@acidoruk
|
Hiçlik
Bazı hatalar vardır kolay unutulur, ama bazı hatalar vardır ki ruhta iz bırakır... Benim yaptığım hata, ruhta iz bırakan cinstendi, benim yaptığım hatanın affedilir bir tarafı yoktu. Ben çok büyük bir hata yapmıştım. Eğer o gün evden kaçmak yerine sinirlerime hakim olsaydım bunların hiçbiri yaşanmazdı. Çok pişman olsam da son pişmanlık fayda etmezdi ne de olsa… Şimdi ise ağlamaktan gözlerim şişmiş bir halde arabada ilerliyorduk. Kemal bana bir şeyler anlatıyor ama ne olduğunu anlayamıyordum. Etrafı bile doğru düzgün göremiyordum. Bulanık gözüküyordu her şey. Yemyeşil gözlerim kan çanağıydı. Bu sefer bir deponun önünde durmadık. Çok farklı, eskimiş ve terk edilmiş bir akıl hastanesinin önünde durduk. Ama ben korkardım. Karanlık yerler küçüklüğümden beri hoşuma gitmezdi. Hastaneye girdiğimiz gibi bir koridora yöneldik. Hastane, korku filmlerinden fırlamış gibiydi. Tavanda beyaz bir ışıktan başka ışık yoktu. Koridorda karşılıklı odalar, kenarlarda eskiyip paslanmış sedyeler, ortalığa saçılmış kirli kıyafetleriyle gerçekten bir akıl hastanesini andırıyordu. Koridorda dümdüz ilerleyip en karşıdaki odaya girdik. Orada bir sandalye ve ip duruyordu ve yerde ve duvarlarda olan kan izleri… Kan midemi bulandırırdı. Kan izlerini görür görmez çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Midem bulanıyordu, başım dönüyordu. Bu kan izleri kime aitti? Benden önce burada neler yaşanmıştı? Bu sorular kafamda dönüp dururken birden sandalyeye yığıldım. Gözümü açtığımda etraf aydınlıktı. Sabah olduğunu düşünmüştüm ki komodine koyulmuş, önümü aydınlatan feneri gördüm. Kan izleri de temizlenmişti. Ama kafamdaki sorulara cevap bulamamıştım. Sağ tarafıma baktığımda Salih’in koltukta uyuduğunu gördüm. Başka da kimse yoktu. Başım ağrıyordu. Hafifçe öksürdüm. Öksürdüğüm an Salih uyandı ve bana baktı. Masmavi, o deniz mavisi gözleriyle bana bakıyordu. Sonunda dayanamayıp “Ne bakıyorsun?” diye sordum. Soruma cevap vermeyip “İyi misin?” diye sordu. Bunu şimdi neden soruyordu? İyiydim ya da değildim. Bu onu ilgilendirmezdi. Ona dönüp sinirle “Bu seni ilgilendirir mi sence?” diye sordum. Böyle bir tepkiyi beklemediği çok açıktı. Önce ne diyeceğini bilemedi. Sonra kaşlarını çattı ve “sadece bir soru sordum, kızmana gerek yoktu,” dedi. Hem bana her türlü kötülüğü yapıp hem de nasıl sakin kalmamı bekleyebilirlerdi ki? Bu aptallıktı, düpedüz aptallıktı bu. “Bana her türlü kötülüğü yapıyorsunuz lan! Nasıl sakin olmamı bekliyorsunuz?” Bu sözlerimden sonra gözlerini gözlerime çevirdi ve göz göze geldik. O masmavi gözlerine baktığımda nutkum tutulmuştu. Şaşkınlıkla yutkundum. Bir göz bu kadar güzel olabilir miydi? Olabilirdi. Ama gözlerinin en derinine bakınca kederi gördüm. Yüzündeki o acıyı gördüm ilk defa. Konuşmak istemiyordu. Belki de konuşmak ağır gelecekti ona. O yüzden yüzündeki kederi ve acıyı gizleme gereği bile duymadan gözlerime bakmıştı. Onun çektiği acıyı ve kederi, gözlerinden anlamamı istiyordu belki de. Sonunda gözlerini gözlerimden ayırıp konuşmaya başladı: “Bak, benim füze olayından kesinlikle haberim yoktu. İnan bana,” dedi. 1 saniye bile düşünmeden “sana inanmak istiyorum, bunu bana kanıtlayabilir misin?” diye sordum. Aslında inanıyordum ama onu her ne kadar tatlı bulsam da işi sağlama almak lazımdı. İş mi? Harika burada dura dura onlar gibi konuşmaya başladım. Gerçekten harika. “Evet, kanıtlayabilirim.” Salih’in sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp ona baktım ve “nasıl?” diye sordum. Hiç düşünmeden cevapladı. “Seni kaçırarak.” Ne! NE beni mi kaçıracaktı? Gerçekten şaka gibiydi bu yaşadıklarım. Lütfen biri beni bu kabustan uyandırsın! Adam resmen seni kaçıracağım diyordu. Ama kabul etmekten başka çarem de yok gibiydi. Burada kalırsam her şekilde ölecektim. Yüzüne baktım ve “kabul ediyorum,” dedim. Kabul ediyorum. Salih’in yüzündeki umudu gördüm o an. Belki de en başından beri babasının yaptıklarını onaylamıyordu. Ya da dediği gibi füze olayından sonra bana acımaya başlamıştı. Emin değildim. Ama emin olduğum tek bir nokta vardı: “umut. ” Evet, umutluydu, inanıyordu bu işi başaracağımıza. Bu kadar umutluysa kesin bir bildiği vardır diye düşündüm. O görmeden asık suratım, mutlu bir hal aldı. Ona, üzgün ve endişeli olduğumu göstermemeliydim. Umudunu kıramazdım. Çünkü umudunu kırmak demek, onu bu işten vazgeçirmek demekti ve bu riski göze alamazdım. Hayatınızda elinize iyi bir fırsat geçti mi kullanacaksınız. Çünkü o fırsat elinize bir daha geçmeyebilir. Hatta bu durumla ilgili çok güzel bir söz var: “Şans kapını çaldı mı aç. İkinci kez çalmasını bekleme.” Ben bu söze gerçekten inanırım. Çünkü dediğim gibi, fırsat elinize her zaman geçmez. “Bekle beni hemen geliyorum.” Salih’in konuşmasıyla birlikte bir kez daha derin düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm. “Nereye? Beni çözmeyecek misin?” Kapıda durup bana döndü. “Çok kalın bir zincirle bağlandığının farkındasındır umarım.” O an fark ettim. Haklıydı. O kadar çok şey olmuştu ki zincire bakmamıştım bile. Rezil olmuştum, rezil. Durumu hemen düzeltmeye çalıştım. “Iıı… şey… halısın.” Bana şaşkınlıkla baktı. “Halıya benzer bir halim var mı sence?” Ciddiyetle sormuştu. İstemeden kızdırmıştım. Hemen açıklamaya çalıştım. “Iı… yani halı derken haklı demek istemiştim…” O an ciddiyetini bozarak güldü. Kızmamıştı, dalga geçiyordu resmen. Sinirle ona baktım. Sinirlendiğimi görüp devam etti: “ ismim Salih ama istiyorsan sen bana kısaca halı diyebilirsin,” dedi. Sinirle söylendim: “ ya bu halde nasıl dalga geçebiliyorsun sen?” Bir an o da ciddileşti. “Tamam tamam pardon. İstiyorsan Salih de. Bu senin kararın.” Bu çocuk beni delirtmekten zevk alıyordu. “SALİH!” sesim beklediğimden daha yüksek çıkınca birden ağzımı kapattım. Salih’te tekrar kapıya yönelip “Ben çıkıyorum o zaman,” dedi. Sinirle “sen çık o zaman!” dedim. Tam çıkıyordu ki bir kez daha bana döndü ve “bak çıkıyorum, emin misin?” diye sordu. O böyle yaptıkça sinir katsayım yükseliyordu. “SALİH ÇIK ARTIK ÇIK!” Az önce üzgün olan adama ne olmuştu böyle? O etkilendiğim adama ne olmuştu? Az önce ki o adamın aksine bu adam, beni delirmekten zevk alıyordu. En sonunda “tamam,” dedi ve çıktı. Şükür çıkabilmişti. Biraz daha kalsaydı gelip beni çözdüğünde -çözerse yani- elime geçen her şeyi fırlatmaya başlayacaktım. Aradan birkaç dakika geçmişti ki geri geldi ve zincir kesme aletiyle zincirleri kesti. Ellerim ve kollarım acıyordu. Acıyla sağ elimle sol bileğimi, sol elimle sağ bileğimi ovmaya başladım. Sonra Salih’e baktım. Bana bakıyordu, ellerime… Gözlerinde hüzün ve acı vardı bu seferde. Daha az önce benle dalga geçen adam şimdi benim için üzülüyordu. Salih’in hızlı duygu değişimine yetişemiyordum. Sadece ve sadece ellerime kilitlenmişti. Başka yere bakmıyordu. Burada çok fazla zaman kaybetmiştik. Artık harekete geçmemiz gerekiyordu. Salih’i kendine getirmek için “Salih,” dedim. Bana bakmadı. Ellerime bakmaya devam ediyordu. Bir elimi arkaya saklayıp diğer elimle Salih’i sarstım. “Hadi Salih, gitmemiz gerekiyor.” O an kendine geldi. “Tamam, gidiyoruz. Sadece beni dinleyeceksin, yanımdan ayrılmayacaksın, ses çıkarmayacaksın. Anlaşıldı mı?” O, bir bir emirlerini sıralarken onu dikkatle dinliyordum. Dediklerinin hepsini yapmak zorunda olduğumu da biliyordum. Çünkü o olmazsa bu lanet akıl hastanesinden çıkmamızın imkanı yoktu. O yüzden o ne derse onu yapacak, sözünden çıkmayacaktım. Ona döndüm ve “anlaşıldı,” dedim. Belinden silahını çıkardı ve beni arkasına aldı. Çatışacak mıydık? Ya Salih herkesi öldüremezse? Ya ölürsek? Çok korkuyordum cesaret almak için Salih’in silah tutmayan elini tuttum. Bana baktı. Gözlerimdeki korkuyu gördü. Beni sakinleştirmek istermişçesine elimi sıktı ve sanki ne düşündüğümü anlamış gibi “ merak etme, çatışmak zorunda kalmayacağız. Buraya ilk gelişim değil. İlk geldiğimde hastaneyi dikkatlice incelemiştim. Babamın bile bilmediği gizli bir çıkış kapısı var. Hatta yer altı tüneli desek daha doğru olur,” dedi. “Yer altı tüneli mi?” diye sordum. Şaşırmıştım yeraltı tüneli de ne demekti? Hem Kemal’in adamları olmaz mıydı? “Her şey iyi güzel de babanın adamları olmayacak mı? Tünele kadar nasıl gideceğiz?” Cebinden plastik bir kelepçe çıkarıp “ellerini uzat”, dedi. Anlamamıştım amacı neydi? Yoksa kötü bir amacı mı vardı? Emin değildim. “Ne?” diye sordum. Silahı beline yerleştirdi ve “elini bağlayacağım ve tuvalete gittiğimizi söyleyeceğim. Geçitte tuvaletin karşısında olduğu için anlayamazlar,” dedi. Bu çocuk Albert einstein’in akrabası falan olmalıydı. Çok zekiydi. “ Tamamdır. Harekete geçelim o zaman,” dedim ve ellerimi bağlasın diye öne uzattım. Ellerimi bağladı ve beni tutup kapıyı açtı. Kapının önündeki adamlar bize baktı. Salih, konuşmalarına izin vermeden “Kızı tuvalete götürüyorum. Merak etmeyin kaçamaz. Buradaki tüm çıkış yollarını biliyorum. Kaçmasına imkan yok,” dedi. Bir adam tam konuşacaktı ki Salih, elini kaldırıp adamı susturdu. “Merak etmeyin, babamın haberi var ve dikkat ederim,” dedi. İkisi de başıyla onayladı ve tuvalete doğru gitmeye başladık. Koridorda yürürken koridorun sağında ve solunda bulunan adamlar biz geçerken Salih’e başlarıyla selam veriyorlardı. Sonunda tuvaletin oraya ulaştığımızda Salih’in tam da dediği gibi tuvaletin karşısına doğru yöneldik. Ama tuvaletin karşısı duvardı. Şaşkınlıkla ne olacağını beklerken Salih, bir parkeyi kaldırdı ve aşağı doğru uzanan merdivenleri görünce şok oldum. Salih, cebinden bir çakı çıkarıp plastik kelepçeyi kesti ve önden gitmem için nazikçe elini uzattı. Yavaş yavaş kenarlara tutunarak merdivenden inmeye başladım. Salih 1-2 basamak indikten sonra parkeyi içeriden yerine yerleştirdi. Merdivenler bittiğinde karanlık bir koridorla karşılaştık. Salih, önüme geçip fenerini açtı ve elimi tuttu. Benim elim, onun kocaman eli arasında küçücük kalmıştı ama güvende hissettiriyordu. Konuşmadan yaklaşık 10 dakika yürüdükten sonra karşımıza merdivenler çıktı. Yol burada bitiyordu. Merdivenleri çıktık. Ve sonunda dışarıdaydık. Sonunda kaçmayı başarmıştık. Sevinçle “Sonunda!” diye bağırarak Salih’in boynuna sarıldım. O da beni sardı. Nedense onun beni sarması, beni güvende hissettiriyordu. Ondan ayrıldığımda etrafa bir göz attım. Hava aydınlanıyordu. Yolun kenarındaydık. Salih telefonunu çıkardı ve telefonuyla ilgilenmeye başladı. Büyük ihtimalle herhangi bir yardım çağıracak diye düşünüp beklemeye başladım. Birden korna seslerini duyduk ve sola doğru baktık. Bir kamyon korna çalarak üstümüze doğru geliyordu. O an hiçbir şey yapamadım. Bilinmeyen bir güç tarafından kilitlendim kaldım sanki. Dünyam karardı. Hiçbir şey görmüyor, duymuyordum. Sanki bir hiçliğin ortasındaydım. Kimse yoktu. Tek başıma, bir hiçliğin ortasında kalan, ailesini kaybetmiş masum bir çocuktum sanki… |
0% |