Bu sefer kendilerini Creithio’nun lisesinin bahçesinde buldular. Nihirod ve Senil sersemlemiş bir şekilde doğrulurken Koleksiyoncu’nun durumu hiç iyi gözükmüyordu. Ağzındaki kanı tükürürken kulaklarından da kan geldiğini fark etti. Kuzenine seslendi. “Elvin?”
Elvin’in sesi titriyordu. “Aldrich… Bunu sana hiç söylememiştim ama… Oradan çıksan iyi olacak.”
“Dava kapanmadan anıdan çıktığımı gördün mü?”
“Tanrı aşkına! Aklını yitireceksin! Zihnin daha fazlasına dayanmaz! Muhtemelen ayakta bile zor duruyorsundur!”
“Pes etmeyeceğim Elvin. Çapa anıda mıyız?”
Elvin gözlerini kapayıp öfkeyle alt dudağını ısırdı. “Hayır… Hayır değiliz. Travmanın boyu yüz metreyi aştı. Otuz saniye içinde yanınızda olacak.”
“Pekâlâ…”
Koleksiyoncu bakışlarını Nihirod’a çevirip, “Beni dinle, sana odaklanıyor. Dikkatini dağıtman lazım. Ona büyük bir şeyle saldır,” dedi. Nihirod başıyla onaylayıp havalandığında Koleksiyoncu bu sefer yüzünü Senil’e döndürdü.
“Ardından senin sıran gelecek Senil. Toprağı yarıp içine düşürmek güzeldi. Bunun gibi yaratıcı bir şeyle onun saldırısını engellemen gerek.”
“Ya sen?”
“Ben bitirici darbe için geleceğim. Bu sefer onu… Etkisiz hale getiriyoruz.”
Senil endişeli gözüküyordu. Gözlerinde korku vardı. “Onu durduramıyoruz Koleksiyoncu. Ne yaparsak yapalım daha da güçleniyor.”
Koleksiyoncu elini Senil’in omzuna atıp gözlerinin içine bakarak kendinden emin bir şekilde konuştu.
“Biliyorum. Onu çözdüm Senil. Travmayı hiçbirimiz durduramayız. Onu durduracak tek bir kişi var.”
“Kim?”
“Çıkış sebebi. Şimdi git.”
Senil tam arkasını dönecekti ki Koleksiyoncu onu durdurdu ve sözüne eklemede bulundu. “Ve bana Aldrich de.”
Senil tebessüm edip başıyla onayladı ve havalanarak gökyüzüne çıktı. Travma Nihirod’a doğru koşuyordu. Koşarken şehri de yok ediyordu.
Koleksiyoncu son kez kuzenine seslendi.
“Önceki anıyı tamir etmeye başladın değil mi?”
“Evet, kuzen.”
“Güzel. Bugün buradan istediğimizi alarak gidemeyeceğiz Elvin. Ama böyle de terk edemem. Travma açığa çıkıp bu kadar güçlenmişken olmaz. Bu durum Creithio’yu depresyona sokup intihara kadar götürür.”
“Ne yapacağız?”
“Travma ile barışmasını sağlayacağız. İşaretimle bizi Creithio’nun annesi ile birlikte olduğu en mutlu anıya göndereceksin.”
“Muhtemelen çapa anı olacaktır. Eğer işe yaramazsa…”
“Biliyorum Elvin. Creithio aklını kaybeder. Ama yarayacaktır. Yaramak zorunda.”
“Başarısız olmamız durumunda açığa alınırız. Hakkımızda soruşturma açılır.”
Koleksiyoncu’nun kaşları çatılmıştı. Endişesi kendisi için değildi. Senil içindi. İlk görevi için çok şey yaşamıştı ve şimdi de kendisinin verdiği karar yüzünden Senil’in kariyeri başlamadan bitebilirdi. Dişlerini sıkıp gözlerini kapadı. Başını onaylar manada sallarken kuzenine yanıt verdi.
“Evet, Elvin. Biliyorum… Ama hiçbir davamda anı sahibini zararlı bir durumda bırakmadım. Bırakmayacağım da. Elimden geleni yapmak zorundayım.”
Kısa bir sessizliğin ardından Elvin “Peki… İstediğin gibi olsun. Patron sensin kuzen. Ancak ben buna katılmıyorum. Creithio bir katil. Kurtarılmayı hak etmiyor,” dedi. Koleksiyoncu ise gözlerini boşluktan ayırmadan kendinden emin bir şekilde karşılık verdi.
“Herkes kurtarılmayı hak eder Elvin.”
“Seninle tartışmayacağım kuzen. Anıyı buldum. İşaretinle sizi oraya göndermek için hazırım.”
Nihirod tonlarca toprağı yerden kaldırıp yüz metreyi aşkın bir dağ şeklini verdi ve ağzını da kendisine doğru koşan devasa silüete doğrulttu.
“Gel bakalım!”
Aralarında iki yüz elli metre kalmışken Nihirod elini dağa doğrulttu. Bu bir dağ değildi, yanardağdı. Silüete bakan ağzından fışkıran lavlar, alev ve duman doğruca silüeti vurarak onu geri püskürtmüştü. Silüet karşılık vermek için elini lav akışına karşı doğrultacaktı ki gökten gelen devasa bir zincir silüetin elini sarıp boğazına dolandı. Silüet lavlar arasında elini hareket ettiremez bir halde debelenirken Koleksiyoncu toprağı yarıp silüeti içine düşürerek sınırına ulaşmasını istedi. Silüet her defasında dayanamayacağı noktaya gelince kendilerini bir başka anıya sıçratıyordu. Koleksiyoncu tekrar o noktaya ulaşmasını istedi ancak bu sefer sıradaki anıyı travma değil Koleksiyoncu seçecekti. Silüet toprağın içine düştüğü gibi Elvin’e bağırdı.
“Gönder!”
Kendilerini yemyeşil bir çayırın ortasında buldular. Yüz metre kadar ilerideki tepede bir ağaç ve ağacın altında da anne Elyndra ile sekiz yaşındaki Creithio’yu piknik yaparken gördüler. Hafif meltem esiyor, bahar güneşinin sakin sıcaklığına adeta eşlik ediyordu. Akşam üstüydü, güneşin turunculuğu veda edişini haber veriyordu.
Küçük Creithio bütün gün annesiyle oyunlar oynamaktan yorgun düşmüştü. Akşam yemeğinden sonra mayışmış annesinin dizine yatmıştı. Hafifçe esen rüzgâr tenini yalarken annesi başında ninni söyleyip saçlarını okşuyordu.
“Minik aslan büyüsün,
Güzel güzel yürüsün,
Annesinin aslanı,
Her gün mutlu gülsün.
Ay ışığı yol olsun,
Geceleri huzur dolsun,
Rüyalarında gülücükler,
Sabahları mutluluk dolsun.
Nazlı kuzu, tatlı yavrum,
Gözlerini kapat yavaşça,
Uyku meleği gelsin,
Sarsın seni usulca.
Minik aslan büyüsün,
Güzel düşler görsün,
Annesinin aslanı,
Her daim gülsün.
Ninni yavrum, ninni tatlım,
Rahatça uyu sen,
Sabah olsun, gün doğsun,
Mutluluk hep seninle olsun.”
Koleksiyoncu izlediği manzaradan etkilenmişti fakat dikkatini dağıtmasına izin veremezdi. Kuzenine seslendi. “Silüet nerede?”
“Arkanızda, yaklaşıyor. Fakat gücünü kaybediyor gibi.”
Ormanın içinden birkaç metrelik silüet yanlarına doğru geliyordu. Gelirken gücü zayıflıyor, boyutu azalıyordu. Nihirod’un önüne gelince onunla neredeyse aynı boyda kaldı. Gücü artık yüzünü ve vücudunu kapatmaya yetmiyordu. Silüet yavaşça solgunlaşıp ortaya Creithio çıkıyordu. Nihirod ile aralarında birkaç santim vardı. İkisi de konuşmuyor, yalnızca birbirlerinin gözlerinin içine bakıyordu. Sonrasında Creithio geri çekildi ve dumana dönüşüp ağaç altında annesinin dizinin dibinde yatan küçüklük haline doğru uçtu.
Koleksiyoncu’nun kulağı Elvin’in sesiyle doldu.
“Travmadan iz kalmadı. Güvendesiniz. Şimdi ne yapıyoruz?”
“Bizi çıkart.”
Gözlerini açtıklarında kendilerini tekrar balkonda buldular. Creithio hala uyuyordu. Koleksiyoncu öfkeyle Nihirod’un üzerine yürüdü. “Oğlun bir katil! Ama suçlusu sensin!”
Nihirod oralı bile gözükmüyordu. “Onun yaptıklarının sorumlusu ben değilim. Onu güçlü birisi yapmak istedim ama elde ettiğim tek şey zavallı bir sorun yumağı oldu.”
“Creithio senden çok daha iyi bir babayı hak ediyor.”
“Ben de daha güçlü bir evladı. Hayat her zaman adil olmaz Koleksiyoncu.”
Nihirod’un buz gibi cevabından sonra Koleksiyoncu’nun söyleyecek pek bir şeyi kalmamıştı. Nasıl bu kadar duygusuz olduğuna hayret ediyordu.
“Creithio’nun katil olduğunu ihbar etmek zorundayım.”
“Ben olsam uğraşmazdım. Avukat ordusuyla üzerine gelir ve o davayı her halükârda kazanırım. Sen kaybedersin Koleksiyoncu. Sizin sektörde itibar önemlidir diye düşünüyorum.”
Koleksiyoncu iyice yaklaşıp öfkeyle Nihirod’un gözlerine baktı.
“Sen kimsin de beni tehdit ediyorsun? Zihnine girip sorunlarını çözmemiz gereken kişi oğlun değil. Sensin. Sorun yumağı sensin. Senin derdin neydi? Baban mı annen mi? Bir gün de senin zihnine girelim, bakalım sende nasıl bir travma var.”
Nihirod piç bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Zihnimden sağ çıkamazsın. Seninle aynı zihinde savaştım Koleksiyoncu. İnan bana büyütülecek bir yanın yok.”
Elvin bilgisayarını ve haloları toplamış gitmek için hazırdı. Koleksiyoncu, Nihirod’a yanıt vermeden araya girdi.
“Gitmek için hazırız. Cinayeti bildireceğiz Bay Beis.”
Nihirod gülümsemesini bozmadan yanıtladı.
“Lütfen bildirin.”
Ekip arabaya doğru ilerlerken Nihirod arkalarından geliyordu. Elinde yine viski bardağı vardı. İçip gülümseyerek el sallıyordu. Koleksiyoncu arabaya binmeden önce arkasını dönüp Nihirod’a seslendi.
“Tekrar görüşeceğiz.”
Nihirod başıyla onaylayıp karşılık verdi.
“Sabırsızlıkla bekliyorum.”