Yeni Üyelik
5.
Bölüm

Bölüm 2 - Partner (3/4)

@acuriousone

Çığlıklarla aynı anda gardırobun kapısı açıldı. Koleksiyoncu ve Senil şaşkınlıkla kendilerine bakarken odanın camları içeri doğru patladı. Senil korkuyla çığlık atarken Koleksiyoncu hızla Senil’e siper olup elini kendilerine doğru gelen camlara doğrulttu ve cam parçalarını havada durdurdu.
“Pekâlâ, çıkma vakti. Elvin! Bizi…”

Bir patlamayla birlikte kendilerini sokak ortasında buldular. Gündüz vaktiydi. Londra’nın hava trafiği kara trafiğinden daha az değildi ve şu anda da Koleksiyoncu ile Senil kara trafiğinin ortasında öylece yatıyorlardı. Sersemlemiş bir halde doğruldular. Önlerinde durmuş olan arabadaki adam kornaya basıyordu. Camdan kendisini çıkarıp bağırdı. “Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?! Çekilsenize!”
Senil neler olduğuna anlam veremez bir halde etrafına bakınırken gökten kendilerine doğru gelen bir araba gördü. Gördüğü gibi durdurmak için karşılık verecekti ki Koleksiyoncu önce davrandı. Arabayı havada yakalayıp yavaşça yere indirdi. Caddedeki insanlar korkuyla kaçmaya başlarken kalabalığın ilerisinde siyah bir silüet gözüktü.
“Elvin…”
“Haklısın kuzen. Orada yalnız değilsiniz.”
“Neredeyiz Elvin? Bu hangi anı?”
“Darbenin etkisiyle sizi iki yıl öncesine çekmiş.”
“Çapa anıda olmadığımızı varsayıyorum.”
“Değilsiniz.”
Koleksiyoncu sinsice gülümsedi. “İşte bu.” Senil ne olduğuna anlam verememişti. “Bunun anlamı ne?” diye sordu.

Koleksiyoncu yavaşça yerden dört metre kadar yükseldi. Gülümseyerek Senil’e baktı ve “Bu istediğimiz her şeyi yapabiliriz demek,” dedi. Ardından bakışlarını silüete çevirdi. Caddedeki bütün araçları havalandırıp silüete fırlattı. Büyük bir gümbürtüyle birlikte arabalar konserve gibi birbirleri üstüne yığıldı. Koleksiyoncu gülümseyerek Senil’in yanına indi. Egosu ses tonuna yansımıştı.
“Evet… Açıkçası daha fazlasını beklerdim.”
Senil endişe ve hayal kırıklığı arasında gidip gelirken, “Bu kadar mıydı?” dedi. Koleksiyoncu her zamanki zafer gülümsemesini takınıp, “Eh… Hareket etmiyor,” dedi. Elvin’e seslenecekti ki araba yığını belli belirsiz oynadı. Bunu fark eden Koleksiyoncu’nun gülümsemesi yavaşça kırıldı. Karanlık bir duman arabaların içinden çıkıp tüm yığını sardı ve insan formundaki silüet on metrelik boyuyla devasa bir şekil aldı.
Senil şaşkınlıkla kekeleyerek, “Sa… Sanırım bitmemiş,” diyebilirken Koleksiyoncu’nun yüzündeki gülümseme tamamen silinmişti.
“Pekâlâ Senil… Hayal gücünü görelim. Kendini kısıtlama.”

Senil, Koleksiyoncu’ya tamam manasında bir bakış atıp ellerini caddenin sol tarafında bulunan binalara yöneltti. Elini sallamasıyla bütün binalar silüetin üzerine yığıldı. “Bunu böyle öldürebilir miyiz?!”
“Elimizden geleni yapmak zorundayız. Bu şey travma. Zihnini savunmak üzerine eğitim aldığını söylemişti. Her zihin anı değişim işlemine karşı koyar. Creithio’nunki de farklı değil. Fakat büyüklüğü farklı. Travmasını kullanıp bizimle savaşıyor. Normalden daha güçlü, daha fazla uğraştıracak ama günün sonunda bu da yere yıkılmış olacak.”

Koleksiyoncu etrafında onlarca roket atar yarattı ve hepsini ateşledi. Silüet yıkıntıları da içine katıp daha da büyürken roketlerin isabet etmesiyle dengesini kaybedip yere yığıldı. Şimdiki boyutu on metreyi aşmıştı. Koleksiyoncu bağırdı. “Devam!”
Silüet yerde yatarken sol elini Koleksiyoncu’ya doğru doğrulttu ve elinden çıkan bir ışık patlaması Koleksiyoncu ve Senil’i vurarak tekrar başka bir anıya fırlattı.

Koleksiyoncu ve Senil sersemlemiş bir biçimde gecenin karanlığında kontrolsüzce havada savruluyordu. Çok geçmeden bir gökdelenin camlarını parçalayarak içeri düştüler. Masalara çarpıp yerde birkaç takla attıktan sonra nihayetinde duvara çarparak durdular. İkisi de yaralanmıştı. Senil’in alnında bir açık varken yüzünde de çokça ufak tefek cam kesiği vardı. Gömleğinde ve pantolonunda da yırtıklar vardı. Zorlanarak başını kaldırıp Koleksiyoncu’ya baktığında onun kendinden daha kötü bir durumda olduğunu gördü. Kaşında derin bir kesik vardı. Onun da yüzünde ve boğazında ufak cam kesikleri varken karnının sol alt kısmına saplanmış büyük bir cam parçası vardı. Senil korkarak yanına yaklaşıp endişe dolu bir bakışla, “İyi olacaksın değil mi?” diye sordu.
Koleksiyoncu egoist bir gülümsemeyle, “Bundan daha kötüsünü gördüm asistan.”
“Peki acı? Zihnin buna ne kadar dayanabilir?..”

Senil anılarda alınan yaralanmaların bedeni değil zihni etkilediğini elbette biliyordu. Fakat bilmediği şey Koleksiyoncu’nun zihninin ne kadar acıya dayanabileceğiydi. Şu anda onun için endişeleniyordu çünkü zihin acıya sonsuza kadar dayanamazdı. Bir son dayanma noktası vardı ve o nokta geçilirse beynin işlevi bozulup kişi delirirdi.

“…İlk günümden delirdiğine şahit olmak istemiyorum.”
Koleksiyoncu ceketini çıkarıp kenara attı. Ardından da cam parçasını tuttu, derin bir nefes aldı ve tek seferde çıkardı. Acıyla öne doğru eğilip inledi. Senil işaret parmağını yaranın üzerinde düz bir çizgi halinde gezdirdi ve yara dikişle kapandı. Koleksiyoncu tebessüm edip, “Teşekkür ederim,” dedi.
“Önemli değil.”

Senil ayağa kalkıp elini Koleksiyoncu’ya uzattı. Koleksiyoncu eli tutup ayağa kalktı. Senil kanlı suratına tezat oluşturan bir gülümsemeyle “Yeter ki bugün iyi bitsin. İlk günümden seni kaybetmek istemiyorum,” dedi. Koleksiyoncu kibirli bir gülümsemeyle karşılık verdi.
“Merak etme, baş rollere bir şey olmaz.”
“Tanrım, egon dışarıdaki canavardan daha büyük.”
“İşe koyulma vakti. Elvin şimdi neredeyiz?”
“Geçen senedesiniz. Bulunduğunuz bina Beis İletişim’in merkez üssü. Otuz iki kat üstünüzde kutlama yapılıyor. Çapa anı değil.
Travma gittikçe yaklaşıyor. Çok vaktiniz yok.”
“Pekâlâ, biz buradayken bir önceki anıyı tamire başla. Orayı sağlam dağıttık.”
“Çoktan başladım bile kuzen.”

Koleksiyoncu gömleğinin kollarını dirseklerine kadar kıvırdı ve Senil’e dönüp omuzlarından tuttu. “Şimdi beni dinlemeni istiyorum. Travma saldırılarımızdan besleniyor. Ona ne kadar saldırırsak onu o kadar büyütüyoruz. Tehlike ve risk her saldırımızla artıyor.”
“Evet, fark ettim.”
“Burada olamazsın. Bunun için yeterli deneyimin yok.”
Senil başını iki yana sallayıp, “Onunla tek başına mücadele edemezsin,” dedi.
“Ah asistan… İnan bana çok daha kötülerini gördüm. Ama hem seni kollayıp hem bilgilendirip hem de onunla mücadele edemem. Çıkman gerek.”
“Kabul etmiyorum! Seni yalnız bırakmayacağım!”
“Kararı verdim bile.”
Koleksiyoncu, Senil’in alnına dokunduğu gibi Senil gözlerini şezlongda açtı. Öfkeyle Elvin’e bakıp bağırdı. “Lanet olsun!”

Koleksiyoncu siyah kravatını gevşetip parmaklarını kütletti. Gülümseyerek, kendisine doğru yaklaşan ufak bina boyutundaki silüete baktı. “Gel bakalım.”
Uçarak kattan ayrıldı ve havada bir yolcu uçağı yaratıp silüetin üzerine düşürdü. Hemen ardından silüetin arkasında bir deste tank yaratıp hepsini ateşledi.

Senil endişeyle Elvin’e bakıp, “Ne yapacak ki? Saldırılarımızla beslenip büyüyor,” dedi. Elvin sakince, “Onu iyice doyurup aşırı yükleme yaparak yok edecek,” dedi. Nihirod ise viskisini içip gökte asılı duran dolunayı izliyordu. Koleksiyoncu’nun başarılı olacağından şüphe etmeye başlamıştı. Travmanın açığa çıkıp Koleksiyoncu ile savaşması oğlunun anılarına ve hatta çapa anıya denk gelirlerse akıl sağlığına zarar verecekti. Belki sevgisini yeterince gösterememiş olabilirdi ama oğlunu ne pahasına olursa olsun koruması gerektiğini biliyordu. Koleksiyoncu’ya biraz daha süre vermeye karar verdi. Fakat durumu kontrol altına alamazsa kendisi devreye girecekti.

Bu esnada Senil haloyu tekrar başına geçirip Elvin’e, “Beni geri gönder,” dedi. Elvin başını iki yana sallayarak, “Seni tekrar buraya gönderir, bu esnada dikkatini dağıtırız. Patrona güvenmek zorundayız Senil,” şeklinde karşılık verdi.

Koleksiyoncu ve travma arasındaki savaş yüzünden cadde mahvolmuştu. Gökdelen ikiye bölünüp caddeye düşmüştü. Anı tamamen bozulmuştu. Koleksiyoncu saldırılarıyla travmayı yüz metrelik bir dev haline getirmişti. Saldırı jetleriyle mermi ve füze yağdırırken kendi kendine fısıldadı.
“Doy artık.”

Tam bu anda Koleksiyoncu’nun hiç beklemediği bir şey oldu. Travma ikiye bölündü. Ardından ikinci silüet parçalara ayrılarak insan boyutlarında yüzlerce küçük silüete dönüştü. Koleksiyoncu başını göğe kaldırıp bıkkınlık dolu derin bir nefes verdi.
“Siktir be.”
Elli metrelik travmanın ayaklarının dibinde yüzlerce küçük silüet karınca ordusu gibi Koleksiyoncu’ya doğru saldırıya geçmişti.
“Pekâlâ, büyük silahı çıkartma vakti.”

Koleksiyoncu önceki davalarında mağlup ettiği bir dostu yanı başında yarattı. Yetmiş metrelik devasa bir siyah ejderha kükreyerek binaların camlarını patlattı. Kendisi ufaklıklarla ilgilenirken ejderhanın büyük olanı yok edeceğini umuyordu. Bir savaş jeti yaratıp küçüklüklere ateş açacaktı ki ufaklıklar yerden yükselmeye başladılar. Koleksiyoncu’nun ağzı şaşkınlıkla açılmıştı, “Siktir,” dedi. Travma yalnızca saldırılarla büyümüyordu. Aynı zamanda öğreniyordu. Koleksiyoncu şimdiye kadar pek çok karşı koymayla çatışmış olsa da böylesi bir kombinasyona hiç denk gelmemişti. İşte bu gerçek bir sorun diye düşündü ve hızla peşine takılan ufaklıklardan kaçmaya başladı. Binaların arasında hızla dolaşıyordu. Arkasına baktığında sürünün kendisini takip ettiğini gördü ve caddenin iki yanındaki binaları ortaya yıkarak sürünün üzerine düşürdü. Fakat bu saldırı sürünün hepsini yok etmeye yetmedi. Yarısından azı etkilenirken pek çoğu binaların altından, üstünden ya da delerek içinden geçmişti.

Ejderha alevlerini püskürtürken travma alevlere karşı koymak için bir kalkan yaratmıştı. Alev akışına karşı zorlukla ilerleyip ejderhayı boğazından yakaladı ve sıktı. Alevler kesilirken ejderha pençelerini savurmaya başladı. Travma aldığı darbelerle dengesini kaybedip kırk katlı bir binaya çarparak onu yıktı. Hemen ardından da boştaki elini ejderhaya doğrulttu ve alev püskürdü. Ejderha da aynı şekilde karşılık verdi ve alevler ortada buluşup cehennemi oluşturdu.

Koleksiyoncu ne kadar uğraşsa da sürüyü atlatamıyor ya da yeterince azaltamıyordu. Karşısında yirmi tane saldırı jeti oluşturup kendisine yöneltti. Jetlerin kanatları arasından sıyrılırken jetler arkasında kendisini takipte olan sürüye ateş açmıştı. Ama travmanın ilk seferindeki etkilenişinin aksine bu sefer mermilerden ve füzelerden etkilenmiyor gibi gözüküyorlardı. Koleksiyoncu daha yaratıcı olmalıyım diye düşünürken sırtında patlayan bir alev topuyla dengesini kaybetti. Binanın ön cephesine çarpıp katlar boyunca sürüklendi ve binanın diğer cephesinden çıktı. Havada ters bir şekilde asılıyken binada bir delik açtığını gördü. Sürü ellerinde oluşturdukları alev topuyla deliğe doğru yaklaşıyordu. Koleksiyoncu bütün bedeninin sızladığını hissetti. Tüm kemiklerinin kırılma acısı zihninde yankılanıyordu. Bu sefer yaşadığı normal bir insan bedeninin kaldırabileceğinden çok daha fazlasıydı.

Elvin önündeki grafiklerin tavana çıkmasıyla endişeli bir şekilde seslendi.
“Aldrich!”
Nihirod viskisinden büyük bir yudum alarak bitirdi ve Elvin’e döndü. Kendinden emin bir ses tonuyla emreder bir şekilde konuştu.
“Bana bir halo ver.”
“Bu iş turistlere göre değil.”
“Oraya gittiğimde turist olmadığımı göreceksin evlat.”
Öte yandan Senil elinden halosunu bir an olsun bırakmamıştı. “Eğer o giderse ben de giderim,” dedi. Elvin bir Senil’e bir Nihirod’a bir de Koleksiyoncu’nun beynindeki acı reseptörlerini gösteren grafiklere baktı.

Koleksiyoncu uçarak gökyüzüne çıktı. Alevden ve mermiden başka bir saldırı yolu bulmak zorundayken aklına yıldırım geldi. Diğer saldırılar gibi kontrol edilebilir değildi ve kendisi de etkilenecekti ama sürüyü yere yıkmak için yeterli olduğunu düşünüyordu. Ufaklıkların büyük olan gibi olmadığını binaları yıktığında anlamıştı. Bunlar ölümlüydü.
Sürü peşinden alev topları gönderirken Koleksiyoncu havada saltolar atarak bu saldırıları boşa çıkartıyordu. Yeterince yüksekliğe ulaştığında elini bulutlara doğrulttu ve kör edici bir parlaklık görüşünü kapladı.

Gözlerini açtığında ölmüş silüetlerle birlikte yere doğru süzüldüğünü gördü. Başına ağrı girmişti. Bu durum acı sınırına yaklaştığının habercisiydi. Çok fazla vakti kalmamıştı ve başını kaldırıp baktığında ejderhanın hala büyük olanla savaştığını gördü. Kendisini zor da olsa toparlayarak havadaki serbest düşüşünü kontrol edip uçmaya başladı. Büyük olana doğru ilerliyordu ki travma kendisini fark edip limandaki bir yük gemisini fırlattı. Koleksiyoncu gelen gemiden son anda kaçtı ancak kontrolünü kaybedip yere çakıldı. Savaş sonucunda tamamen toza ve toprağa dönüşmüş zeminde birkaç taklayla sürüklendikten sonra durdu.
Başı çatlayacak gibiydi. Burnundan kan sızıyordu. Ağzında birikmiş kanı yere tükürüp zorlukla ayağa kalkacaktı ki kendisine doğru uzatılan eli gördü. Başını kaldırdığında Senil ve Nihirod ona bakıyordu. Koleksiyoncu, Senil’in elini tutup ayağa kalktı.
“Sizin burada ne işiniz var?”
Senil içten bir gülümsemeyle, “Yardım için geldik,” dedi. Nihirod ise bakışlarını travmaya çevirmişti. “İşleri kontrol altına almak için geldim,” dedi.

Travma yorgun düşmüş ejderhayı gövdesinden ikiye ayırdı. Ardından da başını çevirip ekibe bir bakış attı. Koleksiyoncu öne yaklaşıp Nihirod’un yanına geldi. “Bu senin eserin. Bunu oğluna sen yaptın,” dedi.
Nihirod ise başını sallayarak yanıtladı.
“Yeterince güçlü olmaması benim suçum değil. Annesi öldüğünde büyümesi gerekiyordu. Sorunlara boyun eğmesi değil.”
“Oğlun bir katil Nihirod.”
“Bu sonrasının konusu. Önce şunu halledelim.”
Nihirod bir anda uçarak yanından ayrıldı. Gökyüzünde dolaşırken travma bakışlarını ondan ayırmıyordu. Nihirod liman tarafına yaklaşıp gemileri ve denizi havaya kaldırarak peşine takıyordu. Koleksiyoncu ve Senil, Nihirod’un anı dünyasına bu kadar hâkim oluşuna şaşırmıştı. Senil partnerine bakıp sordu. “İyisin değil mi?” Koleksiyoncu gülümseyip başıyla onayladı.
“Peki, sen biraz dinlen. Hemen döneceğim.”
Senil de uçarak yanından ayrıldığında Koleksiyoncu kendi için bir sandalye yaratıp biraz soluklanmak için oturdu.

Travma elini, kendisine doğru büyük bir su dalgası ve onlarca gemiyle yaklaşan Nihirod’a doğrultup alev püskürtecekti ki ayaklarının altındaki zemin Senil tarafından ikiye ayrıldı ve travma içine düştü. Nihirod peşinde getirdiği her şeyi çukura fırlattı.
Senil de yerden söktüğü büyük bir toprak parçasını çukurun üstüne fırlatarak travmayı adeta gömdü. Toprak parçasının gürültülü bir şekilde çukuru kapatmasının ardından ortalık sessizliğe bürünmüştü ki ışık patlamasıyla tekrar farklı bir anıya geçtiler.

Loading...
0%