Etrafı bir kez daha değişti ve kendisini balkonda buldu. İçerideki odadan Alisa’nın ağlama sesi geliyordu. Kuzeni ve en yakın arkadaşı yanındaydı. Koleksiyoncu başını duvara yaslayıp açık olan balkon kapısından inkârı, hüznü, teselliyi ve hayal kırıklığını dinliyordu.
“Onu çok sevmiştim Eliz. Her şeyden çok… Ama… Ama o beni aldattı… Asla yapmaz diyordum. Hayatımı emanet edeceğim adam beni aldattı.”
Koleksiyoncu daha fazla dinlemek istemedi ve bileğindeki saate dokunup kuzenine sinyal gönderdi. Konuşamadığı durumlar için böyle bir iletişim yöntemi bulmuşlardı ve şu anda konuşursa içerideki kızlar bunu duyabilirdi. Bu da anının bozulup beynin saldırgan bir hal almasına sebep olabilirdi.
Şimdi Koleksiyoncu kendisini lobi dediği yerde buldu. Burası halodaki giriş bölgesiydi. Anılara, bilinçaltına, rüyalara geçmeden önceki son duraktı. Koleksiyoncu elini salladı ve bir bank belirdi. Oturup bacak bacak üstüne attı ve kuzenine seslendi. “Hazır mıyız?”
Elvin, “Evet, on saniye bekle. Harita neredeyse bitti.” diyerek yanıtladı.
“Pekâlâ kuzen, ilk çapa anıya gönderiyorum seni.”
Koleksiyoncu kendisini tekrar doğum günü partisinde buldu. Alisa tam tebrikleri kabul ediyordu ki Koleksiyoncu elini havaya kaldırdı ve anıyı durdurdu. Zaman ve etraftaki herkes, her bir kişi donmuş gibiydi. Koleksiyoncu kuzenine seslendi.
“Duygusal hacim?”
“Yüzde doksan iki.”
Elvin önündeki monitörden Koleksiyoncu’nun zihnindeki anı koleksiyonuna ulaştı. Yüzde doksan üzerindeki anılar arasında dolaşırken kuzenine sordu.
“Bayan Altesses’ten aldığımız anı nasıl? Kayağa gittiği anı?”
“Yazın ortasındayız Elvin. Bu fazla tezatlık yaratır. Daha uyumlu bir şey olmalı… Hadi, Morris’ten aldığımızı kullanalım.”
Koleksiyoncu elini tıpkı cam silermiş gibi salladı ve Alisa dışındaki herkesin yüzü silindi. Tekrar salladığında bedenler birer karikatür çizimine dönüştü. Tekrar salladı ve mekân yavaş yavaş silinmeye başladı. Elini her sallayışında detaylar silinip anı birer taslak çizim haline dönüşüyordu.
Krunitz ve Almira meraklı gözlerle Elvin’i izliyorlardı. Elvin tekrar açıklama yapma ihtiyacı hissetti.
“Şu anda anıyı temizliyor. Anı nihayet boşluktaki bir karalama haline gelince de Morris’ten aldığımız anıyı yerleştirecek. Bunu size bomba benzetmesiyle açıklayabilirim. Yerleştirdiğimiz anı tıpkı bir bomba gibi patlayacak ve Koleksiyoncu’nun taslak haline getirdiği o anın öncesine ve sonrasına akıp dolduracak. Buradaki yapay zekâmız da anının sınırlarındaki bağlantıyı uyumlu anılar yaratarak halledecek.”
“Duygusal hacim diye bir söylem kullandın. O nedir?”
Elvin gururla gülümseyerek, “Koleksiyoncu’nun sektöre armağanı. Şimdi kendi anılarınızı düşünün. Her birinin önemi ve size hissettirdiği duygu yükü bambaşka değil mi? Bazıları az şey hissettiriyor ancak bazılarını düşündüğünüzde bile öfke, mutluluk ya da hüzün beyninize hücum ediyor. İşte Koleksiyoncu, beyindeki sinyallerden anıların bu duygusallık gücünü ölçebilen bir yazılım yazdı ve kullandığımız yapay zekaya entegre etti.” diyerek açıkladı ve eklemede bulundu.
“Bir anıyı değiştirirken de yerine koyacağımız anının duygusal hacminin, ev sahibi anıdan daha yüksek olması lazım. Bu sayede kişi anının ona ait olmadığını anlayamaz.”
Almira kaşlarını çatarak, “Yani esasında dolandırıcılık yapıyorsunuz.” deyince Elvin kahkaha atarak yanıtladı.
“Farklı bir bakış açısı ancak yalan değil. Beyni hissettiği duygular aracılığıyla kandırıyoruz, evet.”
Koleksiyoncu anıyı tamamen taslak haline getirmişti. Morris’in kamp anısını yerleştirmek için hazırdı. Morris’in anısını düşündü ve elinde turuncu, parlak bir küre belirdi. Diğer eliyle küreye vurdu ve küre adeta patladı. Kamp anısı taslak halindeki anıyı doldururken Koleksiyoncu, Alisa’yı kamp anısı için hazırlamaya başladı. Elini salladı ve Alisa’nın üzerindeki şık elbise kamp için giyilebilecek giysilere dönüştü. Ardından elini Alisa’ya doğrulttu ve kamp ateşinin olduğu tarafa doğru hareket ettirdi. Alisa’nın ayakları yerden kesildi, havalandı ve kamp ateşinin yanına kondu.
Morris’in anısı birçok arkadaşı ile birlikte kampta doğum günü kutlamak üzerineydi. Morris’in arkadaşları şimdi taslak halindeydi fakat yapay zekâ hepsini Alisa’nın arkadaşları ile doldurmaya başlamıştı bile.
Anı yavaşça inşa olurken Elvin’in gözleri önündeki monitördeydi. Bu sefer Almira başka bir soruyla çıkageldi.
“Peki Koleksiyoncu’yu diğer anı müfettişlerinden ayıran nedir?”
Elvin tekrar gururla ve hatta biraz da kibirle, “Bizdeki anılar en iyileridir. Şimdiye kadar hiç eski anılarını hatırlayan davamız olmadı. İşimiz bittiğinde kızınıza Sebastian’ı hatırlatsanız hatta ilişkisi olduğunu bile söyleseniz bunu inkâr eder ve sizin saçmaladığınızı söyler.” şeklinde yanıtladı. Başını monitöre döndürdükten sonra tekrar Almira’ya çevirip eklemede bulundu.
“Duygusal yoğunluk yazılımından önce anıların yerine diğerini koymak geçici çözüm sağlıyordu. Bir süre sonra kişi bir şeylerin yolunda gitmediğini anlıyordu. Koleksiyoncu sayesinde sektör kurtulup atılım yaptı. Bu da Koleksiyoncu’yu sektörün bir numaralı anı müfettişi yaptı.”
Monitöre uyarı ekranının gelmesiyle Elvin’in bakışları monitöre yöneldi. Başını onaylar manasında sallayıp kuzenine seslendi.
“Fark etti. Tedbirli ol.”
“Sorun nerede?”
“Tanışmadan dört ay sonra. Bir arkadaş partisinde. Dikkatli ol.”
“Lütfen Elvin. Bir ergen zihniyle başa çıkabilirim değil mi?”
Krunitz ve Almira, Elvin’in konuşmasından ötürü tedirgin olmuşlardı. Krunitz endişeyle, “Bir sorun mu var?” dedi. Bu esnada Elvin bakışlarını Alisa’nın odasında gezdiriyordu. Duvarlarda pek çok filmin posteri vardı. Belli ki sinema sevdalısı bir gençti. Bakışlarını posterlerde gezdirirken Krunitz’in sorusunu cevapladı.
“Beyin her zaman dışarıdan bir müdahale olduğunu fark eder ve karşı koyar. Bunu yaparken de kendi korkularını kullanır. Kızınız sinemaya oldukça düşkün sanırım.”
“Evet, öyle.”
“Pek çok türden filme ait poster varken korku türünde yok. Kızınızı ne korkutur Bay Krunitz?”
“Seri katiller.”
Koleksiyoncu kendisini partinin içinde buldu. Villa iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalıktı. Koleksiyoncu giyimini ortama uygun şekilde ayarladıktan sonra masadan bir bira alıp kalabalığa karıştı. Alisa’yı uzaktan izlerken dikkatini üst kata çıkan birisi çekti. Yaz mevsiminde olmalarına rağmen üzerinde beyaz bir pelerin vardı. Koleksiyoncu yavaş adımlarla merdivene yaklaşıp çıkmaya başladı. Merdivenlerin başına geldiğinde kendisini uzun bir koridorda buldu. Koridorun sonunda beyaz pelerinli kişi sırtı dönük halde duruyordu. Bu kişinin de tıpkı Alisa gibi kıvırcık siyah uzun saçları vardı. Koleksiyoncu, “Bakar mısınız?” diyerek koridorun diğer ucunda duran pelerinli kıza seslendi.
Kız arkasını döndüğünde yüzündeki beyaz maske ortaya çıktı. Göz kısımları siyahtı. Ağız kısmında da kulaklarına varan şeytani bir gülüş vardı ve yine göz kısımlarındaki gibi simsiyahtı. Koleksiyoncu kibirli bir sesle konuştu.
“Sanırım buraya ait değilsin.”
Pelerinli kız başını sağa eğerek konuştu. Sesi hırıltılı ve kalın çıkıyordu.
“Tıpkı senin gibi.”
Sözü bittiği gibi hızla pelerinin gizlediği ellerini ortaya çıkardı ve Koleksiyoncu’ya ellerindeki bıçakları fırlattı. Koleksiyoncu elini önce yanındaki komodinin üzerinde duran vazoya doğrulttu ardından da bıçağa yöneltti. Vazo, Koleksiyoncu’nun elini takip ederek havada süzüldü ve bıçaklara çarparak tehlikeyi etkisiz hale getirdi.
Pelerinli kız sinsice bir gülüş atıp ellerini iki yana açtı. Bu sefer her iki elinde de dörder bıçak vardı. Tekrar hepsini Koleksiyoncu’ya fırlatınca Koleksiyoncu bu sefer komodini bıçakların üzerine fırlatarak tehlikeyi atlattı. Komodinin büyük bir gürültüyle duvarda parçalanması alt kattaki herkesin dikkatini çekmişti. Müzik kapanıp kendilerine doğru yaklaşan adımlar çoğalıyordu. Koleksiyoncu misafir istemediği için parmaklarını şıklattı ve arkasındaki merdiven başlangıcına çelik bir kapı koydu. Gülümseyerek pelerinli kıza seslendi.
“Misafire gerek yok değil mi?”
Pelerinli kız tekrardan her iki elinde de birer bıçak oluşturduğunda Koleksiyoncu başını iki yana sallayarak “Zaten bunu denemedin mi?” dedi.
“Böylesini değil.”
Kız hızla üzerine koşarken Koleksiyoncu da ona doğru koşmaya başladı. Tam kendisini savunmak için elinde kalkan oluşturacaktı ki kız bir anda arkasına ışınlandı ve Koleksiyoncu’yu arkadan bıçakladı. Koleksiyoncu acıyla yere diz çöktü. Kız ortalarda yoktu. Kuzeninin sesini duydu.
“İyi misin?”
“Işınlanan bir katilimiz var.”
“Ergen zihnine hoş geldin.”
Elvin ebeveynlere yine bir açıklama yapmak zorunda hissetti.
“İşimizin tehlikeli bir yanı da var. Pek çok davada böylesi sorunlarla karşılaşıyoruz. Koleksiyoncu ile pek çok macera yaşadık. Ejderha ile savaştı, kendisini uzay istasyonunda buldu, meteor durdurdu, İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma bir askerle çatıştı, üzerinden mermiler geçti, bıçaklandı, dövüldü, işkencelere maruz kaldı… Ama günün sonunda hiçbir zaman anıyı değiştirmekten geri kalmadık.”
“Neden böyle oluyor?”
“Çünkü Bay Krunitz, zihin her daim kendisini dış etkenlerden korumak ister. Beyin için bizler virüsüz, mikrobuz. Vücut tıpkı diğer mikroplara davrandığı gibi davranıp bizimle savaşıyor. Olay bu.”
“Peki Koleksiyoncu? Yaralanması…”
“Gerçekten yaralanmıyor tabii ki ancak acı zihinde yankılanıyor. Yani evet, o acıyı hissediyor.”
“Ya ölürse?”
Elvin bakışlarını Krunitz’e doğrultup ilk kez endişeli bir şekilde baktı.
“Aklını yitirir, delirir.”
Koleksiyoncu ayağa kalkarken elini yarasından çekti. Eli büsbütün kana bulanmıştı. Acıyı görmezden gelmeye çalışırken kız bir anda önünde belirdi. Ani bir hareketle Koleksiyoncu’ya bıçağını savurdu fakat Koleksiyoncu daha hızlı davranıp kızın arkasında duran perdeyi kontrol ederek kızın bıçak tutan ellerine sardı. Kız kurtulmaya çalışsa da Koleksiyoncu’nun kontrolünde olan perde buna izin vermiyordu. Koleksiyoncu yanına yaklaşırken kız kendini geri çekiyordu. Koleksiyoncu perdeyi kızın tüm bedenine sarıp duvara yapışmasını sağlamıştı. Kız tıpkı tuzağa düşmüş hayvanlar gibi bağırıp çığlıklar atıyordu fakat vücudunu saran perdeden kurtulamıyordu. Koleksiyoncu iyice yaklaşıp elini maskeye attığı anda kız tekrar ışınlandı.
Koleksiyoncu acıyla derin derin nefes alıyordu. Etrafına baktığında kız ortada yoktu. Alt kattan gelenler kapıyı yumruklayıp neler olduğunu öğrenmeye çalışıyorlardı. Koleksiyoncu, kuzenine seslendi.
“Temiz miyiz?”
“İki hafta sonraki anıya geçmiş.”
“Gönder beni.”
Almira yavaşça Koleksiyoncu’ya yaklaştı. Başında duran parlak beyaz halo haricinde uyuyan birisinden farksızdı. Bakışlarını Koleksiyoncu’dan ayırmadan endişeli bir sesle Elvin’e, “Ne kadar acı çekiyor?” diye sordu. Elvin bakışlarını monitörden kaldırıp “Çok.” diye yanıtladı.
Koleksiyoncu kendisini metroda buldu. Biraz ileride, kalabalığın içerisinde Alisa’yı görebiliyordu. Yanında da Sebastian oturuyordu. Sohbet edip gülüşüyorlardı.
Koleksiyoncu’nun gözleri beyaz pelerinli kızı arıyordu. Sağ elini karnının sol tarafındaki kesiğe attığında hala kanadığını gördü. Kendisi gibi dış etkenlerden dolayı ortaya çıkan kanamayı durduramazdı ancak kanın akmasının ve dikkatleri kendisine çekmesinin önüne geçebilirdi. Tampon hayal etmesiyle yara bölgesinde tampon oluştu.
Metronun durmasıyla yolcular birer birer inmeye başladılar. Koleksiyoncu hala Alisa ve Sebastian’ı izleyip pelerinli kız için tetikte bekliyordu. Alisa ve Sebastian’ın ardından metrodan inmek üzereydi ki arkasında, havada bir şeyin hareket ettiğini hissedip kendisini kenara çekti. Bıçak Koleksiyoncu’yu sıyırıp Sebastian’a doğru gidecekken beyaz pelerinli kız bağırdı.
“Hayır!”
Elini bıçağa doğru uzattı ve fırlattığı bıçağı Sebastian’ı vurmadan önce son anda gerçeklikten silindi. Öfkeli bakışlarını Koleksiyoncu’ya çevirip “Kolay lokma değilsin.” dedi. Koleksiyoncu başıyla onayladı.
“Öyle derler.”
Az daha gafil avlanacak olması Koleksiyoncu’yu sinirlendirmişti. Elini boşlukta salladı ve metronun kapısını kapattı. Metro da hızla ilerlemeye başladı.
Alisa ve Sebastian kalabalığın arasından şehre ilerleyip gözden kaybolmuştu. Alisa uzaklaştığı için anının kayıp kısmındaydılar. Bundan dolayı etrafta kimse yoktu. Çünkü anı sahibinin olmadığı yerde anıya dair insanlar da olmazdı. Boşluktan farksız sayıldığı için bu yerlere kayıp kısım deniliyordu.
Artık koca metroda baş başaydılar. Beyaz pelerinli, beyaz maskeli kız neredeyse üzgün denebilecek bir sesle konuştu.
“Bırak işte. Alisa onu seviyor.”
Koleksiyoncu kızın aksine soğuk ve katı bir sesle karşılık verdi.
“Alisa onun gitmesini istiyor. Sebastian’ı unutmak istiyor.”
Kız elini maskesine atıp çıkarttı. Koleksiyoncu şaşırmamıştı. Kız Alisa’ydı. Dolmuş gözleri ve titreyen sesiyle konuştu.
“İstemiyorum.”
“Sen yalnızca bir duygusal yankısın. Alisa’nın duygusal savunma mekanizmasısın… Ve senin dediğinin bir önemi yok.”
Koleksiyoncu yumruğunu sıktığı gibi metro ayaklarının ucundan koptu ve duvarlar Alisa’nın kaldığı kısmın üzerine düşerek metronun kopmuş kısmını tost gibi ezdi. Koleksiyoncu düşünceli bir biçimde kuzenine seslendi.
“Durumumuz nedir?”
“Çapa anıya kaçmış.”
Koleksiyoncu kendisini tekrar iskelede buldu. Alisa beyaz peleriniyle iskelenin başındaydı. İskelenin ucundaki kendisine ve Sebastian’a bakıyordu. Koleksiyoncu yavaşça yanına yaklaştı.
“Çapa anı ne demek biliyor musun Alisa?”
Alisa’nın yüzünde buruk bir gülümseme vardı.
“Hayır, bilmiyorum.”
“Ömrümüz boyunca unutamayacağımız, bizim için her daim çok özel olarak kalacak anılara deriz. Bu ve aldatıldığını öğrendiğin anın çapa anı.”
“Bu çok güzel bir anı Koleksiyoncu…”
Başını çevirip yaşlarla dolmuş gözleriyle Koleksiyoncu’ya bakarak sözünü sürdürdü.
“…Bunu silmesen olmaz mı?”
Koleksiyoncu başını iki yana sallayıp, “Üzgünüm Alisa. Ama işler öyle yürümüyor.” dedi. Alisa gözlerinden akan yaşları silip tekrar başını iskelenin ucuna çevirdi. Kararlı bir sesle, “Sana izin veremem Koleksiyoncu.” dedi. Koleksiyoncu küçümseyici bir gülüş attı.
“Bunu kaç kez duydum tahmin bile edemezsin Alisa. Ama sen gerçek değilsin. Yalnızca Alisa’nın Sebastian’a âşık olan tarafından kalma bir duygusal yankısın.”
“Hayır, ben gerçeğim! Duygusal bir yankı değilim!”
“Alisa kararını verdi ve Sebastian’ı unutmayı seçti. Bunu engelleyemezsin.”
Alisa bir anda öfkeyle elinde bıçak yaratıp Koleksiyoncu’ya savurdu. Koleksiyoncu bıçak tutan bileğini yakalayıp, “Bu anıyı bozmana izin veremem. Gönder!” dedi. Bir anda kendilerini diğer çapa anıda buldular.
Kafenin köşesinde Koleksiyoncu, Alisa’yı duvara yaslamıştı. Bir anda ellerinden çıkarttığı elektrik akımı Alisa’nın bedeninden geçip kızı şoka uğratmıştı. Alisa çaresiz bir biçimde yerde yatarken kafedeki insanlar neler olduğunu öğrenmek için gözlerini onlara çevirmişlerdi. Alisa kendisini birisiyle kavga ederken görünce paniğe kapılıp olaylara anlam verememişti.
Koleksiyoncu hızla yerde kıvranan Alisa’nın üzerine çöküp elini kızın boğazına sardı. Elinden yükselen alev saniyeler içinde büyüdü ve Alisa çığlıklar eşliğinde yanmaya başladı. Işınlanmaya çalışsa da Koleksiyoncu kızın bedenine temas halindeyken buna izin vermiyordu. Bedeni tamamen küle dönerken son nefesiyle Sebastian’ın adını haykırarak bağırdı. Kafedeki herkes Koleksiyoncu’ya bakıp olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Koleksiyoncu kuzenine seslendi.
“Bana bittiğini söyle.”
“Bitti kuzen. Yapay zekâ sorunsuzca çalışıyor.”
“Güzel. Şimdi koleksiyona ekleme zamanı.”
Koleksiyoncu kendisini son kez iskele anısında buldu. Kendisi anın tadını çıkartırken Elvin anıyı koleksiyona kaydediyordu. Diğer çapa anıya ne yerleştireceklerine karar verdiklerinde ise geriye kalan tek şey yapay zekanın işlemi bitirmesini beklemek olmuştu.
Elvin’in, Koleksiyoncu’nun halosunu kapatmasıyla Koleksiyoncu anıdan uyandı. Başındaki haloyu nazikçe çantasına koyarken suratı asık gibiydi. Aileye dönüp durum hakkında açıklama yapmak istedi.
“İşlemin çoğunluğu bitti. Kuzenim Elvin evinizin akıllı yuva programına erişip evdeki her bir akıllı fotoğraf çerçevesinden, bilgisayardan ve telefondan Alisa’nın Sebastian ile olan tüm fotoğraflarını, tüm mesajlaşmalarını silecek. İlişkiden geriye hiçbir şey kalmamış olacak. Bu durumdan Alisa’nın tüm çevresi haberdar olmalı. Sebastian’ı anmamaları ya da ilişkideki anılarına dair bir şey hatırlatmamaları Alisa’nın yararına olur. Hoş zaten kendisi de bunu yaşadığını reddeder çünkü koyduğumuz çapa anılar oldukça güçlü fakat bozulma ihtimali yüzde bir de olsa her zaman vardır.”
Krunitz tokalaşmak için elini uzattığında Koleksiyoncu tebessüm ederek karşılık verdi.
“Çok teşekkür ederiz.”
Elvin işini bitirip Koleksiyoncu ile birlikte aileyle vedalaştı ve tekrar arabalarına bindiler. Elvin arabaya “Bakanlık Binası’na.” deyince araba yavaşça havalanıp yola çıktı. Elvin kuzeninin keyfinin kaçık olduğunun farkındaydı. Torpil işi olması yüzünden böyle hissetmesi normaldi fakat biliyordu ki bunun da ötesinde bir şeyler vardı.
“Sen iyi misin?”
Koleksiyoncu bakışlarını Yeni Londra’nın kapalı havasından çevirip kuzenine yöneltti. Soğuk bir sesle, “İyiyim.” dedi. Fakat Elvin gerçeği biliyordu. Aşk davalarında hep böyle durgunlaşıyordu. Bildiği kadarıyla Koleksiyoncu şimdiye kadar kimseyi sevmemişti.
“Alisa’ya mı üzüldün?”
Koleksiyoncu kuzenine ters bir bakış attı ve “İskele anısı… Çok güzel bir anıydı. Yazık oldu.” dedi. Elvin de “Başta gelmek istemiyordun. Sanırım şimdi o kadar da kızgın değilsin.” şeklinde karşılık verdi. Koleksiyoncu buruk bir ifade eşliğinde başıyla onayladı.
“Sebastian’ı silmemem için iyi direndi… Bazen bu işten nefret ediyorum Elvin. Aşkı silmekten nefret ediyorum.”
Elvin bakışlarını kuzeninin göz bebeklerine dikti.
“Bir şeyin kıymetini ona hiç sahip olmayan bilir.”
Koleksiyoncu bakışlarını kaçırıp tekrar hava trafiğine bakacaktı ki cep telefonu çaldı. Cebinden çıkarttığı telefon birbirine yapışmış iki mıknatıs çubuğu andırıyordu. Koleksiyoncu üstteki çubuğu baş parmağı ile yukarı kaydırınca projeksiyonlu ekranın parlak ışığı Koleksiyoncu’nun yüzüne vurdu. Telefonun üst ve alt tarafındaki çubukları ise gözle görülemeyecek kadar ince olan çerçeve tutuyordu.
Arayan Anı Bakanı Xavier Crus’un özel kalemi Fellista Anreva’ydı. Koleksiyoncu zaten torpil işi yüzünden Xavier’e oldukça sinirliydi. Buna benzer bir iş daha vermesi Koleksiyoncu’yu iyice çileden çıkartırdı.
“Merhaba Fellista.”
“Merhaba Koleksiyoncu. Bakanımız ile işiniz bittiyse merkeze bekleniyorsunuz.”
“Lütfen bir torpil işi daha var deme Fellista.”
“Hayır, hayır… Fakat… Gelip ortağınla tanışman lazım.”
Koleksiyoncu bir anda öfkeyle bağırdı.
“Ne?! Xavier’e ortak istemediğimi söylemiştim! Yanımda yeni mezun bir ayak bağına ihtiyacım yok!”
“Yönetmelik böyle Koleksiyoncu. Buna sen de dahilsin.”
“Bekleyin, geliyorum.”
Koleksiyoncu arabaya öfkeyle bağırdı.
“Hızlan!”