@_wolfcub_
|
"Minel, gel bakayım buraya." "Efendim abla?" "Nasıl oldu dişin?" "İyi gibi." "Tamam, eğer ağrımaya devam ederse bana söyle hastaneye gidelim." Başını olumlu anlamda sallayıp odadan çıktı Minel. Ben ise başımı yastığa yaslayıp telefon ile ilgilenmeye devam ettim. Bugün izin günümdü. Çok mutlu ve rahatttım. Kolay bir meslek yapsam da çok yoruluyordum. Her gün çalışmak bana göre değildi. Tembelin tekiydim bazı konularda. Çalışmayı sevmiyordum. Mecbur kaldığımda zaten çalışırdım, ama bünyem kaldırmazdı. Dün gece gördüğüm rüya yine ve yine aklıma gelip duruyordu. Ne yani, alt tarafı bir rüya değil miydi? Neydi onu aklıma getiren? Önceden kalma bir travmam yoktu. Rüyalara da inanmazdım. Telefonla ilgilenirken yine nefesim daraldı. Rüyam gözümün önüne geldi ve başım dönmeye başladı. Hayır, bu bir hastalık değildi. Sanırım zihnim ve bedenim ruhumdan habersiz bir şeyler yaşamıştı. Biraz sonra düzeldim. Telefonu yatakta bırakarak ayağa kalktım. Başım dönmeye devam ediyordu. Bir rüya, bedenimi nasıl bu denli ele geçirmişti? Travmalar hatırlanırdı, unutulamazdı. Elbette unutmak isterdi insan, ama bu imkansızdı, tabi beyne format atılmadığı sürece. Tekdüze bir hayatım vardı. Ne yaşamıştım da bir rüya tetikliyordu bunu? Olmayan bir şeyi, çok fazla mı canlandırmıştım zihnimde? Böyle şeyler yapan bir insan değildim, ihtimal de vermiyordum. Ben başımın dönmesinin geçmesini beklerken kapı çaldı. Minel benden önce kapıyı açtı. Gelen Melan idi. Yavaşça indirdi kapımın kulpunu ve içeri girdi. Gülümseyen yüzü ile karşılaştım. Gülümsemeye çalıştım ancak başım hala dönüyordu. Bu git gide sinirimi bozmaya başladı ve kendimi bir anda yatağa attım. Melan şaşırdı ve gözleri kocaman açıldı. "Esin! Ne oluyor?!" "Bağırma Melan, sadece başımın dönmesi sinirimi bozdu." "Başın mı dönüyor? Niye?!" Dudaklarımı büzüp bilmediğimi belirttim. Elimi alnıma koydum. Gözlerimi kapattım. Bir rüyaya kapılıp gitmek istemiyordum. Sanırım bu gece uykusuz kalacaktım, sinirden. Birkaç dakika sonra ayağa kalktım ve "hoşgeldin" demek için Melan'a sarıldım. O da karşılık verdi ancak yüzünden endişe akıyordu. Yatağa oturduk ve telefonumu elime almak için arkaya uzandım. Ama o da ne?! Telefonum bıraktığım yerde yoktu! "Melan, telefonumu gördün mü?" "Hayır, görmedim. Odada değil sanırım telefonun. Ne oldu ki?" "Az önce tam buraya koymuştum." "Emin misin?" "Evet!" "Kızım hiç görmedim valla burada." Kafam acayip karışmıştı. Ne oluyordu bana ya! Resmen gerçeklik algımı yitirmiştim. Hemen ayağa kalkıp hızlı hızlı telefonumu aramaya başladım. Sinirden kıpkırmızı olduğuma adım kadar emindim! "Esin sakin ol!" "Nasıl sakin olayım be! Gece gördüğüm rüyadan beri bütün her şey o kadar garip ki!" Çekmeceleri hızla açıp kapatıyordum. Melan odadan çıkıp Minel'e sordu. Minel ile birlikte odama girdi. "Abla, bana vermiştin telefonu. Hem de az önce." Ne?!! Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Ne rüyaymış be! Bu unutkanlığın nedeni de oydu, biliyordum. Ama nasıl oluyordu bu? Daha önce yaşamamıştım ve yaşayan kimseye rastlamamıştım. Melan'a baktım. Endişeliydi. Minel ise tek kaşını kaldırmış, anlamaz bir şekilde bana bakıyordu. "Tam olarak ne gördün sen rüyanda Esin?" Bir dakika. Ben ne görmüştüm rüyamda? Az önce gözümün önüne gelen rüya, şimdi yoktu! Rüya kavramı bile sanki çıkmıştı hayatımdan. Ama nasıl olmuştu bu birkaç dakika içinde. Yavaşça yatağa oturdum ve rüyayı hatırlamaya çalıştım. Az önce beni deliye döndüren rüyayı şimdi hatırlamıyordum. Hay lanet olası! Nasıl oluyordu bu? Neden oluyordu? Gözlerimi birkaç kez kapatıp açtım. Anlam veremez şekilde önce gözlerimi odamda gezdirdim. Ardından Melan ve Minel'e baktım. Onlar da en az benim kadar şaşkınlardı. İkisi de bir süre sonra yanıma oturdu. Melan kolunu omzuma attı ve elimi tuttu. "Zihninin içinde ne dönüyor senin? Bir günde psikolojin mi bozuldu?" "Bilmiyorum." Tek bir kelime, tek bir nefes, 4 hece, 10 harf. Az evvel yaşadığım psikolojik karmaşıklığın bütün özeti buydu. O rüyanın, o unutkanlığın, o unutkanlığın. Sahi, gerçekten bir günde psikolojim mi bozulmuştu? Nasıl olmuştu bu? Nasıl bir anda kendimi başka bir zihindeymiş gibi hissetmiştim? Nasıl bir yanılgı yaşamıştım? "Bilmiyorum, yeterli bir cevap değil Esin." "Ama bilmiyorum. Az önce yaşadığım karmaşıklık bile şuan bir boşluğu andırıyor." Hayır yani, düzgün cümle kurma yapımı da kaybetmiştim. Yüzüm sirke satıyordu adeta. Bir enkazın altından kurtulmuş gibi bakıyordum etrafa. Gözlerimin içi boşalmıştı, bedenim kendini salmıştı. Ruhum ise, o bir yerlerde uyuyakalmıştı. "Abla, dün çok iyiydin sen. Ne oldu bu bir anda?" "Bilmiyorum diyorum Minel, hiçbir şey bilmiyorum." Sahiden bilmiyordum, yalan değildi. Geçiştirmiyordum ama sanki içinde bulunduğum zaman, içinde bulunduğum beden beni geçiştirmişti.
Bir saat falan sonra kendimi yatakta yatarken buldum. O bir saat içinde ne yaptığımı, ne dediğimi hatırlamıyordum. Bir gece içinde B12 vitaminim 0 olmuş olamazdı, değil mi? Unutkan olmuş olmam beni korkutuyordu. Umarım bu böyle devam etmezdi. Rüyayı hala hatırlamıyordum. Ama önceden yaşadığım birkaç basit şey gözlerimin önüne geliyordu. Ben gözümün önündeki bulutları kovarken kapı çaldı ve açıldı. Gelen kimdi, anlayamadım. Kulaklarım tiz bir çığıltı ile dolmuştu. Odama girince gelenin Akın olduğunu gördüm. Gülümsemeye bile çalışmadan sessiz kaldım. O ise yere çömeldi ve yüzümdeki saçı kulağımın arkasına şıkıştırdı. "Güzelim, başın hala dönüyorsa hemen gidelim hastaneye." "İstemiyorum." Kısa bir cevap. Uzununa gücüm yetmezdi zaten. Çok halsizdim. "Ama böyle olmaz bu. Bir şeyleri de unutuyormuşsun." "Olabilir." "Evet olabilir ama bir nedeni vardır mutlaka." Konuşmasın, lütfen daha fazla konuşmasın. Başım çok feci ağrıyordu. Bir kelime daha edilse, beynim kendini kapatacakmış gibiydi. "İstemiyorum." Akın derin bir of çekti. Telefonunu cebinden çıkardı ve birine bir şeyler yazdı. Hastaneye gitmeyi gerçekten istemiyordum. Yolda giderken yine başım ağrıyacak, dönecekti. Yine bir şeyleri unutacaktım. "Dün, başın hiç ağrıdı mı?" "Dün?"
1 Gün Önce "Güzelim hadi artık." "Tamam, geldim." Akın'ın açtığı kapıdan içeri girip oturdum. O da yanımdaki koltuğa geçip arabayı çalıştırdı. Melan arkada biriyle yazışıyor ve gülüyordu. "Bugün Görkem gelecek mi?" "Evet, gelecek! Hem de benimle aynı renk giyinecek." Küçük bir kahkaha attım. Çocukça şeylere mutlu oluyordu Melan. Görkem de ona uyum sağlamayı beceriyordu. "Güzelim, dün miden bulanıyordu. Bugün iyisin, değil mi?" "Sabahtan beri bu soruyu soruyorsun Akın. Evet, iyiyim." "Canımın içi, hep iyi ol sen." "Ooo. Eniştemiz de baya romantik." "Senin de Minel'den farkın yok be Melan. Hala çocuk gibisin." "Hayatınıza eğlenceli biri lazımdı sizin." Gülerek yola bakmaya devam ettim. Akın radyodan en sevdiğim şarkıyı açmıştı. Bu hoşuma gitti ve Akın'a bakıp gülümsedim. Akın arabayı park edince birlikte indik. Görkem hemen karşımıza çıktı ve Melan'ı belinden tuttu. Melan da gülerek ona sarıldı. Onlar iyice sarıldıktan sonra yürümeye başladık. Alışveriş merkezine gelmiştik. En sevdiğim yerdi burası. Hele bir kafe vardı ki, Çok güzel içecekleri vardı. Giyim mağazasının önüne gelince içeri girdik. "Bak güzelim, kasada zorluk çıkarırsan seni kucağıma alır bu alışveriş merkezini turlarım." "Ama sen de hepsini ödemek istiyorsun." "Ödemeyi bana bırakmanı emrediyorum yalnız." Lafı uzatmayıp gülümsedim. Yürümeye ve giysiler arasında gezmeye başladık. Beğendiğim ve uzun zamandır takip ettiğim birkaç giysiyi aldım. Uzun süredir alışverişe çıkmıyorduk. Mevsim de değişmişti. O yüzden ciddi bir alışveriş gerekliydi. Aldıklarımı kasaya bırakıp Akın'ın yanağına bir öpücük kondurdum. Birkaç saniyeliğine sarhoş olmuş gibi baktı bana. Sonra kasa sırasına geçti. Ben ise mağazadan çıktım. Tam o sırada.... Çıktığım anda onunla karşılaştım... Bir anda durdum, kaskatı kesildim. O ise, aylak aylak bakıyordu suratıma. Sinir damarlarımda hızla akmaya başladı. Yüzümün yandığını hissettim. Bacaklarım titremeye başladı. Dişlerimi istemsizce sıktım. Onun yanına gidip onu ölesiye dövmek istiyordum ancak hareket edemedim. Kaldım orada, mağazanın önünde. Bütün sesler durdu, bütün insanlar kayboldu bir anda. Neden mi? Çünkü o, sıradan biri değildi, olamazdı. Hayatım... Onun ellerindeydi bir zamanlar. Hangi zamanlar? İşte orası karmaşıktı. Gözlerim dolmaya, kulaklarım çınlamaya başladı. Hala bana bakıp gülümsüyordu. Bu beni daha da sinirlendirdi. Ama bir güç, ona gitmemi ya da ona saldırmamı engelliyordu. Cidden mi hayat? Diye geçirdim içimden. Cidden mi? Hayatımın travması o. Ama ben ona böyle bakmak zorunda mıyım? Suçlu o iken, bu ızdırabı neden ben çekiyordum? Bacaklarım daha da titredi ancak düşmüyordum, bayılmıyordum. Gözlerim dolmuştu, yanıyordu ancak ağlamıyordum, ağlayamıyordum. Nasıl oluyordu bu? Büyü müydü? Sihir miydi? Bir masalın içindeydim ve özünde iyi olan, ama çocuklara kötü gibi gösterilen o karaktere mi dönüşmüştüm? Başım dönmeye, midem bulanmaya başladı. Ama bir santim bile kıpırdamadım, ağlamadım, bağırmadım. Birkaç dakika boyunca bu vaziyette durdum. Sanki bana büyü yapmıştı. Resme böyle hissediyordum. Bu dakikaların sonunda arkasını dönüp gitti. Benim mahvoluşumu izledi ve gitti. GİTTİ! Ben burada ızdırap yaşadım, o ise aylaklık edip gitti. Sadece, gitti. GİTTİ. Kendimi öldüresim geldi. Yemin ederim ölesim geldi! Gitmişti, gidiyordu. TEK BİLDİĞİ BUYDU LANET OLASI! Kendimi toparlamaya çalışıp mağazanın önündeki banka oturdum. Gözlerimi temizledim ve derin bir iç çektim. Elimi alnıma götürüp bir süre bekledim. O sırada Melan, Akın ve Görkem çıkmışlardı. "Kızım ne ara çıktın sen dışarı? Seni aradım içeride." "Özür dilerim. Bir anda çıktım işte. Ödeme niye bu kadar uzun sürdü?" "Sıra çoktu. İndirim var ya bu hafta, ondan." "Anladım." Akın gözlerimdeki kızarıklığa dikkat etmiş olacak ki, tek dizini kırıp çömeldi. Avcu ile kavradı yüzümü. "Ne oldu güzelim? Ağladın mı sen? Biri bir şey mi yaptı?" "Yo-yok, hayır. Biraz fazla acıktım sanırım, ağlamadım." "Acıktığın için gözün mü kızardı?" "Hapşurduğum için de olabilir. Bu aralar... hastayım, sen de biliyorsun. Hatta dün de o yüzden midem bulandı." "Yavrum kendine neden dikkat etmiyorsun sen?" "Ço-çok da bir şeyim yok." Ayağa kalktım. Akın koluma girdi ve beni kendine yasladı. Yürümeye başladım, canım arkadaşımın, canım sevgilimin ve eniştenin yanındaydım ancak aklım, zihnim ve ruhum burada değildi. Bir bedendim şuanda. Acı içinde bir kalbi taşımak ne kadar zordu! Bu güzel günü, küçük bir aylaklıkla berbat etmesi içten bile değildi aslında. Boğuluyordum resmen, susuz bir denizde. Evet, bu his aynen buydu. Susuz bir denizde boğulmak gibi. Çaresizliği tadıyordum iliklerime kadar. Kan akışım durmuştu, yaşayan ölüyüm bile diyebilirdim. Tek bildiği gitmekti onun... Başka bir şey yapmazdı. Hep canımı yakardı. Ve hâlâ da yakıyordu, bunu yapmaya hakkı varmış gibi. Neydi amacı? Neden gelmişti? Niye bakıp gitmişti? Ben zaten benim yanıma gelmesini istemezdim, o beni daha da çılgına çevirirdi. Ama hiç çıkmasaydı karşıma, hiç. Hay onun bacaklarını... O ve bacaklarından nefret ediyordum. O canımı yakıyordu, bacakları ise gidiyordu. Gitmek... Hem de ne biçim. Gitmek, sadece ayrılmak mıydı? Onun gidişi sadece bu değildi. Dahasıydı. Bir bıçak saplanması, bir tetiğe basılması, bir tür ölüm... İnsan kendi canını yakan kişinin gitmesinden nasıl bu kadar etkilenirdi? Varlığı can yakanın, yokluğu bile nasıl can yakardı? Bilmiyordum... Lanet olası bir şeydi bu. Bitmiyordu, bitemeyecekti. Kimsenin de haberi olmayacaktı bir de. Bu daha ağırdı bazen. Ağladığında yalan söylemek mesela... Oysa yanımda bulunan insanlar çok değerliydi benim için. Birer hayat yoldaşıydık birbirimize. Zamanında ne gidi yardımlarda bulunmuştuk birbirimiz için. Akın. Uzun zamandır sevgiliydik onunla. Çok seviyordum onu, çok seviyordu beni. Canımın yanmasına asla müsaade etmezdi. Her an yardımıma koşardı. Tatlı bir arkadaşlıktan doğmuştu bu aşk. Enişte. Aramızda birkaç sene öncesinden kalma güzel bir dostluk vardı. Hep destek çıkmıştık birbirimize. Lisenin sonu... Tanıştığımız zaman. Liseyi belki de onun sayesinde bitirmiştim son sınıfta. Melan... Çocukluk arkadaşım. Hep birlikteydik, ortaokuldan beri. Çok seviyorduk, çok bağlıydık birbirimize. Ama onun bile haberi yoktu. Ne düşündüğümü anında bilebilen bir kızın, hayatımdaki travmadan haberi yoktu. Olsun da istemiyordum... Kimse bilmesin bu acıyı, bana kalsın. Acımasın insanlar bana. Üzülmesin benim için. Ben kendime yetmem belki ama, ben acıma yeterim. "Sevgilim! Artık cevap verecek misin?" "Ha?" "Sonunda." Ne olmuştu? Beynimi hissetmiyordum. Duyu hissimi yitirmiştim. "Beş dakikadır sana sesleniyorum güzelim. Ama sen uzaklara bakıp duruyorsun." "Bence rol yapıyor. Çünkü yürürken bir sıkıntısı yoktu." "Bence o sadece duyusunu yitirdi, artık en geldiyse aklına." Onlar aralarında konuşurken bir ses çıkarmadım, bir tepki vermedim. "Güzelim, iyisin bak, değil mi?" "I-iyiyim Akın. Sorup durmana gerek yok." Gülümsemeye çalıştım. Zaten gülümseyemezdim, sadece denerdim. "İnşallah." "Yok yok. Sadece başım döndü konuşmayayım dedim. Yoksa hiçbir şeyim yok. Eğlence merkezine gidecek miyiz?" "Sen istiyorsan tabi ki gideriz tatlım ama başın dönüyorsa eve gitmeliyiz." "Aman geldi geçti. Uzaklara dalmışım ondan da duymadım seni. Cidden bir şey yok. Şimdi herkes benim bu stop'umu unutuyor." "Güzelim." "Hadi Akın, hadi" "Tamam. Ne içersin sen, seç menüden hadi." "Ta-mam!" Elimi havaya kaldırıp şıklattım ve hepsi güldü. Hemen en sevdiğim içeceği seçip Akın'a gösterdim. O da başını sallayıp kasaya gitti. Ben ise kendimi toparlamaya çalıştım. Böyle devam ederse, her şeyi anlatmak yerine belli edecektim. Bu da kötü olurdu. Yıllardır hayatımda olan insanlar, travmamı bilmiyordu. Bu çok saçmaydı. Ama bilmemeleri daha iyiydi. Zaten her hatırladığımda beynim donuyordu, onlar da sürekli darlayabilirdi. Ayrıca bildiklerinde ne gibi bir katkıları olabilirdi. Geçmiş gitmişti. Tabi bugün karşıma çıkmasaydı. Hayır, diye sayıklıyordu beynim. İyice delirme aşamasına gelmiştim ve ayrıca bunu belli etmemeye çalışıyordum. Bu çok zordu! Kafam allak bullak olmuştu, anılarım gözümün önünde canlanmıştı? Ama o ne yapmıştı da şimdi böyle oluyordu? Minik bir çocuktum ben. Savunmasız, bilgisiz, deneyimsiz. Belki de etrafımdaki çoğu şeyden habersizdim. Bildim sandığım çoğu şeyi bilmiyordum. Tek derdim, yere düşünce dizimde oluşan yaraydı. Dondurmamı hep o mavi renkliden alırdım. Çubuk krakerimi tün herkese dağıtır, kalan az da olsa gülerek yerdim ve o azıcık kraker ile doyardım. Cips kolayı çok severdim. Aldım verdim oynardım sürekli. Erkeklerin arasına karışır, futbol oynardım. Horoz şekerimi tüm arkadaşlarıma yalatırdım. Ortaokul... En havalı zamanımdı. Herkesi tanımak büyük önem taşırdı, o çocuk aklı ile. Küçük sınıfların yanına gitmek, onların sorularını çözmek popülerdi. Saçlarımı açık tutardım, bu beni havalı yapardı. Renkli dudak kremi sürer, ruj diye dolaşırdım ortada. Buydu, her şeyim buydu. Basitti, eğlenceliydi, renkliydi... Kimseye de zararım yoktu. Kendi halimde bir çocuktum. Parkın bankında uyuduğum da oldu, kaydırakları boyayanları kovaladığımda. Çok arkadaşım vardı, düşmanım yoktu. Okulda herkesi tanır, sever ve sevilirdim. Daha ne gerekliydi? Beni basit bir insan yapmak için daha ne gerekliydi? BEN NİYE HERKES GİBİ NORMAL OLAMADIM, HA? Neyim eksikti benim? Ben de o çocuklar gibi, annemin sütünü erken bıraktığım için hava atmadım mı? Ben de o cocuklar gibi süt kutusu patlatmadım mı? Ben de kurda kuşa yem koymadım mı? Kirli ellerimle top oynamadım mı? Pazardan pazara banyo yapmadım mı? Tırnaklarımı anneme kestirtmedim mi? Kahkül pişmanlığı yaşamadım mı? Oje sürmek için kırk takla atmadım mı? O oyuncak vitrinlerine yüz dayamadım mı, ha? Bunları ben de yaptım, onlar gibi ben de yaptım. ONLARA BENZİYORDUM BEN DE. NE YETMEDİ, HA? Ne normalliğimi aldı elimden? Neydi beni senin eline düşüren? Sorsam söylemezsin, değil mi? Senin dilin zaten sadece kötü işte uzar. Başka zaman, gıkını çıkarmazsın be. Tanıdım ben seni. Oysa çok da normal bir çocuktum ben ama, seni tanıdım. Sen beni seçtin, o normalliğin içinden. Neydi be derdin? Neydi? Ne olabilirdi, HA?! Tek bildiği gitmekti onun... Her şeyi berbat edip gitmek. BİR ÇOCUĞU MAHVEDİP GİTMEK. Bir hayatı yıkıp gitmek. Bir geleceği bozup gitmek. Bir zihni darmadağın edip gitmek. Uykuları bölüp gitmek. Oyunu berbat edip gitmek. Kuşları vurup gitmek. Gaza basıp gitmek. Aylak aylak bakıp gitmek. Çalıp gitmek. Kaçmak. Susuz gitmek, aç gitmek, zengin gitmek, fakir gitmek. Her türlü gitmek yahu! İnsanların pek de umursamadığı şey onun hayatıydı be, hayatı. Berbat ediyor, yıkıyor, parçalıyor, kırıyor, sevgiyi söküyor, suyu durduruyor, yemeği bitiriyor ve gidiyor. Ulan ne bu be! HER GİDİŞİNDE HUZURU BOZUYOR, SEFA SÜRÜYOR. Hak mı, müstahak mı? NEYDİ BU ŞİMDİ BE, NE? NE ULAN NE? Kırıp döküp parçalayıp gitmek ne be?! En kolayı mı? En tatlısı mı? Nesi bu? Acısı mı, tatlısı mı, ekşisi mi? NE ULAN NE? Canım yanıyordu benim burada. Ama o kesin gülüyordu, keyifliydi. Belki de Hadise açıp dinliyordu ya! Birasını yudumluyordu belki de. Votkasını dikiyordu tepesine. Yaşlı Amca'nın fonunu mırıldanıyordu kesin! LAN NİYE BE?! Ben burada can çekişirken, onun bu keyfi niye idi? Hayatın adaleti işte. Birine güler, diğerinin canını yakar. AMA O DİĞERİ NEDEN BENDİM BE? Ben hiç mi gülemeyecektim? TABİ Kİ DE HİÇ GÜLEMEYECEKTİM! Bir kere böyle bir travma vardı bende, bedenimde. Kalbim her hatırladığında ağrıyor, gözlerim selleri çağırıyordu pınarlarına. Ağzıma ekşi bir tat geliyor, ardından ıslanıyordu. Ama su değildi bu sefer ıslatan. KANDI. Kırmızı, tadı demire ve soğana benzeyen. Kırmızılık gözümün önüne geldi. Buydum ben, bu kırmızılıktaki özdüm, akıştım. "Sevgilim, yarın ne yapmayı düşünüyorsun?" "Evde uyuyacağım büyük ihtimalle. Pazartesi günü mesai yapmam gerekiyor çünkü." "Niye be güzelim? Sana gel, bizim şirkette çalış demiştim. Masabaşı rahat ederdin." "Bir şey olmaz Akın." "Kızım gençliğini şu işle tüketme işte." "Ben yatırım yapıyorum Melan. Hem gençlikle alakası yok ki." "Var neden olmasın be kuzu?" "Enişte, hepiniz neden dört bir yandan sardınız be başımı?! Para biriktirip bir klinik açacağım, olacak bitecek." "Olacak ama bitmeyecek." "Neden be enişte?" "Bak kuzu, bir kere sen yerinde durmayı sevmezsin. Klinikte oradan buraya koşturacak, haftasonları ise yorgun olacaksın. Yani hayat akıp gidecek kollarından." "Görkem birtanemden, görkemli sözler, ha?" "Tabi güzelim ne sandın?" "Ne görkemli sözü be, abartma Melan. Bu enişte hep böyle zaten. Yeni bir şeymiş gibi övme." "Yetenek meselesi. Kıskanma kuzu." "Ne kıskanacağım be!" "E tabi kıskanmayacaksın sevgilim. Bir kere senin güzelliğin yeter." "Tabiii." "Ay ay havalara bak sen." "Sevdiçeğin kendini överken öyle demiyordun ama kavun hanım." "Kavun hanım ne be? Vizyonsuz şey." "Ben mi vizyonsuzum be? Sensin vizyonsuz!" "Laf dalaşına girmeyin be!" "Tamam enişte be, girmiyoruz al!" "Güzelim sana bir soru sormuştum aslında ama, bu gevezeler yüzünden altta kaldı." "Tabi, sorun benim görkemime dayanamadı." "Sen de her fırsatta kocanı övme be yelloz!" "Sana ne pardon da enişte yani?" "Pick me girl'e döndün be kavun!" "Ne alaka ya?" "Çok alaka yelloz." "Ya akmış, sen ne sordun unuttum ben!" "Akmış mı?!" "Evet!" "Güzelim o nasıl lakap be!" "Bal gibi lakap!" "Bence de çok kötü vizyonsuz. İnsan gölnüm falan der." "Vizyonsuz değilim ama gölnüm iyiymiş." "Gölnüm ne lan?" "Gayet mis bir lakap enişte." "Neyse. Kıvırcığım sen sorunu tekrarlar mısın?" "Sana, neden şirkette çalışmayı kabul etmedin tarzı bir soru sordum, ya da soracaktım ama bu iki geveze lafımı böldü ve sen bu iki geveze ile laf dalışına girdin." "Laf dalışı mı dedin sen?" "Ya ne var dilim kaymışsa?" "Sürçmek olmasın o?" "Ben o kelimeyi söyleyemiyorum, ne yapayım?" Kıvırcık. Kuzu. Enişte. Kavun. Hayatımın uğradığı dört durak. Kıvırcığım. Canım sevgilim. Kuzu, yani eniştenin bana taktığı lakap. Ki bazen kendimi durak olarak gördüğüm de doğru. Enişte. Arkadaşımın birtanecik kocası. Kavun. Çocukluk arkadaşım. Melan, melon'a benziyor, ondan geliyor bu lakap. Kuzu lakabının ise güzel bir tarihi var. Görkem ile ilk tanıştığımız zaman, lisedeydik. Birbirimize kısa sürede çok bağlanmıştık. Kankalıktan öteye geçmiyordu ilişkimiz, yani hiç birbirimize aşık olmadık. Kankalığımızın vardığı nokta hiçbir zaman aşk olmadı, kardeşlik oldu. Öyle bir kardeş olmuştuk ki, bir yaz tatilinde onlarla birlikte onların köyüne gitmiştim. Orada bir sürü hayvan vardı. Ben en çok kedileri seviyordum, Görkem ise kuzuları. En büyük ağabeyi çobandı onun. Yani aslında çobanlık değildi mesleği, tarla işleriyle uğraşıyordu ve hayvanlara bakıyordu. Görkem bu yüzden her tatilde ağabeyinin büyük köy evine gelirdi. Köy evi de yani, şehirdeki evlerden güzeldi. O yaz tatilinde o eve birlikte gitmiştik. Liseli iki gençtik ama küçük çocuklar gibi saklambaç, körebe oynuyorduk. Yine bir gün saklambaç oynarken ben ağaçların arkasına saklanmıştım. Meğer biraz ötemde kuzularını dışarı salan bir çoban varmış. Kuzulardan biri geldi ve ayağıma dolandı. Ben de aniden zıplayınca Görkem beni sobelemişti. O kuzuyu birkaç kez daha görünce, bunu garipsedim. Hep aynı kuzuydu, sol arka bacağı sapsarı. Bir gün çobanının yanına gittim ve bu sarılığın nedenini sordum. O kuzunun hasta olduğunu, diğerlerinden ayırt etmek için yaptığını söyledi. Hasta ise başka bir yere almasını söyledim. Ama kendi sürüsü ile gezmek ona iyi geliyormuş. Bu yüzden onları ayırmıyormuş. Görkem'e bu hasta kuzuyu söyledim. Onunla birlikte her gün gelip bu kuzuyu sevmeye başladık. Kuzu büyümeye başladı ancak hastalığı yüzünden dermanı kalmamıştı artık. Ölüm ile burun buruna gelmişti. Buna ikimizde çok üzüldük. Artık dönüş yoktu. Ne yapılsa ne edilse ölecekti bu kuzu. Biz de, Görkem ile ona bir mezar hazırladık. Koca bir yaz tatilini birlikte eğlenerek geçirdiğimiz kuzuyu, bu mezara gömecektik. Veteriner, birkaç güne öleceğini söyledi. Hem çoban, hem de biz çok üzgündük. Travmatik bir olaydı bu bizim için. Çok tatlı bir yüzü vardı bu kuzunun. Hem çirkin olsaydı da üzülecektik, o da bir candı bizler gibi. Birkaç gün geçti, ama kuzu hala yaşıyordu. Veteriner şaşırdı ve bize hastalığın vücuttan yavaş yavaş atılmaya başladığını söyledi. Hepimiz şaşkın, ama bir o kadar da mutluyduk. Tatilin bitişine doğru kuzu ayaklanmış, koşmaya başlamıştı. Buna çok mutlu olduk. Mezarını kazdığımız yere bol bol unutma beni çiçeği diktik. Oradan mutlu ayrıldık. O kuzuya kendimi o kadar bağlamıştım ki, şehre dönünce bile ona anmaya devam ettim. O bizim mucizemizdi, birlikte geçirdiğimiz ilk yaz tatilinin, ilk köy macerasının mucizesi. Görkem ve ben bunu hiç unutmadık. Kardeş gibiydik. Her olayımızda yan yanaydık. Okulda onu disiplinden kurtardığımda oldu, ailesinden kurtardığımda. O da aynılarını yapmıştı çoğu kez bana. Hayatını renklendirdiğim, asosyal halini değiştirdiğim için beni hayatının mucizesi olarak kabul etti ve bana kuzu demeye başladı, o günlerden bir yıl sonra. Buna hiç şikayetçi olmadım. Ben ona hep çirkinim diyordum, yani Melan ile sevgili olana kadar. Ondan sonra enişte oldu, ama enişteci bir insan olmadığım için eniştem veya enişteciğim olmadı, enişte oldu sadece. (Bugün) Başka bir türden karanlık düşüncelerle boğuşmaya başladım. Dışarıda parlayan güneş, içimdeki karanlığı daha da belirgin hale getiriyordu. O an, Melan’ın konuşmalarını duymadım bile; aklım tamamen başka bir yere kaymıştı. O kaskatı kesilen anın ardından yaşadıklarım, zihnimde dönen bir filme dönüştü. Rüya gibi bir olay silsilesi geçiyordu gözlerimin önünden. Birden içimdeki boşluğa bir ses fısıldadı. "Unutma," dedi, "geçmiş her zaman peşinden gelir." Kalbimin derinliklerinden bir yankı duyuyordum. Sanki bana, şu an bile geçmişimin bir parçası olan bir tehlike olduğunu fısıldıyordu. Zihnim bir yandan Melan’ın sesini, diğer yandan Akın’ın sakin ve sıcak sesini duymaya çalışıyordu, ama hepsi çığlık atan bir gürültüye dönüştü. "Esin! Ne düşünüyorsun?" dedi Melan, gözlerindeki endişe belli oluyordu. "İyiyim, sadece düşüncelere daldım," diye yanıt verdim, ama içimdeki his bir yalan söylemem gerektiğini söylüyordu. Şu an her şeyin üstesinden gelebileceğimi düşünüyordum; ama öyle değildi. İçimde bir şeylerin döndüğünü hissediyordum, ama ne olduğunu anlamıyordum. Akın, içecekleri getirirken yüzümdeki ifadeye dikkat etti. "Gerçekten bir sorun yok mu? Hadi, biraz havanın tadını çıkaralım," dedi ve yüzündeki tatlı gülümseme benim içimdeki karanlığı biraz olsun aydınlatmaya çalışıyordu. "Gideceğimiz yere gidelim," dedim, sesimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak. Ama o rüyadan çıkmak istiyordum; artık kendi hayatımda kontrolü elime almak zorundaydım. Tam o sırada aklıma geçen rüya yeniden belirdi. Sadece bir görüntüydü ama korkutucu bir yanı vardı. Rüyada, tanımadığım bir odadaydım. Üzerimde beyaz bir elbise vardı ve etrafımda karanlık bir çember oluşmuştu. İçeride bir ses yankılanıyordu; “Gel, gerçeği gör. Saklanan her şey, karanlıkta seni bekliyor.” O ses benim için tanıdık değildi ama içimde bir yerlerde derin bir kaynaşma başlatıyordu. Bütün bu karmaşanın ortasında, Melan’ın birden yüzündeki kaygıdan sıyrıldığını fark ettim. "Kızım, biz senin için buradayız. Bizi bırakma," dedi. Onun bu sözü, gözlerimdeki karanlığı biraz olsun aydınlatmıştı, ama içimdeki korkuyu da derinleştirdi. "Belki de bir şeyler gizli," diye düşündüm içimden. "Belki de geçmişimden bir şeyler ortaya çıkacak." Yine o korkutucu düşünceler zihnimin içinde dans ederken, aklımı meşgul eden başka bir şey daha vardı: O rüyadan sonra Minel’in söylediği sözler. "Abla, bana vermiştin telefonu. Hem de az önce." Bu cümle beni düşündürüyor; acaba neydi bu unutkanlık, bu kaybolmuşluk? O an rüyadan gelen sesi anımsadım: "Saklanan her şey, karanlıkta seni bekliyor." Bu, Melan ve Akın’ın yanındaki mutluluğumdan uzak, içimde bir yerde biriken bir şeyin işareti gibiydi. Kalbim hızlı atmaya başladı; belki de unutkanlığım, geçmişimle olan bu bağlantıdan geliyordu. Geçmişimden gelen her şey beni sıkan bir ip gibi, ruhuma dolanmıştı. Tam o sırada, kapının sesiyle irkildim. Dışarıdan gelen bir ses, içimdeki karanlık düşüncelerin kesilmesine neden oldu. Ses tanıdık geliyordu. Kapı açıldı ve içeriye birisi girdi. O kişi, daha önce hiç görmediğim, ama gözlerinde kaybolmuş bir şey taşıyan biriydi. Göz göze geldiğimizde, içimdeki korku bir anda yüzeye çıktı. "Sen kimsin?" diye düşündüm, ama kelimelerim boğazımda düğümlendi. O kişi, sesini yükselterek, "Esin, seni buldum," dedi. Sadece bu cümle, içimdeki karanlığı bir alev gibi aydınlattı. Ama bu alevin ne kadar tehlikeli olabileceğini bilmiyordum. Geçmişim, şimdiki hayatıma sızmaya çalışıyordu. Akın ve Melan bana bakıyorlardı; yüzlerinde belirsizlik ve endişe vardı. Ama ben o anda sadece o yabancıya odaklanmıştım. "Sen kimsin?" diye tekrarladım, sesim titriyordu. Ama bir şeyler hissetmeye başlamıştım; içimde bir cesaret belirmişti. Bu kişi, hayatımda gizli bir kapı açacak gibi görünüyordu. Geçmişimle yüzleşme zamanının geldiğini hissettim. “Biraz zamanın var mı?” diye sordu. “Sana her şeyi anlatmak zorundayım.” Ne olacağını bilmiyordum, ama artık daha fazla kaçamazdım. Bu, beni daha çok korkutsa da içimdeki boşluğu bir nebze olsun dolduracak bir fırsattı. İçimdeki karanlıkla yüzleşme zamanı gelmişti. 1 Gün Önce ...zihnimde bir korku filminin en karanlık sahneleri canlanıyordu. Onunla ilgili anılarım, her hatırlayışımda tazeleniyor, içimdeki yara açılıyordu. Bu, anıların katman katman üst üste gelmesi gibiydi; her katmanda daha derin, daha karanlık bir his vardı. Onun yokluğu, yüreğimde bir boşluk bırakmıştı, ama o boşluğu dolduracak başka anılar da istemiyordum. Akın siparişi verirken, Melan yanımda belirsiz bir şekilde oturuyordu. Sanki benim hissettiğim karanlığı o da hissediyordu. Ama buna dair hiçbir şey söylemedi. Zaten bu hislerin benimle sınırlı kalmasını istiyordum. “Sevgilim, işte içeceklerin,” dedi Akın, gülümseyerek masaya dönerken. Ben de ona gülümsedim ama o an içimdeki korku ve huzursuzluk, gülümsememin ardında gizleniyordu. Onun, tüm bu olanlardan haberi yoktu. O benim için her zaman güvende olduğum bir liman olmuştu ama bu kez limanın dalgaları, beni boğuyordu. Melan, içeceğimi alırken birden yüzüme doğru eğildi. “Bak, Esin. Eğer bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünüyorsan, benimle konuşabilirsin, biliyorsun değil mi?” dedi endişeyle. O an, onun ne kadar iyi bir arkadaş olduğunu düşündüm. Ama zihnimde beliren düşünceler, söylediklerimin ardında saklıydı. Kendimi açmak, içimdeki karanlık boşluğu paylaşmak istemiyordum. Hayatımda zaten çok fazla karanlık vardı, bir daha onu yaymak istemezdim. "Teşekkür ederim Melan, ama gerçekten iyiyim. Sadece biraz yorgunum," dedim, ama sesim ne kadar sakin çıkarsa çıksın, o yine de yüzümdeki ifadeyi yakalamıştı. O, endişeli bakışlarını üzerimden çekmedi. Akın, içeceklerin üzerine oturup bir yudum alırken, gülerek "Bu seferki içecek, favorin olacak," dedi. Biraz gülümsemeye çalıştım ama gözlerimdeki dalgınlık bu gülümsemeyi boğuyordu. "Güzelim, sen neden hâlâ karamsar görünüyorsun?" dedi Akın, sesi yumuşak ama etkili bir tonda. "Bu gün sadece eğlenelim, haydi!" Onun bu isteği beni biraz rahatlattı. Ama o an içinde bulunduğum karmaşık duygular, beni bir türlü bırakmıyordu. "Tamam, gidelim eğlenelim," dedim, ama içimdeki huzursuzluk yine peşimi bırakmadı. Etrafta dönen insanlar, gülüp eğlenen gruplar, sanki benim içimdeki fırtınayı görüp susturmak ister gibiydiler. Gözlerim, insanların mutluluğunda kaybolmaya çalışıyordu, ama içimdeki boşluk yine beni çekiyordu. Alışveriş merkezinin eğlence alanına adım attığımızda, Melan'ın neşeli sesi duyuldu. "Haydi, şu oyuna gidelim!" dedi, elini havaya kaldırarak. Akın, onu takiben gülümsedi. "Evet, ne de olsa eğlenmeye geldik," dedi. Ama ben hâlâ içimdeki karanlıkla savaşıyordum. Oyunlar, kalabalıklar, sesler… Her şey çok hızlı geçiyordu. Bir yandan arkadaşlarımın enerjisi beni çekmeye çalışırken, diğer yandan o korkutucu anılar beni geriye çekiyordu. Bir an gözlerim, karşımdaki bir kalabalığa kaydı. İçlerinden biri bana doğru geliyordu. Yüzü tanıdık geldi, ama kim olduğunu çıkaramıyordum. Kalbim hızla atmaya başladı. Korkuyla irkilip geri çekilmek istedim ama o an Melan omuzuma dokunarak, “Esin, her şey yolunda mı?” diye sordu. Sadece başımı salladım ama içimdeki savaş devam ediyordu. Kalabalık arasında kaybolmuşken, o an hiç beklemediğim bir şey oldu. Gözlerim o tanıdık yüzle buluştu. Kalbim, gürültülü bir kalabalığın içinde, derin bir sessizliğe gömüldü. Evet, o… O kişiydi. Yıllardır görmediğim, içimdeki en derin yaraları açan o kişiydi. Beni gördüğünde yüzündeki ifade değişti. Ama ben o an gözlerimi ondan kaçırıp Melan'a baktım. “Ben… Ben biraz dışarı çıkacağım,” dedim, ne kadar mantıklı bir sebep bulmaya çalıştım ama zihnim bulanıktı. “Ne? Neden?” Melan endişeli bir ifadeyle sordu. Ama ben ona cevap vermedim. Yavaşça kalabalığın arasından sıyrılarak dışarıya çıktım. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Beni burada tutan tek şey, o insanların gülümsemeleri ve arkadaşlarımın sevgisiydi. Ama o an dışarıda, o kişinin varlığı beni boğuyordu. İçimden bir şey beni sıkıştırıyordu. Yavaşça duvara yaslandım, her şeyin geçmesini bekledim. O an ne hissettiğimi bilemiyordum. İçimdeki karanlık yine baş göstermişti. Yalnızdım ve bunun üstesinden gelemiyordum. İçimdeki bu karanlık, bu kadar derin ve ağır olamazdı. Ama görünüşe göre, o kişi oradayken, hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyordum. Kendimle başa çıkamadığım bir savaşın içindeydim. Ve içimdeki bu fırtına bir gün bitecek miydi? Yoksa her an daha da mı büyüyecekti? Bilmiyordum. Ama bir şey biliyordum: İçimdeki boşluk, asla dolmayacaktı.Dışarıda soğuk bir rüzgâr esiyordu. Bir anlığına gözlerimi kapatıp, derin bir nefes aldım. O an rüzgârın yüzüme çarpmasıyla birlikte, içimdeki boşluk sanki bir nebze olsun hafifledi. Ama hemen ardından, gözlerimle tanıdık o yüzü aramak zorunda kaldım. Kalabalığın arasında kaybolmuş, hatıraların gölgesinde dolanan o kişiyi bulmalıyım. Gözlerim, alışveriş merkezinin kapısından geçen her insana kayıyordu. Her biri, benim hissetmediğim bir neşe ve mutluluk içinde hareket ediyordu. Onların gözlerinde gördüğüm hayattan kaçmak, içimdeki fırtınayı biraz daha bastırmaya çalışmak istiyordum ama bu kaçışın sonu yoktu. Nihayet, o kişinin silueti yine karşımda belirdi. Gözlerimizi buluşturduğumuz an, kalbim yeniden hızlanmaya başladı. O, sanki zamanın durduğu o anı başlatmak için bekliyordu. İçimde bir şeylerin yerinden oynadığını hissediyordum. Yıllardır görmediğim, hatıralarımda derin yaralar açan o kişinin beni bir kez daha bulması, içimdeki savaşı daha da alevlendiriyordu. Ona yaklaşmaya çalışırken, ayaklarımın ağırlığı sanki beni durduruyordu. “Gitme,” dedim içimden. Ama ayaklarım, her adımda daha da geri çekiliyordu. Melan ve Akın’ın sesleri, kalabalığın gürültüsünde kayboldu. Onların beni aradığını biliyordum ama ben sadece o anı yaşamayı istiyordum. Bir adım daha attım. O da benim gibi iradesiz görünüyordu. “Esin?” dedi. Sesindeki o tanıdık tını, içimdeki duyguları daha da alevlendirdi. “Sen misin?” Hafifçe başımı salladım ama o an söylemem gereken hiçbir şey bulamıyordum. “Beni bıraktın,” dedim, içimdeki kırgınlıkla. Sözlerim, sanki boğazımdan zorla çıkan bir bağırış gibiydi. “Beni bırakıp gittin.” Gözleri, derin bir pişmanlıkla parlıyordu. “Biliyorum,” dedi. “Ama... her şey değişti. Seni kaybetmekten korktum.” Kendimi ona daha da yaklaşmış buldum, fakat içimdeki öfke ve kırgınlık beni bir o kadar uzaklaştırıyordu. “Ama ben... ben seni unutmamıştım. Sen neredeydin? Neden geri döndün?” Sorduğum her soru, içimdeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. Onun varlığı, bir yandan huzursuzluk veriyordu, diğer yandan yine de bir şeyleri yeniden canlandırıyordu. “Esin, seni seviyorum,” dedi. “Ama bunu söylemek için çok geç kaldım. Hayatımda çok şey oldu, ama sen her zaman aklımdaydın.” Kalbimde bir şeyler yerinden oynamaya başladı. Gözlerimdeki öfke, onun sesindeki samimiyetle yavaşça eriyordu. Ama yine de içimdeki yarayı unutamıyordum. “Beni o kadar kolayca bıraktığın için, bu aşkın ne anlamı var?” dedim, sesim titreyerek. “Ben senin için yeterince önemli değildim, değil mi?” Bir adım daha atarak yanımda durdu. “Hayır, Esin, bu doğru değil! Sen her zaman önemliydin, ama o zamanlar korkak biriydim. Şimdi seni tekrar bulmak istiyorum ama senin affetmeye hazır olup olmadığını bilmiyorum.” Kendimi onun yanında bulduğum an, içimdeki karanlık yine yüzeye çıkmaya başladı. Gözlerim doldu, ama onları hemen silmeye çalıştım. Gözlerindeki pişmanlık, içimdeki öfkeyi dindiriyordu ama bu duyguların derinliği, kalbimi yavaşça sıkıştırıyordu. “Beni bırakmayı seçtin,” dedim, sesim hala titreyerek. “Beni unuttun. Şimdi buradasın ama içimdeki boşluk hiç dolmayacak.” Kendimi o an cidden yalnız hissediyordum. Kalabalık içinde kaybolmuşken, bir yabancı gibi hissetmek oldukça acıydı. Bunu anlamak bile zor geliyordu ama hayatımda artık ona yer yoktu. İçimdeki savaşın galibi olmak zorundaydım, ama bu savaşın ne kadar süreceğini bilmiyordum. “Seni kaybettiğim için pişmanım,” dedi. “Ama bu kez kaybetmek istemiyorum. Lütfen, bana bir şans ver. Bu sefer seni bırakmayacağım.” Söylediği her kelime, içimdeki yarayı daha da kanatıyordu. Duygularım karmaşık bir hal almıştı. Beni nasıl bıraktığını düşündüğümde, kalbimdeki yarayı daha derin hissettim. Ama bir yandan onun sesindeki o samimiyet, bende bir umut ışığı yakıyordu. O an, karşısında durarak ne yapacağımı bilmiyordum. Kafamın içindeki sesler, birbirleriyle savaşıyor gibiydi. Kalbim bir yandan ona doğru çekilirken, diğer yandan geçmişin yüküyle geri itiliyordu. Kendimi nasıl hissettiğimi bilemiyordum. Onu affetmek istiyordum ama aynı zamanda geçmişin karanlığını da arkamda bırakmayı başaramıyordum. Sonunda, ona bakarak derin bir nefes aldım. “Belki… belki bir şans daha verebilirim ama bunun nasıl olacağını bilmiyorum,” dedim. Gözlerim dolmuştu ama bu duygularla yüzleşmek zorundaydım. O an, kendimi geçmişle yüzleşirken buldum. İçimdeki boşluk yavaş yavaş dolmaya başlıyordu ama bunun yanında tekrar açılan yaralar da vardı. Onun orada olması, ne kadar zor olsa da, bir şeylerin yeniden başlayabileceğini düşündürüyordu. Ama bu kez, geçmişin gölgeleri peşimi bırakmayacaktı.Yavaşça gözlerimi onun gözlerinden ayırdım. Duygularım sarmalanmış bir yumak gibi kafamın içinde dönüp duruyordu. Kendi içimde bir huzur bulmak için savaşıyordum ama onun varlığı her şeyi alt üst ediyordu. "Bunu birlikte yapmalıyız," dedim, sesim titrek bir şekilde. "Ama geçmişi unutamazsam, her şey çok zor olacak." "Geçmişle yüzleşmek zorundayız," dedi, kararlılıkla. "Evet, hatalarım var. Ama o hatalarımdan ders aldım. Bunu değiştirmek için elimden geleni yapacağım." Gözlerindeki ciddiyet, içimdeki savaşı bir nebze dindirdi. Ama yine de, eski yaraların yeniden açılmasından korkuyordum. "Beni nasıl ikna edeceksin?" diye sordum, sanki her kelimemle onu sınamak istiyordum. "Beni yeniden kaybetmemek için neler yapacaksın?" Ona karşı duyduğum güvensizlik, aramızda büyük bir engel gibi duruyordu. Ama yine de, onunla yeniden bir şeyler başlama isteği içimdeki kıvılcımı alevlendirdi. Gözlerindeki samimiyeti görmek, beni biraz olsun cesaretlendiriyordu. "Sana her şeyimi vereceğim," dedi, sesindeki tutku beni etkiledi. "Bunu yaparken sana asla ihanet etmeyeceğim. Duygularımı açıkça paylaşacağım. Seni bir daha asla bırakmayacağım." Bir an için, bu sözlerin altında yatan gerçekliği düşündüm. Onun söylediklerini içimden geçirecek kadar cesur olmalıydım. Ama o sırada aramızda oluşan bu duygusal bağın kırılgan olduğunu da biliyordum. Onun geçmişteki hatalarından kurtulup kurtulamayacağını görmek istiyordum ama bunun için sabırlı olmam gerektiğini de anlamalıydım. "Tamam," dedim sonunda. "Ama bunun ne kadar zor olacağını biliyorum. Geçmişi kolayca kapatamayacağım. Zaman alacak, bunu bilmelisin." Gözleri parladı. "Anlıyorum, Esin. Ama sana söz veriyorum, her adımda yanında olacağım. Bu süreçte ne olursa olsun, birlikte olacağız." İçimdeki endişeleri geride bırakıp bir adım daha atmak istiyordum. Geçmişte yaşadıklarımı unutmasam da, bu yeni başlangıcın bana getireceği umudu hissetmeye başladım. "Tamam," dedim, bu sefer daha kararlı bir sesle. "Ama bana bir şey daha söyle. Beni niçin bıraktın? Ne oldu o zaman?" O an, yüzündeki ifade değişti. Bir anlığına derin bir nefes aldı, gözlerini kapadı ve ardından açtı. "O zamanlar çok korkaktım," dedi. "Hayatımda o kadar çok belirsizlik varken, seni kaybetmekten korktum. Belki de kaçtım. Ama şimdi anlıyorum ki, seni kaybetmek asıl korkunç olanıydı." Kendimi onun sözlerine kaptırdım. Gözlerindeki içtenlik, içimdeki karanlıkları bir nebze olsun aydınlatıyordu. Ama yine de geçmişin ağırlığı, üzerimde bir gölge gibi duruyordu. "Peki, şimdi ne yapacağız?" diye sordum. "Birbirimizi yeniden bulmak için nereye gideceğiz?" Bir gülümseme belirdi yüzünde. "Öncelikle, birbirimize bir şans vermekle başlayalım," dedi. "Sonra, birlikte yaşamak istediğimiz anıları yeniden inşa edeceğiz. Her şeyin başı burada başlıyor." Onunla göz göze geldikçe, içimdeki korkuların yerini yavaşça umut almaya başladı. Yeniden başlamak, geçmişi yüzleşmek zorunda olacağım bir süreçti ama bir şekilde bu adımı atmak zorundaydım. Birbirimizi yeniden tanımak, geçmişin karanlığını aydınlatmak için bu şansı değerlendirmeliydik. "Yani, nereden başlayacağız?" diye sordum, sesimdeki merak belirginleşerek. "Belki de en baştan. Birbirimizle tanıştığımız o günlerden. Beni nereden tanıyorsun, Esin? Seninle aramızdaki bağı yeniden inşa etmemiz gerekiyor." Ona bakarken, gözlerimdeki çaresizlik yerini kararlılığa bırakmaya başladı. "İlk başta, birbirimize sadece dost olmayı deneyelim. Sonra ne olacağını göreceğiz." O gülümsemesiyle başını salladı. "Kabul. Ama dostluktan daha fazlasını istiyorum, bunu bilmelisin. Seni yeniden kazanmak istiyorum. Geçmişin acılarına katlanmak istiyorum." Bunu duymak, içimde bir şeylerin yerini değiştirdi. Zamanla birbirimizi yeniden tanıyabiliriz, diye düşündüm. Ama tüm bunları yaparken geçmişin izlerinin silinmeyeceğini de kabul etmem gerekiyordu. Birlikte yeni anılar biriktirmek için ilk adımı attığımızda, içimdeki umut da yeniden filizlenmeye başladı. Geçmişin acılarından kurtulabilmek için birlikte savaşmak zorundaydık. Onun yanında olmak, yeni bir başlangıç için yeterli bir sebepti. Gözlerimdeki umut ışığı, onun da gözlerinde parlıyordu. Yavaşça ona doğru bir adım attım. “O zaman, yeni bir başlangıç yapalım. Ama önce, her şeyin temizlenmesi lazım.” “Bunu yapalım,” dedi, gülümseyerek. “Hayatın sunduğu her zorluğa karşı birlikte duracağız.” İlk adımın başlangıcında, hayatımda yeniden umut ışığı doğuyordu. Geçmişin gölgeleriyle yüzleşerek yeni bir geleceğe doğru yürümek, içimdeki yaraları iyileştirmek için bir fırsattı. Bu sefer, yalnızca kendi içimde değil, onunla birlikte büyüme ve değişme şansını yakalayacaktım. Her şeyin başı burada başlıyordu. "SEVGİLİM!" "Ha?" "Nereye bakıyorsun?!" "Sadece önemli bir şey düşünüyordum." "Ağzını oynatıyordun. Cinlerle mi konuşuyordun sen?" HER ŞEYİN ASLINDA AYAKÜSTÜ GÖRDÜĞÜM BİR RÜYA OLMASI MI? OLAMAZ. Bunu yaşamış olamam, değil mi? |
0% |