Koleksiyoncu kahvaltısını bitirdikten sonra laboratuvarına indi. Beyaz ledlerin aydınlattığı laboratuvarda anı mühendisliği için pek çok alet bulunuyordu. Bunlar 2175 yılının dünyasında bulunan en uç noktadaki teknolojik aletlerdi. 100 yıl önce insan zihninin kilidinin açılmasıyla başlayan süreç Anı Bakanlıkları’nın kurulup üniversitelerde Anı Mühendisliği gibi bölümlerin açılmasına kadar uzayan bir süreçti ve yaşanan tüm bu değişiklikler de sosyal yaşamı yeni baştan yazacak kadar ileri bir uca gitmişti.
Sektörde Koleksiyoncu lakabı ile bilinen Aldrich Esteraz da tıpkı babası gibi Anı Bakanlığı altında çalışan bir Anı Müfettişi’ydi. Yirmi iki yaşında Anı Mühendisliği konusunda dünyanın en iyi üniversitesinden mezun olduktan sonra sektörün en genç ve en iyi müfettişi olmuştu. Çünkü Koleksiyoncu yalnızca müfettişlikle yetinmeyip bilinç ve rüyalar gibi pek çok farklı alanda da uzmanlaşmıştı. Yirmi beş yaşına geldiğinde anılar, bilinç, rüya ve beynin genel işleyişi konularında dünya üzerinde ondan daha bilgili birisi yoktu ve sektör için öncü konumundaydı.
Koleksiyoncu onlarca rafta dizili olan onlarca anı kürelerine can sıkkınlığı yüzünden okunacak bir biçimde bakıyordu. Laboratuvarın kapısının açılmasıyla kuzeni Elvin’i gördü. Gülümseyerek kendisine yaklaşıyordu.
“Gitmek istemediğini biliyorum. İnan bana, ben de istemiyorum ama bakanın kızı.”
Koleksiyoncu sertçe, “Dışarıda belki de gerçekten yardımımıza ihtiyacı olan hastalar var Elvin. Aptal bir ergenin aşk acısını zihninde silmek için benim mi gitmem gerekiyor? Bunu basit bir müfettiş de halledebilir.” diyerek karşılık verdi.
“Sen dünyanın en iyi Anı Müfettişi’sin. İhtiyaçları olduğunda kodamanlar her zaman seni istiyor. Bunu sen de biliyorsun. Yapacak bir şey yok kuzen. Hadi, hazırlan da çıkalım.”
Arabaya bindiler ve Elvin adresi söyledi. Araba yavaşça havalanırken Koleksiyoncu’nun yüzünde hala memnuniyetsiz bir ifade vardı. Zorla gittiği çok barizdi. Üstelik yoğun hava trafiği de sinirini daha da artırıyordu. Gökdelenlerin cephelerinde bulunan devasa hologramlı reklamlar her zamanki gibi göz alıcı bir biçimde parıldıyorlardı. Dünyanın en büyük şehri olan Yeni Londra elli beş milyonluk nüfusunu belli edercesine kalabalık gözüküyordu. Şehrin en alt katmanında azınlık olarak da olsa hala kullanımda olan petrole bağlı araçlar, onların üstünde beş katlı metro durakları gökdelenlerin arasında yılan gibi dolaşıyordu.
Nihayet adrese geldiklerinde Enerji Bakanı Krunitz, eşi Almira ve on altı yaşındaki kızları Alisa tarafından kapıda karşılandılar. Karşılıklı tokalaşıp selamlaşmanın ardından aile, Koleksiyoncu’yu ve Elvin’i Alisa’nın odasına götürdü. Küçük kız merakla sordu.
“Peki şimdi ne yapıyoruz?”
Elvin yanında taşıdığı çantasını açarken yanıtladı.
“Sen yatağına yatıyorsun ve ben de sistemi kuruyorum. Bayan Almira sehpaya ihtiyacım var.”
Sehpa biraz sonra karşısına geldi ve Elvin çantayı sehpaya yerleştirdi. Çanta görünümü işin kamuflajıydı. Taşıdığı şey esasında katlanıp çanta boyutuna gelebilen üç monitörlü portatif bir bilgisayardı ancak Anı Bakanlığı tarafından zihne yapılan dalmalarda Elvin gibi copilotlar için bir kontrolcüydü. Bilgisayarın yanındaki iki haloyu çıkartıp bilgisayar ile kablo bağlantılarını sağladı ve birini Alisa’ya uzatıp sistemi çalıştırdı.
“Yatağına otur ve haloyu başının üzerine koy.”
Alisa sırtını yatağın başlığına yaslayıp haloyu kafasına taktı.
“Başka ne yapıyorum?”
“Hiçbir şey. Gerisi pilotumuzda.”
“Size anlatmam gereken bir şey var mı? Yani…”
Koleksiyoncu kızın sözünü keserek araya girdi.
“Hayır, biz her şeyi halledeceğiz. Bir an önce başlayalım.”
Koleksiyoncu da başına halosunu geçirip yatağın yanındaki tekli koltuğa oturdu. Başını geriye yaslayıp Elvin’e hazır olduğunu belirten bir işaret verdi. Elvin kuzeniyle iletişim için kulaklığını taktı ve düğmeye basmasıyla her iki halo da beyaz ışıkla doldu. Alisa’nın gözleri yavaşça kapandı ve uykuya daldı.
Koleksiyoncu kendisini iki sene öncesinde buldu. Alisa’nın on dördüncü doğum günü için arkadaşlarının düzenlediği bir kutlamadaydı.
Elvin monitörden Alisa’nın beyin dalgalarını, nabzını, tansiyonunu, zihinsel bütünlüğünü ve beyin sağlığını görürken Koleksiyoncu’nun da hangi anıda, hangi senede bulunduğunu ve anının durumuna dair verileri görebiliyordu.
“İki sene öncesindesin. 6 Haziran 2173. Çocuğa dair ilk anıdasın.”
“Kutlama gibi bir yerdeyim Elvin. Bekle…”
Koleksiyoncu etrafını incelemeye başladı. Sahil kenarında bir kafedeydiler. Güneş batmak üzereydi. Dalgaların sesini çok net bir biçimde duyabiliyordu. Kendi üzerine baktığında az önce üzerinde olan kıyafetlerini gördü. Ortama uyum sağlayıp anıyı bozmamak için elini salladı ve üzerindeki elbise bir anda beyaz plaj gömleği ve şortuna dönüşürken rugan ayakkabıları da terliğe dönüştü. Sağ elini gözüne doğru götürürken elinde güneş gözlüğü olduğunu hayal etti ve güneş gözlüğü gerçek oldu. Gözlüğü takıp gülümseyerek kalabalığa doğru yaklaştı. Fazla dikkat çekmek istemiyordu. İlk önce nasıl tanıştıklarını gözlemlemeliydi. Gözlerini bara çevirip o yöne ilerledi. Bar taburesine oturup barmenden viski istedi ve gözlerini ilerideki kalabalığın ortasında pasta üfleyen Alisa’ya dikti.
Elvin hınzırca bir gülümsemeyle, “Viski mi? Emin ol, yarım saat sonra buradaki işimiz bittiğinde de içebilirdik.” dedi.
Krunitz ve Almira neler olduğunu anlamamıştı. Elvin aileye bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti. Kulaklığın tekini çıkartıp konuştu.
“Kızınız sahilde. Koleksiyoncu da ortama ayak uydurup anıyı gözetliyor. Neyin, nasıl yaşandığını görmesi lazım. Bunu yaparken de dikkatleri üzerine çekmemeli. Anıyı fazla kurcalamamalı.”
Almira şaşkın bir ifadeyle yanıtladı.
“Kızımın zihninde viski içmesi bir gereklilik mi?”
“Hayır, hayır. Kızınızın zihninde viski içmiyor. Bakın, zihnimiz her bir deneyimi kayıt altında tutar. İyi anılar, kötü anılar, yediklerimiz, içtiklerimiz… Her şey. Ve Koleksiyoncu şu anda kendi beyninde kayıtlı olan viski tadını kendi kendine tekrarlıyor. Yani kızınıza hiçbir şekilde zararı yok. Tabii bunu yapması kendi başına buyrukluğu ama dediğim gibi kızınıza bir zararı yok.”
Aile biraz olsun yatışmıştı ki Krunitz yeni bir soruyla çıkageldi.
“Peki şu an kızım da bu anıyı mı görüyor?”
“Hayır, Alisa uyuyor. Halo kızınızın beynindeki uyku reseptörlerini uyarıp uykuya daldırıyor. Ardından da ben, önümdeki sistem aracılığıyla halonun kızınızın beynini taramasını ve haloya aktarmasını sağlıyorum. Sonrasında da pilot ki burada bu kişi Koleksiyoncu oluyor… Onun halosu kızınızın halosu ile senkronize oluyor.”
“Yani… Esasında kızımızın beynine girmiyor.”
“Evet, girmiyor. Kızınızın beyniyle haloda buluşuyor. Gerekli değişiklikleri yaptıktan sonra da halo sinyaller aracılığıyla anıların son halini beyne gönderiyor. Bilgisayar diliyle konuşmak gerekirse üzerine yazıyor.”
Pasta kesildikten sonra Alisa tek tek arkadaşlarının iyi dileklerini alıyordu ki yakın arkadaşının kuzeni Sebastian ile tokalaşıp tanıştılar. Elvin’in önündeki duygusal grafikler bir anda fırladı.
“Çocukla tanıştı.”
“Gördüm. Pekâlâ, haritayı çıkart. Ardından da başlayalım.”
Koleksiyoncu viskisini içmeye devam ederken Elvin bilgisayarla Sebastian’ın olduğu her bir anıyı buluyordu. Başını kaldırıp aileye baktığında şaşkın gözlerle kendisini izlediğini fark edip tekrar bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti.
“Sebastian’ı bulduk. Şimdi bilgisayarın yapay zekâ yardımıyla çocuğun olduğu her bir anıyı içeren bir zaman haritası çıkartıyorum. Ardından da çapa anı olup olmadığına bakacağız. Elbette aklınıza çapa anı da nedir diye bir soru gelecek. Hayatımız boyunca unutamayacağımız kadar önemli olan kilit anılar diyebiliriz. Bir insan ömrünü düşününce bu durum en fazla elli ila yetmiş sefer olur. Alisa’nın durumunda ya hiç yoktur ya da bir en fazla iki tane vardır. Bunlar oldukça önemli anlar oldukları için değiştirmek beyin yapısına zarar verebilir. Bu yüzden işinin ehli birisi tarafından yapılmalı. Merdiven altı anı satıcılarından uzak durun.”
Almira kaşlarını çatarak, “Zarar verebilir derken?” diye sordu ve ekledi.
“Ne yani kızımı delirtebilir mi?”
Elvin buruk bir ifadeyle başını salladı.
“Dürüst olmak gerekirse… Evet. Bakanlık’ta bunun gibi olaylarla karşılaşıyoruz ancak gerçekleşme yüzdesi oldukça az.”
Ailenin yüzüne korku hâkim olurken bu işlemin düşündüklerinden daha tehlikeli olduğu gerçeğinin farkına varmışlardı. Elvin tekrar başını monitöre çevirdi ve her geçen saniye artan anı sayısına baktı. Hala çapa anı yoktu derken bir tanesiyle karşılaştı ve Koleksiyoncu’ya seslendi.
“Bir çapa anı var. Tanışmasından üç ay sonrasında geçiyor. Şimdi seni oraya gönderiyorum.”
Koleksiyoncu’nun etrafındaki her şey hızla silinip beyaza büründü ardından da yeni anının ortamı hızla belirip inşa oldu. Etrafına baktığında iskelede olduğunu gördü. Gece vaktiydi. Hava açık, gökte sayılamayacak kadar yıldız vardı. Ay dolunay formunda parlak halesi göz alıcı haldeydi. İskelenin ucunda Alisa ve Sebastian yere yatmıştı. Birbirlerine gökteki yıldızları işaret edip konuşuyorlardı. Etrafta başka kimse yoktu. Hafif bir meltem ciltlerde gezinirken iskelenin ayakları sakin deniz suyunun içindeydi.
Sebastian Büyükayı Takımyıldızı’nı işaret ederek söze girdi.
“Şunu görüyor musun? Büyükayı Takımyıldızı…”
Sebastian’ın parmağı takımyıldızındaki her bir yıldız arasındaki bağlantıyı işaret ederken Alisa da âşık olduğu ama henüz bunu itiraf edemediği adamın parmağını takip ediyordu.
“…Mitolojide bile kendisine yer bulmuş bir takımyıldızı. Yani oldukça eski hatta yakın zamanda arkeologlar Norveç’in kuzeyindeki mağaralarda bu takımyıldızının çizimlerini bulmuşlar. Bundan otuz bin yıl öncesinde yaşayan insanlar bile bu yıldızlara bakmışlar. Böyle söyleyince şu an dahi o ilkel insanlardan çok farklı değiliz gibi geliyor. Onlarla ortak bir noktada bulunuyoruz. Bundan otuz bin yıl sonraki insanlar da bizim için böyle düşünecek Alisa. Tıpkı o mağaradaki insanlar gibi biz de birer hayalet haline geleceğiz. Onlar da yaşamıştı, gülmüştü, üzülmüştü ve ölmüştü. Tıpkı bizim gibi.”
Sebastian doğrulup çarşaf sakinliğindeki denize baktı. Alisa da ona uyarak doğruldu. Bakışları Sebastian’ın yüzünde gezinirken genç adam da yavaşça yüzünü Alisa’ya çevirdi.
“Tek bir hayatımız var Alisa. Yaşamak, gülmek ve üzülmek için tek bir hayatımız var ve her geçen saniyeyle ölümümüze daha da yaklaşıyoruz. Bu yüzden kararlı olmalı, iyi tercihlerde bulunmalı ve fırsatlarımızı kaçırmamalıyız.”
Alisa gülümseyerek Sebastian’ı dinlerken Sebastian da içten bir gülümsemeyle Alisa’nın gözlerinin derinliklerine baktı.
“Eğer sana bunu söylemezsem hayatım boyunca pişman olurum. Korkak olurum ama ben korkak birisi değilim.”
Alisa, Sebastian’ın ihtiyacı olmadığını bilse de yanında olduğunu hissettirmek için elini tutup başını söyle dercesine salladı. Sebastian boşta kalan elini Alisa’nın saçına uzatıp kulağının arkasına attı. Sonrasında da yanağını okşarken fısıldadı.
“Hayatımı seninle geçirmek istiyorum Alisa. Yıldızlarımızın altında ne kadar vaktimiz varsa hepsinde yanımda ol istiyorum.”
Elvin’in monitöründeki Koleksiyoncu’ya ait duygu durum grafikleri bir anda yükselişe geçti. Elvin kuzenini hayatı boyunca tanıyordu. Duygusal bir yapısı olmadığını biliyordu ancak ne zaman ilişki silme üzerine davalarda çalışsalar pek çoğunda Koleksiyoncu’nun grafikleri alt üst oluyordu. Elvin elini kulaklığına atıp seslendi. “Kuzen, iyi misin?”
Koleksiyoncu hala iskeledeydi. Alisa ve Sebastian’ı izliyordu. Elvin’in sorusunu duyduktan sonra derin bir nefes alıp yanıtladı.
“İyiyim. Devam edelim.”
“Bir çapa anıya daha denk geldik. Üç hafta öncesinde geçiyor. Sanırım ayrıldıkları an.”
“Gönder.”
Alisa kahvesini yudumlarken Sebastian tuvaletteydi. Telefonunu masada bırakmıştı. Gelen bir mesajla hologram ekran parladı. Alisa’nın telefon karıştırmak gibi bir huyu yoktu. Sebastian’a güveni tamdı ancak çok geçmeden ikinci mesaj gelince acil bir şey mi var düşüncesiyle telefonu eline alıp mesajı okuyunca beyninden bütün vücudunu gezen bir elektrik dalgası yayıldı. Mesaj Vicky isimli Alisa’nın tanımadığı bir kızdandı. Seni çok özledim, akşama görüşelim mi, diye yazmıştı.
Alisa bir anlığına donmuş, okuduğu cümleye anlam verememişti. Geçmiş mesajlara baktığında acı gerçekle yüz yüzeydi fakat hiçbir şey hissetmemişti. Üç aylık konuşma geçmişini hızla tararken pek çok fotoğrafa da denk gelmişti. Hatta bazıları Sebastian ile fotoğraf çekindikleri yerdi. Birebir aynı pozla fotoğraf çekilmişlerdi. Hâlâ şokun etkisindeydi ve bu yüzden hiçbir şey hissedemiyordu. Sebastian kafenin oturma alanına geri dönmeden Alisa telefonda gezinmeyi bıraktı.
Sebastian tuvaletten geldiğinde Alisa öylece duruyordu. Gözü boşluğa takılmıştı. Sebastian bir sorun olduğunu anlayıp “Hayatım ne oldu?” dedi ve cümlesi bittiği gibi Alisa’nın tokadıyla sandalyesinden düştü. Alisa ayağa kalkıp bağırmaya başladı.
“Beni aldattın!”
Tüm kafe dönüp Alisa’ya bakarken o ağlıyordu. Çantasını alıp hızla çıkışa yürürken az önce oturduğu masanın tam arkasındaki masada oturan Koleksiyoncu ise düşünceli gözlerle boşluğa bakıyordu.