@acel__077
|
Selammm Sanırım bu uygulamadakilerin yarısı gibi bende Wattpadden geldim. Yazdığım kitabı umarımbeğenirsiniz, beğenmeseniz de lütfen yargılayıcı yorumlardan kaçınalım.:) *** "Oğlum sana kaç kere diyeceğim şu adamın dosyasını gelip gelip önüme koyma diye?!" koridorda elim pantolonumun cebinde havalı havalı yürürken bir de katiyyen söz dinlemeyen, inatçı dostum; asistanım Kuzey'e laf anlatmaya çalışıyordum. Bir hafta önce bir it gelmişti ve bana rüşvet vererek tehlikeli bir davanın avukatı olmamı istemişti. Hayır sorun risk almakta değildi. "Vera bak bu iş iyi para getirecek lütfen adam akıllı düşün şu işi." ofisime girdiğimde çantamı siyah masamın üzerine bırakıp, kapıyı kapatırken olayın ciddiyetini kavrayamayıp hala zırvalamaya devam eden asistanımın karşısına dikildim "Kuzey, şimdi iyi dinle çünkü neden istemediğimin sebeplerini sonuncu kez anlatıcam ve sende bu açıklamamdan sonra bir daha karşıma aynı dosyayla gelmeyeceksin. Tamam?" ondan cevap gelmeyince derin bir nefes verip gözünün içine bakarak tane tane konuşmaya devam ettim "Birincisi, benim yeterince çok param var. İkincisi, ben rüşvetle çalışmam ve üçüncüsü de bu dava fazla riskli ve hem Çember olup hem de böyle riskli bir davaya avukat olamam, uğraşamam. Anladın?" üçüncü maddeyi söylerken sesim onun gözleriyle eş zamanlı olarak kısılmıştı ve yüz ifadesinden anladığım kadarıyla çoktan pes etmişti ve daha fazla üstelemeyecekti. Bir süre gözlerimin içine baktı ve homurdanarak odadan çıkıp nihayet beni güzel ofisimde yalnız bıraktı. Siyah ve ahşap renkleriyle bezenmiş bu ofis bana dinginlik katıyor, sakinleştiriyordu. Masamın arkasına yapraklardan oluşmuş bir çemberin içindeki terazi resmini kondurduğum bu inimde olmaktan son derece mutluydum ve odada beni en mutlu eden detay da bu resimdi. Belki de iki kimliğimi birden simgelediğindendi; Avukat Vera Göktepe Arslan ve Kızıl Çember ya da sadece Çember. Bu iki insan birbirinden tamamen farklı ve bağımsız kişiliklerdi, onları şöyle açıklayabilirdim: Avukat Vera Göktepe Arslan; bu benim herkese gösterdiğim masum, buram buram başarı kokan, azimli, asıl kişiliğimdi. Çok masum sayılmasa da idare eder idi. Çember ise ismini katlettiğim kalleşlerin alınlarına tek kurşunla bıraktığım içi kan dolu çemberden alıyordu. Başına Kızıl eklenmesi ise cinayetlerimi işlerken çoğunlukla saçlarımla aynı renkte kızıl, kırmızı kıyafetler giymemden ve bunu kurtardığım masumların görüp yaymasından kaynaklanıyordu. Kanlı Çember falan da deniyordu ama Kızıl rengine takıntılı biri olarak benim en sevdiğim lakabım Kızıl Çember idi. Ve şunu biliyordum ki Çember asla masum değildi; o soğukkanlı, avlarını gözünü bile kırpmadan çeşitli işkencelerle öldürüp üstüne bundan zevk alan bir canavardı ve Vera Göktepe ondan tüm benliğiyle nefret ediyordu. Göktepe benim evlat edinilmeden, tüm kabuslarım bitmeden önce taşıdığım soyadımdı ve masamın önündeki isimliğimde de yer verdiğim gibi yaşatmaya devam ediyordum küçük Göktepe'yi. Bunun bir çok sebebi vardı ama en önemlisi o küçük kızı unutmamaktı. Onca acı çekmiş, küçücük bedenine rağmen çok büyük şeyler yaşamış o kızı ve tanıdıklarını, tecrübelerini unutmamaktı. Vera Göktepe'nin tüm acıları 16 yaşında, yanına eklenen Arslan soyadı ile dinmişti. Evet, her şey bitmişti ama hayır; izler geçmemişti ve asla geçmeyecekti. İntikam alınmalıydı ama bunu küçük, duygusal Göktepe yapamazdı. Bunu 14 yaşında dedesini kendi elleriyle öldürüp hemen sonrasında soğuk bir duş alan Kızıl Çember yapabilirdi. Böyle düşününce sanki kişilik bölünmesi yaşıyor gibiyim öyle değil mi? Ama hayır, akıl sağlığım daha o raddeye gelecek kadar bozulmadı. Yavaş yavaş höpürdettiğim kahvem bitince düşüncelerimden de sıyrıldım ve bir kahve daha yapıp Avukat Vera Göktepe Arslan kimliğime bürünerek işlerimin başına koyuldum. Zira bu işleri çarçabuk bitirmeli ve başka bir kimlikle, kızıl kıyafetlerle bu gece tekrar tekrar ve tekrar sahalara inmeliydim. ****** Saat yediyi geçiyordu, hava kararmıştı ve neredeyse sabah yediden beri burada oturan bana ve sevgili eklemlerime çok yazık olmuştu. Zira her yerim uyuşmuş, çok affedersiniz güzelim popom düzleşmiş ve her zaman olduğu gibi o lanet giresice migrenim bana girmişti. Elimdeki kalemi büyük bir isyanla masaya attım ve neredeyse her akşamki rutinimi uyguladım. Yıkık, yılmış ve rezil bir yüz ifadesiyle şakaklarımı sertçe ovuşturdum, çekmecemdeki ağrı kesiciyi bardakta kalan son yudum kahveyle yuttum ve yüzüme daha ifadesiz bir ifade yerleştirerek tutulmuş boynumu, isyan bayrakları çekmiş eklemlerimi çeşitli hareketlerle esnetip zar zor ayaklandım. Bu gün gerçekten çok fazla iş vardı, tabii bu benim her şeyi elimden geldiğince erteleme çabamdan kaynaklanmıyorsa Kuzey bana bu masanın başında ölmem için komplo kurmuş ve incelenmesi gereken dosyaları, görüşülecek olası müvekkilleri bu güne yığmış olmalıydı. Tabii beyefendi çoktan sıvışmıştı ve şu an muhtemelen ininde keyif yapıyordu. Bir kaç saat sonra huzurunun kaçacağını düşünerek askılıkta duran paltomu giydim ve bürodan çıkıp yüzüme çarpan soğuk havayla biraz daha ayılmak suretiyle otoparkta beni bekleyen canım siyah Range Rover'ımın yanına gittim. Bu dünyada en değer verdiğin eşyaları sırala derseniz ilk Gece ismini taktığım siyah motorumu sonra da şimdi kapısını okşayarak açtığım güzel arabamı söylerdim. Cinayet ve işkence malzemelerimi, güzelim silahlarımı saymazsak başka bir şey de söylemezdim zaten. Bu hayatta az şeye tutkum vardı; arabalar -özellikle Range Rover ve Audi'ler-, motorlar ve her türlü silah, bıçak, testere, ok, yay, çakı falan. Çantamı yan koltuğa bıraktım ve kemerimi takıp radyodan müzik listemi açarak Arslan malikanesine sürmeye başladım. Malikaneye gelip arabamı park edip, rezil, ağrılı bir şekilde arabadan indim ve odama kadar resmen süründüm. Salonda kimse olmadığından ebeveynlerimle görüşmeden direkt odama çıkabilmiştim. Bu gün cumartesiydi ve tamamen evde olduğum yarın onları fazlasıyla görecektim zaten. Ah şu Pazar günü aile yemekleri. Üvey abim Alp gittiğinden beri kesinlikle daha çekilir olmuşlardı ama o da duyduğuma göre geri dönecekti. Onu en son altı yıl önce ve bir yıl süreyle görmüştüm ama bu ona aşırı derecede gıcık kapmama engel değildi. Ondan kesinlikle nefret ediyordum ve Çember'i araştıran bir polis olması da bu nefretimi katlıyordu. Kendisi tam altı yıl önce üniversiteyi bitirmiş ve başka bir şehre atanmıştı. Hayırsızın teki olduğu için onu çok özleyen ailesinin çağrılarını türlü, yaratıcı bahanelerle reddediyor ve buraya asla gelmiyordu. Benim için hava hoştu tabii ama pamuk kalpli Selin anne ve Semih baba için oldukça üzülüyordum. Odama girer girmez kendimi canım yumuşacık yatağıma elimdeki çantayı fırlatmak suretiyle attım. Paltomu, blazerımı ve yeleğimi çıkarıp aynı zavallı çantam gibi odanın farklı köşelerine savurdum ve biraz gözlerimi dinlendirmek için uzandım. İnsanın huzurlu uykusunun lanet bir telefon sesiyle bölünmesi ne kadar kötü hissettirebilirse o kadar huzursuz bir şekilde açtım gözlerimi. Yerdeki paltomun cebindeki telefonu almak için uzanıyordum ki başarılı olamayıp yere çakıldım ve büyük bir yılmışlık ifadesiyle artık ulaşabildiğim telefonumu aldım, açtım, kulağıma dayadım ve o sinir bozucu sesi duydum. "Yine uyuyakaldın değil mi Çember?" "Siktir git de uyuyayım?" diye aşırı kibar bir teklif sundum fakat tabii ki o şarlatan velet tarafından kabul görmedi, "Yok öyle iş güzelim. Saat geldi, kıçını kaldır ve yanıma gel." homurdanarak yataktan kalktığımda tam telefonu kapatıyordum ki velet tekrar konuştu "Duyan da seni zorluyorum sanacak, biraz az uyuşuk ol ve işleyeceğin cinayetleri bile ertelemekten vaz geç artık. Bak ri-" derken dırdırlarına katlanamayarak telefonu yüzüne kapattım ve giyinme odama gidip üstüme rahat kıyafetler giyip çok hafif olan akmış makyajımı temizledim. Süper ötesi güzellikteki, kızıl ve bir melek tarafından tasarlanmış suikast kıyafetlerimi ve silahlarımı elbette ki burada saklamıyordum. Odadaki ses sistemini çalıştırdıktan sonra banyoya girip kapıları kilitledim ve duşa kabinin kapılarını açtım, zeminini kaldırdım ve alttaki ahşap kapağı da ayağımla ittirerek açıp merdivenlerden inmeye başladım. Son basamaktan atladığımda, gören kişinin hayran kalacağı bir kitap okuma odasındaydım. Raflardaki bir dekor malzemesini çevirdim ve rafın açılıp arkasındaki şifreli kapıyı ortaya çıkarmasına sebep oldum. Oldukça zor şifreyi girdikten sonra kapı yavaşça açıldı, arkasında ki zifiri karanlık olan yola girdim ve açtığım kapıları kapadım. Şimdi ise sanki uzay boşluğundaymışım gibi zerre ışık olmayan ama ezbere bildiğim bu yolda yürüyordum. Sonunda kapıya ulaştığımda kapıyı iki kere tıklattım, zile bastım ve tekrar iki kere tıklattım. Bu bizim; Kuzey ben ve Hazal'ın özel şifresiydi. Kuzey fazla pimpirikli olduğundan bize aynen şöyle demişti "Eğer kapıyı böyle çalmazsanız yemin ediyorum, iki saniye sonra öleceğinizi bilsem bile açmam." evet kendisi kaygı timsali bir veletti. Ama yine de biriciğimizdi. Hazal o ve ben yetimhanede tanışmıştık ve bu zamana kadar hiç ayrılmamıştık. Aynı zamanda da onlar kimliğimi bilip hayatta kalan tek insanlardı. Aramızda birer yaş vardı; en büyüğümüz Hazal, küçüğümüz Kuzey idi. Kısa bir bekleyişin sonunda Kuzey kapıyı açtığında hemen içeri girdim ve uykusuz, huysuz gözlerimi elinde kahvesiyle dikilen velede diktim. "Her şey tamam, kameralar halloldu sahne sırası sende. Git ve hallet Kızıl." "Bana emir vermeni o kadar sevmiyorum ki." dedim yine aynı kötü bakışlarımla. "Ben de sana emir vermeyi o kadar seviyorum ki." sevimsiz bir gülümsemeyle sarf ettiği cümleye sadece yüzümü buruşturmakla yetinip hazırlanmak üzere odaya girdim. Gerçekten birbirimizle iletişimimiz göz yaşartan cinstendi. Hazal'ımın tasarladığı, kan kırmızısı renginde kıyafetleri giyip saçlarımı sıkıca topladım. Yüzüme maskemi geçirip silahlarımı kuşandığımdaysa ava hazırdım. Hazal kısa sürede ün kazanmış mükemmel bir moda tasarımcısıydı ve Arslan ailesine katılmamın asıl sebebiydi. Kendisini 17 yaşındayken Semih babanın kardeşi Samet amca ve karısı Ayla yenge evlat edinmişti. Onların zaten Gökhan ve Ece olmak üzere iki çocukları vardı ama bu aile komple çocuk sever olduklarından Hazal'ı da sahiplenmişlerdi. Hazal da bizden ayrılmak istemediği için birimizin evlat edilmesi konusunda çok ısrarcı olmuş, işi onlar buradaysa bende buradayıma kadar getirmişti. Son derece inatçı olan kıza dayanamayan Semih ve Selin ise beni evlatlık edinmeye karar vermişlerdi. Evet, o zamanlar kimseye yüz vermeyen bir somurtkan olmama rağmen şanslı çocuk bendim. Sanırım kader o yaşıma kadar çektiğim işkencelerden sonra yüzüme gülmeye karar vermişti. Kuzey ise 18 yaşından sonra yurttan ayrılmıştı. Daha doğrusu onu biz almış ve yanımıza getirtmiştik. Zar zor da olsa okumuştu ve şuan benim sekreterim olarak çalışıyordu. Her kişiliğimde sekreterimdi hatta; hem Avukat Vera Göktepe Arslan'ı hem de Kızıl Çember'i asiste ediyor, her anımda yanımda oluyordu. İletişimimiz her ne kadar pek dost canlısı olmasa da biz birbirimizin her şeyiydik; o benim küçük, duygusal ama aynı zamanda kontrolcü erkek kardeşimdi, ben ise onun katil ablasıydım. Hazal'ı ise ikimizde annemiz yerine koyardık. Bazen tam bir cadıya dönüşebilse de tüm benliğinde büyük bir anne şefkati barındırıyordu. Yani Hazal korumacıydı, Kuzey kontrolcüydü, bense umursamazdım. Genellikle başıma buyruk davranır, birsürü risk alır, tehlikeye girer, aptalca kararlar verir ve ikisini de delirtirdim. Bir de Bartu vardı. Onunla yollarımız yetimhaneden sonra ayrılmıştı ama hiç şüphesiz, onu 7 yıl boyunca kalbimizde taşımıştık. Kendisi benden 3 yaş büyüktü, dolayısıyla ben evlat edinilirken o reşitti. Biz evlat edinilince darıldığını gizleyememiş ve ısrarlarımıza rağmen yetimhaneden ayrılıp kendine bizden uzak bir hayat kurmuştu. Yani yedi yıl boyunca onunla hiç görüşmemiştik üçümüzde. Başta Hazal olmak üzere Bartu'muzu çok özlüyorduk. Bartu, Hazal'ın ilk aşkıydı ve bizim de biricik ağabeyimizdi. Sığınağın ormana açılan kapısından çıktığımda çalılıkların arasındaki motoruma, Gece'ye yöneldim. Bu gün öldüreceğim kişi kolay bir av idi. Tüm araştırmamı dün gece yapmış ve planımı hazırlamıştım. Kuzey ise bu gün gideceğim evin etrafındaki kameraları hacklemiş, son kontrolleri yapmıştı. Adı Mahir olan bu herif bir dolandırıcıydı. Yaptığı şey elbette tonton yaşlı teyzeleri robot süpürge alırken dolandırmakla sınırlı değildi, adamın eli dünya çapında ünlü şirketlere kadar uzanıyordu. Aslında adam demek ne kadar doğru bilmiyorum. Mahir henüz sivilceleri sönmemiş bir veletti. Tek sıkıntım ailesiyle birlikte yaşıyor olmasıydı. Ailesinin küçük oğullarının bir dolandırıcı olduğundan haberleri yoktu tabii. Çocuk henüz 20 yaşındaydı ve kimseye çaktırmadan ailesini bile dolandırmıştı. Evet, doğru söylüyorum. Ailesini de dolandırmış, kazandırdığı parayı kendi cebine katmıştı. Çocuğun kendine ait küçük bir evi bile vardı. Neredeyse her akşam evinde ailesinden gizli partiler veriyor, babasının kesinlikle izin vermeyeceğini bile bile içiyordu. Fakat araştırmalarıma göre anne ve babası da fazla üzerinde durmuyordu bu çocuğun. Ben onu istek üzerine öldürecektim fakat iyice araştırmış, moralimi bozan bilgiler bulmuştum. Anne ve babası küçüklüğünden beri Mahir'in üzerine düşmüyor, ne yaparsa yapsın umursamıyor, kendi haline bırakıyorlarmış. Koydukları nadir kurallarda da oldukça katılarmış. İçki içmesini, 14 yaşına kadar dışarı çıkmasını yasaklamaları gibi. Kısaca ailesi tam bir psikopatmış. İşte; bir çocuğun gelişiminde aile en önemli şeydir, aile çocuğuna hangi temelleri atarsa, çocuk o temeller üzerine büyür, bu temeller onun kişiliğini ve geleceğini belirler. Aile çocuğa 'seni umursamıyoruz' mesajı verirse, çocuk da ailesini umursamaz ve yıllarca sevgi, ilgi açlığıyla yaşayıp teselliyi başka yerlerde arar. Kötü huylu yönelimlerin çoğu da böyle ortaya çıkar. Tüm bunlardan kendime çıkardığım çıkarım ise bu çocuğa işkence yapamayacağımdı. Hala vücudumdan ayrılmamış vicdanım buna izin vermiyor hatta onu öldürecek olmamın bile pişmanlığını çektiriyordu. Sadece polise mi teslim etsem diyordum ama hayır. Mahir zaten ıslah evinde 1 sene yatmıştı. Bunun sonunda da asla akıllanmamış, ailesine pişmanlığı hakkında yalanlar söyleyip özürler dileyerek paçayı kurtarmış, ıslah evinden çıkınca da işlerini daha gizliden halletmeye devam etmişti. Gece'yi evden birazcık uzağa, çalılıkların arasına park ettim ve eve kadar yürüyüp kapıyı biraz zorlayarak içeri girdim. Sessiz olmaya dikkat ederek delikanlının odasını buldum ve uyuyan çocuğun kaşlarının ortasını susturucusu takılı silahımla hedef aldıp tek kurşunla işini bitirdim. Bu polislere gerekli bilgiyi vermek için yeterli olacaktı. Onu yanımda getirdiğim çöp poşetine koyarak evden çıkardım. Onu anne ve babasının uyanıp kahrolması için yatağında bırakmayacaktım elbette. Hızlıca evi terk ettikten sonra yakınlardaki bir karakola kadar çocuğu götürdüm ve suçlarının kanıtlarıyla beraber karakolun küçük arka bahçesinde bıraktım. Büyük bir rahatlıkla Gece'ye geri dönerken cinayet çok kısa ve eğlencesiz olduğu için mutsuzdum fakat bu çocukla eğlenmeme vicdanım izin vermiyordu. Sığınağa tekrar orman girişinden girdim ve Kuzey'in sorularını cevaplamaya başladım. ******* Eğer beğendiyseniz oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın. |
0% |