanlığı anlamama yardımcı oluyordu. **Artık içimdeki hisler, bir yolculuk haline gelmişti.** Yazdıkça, Tus’la olan bağlantım güçleniyor, geçmişte yaşadıklarımın değerini daha net görüyordum. “Beni unutmuş olabilirsin, ama ben seni asla unutmadım, Tus,” diye yazdım. Bu cümle, içimdeki tüm duyguları açığa çıkarıyordu. **Tus’a olan hislerim, sadece bir kaybolmuşluk değil, aynı zamanda bir özlem, bir aşk hikayesiydi.** Kelimelerim sayfanın üzerinde dans ederken, kendimi bulmuş gibi hissediyordum. Yazmak, benim için bir özgürlük aracıydı ve Tus’la olan geçmişimdeki kaybolmuşlukları çözmek için bir yoldu. Bir süre sonra, içimdeki derin hislerin ve Tus’un anılarının beni nerelere götüreceğini bilmeden, yazmaya devam ettim. Geçmişimle yüzleşmenin, belki de geleceğime ışık tutacağını düşünerek, kelimeleri sayfaya dökmeye devam ettim. “Artık kendimle yüzleşmem gerek. Bu yazı, beni Tus’un ruhundaki karanlığa götürecek bir yolculuk olacak,” dedim içimde. Sayfada ilerlerken, bir anda bir şey fark ettim: Tus, geçmişimdeki karanlık değil, aynı zamanda benim içsel yolculuğumun bir parçasıydı. **Yazmak, sadece kelimeleri kağıda dökmek değil; aynı zamanda ruhumu, hislerimi ve belirsizliklerimi keşfetmekti.** Artık bu yolculuğu Tus’la paylaşmanın tam zamanıydı. Her kelime, onun hikayesini daha da derinleştiriyordu. “Tus, senin içindeki karanlık, benim için bir aydınlanma kaynağı oldu,” diyerek yazmayı sürdürdüm. Artık her şey daha anlamlıydı. Tus’un içindeki karanlığı anlamak, beni kendi içimdeki karanlıkla yüzleşmeye yönlendiriyordu. Bu yazı, belki de geçmişimdeki tüm kayıplarla barışma yolculuğum olacaktı. Ve bir gün, Tus’un ruhuyla bu kelimeler aracılığıyla yeniden buluşmak için kendimi hazır hissediyordum. **Bu, sadece bir başlangıçtı.**Kalemim, sayfanın üzerinde kayarken içimdeki duygular daha da yoğunlaşmaya başladı. Yazdıkça, Tus’un ruhundaki derin karanlığın aydınlanmasına dair bir umut ışığı belirdi. “Yazmak, benim için bir hayat kaynağına dönüşüyor,” diye düşündüm. “Her cümle, karanlıkta kaybolmuş bir ışık gibi parlıyor. Belki de bu yazı, benim için bir kurtuluş yolculuğu olacak.” Sayfayı döndürdüm, ve gözlerimdeki sulanmayı hissettim. Duygularım coşarken, Tus’un anılarıyla yüzleşmek için içimde bir cesaret doğmuştu. “Belki de hayatımda daha önce hiç yaşamadığım bu derin hislerle tanışmam gerekiyordu,” diye düşündüm. Yazmanın verdiği özgürlükle, içimdeki fırtınayı dindirmek istiyordum. “Tus, benim hayatımda bir ayna gibi. Onun aracılığıyla kendimi buluyorum.” Sayfanın köşesine bir cümle daha yazdım: “Geçmişin gölgeleri, geleceğin ışıklarını nasıl etkiliyor?” Bu soruyla birlikte, Tus’un hikayesini ve kendi içsel yolculuğumu daha da derinlemesine incelemeye karar verdim. “Eğer Tus’un içindeki karanlığı anlayabilirsem, belki de kendi içimdeki karanlığı da aydınlatabilirim,” dedim kendime. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Tus’la olan anılarım gözümün önünde canlanmaya başladı. O anlardan biri, bir akşam üstüydü. Güneş, ufukta kaybolurken, parkta oturmuş, birbirimize hayattan beklentilerimizden bahsediyorduk. “Düşünüyorum da,” demişti Tus, “insanlar neden kendilerini karanlığa hapsediyorlar?” O an, onun ruhundaki sorgulamayı anlamıştım. Kendi içimdeki karanlıkla yüzleşmeden, dış dünyayı aydınlatmanın imkansız olduğunu fark etmiştim. Yazmaya devam ettim: “Tus, belki de insanın içindeki karanlıkla yüzleşmesi, ona gerçek bir özgürlük sunuyor. Bizim korkularımız, aslında bizi biz yapan şeylerdir.” Sayfayı çevirirken, yeni bir alıntı aklıma geldi. **Orhan Veli Kanık’ın bir şiirinde, “Ben bir insanım, karanlığım ve aydınlığım bir bütün” dediği gibi, Tus’la olan hikayemiz de bu bütünlüğün bir parçasıydı.** Sayfanın her köşesinde Tus’un yüzü belirirken, yazdıkça kendimi onun hayatına daha da kaptırıyordum. “Bazen içsel çatışmalarımız, dış dünyaya karşı verdiğimiz mücadeleyi belirliyor. Tus, senin içindeki karanlığı aydınlatmak için ne yapmak gerekiyor?” diye sordum hayali bir diyalogda. “Kendine karşı dürüst olmalısın. Korkularınla yüzleşmek, belki de seni özgür kılacak,” cevabını aldım sanki içimden. Kalemim sayfanın üzerinde hızla ilerlerken, yazmak bana bir terapinin etkisini hissettiriyordu. Tus’un kaybolmuş hisleri, benimkilerle buluşuyor, içimdeki fırtınayı dindirmek için kelimeler bir köprü kuruyordu. “Artık kendimi ifade etmenin önemini anlıyorum,” dedim içimde. “Her cümle, içsel çatışmalarımı çözmem için bir yol sunuyor.” Bir an, gözlerimi kapatıp Tus’la olan ilişkimizin derinliklerine daldım. “Belki de biz, sadece birbirimizin karanlığını yansıtan aynalardık,” diye düşündüm. “Her birimiz, diğerinin kaybolmuşluğunda kendimizi buluyorduk.” Yazarken, Tus’un yüzü zihnimde belirginleşti; gözlerindeki karanlığı daha iyi anlıyordum artık. Yeni bir sayfaya geçtim ve kalemim sayfanın köşesine şu cümleyi yazdı: “Geçmişteki kayıplar, geleceği şekillendiren temel taşlardır.” Bu düşünceyle birlikte, Tus’un hikayesinin benim için ne denli önemli olduğunu bir kez daha anladım. Onunla olan geçmişim, içsel yolculuğumun temelini oluşturuyordu. “Tus, senin hikayen, benim hikayemi anlamama yardımcı oluyor,” dedim hayali bir diyalogda. Bir alıntı daha düşündüm, Türk edebiyatından bir başka eser aklıma geldi. **Süreyya Berfe’nin “Yüreğim var benim” şiirindeki şu dize:** “Yüreğimdeki karanlığı aydınlatacak bir ışık arıyorum,” beni derin düşüncelere yönlendirdi. “Tus, senin içindeki karanlığı anlamak, bana da kendi içimdeki ışığı bulmamı sağlayabilir.” Yazmaya devam ettikçe, Tus’un ruhundaki karanlık ve belirsizlik benim içimdeki ruh halimle birleşiyordu. “Artık yazmanın, beni özgürleştiren bir yol olduğunu biliyorum,” dedim. “Her kelime, benim için bir adım daha ileri gitmek anlamına geliyor. Tus, senin içindeki karanlığı anlamak, benim için bir başlangıç olacak.” Zaman geçtikçe, kelimelerim daha da derinleşti. **Tus’un hikayesini yazmak, içimdeki korkularla yüzleşmek için bir fırsat sunuyordu.** Onun içindeki karanlığın ardındaki gerçeği keşfetmek, benim kendi içimdeki savaşımı da daha anlamlı hale getiriyordu. “Bu yazı, sadece senin için değil, benim içsel yolculuğumun bir parçası olacak,” dedim. Her kelime, içimdeki duyguları açığa çıkarırken, aynı zamanda Tus’un ruhundaki karanlığın aydınlanmasına bir adım daha yaklaştırıyordu. “Kendimi ifade etmenin gücünü anlıyorum artık,” dedim yazarken. “Tus, senin içindeki karanlıkla yüzleşmek, benim için bir öz keşif olacak.” Yazı, bir tür meditasyon haline gelmişti; her cümle, beni içsel huzura doğru götürüyordu. Artık sayfalarda Tus’la olan ilişkimin karmaşıklığını daha iyi anlıyordum. “Belki de bu yazı, seninle olan bağımı güçlendirirken, kendime olan bağlılığımı da pekiştirecek,” dedim. Tus’un içindeki karanlığı anlamak, benim kendi içimdeki karanlığı da aydınlatmaya başlayacaktı. “Artık hazır hissediyorum,” diye düşündüm. “Bu yazı, benim ve Tus’un ruhlarını birleştirecek bir yolculuk olacak.” Yazmanın verdiği bu özgürlük hissi, içimde bir şeyleri değiştirmeye başlamıştı. **Her bir kelime, karanlığın ardından gelen aydınlık bir ışık gibi parlıyordu.** Tus’la olan geçmişim, sadece bir kayıptan ibaret değil, aynı zamanda geleceğime ışık tutan bir rehber olmaya başlamıştı. Yazmak, beni kendimle barıştırırken, Tus’un hikayesinin içindeki karanlığı da aydınlatmaya yardımcı oluyordu. “Belki de bu, benim içsel yolculuğumun başlangıcıdır,” dedim. “Tus’un içindeki karanlığı anlamak, kendi içimdeki ışığı bulmamı sağlayacak. Artık yazmak, bir arayış değil; kendimi bulma yolculuğumun bir parçası.” Sayfanın sonunda, derin bir nefes alarak yazmayı bitirdim. Tus’la olan bu bağ, artık bir ruh yolculuğuna dönüşmüştü ve bu yolculuk beni kendime daha yakın hissettiriyordu. **Bu sadece bir başlangıçtı; gerisi, zamanla şekillenecekti.**Has amcadan ayrılıp mahalleye doğru yürümeye başladım. Adımlarım ağırlaşıyordu, sanki toprağa kök salmış gibiydim. Dışarı çıkmanın bir garip hissettirip hissettirmediğini düşünmeden edemedim. Gerçekten o kadar zor muydu dışarıda durmak? İçimdeki kaygılarla boğuşurken, her şey sanki daha karmaşık hale geliyordu. Kahvehaneye yaklaşırken, içerideki gürültüler bir an için dikkatimi dağıttı. Yavaşça kapıyı araladım. Orada oturan amcalarıma selam verdim. İçerideki kalabalığın arasında, birkaç tanıdık yüz gördüm. Has amca oradaydı, ama gözlerim Yusuf amcayı arıyordu. Onun yanına gitmem gerektiğini biliyordum. Yusuf amca, yıllardır tanıdığım, hayat dolu bir adamdı. Her zaman yanındaki muzip gülümsemesiyle bilinir, etrafına neşe saçarak dolaşırdı. Ama şimdi, aklımda Tus’un gölgesiyle birlikte onu bulmaya karar verdim. "Yusuf amca!" diye seslendim. Başını kaldırıp, yüzünde bir gülümseme belirdi. "Ah, Arkan! Uzun zamandır görmüyorum seni. Ne var ne yok?" dedi. Gözleri parlıyordu, ama ben onunla konuşmaya hazır hissetmiyordum. "İyiyim, amca. Biraz dolaşmak istedim." Dedim, sesim sanki kendim bile inandırıcı bulmuyormuşum gibi titriyordu. Yusuf amca, "Dolaşmak mı? Hayırdır, senin gibi gençlerin neden dolaşması gerektiğini anlamıyorum. Kıyametin koptuğu bu günlerde, sen de kahve içmek yerine burada ne arıyorsun?" dedi, gülümseyerek. Gülümsedim ama içimdeki boşluk hissi gitmek bilmiyordu. "Bilmiyorum amca. Son zamanlarda biraz garip hissediyorum," dedim. Yusuf amca, ciddileşti. "Garip mi? Nasıl bir gariplik? Kızım, her şey yolunda mı?" dedi. "Belki de sadece bir şeyleri değiştirmem gerektiğini düşünüyorum," diye yanıtladım. "Bir gün, her şey bir anda değişiyor ve sen geriye dönüp bakınca, hayatta kalan şeyleri görüyorsun. Ama o an hissettiğin her şey tuhaf bir yük gibi kalıyor." Yusuf amca, ellerini ovuşturdu. "Anlıyorum, genç kızım. Ama bazen, en karanlık anlar bile bir ışık bulur. Hadi, ne olur içeri gel ve bir fincan kahve iç. Kafanı dağıtacak bir şeyler bulursun," dedi. İçeri girip oturdum. Bütün amcaların konuşmaları, kalabalık gürültüsü arasında bir rahatlama bulmayı umarak gözlerimi dikip bekledim. Ama kalbimde Tus’un hayalini ve o gün hissettiğim garip hisleri unutamıyordum. "Yusuf amca, bazen hayatın içinde kaybolmuş hissediyorum. Birileriyle konuşmak istediğimde bile, içimdeki şeyler havada kalıyor," dedim. İçimdeki duyguları daha fazla saklayamayacak gibi hissediyordum. "Kaybolmuş hissetmek, bu günlerde çok yaygın," diye yanıtladı Yusuf amca. "Ama belki de neye ihtiyaç duyduğunu biliyorsundur. Hayatındaki bir şeyin değişmesi gerektiğini hissediyorsan, bunu kabullen. Değişime açık olmak, seni yeni yerlere götürebilir." O an, kendime gelmem gerektiğini fark ettim. Yusuf amca'nın sözleri, içimde bir kıvılcım yarattı. Kalbimdeki ağırlık bir nebze olsun hafiflemişti. Belki de dışarı çıkıp yürümek, kendi içimdeki karışıklıkları çözmek için bir başlangıç olabilirdi. Dışarı çıkarken, Has amcanın yanına döneceğim ve ona bu konuşmadan bahsedeceğim. Hayatımda bir değişim olmalıydı; Tus’un hayaliyle yüzleşmek ve her şeyden önemlisi, kendimle barışmak için yeni bir yol bulmalıydım.Yavaş adımlarla Has amcanın yanına dönerken, kafamda dönen düşünceler iç içe geçmiş gibiydi. Yusuf amcayla olan sohbetim, içimde bir şeyleri harekete geçirmişti. Sanki, yıllardır üzerimde taşıdığım yüklerden bir nebze olsun kurtulmuş gibiydim. Ama yine de Tus’un hayali hala peşimi bırakmıyordu. İçimdeki bu karmaşanın bir parçasıydı. Has amcayı yanımda görünce, onu çok sevdiğimi düşündüm. Onun gülümsemesi her zaman beni rahatlatırdı. "Has amca," dedim, ona yaklaşarak. "Bana biraz hikaye anlatır mısın? Son zamanlarda çok şey düşünüyorum." Has amca, başını eğip düşündü. "Hikaye mi? Tabii ki, Arkan. Ama hangi hikayeyi dinlemek istersin? Gençliğimdeki aşk hikayelerim mi, yoksa mahalledeki tuhaf olaylardan birisi mi?" dedi. "Gençliğinizdeki aşk hikayeleriniz beni her zaman etkilemiştir," dedim, merakla. Onun gençliğini hayal etmek, beni başka bir dünyaya götürüyordu. "Güzel bir gün, parkta oturuyorduk," diye anlatmaya başladı. "Yanımda çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Bir gün, ona olan hislerimi itiraf ettim. O gün, hayatımın en korkutucu ama bir o kadar da heyecan verici anıydı. O an, bütün kalbimle onu sevdiğimi anladım. Ama o, benden farklı düşünüyordu." Has amcanın sesi, anılarla doluydu. Onun yüzündeki ifadeyi görmek, benim içimdeki korkuları biraz olsun hafifletiyordu. "Kayıp hissettiğin anlar, belki de seni en çok seni etkileyen anlardır. O kaybettiğim aşk, hayatımı nasıl şekillendirdi biliyor musun? İnsanların hayatta karşılaştığı zorluklar, onlara güçlü olmayı öğretir," dedi. O an, kendimi onun hikayesinin içine kaptırdım. Belki de kaybettiğim şeylerin peşinde koşmak yerine, yaşadığım anların kıymetini bilmek gerektiğini öğreniyordum. Düşüncelerim, içimdeki Tus'un hayalini biraz daha kenara itmişti. "Kendini kaybolmuş hissetmek kötü bir şey değil, Arkan," dedi Has amca. "Hayatta birçok şey kaybolur ama sen yine de devam etmelisin. Kimi zaman, kaybolmak yeni yollar bulmanın başlangıcıdır." Yavaş yavaş, amcanın söyledikleri içimde bir umut ışığı doğuruyordu. İçsel mücadelelerimle yüzleşmem gerektiğini hissediyordum. "Peki, Has amca," dedim, "ben de bir şey yazmayı düşünüyorum. Belki de kendi hikayemi yazmalıyım. Belki de bu kaybolmuş hissetme dönemim, beni güçlü bir şey ortaya koymaya götürecektir." Has amca, gözleri parlayarak gülümsedi. "Harika bir fikir! Yazmak, kendini ifade etmenin en güzel yollarından biridir. Bazen, duygularımızı kelimelere dökmek, içsel çatışmalarımızı çözmenin anahtarı olabilir." O an, aklıma Tus geldi yine. Onunla bir türlü yüzleşemediğimi düşündüm. "Tus, hayatımda çok garip bir yer edindi," dedim. "Onunla karşılaştığımda, içimde bir şeyler değişti. Belki de onun hikayesini de yazmalıyım." "Her insan, kendi hikayesini yazarken başkalarının hikayelerine de dokunur," dedi Has amca. "Unutma ki her kelime, kaleminden çıkan bir parçadır. Sen de hikayenin bir parçası olmalısın." Yavaşça dışarı çıktım, kalbimde yeni bir heyecan vardı. Kendim için bir şeyler yapma kararlılığım artmıştı. Gözlerimdeki karamsarlık, biraz daha dağılmış gibiydi. Kendi hikayemi yazmak, içsel çatışmalarımın çözümüne bir kapı açabilirdi. Dışarıda güneş, her zamankinden daha parlaktı. Hava taze ve ferahlatıcıydı. Bir şeylerin değişmesi gerektiğini biliyordum. Yeni bir yola çıkmak, içimdeki kaygılarla yüzleşmek ve en önemlisi, kendimle barışmak için bu fırsatı değerlendirmem gerektiğini hissettim. Kahvehaneden uzaklaşıp yürümeye başladım. Artık karanlık düşüncelerimle yüzleşmek ve Tus’un izlerini bırakmak için güçlü bir kararlılıkla adım atıyordum. Her şeyin başı, kendimle olan mücadelemdi. Yeni hikayeler yazacak, yeni yollar keşfedecek ve kendimi bulacaktım.Yürüdükçe, kafamda yeni hikayeler şekillenmeye başladı. Her adımım, beni kendimle yüzleşmeye ve içsel duygularımla barışmaya bir adım daha yaklaştırıyordu. Kalbimdeki belirsizlik ve korku, yavaş yavaş yerini umut ve kararlılığa bırakıyordu. Has amcayla yaptığım sohbetin sıcaklığı, içimi ısıtıyordu. Bu, hayatımın belirsizlikleriyle dolu yollarında bana ışık tutacak bir yol haritası gibiydi. Kahvehanenin dışına çıktığımda, güneşin sıcak ışıklarının yüzümü okşaması bana ayrı bir güç veriyordu. Sanki dünya, yeniden doğmuş gibiydi. Akşamları buraya gelenlerin anlattığı hikayeleri dinlemek, insanların hayatta nasıl mücadele ettiğini görmek beni daha da motive ediyordu. Kendi hikayemi yazmak, başkalarının yaşamına dokunmak demekti. İçimdeki kaygılara meydan okumanın zamanı gelmişti. Parkın ortasında yürüyen insanları izleyerek ilerledim. Herkesin kendi derdi vardı; kimisi gülüyor, kimisi düşüncelere dalmış, kimisi ise belki de hayatta kaybolmuştu. Ama hepsinin bir hikayesi vardı. Gözlerim bir çocuğun neşeyle oynadığına takıldı. Çocuk, koşarken etrafa mutluluk saçarak gülüyordu. O an, neşenin ve saf mutluluğun değerini düşündüm. Çocukların dünyasında kaybolmak, her şeyi unutturuyordu. Kendi çocukluğuma dair anılar gözlerimin önünde canlandı. Hayallerim, umutlarım ve kaygılarım, hepsi bir arada aklımı kurcalıyordu. Kendi hikayemi yazma düşüncemle birlikte, kelimelerin büyüsünü hissetmeye başladım. Oturup, düşüncelerimi kağıda dökmek istedim. Parkın en kuytu köşesine geçip, kalemi elime aldım. Birçok kelime, zihnimde çarpışırken, hepsini bir araya getirmeye çalışıyordum. Hayatımın hikayesini, belki de başkalarına ilham olacak bir şekilde anlatmalıydım. Düşüncelerim, Tus’un anısıyla yine yeniden şekillendi. O an, içimde bir şeyler kıpırdanıyordu. Tus’u tanımak, onu anlamak, belki de kendi içsel yolculuğuma bir kapı açacaktı. Onun gibi, birçok insanın da içsel mücadeleleri olduğunu biliyordum. O yüzden, bu hikayeyi yazarken yalnız olmadığımı hissetmeliydim. İnsanlar, hayatta kaybolmanın yanı sıra, yeniden bulmanın ve yeniden başlamanın da yollarını arıyordu. Kalemim kağıda dokunduğunda, yazmaya başladım. "İçimdeki boşluğu hissettiğimde, karşıma Tus çıktı. O, ne bir düşman ne de bir dosttu. Bir sır gibi içimdeki mücadeleyi ortaya çıkartıyordu. Bazen gözlerinin derinliklerinde kaybolmuş hissettiğimde, içimdeki korkularla yüzleşmem gerektiğini hatırlatıyordu." Her kelime, kalbimde bir yankı buluyordu. Bu, hem içsel bir çözüm bulma hem de kendimi anlama yolculuğuydu. Kendi mücadelelerimle yüzleşmek, belki de benim hikayemin ana temasını oluşturacaktı. Kalemim, beni bir nebze olsun özgürleştiriyordu. Kafamdaki karanlık düşüncelerin yavaş yavaş yerini netliğe bırakmaya başladığını hissediyordum. Parkta geçirdiğim zaman, hayatımda belki de ilk kez bir şeyler değiştirmeye başlamıştı. İnsanların hikayeleri, kendi hikayemin bir parçasıydı artık. Kendimle olan savaşımda, onlardan ilham alıyordum. Bir şeyleri başarmanın verdiği tatmin duygusu, beni daha da güçlü hissettiriyordu. Yazdıkça, Tus'un bir kez daha aklıma gelmesi kaçınılmaz oldu. "Neden bu kadar korkuyorum ondan?" diye düşündüm. "Belki de içimdeki kaygılar, ondan duyduğum korkunun bir yansımasıdır." Tus, belki de benim içimdeki korkuları temsil ediyordu. Onunla yüzleşmek, kendimle yüzleşmek demekti. Kalemimle sayfalar arasında gidip gelen düşünceler, aslında içimdeki savaşı ortaya çıkartıyordu. Yazmaya devam ettim. "Tus, her zaman beni rahatsız eden bir hayal. Ama şimdi, onunla yüzleşmek zorundayım. Kendi hikayemi yazarken, belki de onu anlamak ve kabullenmek için bir yol bulabilirim." Sonra kalemi kenara koyup, gökyüzüne baktım. Güneş batmaya yüz tutuyordu. Kızıl ve turuncu renkler, içimdeki huzursuzluğu biraz olsun dindirmişti. Yazarken hissettiğim bu yoğun duygular, beni bir yerlere götürüyor gibiydi. Belki de yeni bir başlangıcın eşiğindeydim. Hareket ettim, parkın dışına doğru ilerlerken, içimde yeni bir umut ışığı yanıyordu. Has amca ve Yusuf amcayla yeniden sohbet etmek, onlardan daha fazla hikaye dinlemek ve belki de kendi hikayemi paylaşmak için sabırsızlanıyordum. Bu yolda yalnız değildim; çevremdeki insanlar, benim için birer ilham kaynağıydı. Her birinin hikayesi, kendi hikayemin bir parçasıydı ve bu beni daha da güçlendiriyordu.Yavaşça sokakları geçip okula doğru yürürken içimde bir heyecan belirdi. Mayan öğretmenimle görüşmek, onu görmek için sabırsızlanıyordum. Okulun kapısına geldiğimde, kalbim hızla atmaya başladı. Belki de onunla konuşmak, içimdeki belirsizlikleri ve karamsarlıkları biraz olsun hafifletecekti. Okulun duvarları, yılların yorgunluğuna rağmen, yeni bir umut taşır gibi duruyordu. Girdiğimde, öğrencilerin gülüşmeleri ve öğretmenlerin cıvıltıları beni karşıladı. Mayan öğretmenim sınıfın önünde oturmuş, bir şeyler yazıyordu. Yüzünde hafif bir tebessümle, derse hazırlık yapıyordu. O an, içimde bir sıcaklık hissettim. Sınıfa doğru yürüdüm. Kapıyı çarparak açtım, içeri girdim. “Mayan öğretmenim!” dedim, sesimdeki heyecanı bastıramayarak. “Arkan! Hoş geldin,” dedi, gözleri parlayarak. “Nasılsın, ne var ne yok?” “İyiyim, öğretmenim. Biraz görüşmek istedim,” dedim, ona doğru birkaç adım daha attım. “Sizi özledim.” “Ben de seni özledim. Gel, biraz oturalım,” dedi. Yanındaki sandalyeye otururken gözlerinin içindeki sıcaklık, içimdeki tüm karamsarlığı silip süpürdü. “Son zamanlarda kendimi pek iyi hissetmiyorum,” dedim, bir yudum cesaret toplayarak. “Bazı şeyler kafamı kurcalıyor.” Mayan öğretmenim dikkatle dinliyordu. “Neler oluyor, anlat bana,” dedi. Bir süre düşündüm. İçimdeki karmaşayı kelimelere dökmek zor oluyordu ama ona her şeyi anlatmaya karar verdim. “Tus adında biri var. Gözümün önünden gitmiyor. Onu bir şekilde hissediyorum ama neden olduğunu bilmiyorum,” dedim. Mayan öğretmenim derin bir nefes aldı. “Bazen hayatın içinde tanımadığımız insanlar bizimle bağlantı kurabilir. İçsel hislerimiz, bazen aniden beliren düşüncelerle şekillenir. Bunu yaşamış olabilirsin,” dedi. “Kendini kötü hissettiğinde, aklındaki düşünceleri paylaşman iyi olabilir.” “Öğretmenim, bir gün sokakta yürürken onunla karşılaştım. Gözleriyle bana baktı ve o an bir şeylerin değiştiğini hissettim. O günden beri içimde bir şey var. Sürekli onu düşünüyorum,” dedim. Gözlerimin dolduğunu hissettim ama Mayan öğretmenim benimle aynı duyguları paylaşıyormuş gibi görünüyordu. “Bazen ruhumuz, görünmeyen bağlarla insanlarla birleşir. Geçmişe dair izler bırakabilir bu,” dedi. “Sen de bu hislerle başa çıkmak için yeni şeyler denemelisin. Kitaplar okumak, müzik dinlemek, kendine alan açmak… Bunlar hislerini anlamana yardımcı olabilir.” “O yüzden buradayım, öğretmenim,” dedim. “Kendimi bulmak istiyorum. Belki de yazmaya başlamalıyım. Kitap yazmak... Belki karakterlerimle konuşmak... Onların üzerinden hislerimi yansıtmak.” “Harika bir fikir! Yazmak, düşüncelerini düzenlemenin en iyi yollarından biridir. Kendini bulmana yardımcı olacaktır,” dedi. “Hangi yazarları okumayı düşünüyorsun?” “Türk edebiyatından Sabahatın Ali’nin eserlerini okuyacağım. Onun hikayeleri beni hep etkilemiştir. Özellikle ‘Kürk Mantolu Madonna’ ve ‘İçimizdeki Şeytan’ gibi kitaplardan alıntılar yapmayı düşünüyorum,” dedim, ona olan hayranlığımı gizleyerek. Mayan öğretmenim gülümsedi. “Bunlar harika seçimler. Bu kitaplardan alıntılar yaparak, kendini daha iyi ifade edebilirsin. Unutma, duyguların kelimelere döküldüğünde daha anlamlı hale gelir.” O an, içimde bir umut ışığı doğmuştu. Yazma arzusu içimi sarmış, Mayan öğretmenimle konuşmak beni daha da güçlendirmişti. Okuldan çıkarken, belki de yeni bir başlangıcın eşiğindeydim. Tus’ın gözleri hâlâ aklımdaydı ama bu defa, onu bir tehdit olarak değil, bir merak unsuru olarak görebiliyordum. Belki de yazılarımda onun hikayesini de anlatmak, kendi hikayemi bulmama yardımcı olacaktı. Okuldan çıkarken içimdeki heyecan hâlâ tazeydi. Mayan öğretmenimle yaptığım konuşmanın etkisiyle, kendi hikayemi yazma isteğim daha da güçlenmişti. Artık önümde bir yol vardı ve bu yol, bana kendimi keşfetme şansı sunuyordu. Dışarı çıkınca, güneşin sıcak ışıkları yüzüme vurdu. Bir an gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım; havada yaz kokusu vardı, umut doluydu. Yavaş yavaş evime doğru yürümeye başladım. Yolda ilerlerken kafamda tuhaf düşünceler dönüyordu. Tus’ın varlığı, içimde bir merak uyandırmıştı ama aynı zamanda kaygı da yaratıyordu. Ne kadar tanımasam da, bana ait olmayan bir hikayenin parçaları gibi hissediyordum. Yaşadığım belirsizlik ve karmaşa içinde, yazma fikri benim için bir kurtuluş gibi görünüyordu. Belki de Tus ile olan bağım, yazdıkça açığa çıkacaktı. Eve vardığımda, odama geçtim. Çalışma masamın üstünde beyaz bir sayfa ve kalemim duruyordu. Hemen oturup yazmaya başladım. Kalemim sayfanın üzerinde kayarken, aklımdaki düşünceleri kelimelere dökmeye çalıştım. **“Tus... Ne garip bir adam. Gözleri karanlık ama içindeki ışık beni çekiyor. Neden? Neden onunla ilgili bu kadar derin hissediyorum?”** Bu cümleler bile içimdeki huzursuzluğu biraz olsun dindirdi. Yazmaya devam ettim; kelimeler birbiri ardına sıralandı. Tus’la karşılaştığım günü, gözlerindeki derin bakışları, içimdeki hisleri anlatmaya çalıştım. Sanki onunla konuşuyor, ona duyduğum merakı açığa çıkarıyordum. Yazdıkça kendimi buluyordum; o an, Tus’ın kim olduğunu anlamaya bir adım daha yaklaştığımı hissettim. **“Hayatımda belki de hiç bilmediğim bir kapı açılmıştı. Bu kapıdan geçmek, benim için bir mücadele olacaktı. Ama artık hazırlıklıydım. İçimdeki karanlığı yazılarımda aydınlatacak, Tus’ın bana hissettirdiklerini kelimelere dökecektim.”** Bir süre yazmaya devam ettim. Yazdıkça daha fazla hissetmeye başladım. Zaman geçti, saatler akıp gitti ama ben kalemimin ucundan dökülen kelimelerle kayboldum. Bir noktada, kafamı kaldırdım ve dışarıdaki sesleri dinledim; komşularımın çocukları oyun oynuyordu, gülüşmeleri duyuluyordu. Dışarıda hayat devam ederken, ben içsel bir yolculuğa çıkmıştım. Kalemimi bir kenara koyup biraz dinlenmeye karar verdim. Yastığımın üzerine yaslanıp gökyüzüne baktım. Düşüncelerim arasında kaybolmuşken, birden aklıma Mayan öğretmenimin sözleri geldi: **“Yazmak, hislerini anlamana yardımcı olur.”** Bu sözler, beni daha da heveslendirmişti. Belki de yazdıkça içimdeki belirsizlikler azalacak ve kendimi bulabilecektim. Yazma isteğiyle yeniden kalemimin başına oturdum. Bu kez, daha derinlemesine Tus hakkında yazmaya karar verdim. **“Kimdir bu Tus? Hayatı nedir? Gözlerindeki o derinlik, neler saklıyor? Belki de kendi hikayesini bulmamda bana yardımcı olacak...”** diye düşündüm. Birden, Tus ile rüyada konuştuğum anlar aklıma geldi. Onunla yaptığım o tuhaf sohbetler, içimdeki kaygıları ve belirsizlikleri bir nebze olsun hafifletmişti. O anı daha detaylı yazmaya başladım: **“Rüyamda Tus bana doğru yaklaşıyordu. ‘Beni unutma, Arkan,’ dedi. ‘Bazen, hayatımızda karşımıza çıkan kişiler, bize kendimizi hatırlatmak için gelir.’ Ben de ona ‘Neden sen?’ diye sordum. ‘Çünkü senin içinde gizli bir hikaye var,’ dedi. O sırada gözlerindeki parıltı, içimde bir şeyleri canlandırıyordu.”** Yazdıkça daha fazla aklımda canlanmaya başladı. Hayatımda Tus’un yerinin ne kadar önemli olabileceği konusunda kendime sorular sormaya başladım. İçimdeki ses, Tus’un hikayesinin benim hikayemle iç içe geçtiğini fısıldıyordu. O gece, odanın karanlığında kalemimle kurduğum dünyada kayboldum. Yazmak, beni farklı bir gerçekliğe taşıyor, içimdeki hisleri anlamamı sağlıyordu. Belki de Tus ile olan bu bağlantı, bana yeni kapılar açacak ve hayatımın gidişatını değiştirecekti. Bu düşüncelerle, içimde bir umut filizlenirken, sabahın ilk ışıklarına kadar yazmaya devam ettim. |
0% |