Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@abdulkadirtuncay

Bu arada Bilal ile Leyla’nın düğün tarihi yaklaşmıştı. O dönemler köy düğünlerinde insanları düğüne davet için davetiye kartları kullanılmaz, onun yerine düğün sahipleri akraba ve komşularını bizzat ziyaret edip küçük hediyeler vererek düğüne davet ederlerdi. Leyla da düğününe davet etmek için Berfin’in evine gitmişti. Arkadaşının Mirza ile yaşadığı büyük aşktan ve son günlerde yaşadığı sıkıntılardan Bilal’in anlatmasıyla haberdar olan Leyla, onun kına gecesine ve düğününe gelebilmesi için annesine epey dil dökmüştü.

“Bu en mutlu günümde Berfin’in de yanımda olmasını çok istiyorum. Lütfen izin verin.” diyerek bitirmişti sözlerini. Yaşlı kadın Leyla’nın ısrarı karşısında daha fazla direnememiş ve yıllarca dostane bir şekilde komşuluk ettiği ailenin kızını kırmamak için gönülsüzce izin vermişti. Bunun üzerine genç kızlar büyük bir sevinçle kapıya çıkmış, sohbetlerine orada devam etmişlerdi.

“Duyduğuma göre Mirza aşkından divane olmuş.”

“Gerçekten mi, halâ beni seviyor mu?”

“Ne sevmesi kız, deli olmuş aşkından diyorum. Kına gecesinde görürsünüz birbirinizi.”

Sevinçten yüzü kızaran Berfin, yine de sevincini bastırarak ciddi bir tavırla;

“Ben de onu çok seviyorum ama bu işin olur tarafı yok. Annemin ağzını yokladım ama bir umut kırıntısı dahi göremedim. Mirza ile bu şekilde devam edip ailemin başını öne eğemem. Hem onun da daha fazla üzülmesine gönlüm razı olmaz.” demişti.

Bu sözleri Mirza’dan vazgeçtiğinden değil, çaresizlikten söylemişti. Öyle demişti demesine ama Leyla’yı uğurladıktan sonra bile Mirza’yı düşünmekten geri durmamıştı. Günlerce süren bunalımdan sonra ilk kez Leyla’nın ziyaretiyle Berfin’in yüzü gülmüş ve kına gecesi sevdiğini görecek olmanın hayaliyle huzurlu bir uykuya dalmıştı.

Bilal, Leyla ile Berfin’in konuştuklarının hepsini anlatmıştı Mirza’ya. Berfin’in kendisini sevdiğine dair sözlerinden dolayı mutlu olmuştu. “O da beni bu kadar çok seviyorsa elbet kavuşmanın bir yolunu bulacağız.” diyerek duyduğu sözlerin kendisine güç ve umut verdiğini söylemişti. En büyük sevinci ise Berfin’in kına gecesine geleceğini duyduğunda yaşamıştı. Kına gecesi gelip çattığında Mirza en az damat kadar heyecanlıydı. Damadın en yakın arkadaşı olduğundan yanından hiç ayrılmıyor, bir gölge gibi onu takip ediyordu. Aslında onun tüm heyecanı ve çabası Berfin’i görmek içindi. Zira o dönemlerde erkek ve kadınlar ayrı ayrı yerlerde eğlendiğinden, damada yakın olması hâlinde Berfin’i görebileceğini biliyordu.

Berfin, kınaya yanında kuzeni ile gelmişti. Leyla onu gördüğünde oturduğu yerden kalkıp ona sarılmış, yanına oturtmuştu. Nasıl ki Mirza Bilal’in yanından ayrılmıyorsa, Berfin de Leyla’nın yanındaydı. Bir ara nasıl olduysa Bilal’le birlikte gelinin olduğu yere gelen Mirza, neredeyse yıllar kadar uzun gelen bir zaman sonra yeniden Berfin’i görmüştü. Karşısında gördüğü Berfin değil de bir melekti sanki. Doğal bir güzelliğe sahip olan Berfin, eğreti makyajına rağmen uzun örgülü siyah saçları, kömür karası gözleri ve uzun boyuyla kına gecesine gelen kızlar arasında hemen fark ediliyordu. Bir yolunu bulup baş başa kaldıklarında ikisi de son günlerde yaşadıklarını anlattılar birbirine. Mirza konuşmanın bir yerinde;

“Bana evet de birlikte kaçalım. Ben seni inancınla, olduğun gibi kabul ediyorum, Müslüman olmak zorunda değilsin.” dedi.

“Bu mümkün değil. Benim sorunum Müslüman olup olmamam değil, aileme böyle bir kötülüğü yapamamam.”

“Ama başka çaremiz yok ki! Ne senin ne de benim ailem bu evliliğe hiçbir zaman onay vermeyecekler.”

“Biraz daha sabredelim. Belki zamanla şartlar değişir; ailelerimiz yumuşar ve evlenmemize izin verirler.”

Onların heyecanlı konuşmasını kapının ani bir şekilde açılması kesmişti. Kapıyı çalmadan açan Berfin’in kuzeni, birini arıyormuş gibi başını içeri uzatıp onları gördükten sonra hiçbir şey demeden hızla geri gitmişti. Berfin, kuzeninin annesine Mirza ile görüştüğünü anlatmasından korktuğu için peşinden giderek yetişmiş, ona annesine bir şey söylememesi için ricada bulunmuştu. Kuzeni merak etmemesini, kimseye bir şey anlatmayacağını söyleyerek güvence verince, Berfin o akşam bir daha Mirza’yı göremese de en azından üzerindeki anne korkusunu atarak gönlünce eğlenmişti. Kına gecesi kutlaması bitince de birlikte eve dönmüşlerdi.

Ertesi gün sabahın erken saatlerinde yatağında uyurken annesinin bağırma sesiyle uyanmıştı Berfin. Annesi o kadar öfkeliydi ki hiçbir şey demeden Berfin’i saçlarından tutarak yatağından düşürmüş, yerlerde sürüklemeye başlamıştı. Genç kız şaşkınlık ve korku içerisinde fal taşı gibi açılan gözleriyle ne olduğunu anlamadan annesinin hakaretlerine maruz kalmıştı. Meğer akşam kendisiyle kınaya gelen kuzenini, annesi ona göz kulak olması için yanında göndermişti. Bunu görev bilen kız, tıpkı aşkları destan olmuş Mem u Zin’i ayıran Beko gibi akşam gördüklerini biraz da abartarak sabah erkenden gelip Berfin’in annesine anlatmıştı.

Annesi tarafından odaya kilitlenen Berfin o kadar perişan bir hâldeydi ki hiçbir şey yiyip içememişti. Annesinin yaptıklarına karşın babasının vicdanına sığınıp umutlanmıştı. Tarlada çalışan babasının, akşam eve dönüp durumunu öğrendiğinde annesine kızarak kendisini odadan çıkaracağını düşünmüştü. Ancak işler hiç de umduğu gibi gitmemişti. Olan biteni öğrenen babası da tıpkı annesi gibi bir canavara dönüşmüş, Berfin’i feci bir şekilde dövmüştü. Ardından da ders alsın diye yüzü gözü kanlar içinde ahıra kilitlemişti onu. Günün belli saatlerinde annesi gelip bir kap içerisinde lapa gibi bir yemek ile bir bardak su koyup, hakaretler edip gidiyordu. Sadece küçük kardeşi bazen gizlice gelip, kapı aralığından ona seslenip, kurtulacağını söyleyerek moral veriyordu.

Her şey bir anda tersine dönmüş, ıstırap dolu günler başlamıştı Berfin için. Henüz Mirza’yla kaçmamış, ailesinin başını öne eğecek, onurunu zedeleyecek bir hareket yapmamıştı ama bu olayın anne ve babasını bu kadar öfkelendireceğini de hiç düşünmemişti. Daha şimdiden kendisine bunları yapan ailesi, kim bilir kaçsaydı neler yapacaklardı? Anne ve babasının öfkesinin, inançla bir ilgisinin olmadığını, tamamen cehaletten kaynaklandığını düşünüyordu. Kendisi de hiç okula gitmemişti ama tek suçu birini sevmek olan bir insana bu kadar zulüm yapmanın cehaletten başka bir açıklaması da olamazdı.

Birkaç gün böyle geçtikten sonra bir sabah güneş henüz yeni doğmuşken annesi ahıra gelmişti. Hiçbir şey demeden bağlarını çözmüş, sonra da koluna girip onu eve götürmüştü. Tavırlarındaki samimiyetsizlik genç kızın dikkatini çekse de bunu pişmanlığa ve mahcubiyete yorup çok da üstünde durmamıştı. Annesi önce onu güzelce yıkamış, sonra da temiz kıyafetler giydirip karşısına alıp konuşmuştu.

“Almanya’da yaşayan akrabalarımızdan ve cemiyetimizin önemli ailelerinden birinin oğlu seni istemişti ancak biz yaşın küçük olduğu için kabul etmemiştik. Baban bugün şehre gidip onlara telefon ederek, tekliflerini kabul ettiğimizi söyleyecek ve sözünüzün kesilmesi için onları buraya davet edecek. Yaşı senden biraz büyük olsa da bu çok önemli değil. Hem yaşça olgun olması senin için daha iyi zira olgun erkekler eşlerine daha sadık olurlar. Sana sahip çıkar, yalnız bırakmaz. Üstelik çok da zengin… Köy yerinden kurtulursun, Almanya’da çok güzel bir hayatın olur. Bugünden itibaren sen de kendini toparlamaya çalışsan iyi edersin.” demişti.

Son birkaç gündür maruz kaldığı eziyetlere rağmen anne ve babasına hiç kızmayan Berfin, annesinin bu sözlerinden sonra onlara karşı büyük bir kin ve nefret duymaya başlamıştı. Hatta Mirza ile kaçmaya karar vermişti ve kaçması durumunda onların düşeceği durum da artık umurunda değildi.

Köylü güzeli Berfin’in çok talibi vardı ancak Müslüman birini seven bir kızı artık köydeki Ezidi gençler istemezdi. Bu nedenle en doğrusu uzaklarda yaşayan birisiyle evlendirilmesiydi. Onu isteyen kişi ile aralarında neredeyse on beş yaş fark vardı. Köy yerinde bu kadar yaş farkı çok fazla görülmese de Berfin bunu onur kırıcı olarak görüyor, ona reva görülen bu muamele nedeniyle aşağılandığını düşünüyordu. Tüm bunlara sebep de gönlünden kopan temiz duygularla bir insanı sevmekti sadece, hepsi bu kadar...

Mirza’nın durumu dışarıdan sakin görünse de aslında orada da aynı fırtınalar kopuyordu. Arkadaşı Bilal’in önerisiyle ailesi ile son bir kez daha konuşmuş ancak ailesi; “Memlekette başka kız mı kalmadı da gidip Ezidi bir kıza âşık oldun?” diyerek yine katı bir tutum takınmışlardı. Bu sözler karşısında Mirza’nın morali çok bozulmuştu.

Üzüntülü ve stresli iki günün ardından düğün günü gelip çatmış, neredeyse nefes aldığı her an sevdiği kıza kavuşmak için çareler arayan Mirza hiç beklemediği kötü haberi düğünde almıştı. Leyla, Berfin’i ortalıklarda göremeyince düğüne gelenlerden sorarak arkadaşının büyük sıkıntılar içerisinde olduğunu öğrenmişti.

Duydukları karşısında çok üzülen Leyla, bunları Bilal’e, Bilal de Mirza’ya anlatmıştı.

Berfin’in maruz kaldığı durum karşısında kahrolan Mirza, çaresizlik içinde olduğu yere çökmüştü. Sevdiği kızın başka bir adamla evlendirileceği aklına geldikçe öfkeleniyor, duvarları yumrukluyordu. Berfin’in içerisinde bulunduğu çaresizliğe üzülmekle birlikte tüm bunların sebebi olarak da kendisini görüp kızıyordu. Hayatının en güzel günlerini yaşaması gereken genç bir kızın mahkûm gibi yaşaması, üstelik istemediği biriyle zorla evlendirilmeye çalışılması kabul edilebilir bir durum değildi. Onu hayatına bile mal olsa bulunduğu durumdan kurtarması gerekiyordu. Bunun için her türlü tehlikeyi göze alarak evine gitmeye karar verdi. Bilal, bunun çok tehlikeli olduğunu söyleyerek onu vazgeçirmeye çalışsa da başarılı olamadı.

Öfkeli genç, herkesin düğünde olduğunu fırsat bilip akşam karanlığından da istifade ederek kimseye görünmeden Berfin’in evinin önüne gelip, ışığı yanan bir pencerenin dibinde beklemeye başladı. Kısa bir süre sonra sevdiği kızın elindeki bezi silkelemek için pencereye çıktığını gören Mirza sesi kısık ıslıklarla Berfin’in dikkatini çekmeye çalıştı. İlk önce sesin sahibinin bir kuş veya böcek olduğunu düşünerek ilgilenmeyen genç kız inatçı seslerin bulunduğu yere dikkatlice bakınca Mirza’yı gördü. Korku ve heyecanla gitmesi için el hareketleri yaptı. Başarılı olamayınca beklemesini işaret ederek yanına indi.

Mirza’nın duyguları o derece coşmuştu ki köy meydanında sevgisini korkusuzca haykırabilirdi o an. Berfin ise sevinçle birlikte büyük bir korku duyuyordu. Mirza’nın yanına gelir gelmez;

“Ne yapıyorsun burada? Birisi görürse hiç iyi olmaz, ikimizi de öldürürler, hadi hemen git.” dedi.

Berfin nefes almadan art arda bu sözleri söylerken, Mirza buna hiç aldırış etmeden;

“Kaç benimle!” diyerek susturdu genç kızı.

Ailesinin şiddetine maruz kaldığı ilk gün kaçmaya karar vermişti ama şimdi bir anda bu soruyla karşılaşınca işin ciddiyetinden kararsızlık yaşamıştı.

“Nasıl olur, nereye kaçabiliriz ki? Hem böyle bir durumda bizi yaşatmazlar.”

“Yaşatmazlarsa yaşatmasınlar. Seninle olmayacaksam zaten yaşamanın bir anlamı yok benim için.”

“Beni başkasıyla evlendirecekler.”

“Seni kimselere yar etmeyeceğim.”

Duyduğu sözler Berfin’i çok sevindirmiş, güven vermişti. Bir an her şey gözünde anlamını yitirmişti onun için. Madem sevdiği adam kendisi için gözünü kırpmadan ölümü göze almıştı, o hâlde kendisi de aynı şeyi yapacak, hayatını bu yağız delikanlıya adayacaktı.

“Şimdi kaçarsak anlarlar.”

“Sen şimdi eve dön ve kimseye bir şey hissettirme, hiçbir şey anlamasınlar. Ne diyorlarsa yap. Öyle ki, her şeyi kabul edip Almanya’dan gelecek olan kişiyle evlenmeye razı olduğunu düşünsünler. Bu arada da hazırlığını yap. Ben her şeyi ayarlayıp, üç gün sonra gece yarısı seni almaya geleceğim.”

Sevgi aynı zamanda güven demekti. En zor anlarda bile gözünü kırpmadan hayatını avuçlarının içine bırakabilmekti. Tıpkı bir güvercinin sahibinin elleri arasında güvenle kanatlarını çırpması gibi... Berfin de sonunu bilmediği bir maceraya sadece sevdiği gence olan güveni nedeniyle atılıyordu.

“Tamam! Ama şimdi git.”

“Benimle geleceksin değil mi?”

“Evet, geleceğim. Kimseler görmeden git lütfen!”

“Kendine dikkat et, seni çok seviyorum.”

“Sen de dikkatli ol.”

“Beni sevdiğini söylemeden hiçbir yere gitmem.”

“Ben de seni seviyorum. Tamam, şimdi git n’olur.”

Bu sözleri söylediği için çok utanmıştı Berfin. Mirza büyük bir mutlulukla düğün yerine, o da kimseye bir şey hissettirmeden evine dönmüştü. Berfin’in evine giderek büyük bir tehlikeyi göze alan bu deli oğlanın sevinçli hâli Bilal’in de dikkatini çekmişti, bu her şeyin yolunda olduğunun bir işaretiydi.

Halayın başında Mirza, yanında Bilal… Mirza sağ elini havaya kaldırmış mendil sallıyor, sol eliyle de Bilal’in elini tutmuş oynuyordu. Diğer gençler de aynı şekilde parmakları birbirine geçmiş vaziyette el ele tutuşmuş, davul zurnanın ritmine bir makinenin dişlileri gibi şaşmaz bir uyumla ayak uydurarak kendilerinden geçiyorlardı. Halay başı olan Mirza, bir sanatı icra eden sanatçı; halayın diğer oyuncuları ise komutanının emirlerini eksiksiz uygulayan askerler gibiydi. Gücünü göstermek ve hünerini sergilemek isteyenin çıktığı bir er meydanıydı düğün yeri. Halaydakiler, zurnanın kulakları törpüleyen acıklı melodisi ile dünyanın kendi etrafında dönüşünü temsil ediyormuş gibi mistik bir görüntü oluşturuyor, sanki bir kutsal ayini icra ediyorlardı.

Tarih boyunca bu hep böyle olmuştu. Halay o insanlar için sadece bir eğlence yöntemi değil, aynı zamanda kötü talihe bir isyan, özgürlüğe bir haykırış, güneşli günlere bir selamdı. Az sonra idam edilecek olan Pir Sultan’ın taşlanmasına bir tepki; yıllarca zindanda esir tutulan Cem Sultan’ın özgürlük hasretine bir nefes; Kerbela’da şehit edilen Hz. Hüseyin’e bir yudum su; kör kuyuların dibindeki Hz. Yusuf’a bir yardım eli, berzah âlemindeki günahkâra bir kurtuluş umuduydu. Kenarda duran başı kapalı analar, yazmalı yavuklular da elleri ağızlarında zılgıtlar çekerek sevdiklerinin bu ayinine katılıyorlardı.

Devamı haftaya...

Loading...
0%