Senil, Koleksiyoncu’nun haloyu başına geçirdiği gibi geçirip gözlerini kapattı. Koleksiyoncu gözlerini kapattığında hissettiği tek şey Senil’in sıktığı eliydi. Sıkıca kavraması ne kadar heyecanlı ve gergin olduğunun göstergesiydi. Heyecanlı kız diye düşündü ve Elvin’in halolarını çalıştırmasıyla kendisini giriş bölgesinde buldu. Arkasını döndüğünde Senil’i gördü. Meraklı gözlerle bir kendisine bir etrafına bakıyordu. Koleksiyoncu’yu görmesiyle sorulara başladı.
“Şu anda giriş durağındayız değil mi?”
Koleksiyoncu elini Senil’e doğru uzatıp geri çekti. Bir sandalye Senil’in arkasında belirdi ve yavaşça ona çarparak Senil’in sandalyeye oturmasını sağladı. Senil ne olduğuna anlam veremezken önünde birden bir masa belirdi. Ayakta duran Koleksiyoncu ise karşısındaki boşluğa oturacakken parmağını şıklattı ve kendisini boşluğa bırakıp düşmekten son anda kurtuldu. Senil bütün bunlardan etkilenmişti, gülerek konuştu.
“Gösterişçi.”
Koleksiyoncu yamuk bir gülüş atıp sordu. “Ne içmek istersin?” Senil’in gözleri kocaman açıldı.
“İçmek mi?”
Koleksiyoncu elini masadaki boşluğa attığı anda önünde beliren kırmızı şarap dolu kadehi alıp yudumladı. “Yaratma sırası sende asistan. Bakalım sen ne içeceksin?” Senil heyecanla sordu.
“Bunu yapabilir miyiz?! Yasalar…”
“Ben Koleksiyoncu’yum.”
“Ama birazdan zihne dalacağız.”
“Sarhoş olamam ki. Alkol vücuduma girmiyor. Sadece… Bu güzel şarabın tadını hatırlıyorum. Hadi, senin sıran.”
Senil oturduğu sandalyede kendisini dikleştirdi. Gözlerini kapayıp beyaz şarap dolu bir kadeh hayal etti. Gözlerini açtığında önünde hayal ettiği gibi beyaz şarap dolu bir kadeh gördü. Senil uzanıp kadehi aldı ve havaya kaldırdı. Koleksiyoncu da kadehini kaldırıp hafifçe tokuşturdu.
“Bravo. Dürüst olmalıyım asistan, ilkinde yapmanı beklemiyordum.”
Senil şarabını yudumlayıp, “Ne sandın beni, amatör mü? Bu dansa hâkimim Koleksiyoncu. Hatta gözüm senin yerinde,” dedi. Koleksiyoncu alaycı, kibirli bir gülüşle karşılık verdi.
“Çok uzun bir yol seni bekliyor. Ama hırsın takdire şayan. Aferin, hazır mıyız Elvin?”
“Evet, kuzen.”
Senil merakla sordu. “Sorun neymiş? Nereye gideceğimizi biliyor muyuz?”
“Nihirod her şeyin eşinin ölümü ile başladığını söyledi. Haloları alırken Elvin’in kulağına bunu fısıldadım. Yani başlangıç noktamız belli. Travmalara, duygusal hacmi yüksek anılara bakmamız gerek. Hazır mısın, asistan?”
Senil gözlerini kısıp mücadeleye hazır olduğunu belli eden bir ses tonuyla karşılık verdi.
“Hadi bakalım.”
Senil ile birlikte kendisini ebeveyn banyosunda buldu. Kapıyı aralayıp yatak odasına bakış attığında Nihirod’u elinde viski ile pencere önünde dikilirken gördü. Gece vaktiydi, yağmur yağıyor, gök gürlüyordu. Koleksiyoncu yavaşça Elvin’e fısıldadı.
“Annenin ölümünden kaç gün geçti?”
“On.”
“Henüz çok taze.”
Kapının açılmasıyla küçük Creithio yastığıyla birlikte babasına doğru yaklaştı. Nihirod ne olduğuna anlam veremez bir halde oğluna bakıyordu. “Ne oldu?”
“Korktum…”
“Korktun mu? Bu sadece yağmur ve gök gürültüsü evlat. Hadi odana dön.”
Küçük Creithio çaresiz gözüküyordu. Kollarıyla göğsünde sardığı yastığa daha sıkıca sarıldı. “Ama… Baba…”
“Çok yorgunum. Odana dön.”
Creithio aniden bastıran duyguları sebebiyle bir anda hıçkırıklara boğulup ağlamaya başladı.
“Annem burada olsa böyle olmazdı!”
Nihirod oğlunun cümlesini duyar duymaz bakışlarını öfkeyle oğluna çevirip elindeki kadehi duvara fırlattı. Kadeh duvarda bin bir parçaya ayrılırken Creithio ürkerek geri çekiliyordu ki babası omuzlarından yakalayıp sarsarak bağırdı. “Annen artık yok! Anla şunu!”
Senil’in gözleri şaşkınlıkla açılırken Koleksiyoncu pek de şaşırmış görünmüyordu. Öte yandan küçük Creithio babasından korkup daha çok ağlamaya başlamıştı. Çok geçmeden anı değişti. Senil ve Koleksiyoncu bu sefer kalabalık bir koridordaydılar. Koridor boyunca insanlarla birlikte ilerlediklerinde kendilerini bir gösteri merkezinde buldular. Yetişkinler sandalyelere yerleşirken sahneyi örten perde hala kapalıydı. Senil ve Koleksiyoncu da buldukları boş yerlere geçip gösterinin başlamasını beklediler.
Nihayetinde perde açıldığında sahneye çocuklar çıktı. Hayvan kostümlerinde dans ediyorlardı. Creithio arı kostümü giymişti. Koleksiyoncu, küçük Creithio’nun bu kostümle oldukça tatlı gözüktüğünü düşündü. Arının antenlerini temsil eden şapkası çenesinin altından sıkıca bağlanmıştı. Bu yüzden de yanakları iki yandan sıkışıp ortada toplanmıştı.
Senil başını Koleksiyoncu’nun kulağına eğerek fısıldadı. “Bu anıdaki sorun nedir?”
“Creithio’nun yüzüne, bakışlarına bak. Babasını arıyor. Ama belli ki o burada değil.”
Senil buruk bir ifadeyle karşılık verdi. “Zavallı çocuk. Çok yalnız.” Senil’in sözü bittiği gibi Koleksiyoncu garip bir şey hissetti. Başını çevirip geldikleri koridora baktığında yalnızca karanlık vardı. Kuzenine seslendi. “Elvin, bir anormallik görüyor musun?”
“Hayır, kuzen. Neden, ne oldu?”
“Bir anlığına… Garip hissettim, hmm… Bizi sıradaki anıya gönder.”
Creithio’nun ortaokuldayken gerçekleşen veli toplantılarına Nihirod’un asistanının katıldığını gördüklerinde Koleksiyoncu ve Senil’in şaşkınlıkları bir kat daha arttı. Evde de Creithio’ya karşı soğuk tavırlarına anlam veremediklerinde sorunun Nihirod’tan kaynaklandığına dair zerre şüpheleri kalmadı. Bir baba, oğluna ihanet ediyordu.
Akşam saatleriydi. Creithio odasındaki banyoda duş alırken Senil ve Koleksiyoncu, Creithio’nun odasındaydılar. Senil tekrar Koleksiyoncu’ya fısıldadı. “Neden böyle yapmış ki? Sanki karısının ölümünün acısını oğlundan çıkartıyor gibi.”
“Bunun yanıtı Nihirod’ta. Creithio’da değil.”
Balkonun iki yanında bulunan camların, sağ tarafta olanından tıpkı çatalın tabağa sürtmesi gibi iç gıdıklayıcı bir ses geldi. Koleksiyoncu ve Senil irkilerek cama baktıklarında camın adeta pençe atılmış gibi çizilmiş olduğunu gördüler. Koleksiyoncu balkona doğru ilerlerken kesin bir dille emretti.
“Arkamda kal.”
Balkona çıktığında gördüğü tek şey boşluktu. Senil odanın iç tarafından cama yaklaşıp çiziğe bakarken Koleksiyoncu da balkon tarafından yaklaştı. Senil başını kaldırıp meraklı gözlerle sordu.
“Bu da ne böyle?”
“Yalnız değiliz Senil. Takip ediliyoruz.”
Senil şaşkınlıkla, “Bu ne anlama geliyor?” deyince Koleksiyoncu açıkladı.
“Gösteriden beridir takip ediliyoruz. Veli toplantısında da bunu hissetmiştim.”
“Kim olabilir ki? Anıda güvende değil miyiz, ne için endişeleneceğiz ki?”
“Anıların gücünü asla hafife alma. Travmalar, acılar… Bunlar hayattaki en güçlü duyguları barındırır Senil.”
“Peki, ne yapacağız?”
“Şu anda volkan kaynıyor. Ne kadar ilerledikçe bilinçaltını ve doğal olarak travmayı o kadar tetikliyoruz. Yapacağımız şey patlamasını bekleyip müdahale etmek.”
“Müdahale?”
“Savaşacağız. Elvin, bizi sıradaki anıya gönder.”
Koleksiyoncu’nun bunu alelade bir şeymiş gibi söylemesi Senil’in garibine gitmişti. Demek ki her defasında savaşıyor diye düşündü ve ortağına bir kez daha hayran kaldı.
Anı tekrar değişti ve Koleksiyoncu ile Senil kendilerini ormanda buldular. Biraz ileride ağaçların arasında bir kargaşa vardı. Bir grup öğrenci toplanmış, yerde yatan Creithio'yu tekmeliyordu. Fiziğine bakılırsa artık lisede olmalıydı. Tekmeyelen çocuklardan biri bağırdı.
"Annesiz piç! Bundan sonra kimin sevgilisine âşık olduğuna dikkat edersin! Orospu çocuğu!"
Çocuk son tekmeyi Creithio'nun kanla kaplanmış yüzüne savurdu. Suratına tükürüp arkasını döndü ve arkadaşlarıyla birlikte Creithio'nun yanından ayrıldı. Creithio kanlar içindeydi. Yavaşça doğrulduğunda gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başladı. Başını göğe kaldırıp bağırdı. "Eğer ölmeseydin hayatım böyle olmayacaktı!"
Anı bir kez daha değişti. Creithio kanla kaplı yüzüyle eve gelmişti. Koleksiyoncu ve Senil misafir odasından salonu dinliyordu.
Nihirod oğlunu gördüğü gibi koltuktan kalkıp koşarak Creithio'nun yanına gitti. "Ne oldu?!" Creithio başını eğip usulca karşılık verdi. "Yalnızca... Bir avuç serseri."
"Evlerini biliyor musun?"
"Evet."
Nihirod acımasız bir sesle, "Benimle gel," dedi.
Son darbeyi vuran çocuğun evinin önündeydiler. Arabadan indiklerinde Nihirod'un elinde muşta takılıydı. Koleksiyoncu ve Senil karşı kaldırımdan onları izliyordu.
Çocuk kapıyı açtığı gibi Nihirod attığı yumrukla çocuğun burnunu kırdı. Darbenin etkisiyle yere yığılırken burnundan kanlar akıyordu. Acı dolu çığlıklarını duyan babası koşarak kapıya geldi. "Ne oluyor burada?!" Nihirod tereddüt etmeden babaya da yumruk savurdu ve onun da elmacık kemiğini kırıp duvar dibine serdi.
"Bir daha kimin çocuğuna bulaştığına dikkat et."
Adam öfkeyle bağırıp, "Seni şikâyet edeceğim," dedi.
"Durma, seni bir tur da karakolun ortasında döveyim. Polislere de alkış tuttururum."
Nihirod arkasını dönüp arabasına ilerlemeye başladı. Creithio da yerde kıvranan çocuğa tükürüp önce tekme attı ardından da yakasına yapışıp kendisine çekti ve sağ yumruğunu kırık burnuna yapıştırıp yere yığdı. Sonrasında o da arabaya döndü. Tam binecekti ki babası, "Gördün mü, bu hayatta güçlü ve acımasız olmak zorundasın. Kimsenin seni incitmesine izin veremezsin. Merhamet gösterme, kendini sevgi ve iyilikle kandırma. Güçlü ol, sert davran. Sen benim oğlumsun. Bu senin içinde var. Durma, canavarı serbest bırak," dedi.
Creithio kana bulanmış eline baktı ve başıyla onaylarken kendi kendine fısıldadı. “Merhamet yok. Sevgi yok. Canavarı serbest bırak.”
Baba ve oğul arabaya binip uzaklaşırken Koleksiyoncu tekrar aynı ürpertiyi hissetti. Senil’e baktığında onun arka taraftaki ormanlık alana kilitlendiğini gördü. Kulağına eğilip fısıldadı. “Ne gördün?”
“Görmedim. Yalnızca… Bir şey var. Onu şimdi ben de hissedebiliyorum. Çok yakında.”
Tenini yalayan hafif rüzgârın soğukluğu yüzünden tüyleri diken diken olmuştu. Zihninde bir uğultu vardı.
“Korkuyor musun?”
Senil başını iki yana sallarken, “Hayır,” dedi. “Ne gelecekse gelsin. Hazırım.” Koleksiyoncu kuzenine tekrar seslendi.
“Bizi sıradaki anıya gönder. Zihnini hazırla Senil, her an karşımıza çıkabilir.”
“Ne beklemem gerekiyor?”
“Her şey.”
Anı tekrar değişti. Sabahın erken saatleriydi.Bu sefer Creithio yirmili yaşlarının başındaydı ve zil zurna sarhoştu. Gömleği kumaş pantolonunun dışına çıkmış, kravatı dağılmıştı. Ceketini omzuna atmış sarhoşluktan yalpalayarak yürüyordu. Bugün annesinin ölüm yıldönümüydü. Babası annesinin mezarının başında beklerken Creithio yalpalayarak mezara yaklaştı. Babası başını çevirip oğluna baktığında yüzünde tiksindiğini belli eden bir ifade oluştu. Öfke dolu derin bir nefes verip, “Şu haline bir bak. Annen senden utanırdı,” dedi. Creithio ise oralı değildi. Babasının oturduğu sandalyenin yanında, şoförün kendisi için hazırladığı boş sandalyeye oturdu. Başını zorlukla kaldırıp babasına baktı.
“Siktir git.”
Nihirod şoförüne attığı bakışla oğluyla yalnız kalmak istediğini anlattı. Şoför yanlarından ayrılırken Nihirod kendisini daha fazla tutamayıp oğluna tokat atarak sandalyeden düşürdü.
“Rezil herif! Bu ne saygısızlık! Bugün annenin ölüm yıldönümü! Şu haline bak!”
Creithio yavaşça ayağa kalkmaya çalışırken ceketinin cebinden küçük şeffaf bir paket düştü. Creithio hamle yapacakken babası daha hızlı davrandı. Paketi alıp içindeki beyaz toza baktı ve elini hayal kırıklığıyla yüzüne götürdü. “Creithio… Senden pek çok şeyi beklerdim evlat ama bu… Uyuşturucu mu?!”
Paketi kenara fırlatıp Creithio’yu yakasından yakaladı ve kendisine çekti. Ardından da art arda yumruklar atmaya başladı. Creithio ise değil karşılık vermek kollarını bile kaldırmıyordu. Yüzü tamamen kanla kaplandığında babası bir çöpmüş gibi yere bıraktı.
“İyi ki annen bugünlerini görmedi. Aşağılık herif.”
Creithio ağzındaki kana çimenlere tükürdü ve kan dolu bir gülümsemeyle babasına baktı. “Sen… O öldükten sonra beni hiç sevmedin.”
“Meselemiz bu mu? Uyuşturucu ve alkol bağımlılığını bana mı yıkacaksın? Tanrım, seni vursam yeridir.”
“Bunu yapmanı isterdim baba… Bütün acılarım son bulurdu.”
Nihirod öfkeyle eğilip oğluna yaklaştı. “Nasıl bir günahın sonucusun bilmiyorum.”
“Ben söyleyeyim… Sevgisizlik.”
“Siktir git! Seni daima sevdim. Belki göstermedim ama her zaman sana değer verdim! Ama şimdi elde ettiğime bak, nankör bir köpekten daha fazlası değilsin.”
“Annem öldükten sonra bir kere bile başımı okşamadın baba.”
“Bu seni sevmediğim anlamına mı gelir? Sen benim oğlumsun. Ama gördüğüm bu manzaradan sonra… Olmamanı isterdim. Buradan siktir git, annene saygısızlık ediyorsun.”
Creithio’nun gözleri yaşlarla dolmuştu. Titreyen bir sesle karşılık verdi. “Senin için asla yeterli olamadım. Asla veli toplantılarına gelmedin, gösterilerime gelmedin, mezuniyetime gelmedin. Beni hep yalnız bıraktın. Mutluluğumu hiç paylaşmadın.”
“Acı çektiğinde yanında değil miydim?”
“Baba… Daima acı içerisindeyim.”
“Seni güçlü olacağın şekilde yetiştirdim. Ama içinde yokmuş. Çareyi alkolde ve uyuşturucuda arayan zavallının tekisin. Zayıfsın!”
“Hayatım boyunca kimse beni sevmedi.”
Nihirod cebinden bezini çıkarıp elindeki kanı sildi ve umursamaz bir tonla, “Acaba neden?” dedi. Hemen ardından da ekledi. “Charles’ın yanına git, seni eve bıraksın. Anneni daha fazla üzme.”
Koleksiyoncu ve Senil yirmi metre kadar mesafede başka bir mezarın başındaydılar. Bütün olayı görüp duymuşlardı. Senil yavaşça fısıldadı. “Ne düşünüyorsun?”
“Sorun Creithio değil. Sorunumuz Nihirod.”
Sıradaki anıya geçtiklerinde Koleksiyoncu ve Senil kendilerini banyoda buldular. Kapıyı hafifçe araladıklarında içeride Creithio'yu gördüler. Ceketini çıkarmış, kravatını gevşetmişti. Kapının çalmasıyla kapıya yöneldi. Şimdi Koleksiyoncu'nun görüş alanından çıkmıştı.
Creithio kapıyı açtığında sevgilisi Ephilim'i gördü. Siyah dalgalı saçları, beyaz teni, iri siyah gözlerine eşlik eden kırmızı rujlu dolgun dudaklarını gördüğü gibi Creithio ona âşık olmuştu.
Gülümseyerek Ephilim'i içeri aldı. Eliyle belini sarıp dudaklarına uzun bir öpücük kondurdu.
"Seni çok özledim Eph."
Öpücükleri boğazına kayarken Ephilim gülümsedi ve "Belli oluyor," dedi. Creithio hızla Ephilim'in ceketini çıkardı. Ardından da Ephilim'in sıkı kalçalarından tutup kucağına aldı ve yatağa getirip adeta fırlattı. Ephilim cebinden küçük şeffaf paketi çıkardı. İçindeki beyaz toz parlıyordu.
"Bu seferki çok daha farklı. Önce mi sonra mı almak istersin?"
Creithio paketi eline aldı ve masaya döktü. Ardından komidinden bıçağı aldı ve tozu altı çekimlik dizi haline böldü. Cüzdanından çıkardığı banknotu silindir haline getirip bir sırayı burnundan çekti. Ephilim de aynısını yaptı.
İkisi de sistemlerine giren uyuşturucunun etkisiyle rahatlamaya başlarken tekrar öpüşmeye başladılar. Ephilim kendini yatağa bıraktı. Creithio kravatını ve gömleğini çıkardıktan sonra Ephilim'in gömleğini yavaş yavaş açmaya başladı. Siyah sütyeni dolgun göğüslerini toparlıyordu. Düğmeleri her açtığında ortaya çıkan seksi görüntü Creithio'yu daha da etkiliyordu. Tüm düğmeler bittikten sonra gömleği tamamen çıkarıp kenara fırlattı. Dudaklarına tekrar gömülüp yavaş yavaş boynuna ve oradan da göğüslerine iniyordu ki Ephilim'in burnundan kan geldi.
Creithio kendini korkuyla geri çekti. İlk kez böyle bir şeyle karşılaşıyordu. Ephilim elini burnuna götürüp kana tampon yapmaya çalışsa da kan durmuyordu. Yataktan kalkıp hızla banyoya ilerken Koleksiyoncu, kendisini ve Senil'i yatak odasındaki gardıroba ışınladı.
Bu esnada Ephilim’in telefonu gelen mesajla titredi. Koleksiyoncu ve Senil tenlerinin üzerinde tekrar aynı soğukluğu hissettiler. Takipteki şey geliyordu. Soğukluk ile mesajın aynı anda gelmesi Koleksiyoncu’nun gözünden kaçmamıştı. Senil’in kulağına fısıldadı. “Hazır ol, geliyor.”
Senil ne beklemesi gerektiğini bile bilemez bir halde kalbinin gümbür gümbür attığını hissedebiliyordu. Derin bir nefes alıp cesaretini tazeledi. İlk seferinin böyle olmasını beklemiyordu.
Creithio telefona gelen mesaja baktığı gibi tüm bedeninden bir elektrik dalgası geçti. Bir anda gırtlağına yumruk yemiş gibi geriye doğru sendeledi. Gelen mesajda “Neredesin aşkım?” yazıyordu. Ephilim kendisini aldatıyor muydu?! Üç yılın sonunda hak ettiği şey dünyada şimdiye kadar onu gerçekten seven tek insanın ihaneti miydi?
Creithio ne yapacağını bilemez bir şekilde etrafına bakınırken gözleri sehpadaki tozlara takıldı. Banknotu sarıp dört diziyi de çekti. Şimdiye kadar kullandığı tüm tozlardan daha farklıydı. Hafif sersemlemiş hissederken ayağa kalktı, telefonu eline alıp mesaj geçmişine baktı. Konuşmalar son altı aya kadar gidiyordu ve sonu da gelmiyordu. Mesajlardan biri dikkatini çekti. Andreas olarak kayıtlı olan bu kişi, zengin oyuncağından tekrar para alman gerek diyordu. Bu iki ay önce Ephilim’in kendisinden para istediği zamandı. Bunca zaman boyunca para için kullanılmış mıydı? Hüzün şimdi yerini öfkeye bırakıyordu. Derin derin nefes alıp verirken bakışlarını banyonun kapısına yöneltti. Telefonu sehpaya bırakırken tozların yanındaki bıçağı eline aldı ve banyoya ilerledi. Çok geçmeden içeriden Ephilim’in çığlıkları yükseldi.