@acuriousone
|
Kral Ferrieder hazine sorumlusu ile maliye toplantısındaydı. Doğudaki çatışmalar hazineyi pek hoş olmayan bir şekilde zedelemeye başlamıştı. Kapının açılmasıyla Başdanışman Lord Serpens heyecanlı bir biçimde içeri girdi ve önce kralına ardından hazine sorumlusuna selama durdu. “Majesteleri, lordum.” Kral Ferrieder tok sesiyle, “Seni bu kadar heyecanlandıran nedir Serpens?” diye sordu. “Corda’da bir çocuk alev saçmış.” Duyduğu karşısında hazine sorumlusunun gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. “Ulu Redagon aşkına!” Kral Ferrieder ise temkinliydi. “Heyecanlanmadan önce emin olalım.” “Elbette ancak bir sorun var. Çocuğun ailesi infidelmiş.” “Kaçacaklardır.” “Ben de öyle düşündüm Majesteleri. Hızlıca eyleme geçmeyi öneririm.” Kral kısa bir anlığına sakalını sıvazlayıp düşündü. “Frater’i gönder.” ××× Frater için sıradan bir gündü. Sabah Elitler Salonu’nda altı kıdemdaşı ile birlikte antrenman yaptıktan sonra kışlada Regnum Centrale’in gelecekteki askerlerini eğitiyorlardı. Kışla kapısından içeri atlı bir elçi hızla girdi ve Frater’in önünde durup mühürlü mektubu uzattı. “Başdanışman Lord Serpens’ten efendim.” Frater mührü kırıp mektubu okumaya başladı. Bitirdiğinde kışla komutanına dönüp kendi bölüğünün eğitimine onun devam etmesi gerektiğini söyledi. Atına atladığı gibi doğruca evine gidip yolluk eşyalarını hazırladı. Ardından da on saatlik Corda yolculuğu için doğruca tren istasyonuna gitti. ××× Marium endişeli gözlerle uyuyan oğlunu izliyordu. Eşi Solus ise pencereden kaldıkları hanın bulunduğu sokağı gözetliyordu. Sabahın ilk saatlerinde tren istasyonuna gidip önce Corda’yı ardından da Regnum Centrale’i terk edeceklerdi. Marium yavaşça fısıldadı. “Yakalanırsak her şey biter Sol… Onu mahvederler.” Solus eşine yaklaşıp arkasından sarıldı. “Yarını atlatırsak her şey yoluna girer.” ××× Frater evin altını üstüne getirip bir sonuca varamayınca dışarı çıktı. Şafak sökmek üzereydi. Aileyi şimdi kaçırırsa bir daha bulmanın çok zor olacağının farkındaydı. Tek başına devam etmek aptallık olurdu. Bu yüzden kolluk güçlerine gidip Kral Ferrieder’in mektubunu gösterdi ve istediği yardımı aldı. Kolluk güçleri hanlara bakarken kendisi tren istasyonuna gidecekti. ××× Solus elinde Porta’ya alınmış üç biletle on beş dakika sonra gelecek olan treni bekliyordu. Marium yanında dikkatli gözlerle etrafındaki insanları süzüyordu. Altren ise gözden kaybolmayacak kadar uzaklıkta kendi yaşıtı olan bir kızla oyun oynuyordu. Frater doğruca istasyon güvenliğine gidip durumu anlattı ve tüm giriş çıkışların kapatılmasını istedi. Ardından da terminale geçip kimlik kontrolü yaparak aileyi aramaya başladı. Solus kendilerinden yirmi metre uzaklıkta kimlik kontrolü yapan birini gördü. Sakin bir şekilde Marium’un kulağına fısıldadı. “Buradan hep birlikte çıkamayız. Ben adamı oyalarken sen Altren’i alıp saklan. Tren için fırsat kolla. Binebilirseniz gidin, binemezseniz…” “Sorun değil. Başımızın çaresine bakarız.” Solus ve Marium oğullarına yaklaştılar. “Oyun vakti bitti oğlum. Şimdi beni dinlemeni istiyorum, annenin sözünden asla çıkmayacaksın. Ne derse yapacaksın ve beni merak etmeyeceksin. Ben iyi olacağım.” “Baba…” “Hoşça kal oğlum. Gidin.” Daha Altren ne olduğunu bile anlamadan Marium oğlunun elinden yakalayıp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Frater dikkatli adımlarla ilerlerken Solus’la göz göze geldi. Solus bir anda aksi yönde koşmaya başlayınca Frater de peşine düştü. “Solus dur!” Uzun istasyon boyunca insanları yararak koşsalar da Frater, Solus’a göre çok daha atletikti. Çok geçmeden Solus’u yakalayıp yere yatırdı. “Çocuk nerede?” Altren korku içinde annesi ile birlikte koşuyordu. Marium’un durumu da çok farklı değildi. Ne yapacağını bilemez bir biçimde Altren’i saklamanın bir yolunu arıyordu. Raylara inmeleri açık hedef olmaları anlamına gelirdi. Kalabalığın arasında hızla ilerlerken istasyonu şehir meydanına bağlayan kemer tavanlı geçitlerden birini gördü. Şehir meydanına dönüp izini kaybettirmeyi düşünürken geçidin diğer tarafından kolluk kuvvetleri çıktı. Marium hemen arkasını dönüp duvara yaslandı. Altren’i de pelerinine sararak saklamak istedi. Yavaşça oğluna fısıldadı. “Çok sessiz ol.” Altren’in kalbi gümbür gümbür atıyordu. Neler olduğuna anlam veremezken alevlerin de tekrar çıkmasından korkuyordu. Başını yavaşça çıkarıp geçitten gelen üniformalı iki adama baktı. Gittikçe kendilerine yaklaşırlardı. Eğer sakin olmazsa alevlerin tekrar çıkacağının farkındaydı. Başını kaldırıp annesine baktı. Onu öldürebilirdi. Gözlerini kapatıp derin nefes aldı. Sakinleşmesi gerekiyordu. Annesinin fısıltısıyla gözlerini açtı. “Tamam, gidebiliriz.” Geldikleri yöne baktığında üniformalı iki adamın yanlarından geçip geçidin girişine doğru hızla ilerlediklerini gördü. Marium oğlunun elinden tutup hızla geçidin girişine doğru ilerledi. Çıkıp köşeyi döndüklerinde ise iri cüsseli bir adama çarptılar. Adam arkasını dönüp Marium’a baktığında üzerinde istasyon güvenliği olduğuna dair üniformayı gördüler. Altren korku içinde bir annesine bir güvenliğe bakıyordu. Adam kaşlarını çatıp, “Bu ne acele? Yoksa siz… Kimliğinizi görmem gerek!” deyince Altren göğsünde bir yanma hissetti. Marium şaşkınlık içindeydi. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Altren elini göğsüne götürüp korkuyla annesine baktı. “Anne… Göğsüm yanıyor.” Marium hızla Altren’in ellerinden tutup önünde diz çökerek boylarını eşitledi. Yavaşça, “Oğlum, şimdi senden sakin olmanı istiyorum. Gözlerini kapat, yalnızca benim sesime odaklan.” Güvenlik görevlisi neler olduğuna anlam veremezken destek çağırmak amacıyla boynundaki düdüğü dudaklarına götürüp var gücüyle üfledi. Altren korku içinde güvenlik görevlisini izliyordu. Marium sözlerini tekrarladı. “Altren! Bana odaklan, kapat gözlerini.” Altren endişeden nefes nefeseydi. Göğsündeki yanma hissi her geçen saniye artıyordu. Sıcaklık boğazına kadar geldiğinde kendisini kusmak üzereymiş de buna karşı koymaya çalışıyormuş gibi hissetti. “Anne… Kaç. İnfilak edeceğim!” “Hiçbir şey olmayacak oğlum.” Güvenlik görevlisi sertçe bağırdı. “Ayağa kalkın!” Marium başını çevirip öfkeyle, “Kapat çeneni! Hayatınızı kurtarmaya çalışıyorum!” diye bağırdı. Altren önce annesine sonra etrafında biriken güvenlik görevlilerine en son da etrafta kendilerini meraklı gözlerle izleyen sivillere baktı. İnfilak etmesi annesi de dahil olmak üzere herkesin ölümü demekti. Derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Marium oğlunu göğsüne bastırıp kulağına fısıldadı. “Sakin ol… İnfilak etmeyeceksin. Sesime odaklan.” Güvenlik görevlilerinden biri “Ne oluyor?!” diye bağırarak aralarına girdiğinde bir diğeri onu dürterek sessiz olması yönünde uyardı. Altren gözlerini kapatmış annesinin sakin olmasına yönelik tekrarladığı telkinlere odaklanmaya çalışsa da pek başarılı olamıyordu. Gözleri kapalıydı, karanlıktaydı. Göğsünde yükselen bir ateş vardı, parmak uçları karıncalanmaya başlamıştı. Biliyordu ki böyle devam edemezdi ve şu an onu tek bir şey sakinleştirebilirdi. Karanlığın içinde kendisini bir ormanda hayal etti. Gece vaktiydi. Hafifçe esen rüzgâr tenini yalayıp geçerken gökte tüm parlaklığıyla Lux ve halkasıyla Dea asılı duruyordu. Yere oturduğunu hayal etti. Elini Lux’a doğrulttuğunu ve Lux’tan gelen beyaz toz zerreciklerinin elinde birikip bir insan vücudu oluşturduğunu hayal etti. Vücut tamamen tamamlanınca karşısında Lux’un insan hali gibi duran beyaz saçlı, beyaz tenli, açık gri gözlü, bembeyaz elbisesi ve pelerini olan bir kız gördü. Gülümseyerek, Altren’in uzattığı eli tutmuştu. “Merak etme Altren, iyi olacaksın.” Altren gözlerini açtığında parmaklarındaki karıncalanma da göğsündeki yanma da geçmişti. Başını annesine doğru kaldırıp gülümsedi ve iyiyim dermişçesine başını salladı. Frater bağırarak sorusunu tekrarladı. “Çocuk nerede?!” Solus’tan yanıt gelmeyince Frater etrafına bakınmaya başladı çok geçmeden de istasyon güvenliği Marium ve Altren’i yanlarına getirdi. Solus eşini ve oğlunu görünce acıyla bağırdı. “Hayır!” ××× Frater hiç vakit kaybetmeden aileyi başkente giden ilk trene bindirmişti. Güvenliğin yoğunluğu sebebiyle kompartıman kışlayı andırıyordu. Frater bakışlarını camdan ayırıp karşısında oturan aileye yöneltti. “Siz infidelleri anlayamıyorum. Oğlunuzun kehanetteki çocuk olma ihtimali sizi hiç mi heyecanlandırmıyor?” Marium başını kaldırıp Frater’e nefretle baktı. “Sizin çocuğunuz var mı?” “Bir kızım var.” Marium, Altren’in kulaklarını eliyle kapayıp, “Kızınızın bir ölüm makinesine dönüştürülmesini ister miydiniz?” diye sordu. “Eğer diyarın iyiliği içinse…” “Ne diyarı? Redagon paramparça bir halde. Semis ve Caedis arasında aktif bir savaş olmasa da asırlardır düşman halindeler. Regnum Centrale, Antecess ile savaşın eşiğinde. Halk bir şeylerin farkında değil mi sanıyorsunuz? Bunlar yetmezmiş gibi doğudaki ayrılıkçı sorunu herkesin dilinde. O ayrılıkçılar Antecess’in maşası değil mi? Daha önce de yapmıştı. Ülke sınırının küçük bir kısmında iç karışıklık çıkart, ardından da o halkın iyiliği için olduğunu söyleyip orayı ilhak et ve kendi sınırlarına kat. Antecess yine bunun peşinde değil mi?” Frater ketumdu. “Bunun hakkında bir şey söyleyemem.” “İki yüzlüsünüz.” Altren kulaklarının açılmasıyla konuşmaya dahil olmak istedi. “Nereye gidiyoruz?” Frater gülümseyerek, “Centrum’a, başkente… Kral Ferrieder seni çok önemsiyor. Şu an tüm Redagon topraklarındaki en önemli çocuk sensin,” dedi. “Vücudumdan alevler çıkarttığım için mi?” “Evet. Kaç yaşındasın Altren?” “On.” “O halde kehaneti biliyorsundur diye düşünüyorum.” “Biliyorum.” “Kehanette söylenen, gelmesi en çok beklenen kişi olmak istemez miydin? Her şeyin hükümdarı ve tüm Redagon’un kurtarıcısı olmak istemez miydin? Redagon’un yerini almak istemez miydin?” Altren tam yanıt vereceği sırada kapı açıldı ve içeri bir başka asker girdi. “Geldik efendim.” Frater parmağıyla camın dışını işaret etti ve Altren’e anlatmaya başladı. “İşte Centrum. Yüksek kulelerinin eşlik ettiği bahçeli evlerin modern mimarisi şehri günümüzün en görkemli şehirlerinden biri haline getiriyor. Merak etme, gördüğünde sen de âşık olacaksın. Ayrıca Corda’dan sonra sana yeni bir dünya gibi gelecektir.” Duraksayıp bir süre bekledi. Sonrasında da bakışlarını Marium ve Solus’a çevirdi. “Vedalaşın. Biz inmeyip yola devam edeceğiz. Siz de bu esnada Kral Ferrieder’in hazırlattığı evde kalacaksınız. Yeni kimlikleriniz, yeni isimleriniz olacak. Kimseye durumunuzdan ve Altren’den söz edemezsiniz. Zaten her daim gözetim altında olacaksınız. Kaçmanız veya herhangi bir sivile bahsettiğim gerçeklerden birini söylemeniz durumunda vatan hainliğinden yargılanacaksınız. Altren’i merak etmeyin, her zaman onun yanında olacağım. Kendi oğlummuş gibi koruyacağım. İşimiz biter bitmez biz de Centrum’a döneceğiz.” Hem annesi hem babası Altren’i arkalarına saklayarak isyan ettiler. “Mümkün değil! Çocuğumuzu bırakmayacağız!” “Hem siz nereye gidiyorsunuz ki?” Frater umursamaz bir ifadeyle karşılık verdi. “Üzgünüm ancak isteklerinizin bir önemi yok. Biz Altren’le birlikte Siare’yi görmeye gideceğiz.” “Siare mi? Son apofezin bunlarla ne ilgisi var?” “Sizin bilmeniz gereken bir şey değil.” Solus öfkeyle bağırdı. “Oğluma ne yapacaksın?” “Pekâlâ, daha fazla kaybedecek vaktim yok. Aileyi dışarı alalım.” Frater’in emriyle güvenlikler Marium ve Solus’u yakalayıp yaka paça dışarı çıkardılar. Altren de onlarla birlikte gitmek istese de Frater onu omzundan yakaladı. “Merak etme, aileni tekrar göreceksin Altren. Ama öncesinde gerçekten Son Yükselen misin bunu öğrenmemiz gerek.” |
0% |