@acuriousone
|
Altren penceresini açıp güneşe “Günaydın!” diyerek seslendi. Sonrasında banyoya girdi, yüzünü yıkadı ve alt kattaki mutfağa indi. Annesi Marium ve babası Solus kahvaltı sofrasını hazırlamakla meşguldü. Altren ikisine de gülümseyerek selam verdi. “Günaydın anne, günaydın baba!” “Günaydın meleğim.” “Günaydın oğlum.” Her zamanki enerjik haliyle kahvaltısını çabucak bitirdi ve odasına çıkıp okul için hazırlanmaya başladı. Okul üniformasını, çizmelerini giydi ve annesinin yeni aldığı kadife gri pelerinini sırtına geçirdi. En yakın arkadaşı Prodit ile buluşup birlikte okula gittiler. Bir gün ikisinden ilki yükseldi Aleviyle huzuru getirdi Kaosu sona erdirdi Binlerce yıl sonra Kaos gömüldüğü yerden çıktığında İkincisi yükselecek Çok daha güçlü olarak Önce ateşin Ardından doğanın tek hâkimi Sonsuz huzuru sağlayacak Her gün yaptıkları gibi Redagon’un kehanetini okuyup ilk dersleri olan tarih dersine başladılar. “Çocuklar ödeviniz olan okuma metnini okuyup geldiğinizi varsayıyorum. O yüzden derse geçmeden önce biraz o konuda sohbet edelim istiyorum. Lima söyle bakalım, apofez nedir?” “Redagon’un yükselişinde, kabileleri tek bir bayrak altında toplayışında ona yardım eden altı savaşçının her birine apofez denir. Bu kişiler muazzam savaşçılar olmasının yanında elementler üzerinde hakimiyete sahiptirler. Öğretmenim bu arada okuma metninde son apofez Siare’nin hâlâ hayatta olduğu yazıyor. İdeal insan ömrü yüz-yüz yirmi yılken on bin yılın ardından nasıl hâlâ hayatta olabilir?” “O bir apofez Lima. Pek çok şeye kâdir birisi. Buna şimşekleri kontrol etmek de dahil.” Siare’nin şimşekleri kontrol edebildiğini duyan sınıf bir anda şaşkınlıklarını ve hayranlıklarını belli eden bir ses dalgası çıkarttı. “Neden şaşırdınız? Yoksa okumadınız mı? Peki Onyma sen söyle bakalım, Redagon’un kontrol ettiği element hangisiydi?” “Ateşti.” “Ya diğerleri?” Küçük Onyma bilmediğini belli eden bir ifadeyle yanıtladı. “Hangisinin hangi elementi kontrol ettiğini karıştırıyorum. Redagon ateşti. Siera hava temelli şimşekti… Öğretmenim, sanırım ödevi… Biraz üstünkörü okumuşum.” “Tamam, bildiğin kadarını söyle.” “İkisi hava, ikisi toprak ve biri suyu kontrol ediyordu. Ama dediğim gibi hangisinin neyi kontrol ettiğini ezberlemedim.” “Bir sonraki derse kadar ezberlemiş ol. Pekâlâ, görüyorum ki ödevlere gereken önem gösterilmiyor. Bir sonraki derse kadar herkesin bu metni tekrar ve buna ek olarak bir sonraki bölümü de okumasını istiyorum. Şimdi derse geçelim. Bugünkü konumuz Redagon’un on bin yıllık barışı sağlamak için getirdiği reformlar…” Yorucu bir tarih dersinin ardından sıra inanç dersine gelmişti. “Öğretmenim infideller ölünce nereye gidecekler?” “Onlar yok olacaklar. Hiçliğe karışacaklar.” “Bizim sınıfımızda da bir infidel var.” “Kim?” Altren sinirli bir bakışla Maxim’e baktı. İnfidel konusu ne zaman açılsa geriliyordu. Anne ve babası inanmadığı ve on yaşında olup henüz kendi inancını kendisi belirleyemeyecek kadar küçük olduğu için doğal olarak kendisi de Redagon’un tanrı olduğuna inanmıyordu. Nüfusun azınlık bir kesimine dahil oldukları için de konusu geçtiğinde biraz dikkat çekici oluyorlardı. Öğretmenin sorgulayıcı bakışları altında elini kaldırdı. “Benim öğretmenim. Ailem ve ben inanmıyoruz.” Öğretmen yavaş adımlarla Altren’e yaklaştı. “Peki neden? Çünkü ailen seni böyle yetiştirdi. Ama artık büyüdün. On yaşındasın, kendi kararlarını verebilirsin. Redagon’un ilah olduğuna inanırsan öldüğünde ruhun kurtuluşa erer ve Redagon’un huzur bahçelerinde yerini alırsın. İstersen okuman için Redagon’un “Ölüm ve Ötesi” kitabını verebilirim. Kitabı bir oku, belki fikrin değişir.” “Peki öğretmenim.” İnanç dersinden sonra öğlene kadar matematik ve dil bilgisi derslerini gördüler. Öğle arasında yemeklerini yedikten sonra diğer arkadaşlarıyla birlikte okulun bahçesinde oyunlar oynadılar ve öğleden sonra da simya ve gök bilim derslerini gördüler. Okul çıkışı ikisi birlikte evlerine doğru yürüyorlardı. Prodit’in canı tarih dersine sıkılmıştı. Bıkkınlıkla çıkıştı. “Ulu Redagon aşkına! Neden bu kadar karmaşık ki?” “Esasında o kadar da zor değil. Simya çok daha karmaşık.” “Simya basit.” Altren şaşkınlıkla yanıtladı. “Nasıl basit? Tamam, sen simyager olmak istiyorsun bu yüzden sana kolay geliyor olabilir ama… Kabul et, basit değil.” “Redagon’un başlıca enerji kaynağı nedir? Evlerimizdeki ışığı, trenlerimizin hareketini, radyolarımızın çalışmasını neye borçluyuz?” “Bu kadarını ben de biliyorum Prodit. Mesele kristaller değil. Mesele kristaller arasındaki dönüşüm formülleri. Yeşil kristalden mor kristal elde etmek için kullanılan yöntemler bile başlı başına kâbus gibi.” “Formül kısımları biraz ezbere kaçıyor haklısın. Ama tarih tam bir keşmekeş. Yalnızca Redagon’un hayatından sorumlu olsak tamam ama apofezler, onların hayatları, Belua’lar, Redagon’un onları alt edişi, Redagon’un ve apofezlerin ölümü, iktidar boşluğu, ilk isyan, ayrılışlar… Günümüze gelene kadar o kadar detay var ki… Sınav yaklaşıyor ve ben her şeyi birbirine karıştırıyorum. Beni çalıştırman gerek Altren.” “Senin de beni simyaya çalıştırman gerek. İki hafta kaldı ve ben hala çalışmaya başlamadım.” “Her ders gök bilim değil, değil mi?” Altren gülerek karşılık verdi. “Ne yazık ki değil.” “O halde anlaştık. Yarın okuldan sonra simya ve tarih çalışıyoruz.” ××× Akşam yemeğinden sonra babasıyla ders çalışan Altren’in uyku vakti gelmişti. Annesi yorganını boğazına kadar çekip alnından öptü. “Anne…” Küçük Altren’in sesi düşünceliydi. Annesi bunu kolaylıkla fark etmişti. “Evet, meleğim?” “Bugün inanç dersinde Redagon hakkında konuşuyorduk ve… Biz neden diğer aileler gibi inanmıyoruz?” “İnanmak mı?” Marium oğlundan böyle bir soru beklemiyordu. Yaşı küçük olduğu için detaylara girmek istemedi ama oğluna yanıt vermezse de içi rahat etmezdi. “Biz onun muazzam bir lider olduğuna inanıyoruz. Daha fazlası olup olmadığını bilemeyiz.” “Ama o… İlah değil mi? Prodit bile böyle olduğunu söylüyor.” “İnanç bambaşka bir konu oğlum. Henüz bunları konuşmak için çok küçüksünüz. Yeterince büyüdüğünüzde kalbinize en doğru gelen ne ise ona inanmalısınız… Sınıfta birisi bizim için bir şey mi söyledi?” Altren ne zaman bir şey saklasa hep aynı şeyi yapardı, gözlerini bir anda kaçırırdı. Tekrar böyle yapması elbette Marium’un gözünden kaçmamıştı. “Altren… Birisi bir şey mi dedi? Sorun yok, bana söyleyebilirsin.” Altren çekingen bir sesle yanıtladı. “Maxim sınıfta infidel var dedi. Öne çıkmak zorunda kaldım. Dersten sonra öğretmen Luxus bana Ölüm ve Ötesi’ni verdi.” “Kitabı okumak için henüz küçük olduğunu düşünüyorum. Yarın öğretmeninle konuşur kitabı ona geri veririm.” “Bir de öğle arasında Maxim bu konuda benimle alay etti. Öldüğümüzde yok olacağımızı söyledi.” “İnsanların dediklerine aldırış etme. İnanç çok daha kişisel, çok daha öznel bir şey. Sen ona karşılık verdin mi?” “Hayır.” “Aferin. Biz kimsenin inanışına ya da inanmayışına laf söylemeyiz değil mi?” “Söylemeyiz anne.” “Neden?” “Çünkü bu kötü bir davranış. Herkes inanmakta ya da inanmamakta özgür. Ama yine de… Karşılık vermeyi çok istedim.” “Ama vermedin. Sen canını sıkma, Maxim’in ailesiyle konuşurum. Görünüşe göre çocuklarını yanlış yetiştiriyorlar. Ayrıca sözüne gelince, biz infidel falan da değiliz. Yalnızca Redagon’un ilah olduğuna inanmıyoruz, hepsi bu. Hadi, şimdi uyu bakalım.” “İyi geceler anne.” “İyi geceler meleğim.” Marium oğlunun alnına bir öpücük kondurup odadan ayrıldı. Altren başını kaldırıp tam karşısındaki pencereye baktı. Redagon’un iki ayı, Lux ve Dea bütün ihtişamlarıyla gökte asılı duruyorlardı. “İyi geceler.” Marium şöminenin karşısında oturan eşinin yanına oturdu. Altren’e yansıtmasa da duydukları yüzünden kızgındı. Sesini fazla yükseltmemeye dikkat ederek çıkıştı. “Nasıl zamanlarda yaşıyoruz böyle? Bunlar nasıl insanlar?” “Sorun nedir?” “Okulda Redagon’la ilgili konuşurlarken bir çocuk Altren’e siz infidelsiniz demiş.” “Yobazlar daima var Marium, kendi hayatından pay biç. Hayatın boyunca neler duyduğunu bir düşün. Küçükken elbette bu yüzden ben de az zorbalanmadım ama… Bizim inancımız bu ve hakikat de bu. Altren karşılık vermiş mi?” “Hayır.” “İyi bir çocuk yetiştiriyoruz.” “Yalnızca o da değil. İnanç öğretmeni Ölüm ve Ötesi’ni vermiş. Her sabah o saçma kehaneti okudukları yetmezmiş gibi bir de masum zihinlerini saçmalıklarla zehirlemeye çalışıyorlar. Altren on yaşında! Bunların yaptıkları eğitim vermek falan değil, çocukların beyinlerini yıkıyorlar.” “Sakin ol Marium. Bütün okullar böyle ama biz Altren’i doğru bir şekilde yetiştiriyoruz.” “Toplum böyleyken… Bilmiyorum, onun için endişeleniyorum.” “Sen her zaman endişeleniyorsun. Merak etme, o iyi.” ××× Altren penceresini açıp güneşe seslendi. “Günaydın!” Sabah rutinini gerçekleştirip kahvaltısını etmiş, okul kıyafetlerini giymişti. Çıkarken anne ve babasına seslendi. “Okuldan sonra Prodit’lerde olacağım, ders çalışacağız!” “Pekâlâ, kendine dikkat et!” “Görüşürüz!” Sabah derslerinin ardından öğle arası olmuştu. Öğle arasındaki bir saatlik molada yemeklerini yiyorlardı ancak Altren kendini iyi hissetmiyordu. Biraz sersemlemiş gibiydi. Kulaklarında anlam veremediği bir uğultu vardı ve efor sarf etmemesine rağmen kalbi her zamankinden daha hızlı atıyordu. Yemekten sonra derse kadar olan sürede sınıftaki çocuklarla Sabit Top oynamaya başladılar. Sabit Top, beş oyuncu ve bir kaleciden oluşan iki takımla oynanan bir oyundu. Oyuncular sahaya istedikleri gibi dizilip yer değiştirmeden ve topu rakibe kaptırmadan kendi aralarında paslaşarak rakibe gol atmaya çalışıyorlardı. Ancak topa hâkim olmayan takım dilediği gibi hareket etmekte özgürdü. Topa hâkim olan takımın pas yollarını kesip top kendilerine geçtiği gibi bu sefer onlar sabit kalıp diğer takım hareket etmekte özgür kalıyordu. Bu yüzden çoğunlukla topu bir ya da iki kişi yakalamaya çalışırken diğer oyuncular hücum için pozisyon almaya çalışıyorlardı. Çünkü top kendilerine geçtikten sonra topu kaybedinceye kadar hareket etme imkanları olmayacaktı. Altren oyunun başlangıcında kendisini biraz daha iyi hissetse de sonrasında durumu daha da kötüleşti. Prodit topu kendisine attığında titreyip terlemeye başladı. Karşısındaki Maxim durumunu kolaylıkla fark etmişti. “Sen iyi misin?” Altren başını iki yana sallayıp kendini yere bıraktı. Arkadaşları oyunu bırakıp başına toplanırken Altren göğsünde yanma hissetti. Prodit koşarak öğretmenini çağırmaya giderken Altren göğsündeki yanmanın etkisiyle üstünü yırtmaya başladı. Maxim kalabalığı dağıtıp nefes alması için alan açarken Altren çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Öğretmen koşar adım yanına gelirken Altren’in bedeninden bir alev dalgası etrafa yayıldı ve bedeni de alev aldı. Maxim ve birkaç arkadaşı alevden yaralanırken öğretmen gördükleri karşısında kaskatı kesilmişti. Altren korkuyla bedenindeki alevi söndürmeye çalışırken zorunlu olarak kollarını savuruyor bu da etrafa alev savurmasına sebep oluyordu. Okuldan bahçeyi izleyen diğer öğretmenler yangın söndürme battaniyelerini getirip alev alan çimenlere ve etkilenen çocukların üzerlerine attılar. İnanç öğretmeni Luxus battaniyeyi Altren’in üzerine attı ancak battaniye alev aldı. Öğretmen bir mucizeye tanık olurmuş gibiydi, gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Ulu Redagon aşkına!” Bu esnada Altren canının yanmadığını fark edince sakinleşti. Bedeni hala alev içindeydi ve etrafını turuncu bir camın ardındaymış gibi görüyordu. Ancak hiçbir acı hissetmiyordu ve hissettiği bütün o rahatsızlıklar alev aldığında sona ermişti. Nefesini düzenlediğinde alevlerin gittikçe zayıfladığını fark etti. Nihayetinde söndüğünde de üstündeki elbiselerin yandığını gördü. Öğretmeni hızlıca üzerine battaniye attı. ××× Marium elleriyle yüzünü kapamış ağlamak üzereydi. Solus ise müdür Charta’yı yetkililere haber vermemesi için ikna etmeye çalışıyordu. “Lütfen! O çocuklara neler yaptıklarını biliyorsunuz! Durum tekrarlanırsa haber verirsiniz anc…” Müdür, Solus’un sözünü keserek karşılık verdi. “Beyefendi anlamıyor musunuz? Altren, O olabilir. Son Yükselen olabilir.” “Son Yükselen mi? Çocukları katil olmaları için eğitiyorlar. Buna izin veremem. Oğlum bu saçmalıkların bir parçası olmayacak” Charta iğneleyici bir ifade takınarak konuştu. “İnfidel olduğunuz için böyle düşünüyorsunuz, oysa bu olay Redagon topraklarındaki her ailenin hayalidir. Siz neye sahip olduğunuzu bilmiyorsunuz. Yetkililere haber vermek zorundayım.” İçeride tartışma devam ederken Altren müdür odasının önündeki oturakta oturuyordu. Yaşadıkları karşısında aklı çok karışmıştı. Prodit yaklaşıp yanına oturdu. Altren kendisini kaydırarak Prodit’ten biraz uzaklaştırdı. “Bana yaklaşmaman yararına olur Prodit.” “Kendini iyi hissediyorsun değil mi?” “İyiyim ama… Tekrar alev saçıp insanlara zarar vermekten korkuyorum.” “Anlıyorum ama bunu isteyerek yapmıyorsun.” İkisi de bir süre sessiz kaldı. Ardından Prodit sessizliği bozdu. “Olacakları biliyorsun değil mi?” “Evet. Beni alacaklar.” “Belki de kehanetteki insan sensindir.” “Kehanet diye bir şey yok Prodit.” “Belki de ailen yanılıyordur. Bugün olanlara bak, vücudundan alev saçtın.” “Bilmiyorum Prodit… Çocuklar nasıl? Ne kadar yaralandılar?” “Daha kötüsü olabilirdi ama Redagon’a şükürler olsun ki kimsede ciddi bir şey yok.” Marium başını kaldırıp yaşlı gözlerle Müdür Charta’ya baktı. “Yaşadığımız zamanlara bakın! Siz çocuğunuzu feda eder misiniz? Onu kullanıp bir kenara atacaklar.” “Merak etmeyin Leydi Marium, çocuğunuz Son Yükselen değilse…” “Değilse de alıyorlar! Onları birer asker haline getiriyorlar! Çocuğumu bir ölüm makinesi haline getirip doğudaki savaşa sürecekler! Siz çocuğunuzun bir katil olmasını ister miydiniz?” Müdür Charta donuk gözlerle Marium’a bakarak yanıtladı. “Sizin durumunuzda olsam Yüce Redagon’a sonsuz şükranlarımı sunardım.” Aldığı yanıt karşısında Marium eşinin elinden tutup odadan öfkeyle çıktı. “Hadi Altren, gidiyoruz.” |
0% |