@_wolfcub_
|
“Anıların, hislerin, korkuların – hepsi seni tanımlıyor.”
Rüyada hissettiğim korku, uykunun karanlığında içimi kemiren bir şeydi. Yavaş yavaş uyandım ama uyanmanın verdiği o rahatlık, henüz gerçekliği tam kavrayamadığım için içimdeki korkuyu hafifletemedi. Gözlerimi kapattım yeniden; belki bu kabus, beni bırakıverirdi. Ama öyle olmadı. Yavaşça tekrar uykuya dalmaya çalışırken, aniden o korkutucu görüntüler yeniden belirmeye başladı. Rüyamda, eski günlerimin ve en derin kabuslarımın yankıları vardı. Yetimhanedeki çocukluk günlerim aklıma geldi. Orada yaşadıklarım, hatıralarımın karanlık köşelerinde gizlenmişti, ama şimdi su yüzüne çıkıyordu. O kadını hatırlıyorum, kirli, dağınık saçlarıyla apartmanın kapısında beliriyordu. O karanlık yerin pas kokusu, her zaman aklımda kalacak bir lanet gibiydi. Aniden, rüyada karşıma çıktı; yüzü kıpkırmızıydı, bağırıp duruyordu. Korkuyla içimdeki bu karanlık çığlığı hissettim. Sanki o an, geçmişimin duvarları üzerime çöküyordu. "Yeter!" diye haykırdım, ama sesim duvara çarpıp geri döndü. O kadının çığlıkları, her tarafı sarıyordu. İçimdeki boğulma hissi artıyordu. Sonra, karanlık bir ormana daldım. O an, ormanın derinliklerine doğru koştum. Her adımda kalbim daha hızlı çarpıyordu. Ağaçların yaprakları arasından sızan ışık, korkunun gölgesini daha da büyütüyordu. Terlemeye başladım; vücudum, yaşadığım gerilimin ağırlığını taşıyamıyordu. Birden, her şey karardı. Sanki görünmeyen bir el beni çekiştiriyordu. Koşmaya devam ettim; ama nereye gittiğimi bilmiyordum. Ormanın derinliklerinde kaybolmuş gibiydim. Dört bir yanım, karanlık ve sessizlikle doluydu. Gözlerim, bir şey aramakla meşguldü ama gördüğüm tek şey, karanlığa karışan gölgelerdi. Sonra, arkamda bir ses duydum. "Arkan!" diye fısıldayan tanıdık bir ses. Kalbim daha da hızlandı. O ses, bana her zaman güven verdiği için içimdeki korkuyu hafifletiyordu. Ama bu sefer, sesin sahibi gözlerimin önünde belirmedi. Yine, sadece karanlık ve sessizlik vardı. Rüyamın derinliklerine daldıkça, karanlık ormanın içindeki kaybolmuşluğum daha da yoğunlaşıyordu. Her adımda, daha fazla kaygı ve korku hissettim. Ağaçlar sanki üzerime doğru eğiliyordu; kökleri, beni aşağı çekmeye çalışıyormuş gibi hissettiriyordu. Derin bir nefes alıp yürümeye devam ettim. Ormanın karanlığı, yalnızca gözlerimle değil, ruhumla da hissettiğim bir varlık gibi üzerime çökmüştü. Ağaçların arasından sızan zayıf ışık, sisin içinde kayboluyordu. Bir an durdum, etrafımdaki sessizliği dinledim. Bir fısıldama duydum. “Arkan…” Bu, tanıdık bir ses, ama kimin olduğunu çıkaramıyordum. Gözlerim, ormanın derinliklerine dalmaya çalışırken, bir şeyin hareket ettiğini fark ettim. Kalbim hızlıca çarpmaya başladı. Bir gölge, ağaçların arasında süzülüyordu. O an, o kadının çığlıkları kulaklarımda yankılandı. Yavaşça geri çekildim ama kaçacak bir yerim yoktu. Karanlık beni kuşatıyordu. Gölgenin ortaya çıkmasıyla, dehşet içinde bir haykırış yükseldi içimden. O, tekrar ortaya çıktı. O kadının yüzü, tüm korkularımı yeniden açığa çıkarttı. Gözleri, gözlerimin içine derinlemesine bakarken, içinde bir şeyler arıyor gibiydi. Onunla göz göze gelmek, sanki geçmişin acı anılarına dönüş yapmamı sağlıyordu. Ama aynı zamanda o bakış, benim de onun acısını hissetmeme neden oluyordu. “Beni neden unuttun?” diye haykırdı. Her kelime, içimde yankılandı. Aniden her şey karardı; orman, ağaçlar, gölgeler kayboldu. Kendimi bir odanın içinde buldum. Odanın duvarları eski duvar kağıtlarıyla kaplıydı ve bir zamanlar yaşamış olduğum yer gibi geliyordu. Etrafa bakındım, her şey tanıdıktı ama bir o kadar da yabancıydı. Bir anda, odanın kapısı açıldı. İçeri, yıllar önce bıraktığım arkadaşlarım girdi. Onların yüzleri, kaybettiğim zamanın izlerini taşıyor gibiydi. Sesleri, içimdeki korkuları dindirmek yerine daha da artırdı. Onlar da benimle aynı soruları soruyordu. “Bizi neden terk ettin?” dercesine bakışları vardı. Koşarak odadan çıkmaya çalıştım ama kapı kilitlenmiş gibiydi. O an, gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. İçimden bir ses, “Geçmişle yüzleşmelisin,” dedi. Ama ben bunu yapmak istemiyordum. Orada kalmak, o korkutucu anılara geri dönmek, beni derinden yaralıyordu. Bütün bu karmaşanın içinde, birden o kadının sesi tekrar yükseldi. “Sakın gitme! Benimle kal!” O an, içimdeki tüm korkular bir kez daha alevlendi. Aklımda geçmişin karanlık hatıraları, geleceğin belirsizliği arasında sıkışmıştım. Sonra, birden odanın duvarları sarsılmaya başladı. Her şey başıma yıkılıyormuş gibi hissettim. Odayı terk etmek için çabaladım ama hareket edemiyordum. Korku, beni yerle bir ediyordu. Son bir umutla kapıya doğru koştum, ama kapı açılmadı. Gözlerimi sıkıca kapadım ve son bir çığlık attım.Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldığımda, rüyanın karanlık ormanına geri döndüm. Oda, duvarları çökerek bana sarılıp ormanın karanlığında kaybolmuştu. Her şey daha yoğun, daha belirgin hale gelmişti. Ağaçlar daha yüksek, gölgeler daha derin, hava daha soğuktu. İçimdeki korku, bir çığlık gibi patladı; ama bu sefer uyanmamak için kendimi tutmaya kararlıydım. Daha önce gördüğüm o kadının sesini yine duydum. “Beni bırakma!” diye haykırıyordu. Bu sefer, daha fazla uzaklaşamayacağımı hissettim. Ormanın derinliklerine daldıkça, ayaklarımın altında kalın bir sis birikiyordu. Her adımda, geçmişin hayaletleri peşimi bırakmıyordu. Korkum, beni oraya getiren tüm anıları su yüzüne çıkarıyordu. Her şey tuhaf bir şekilde kaybolmuşluk hissiyle doluydu. Hızla koşmaya başladım, ama sanki yer yerinden oynuyordu. Bir an durup nefes almak istedim, ama boğazımda bir düğüm vardı. Hızla ilerlerken, arkamdan gelen sesleri duyabiliyordum. “Arkan! Nereye gidiyorsun?” diyen sesler, benim içimdeki çatışmaları artırıyordu. Arkama dönüp baktım ama orada kimse yoktu. Gölge figürler beni izliyordu; gözleri karanlığın içinde parlıyordu. İçimdeki korku daha da büyüyordu. Ormanın derinliklerine doğru daha da daldım. İçimden bir ses, “Korkma, yüzleşmelisin!” dedi. Ama ben, bu sesin ne demek istediğini bilemiyordum. Sonunda, büyük bir açıklığa geldim. Etrafımda yüzlerce ağaç ve üzerlerinde asılı garip simgeler vardı. Birden, o kadının silueti ortaya çıktı. Ama bu sefer yüzü daha netti. Korkulu bakışları, geçmişte yaşadığım her anıyı gözümün önüne getirdi. “Beni unuttun mu?” dedi, sesi derin ve hüzünlüydü. İçimdeki hisler kabarıyor, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. “Kim olduğunu bilmiyorum!” diye bağırdım, ama sesim kısılmış gibiydi. Onun gözleri, benim tüm korkularımı ve acılarımı yansıtıyordu. “Beni bırakamazsın, çünkü içindeki acı benimle birlikte yaşıyor,” dedi. O an, içimde bir şey kırıldı. Aklımda, onunla olan tüm anılarım, yıllar önce yetimhanede geçirdiğim o zor zamanlar, çirkin ve ürkütücü bir apartmanda yaşadığım günler belirmeye başladı. Onunla ilgili her şeyi hatırlamak istemiyordum, ama o an içimdeki tüm duygular yüzeye çıkıyordu. Gözlerim dolmuştu; ağlamak istiyordum ama kelimelerimi kaybetmiş gibi hissediyordum. “Neden unuttum seni? Neden?” dedim, sesim titrek bir çığlık haline geldi. O, bir adım daha attı ve elleriyle yüzümü tuttu. “Çünkü kaçtın,” dedi. “Kaçışın, seni buraya getirdi. Ama artık kaçamazsın. Geçmişle yüzleşmek zorundasın.” O an aniden orman kayboldu. Kendimi, tanıdık bir odaya girmiş buldum. Oda, bir zamanlar yaşadığım yerin kopyası gibiydi. Etrafımdaki her şey bana tanıdık geliyordu. Rüya, yıllar önce kaybettiğim dostlarımın ve akrabalarımın yüzlerini yansıtan eski fotoğraflarla doluydu. Her bir fotoğraf, içimdeki özlemi daha da derinleştiriyordu. Onların gülümseyen yüzleri bana ne kadar uzak görünüyordu. Beni hatırlıyorlar mıydı? Beni terk eden hayatımın karanlıkları arasında kaybolmuş muydum? “Arkan, nereye gittin?” dediler. Sanki sesleri duygularımı okşuyor ama içimdeki acıyı artırıyordu. “Siz beni terk ettiniz,” dedim, sesim boğuk bir fısıldama gibi çıkıyordu. “Beni unuttunuz.” Oda aniden titremeye başladı. Her şey yerle bir olurken, ortalığın aydınlandığını hissettim. Artık gölgeler yoktu, sadece yüzlerce eski anı beni izliyordu. Her biri, benden bir şeyler bekliyordu. İçimdeki kaygı daha da büyürken, odanın ortasında bir masa belirdi. Üzerinde eski bir defter vardı. Hemen yanına yaklaşıp açtım. Sayfalar sararmış ve yıpranmıştı. Her sayfada, geçmişime ait kelimeler, duygu ve anılarımı anlatan paragraflar vardı. Yavaşça okudukça, her kelime beni geçmişimle yeniden yüzleştiriyordu. Defterin son sayfasında, “Kaçış yok, yüzleşmelisin,” yazıyordu. O an içimdeki korkularımın üzerime çökmüş olduğunu hissettim. Korkumdan kaçış yoktu; korkularımın gerçekliğini kabul etmek zorundaydım. O an tekrar ormanın karanlıklarına daldım. Gölge figürler, çığlık atan o kadın, içimdeki korkularla yüzleşmem için beni bekliyordu. Her şey daha da derinleşiyordu; karanlığın içine çekilmekteydim. Ama artık kaçmak istemiyordum. İçimdeki tüm korkularla, anılarla ve geçmişle yüzleşmeye kararlıydım. Sonunda, kendimi bulacak ve geçmişimi anlayacaktım. Bu kez, karanlık ormanda kaybolmayacaktım; bu sefer ben kazanacaktım.Yavaşça karanlık ormanda ilerlerken, her adımda içimde bir korku büyüyordu. Gölgeler, ağaçların arasında sinsi sinsi sarkıyor, beni izliyormuş gibi hissediyordum. Korkumun üzerine gelen soğuk rüzgâr, beni ürpertiyordu. Gözlerimi çakmak çakmak açtım; önümde bir şey belirdi. O, çirkin bir gülümsemeyle belirsiz bir siluet gibi görünüyordu. Ağaçların arasından fısıldayan o tanıdık ses: “Beni hatırladın mı, Arkan?” dedi. O, bir zamanlar yaşadığım apartmanda karşılaştığım deli kadındı. Yüzü, o günlerdeki gibi kıpkırmızıydı, saçları dağınık ve gözleri tamamen delirmiş görünüyordu. “Seninle o kadar çok zaman geçirdim ki, bir gün beni unutacağını sanmıştım. Ama burada, karanlık ormanın derinliklerinde yine karşılaştık,” dedi, sesi ince bir çığlık gibi yankılanıyordu. “Sen... neden buradasın?” diye fısıldadım. Kalbim, göğsümde bir savaş verirken, kaçmak istedim ama ayaklarım sanki yere çakılmıştı. O an, geçmişin yüküyle üzerime geldi. Herkesin gittiği ve beni yalnız bıraktığı zamanlar gözümün önünden geçiyordu. “Sen benim canımı yaktın!” dedim, sesim titrek ve öfkeyle doluydu. “Hakkında yazdığım her şey, senin yüzünden oldu! Korkmaktan bıktım!” Deli kadın, gölgeler arasında adım adım yaklaşırken, beni alaycı bir gülümsemeyle süzüyor gibiydi. “Beni bırakma, Arkan. Seninle bir araya gelmemiz gerektiğini biliyorsun,” dedi. “Senin içindeki korkular benimle yaşar, benimle beslenir. Ama artık ben de seni besleyeceğim.” Onun gözlerindeki parıltı beni derinden korkutuyordu. Yavaşça geri çekilmeye başladım ama o, sanki düşündüğüm her adımı önceden tahmin ediyormuş gibi yanımda belirdi. “Kaçmakla kurtulamazsın, ne kadar çabalarsan çabala!” diye bağırdı. “Ben senin gerçeğimsin. Kaçış yok!” İçimdeki korkular, bir canavara dönüşmeye başlamıştı. Onu durdurmam gerekiyordu. “Seni burada sona erdireceğim!” dedim, sesim daha da güçlenmişti. Yavaşça ellerimi açarak ona doğru yöneldim. İçimdeki korkularla yüzleşmeye kararlıydım. Yüzüme çarpan soğuk rüzgâr, beni daha da cesaretlendiriyordu. Tam onun üzerine doğru koşmaya başladım ki, aniden durdu. “Ne yapmaya çalışıyorsun? Benimle başa çıkamazsın!” dedi, kahkahası ağaçların arasında yankılanıyordu. Gözlerim ona doğru dikildi, ama o kadar korkutucuydu ki, içinde bulunduğum bu durumu sorgulamaya başladım. “Beni asla yenemezsin!” dedi. Yavaşça ellerimi uzattım, ama her adımımda zihinlerimdeki anıların yükü artıyordu. O, bana doğru geldi. Sesim bir fısıldamaya dönüştü. “Bırak beni! Artık yeter!” dedim, ama o daha da yaklaşıyordu. “Beni unutamazsın!” diye haykırdı. O an, geçmişimle olan bağlantım sanki kopuyormuş gibi hissettim. “Seninle başa çıkamam,” dedim, ama kendime güvenim azalmıştı. “Ama seni durdurmalıyım!” Kalbim, koca bir alev topu gibi atıyordu. İçimdeki öfke, korkularımı yenecek gücü bulmama yardım ediyordu. Sonunda, karşı karşıya geldik. O çirkin gülümsemesiyle bana baktı. “Beni yenmeye çalışmakla, kendi karanlığına dalmış olursun,” dedi. “Senin en derin korkuların benimle yaşıyor.” O an, içimdeki korkuyla yüzleşmem gerektiğini anladım. “Hayır! Artık sana teslim olmayacağım!” dedim ve ona doğru koşmaya başladım. Sırtımdan bir acı hissettim; yüzümde bir şeyin geçtiğini hissettim. Aniden, her şey kararıyor gibi oldu. Korkularım, geçmişimle birleşip üzerime çökmüştü. Her anımda, onun gülüşünü duyuyordum. Ama bu kez korkmuyordum. Koşmaya devam ettim; karanlık ormanın derinliklerine dalarken, içimdeki korkuları aşmayı başardım. O an, aniden karanlığın içinde kayboldum. Karanlık, beni yutarken, içimde bir his belirdi. Artık yalnız değilim. Korkularımla yüzleşmişim, geçmişimin karanlık gölgeleriyle savaşmaktayım. Ve artık, o deli kadının elinden kurtulacağım. İçimdeki cesareti buldum; bu savaş, benim için değil, kendim için olacak.Karanlığın içine dalmıştım; her şey belirsizdi. Rüyamda kaybolmuş hissetsem de içimde bir ışık yanmaya başlamıştı. Yavaşça etrafıma bakındım. Ağaçların, devasa ve ürkütücü gölgeleri arasında gizlenmiş yollar vardı. Gökyüzü tamamen kapkaraydı, sadece ay ışığı, karanlığı yararak etrafı az da olsa aydınlatıyordu. O an, ormanın derinliklerinde kaybolmuş biri gibi hissettim; her şey sessizdi, ama içimde bir gürültü vardı. Birdenbire, o deli kadın tekrar belirdi. Gölgelerin içinden çıkmış gibiydi. Gözleri parlıyordu ve suratı, karanlığın içinde belirginleşiyordu. “Kaçma, Arkan! Beni neden unutmaya çalışıyorsun? Ben senin içindeyim!” dedi. Sesindeki alaycı ton, içimdeki korkuyu tekrar alevlendirdi. “O kadar uzun zamandır kaçıyorsun ki,” diye devam etti. “Ama bu ormanda benimle yüzleşmek zorundasın. Beni unutamazsın; ben senin geçmişinim. Şimdi dur ve beni dinle.” Onun sesi, rüzgarın uğultusuyla birleşti. Sanki ağaçlar bile onu onaylıyordu. Yavaş yavaş geri çekildim, ama bu sefer korkmaktan çok öfkeliydim. “Artık senin korkularınla yaşamama gerek yok!” dedim. “Seni yenip geçeceğim!” Deli kadın, karanlıkta daha da belirsizleşti. “Kendinle yüzleşmeyi göze alıyor musun? Benimle bir daha karşılaşmak istemezsin, Arkan,” dedi. “Ama seni durdurmam için bir yol bulmalıyım. Beni bırakamazsın; ben senin her düşüncende varım!” Koşmaya başladım. Karanlığın içinden geçerken, kalbim küt küt atıyordu. Ama ardımda onun sesini duydum. “Beni bırakmaya çalışma! Kaçış yok!” diye haykırdı. Orman, onun sesiyle çalkalanıyordu. Her bir adımımda, beni geriye çekmeye çalışıyordu. Ama ben ilerlemeye kararlıydım. Kendimi bir an duraksamış buldum. Ormanın derinliklerinde kaybolmuş gibi hissetsem de, içimdeki ışık yanmaya devam ediyordu. O an, karanlığın içindeki bir yol bulmuş gibi oldum. “Beni korkutamazsın! Ben senin esirin değilim!” dedim. Birden, gözlerim önünde anılar belirlemeye başladı. Yetimhanede geçen o hüzün dolu günler, kirli apartmandaki çirkin anılar, deli kadının bağırışları... Hepsi, içimde bir yerlerde saklanıyordu. “Ben geçmişime teslim olmayacağım!” diye haykırdım. “Beni geçmişimle yüzleştirmek istiyorsun ama artık senin korkuların benimle birlikte gelmeyecek!” Karanlık ormanın içinden çıkmaya başladım. Her adımda, o deli kadının sesi geride kalıyordu. “Beni unutma!” diye haykırıyordu ama ben durmadım. İçimdeki cesaretle yola devam ettim. Her adımımda, geçmişin yükü daha hafifliyordu. Sonunda, karanlığın içinden bir ışık belirmeye başladı. O ışık, beni çağırıyordu. Karanlığa karşı koymaya kararlıydım. “Ben buradayım!” dedim, o an tüm gücümü topladım. “Beni yenemezsin!” diyerek ışığa doğru koşmaya başladım. Ve o an, her şey bir anda değişti. Işıkla buluştuğum anda, karanlık orman ardımda kayboldu. Deli kadının sesi uzaklaştı. İçimdeki korkular, geçmişin gölgeleri geride kaldı. Aydınlık, ruhumu sarhoş ederken, özgürlüğümün tadını çıkardım. Ama o anda, içinde bulunduğum bu yeni dünyada bir belirsizlik belirdi. “Gerçek mi bu?” diye düşündüm. İçimde bir ses, “Beni unutma,” diyordu ama artık o sesi duyacak gücüm yoktu. Korkularımı aşmayı başarmıştım; artık ben de kendi ışığıma sahip olabilirdim. Ve o an, içimdeki karanlıkla yüzleşmiş olmanın verdiği huzurla, yeni bir başlangıç yapmaya hazırdım.Işıkla buluştuğum anda, etrafımdaki her şey silikleşti. Rüyamda, şimdi karanlık bir tünelin içinde ilerliyordum. Işık kaynağım giderek uzaklaşıyordu; korkunun pençesinde, tekrar geri döneceğimi hissediyordum. Hızla ilerlememe rağmen, tünelin sonu yok gibiydi. Arkama dönüp bakmak istemedim, ama duyduğum sesler beni rahatsız ediyordu. Karanlık, kaygılarımı yeniden alevlendiriyordu. “Arkan!” diye haykıran bir ses duydum. Bu ses, deli kadının sesine benziyordu ama daha yumuşaktı. “Beni hatırlamıyor musun?” Sesin sahibi tünelin derinliklerinden geliyordu. “Kim olduğunuzu bilmiyorum,” dedim, içimde bir korku belirmeye başlarken. “Ama buradan çıkmak istiyorum!” Karanlık gülmeye başladı. “Çıkmak mı? Nereye gitmek istiyorsun? Geçmişin peşini bırakmaz, Arkan. Nerede olursan ol, benimle yüzleşmek zorundasın.” Her bir adımımda karanlık daha da yoğunlaşmaya başladı. “Yeter!” diye bağırdım. “Seni dinlemeyeceğim! Benimle oyun oynuyorsun ama ben büyüdüm. Artık korkmuyorum.” O an, yanımda bir şey belirdi. O kadın, gözlerindeki deli ifadeyle karşıma çıktı. “Hala aklını kaybetmemişsin, Arkan. Ama unutma, ben seni her zaman bulurum. Gözlerim senin üzerindeyken asla özgür olamazsın.” Etrafımda dönen karanlık, bana yaklaşarak beni kuşatmaya başladı. Sırtımı duvara yasladım. “Hayır! Seni buradan göndereceğim!” dedim. Kalbim hızla atıyordu ama pes etmek istemiyordum. Kadın gülümsedi ve parmaklarıyla duvara dokundu. Aniden, duvarın içinde çeşitli anılar belirmeye başladı: yetimhanede yaşadığım zor günler, kirli apartmandaki anılarım, yalnızlığım. “Beni asla unutmamalısın,” dedi. “Bu anılar senin, ben de seni tanımlıyorum.” Ruhumda bir alev yandı. “Bunlar benim anılarım!” dedim. “Ama onları yok saymak zorundayım. Artık beni kontrol etmene izin vermeyeceğim!” O an, bir kapı belirdi. Kapı, aydınlık bir dünyaya açılıyordu. İçimden bir ses, “Oraya git!” diye fısıldadı. Ama kadın hemen arkamda durarak, “O kapı sana özgürlüğü vaadediyor, ama unutmamalısın ki orada beni bulamayacaksın. Yaşadıklarınla yüzleşmeden kaçamazsın!” Kapıya doğru koşmaya başladım, her adımda arkamdan gelen gürültülerle birlikte. Korkularım beni durdurmaya çalışıyordu ama irademle onları bastırıyordum. “Beni bırak!” dedim. Kapıyı açtım ve içeri daldım. Işık gözlerimi kamaştırdı; içimde bir boşluk hissi vardı. Etrafımda insanların sesleri yankılanmaya başladı. “Bırakma kendini!” diye fısıldadılar. Ama ben artık karanlık kadının sesini duymuyordum. Kapıdan geçerken, her şey değişti. Kendimi kocaman bir çiçek tarlasının ortasında buldum. Renkli çiçekler, etrafa yayılan huzur verici bir koku yayarken, kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Mavi, derin bir gökyüzüydü ve güneş parlıyordu. Ama içimdeki karanlık hala tam olarak gitmemişti. Birden, çiçeklerin arasında bir kadın belirdi. “Beni unutma, Arkan,” dedi ama bu sefer sesi nazikti, karanlık kadının tehditkâr sesine benzemezdi. “Geçmişine dönmen gerek. Geçmişini kabullenmezsen, huzuru bulamazsın.” Kendimi, geçmişime dönerken buldum. O kirli apartmanın içindeydim. Deli kadın, hala oradaydı, ama şimdi ona karşı bir güç hissediyordum. “Beni geçmişinle bırak,” dedim. “Artık senin esirin değilim!” Aniden, rüyamda o anı yaşamak zorunda kaldım. O deli kadın, gözleri öfkeden kıpkırmızı, “Beni unutamazsın!” diye bağırdı. Ama bu sefer ben de bağırdım: “Unutmadım! Ama seni kabulleniyorum. Sen de benim bir parçam oldun!” Karanlık, aniden parlamaya başladı. O anda, içimdeki korkular ve endişeler yerini bir huzura bıraktı. Ormandan, karanlıktan kurtulmuştum. Rüyam derinleşmiş, karanlıkların içindeki benliğimi kabullenmem için bir yol bulmuşum gibiydi. Ve şimdi, kendimle barışmanın verdiği güçle, yeni bir yolculuğa çıkmaya hazırım.Rüyamda, karanlık ormanın derinliklerinden geçerken, bir anda kendimi çok farklı bir yerde buldum. Etrafımdaki ışık, ışıltılı bir yol gibi uzanıyordu. O an, bir şeylerin değiştiğini hissettim; geçmişin gölgeleri peşimi bırakmamıştı ama bu sefer daha güçlüydüm. Yürüdüğüm yol, bir çiçek bahçesine açıldı. Farklı renklerde açan çiçekler, parlayan güneş ışığı altında dans ediyordu. Ancak, içimdeki huzur hissi kısa sürdü; gözlerimin önünde, o deli kadının yüzü belirdi. “Kaçamazsın, Arkan!” dedi, sesi etrafımda yankılanarak beni yeniden sarmaladı. “Beni unuttun sanıyorsun ama ben buradayım. Her zaman yanındayım.” “Bunu istemiyorum!” diye haykırdım. “Seni unutmak istiyorum!” Çiçekler aniden solmaya başladı. Rüzgarın getirdiği sesler, ruhumun derinliklerine işledi. Her bir çiçeğin soluşu, içimdeki karanlığı tekrar canlandırıyordu. “Unutamazsın,” dedi kadın. “Çünkü ben senin içindeyim. Senin her anında varım.” Birden, bir kapı belirdi. Kapı, parlak ışıklarla çevriliydi, ama içimde bir korku vardı. O kapıdan geçersem ne olacaktı? “Hayır, buna cesaret edemem,” dedim ama içimdeki ses, “Denemek zorundasın!” diye fısıldadı. Kapıya doğru yürümeye başladım. Adım attıkça, karanlık kadın daha da yakınlaştı. “Beni yok sayamazsın, Arkan. Seninle yüzleşmek zorundasın,” dedi. “Anıların, hislerin, korkuların – hepsi seni tanımlıyor.” Kapıyı açtım ve içeri daldım. İçimdeki korkularla yüzleşmek, benim için büyük bir adım olacaktı. Işık birden kayboldu ve kendimi bir aynanın önünde buldum. Aynada, geçmişteki hâlimle karşılaştım; gözlerim dolmuştu. O yaşlı, çatlak yüzüm, hayatın acımasızlığını yansıtıyordu. “Beni sevmekten vazgeçtin mi?” diye sordum aynadaki yansıma. “Ben kimim?” “Sen benim parçamsın,” dedi yansıma. “Kendini inkar etmeye devam ettikçe, ben de senin içindeki karanlık olarak kalacağım.” Bunun üzerine, kafam karıştı. Geçmişimi kabullenmek zorundaydım ama bunu nasıl yapabilirdim? Her şey bir anda karışmaya başladı. Yine o deli kadının sesi yankılandı: “Benimle yüzleş, Arkan! Kendinle barışmalısın. Sadece o zaman özgür olacaksın.” Aynadan bir yansıma çıktı ve yanımda belirdi. “Sana zarar vermek istemiyorum,” dedi. “Ama seni bırakmama izin vermek zorundasın.” Tam o sırada, ortam kararmaya başladı. “Yüzleşmelisin!” diye haykırdı yansıma. “Her şeyle!” Etrafa koşmaya başladım, karanlığın içinden çıkmaya çalışıyordum. Yine o ormanın derinliklerine daldım. Her adımda, karanlık kadın daha da belirsizleşiyordu ama her seferinde ona daha da yakın hissediyordum. “Beni bırak!” dedim. “Korkmuyorum artık!” Gözlerim kapandı ve birden kendimi bir boşlukta buldum. Etrafımda ne bir ses ne de bir ışık vardı. Ama bir his vardı – kendimi bulmak için savaşıyordum. “Yeter artık!” dedim. “Yüzleşmek zorundayım.” Karanlık bir fısıldama kulaklarımda yankılanıyordu. “Neden buradasın?” diye sordu ses. “Kendinle yüzleşmeye mi geldin?” “Evet,” dedim, sesimdeki kararlılık artarak. “Ben kimim, bunu biliyorum. Korkularımın peşinden koşmayacağım artık. Ben Arkan’ım. Yalnızca geçmişimle barışmak zorundayım.” Ve o an, etrafımda bir ışık belirdi. Gözlerim açıldığında, ormanın derinliklerinden kurtulmuş, karanlığın yerini hafif bir aydınlık almıştı. İçimde bir hafiflik hissettim; belki de sonunda, geçmişimle yüzleşmeyi başarmıştım. Ama henüz her şey bitmemişti; hala karanlık kadının sesi kulağımda yankılanıyordu. “Unutma, her zaman yanındayım.” Ve bu, bir tehdit gibi değil, ama bir hatırlatma gibiydi. Rüyam devam ediyordu ve ben artık onu daha iyi anlıyordum; her an, her his, benim içimdeki bir parçaydı.Rüya derinleşmeye ve karmaşıklaşmaya devam etti. Kendimi bir kez daha ormanın içinde buldum, ama bu sefer daha az korkuyordum. Ağaçların arasında dolaşırken, gölgelerden fısıldayan sesler dikkatimi çekti. Gözlerimi dört açarak etrafa bakındım. Her şey sanki bana bir şeyler anlatmak istiyordu ama ne olduğunu anlayamıyordum. Bir süre sonra, yanımda yine o deli kadın belirdi. Korkulu bir şekilde geri çekilmek istedim ama adım geri atmadı. “Beni unuttun sanıyorsun ama ben buradayım,” dedi, sesi yumuşak ama tehditkâr bir tonla yankılandı. “Beni bırakmak zorunda değilsin. Çünkü ben senin geçmişinim. Unutamazsın.” “Yeter!” diye bağırdım. “Artık seninle uğraşmak istemiyorum! Geçmişimle yüzleşmek istiyorum ama bu şekilde değil!” Deli kadın gülümseyerek, “Yüzleşmek istediğinle yüzleşmeden nasıl yapacaksın? Beni unutmaya çalıştıkça, daha da güçleniyorum. Benimle yüzleşmek zorundasın, Arkan. Kendinle barışmalısın!” Kendimi bir anda derin bir boşluğa düştüğümü hissettim. Gözlerim kapandı ve karanlık içinde kaybolmaya başladım. Bir an her şey sessizleşti, sanki zaman durmuş gibiydi. Sonra, bir ışık parıltısı gördüm. Işık, karanlık içinde parlayan bir yol gibi önümde uzanıyordu. O yola doğru yöneldim, içimde bir merakla. Işığın kaynağına vardığımda, karşıma büyük bir ayna çıktı. Aynanın yüzeyinde, geçmişteki anılarım belirmeye başladı. Yetimhaneden hatırladığım görüntüler, orada geçirdiğim günler ve o korkunç kadının sesi bir araya geldi. Her şey çok karışık görünüyordu ama aynı zamanda bir o kadar da tanıdıktı. “İşte burada, Arkan,” dedi kadın. “Beni unutamazsın. Çünkü ben senin içindeki karanlığım.” Aynada kendime baktım ama gördüğüm sadece yüzüm değil; ruhumun derinliklerinde gizlenen korkularım, kaygılarım ve acılarım vardı. “Ben kimim?” diye sordum. “Neden bu kadar acı çekiyorum?” “Sen kimsin, biliyorsun,” diye yanıtladı kadın. “Hayatın sana sunduğu her acı, seni sen yapan şeydir. Yüzleşmeden geçemezsin, Arkan.” Yavaşça aynaya yaklaşarak, parmağımı onun yüzeyine dokundum. O an, tüm anılarım bir araya geldi. Çocukluğum, kaybettiğim insanlar, o deli kadının korkutucu yüzü ve yetimhanede geçirdiğim yalnızlık. Hepsi beni boğuyordu. “Ama seni bırakmak istiyorum!” diye haykırdım. “Yeter artık! Hayatımın yükü olmana izin vermeyeceğim!” Birden, aynadan fısıldayan sesler yükselmeye başladı. “Yüzleşmelisin! İçinde sakladığın tüm hislerle, geçmişinle, korkularınla! Ancak o zaman özgür olacaksın!” Kendimi kaybetmiş gibi hissettim. Ormanın derinliklerinde kaybolmuş bir ruh gibi, karanlığın içinde yüzüyordum. Bir anda, ormanın gürültüsüyle çığlıklarım yankılandı. “Korkma!” dedi kadın. “Seninle birlikteyim, daima!” Koşmaya başladım ama her adımda, karanlığın elleri beni geriye çekmeye çalışıyordu. Deli kadın her zaman yanımdaydı, beni izliyordu. “Nereye gidersen git, ben seni bulurum!” dedi. “Hayatın karanlıkları beni oluşturdu. Senin içindeki bu boşluğu nasıl doldurabilirim?” Bir an, yolun sonunu gördüm. Işık parlayan bir kapı gibi açılmıştı. O kapıdan geçmek için içimde bir cesaret buldum. Koşarak kapıya doğru ilerledim, ama tam kapının eşiğine geldiğimde, kadın arkamdan seslendi. “Unutma, ben her zaman seninlesin! Kapıdan geçtiğim anda, bir şimşek gibi ışıkla çevrelendim. Her şey aydınlandı ve sonunda, o deli kadının varlığını hissetmiyordum. Ama derin bir nefes aldım ve hâlâ içimde bir boşluk olduğunu hissettim. Geçmişim, beni takip etmeyi bırakmamıştı. Rüyam devam ediyordu, her şey daha da karanlık ve korkutucu bir hale gelmişti. Kollarımın yanlarında, çürümüş ağaçların dalları vardı; sanki beni kucaklamaya çalışıyorlardı. Adımlarım, gürültülü fısıldamalarla dolu ormanın derinliklerinde yankılanıyordu. Ağaçların arasından bir ışık parlayarak beni çağırıyordu ama ben o ışığa doğru ilerlemekten korkuyordum. Birden o delinin sesi yankılandı, içimi korkuyla kapladı. "Neden kaçıyorsun, Arkan?" dedi, sesi derin ve uğultulu bir hale büründü. Yüzü, kıpkırmızı ve şekilsizdi. Beni izliyordu, sanki benim ruhuma kadar inebilmişti. Her bir kelimesi içimdeki korkuları kabartıyordu. "Beni unuttun mu? Yaşadığın o yer, beni seninle birleştiren zincir gibi. Unutamazsın, unutmamalısın!" "Kim olduğunu bilmiyorum," dedim, titrek bir sesle. "Beni bırak! Ne istiyorsun benden?" Kahkaha attı, karanlık ormanla birlikte titreyen bir yankı haline dönüştü. "Beni bırakmayı düşünüyorsun, öyle mi? Ama seninle her şeyim var. Hatıralarını unuttun ama ben burada, hep seninleyim." Bu sözler, ruhumu donduran bir gerçekliğe dönüştü. Neden bu kadar korkutucuydu? Neden bu kadının yüzü, geçmişimle bu kadar bağlantılıydı? Gözlerimdeki panik büyüyordu. "Sana hiçbir şey yapmadım, sadece uzaklaşmak istiyorum!" diye bağırdım. Fakat cümlelerim, ormanın derinliklerinde kayboldu. O an, ruhumun derinliklerine inen bir alev hissettim. Korkularım, hayal ettiğim tüm karanlığı üzerime salıyordu. Delinin gülüşü daha da yaklaşarak benimle konuştu. "Beni hatırlamak zorundasın, Arkan. Senin geçmişin benimle bağlı. O apartman, o demirler... Hepsi benim eserim!" Kafamı çevirdim, koşmak istedim ama ayaklarım sanki yere yapışmıştı. Korku beni esir almıştı. Arkamda bir ses yankılandı, "Kaçma benden! Hala bitmedi, seni bekliyorum." Ses, ormanın derinliklerinden geliyordu ve kalbimdeki her atışla birlikte daha da yükseliyordu. O anda delinin varlığı üzerimde daha da büyüdü. Sanki etrafımda dönen bir sis tabakası gibi, beni boğuyordu. Bir an için gözlerim karardı ve tekrar açıldığımda kendimi derin bir karanlıkta buldum. Yüzümün üzerine yoğun bir soğuk ter damlarken, her şey sanki daha da belirsizleşmişti. "Sakın açma gözlerini!" diye fısıldadı kadın. "Benimle kalmalısın!" Korkudan çığlık atacak gibi oldum ama sesim çıkmadı. İçimdeki korkular, körelmiş hayallerimin ardında yankılanıyordu. Rüyadan uyanmayı, gerçekliğe geri dönmeyi umarak sıkıca kapattım gözlerimi ama her şey daha da yoğunlaştı. O kadının sesi, içimdeki boşluğu daha da derinleştirdi. "Seninle her şeyim var!" dedi, "Beni asla unutmayacaksın. Unutursan, karanlık seni bulacak." Ve o anda, bir çığlık kopararak kendimden geçtim. Rüyam daha da derinleşirken, karanlık ormanın içinde kaybolmaya başladım, beni çağıran ve hapseden bir güç tarafından sürükleniyordum. O sırada, kollarımda ağır bir baskı hissettim. Kendimi kurtarmaya çalıştım ama o ses, sürekli arkamda yankılanıyordu: "Ben senin geçmişinim. Unutamazsın!"Karanlığın içindeki sesler, beynimin derinliklerine kadar işlenmişti. Hemen hemen tüm bedenim korkuyla titriyordu. O an, derin bir nefes alıp gözlerimi açmayı denedim, ama kapanmış gibiydi; sanki göz kapaklarım ağırlaşmış, beni karanlığın kollarında tutmaya çalışıyordu. Her şey bir anlığına durdu, kalbimin atışları kulağımda yankılanırken, o delinin sesi hala kafamın içinde dönüyordu. Belli belirsiz bir şekilde etrafıma bakmaya başladım. Her şey silik, bulanık ve tanıdık bir tını ile karışmıştı. Karanlık orman, aniden bir odanın içinde yerini almıştı. Yatakta yatan ben, ter içinde kalmıştım. Çıldıracak gibiydim. O kabus gibi kadın hâlâ içimdeydi, ruhumda yankılanıyordu. Kendimi zorlayarak bir kez daha gözlerimi açtım. Şimdi odanın duvarlarını seçebiliyordum. Aşırı ışıkta gözlerim kamaşırken, bir an için rüyayı hatırladım. O kadın, o korkunç ses… Her şey, beni kuşatan bir gerçeklik gibi geri dönüyordu. “Hayır,” dedim içimden, “bu sadece bir rüyaydı.” Ama bunu söylerken bile hissettiğim korku, yüreğimi sıkıştırıyordu. Yavaşça yatağımdan kalktım. Nefesim hızla düzensizleşmişti. Kendime geldiğimde, bir an için o kadının yüzünü yeniden hatırlamaya çalıştım. Sanki hafızamın derinliklerinde gizlenmiş bir şey vardı, ama ona ulaşmak imkansızdı. Kalbimde hissettiğim ağırlık, yavaş yavaş dışarı çıkmak isteyen bir panik haline dönüşüyordu. Birkaç adım atarak odanın kapısını açtım ve koridora çıktım. Duvarlar, odayla aynı biçimde sıvalıydı; ama karanlığın içinde kaybolduğum o anların izleri hâlâ aklımda dans ediyordu. Soluk almak, yavaş yavaş beni rahatlatmaya başlamıştı. Hala o kadının sesini duyuyordum ama daha uzaktan geliyordu. Sanki ruhumun derinliklerinden bir yerden yankılanıyordu. Mert’le buluşmaya gitmeliydim. Belki onunla konuşmak, içimdeki bu karanlık hissin azalmalarına yardımcı olabilirdi. Onun yanındayken kendimi daha güvende hissediyordum. Zihnimi dağıtmak, rüyaların çirkin hatıralarını unutturmak için bir an önce onun yanına gitmem gerektiğini düşündüm. Hızla giyinip evden çıktım. Dışarıda günün aydınlığıyla karşılaştım, ama içimdeki karanlık hâlâ peşimi bırakmıyordu. Mert’i gördüğümde, o tatlı gülümsemesi beni biraz olsun rahatlatmıştı. Yüzündeki sıcak ifade, karanlık rüyanın getirdiği korkuyu biraz olsun dindirmeye yetti. “Arkan, iyi misin?” diye sordu, gözlerindeki endişeyi hemen fark ettim. “Bir rüya gördüm,” dedim, sesim titrek çıkmıştı. “Korkunçtu.” Mert’in yüzü, merak ve üzüntü ile dolmuştu. “Rüya mı? Ne gördün?” Her şeyi anlatmak istemiyordum ama içinde bulunduğum bu ruh halinin Mert’i etkilemesinden korktum. Ama yine de, içinde bulunduğum duyguları Mert’e açmam gerekiyordu. “Bir kadın vardı,” dedim, “geçmişimle ilgili, beni hapseden bir kadın.” Mert, dinleyerek kafasını salladı. “Belki de geçmişinle yüzleşmen gerekiyordur. Hatırladıkların seni rahatsız ediyor gibi görünüyor.” Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. “Bilmiyorum, belki de… ama hâlâ aklımda, hâlâ üzerimdeki ağırlıkla yaşıyorum.” O an, Mert’in elini omzuma koyarak desteklediğini hissettim. “Her şeyin üstesinden geleceksin, Arkan. Ben buradayım. Tek başına değilsin.” Gözlerimdeki yaşları silerken, Mert’in yanımda olduğunu bilmek içimde bir nebze de olsa huzur verdi. Belki de geçmişimle yüzleşmem ve bu karanlık hatıraları geride bırakmam gerekiyordu. Yavaş yavaş Mert’in sıcaklığı, içimdeki soğukluğu dindirmeye başlamıştı. Rüyalarımı unutmak istiyordum ama bilmeliydim ki, o kadının sesi hâlâ içimde bir yerlerde yankılanmaya devam ediyordu.Mert’in yanındaki güven verici duruşu, içimdeki karanlık bulutları bir nebze olsun dağıtmıştı ama derinlerde bir yerde o korkunç rüyayı ve deliliğin sesi hala yankılanıyordu. Onun yanında olmanın sağladığı rahatlık, biraz da olsa zihnimi boşaltmaya yardımcı oluyordu. Konuştukça, rüyamı ve o kadını daha az düşünmeye başlıyordum. Mert, bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Biliyor musun, bazen geçmişin karanlık izleri insanın üzerinde ağır bir yük bırakabiliyor,” dedi. “Ama önemli olan, onlarla yüzleşip, ilerlemeyi başarmak.” “İlerlemek… Bunu nasıl yapabilirim ki?” dedim, içimdeki karamsarlığın ağırlaştırdığı sesimle. “Geçmişimden kaçış yok gibi görünüyor.” Mert’in gözleri derin bir anlayışla parlıyordu. “Kaçmak yerine, onu kabul etmelisin. Rüyaların sana bir şeyler anlatmak istiyor. Belki de bu kadının geçmişteki bir acıyı, bir kaybı temsil ediyor.” Düşüncelerim, Mert’in sözlerinin derinliğiyle dalgalanıyordu. Evet, o kadının sesi ve yüzü bir şeyler hatırlatıyordu ama ne olduğunu bilemiyordum. Geçmişime dönmek, o kadının gerçekliğine yüzleşmek istemiyordum. Yine de Mert’in cesaret veren sözleri aklımda yankılanıyordu. “Belki de o kadının kim olduğunu bulmalıyım,” dedim, sesim titrek de olsa bir kararlılık taşıyordu. “Ama nasıl yapacağım, bilmiyorum.” “Bir adım atmalısın,” dedi Mert. “Rüyalarınla yüzleşmek için, önce geçmişine gitmelisin. Belki de yetimhaneye dönmek, orada yaşadıklarını hatırlamak gerekiyor.” Yüzümde bir donukluk belirdi. Yetimhaneye geri dönmek… o korkunç anıları yeniden hatırlamak? Kalbimde bir korku dalgası yükselirken, içinde bulunduğum bu çıkmazdan nasıl çıkacağımı düşündüm. Ama bir yandan da Mert’in bu cesur önerisi, belki de beni içsel huzura ulaştıracak bir yoldu. “Bunu yapabilir miyim?” diye mırıldandım. “O yer benim için çok karanlık. Unutmak istediğim bir yerdir.” Mert, omuzuma hafifçe dokunarak, “Unutma, sen bu karanlığı yenebilirsin. Belki de oraya gitmek, o kadının ve geçmişinle yüzleşmek, seni özgür kılacak,” dedi. O an anladım ki, belki de en büyük korkumla yüzleşmek zorundaydım. Rüya, sadece bir korkunun dışavurumu değil, aynı zamanda beni geçmişimle bağlayan bir kapıydı. Mert’in cesareti, beni harekete geçirecek olan güçtü. İçimdeki karanlık düşüncelerin beni kuşattığı bir ortamda, Mert’in elinin omzumda durmasıyla kendimi biraz daha güçlü hissetmeye başladım. Bir karar vermeliydim. “Tamam,” dedim, “yetimhaneye gideceğim. Belki de o kadının sırrını orada bulabilirim.” Mert’in yüzündeki gülümseme, beni cesaretlendiren bir ışık gibi parladı. “Bunu yapabilirsin, Arkan. İnan bana, sen çok güçlüsün. Ben de senin yanındayım.” Biraz daha rahatladım. Mert’in varlığı, gelecekteki bu zor adımda yanımda olacağını bilmek içimi aydınlatıyordu. Ama aynı zamanda, o korkunç rüyanın, geçmişin kabuslarının tekrar etme ihtimali de içimdeki endişeleri artırıyordu. Birlikte yürümeye devam ederken, içimdeki huzursuz duygularla yüzleşmeye, geçmişime geri dönmeye ve o korkutucu kadının gerçek kimliğini keşfetmeye kararlıydım. Belki de bu, bana huzuru getirecek yolculuğum olacaktı. Rüya, sadece bir hatırlatmaydı ama gerçeklik, yüzleşmeyi bekleyen bir hazine gibiydi.
|
0% |