@ado1nia
|
Şehir merkezinin karmaşasından uzak, sessiz ve tekinsiz bir köşede, kimsenin uğramadığı o eski konak tek başına duruyordu. Kasvetli havası ve karanlık geçmişiyle bilinen bu yer, yıllardır korkutucu efsanelerle anılıyordu. Kimileri burada kaybolan insanlardan bahseder, kimileri ise gece yarısı duyulan çığlıkları anlatırdı. Kasabanın yaşlıları, konağın lanetli olduğuna yemin ederken gençler bile oradan geçerken hızla uzaklaşmayı tercih ederdi. Bu, iş arkadaşları arasında bağ kurmak ve terfi almak için yapılmış sıradan bir aktivite gibi görünse de, Leyla, Demet, Sinan, Ahmet ve Ege’nin beklediğinden çok daha fazlası olacaktı. Leyla, neşeli ve meraklı tavrıyla her zaman grubun öne çıkan ismiydi. O gün de arabada, kasabanın dar yollarında ilerlerken heyecanla camdan dışarı bakıyordu. Demet ise koltuğunda huzursuzca kıpırdandı; korkularını dışa vurmasa da gözlerindeki endişe, içine düştükleri maceranın ağırlığını gösteriyordu. Sinan, mizahi tavırlarıyla her zaman olduğu gibi grubu rahatlatmaya çalışıyordu: “Şu eski konağın anlatıldığı kadar korkunç olduğunu sanmıyorum. Belki de sadece farelerin oyunlarıdır, kim bilir?” Ahmet, daha sessiz ve temkinliydi. Gözleri yoldaydı, ama düşünceleri başka bir yerde dolanıyordu. Ege ise neşesiyle ortamı aydınlatmaya çalışsa da gözlerinin derininde sakladığı o karanlık düşünceleri gizleyemiyordu. Sonunda, dar bir patikayı geçip konağın önüne geldiklerinde, herkes sustu. Sanki doğanın sesi bile bu eski yapının huzurunu bozmaya çekiniyordu. Uzun ve korkutucu bir şekilde geçen araba yolculuğundan sonra konak nihayetinde görünmüştü. Konağın kararmış taş duvarları, zamanın acımasız izlerini taşıyordu. Kocaman, demirden yapılmış eski kapı, yıllardır açılmamış gibi ağır ve paslıydı. Çatısı, rüzgârın uğultusuyla hüzünlü bir şarkı söylüyordu. Üst kat pencerelerinden biri hafifçe aralık duruyor, sanki içeride bir şey onları izliyordu. Hava, sık ağaçların arasında neredeyse tamamen karanlıktı. Gökyüzünü kaplayan bulutlar ay ışığını gizlemiş, onları zifiri bir karanlıkta bırakmıştı. Çam ağaçlarının devasa gövdeleri ve dallar, her adımda üzerlerine doğru eğiliyormuş gibi görünüyordu. Hava ağır ve nemliydi, nefes aldıkça çürümüş yaprak kokusunu duyabiliyorlardı. Herkesin adımları gittikçe yavaşladı, her biri birbirine daha da yaklaşıyor, kimse yalnız kalmak istemiyordu. Konağa yaklaşırken eski tahtaların üzerindeki gölgeler, sanki onlara uzanan eller gibi, belirsiz şekiller oluşturuyordu. Kimse itiraf edemese de herkesin içinde bir ürperti yükselmişti. Leyla, nefesini tutarak arkasındaki diğer iş arkadaşlarına baktı. “Burası... Burası gerçekten güvenli mi?” diye fısıldadı. Gözleri korkuyla büyümüştü, her gölgede bir şeylerin gizlendiğine emindi. Sinan, neşeli ve esprili tarafının yanında grupta en cesur görünmeye çalışan kişiydi. Bir gülümsemeyle omuzlarını silkti. “Yahu, abartmayın,” dedi. “Biraz eski, biraz ürkütücü olabilir, ama sonuçta bu sadece bir ev. Hadi, bir an önce içeri girelim de bitsin bu iş.” Ancak sesindeki titremeyi bastırmakta zorlanıyordu. Tam o sırada, kapıdan hafif bir gıcırtı sesi duyuldu. O kadar ince ve belirsizdi ki, sadece yakından dinleyen birinin duyabileceği türdendi; ancak bu, gruptaki herkesin kanını dondurmaya yetti. Herkes bir an için donup kalmıştı, sonra ise aralarından biri mırıldandı, “Sanırım biri ya da bir şey... İçeride.” Bir adım geri çekildiler, aynı zamanda aralarındaki en mantıklı olan Demet, derin bir nefes aldı. “Geri dönmemiz mümkün değil,” dedi, sesi zoraki bir kararlılıkla titriyordu. “Biraz korkutucu... Bakın birbirimizle kalalım ve hızlıca etrafa göz atalım ona göre sabah olmadan buradan çıkmış oluruz.” Birbirlerine bakarak ağır adımlarla kapıya doğru ilerlediler. Kapının önünde duran Ahmet, kapının kolunu tutmak için elini uzattı. Metal, soğuktu ve biraz nemliydi, sanki uzun süredir hiç dokunulmamış gibi. Kapı, ağır bir gıcırtıyla açıldığında içeriden kesif bir rutubet ve çürük kokusu yayıldı. Işıklarını açtıklarında, duvarlarda çatlaklar, tavanda ise örümcek ağları gördüler. O an herkes, bu eski evde düşündüklerinden çok daha fazlasının gizleniyor olabileceğini hissetti. Ancak içeri girdikten sonra çıkmaları imkânsız hale geliyordu. İçeride neler olabileceğine dair korkuları yüreklerine çivilenmişken, eski, kasvetli evin içine adımlarını atmaya başladılar. Leyla’nın elindeki anahtar, avucunda titrerken Ege, derin bir nefes alıp hafifçe gülümsedi "Hoş geldiniz dostlar. Şu anda delilikle dehşet arasında bir adım atıyoruz." Demet, içeriye ilk adımını atarken fısıldadı: "Belki de bu ev, bizim düşündüğümüzden daha fazlasını saklıyordur." Karanlık koridor, onları bekleyen birer misafir gibi kucakladı. Kapıları açtıkça, içeri yayılan ağır bir toz kokusu ciğerlerine doldu. Zemin tahtaları adeta yorgun bir iniltiyle gıcırdadı. Koridorun duvarları, solmuş çiçek desenleriyle kaplıydı; bir zamanlar buranın ne kadar güzel olduğunu hatırlatıyordu. Ancak şimdi, o çiçeklerin üzerine çöken karanlık, her birini solgun bir hayalet gibi göstermişti. Ahmet, yerdeki bir kırık çerçeveye takıldı. İçindeki siyah-beyaz fotoğraf, yüzü net olarak görülmeyen bir adamı gösteriyordu. Adamın gözleri karanlık gölgelerden oluşmuş gibiydi; sanki Ahmet’e bakıyordu. Ege, odalardan birine doğru adım attığında, loş ışık altında eski bir piyano fark etti. Üzerindeki toz tabakası, yıllardır dokunulmadığını gösteriyordu. Ancak piyanonun kapağı hafifçe aralıktı. “Sanki birisi en son çaldığı notayı yarım bırakmış gibi,” diye mırıldandı Ege. Sinan ise hemen yanına geldi ve elini piyanonun tuşlarından birine uzattı. Parmakları tuşa değdiğinde tiz bir nota odayı doldurdu; ardından sessizlik çöktü. O an hepsi aynı hissi paylaştı: Sanki ev, onları fark etmişti. Saat ilerledikçe, hava daha da karardı. Pencere kenarlarında biriken örümcek ağları, rüzgârın esintisiyle nazikçe sallanıyordu. Her bir rüzgâr dalgası, konağın eski tahtalarının derinliklerinden gelen uğursuz fısıltılara karışıyordu. Leyla, “Bu sadece bizim hayal gücümüz, değil mi?” diyerek kendini teselli etmeye çalıştı. Demet’in yüzüne baktığında ise, arkadaşının korkuyla sıktığı elleri gördü.“Bu ev, bizi sevmiyor,” diye fısıldadı Demet. İçlerinden hiçbiri yüksek sesle itiraf edemese de aynı düşünce zihnini kemiriyordu: Bu ev sadece eski bir yapı değil. Burası, içinde yaşayan karanlık bir ruhu barındırıyor. Kapının kapanmasıyla birlikte, dışarıdaki dünya onlardan kopmuştu. Konağın karanlık kalbinde ilerlerken, her bir adım onları geri dönüşü olmayan bir serüvenin derinliklerine çekiyordu. |
0% |