@adoileangaraya
|
Ballarım, oy verebilir misiniz?
2. Bölüm: Can Kırıkları ve Kırık Aileler.
Sahil kenarındaydım, hiç bir şey yapmadan duruyordum. Kendimi mental olarak o kadar çok güçsüz hissediyordum ki, bu güçsüzlüğün hiç bir açıklaması olamazdı. Ben bu değildim, ben bu olamazdım. Neredeydi o intikam duygusuyla büyümüş, sert kız? Son dal sigaramı da acı içinde yaktım, bu acının sebebi başka sigaramın kalmamış olmasıydı. Param vardı fakat açık yer yoktu, baya dolaşmam gerekiyordu. Sırtımı banka yasladım ve montumun şapkasını kapatıp saçlarımı sakladım. Bir elimde sigara varken denizi izliyordum. Benim önüme çok büyük bir seçenek koyulmuştu ve ben bunu reddetmiştim. Reddetmemin sebebi orayı yönetebilecek kadar güçlü birisi olamamdı. Hem nasıl daha ismi, yaşı belli olmayan birisini başa koyarları ki? Böyle düşünürken yanıma birisinin oturduğunu hissettim. Başımı kaldırdığımda oturmasına rağmen benden uzun olan birisini gördüm. "Rahatsız etmiyorumdur umarım?" Dedi. Sesi kalın ve sertti. "Hayır." Dedim bende aynı tonda. Bizde bize nasıl yaklaşılırsa öyle yaklaşılırdı. Korkunçsa korkunç. "Güzel." Dedi. Bir şey demeden sigaramı içmeye devam ettim. Üstümde bakışlar hissetsem de umursamadım. "Kaç yaşındasın sen?" Dediğinde cevap vermeden karşıyı izlemeye devam ettim. "Bu ergen davranışlarına göre muhtemelen bi on altı vardır herhalde?" Yine cevap vermedim. Derin bir nefes verdim ve ona döndüm. "Ne yapacaksın yaşımı? Nüfusuna mı alacaksın?" Sinirle konuşmuştum. Muhtemelen tüm sinirimi ondan çıkartacaktım. "Sakin ol küçük, bir şey demedim. Sadece neden bu yaşta sigara içtiğini soracaktım." "Bir nedeni yok.'' Güldü, sesi çok hoş çıkmıştı. ''Eminim öyledir, fakat bence ne yaşamış olursan ol bu illete başlaman için geçerli bir sebep değildir.'' Gülümsedim, acı bir gülümsemeydi bu. ''Çok büyük düşünüyorsun.'' Kaşları hafiften çatıldı. ''Adın ney?'' ''Sence ne olmalı?'' Bakışlarımı ona çevirdim. Düşündü, sonra gözlerime baktı. ''Ahuzar.'' Dedi. Güldüm, ''Güzel isim.'' ''Gerçekten adın ney?'' ''Gerçekten adım yok.'' Durdu. Hiç bir şey demedi, sanırım sohbetimiz burada bitmişti. İlk kez dışarıdaki bir yabancıyla tanışmıştım, aslında buna tanışmak bile denilmezdi. Bütün düşüncelerimi kafamdan salarken dalgalarıyla dans eden denizi izlemeye devam ettim. Yanımdaki adamın telefonu çaldığında gözüm ona kaysa da geri çektim. ''Alo?'' Kiminle konuşuyorsa sesi gelmiyordu fakat yüzü sinirli bir hâle bürünmüştü. ''Anlamıyor musun lan siz, kıt beyinli misiniz! Ben bir işe girdiysem durmam Behzat, beni hiç biriniz durduramayacaksınız!'' Telefonu yüzlerine kapattığında arkasına sertçe yaslandı, bu öyle bir yaslanmaydı ki bank sallanmıştı. ''Kusura bakma, yanında bağırmam hoş değildi. Sadece sinirliydim.'' Başımı sorun yok anlamında salladım. ''Sorun değil.'' O da onaylar şekilde başını salladığında bu sefer benim telefonum çalmıştı. Kim arıyor olabilirdi ki? Anıl ve Mert abinin götü yemezdi aramaya, diğerlerinin de işleri düşmedikleri sürece aramazlardı. Ekrana baktığımda Göktuğ'un aradığını gördüm. O da çeteden yüksek mevkili birisiydi, açıkçası pek muhabbetimiz olmadığından şaşırmıştım. Telefonu açtım ve sertçe ''Efendim?'' Dedim. ''Buraya gelmen gerek.'' Sesi sert ve kesindi. ''Ziyaretçilerin var, acil gelmeni bekliyorlar.'' Kaşlarım çatıldı. ''Kim geldi?'' ''Veznedar Aşireti geldi, hızlı olmanı öneririm çünkü bütün aşiret kapımıza dayandılar. Kızımızı getirin diye silahla bağırıyorlar.'' Siktir, ne alakaydı şimdi bunlar? ''Tamam, dayanın geliyorum. İçeri falan almayın kimseyi, çocukları uzak tutun hepsinden.'' Telefonu yüzüne kapattım ve ayağa kalktım. Yanımdaki adama döndüm. ''Sanırım bende senin gibi davrandım, hoş değildi yaptığım, kusura bakma.'' Güldü. ''Sorun değil. Sanırım gidiyorsun, belki bir gün yine karşılaşırız. Adım Barlas.'' Gülümsedim. ''Memnun oldum Barlas. Hoşçakal.'' Yanından hızlıca ayrıldığımda bu yaptığıma şaşkınca düşündüm. Ben hiç kimseye böyle yaklaşmazken, ona nasıl gülümsemiştim ki? Aptalım ben, aptal! Aklıma asıl durum tekrar gelince bu sefer aceleyle koşmaya başladım. Bu hızda gitmeye devam edersem yarım saatlik yolu on dakikada gidebilirdim! Kafamda pek çok soru oluşmuştu, onlar nasıl çeteyi bulmuştu? Yoksa... Mektup! Onlara da mektup gitmişti, nasıl bana bazı şeyler anlatıldıysa onlara da anlatılmış olmalıydı. Yerimi söylemişti, onların beni bulmalarını kolaylaşmıştı. Bir sorun daha vardı, o kızın benim olduğu ne malumdu! Nasıl böyle emin olabiliyorlardı? Hızımı daha da arttırınca artık yaklaşmıştım. Yanımda silahım yoktu ve bunların hepsinin silahlı olduğunu söylemişlerdi. Arkadaki korumalara ulaşıp silah almam gerekiyordu. Bu da daha çok koşmak demek oluyordu! Arka bahçeye doğru koşarken Mert abiyi gördüm. ''Sen nereye gidiyorsun! Kapımıza aşiret dayandı ve sen gelmezsen burayı yıkmakla tehdit ediyorlar, senin yüzünden olanların farkında değil misin?'' Sinirle soludum ve bağırdım. ''Kes o çeneni ve bana silahını ver, yoksa asıl ben sizi yıkacağım!'' Yüzü korkuya bulandığında hızla silahını verdi. Tetiği çektim ve ön tarafa gittim. Siktir, bunlar gerçekten çok kalabaktı! En önde yaşlı bir adam ve yanında onun oğluna benzeyen, yine yaşlanmış ama yine de karizmatik duran bir adam vardı. Yaşlı olan bağırdı. ''Torunumu benden saklıyorsanız bu binayı başınıza yıkarım!'' Silahı göğe doğrulttum ve iki el ateş ettim. Tüm bakışlar üstümde toplanmıştı. Yüzüm mahkeme duvarı gibiydi, sertti. ''Bu o...'' Diye bir fısıltı duyuldu. Etraf sessizleşti. En öndeki adam yanıma yaklaştı. ''Kızım, Karaca'm.'' Gözleri dolmuştu, kalbimde kırıklar hissettim. Havada duran kolum düştü, bir adım uzaklaştım. ''Karıştırdınız muhtemelen, ben Karaca değilim.'' Bir adım geriye gittim. ''Hayır, sen benim kızımsın! Eminim, delirmedim ben... Kızım, ne olur hatırla, babanım ben senin!'' Yanına bir kaç kişi koştu. ''İnsan kızını tanıyamaz mı? Ben tanıyorum, aynı annesine benziyor, Yeliz'imin kopyası!'' ''Bakın, benim ailem yok. Lütfen boşuna umutlanıp kendinizi kırmayın ve buradan gidin.'' Gayet sakince, medenice konuşmuştum. Daha sert bir tepki verebilirdim mesela,? Yalan söyleme, senin de umudun var. ''DNA testi yapalım, ne olur lütfen,'' Bunu yanlarında duran bir kadın söylemişti. ''Yalvarırım, sadece bir test.'' Cevap vermedim, daha doğrusu veremedim. Başım, bedenim ne kadar dik ve kendinden emin dursa da içimdeki çocuk bana yalvarıyordu. Hiç bir şey olmayacak, hem bak belki ismimiz olur? Kaç yaşımızda olduğumuzu biliriz? ''Tamam, peki.'' Birbirlerine bakıp gülümsediler. ''Şimdi yapalım, hastaneye gidelim. Baran doktorları hazırla, gidiyoruz hadi.'' Tek kaşım kalktı. ''Şimdi mi?'' Mahçupça baktı bir anda. ''Özür dilerim, bir anda heyecanlandım. İstersen yarın-'' Sözünü kesip konuşmuştum. ''Gökhan, arabanın anahtarını yolla. Hastaneye gidiyoruz.'' Gökhan bana döndü ve anahtarı fırlatmadan önce konuştu. ''Gelmeme gerek var mı?'' ''Yok.'' Anahtarı fırlattığında havada tek elimle tuttum ve arabanın kapısını açtım. ''Siz önden gidin, sizi takip ederim.'' Dedim. ''İstersen abilerin, ablan ya da da ikizin birisi seninle gelsin yalnız kalma?'' Abilerin, ablan ve ikizin. İkizim mi vardı benim? Vay anasını. ''Gerek yok, hemen şu testi yapıp kurtulalım yeter.'' Sonucun negatif çıkacağını düşünüyordum ama bu çok düşük bir ihtimaldi, en son aynaya baktığımdaki ben, onlara benziyordum. ''Peki, gidelim o zaman.'' Onlar arabalarına binerken tam bende binecekken yanıma birisinin gelmesiyle omuzlarımı dikleştirdim ve baktım. Gelen kişi Patron'du. Kötü birisi olduğunu düşünmeyin, aslında gerçekten iyi birisiydi. Bunca yıl onlarca çocuğa bakmış, beslemiş, büyütmüş ve yetiştirmişti. Bu kelimelerdeki söylendiği gibi kolay bir şey değildi, çok büyük bir sorumluluktu. Ayrıca bütün çocuklara babalık yapmıştı, hepsiyle teker teker görüşüyordu hep. Benimle de arası iyiydi, severdim kendisini. ''Bende geliyorum seninle, atla hadi yan koltuğa.'' Dediğinde gülümsedim ve anahtarı verip yan koltuğa geçtim. O da sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırmıştı. Önümüzdeki aşiret yola çıktığında onların peşinden sürmeye başladı. Bir anda aklıma takılan şeyle yutkundum. ''Bir şey soracağım.'' ''Tabii ki, sor?'' ''Eğer onların kızları çıkarsam, artık çetenin üyesi olmayacak mıyım?'' Eğer böyle bir şey olursa yıkılırdım. Bir süre konuşmadığında muhtemelen düşündüğüm şeyin olacağını anladım ve gözlerimi kapattım. ''Dürüst olacağım.'' Dedi. ''Sen çok güçlü birisin, diğerleri gibi değilsin. Sende farklı bir güç hissi alıyordum en başından beri. Seni diğerlerinden farklı olacak şekilde, her konuda mükemmel olacak şekilde eğittim. Sana nefret, hırs gibi duyguları çok yükledim. Neden senin ismin yok biliyor musun? Senin ismin olmadığı için kimseyle tanışamayacak, bu şekilde bir zaafında olmayacaktı.'' ''Seni Çete'den ayırmam, sen benim gözümde en güçlü veliahtımsın. Benden sonra yerime sen geçeceksin.'' Sert sesimle konuştum. ''Benim amacım Çete'nin başı olmak değil, Çete'den biri olmak.'' Güldü. ''Çünkü senin gücünün kaynağı Çete.'' Haklıydı, Allah kahretsin ki haklıydı. Benim gücümün kaynağı Çete'ydi çünkü onlar beni eğitmişti, arkamı onlar kollamıştı. ''Ben o kadar güçlü değil-'' Sözümü artık sabrı kalmamış gibi sert sesiyle kesti. ''Geçeceksin dediysem geçeceksin! Bir tek sen Çete'yi yönetecek kadar güçlüsün! Artık işten ayrılıyorsun, Eğitim saatlerin bir aylığına on iki saatliğine çıkacak. Ardından taç takma törenin olacak ve tüm ülkenin karşısında resmen Çete'nin başı olacaksın.'' Bağırarak konuşmasıyla yüzümü buruşturdum. Evet, soğudum. Şom ağzımı seveyim. Takip ettiğimiz Veznedar Aşiretinin araçları durunca bizde durduk. Hastaneye gelmiştik. Arabadan inecekken konuştu. ''Ben gideceğim, dönüşte kendin gelirsin. Paran ve silahın yanında zaten.'' Başımla onayladım ve arabadan indim. Arabadan inen Veznedarların yanına sert adımlarla ilerledim. Aralarından birisi beni görünce hızlı adımlarla yanıma ilerledi. ''Gel güzelim, şuradan gideceğiz. Ha bu arada ben amcan Ferit.'' Elini uzattığında elini tutup sıktım. "Memnun oldum.'' Gülümsedi. ''Herhalde adın yok?'' ''Evet, yok. Hadi gidelim ve şu işi hemen halledelim.'' Durdu, şaşkınca baktı yüzüme. Onu arkamda bırakıp ilerlemeye başlayınca kendisine geldi ve bana yetişti. Diğerleri de peşimizden gelecekken muhtemelen biyolojik babam olacak kişi onları durdurdu. ''Siz konağa gidin. Testi yaptırdıktan sonra geleceğiz. Sonuçlar hemen çıkar zaten.'' Sonuçların çıkması normalde daha uzun sürmesi gerekiyordu ama hastanenin adını okuduğumda anladım. Veznedar Özel Hastanesi. Diğerleri dediklerini yaptılar ve arabalarına geçerken yalnızca birisi kaldı: Büyük Veznedar, Muhtemelen dede bey. ''Bana karşı çıktığın anda seni evlatlıktan reddederim." Dediğinde hepsi sustu. "Hadi, şu testi yapalım sonra torunumu yanıma alayım.'' Ne çabuk sahiplendi beni? Yani nereden biliyor torunu olduğumu, belki değilim? Bana döndüğünde yüzüme boş boş baktı, bende aynı şekilde baktım. ''Acaba bize torunuma benzeyen bir robot mu verdiler? Tepki vermiyor? Tek gerçekçi yanı silah sıkmasıydı.'' ''Yok merak etmeyin, insanım. Tek isteğim artık şu testi yapıp gitmek.'' İki gündür uyumuyordum, artık uykum geliyordu. Muhtemelen yine uyuyamayacaktım çünkü işe gidip istifamı verecektim. ''Gelin, şuradan asansöre binelim.'' Dedi aralarındaki kız. Onca erkeğin içindeki tek kız olmak çok zor değil midir acaba? Onlar ilerlemeye başlayınca bende onların peşinden ilerlemeye başladım. Asansörün yanına geldik ve binip beşinci kata çıktık. Asansör durduğunda hemen kapının açılması için dualar ediyordum çünkü çok daralmıştım. Toplamda dokuz kişiydik. Onlar önden ilerliyor, ben ise arkalarından ilerliyordum. Bir odaya girdiklerinde peşlerinden girdim. "Hoş geldiniz." Dedi içerideki doktor kıyafetli kişi. Yaşlı dede bey konuştu. "Hoş bulduk. Daha fazla boş yapmayın da hemen şu testi yapalım." İyi anlaşacağız gibi duruyordu. "Tamamdır, o zaman Yusuf Bey'den ve küçük hanımdan hemen kan örnekleri alalım, iki saate çıkartırız sonuçları. Şöyle geçin." Babam olduğunu iddia eden adamın adı Yusuf'tu. Yusuf Veznedar. Gösterdiği yere doğru geçtim ve oturup kolumu açtım. Yanıma gelen hemşire iğnesini çıkarttı ve koluma dikkatlice batırdı ve kan aldı. Bir tüp kan aldıktan sonra kolumdan iğneyi çıkarttı ve pamuk bastırdı. "Bir kaç dakika böyle tutman yeterli, sonra çıkartabilirsin." Başımı onaylar şekilde salladım. Gözlerim artık dayanamıyor, kapanmak için yalvarıyordu artık. Bir kaç kez gözlerimi kırpıştırdıktan sonda kalktım. "Başka bir şey kalmadıysa gidiyorum ben?" Dedim. Birbirlerine baktılar, hiçbiri bir şey demeyince yine dede bey konuşmuştu. "İki saat bekleyelim ya da istersen konağa gidelim, uykusuzluktan bayılacak gibisin. Sonuçları gönderirsiniz konağa. Hadi gidiyoruz." "Ben gelemem, işe geçeceğim buradan direkt. Saat altı buçuk olmuş, benim yedi buçukta orada olmam gerekiyor." "Ne işi torunum? Burada dağ gibi deden varken çalışmaya hiç gerek yok. Ben bakarım sana." "Asıl arkasında dağ gibi babası var, bırakır mı kızının çalışmasına? Evimize gidelim direkt, orada dinlenirsin güzelim." Büyük Veznedar kaşlarını çatıp Yusuf Bey'e baktı. "Dedesi varken sen kimsin?" "Burada abileri, ablası ve ikizi de var dedeciğim, bizleri de unutma lütfen." Aralarındaki erkeklerden birisi. Hepsinin suratına bön bön baktım. "Sonuçlar anında çıktı da benden mi gizliyorsunuz?" Kaşlarım çatışmıştı. "Aynı bana benziyor. O silah sıkışını gördüğümde anlamıştım benim torunum olduğunu. Aslan torunum benim!" Aslında silahla ilk onlardan birisini vurmayı düşünüyordum. Diyecek bir şey bulamadığımda gülümsedim. Bir anda aralarından birisi bağırdığında irkildim. "Benim gördüğümü sizde gördünüz mü? Gülümsedi lan!" Yanındaki de hemen konuştu. "Halüsinasyon gördük bence." Aralarındaki kadın konuştu. "Boş yapmayı kesin." Ardından bana döndü. "İşin ne kadar sürer?" "İstifamı vereceğim. Çok sürmez." Dedim. "Tamamdır o zaman, ben seni bırakırım şimdi sonra geri geliriz buraya." Ondan büyük duran adam konuştu. "Neden sen?" "Çünkü ben ablasıyım?" "Bende abisiyim?" "Senden çok var, ama ben tekim." Saçlarını savurdu. "Gel güzelim, biz çıkalım." Diyerek yanıma geldi. "Gerek yok, ben gidip gelirim. Yorulma şimdi bu saatte." "Duymamış sayıyorum ve gidiyoruz." Diyerek odadan çıktığında bende peşinden ilerledim. "Nerede çalışıyorsun?" "*** Sanayisinde." Dedim kısaca. Sessiz kaldı. "Orada bakamadılar mı sana? Ya da başka bir iş olmaz mıydı, orası çok zordur..." Sesi kısık çıkmıştı. Sesi benim aksine net ve sert değil, neşeliydi. Ona hayat gülüyordu. "Sen ismi ve kimliği olmayan birisini işe alır mısın?" Dediğimde durdu. "Ne?" Dedi. "İşte bu yüzden." Diyerek cevapladım onu. Devamında hep sessiz ilerlemiştik. Aşağı inmiştik ve arabalardan birisine binmiştik ve yola koyulmuştuk. Yolculuk boyunca ne o ağzını açıp bir kelime etmişti, ne ben bir şey demiştim. Ben zaten biri bana bir şey demeden konuşmazdım. Hiç bir insanla iletişim kurmamıştım doğru düzgün. Bugün Barlas dışında. Aklıma gelen şeyle düşüncelerimin hepsini başımdan savdım. Yolculuğun bitmesini bekledim. Arkama yaslandım ve bir kaç dakikalığına gözlerimi kapattım. ♡♡♡♡♡♡♡♡♡♡♡♡♡ Sanayideki işlerin tamamını hallettikten sonra geri dönmüştük. Birazdan doktor gelecek ve sonuçları açıklayacaktı. Koltuklardan birisine oturmuştum ve doktorun gelmesini bekliyordum. Buradan çıktıktan sonra Çete'ye gidecek ve orada yine eğitime girecektim. Patron gerçekten ciddiyse artık on iki saat eğitim görüp en sonunda başa geçecektim. Niye Çete'den kimse başa geçmek istemiyordu ki, neden ben? Diye düşünüyordum. Orada binlerce kişi vardı, büyümüşler, henüz küçük olanlar vardı, yeni gelen pek çok çocuklar vardı ve onların eğitiminde bende yardımcı oluyordum. Bunun içinde ayrı bir vakit ayıracaktım, günümün çoğu çalışarak geçecekti. ''Geç kaldığım için üzgünüm, hemen sonuçları açıklayayım.'' Diyerek içeri girdi doktor. Gözlerim ona döndüğünde kalbimin üstünde bir ağırlık hissettim. İçimde bir korku vardı. ''%99,9 oranla kız, Yusuf Veznedar'ın kızıdır.'' İşler karışacaktı. ''Kızım.'' Diyerek bana sarıldığında hiç bir şey yapamadım.
|
0% |