Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5- "Seni Seviyorum"

@_wolfcub_

Kalemi elime aldığımda, yazma isteği içimde bir ateş gibi yanıyordu; ama bir süreliğine durmak gerektiğini düşündüm. Kalemimi masanın üzerine bırakıp derin bir nefes aldım. Sadece yazmakla kalmamak, yaşamak da gerekiyordu. Kafamı kaldırdım ve odayı taradım. Duvardaki saat, zamanın ne kadar hızlı geçtiğini hatırlatıyordu. Gözlerim pencereden dışarı kaydı; güneş artık yavaş yavaş batmaya yüz tutmuştu. Dışarıdaki sesler, hayatın normal akışında devam ettiğini gösteriyordu.

Bir süre dışarıda yürüyüş yapmaya karar verdim. Özellikle akşam saatlerinde sokaklar, insanların gündelik yaşamlarının kesitlerini sunduğu bir sahne gibi geliyordu. Hemen dışarı çıkıp, mahallede dolaşmaya başladım. Rüzgarın hafif serinliği yüzüme çarparken, aklımdan geçen düşünceleri bir nebze olsun uzaklaştırmak istiyordum. Yürümek, beni özgürleştiriyordu; kalbimdeki ağırlık biraz olsun hafifliyordu.

Mahallemde dolaşırken, çocukların sokakta oyun oynadığını gördüm. Gülüşmeleri, neşeleri içimdeki boşluğu dolduruyordu. Bir köşede, eski bir arkadaşım Göktuğ'u gördüm. İki yıl önce birbirimizle sıkça görüşürdük ama hayatın getirdiği koşullar, aramızdaki bağı zayıflatmıştı.

“Göktuğ!” diye seslendim. O da başını çevirip beni görünce gülümsedi.

“Arkan! Nasılsın, uzun zamandır görüşmedik?” dedi.

“İyiyim, sen nasılsın?”

Bir süre sohbet ettik. Hayatından, yeni işinden, hayallerinden bahsetti. Konuşurken, içimdeki kaygılar ve Tus ile olan düşünceler bir kenara bırakılmış gibi hissediyordum. Göktuğ'un pozitif enerjisi, içimi ısıtıyordu. “Bilmiyorum, yeni bir şeyler yazmaya başladım,” dedim. “Ama şu an yazmaktan daha çok, hayatın tadını çıkarmak istiyorum.”

“Yazmak önemli ama yaşamak da bir o kadar değerli. Hem hayatta bir şeyler öğrenirken, yazdıkların daha da derinleşiyor. Bunu sen de biliyorsun,” dedi Göktuğ. Gözlerindeki parıltı, bir şeylerin değiştiğini hissettiriyordu.

Daha sonra birlikte yürümeye karar verdik. Mahalledeki küçük kafeye doğru ilerledik. İçeri girdiğimizde, sıcak bir kahve kokusu burun deliklerimi sarhoş etti. Bir köşede oturduk ve siparişimizi verdik. Göktuğ, “Biliyor musun, burası eski güzel günlerin anısını taşıyor. Birlikte burada oturup hayallerimizi tartıştığımız günleri hatırlıyorum,” dedi.

O an, anıların aklıma gelmesiyle nostalji duygusu içimi kapladı. Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini ve hayatın bizlere sunduğu her anın kıymetini bilmemiz gerektiğini bir kez daha anladım. “Gerçekten de öyle,” dedim. “Ama zaman geçtikçe, bazı şeyler unutuluyor. Belki de unutmamak için elimden geleni yapmalıyım.”

Kahvelerimiz geldiğinde, bir yudum alıp tadını çıkardım. Göktuğ'a dönerek, “Hayatımda son zamanlarda bazı şeyleri sorgulamaya başladım. Özellikle Tus hakkında düşündükçe içimde bir karmaşa var,” dedim.

Göktuğ, gözlerini kısarak dinlemeye başladı. “Tus kim? Bir arkadaş mı, yoksa başka bir şey mi?”

“Biraz daha karmaşık. Rüyalarımda karşılaştım onunla. İçimde ona karşı bir çekim hissediyorum ama bir yandan da tuhaf bir kaygı var,” dedim. Göktuğ, dikkatlice dinleyip sorular sorarak anlayışını göstermeye çalıştı.

Kafenin köşesinde oturan yaşlı bir amcanın şarkı mırıldandığını duyuyordum. Şarkı, Türk müziğinin zarif notalarını taşıyordu. O an, zihnime Mayan öğretmenimin önerdiği müziklerin önemli olduğunu düşündüm. Müzik, yazdıklarımı besleyen bir kaynak olabilirdi. İçimde bir şeylerin kıpırdamasına neden olan bu müzikler, Tus ile olan içsel yolculuğuma katkıda bulunabilirdi.

Göktuğ, benim düşüncelerimi bozmayarak, “Dinlemek istediğin müzikler var mı?” diye sordu.

“Bilmiyorum, ama Türk edebiyatından ve müziğinden beslenmek istiyorum. Özellikle Sabahattin Ali’nin kitaplarından alıntılar yaparak, hissettiğim duyguları kelimelere dökmek istiyorum,” dedim.

Göktuğ gülümseyerek, “Bu harika bir fikir. Sabahattin Ali’nin eserleri derin ve etkileyici. Yazarken, müziklerin notalarına kendini kaptırarak daha da etkileyici olabilirsin,” dedi.

Kafenin dışındaki hayatın canlılığı, beni heyecanlandırıyordu. Müzik, yazılarımda daha derin bir anlam bulmama yardımcı olabilirdi. Yazmakla uğraşırken, yaşamak ve etrafımdaki güzelliklere şahit olmak, içsel yolculuğumu daha anlamlı hale getirebilirdi.

“Bugün yazmayı bırakmayı düşündüm ama aslında yaşamak, yazmak kadar önemli,” dedim. “Yazılarımda hissettiğim duyguları, hayatın içindeki gerçeklerle harmanlamak istiyorum.”

Göktuğ, gözlerimdeki ışıltıyı fark ederek gülümsedi. “Yolun açık olsun, dostum. İkisini de yapabilirsin. Hayatın tadını çıkar, yazarken de bu anları unutma,” dedi.

İçimde bir umut doğmuştu. Yazmak bir süreçti ama yaşamak, her anı değerlendirmek de bir o kadar değerliydi. Bir süre daha sohbet ettikten sonra kafenin dışına çıktık. Güneş yavaş yavaş batıyor, akşamın serinliği havaya yayılıyordu. Mahallemdeki sokaklarda yürümeye devam ederken, içimdeki bu yeni başlangıç ve değişim isteği beni heyecanlandırıyordu. Tus ile olan belirsizlik, belki de yazarken açığa çıkacaktı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Hayatımda neyin eksik olduğunu düşündüm. Artık kitap yazmak dışında başka bir şeyle ilgilenmek istemiyordum. Göktuğ, bir süreliğine yanımda oturdu, ama içimdeki karmaşa onu duymazlıktan gelmeme neden oluyordu. Kalemim, her gece rüyalarıma giren karakterlerimin sesini duymak için sabırsızlanıyordu. Şimdi, yazmayı bıraktığım o sayfanın üzerinde düşündüm.

O an gözlerimi kapattım. Hayatımda eksik olan şeyleri aramaya başladım. Göktuğ'un varlığı bir anlamda güven veriyordu ama içimdeki duygular karmaşıklaşmıştı. Onun her gülümsemesi, her bakışı, beni farklı hissettiriyordu. Fakat ben Göktuğ'un duygularını, ona karşı hissettiklerimi anlamaktan uzaktım. Bu yüzden, en büyük sığınaklarımdan biri olan kitabımı yazmaya devam etmem gerektiğini düşündüm.

Bir gece, Göktuğ'un yanımda oturduğu an, rüyalarımda yazdığım karakterlerin seslerini duydum. Onlar, bana hayatımın eksik parçalarını göstermeye çalışıyordu. “Arkan, neden böyle hissediyorsun? Neden kendini yalnız hissediyorsun?” dediler. Her biri farklı bir bakış açısı sundu. O an düşündüm, “Gerçekten yalnız mıyım, yoksa hislerimi mi saklıyorum?”

Rüyamda, kitabımda yarattığım Melisa'nın gözleriyle karşılaştım. Onun içindeki özlem ve yalnızlık beni derinden etkiledi. “Seni yazarken hissettiğim her şey, senin hikayenin bir parçası,” dedim ona. “Ama ben, gerçek hayatta yalnızım. Senin gibi bir karakterin eksikliği beni bu hale getirdi.”

Mayan öğretmenim, rüyama girdi. “Arkan, neden kendini böyle hapsediyorsun? Yazarken hissettiklerin, gerçek hayatta da sana ait,” dedi. İçimdeki boşluğu hissettim. Yalnızlıktan kaçış ararken, belki de kendimden kaçıyordum. Göktuğ'un yanında olmaktan keyif aldığımı fark ettim, ama bunun derinliğini anlayamıyordum.

Kitabımı yazmaya ara vermek istemiyordum. Her kelime, bana yaşamımı hatırlatıyordu. Yazmak, hissetmek ve hissettiklerimi anlamak istiyordum. Ama Göktuğ'un hisleriyle ilgili hiçbir şey anlamıyordum. O, benden daha cesurdu, daha açık sözlüydü. Mert, hislerini bana açıkça ifade etmemişti. Bu yüzden de ben onu hep bir arkadaş gibi gördüm.

O gece, tekrar uykunun karanlığına daldım. Kitabımda yarattığım Melisa, Göktuğ ile birlikte gerçek hayatta beni izliyordu. Rüyalarımda, her bir karakterim bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Kalemim, onları yazmam için sabırsızlanıyordu. Ama ben, yazmanın ötesinde bir anlam arıyordum; yalnızlığımı, duygularımı, hayal kırıklıklarımı ve Mert’i anlamak istiyordum.

Uyanmamın vakti geldiğinde, zihnimde Mert ve yazdığım karakterler arasında gidip geliyordum. Belki de onları birleştirmek için yazmam gerekiyordu. Kendi gerçekliğimi, yazdıklarımda bulmaya çalıştım. Ama her şeyden önce, Mert’in bana olan sevgisini fark etmem gerektiğini düşündüm. Gözlerimi açtığımda, sabahın ilk ışıkları odanın karanlığını yavaşça dağıtıyordu. Bir yudum su içmek için mutfağa gitmeyi düşündüm ama zihnim yine Göktuğ ve rüyalarımda gördüğüm karakterlerle dolup taşmıştı. Kalemim ve defterim masanın üzerindeydi, onları yazmaya başlamadan önce bir süre daha düşünmeye karar verdim. Göktuğ'un bana olan hislerini anlamak, duygularımı ve yalnızlığımı kâğıda dökmekten daha karmaşık görünüyordu.

Dışarıda hafif bir rüzgâr esiyor, ağaçların yaprakları arasında tatlı bir hışırtı yaratıyordu. Bu sesi dinlemek, içimdeki gerginliği bir nebze olsun hafifletiyordu. Kahvaltıdan sonra Göktuğ ile buluşmak için dışarı çıkmayı düşündüm. Mert’in gülümsemesi, günümü aydınlatıyordu. Ama rüyalarımda gördüğüm Melisa ve öğretmenim Mayan’ın sesi, içimdeki çatışmayı derinleştiriyordu. Onların bana söyledikleri, henüz çözmediğim bir bulmacanın parçaları gibiydi.

Göktuğ, beni görmek için geldiğinde, yüzündeki ifade, günün neşesini taşıyordu. "Günaydın, Arkan! Bugün okula gidecek misin?" diye sordu. "Evet," dedim, ama aklımda başka bir şey vardı. Onunla birlikte okula gitmek, beni biraz daha rahatlatıyordu. "Sen ne yapacaksın?" diye sordum. "Seni bekleyeceğim," dedi Göktuğ gülümseyerek.

Okula doğru yola çıktığımızda, Göktuğ'un yanında olmanın huzurunu hissettim ama içimdeki duygusal karmaşa hala devam ediyordu. Onunla yürürken, aklımda rüyalarımda gördüğüm karakterler dönüp duruyordu. Melisa’nın gözleri, içimdeki boşluğu sarmak için çabalarken, Göktuğ'un elini omzuma koyduğunda, içimden bir şeyler yerinden oynadı. "Biliyor musun, bazen seni çok özlüyorum," dedi Göktuğ, bir anlık duraksamayla.

Bu sözleri duymak beni sarsmıştı. Ne hissettiğimi bilemedim. Belki de hissettiğim duyguların kaynağını bulmanın vaktidir, diye düşündüm. Rüyalarımdaki Melisa ile Göktuğ arasında bir bağ kurmaya çalışıyordum ama bu bağlantı beni daha da karmaşık bir duruma sokuyordu. Kendimi bir yandan Melisa’nın yarattığı dünyada, diğer yandan Göktuğ'un gerçekliğinde kaybolmuş hissediyordum.

Okulun kapısından girdiğimizde, içimde bir huzursuzluk belirdi. Mayan, öğretmenim, sınıfta oturmuş, ders hazırlığı yapıyordu. Onu görmek, rüyalarımdaki konuşmaların yankılandığı bir an gibiydi. Mert, "Ben dışarıda bekleyeceğim," dedi ve bana gülümsedi. Onun gülümsemesi, içimdeki huzursuzluğu bir nebze olsun dindirse de, Mayan’a yaklaşırken içimdeki gerginliği hissetmemek elde değildi.

“Mayan, merhaba,” dedim, sesim titriyordu. O an, onun yanına otururken içimdeki boşluğun bir nebze olsun dolduğunu hissettim. “Seni görmek güzel,” dedi Mayan, gülümseyerek. “Nasıl gidiyor, Arkan? Yazmaya devam ediyor musun?”

Gözlerim parladı. Onun sorusu, içimdeki duygusal savaşı durduracak bir kapı açmış gibiydi. “Evet, yazıyorum ama bazen ne yazacağımı bilemiyorum,” dedim, içimdeki karmaşayı ona açığa çıkarmaktan korkarak. “Hâlâ karakterlerimle rüyalarımda konuşuyorum. Ama... bazen onların ne söylediğini anlamakta zorlanıyorum.”

Mayan, bana dikkatlice baktı. “Yazmanın bir yolculuk olduğunu unutma. Karakterlerinle konuşmak, onlarla bağ kurmak önemli. Kendini onların gözünden görmeye çalışmalısın,” dedi. Bu sözler, zihnime yeni bir ışık tuttu. Onların sesiyle duyduğum duyguların, belki de benim içimdeki yalnızlıkla savaşmamı sağladığını düşündüm.

Mayan’a Göktuğ ile olan dostluğumu ve içimdeki karışıklıkları anlattım. O, her kelimeme dikkatle kulak verdi. “Göktuğ, sana karşı bir şey hissediyor olabilir. Duygular karmaşık ama onları anlamak için cesur olmalısın. Bazen karşımızdakini tanımak, içsel çatışmamızı çözmek için yeterlidir,” dedi. Bu sözler beni düşündürdü. Göktuğ'un hislerine karşı duyarsız kaldığım gerçeği, içimdeki yarayı daha da derinleştiriyordu.

Okuldan çıktığımda, zihnim yine karmaşık duygularla doluydu. Göktuğ'un bana karşı hissettiklerini anlamak ve kendi duygularımla yüzleşmek zorundaydım. Göktuğ, bana gülümseyerek yaklaştığında, o an belki de hayatımda önemli bir dönüm noktası yaşıyordum. Herkes gibi ben de aşkı anlamak ve hissetmek istiyordum. Ama önce, kendi içimdeki yalnızlığı aşmam gerekiyordu. Rüyalarımda kurduğum dünya ile gerçek yaşam arasında bir köprü kurmalıydım. Uzun süredir görüşmediğim biri, şimdi çok önemliydi ve bana aşıktı, yani bu kesin değildi ama belli gibiydi. En azından benim karmaşıklığım arasında.Okuldan çıkarken Göktuğ'un yanında olmak, içimdeki karmaşayı bir nebze olsun hafifletiyordu. Onun gülümsemesi, sanki tüm dünyayı aydınlatıyordu; ama ben hala içimde bir eksiklik hissediyordum. Göktuğ ile yürürken, zihnimdeki rüyalar ve Melisa’nın sesi arasında gidip geliyordum. Hâlâ ne hissettiğimi çözebilmiş değildim.

“Bugün nasıl geçti?” diye sordu Göktuğ, yürüyüşümüzün temposunu yavaşlatarak. Gözleri, bana derin bir merakla bakıyordu. “Mayan’a gittim,” dedim, “Ama yazdığım şeyler hâlâ kafamda dönüp duruyor.” Göktuğ'un yüzündeki ifadenin değiştiğini hissettim. Bir anlığına, gözlerinde bir şeylerin belirdiğini gördüm ama ne olduğunu anlayamadım. “Kendini kötü hissetmiyorsan, bu iyi bir şey,” dedi.

Bir an duraksadım, “Kötü hissetmiyorum ama belirsizlik beni rahatsız ediyor,” dedim. Göktuğ, omuzlarımı sıktı. “Bazen belirsizlikle yüzleşmek zorunda kalırız, Arkan. Ama önemli olan, o belirsizliğin seni nasıl şekillendirdiğidir,” diye ekledi. Onun bu sözleri, bir şeylerin değişmekte olduğunun habercisi gibiydi.

Yavaş yavaş, parkın yanından geçtik. Çiçeklerin arasındaki kuş cıvıltıları, günün ortasında bir huzur yaratıyordu. Ama ben yine de içimdeki karışıklığı bastıramıyordum. Göktuğ'un yanımda olması, onu daha fazla tanımak istememe neden oluyordu ama o sırada aklımdan geçen düşünceler, yine Melisa’ya kayıyordu. “Göktuğ, sen bana Melisa’yı hatırlatıyorsun,” dedim. Göktuğ, bu sözlerime biraz şaşırmış gibiydi. “Melisa mı? Neden?” diye sordu.

“Bilmiyorum, belki de onun dağınık düşünceleri ve beni düşündüren bakışları gibi,” dedim. “Sadece içimde bir şeyler canlanıyor onunla ilgili.” Göktuğ, yüzünü buruşturdu. “Bazen insanlar birbirine benzer, ama senin için en önemli olan kim olduğu,” dedi. “Belki de Melisa seni düşündürüyordur, ama seninle olan bağlantımız farklı. Yalnızca dostluk değil, belki de daha fazlası.”

Onun bu sözleri, içimde bir kıvılcım yarattı. Belki de duygularımın karmaşası, Melisa ile olan anılarımın ve Göktuğ ile olan dostluğumun birleşimiydi. Ama duygularımı Mert’e açmak, korkutucu bir düşünceydi. İçimde bir şeyler daha da derinleşiyordu. “Göktuğ, seni düşündüğümde bazen kalbimde bir şeyler atlıyor,” dedim, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak.

Göktuğ, duraksadı ve yüzüne ciddi bir ifade geldi. “Arkan, seninle bu kadar yakın olabilmemiz, hislerimizin daha karmaşık hale gelmesine neden olabilir. Ama ben senin en iyi arkadaşınım, bu dostluğu kaybetmek istemem,” dedi. Bu sözler, kalbimde bir dizi çarpıntıya neden oldu. “Eğer hislerini karıştırıyorsan, belki de bir adım geri çekilmelisin,” diye ekledi.

Bu sözler beni düşündürmüştü. Belki de gerçekten bir adım geri çekilmem gerekiyordu. Göktuğ'un hislerini sorgulamak, kendi hislerimi daha fazla karmaşaya sürüklemek demekti. “Düşüncelerim çok karışık. Ama sana olan dostluğumdan asla vazgeçmek istemiyorum,” dedim.

O gün, Göktuğ'un yanında geçirdiğim zaman bana bir şeyler kattı. Ama aynı zamanda zihnimdeki karmaşayı da artırıyordu. Evime dönerken, yazmak için kalemimi ve defterimi yanımda taşımanın önemini hissettim. İçimdeki duyguları, düşüncelerimi ve Melisa’nın sesini bir kenara bırakmak istemiyordum. Bütün bunlar, belki de yazmakta olduğum kitabın bir parçasıydı.

Akşam, odama döndüğümde kalemimi elime aldım. İçimdeki düşünceleri yazmaya başlamak için sabırsızlanıyordum. Melisa ve Göktuğ arasındaki ince çizgide yürümek, duygularımın gerçekliğini sorgulamak zorundaydım. “Belki de hayatımın bu bölümünü yazarken, hislerimi netleştirebilir ve ikisi arasındaki dengeyi bulabilirim,” diye düşündüm.

Kalemim sayfanın üzerinde dans etmeye başladığında, zihnimdeki düşünceler açığa çıkıyordu. Melisa, yazdığım karakterlerin arasında kaybolmuş gibi hissediyordum; ama Göktuğ, yanımda durarak bana destek oluyordu. O an, kendi hikayemi yazarken, iki dünyanın kesişim noktasında durduğumu fark ettim.

Yazmaya başladım: “İçimdeki ikilik, Göktuğ'un gülümsemesi ve Melisa’nın gölgeleri arasında sıkışmış durumda. Hangi yola gideceğim? Kime yönelmeliyim? Duygularım bir labirentin içine girmiş ve çıkış kapısını bulamıyordum. Ama belki de yazmak, benim için bir çıkış yolu olabilirdi. Her bir kelime, içimdeki karmaşayı azaltacak ve doğru olanı bulmamda yardımcı olacaktı.”

Bu şekilde, hislerimi ve düşüncelerimi yazıya dökerken, belki de gerçekliğimi anlayacak ve kendi içimdeki savaşı kazanacak bir yolculuğa çıkıyordum. Her sayfada, içimdeki duygular daha da netleşiyordu. Bu yazma süreci, içsel çatışmalarımı çözmeme ve kim olduğumu anlamama yardımcı oluyordu. Has amca ile konuşmalarım devam ederken aklımda Tus’un yüzü dönüp duruyordu. Dışarıda güneş parlıyordu ama içimdeki karanlık gökyüzü bir türlü aydınlanmıyordu. “O günden beri her şey garip” dedim, kendime bile itiraf edemedim ama bu hissi kimseyle paylaşmak istemiyordum.

Bunu düşündüğüm sırada, Has amca gülümseyerek, “Kızım, üzülme. Hayat bazen bu kadar karışık olur. Kimi zaman kaybettiğimiz şeyler peşimizi bırakmaz. Ama sen güçlü bir kızsın. İnan bana,” dedi. Onun sözcükleri içimi biraz aydınlattı ama yine de Tus’un gözleri zihnimde yankılanmaya devam etti.

Açık havada biraz yürümeye karar verdim. Kafamda düşüncelerim birbirine dolanırken, Yusuf amca bakkaldan çıkıp yanıma geldi. “Arkan, seni burada görmek ne güzel! Son zamanlarda pek göremiyordum,” dedi.

“Yusuf amca, ben de özledim. Bugün biraz yürüyüş yapmaya çıktım.”

“İyi yapıyorsun, biraz havayı al. Ama dikkat et, başına bir şey gelmesin,” diyerek gözlerini kısarak baktı. Sanki hayatımın her anını izliyormuş gibi hissediyordum. “Ellerin soğuk, üşüdün mü?” diye sordu.

“Yok, iyiyim,” dedim ama içimden bir sıcaklık geçmedi değil. Onların yanımda olması, geçmişte kaybettiğim annemi anımsatıyordu.

“Bugün okula mı gideceksin?” diye sordu Yusuf amca.

“Evet, öğretmen hanımın yanına gideceğim.”

“O zaman ben de sana eşlik edeyim. Hem belki bir çay içeriz,” dedi. Kafamda Tus’un yüzü bir daha belirdi ama onu düşündüğüm anlarda, sanki bir kenara itmeye çalışıyordum. Onun düşünceleriyle başa çıkmak çok zor geliyordu.

Okul yolunda yürürken, Yusuf amcanın sesi arka planda kayboldu. Ama her adımımda içimde bir şeyin kırıldığını hissediyordum. Zihnimdeki karmaşayı dağıtmak için, belki de Mayan ile konuşmak iyi gelebilirdi.

Okul kapısına vardığımızda, içimde bir heyecan dalgası oluştu. Kalbim hızla çarpıyordu. “Yusuf amca, ben içeri gireyim,” dedim.

“Tamam, ben burada beklerim,” diye cevapladı.

Okulun kapısını açtım ve içeri girdim. Mayan’ın sınıfının kapısı açık duruyordu. İçeri girdiğimde, onu tahtanın önünde not alırken gördüm. Gözleri parlıyordu. “Merhaba Arkan,” dedi, yüzündeki gülümseme içimi ısıttı.

“Merhaba öğretmenim. Sizleri çok özledim,” dedim.

“Ben de seni özledim. Geçmişte yaşadıklarını unutmuyorum. Umarım her şey yolundadır,” dedi. Gözleri, içinde kaybolmamı istiyormuş gibi parlıyordu. Onunla konuşmak, içimdeki karamsarlığı bir nebze olsun unutturuyordu.

“Bugün biraz değişik hissettim. Ama sanırım bu da geçecek,” dedim, Tus’un görüntüsünü bir kez daha aklımdan silmeye çalışarak.

Mayan, “Hayat iniş çıkışlarla dolu. Her şey geçer, buna inanmalısın,” dedi. O an, ona sarılmak istedim ama kendimi tutmak zorundaydım.

“Beni düşündüren bir şey var, ama tam olarak ne olduğunu bilmiyorum,” dedim.

“Konuşmak ister misin?” diye sordu, beni dikkatle dinliyordu. O an, içimde bir şeylerin yer değiştirmeye başladığını hissettim.

Dışarıda Yusuf amca bekliyordu, ama içimdeki karışıklığı paylaşmak istiyordum. “Belki de sadece bir his, ama ne olduğunu bilmek istiyorum,” dedim.

“Bazen hislerimiz, unutmaya çalıştığımız şeylerin yankısıdır. Korkma, onlarla yüzleşmelisin,” dedi.

Onun sözleri, aklımda dönen düşüncelere bir ışık tutmuştu. Tus’un yüzü bir kez daha aklıma geldi ama artık korkmuyordum. Kendimle yüzleşmeyi öğreniyordum.

“Teşekkür ederim, öğretmenim. Sizinle konuşmak her zaman iyi geliyor,” dedim, kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. Tus’un aklımdan çıkmadığını biliyordum ama bu, artık beni korkutmuyordu.

“Her zaman buradayım. İstediğin zaman bana gel,” dedi ve gülümsemeye devam etti. Ben de içimden bir şeylerin değiştiğini hissettim.

Yavaşça sınıftan çıktım, Yusuf amca kapının önünde beni bekliyordu. “İyi misin, Arkan?” dedi.

“Evet, çok daha iyiyim şimdi,” diye yanıtladım.

Yavaşça yürümeye başladık. İçimdeki hislerin, belirsizliklerin beni zorlamasına rağmen, artık belki de hayatımda bir şeyleri değiştirmeye hazırım. Tus’un hatırası bir yük olmaktan çıkmıştı.

“Bugün biraz daha yürüyelim mi?” diye sordum.

“Tabi ki, istediğin gibi,” dedi Yusuf amca. Kafamdaki düşünceler, yollarımın beni nereye götüreceğini bilmediği bir yola doğru ilerliyordu.Göktuğ ile geçirdiğim anılar, hayatımdaki en değerli anlardan biri haline gelmişti. Onunla birlikte birçok şey yaşadık; gülüp eğlendik, dertleştik, hayaller kurduk. Ancak her anımızda farklı bir anlam vardı. Göktuğ'un bana karşı hissettiği duyguları, onun gözlerinde görebiliyordum. Ama ben, bunu hiçbir zaman tam olarak fark edemedim.

Bir gün, yazın sıcağında birlikte parkta oturuyorduk. Güneş, gökyüzünde parlıyordu, kuşlar cıvıldıyordu. Göktuğ, yanında getirdiği kitaplardan birini açtı. “Hadi, biraz okuma yapalım. Benim için çok ilginç bir hikaye,” dedi. Gözleri parlıyordu. Kitap, bir genç adamın kaybolan hayallerini bulma çabasını anlatıyordu.

“Bazen insanlar kayboluyor, ama bulmayı umduğunda, hayatın güzelliklerini fark ediyorsun,” dedi. Ben de bu cümlede kendi hayatımdan izler buldum. Onun gözlerinin içine bakarken, sanki içimdeki tüm karamsar düşünceler kayboldu. Göktuğ, her zaman güvenilir bir liman gibiydi.

Bir başka anımız, kış aylarında bir akşamüstüydü. Kar yağmaya başlamıştı ve biz, kafede sıcak çikolata içiyorduk. Dışarıdaki kar manzarası, içimdeki soğuk havayı unutturmuştu. Göktuğ, sıcak çikolatasını yudumlarken, “Bir gün bu kış manzarasında kitap yazmak istiyorum. İnsanın hayalleri, bu kar kadar saf ve temiz olmalı,” dedi. O an, Göktuğ hayallerinin peşinden koşma tutkusunu derinden hissettim.

Biraz sessiz kaldım, içimdeki duygular bir an dışarı çıkmak istiyor gibiydi. “Göktuğ, hayallerini gerçekleştirmek için ne yapacaksın?” diye sordum. Gözleri parladı. “Bilmiyorum ama deneyeceğim. Hayat, denemekle güzel. Bazen düşmek de gerekiyor ki, yeniden kalkıp daha güçlü olasın,” dedi.

Bir başka gün, sinemaya gitmiştik. Film, aşkın karmaşık yönlerini anlatıyordu. İzlerken Göktuğ'un elimi tuttuğunu hissettim. Bir anlığına kalbim hızlandı ama o anın büyüsünü bozmak istemedim. Film bittikten sonra dışarıda soğuk bir rüzgar esiyordu. Göktuğ, “Seni bir yere götüreceğim,” dedi. Merakla takip ettim.

Biraz yürüdükten sonra, deniz kenarına geldik. Gece, gökyüzündeki yıldızlarla aydınlanmıştı. Göktuğ, “Biliyor musun, yıldızlar bize hayallerimizi hatırlatıyor,” dedi. O an, denizin sesi, rüzgarın hafif esintisi ve Mert’in yanımda oluşu bana huzur vermişti. “Yıldızlar kadar uzak hayallerim var,” dedim, içimdeki kaygıları paylaşma ihtiyacı hissettim.

Göktuğ, “Bazen uzak hayaller, en yakın dostlarla ulaşılabilir hale gelir,” dedi. O an onun gözlerindeki parıltıyı bir daha unutmadım.

Zaman geçtikçe, Göktuğ ile olan anılarım daha da derinleşti. Ama bir türlü onun bana olan duygularını anlayamadım. Belki de onun için de bir şeyler hissetmeye başladım ama kendimi o duygulardan korumaya çalıştım.

Bir gün, Göktuğ'un yanında yürürken birden durdu ve “Arkan, ben seninle bir şey paylaşmak istiyorum,” dedi. O an içimde bir heyecan hissettim. “Nedir?” diye sordum. Gözleri benim gözlerime kilitlenmişti. “Seni seviyorum,” dedi. O an dünya durdu gibi hissettim. Kalbim hızla çarpmaya başladı ama bir şeyler söyleyemedim.

Sonunda, “Göktuğ, ben… ben bunu bilmiyordum,” dedim. Ama içimdeki karmaşa, kelimelerimin önünde duruyordu. O an, onun duygularının gerçekliğini anlamak zorundaydım.

Loading...
0%