@a_lotus_1
|
Elini tutmaya bile çekiniyordum. Göz ucuyla yanımda yürüyen adama bakıyordum. Parmağımdaki yüzüğün aynısı onunda parmağındaydı. Benim aksime o bana aşkla bakıyordu. Nişanımız kısa süre önce kıyılmıştı ve biz artık nişanlı birer çift olmuştuk. Onunla dolaşmam ve görüşmem ailem için bir sorun teşkil etmiyordu. Tabi her zaman dışarı çıkmıyorduk. Bazı günler yanımıza birini alıyorduk. Bazen benim kız kardeşim bazen de onun kız kardeşi bize eşlik ediyordu.
Her buluşmamızda bana hediyeler getiriyordu. Ve beni sevdiğini söylüyordu. Bende tabi bunlarla mutlu oluyordum. Bir keresinde elimi tutmuştu. Kısa anlığına bile olsa güzel bir duyguydu. "Maliha seni seviyorum." sözleriyle bakışlarımı ona çevirdim. Tebessüm ettim ama o bunu görmedi. Çünkü ağzım kapalı olduğu için görmesi imkansızdı. "Gözlerin nehirler gibi uçsuz bucaksız." dedi. Bu sözleri nereden buluyordu böyle? Ben yanında utanıp kızarırken o ise bana iltifatlar etmeye devam ediyordu.
"O güzel yüzünü görmek istiyorum." dediğinde kaşlarım yukarı doğru kalkmıştı. "Hadi kırma beni." dedi. Dudaklarındaki tebessümü benimde yüzümde tebessüm oluşturmuştu. "Tamam." dedim ve yüzümü açtım. Gözlerindeki hayranlık kelimelerle ifade edilemezdi. Elimde elini hissetiğimde tüylerim ürpermiş, kalbim çırpınmaya ve midemdeki kelebekler uçuşmaya başlamıştı. Elini çenemde hissettiğim zaman gözlerim kocaman olmuştu.
Kendimi geri çekip yüzümü hızla kapattım. "Evlenmeden buna müsaade edemem." dedim. Gözlerindeki hayal kırıklığı beni üzse de böyle bir şeye müsaade edemezdim. "Bir kere öpsem ne olur?" dedi. "Olmaz." dedim ve onun yanından ayrıldım. "Bir gün olacak ama." demişti. Yüzümde tebessüm oluşmuştu ama dönüp ona bakmadım. Kalbimin yeniden titremesini sebep olmuştu.
Nişanımız aile arasında olmuştu. Nişandan önce çok göz yaşı dökmüştüm. Kaç defa anne ve babama yalvarmıştım. Parmağıma takılan yüzüğü artık çıkaramazdım. Çünkü bizde parmağa bir kere yüzük takıldı mı ne olursa olsun o yüzük asla çıkmazdı. Herkes öyle değildi belki ama bizde öyleydi. Nişandan sonra konuşmamız için bizi ayrı bir odaya almışlardı. Feras bana beni üzmeyeceğine dair söz vermişti. Bende bu sözüne güvenmiştim hem zaten güvenmekten başka çarem yoktu ki.. Şuan bunları düşününce o kadar ağlamak bana saçma gelmişti.
Arkamdan ayak sesleri geliyordu. "Maliha biraz yavaş yürüsen." dedi. "Sen biraz hızlı yürüsen." dedim. Kolumdaki eli beni durdurunca durmak zorunda kalmıştım. Önüme geçmiş ve beni suratına bakmak zorunda bırakmıştı. Koyu kahverengi gözleri içime içime işleyen inci taneleri gibiydi. Dudaklarının kenarı yukarı doğru kıvrılmıştı. "Çok inatçısın biliyorsun değil mi?" dedi. Sesindeki tını bile çok hoşuma gidiyordu. "Evet biliyorum." dedim. Elinin arasındaki kolumu ondan kurtarıp hafiften ona çarparak yoluma devam ettim.
"Nerede kaldınız yemek hazır." diyen anneme bakmıştım. "Ancak gelebildik." dedim. "Hadi çabuk sofraya oturun yemekler buz gibi oldu." demiş ardından bakışlarını Feras'a çevirmişti. "Oğlum buyur sende gel." demişti. Feras yüzündeki mutlulukla benim karşımdaki sandalyeye kurulmuştu. Gözlerini üzerimden ayırmadan bana bakması ellerimin titremesine sebep oluyordu. Ben annem ve babamdan çekinirken o ise kimseden çekinmiyordu. Saçlarını geriye doğru elleriyle taramış ve eline çatalını almıştı. Bende titreyen elime çatalımı aldım ve önümdeki yemekten yemeye başladım. "Anne Ramin ve Sahar yok mu?" diye sordum. "Onlar yemeklerini yediler ve odalarına gittiler." demişti.
Sahar ve Ramin kız ve erkek kardeşlerimdi. Benden bir kaç yaş küçüklerdi. Ablalarım vardı ama onlar evliydi. "Feras babanlar nasıl?" diye soran anneme "İyiler iş güç koşturuyorlar." demiş ve yemeğini yemeye devam etmişti. Arada da göz ucuyla bana bakıp gülümsüyordu.
"Ben artık gideyim." diyen Feras'a baktım. "Tamam." dedim ve onu kapıya kadar yolcu ettim. Arkasını dönüp gideceği zaman hızla bana dönmüş ve yanağıma öpücük kondurmuştu. Gözlerim kocaman olurken o çoktan yüzündeki tebessümle oradan ayrılmıştı. Elim yanağıma gidince içimde oluşan his bedenimi ele geçirmişti. Kalbim göğüs kafesinin içinde adeta şuan taklalar atıyordu. Yüzümde oluşan mutluluk yanaklarımın kızarmasına sebep olmuştu.
Kendimi toplayıp açık olan kapıyı kapattım ve içeri girdim. Yanaklarım şuan alev alev yanıyordu. "Getir bakayım ne aldınız?" diyen annemin sesiyle hayal dünyamdan çıkmıştım. Vestiyerde duran torbayı elime alıp oturma odasına götürdüm. Anneme torbayı verdim ve geçip yanına oturdum. Annem torbayı açmış, içinde duran kıyafetlere bakmıştı. "Güzel şeyler almışsınız." demişti. Gözleri tek tek kıyafetlerin üstünde dolaşıyordu. "İnşallah mutlu olursunuz." dedi. Annem her namaz kıldığında benim için dua ederdi. "İnşallah" dedim. Aslında Feras'ta namazında bir insandı. Onun bu yönü beni çok etkilemişti.
Tabi başıma gelecekleri bilmiyordum. Başıma gelecekleri bilseydim ondan uzak dururdum. Ama kaderin benim için çizdiği yoldan habersizce yürümüştüm. Kimse kaderini bilemezdi veya önceden başına gelecekleri tahmin edemezdi. İşte bana da öyle olmuştu. Ben mutlu mesut aşık bir nişanlıydım. Her şeyi güllük gülistanlık sanırdım. Onun bana hediyeler alması güzel sözler söylemesi bana aşkla bakması beni çok etkilemişti. Ona resmen kör kütük aşık olmuştum..
"Abla hoş geldin." sesiyle kız kardeşime baktım. Kapının girişinde durmuş, bize bakıyordu. "Hoş buldum sen neredesin kız." dedim. Sahar yanımıza gelmiş ve kanepeye oturmuştu. "Odamdaydım." dedi. Gözleri annemin elleri arasındaki kıyafetlere gitmişti. "Bunlar ne?" diye sormuştu. "Kendime bir kaç kıyafet aldım." dedim. "Çok güzeller." demişti. Yüzümdeki tebessümle ona bakmıştım. Sahar benden farklıydı. Belki de benden daha güzeldi. Ona bakarken güzelliğinden içim gidiyordu. Ama biliyordum ki benim de kalbim güzeldi...
"Evet onun kalbi güzeldi ve bunlar başına gelmişti. Hemde öyle yüce gönüllü biriydi ki her şeye katlanmıştı. Kimse onunda bir kalbi olduğunu onunda duyguları olduğunu önemsememişti. O başına gelecekleri ister miydi? Hayır o bunları istemezdi ve hiç haketmiyordu..."
"Başımıza gelenler kader miydi? Yoksa kaderin bizlere bir oyunu muydu? Kimse başına ne geleceğini bilemez ki öyle değil mi?" |
0% |