@_yildizcik_
|
Gözlerimi pencereden odaya sızan güneş ışınlarıyla değilde, bir zil sesiyle açmayı beklemiyordum. Gözlerimi zorla açtığımda yanımda Arel'in varlığını hissedemedim. Telaşla yerimden kalkarken, bir yandan da Arel evde mi, değil mi, anlamaya çalışıyordum.
Bakışlarımla evi tatarken televizyonun üstüne asılmış bir not kağıdı gördüm. Hızla ayağa kalkmaya çalıştım. Fazla başarılı olamasam da televizyonun üstündeki notu alabilecek kadar yakınlaşabilmiştim.
"Yeşilim, ya da yeşillik ne diyeceğimi bilemedim." İster istemez güldüm.
"Hayatımda ilk defa not yazıyorum bu yüzden hatalarımı görmezden gel." O söylemese bile ben zaten onun hatalarını çoktan kabullenmiştim.
"Gece saat beşti, hatta sabah bile diyebilirim. Komutan birden aradı, görev çıkmış. Hatay'a bugün gidemeyeceğiz ama söz geldiğimde direkt olarak seni kurtaracağım." Arel'in sözlerine olan güvenim sonsuzdu. Sözlerinden çok güvendiğim şeyi ise: gözleriydi. Denizden daha derin bakan gözleri.
"Kurtarmana gerek yok, senin olduğun yerde çoktan kurtuluyorum zaten." diye cevapladım kendi içimde.
"Bu görev biraz uzun sürebilir. Operasyon adı:Çınarmur. Adından anlaşılacağı gibi Çınar'da olacak." Orası neresiydi ki? Çok mu uzaktı?
"Bizim olduğumuz yere biraz uzakta. Belki bir hafta sürer, belki bir ay. Bilemiyorum." Kendim bile fark etmeden tuttuğum nefesi bıraktım ve havaya karışmasına izin verdim.
"Duygusala bağlamak gibi olmasın ama,özle beni." O bu notu yazmıştı. Ben niye kulaklarımda onun sesini duyuyorum ki. Ayrıca neden yanağımda bir ıslaklık vardı. Ağlıyor muydum? Yok ya buna da ağlamazdım.
Ayakta dikilmeyi bırakıp uyandığım yere oturdum.
Ben buraya evlenmek için gelmiştim.
Evlenmek istemiyordum.
Arel'i istiyordum.
Uzun zamandır doktora gitmedim. Gitmem gerekiyordu.
Okulum yarım kalmıştı.
Ve ben Hatay'a gidecektim.
Gerçekten ne yapacaktım? Her şey çok karışıyordu. Uzun zamandır babamdan haber bile alamadım. Bir şeyler olacak gibi hissediyorum, korkuyorum. Arel göreve gitti. Güvendiğim kimse yoktu. Koskoca Diyarbakır'da yalnız kalmıştım.
Telefonumun zil sesiyle düşüncelerimden ayrıldım. Bilinmeyen numaraydı. Kimdi ki? Telefonu elime alıp korkuyla açtım. "Kimsiniz?"
"Tansu, ben Feyza." Feyza'nın sesini duymamla rahatladım. Hatırladığım kadarıyla Yağız'ın kardeşiydi.
Sessizliğimi fark etmiş olacak ki sözü o devraldı. "Yani, belki buluşabiliriz." Sesinden, tereddüt ettiğini anlayabiliyordum. "Bilmem ki, nerede buluşacağız?" gülümsediğini hissettim. Umarım kalabalık bir ortamda buluşmak istemezdi. Ben neden bu teklifi kabul etmiştim ki?
"Hmm kafede buluşabiliriz." İçimden hiçbir şekilde dışarı çıkmak gelmiyordu. Dışarı çıkarsam sanki, kötü bir şeyler olacak gibi hissediyordum. Aklıma ilk gelen bahane: hasta numarası yapmaktı.
İki kez yalandan öksürdüm. "Aslında Feyza, ben biraz hastayım sanırım. Havalar falan da soğudu. Başka zaman buluşsak olur mu?"
"Peki, sana geçmiş olsun. İyileştiğinde haber var." Güldü. Güldü ama sesinde hayal kırıklığı vardı. Kafamın içindeki vicdan mahkememde kendime milyon tane ceza kestim. Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp hemen kapattım. Sanırım iletişim problemim vardı. Sanırım.
Kendi evime mi gitseydim? Ama burada Arel'in kokusu var. Bir dakika, bir dakika. Bana neler oluyordu? Neden Arel'in kokusu benim hoşuma gidiyordu ki? Hayır, hayır. Olamaz. Ben aşık falan olamam. Değil mi, olamam? Elimi kalbime götürdüm. İlk önce Yusuf'u düşündüm,nabzımda hiçbir değişiklik olmadı. Sonra Arel'i. Bir anda hızlanan kalbim beni şoka uğrattı. "Hey, hey sakin ol." Fakat olmadı. Ah, şimdi düşünüyorum da gerçekten fiziği çok güzeldi. Bu düşünceyi aklımdan geçirdiğim an kalp atışlarım vücudumun dışına da kan göndermek istiyor gibi arttı. Hemen başka bir şey düşünmeye başladım. Yastık, koltuk, perde. Evet yavaş yavaş kalp atışlarımın hızı azaldı. Bugün 1 kasımdı. Yani,bir şey değildi.
Kalp atışlarım normal hızına döndüğünde derin bir nefes verip koltuğa uzandım. Koltukta da onun kokusunu aldığımda, "Ay, yeter ama." diyerek söylendim. Sadece uzanacaktım. Ama Arel, beni rahat bırakmıyordu.
😿
Yine görevdeydiler. Zifra Timi olarak.
Yine güçlüydüler. Zifra Timi olarak.
Yine kazanacaklardı. Türk olarak.
Şimdiki görevleri rehine kurtarma gibi basit bir operasyon değildi. Basit dediğime bakmayın, onlar için basit. Normal bir askere göre o görev de zordu. Zifra Timi farklıydı. Onların kanlarında bitmez bir vatan sevgisi vardı. Vatan için canlarını feda edecek kadar. "Vatan için öl!" deseler, sorgusuz sualsiz o an ellerindeki tüfeklerle kendilerini öldürecek kadar.
"Halil, Poyraz, Talha?" diye sordu Akşahin hazır olup olmadıklarını anlayabilmek için."Hazırız komutanım!" dedi üçü aynı anda.
"Zümrüt ve Ayhan?"
"Hazırız Komutanım!" Sesleri öyle kendinden emin,öyle korkutucu,öyle toktu ki kuşlar bile ötmüyordu.
"Mert, Ömer, Yağız?"
"Hazırız Komutanım!"
"Yusuf?" O keskin nişancıydı.Tekti.Tek olmasına rağmen bir hayli güçlüydü.Timdeki en güçlü olan kişi bile olabilirdi.
"Hazırım komutanım!"
"Bozkurt Timi?"
"Hazırız komutanım!" En çok orada asker vardı. Telsizle değil gerçekten duymuştu onların sesini.
Görevi yapmak için iki tim olarak çalışmak zorunda kalmışlardı. Bozkurt Timi ve Zifra Timi. Yenilmezlerdi.
Herkes susunca mahalleyi bir sessizlik bürüdü.Düşmanlarına kendimi belli etmemek için fısıltıyla konuşmaya başladı Akşahin, "Herkes görevini biliyor ama anlatacağım." derin bir nefes aldı. "Halil, Poyraz ve Talha. Siz saat on yönünde hareket edeceksiniz.Oranın işini bitiriyorsunuz." Üçü, ne yapacaklarını bilselerde dikkatle dinlediler.
"Zümrüt ve Ayhan. Siz rehine varsa onları kurtaracaksınız."
"Mert, Ömer ve Yağız. Siz de saat iki yönüne gideceksiniz. Oranın işini bitiriyorsunuz."
"Yusuf, sende evlerin içindeki terörist şerefsizlerin işini bitiriyorsun. Yeteneğine güveniyorum."
"En son olarak Bozkurt Timi. Üç kişi saat on bir yönünde. Dört kişi saat bir yönünde. Üç kişi Zümrüt ve Ayhanla rehine kurtaracak. Anlaşıldı mı?" Herkes sessizce başını salladı.
"O zaman hazırız. Hadi bakalım." Akşahin saklandığı kayanın arkasından çıktı,yavaşça ayağa kalktı.Arkasına dönüp işaret ve ortaparmağını birleştirerek herkesin saklandığı yerden çıkarak göreve başlamasına izin verdi.
"Vatan sağ olsun." dedi fısıltıyla.
😿
Resmen endişeden evin duvarlarını kemirmeye başlayacaktım. Bugün 7 kasımdı. Arel bir haftadır görevdeydi. Hiçbir haber yoktu. Aslında kimseden hiçbir haber yoktu. Bir haftadır Arel'in evinde oturuyordum. Dışarı bile çıkmamıştım. Korkuyordum. Arel yokken başıma herhangi kötü bir olay gelebilirdi.
Uykum gelmesin diye ilaçlarımı da içmiyordum. Belki Arel gece gelecekti. Ben uyursam olmazdı.
Birkaç gündür bilmediğim bir numara beni arıyordu. Hatta çok fazla aramıştı. Hiçbirini de açmadım. Açarsam babam çıkar diye korkuyordum.
Telefonumun zil sesiyle kendime geldim. Elimdeki beşinci kez okuduğum "Sefiller" kitabını bıraktım. Bu kitabıda burada bulmuştum. Çok sıkıcıydı bence. Telefona baktığımda yine bilinmeyen bir numaranın aradığını gördüm.
Açsam mı? Açmasam mı? İçimdeki cesarete güvenerek telefonu açtım ama sustum. Dilim yok sansın istedim.
"Kızım," diyen babamın sesini duyduğumda derin nefes alıp verdim. Hayır,beni aramamalıydı. Niye arıyordu ki?
"Kapıyı açsana." Ne? Kapının önünde miydi? Hayır, kabus bu. Değil mi?
Telefonu kulağımdan uzaklaştırıp, kapattım. "Kızım," Telefonu kapattım ben. neden hâlâ sesi geliyordu ki?
Zorlukla ayağa kalktım. Evet, zorlukla. Son bir haftadır Arel'e ayıp olur diye sadece su içiyordum.
Arel'in yatak odasına gittim ve hızla kapıyı kilitledim.Buraya gelemezdi ki. Değil mi?
Bir anda kapı yumruklanmaya başladı. Hayır, Tansu sakin ol. Buraya gelemez.
Elimde sıkı sıkı tuttuğum telefona baktım. Arel belki açardı, küçük bir ihtimal olsa bile. Hızla telefonu açıp Arel'in adının üstüne tıkladım. Çaldı, çaldı, çaldı. Açmadı. Çaresizliğin en dibine vurdum ama tekrar aradım. Minicik bir umut kırıntısı vardı içimde. Hani kahvaltı yaparken arta kalan bayat ekmekler olur ya, kuşlara atılan. İşte içimdeki kırıntı bayattı. Ama kırıntıydı, vardı. Arel telefonu açmadı.
😿
Neredeyse iki hafta olacaktı bugün 12 kasımdı. Artık sadece salonda oturuyordum. Uyumamak için çabalıyordum. Bazen mutfağa gidip su içiyordum. Su beni tok tutmaya yetiyordu. İlaçlarımı da içmiyordum. Tek umurumda olan şey Arel'di. Onu bekliyordum.
Saat gece birdi. Uyumamak için resmen göz kapaklarımla büyük bir savaş veriyordum. "Hadi," diye fısıldadım kendime. "Yalvarırım gel."
Bir şey mi oldu acaba? Of, belirsizlik ne kadar da kötü bir şeydi. Ya gelseydi ya da gelseydi bu kadar basit.
O sırada kapıda bir kilit sesi duydum. Kilit açma sesiydi. Arel'di. Hızla doğrulmaya çalıştığımda başım döndü ama pek umursamadım. Kapının önüne geçip onun içeriye girmesini bekledim.
Kapı açıldı ve Arel, hayran olduğum asker üniformasıyla içeriye girdi. Şaşırdığını yüzünden anlayabiliyordum. Bunu aldırmadan boynuna atladım. Cidden özlemiştim. Bu duygu çok güzeldi.
"Tansu," dediğini işittim. Birkaç saniye elleri havada asılı kaldı ama sonra öyle sıkı sarıldı ki öleceğimi sandım. "Tansu," dedi derin bir nefes alarak. Özlemişti. O da beni özlemişti.
"Arel," Onunla aynı şekilde söyledim. Ah, kokusunu bile ne kadar özlemiştim. Derin bir nefes aldım. Bu kokusunu içime çekmek içindi. Derin bir nefes verdim. Bu da ona ait olanı geri vermek içindi.
Nefesi saçlarıma değdi. "Arel," dedim sessizce. Kendisini onaylayan bir mırıltı çıkardı. "Eğilir misin? Birazcık" Boyu çok uzundu ve bu benim ona sarılmamı zorlaştırıyordu.
Hafifçe kıkırdadığını duydum.Fakat eğilmedi, bunun yerine belimden tutarak ayaklarımı yerden kesti. Şaşkınlıkla ona bakarken gülümsedi, "Böyle sarıl." Onun gülümsemesine gülerek boynuna sarıldım.
Kafamı kaldırıp ona baktığımda kaşlarını çattığını gördüm. Şaşkınlıkla ona bakarken, konuşmama izin vermeyerek, "Çok zayıfsın." dedi. Bu sefer kaşlarımı çatma sırası bendeydi. "Ben mi?"
Kafasını onaylar bir biçimde salladı, "Benim seni doyurmam gerek." Beni kucağından indirmeden mutfağa gitti. "Arel, tamam ben eve gideyim artık." Bana alaycı bir ifadeyle baktı, "Sen burada iki haftadır hiç yemek yemedin mi?" Normal bir şeymiş gibi kafamı aşağı yukarı salladım.
Beni tezgahın üstüne oturttu. "Arel saçmalama." diyerek ada tezgahtan indiğimde, beni tekrardan oturttu. Bununla kalmayıp aşağıdaki dolaplardan birinden bant aldı. "Eğer bir daha kaçarsan, bantlanırsın. Haberin olsun." Gözlerimi devirerek tezgahtan tekrar indim. Bu sefer beni yakalamasına izin vermeden, onun odasına doğru koştum.
"Tansu, sakın o odaya girme. Özel şeylerim var." Yalan söylüyordu iki haftadır kaç kez oraya girmiştim. Hiç de özel şeyi falan yoktu. "Yalan söyleme. Özel şeyin falan yok." dediğim şeyle bende kapının önünde duraksadım, o ise tam benim arkamda durdu. "Sen benim odama mı girdin, Tansu?" Masum bir şekilde gülümsedim. "Kim demiş?" direkt olarak kendimi odaya attım ve kapıyı kilitledim.
Arel'in kahkahalarla güldüğünü işittim. Neye gülüyordu? Merakıma yenilip kapının kilidini açtım, kafamı aralık kalan yerden uzattım. "Niye güldün?" Arel soruma cevap vermek yerine bu anı bekliyormuş gibi hızlıca kapıyı açtı ve benim bileklerimi tutarak, sanki tutukluyormuş gibi ters kelepçe yaptı. "Sen şimdi beni tutukladın mı?" dedim gülerek.
"O imkânsız Tansu'm. Ben sana tutuklandım."
Gözlerine baktım. Gözlerinde hiç olmadığı kadar yoğun bir duygu vardı. Gözleri gözlerimde gereğinden fazla oyalandığında bakışlarımı kaçırdım. Hiçbir güç uygulamadan beni mutfağa götürdü.
"Sen hâlâ üstünü çıkarmadın, yorgunsundur." Göz altları belki benimkinden daha fazla morarıktı. "Sorun değil, orada senden daha fazla uyuduğuma eminim.Gözlerine bak bir istersen Tansu, kıpkırmızı." O an fark ettim ben aynaya bile bakmamıştım. Benim kendi bedenimde fark etmediğim şeyi Arel fark etmişti.
"Sen görevden geldin." Bana göre tabii ki onun durumu daha kötüydü. Görevde çok yorulmuş olmalıydı. Askerlerin görevleri hakkında bir fikrim yoktu ama, yorucu olduğundan emindim.
"Hadi sen beni bırakta, yemeğini ye bence. En azından bayılmazsın. Hem eğer yemezsen anneni ararım." O an başka bir şey daha fark ettim. Yokluğumu. Yoktum. Bir ailem? Yoktu. Arkadaşım? Yoktu. Akrabam? Yoktu.İşim düştüğünde arayabileceğim bir tanıdık? O da yoktu.
Bana bu gerçeği hatırlatması beni kırmıştı. "Arel," dedim çaresizlikle. Sesimdeki değişikliğin farkına varmış olacak ki kaşlarını çattı. "Ne oldu, Tansu?"
"Benim," dedim cümlenin devamını getirmek istemeyen bir şekilde. O ise saf saf bana baktı. Gülümsedim ama biraz buruk bir gülümsemeydi bu. "Benim annem, vefat etti." sessizce söyledim. Kimsenin duymasını istemedim.
"Çok özür dilerim, çok özür dilerim. Ama artık yemeğini ye çok zayıfsın." Gülümsedim. Arel gerçekten tanıdığım diğer insanlardan çok farklıydı. Diğer insanlar "Çok üzgünüm, özür dilerim, nasıl öldü?" gibi boş boş sorular sorarlardı. Arel farklıydı. O hâlâ beni düşünüyordu.
Anın etkisiyle elime tutuşturduğu sandviçe baktım. Domates ve peynir vardı içinde. Çok severdim. Hatta çocukluğumdan beri en sevdiğim sen bu olabilirdi. Çok basit bir şeydi ama benim için anlamı büyüktü.
Minik bir ısırık aldım. "Teşekkürler." diye mırıldandım ağzımın içinde. "Biraz sesli konuş.Duyamadım küçük cimcime."
"Cimcime mi?" dedim şaşkınlıkla. Rahat bir şekilde başını salladı. "Ben senden daha büyüğümdür bir kere." Kendimden emin bir şekilde söylesem de tereddüte düşmeme engel olamadım. Belki de benden büyüktü?
"Ya, demek öyle. Kaç yaşındasın bakalım?" sesini bir çocukla konuşur gibi inceltmişti. "Arel!" diyerek karnına bir yumruk attım. Bu onu etkilemiş miydi? Hayır.
"On sekiz." dedim fısıltıyla. Bunu duyduğu an kahkaha atmaya başladı. Bu gerçek kahkahaydı. Bozulmuştum ama belli etmedim, "Senin, yaşın kaç?" Çekiniyor muydum ben?
"Yirmi dört." dediğinde dengem sarsılmıştı. Ciddi ciddi sarsılmıştım. Arel tutmasa düşecektim. "Sakin ol, Tansu." Güldü.
"Benim sana abi demem gerekiyor o zaman." diyerek güldüm. Sarsılma sırası ondaydı ama ben onu tutmadığım, daha doğrusu tutamadığım için yere yapıştı. "Kızım tutsana beni."
"Sanırım gerçekten abim oldun sen benim."
"Tansu, saçmalama. Daha geçen gün koltukta-" Ne diyeceğini anladığında onun gibi yere çökerek ağzını kapattım. "Film izledik." diye tamamladım cümlesini. Nefessiz kalmaya başladığında elimi ağzından çektim. "Hadi sen üstünü değiştir, abi." dedim kelimenin üstüne basarak. Bundan hoşlanmadığı belliydi.
"Değiştiririm, Yeşilim." Ayağa kalktı ve kendi odasına doğru gitti.Sanırım artık bende gidebilirdim. Kapıyı kapatma sesini duyduğumda koşarak evden çıktım. Fakat Arel'in kulakları durur mu? Durmaz. "Tansu, artık o evde kalamazsın. Komutan orayı Feyza'ya vermiş."
"Ne?" diye bağırdım şaşkınlıkla. "O zaman ben eski evime mi gideceğim?"
"Hayır, burada kalacaksın." dedi rahat bir biçimde. Tekrardan, "Ne?" diye bağırdım. O ise bundan keyif alıyormuş gibi kahkaha attı. "Ama..." Cümlenin devamını getiremedim burada kalmamam için hiçbir sebep yoktu. Cümleyi en saçma şekilde tamamladım, "Ama sen erkeksin."
Gözlerini devirdi, "Ciddi misin, Tansu? Ben erkeğim. Allah Allah, nasıl olur bu ya?" Derin bir nefes aldıktan sonra çapkınca sırıttı, "Kanıt istersen bu gece benim yanımda uyuyabilirsin."
"Ya Arel, defol git ya." Sinirim bozulmuş gibiydi. Her şey neden bu kadar hızlı ilerliyordu ki? Ne gerek vardı? Odanın kapısını kapattığında kanepeye oturdum. Başımı ellerimin arasına alıp, dirseklerimi de dizlerime yasladım. Düşünmeye çalıştım ama içerideki duş sesi tüm dikkatimi dağıtıyordu. "Of Arel, of." Banyodan, "Duyuyorum seni. Oflama yani." diye seslendi. Bu çocuğun kulakları neydi be? Hay Maşallah ama köpeklerden falan daha iyidir galiba. Belki koku yeteneği de iyidir. Gerçi zaten köpeklere benzediği için. Bu düşünce kahkaha atmama sebep olurken, Arel odaya girdi.
Bana ters ters bakışlar atarken, dayanamayıp sordum, "Neden öyle bakıyorsun?"
"Tansu, sen cidden hiç uyumadan, hiç yemek yemeden mi bekledin beni? Şu gözlerine bak, şu bedenine bak kurbanın olayım ya. Ben sana baktıkça içim gidiyor. Sen şimdi benim yüzümden böylesin. Kusura bakma işte, askerlik. biliyorsun, görev biraz uzun sürdü." Arel'in birden böyle şeyler söylemesi şaşırtmıştı. İlk defa bu kadar uzun bir cümle kuruyordu.
Beğeniyle dudak büktüm, "Vay be, Arel de bu kadar uzun konuşabiliyormuş." O ise ciddi ciddi bana bakmaya devam etti. Resmen bakışlarının altında eziliyordum. Konuyu dağıtmak istemiş olacak ki sordu, "Boyun kaç?" Şaşırmıştım ama konuyu benim de dağıtmam lazımdı. Cevap verdim, "1.71 santim." Bunu söylememle kahkaha atması bir oldu. Moralim bozulsada belli etmedim. "Senin boyun kaç ki?" dedim çekinerek.
"2.07 metre." Tepkimi gizleyemeyip, "Oha!" dediğimde güldü. "Noldu etkilendin mi küçük cimcime?" Kafamı iki yana sallamakla yetindim. Yanıma oturup sanki bana boyumun küçüklüğünü göstermek istercesine kolunu omzuma attı.
Arel'in telefonun çalmasıyla şoktan çıkıp, ona baktım. İçimdeki meraktan mı, yoksa başka bir duygudan dolayı mı, anlayamadım ama sordum, "Kim arıyor?"
"Hasan, bizim güvenlik." Kaşlarımı çattım. Neden bu saatte aramıştı? Telefonu açtı. Bir şeyler dedi ve sonra kapattı. Bakışlarım onun kemikli ellerinde dolanırken ayağa kalktı, "Nereye?" dedim korkuyla.
"Bir şey yok, Yeşilim. Sen burada kal ben geliyorum." Kapıdan çıktığında yine yalnız kalmıştım. Yine gitmişti. Arel yine gitmişti. O ne kadar çok giderse, ben de ona o kadar çok gitmek istiyordum. Arel'i istiyordum. Güven'imi istiyordum.
B Ö L Ü M S O N U
Selamlaerr
Yeni bir rekora imza attık 2242 kelime oldu bu bölüm
Ayrıca kitapta 700 okunma olmuş
Ağlatıcaksınız beni
Teşekkürler
Bir dahaki bölümde görüşürüz
Beğendiyseniz oylamayı unutmayınn
|
0% |