Yeni Üyelik
6.
Bölüm

RÜZGARIN PEŞİNDE -2

@acelya_yume35

UYARI: ŞİDDET, SAVAŞ, KAN, ÖLÜM, HASTALIK İÇERİR!

 

-2. BÖLÜM: ESKİLERLE KARŞILAŞMA-

 

Gözlerimi açtığımda farklı bir yerdeydim... Kendimi acayip bitkin hissediyordum. Oda taştı, kahverengi el oyması gardrop, kapı, cam bulunuyordu. Tavanda avize yoktu. Etrafa bakınca ahşap bir yatakta, yanımda iki komidinle uyuduğumu fark ettim. Burası biraz garipti. Sanki orta çağdan kalma gibi. Çalışma masasında ufak bir mum, kapı tarafındam duvardada bir meşale yanıyordu. Bunu sorgulamam gereksede çok rahat olduğundan iyice yerime sokuldum. Sıcacıktıııı.

 

 

Kapı açıldı. Biri girdi. Kızıl saçları alnına dökülüyor, buğday teni altın gibiydi, alevli gözleri beni bulunca kalın dudakları kıvrıldı. Vucudu iriydi tahminen yaşıttık ya da 18-20 yaşlarındaydı. Saçları ıslaktı.

 

 

 

Eiden: Günaydın Blaze.

 

Kaşlarımı çattım. Zihnimdeki düşüncelere benziyordu... Ama öyleyse...

 

 

Eiden: Kafan karışık ama sakin olmalısın. Her şeyden önce iyileşmeye bakmalısın.

 

 

Yanıma oturdu. Elini alnıma koydu. Nedense eli sıcaktı! Kaşlarımı çattım.

 

 

Blaze: Ne ediyorsun?

 

 

Eiden: Ateşin var mı diye baktım

 

Blaze: Sen yanarken mi?!

 

 

 

Sinirlenmiştim. Ne kadar sıcak olduğunun farkında değil miydi? Gülerek bana baktı. Kafa salladı. Ellerini kaldırdı ve parmaklarının uçlarında ufak alevler çıktı! Yuh napıyor bu? Şaşkınca ona bakıyordum. Ben kesin delirdim! Ya da öldüm! Tanrım beni niye buraya yolladın.

 

 

 

Eiden: Far görmüş tavşan gibisin!

 

 

Blaze: Benle dalga geçmeyi kes! Neler oluyor anlat!

 

 

 

Bağırınca boğazım acımıştı. Kaşlarımı çattım. Yatakta doğruldum. Üstümde eski bir gecelik vardı. Göğüsünün altı ve kolları büzgülü, altı düzdü.

 

 

Eiden:Oho boğazın çoktan gitmiş gel bakalım.

 

 

 

Yavaşça kaldırdı. Sinirle bakıyordum. Beni cama yaklaştırdı. Dürbün çıkardı. Baktı. Ne yapıyordu? Resmen eski zamanlara düşmüştüm. Bulunca çekildi.

 

 

Eiden: bak

 

Baktım. Yuvarlak, yeşilli mavili bir şey! Yanında giri bir yuvarlak vardı! Şaşkınca baktım.

 

 

Blaze:Dünya ve ay!

 

 

Eiden:Ölmedin, komada değilsin. Khian gezegenine hoşgeldin. Daha doğrusu memleketine.

 

 

Şaşkınca ona bakıyordum. Yatağa oturup bacaklarımı kendime çektim. Olamazdı! Napıcaktım? Neler olacaktı?

 

 

Blaze: na-sıl? Ailem?

 

 

Eiden: Onlar buralı değil. Seni sevmeme nedenleri bu olmalı.

 

Kafamı salladım. Yatağa oturdum. Ağlamak istiyordum! Niye ya? Bunlar gerçekti... Gözlerim doldu.

 

 

Blaze: Gerçek ailem yaşıyor mu?

 

 

Eiden: Evet biraz dinlen.

 

Saçımı okşayıp gitti. Acaba onla yakın mıydık? Yok ya bebekken gönderilmiş olmalıydım... Biraz uyudum.

 

 

 

Gözüme vuran güneş ışığı ile uyandım. Kalkıp camdan baktım. Kocaman bir bahçe vardı. Camım eğitim sahasını görüyordu. Bir çok; ok, yay, kılıç, bıçak, temizlik, keskinleştirme aletleri masaların üzerindeydi. Sünger olsuğunu tahmin ettiğim, büyük siyah zeminler vardı. Oturmak için taş banklar vardı ve askerlerin çantaları ya üstünde ya yanındaydı bankların.

 

 

Bir tanesi, diğerlerinin aksine gümüş bir zırh giyen. Evet, diğerlerininde gümüştü ancak bu çocuğunki parlıyordu. Tahminimce daha üst seviyedeydi. Beyaz saçları kısa, beyaz teni parlıyordu. Yüz hatlarını tam kestiremiyordum. Gözleri griydi sanki.

 

 

Kafasını kaldırdı ve bana baktı. Göz kırpıp, gülümsedi. Kalbim hızla atarken buz kestim. Yakalanmıştım! Ardından emir yağdırmaya başladı etrafındakilere. İyice güneşe çıkınca fark ettim. Çocuğun teni gümüşi parlıyordu. Dünkü çocukta sanki parlıyordu. Kaşlarımı çattım. İçeri döndüm.

 

 

 

İçeriye çok güzel kızıl saçlı ablalar girdi. Üzerlerinde alev rengi düz elbiseler vardı. Kucaklarında tepsi! Tanrım o tarhana mı?

 

 

Helen:Merhaba canım. Ben özel hizmentçinim. Bu yemekleri bitiriyoruz.

 

 

kucağıma koydu. Siyah gözlüydü. Hevesle kafamı salladım. Aklıma gelmişken inceledim onları. Boyunlarında kırmızı, siyah, altın, sarı, turuncu taşlardan kolyeler vardı... Tenleri normaldi... Tarhanadan başladım.

 

 

Blaze:Adınız nedir acaba?

 

 

Helen: Helen ben Blaze.

 

 

Blaze:Memnum oldum. Bu dünyadaki her şeye hakim misin Helen?

 

 

Helen:Evet, bir sorun mu var Blaze?

 

Kaşlarını çatmıştı. Bende o sırada omlete geçmiştim.

 

Blaze:Camdan baksana, zırhı en gümüş olan çocuğun teni parlıyor. Diğer askerlerin ve sizin parlamıyor. Dünkü alev çocuğunda parlıyordu.

 

 

Helen güldü yavaşça. Diğerleri ise şaşkınca bana bakıyordu. Ne demiştim ki?! Merakla hepsini süzdüm.

 

 

Helen:Onlar prens! O yüzden parlıyor. Kızların tepkiside onlara böyle hitap etmenden.

 

 

Blaze:O Alev çocuk adını söylemedi, rütbesinide.

 

Omuz silktim. Diğer kızlar dolabımda -artık benim olduğunu kabullenmeliydim- ve banyomda bir şeyler ile uğraşmaya başladılar. Yemeğim bitince Helen bana şurup içirdi.

 

 

Blaze:Dünyadakilerden daha iyi bunlar!

 

 

Helen:Sevindim Blaze. Bu arada kızlardan birine sesleneceksen VAS demen gerek. Hizmetlilerin burdaki adıdır. Vasi'den gelir.

 

 

Kafamı salladım. Helen beni kaldırdı ve banyoya yöneldik.

 

 

Helen:Kızlar siz dışarda bekleyin.

 

 

Heleni sorgusuz dinlemeleri şaşırttı. Hiç şüphe duymuyorlar mıydı? Neden liderlik yarışına girmiyorlardı?

 

 

Helen:Utanma şimdi seni yıkıycam ama sen kullanamazsın buradaki banyoyu.

 

 

Blaze:O yüzden sana bırakıyorum. Çok sıcak olmasın su.

 

 

Su... Yutkundum. Helen sudan korkmama gülüp beni küvete oturttu. Sinirle söylendim.

 

 

Blaze:Baya eğleniyorsun galiba?

 

 

Helen:Ateş krallığındasın Blaze. Su sevmemen bizi mutlu edecek tabi.

 

 

Blaze:Ha ondan...

 

 

Bu detayı yeni fark etmiştim. Adım... Hızlıca Helen'e döndüm.

 

 

Blaze:O zaman o alevli prens abim mi?

 

 

Helen: Müstakbel kocan

 

 

Yanağımı sıktı. Gözlerim kocaman oldu. Ney kocam mı? Nasıl ya? Paşam kurbanlık seçer gibi dünyadan gelin seçmişti? Bakışlarımı görünce iç çekerek konuştu.

 

 

Helen: Blaze eskiden siz sevgiliydiniz. Hatırlamıyorsunuz sadece. Prens yavaştan başladı. Siz birbirinizi seçtiniz.

 

 

İç çekti. Tanrım seçecek kişi kalmamıştıda mı seçtirtin onu bana? Acaba ben nasıl biriydim? Ofladım. Her şey çok karışıktı.

 

 

Blaze: Peki ben nasıldım?

 

 

Helen:Agresif ama yumuşak kalpli. Korumacı, cesur, yerinde duramayan biriydin Blaze.

 

 

Blaze:Hım

 

Kendim olabilcek miydim? Hangisi gerçek bendi? Banyo sonrası Helen bana dünyadan gelen kıyafetleri giydirdi. Siyah bir eşofman, kırmızı bir sweet-shirt, siyah botlar, kırmızı bir ceket. Saçımı yapmaları için oturdum.

 

 

Vas:Efendim saçınızı nasıl yapalım?

 

 

Helen: İki örgü yapın.

 

 

Heleni onayladım. Saçımı örüp kırmızı kurdeleler taktılar. Çok hoştu. Hep birlikte çıktık.

 

 

Blaze:Nereye?

 

 

Vas:Efendim yemek bitmediyse yemeğe.

 

 

Blaze: Helen bana adımla hitap ediyor sizler ise 'efendim' diyorsunuz.

 

 

Helen: Biz eskiden arkadaştık Blaze. Prensin emriyle rahatım.

 

 

Kafamı salladım. Köşeyi döndüğümüzde gördüğüm şeyle kaldım.

 

-Umarım sevmişsinizdir. Yazım kötü olabilir. Gelişmek için yazıyorum zaten.

Loading...
0%