Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. BÖLÜM : KADERİN TESADÜF ANLAYIŞI

@adsiz459

 

Günlerden 25 Aralık, yıllardan 2007.

O gün İstanbul’da kar yağıyordu. Diz boyu kadar kar vardı. Bütün şehir beyaz örtü ile kaplanmıştı .

Lavin sabah büyük bir heyecan ile uyanmıştı. Dokuz yıllık hayatında ilk defa kar görecekti. Bu,onun için çok güzel bir duyguydu.

Yataktan fırladığı gibi pencereye doğru koştu. Geldiğinde ellerini cama yasladı ve mutlulukla kıkırdadı.

Bugün, Asaf Ali ile kartopu savaşı yapacaktı.

Pencereden dışarı mutlulukla bakarken annesi bu halini görüp güldü. “Gel bebeğim. Kahvaltı yapalım, Asaf Ali ile inersin aşağı.”

Lavin annesini onaylayıp mutfağa doğru gitti. Kahvaltı masasına oturdu. Babası gazete okuyordu. Onu gördüğünde ona güldü. “Günaydın güzel kızım.”

“ Günaydın babacığım.”

Ailecek tatlı tatlı konuştular ve kahvaltı ettiler. Lavin hızlı hızlı yediği için Orhan ona güldü. “Kızım yavaş,kar kaçmıyor ya!”

“Asaf ile oynamak için yiyorum baba!”

Lavin’in cevabına biraz bozuldu Orhan. Tamam,en yakın arkadaşının çocuğuydu ama bu kadar yakın olmaları... İleride olacakları tahmin ediyordu. Ettikçe deliriyordu.

Lavin hızlıca yemeğini yedi ve yatak odasına koştu. Üzerini değiştirip pembe bir kazak,kot bir pantolon giydi. Açık mavi montunu da giydi. Annesinin ona aldığı ve çok beğendiği sarı atkı,eldiven ve bereyi taktı. Çok komik duruyordu ama umrunda değildi.

Umrunda olan daha önemli şeyler vardı.

Asaf Ali gibi.

Hemen dış kapıyı açtı. Kapının önünde duran sarı botlarını giydi. Kapıyı kapatıp adeta uçarak dışarı çıktı.

Dışarıya göz gezdirdiğinde bir şey fark etti. Pencereden gördüğünden çok daha güzeldi.

Kendi kendine gülüp hemen Asaf’ı çağırmaya karar verdi. Tam onu çağırmak için bağıracakken kapıdan Asaf çıktı.

Giydiği siyah mont ve yeşil atkı, eldiven, bere takımı ile uyumluydu.

Lavin hemen ona koşarak sarıldı. Asaf Ali de kollarıyla onu sıkıca sardı. Lavin ayrılıp karları gösterdi. “Hadi, kartopu savaşı yapalım!”

Asaf Ali ona tebessüm ederek onayladı. Beraber sokağın başındaki arsaya gittiler. Etrafta birkaç tane çocuk kardan adam yapıyordu. Lavin ile Asaf Ali arsanın sağına doğru geçtiler. Lavin karlara hayranlıkla bakarken Asaf Ali ona bir tane kartopu fırlattı. Lavin ona ters ters bakarken, Asaf Ali onun tipine kahkaha attı.

Lavin, Asaf’ın güzel kahkahasını fırsat bildi ve yerden bir kartopu alıp ona doğru fırlattı. Asaf Ali kartopunun etkisi ile şaşkınlıkla kalakaldı. Bu sefer gülme sırası Lavin’e geçti. Asaf da onun güzel kahkahasını fırsat bildi ve yerden kartopu alıp ona fırlattı. Böyle böyle kartopu savaşı yaptılar. Şen kahkahaları sadece arsayı değil,bütün İstanbul’u inletti.

Savaşın ortalarında Merve diye bir kız Asaf Ali’nin yanına geldi. Ona gülerekAli,bizimle oynar mısın?”diye cileveli cilveli sordu.

Lavin, Asaf’ın gitmesini istemiyordu ama gitse bir şey diyecek de değildi. Sonuçta diğer çocuklarla oynamak Asaf’ın en doğal hakkıydı.

Asaf Ali anında reddettiğinde Merve sinirle konuştu. “Hep şu bücür kızla oynuyorsun. Yeter!”

Konuşması bittiği anda arkasında yaptığı kocaman kardan adamın büyük bir parçasını ellerine alıp Lavin’e doğru fırlattı.

Hayır, fırlatamadı.

Asaf Ali,o kocaman parçayı gördüğü gibi Lavin’e koşup sarıldı ve Lavin ile beraber yere düştüler.

Koca kartopu parçası Asaf’ın sırtında unufak oldu ama sırtı acıdı. İçinde muhtemelen taş vardı.

Asaf Ali, Lavin’in üstündeydi. Kollarını iki yana koyup alttan alttan ona çipil çipil bakan kahve gözlere baktı.

Bu kahve gözlerde yaşam vardı.

Aniden yere düştükleri için Asaf Ali’nin atkısı açılmıştı.

Lavin,birden ellerini Asaf Ali’nin soğuktan kızarmış yanaklarına koydu ve doğrulup sağ yanağına derin bir öpücük kondurdu. Geri çekildiğinde Asaf Ali’nin yanaklarının soğuktan kızardığını düşündü ama hayır, Asaf Ali’nin yanakları mutluluk ve utançla kızarmıştı.

“Sen,beni kurtardın Asaf!”diyen Lavin’e tebessümle başını salladı. Lavin ona mutlulukla kıkırdadı. “Sen beni hep kurtarırsın ki...”

“Kurtarırım Lavinya. Ben varsam sana hiçbir şey olmaz.”

“Teşekkür ederim,beni kurtardığın için.”

“Asıl ben teşekkür ederim.”

“Neden?”

“Seni kurtarmama sebep olduğun için.”

Lavin yerde kıkır kıkır gülerken Asaf Ali, Lavin’in bere ve atkıdan dolayı tek gözüken yeri olan gözlerini öptü.

Eğer,gözünü öptüğü zaman ayırılık geleceğini bilseydi yine aynısını yapar mıydı?

Lavin onun öpücükleri ile hoş olurken kollarını Asaf Ali’nin boynuna doladı. Asaf Ali, Lavin’in belini tutup onu yerden kaldırdığında Lavin ona sarıldı.

Güvenliydi bir kere bu kollar, buraya gömülünce kimse Lavinya’ya bir şey yapamazdı ki.

Bu kollar Lavinya’yı sardığında kim çekip alabilirdi ki onu?

Birbirlerinden ayrıldıklarında Asaf Ali ayağa kalktı ve Lavin’in bileğini tutup onu da yerden kaldırdı. İkisi üzerindeki karları temizlerken Merve onların karşısında,ikisine kıskançlıkla bakıyordu.

Asaf Ali, Merve’ye yaklaştı. Merve,ona yaklaşan elalara baktığında az önceki samimiyeti, mutluluğu göremedi. Aksine, Asaf Ali Lavinya’sına ne kadar yumuşaksa diğerlerine o kadar da sertti.

Asaf Ali için her şey Lavinya ve diğerleriydi.

“Bir daha ona bırak dokunmayı,düşünürsen bile bu kadar sakin olmam.”

O gün, Asaf ve Lavin kartopu savaşı yaptılar. Bir tane kardan adam da yaptılar. Adı Selman olan... Hatta Lavin,atkısını bile kardan adama doladı.

İkili akşam eve gitmeden önce, Asaf Ali kardan adamdaki sarı atkıyı aldı. Montunun cebine sakladı atkıyı.

O gece iki aile buluşmuştu. Lavinya, Asaf Ali’ye gelmişti. O gece akşam yemeği yediler. Sohbet eşliğinde çay içtiler. Soğuk bir kış akşamında babalar şömine başında tavla oynadı. Anneler ise bir tane program açıp izlediler. İzlerken yorum yapmayı da unutmadılar. Alya, odasında ders çalışıyordu. Geleceği için, mühendis olmak için çalışması lazımdı.

Asaf Ali ve Lavinya ise beraber Asaf’ın odasında yatakta sohbet edip güldüler. Asaf,yaptığı taklitlerle onu güldürdükçe güldürdü. Lavinya güldükçe güldü... Gülmek ona çok yakışıyordu. Asaf Ali,tüm ömrünü şu gülüş uğruna harcayabilirdi.

Gecenin geri kalanında Asaf Ali ve Lavinya yatakta birbirlerine sıkıca sarılıp uyudular. Normalde uyumak için en az yarım saat cebelleşen Lavin, Asaf Ali’nin kokusu ile hemen uyuyordu. Asaf Ali ise normalde geceleri uyuyamazdı. En ufak bir tıkırtıda uyanırdı. Fakat uyanmadı. Lavinya’sı yanındayken derin bir uykuya daldı. Lavinya’nın çiçek kokusu Asaf Ali’yi uyutmaya yetmişti de artmıştı da...

❤️‍🩹❤️‍🩹❤️‍🩹

Gülü seven dikenine katlanır derler. Peki,şöyle düşünen var mıdır acaba? Ya gül,sevmiyorsa? Ya gül sevmediği için dikenini bastırıyorsa? Ya gül,onu seven kişinin ona dokunmasını,onu sevmesini istemediği için, onu seven kişiden iğrendiği için seven kişiye batıyorsa? O zaman ne olacaktı? O zaman, seven kişi ne yapacaktı? Gülü kendine sevdirmeli mi yoksa gülü sevmeyi bırakmalı mıydı?

Arabanın camından gördüğüm ile gözlerim kısıldı. Gerçekten ben birazcık da olsa rahatı hak etmiyor muydum acaba?

Bana göz kırpan üç tane siyah jeep vardı. Ben arabalara bakmaya devam ederken bir anda dışarıya akın akın adamlar indi. Yaklaşık otuz beş kırk civarıydılar ve hepsi cüsseliydi.

Allah’ım ,sen bana yardım et! Bunlar beni yiyecek!

Boğazımı temizleyip bana gelen adamlara baktım. Şu anda bir şey yapmam gerekiyordu. Ya onlara zorluk çıkarmadan gidecek, gittiğim yerde işlerini bitirecektim. Ya da burada kırk kişilik bir öküz sürüsünü bitirmeye çalışacaktım. Ki yapabileceğim en fazla yirmidir.

İyice düşündüm ve üçüncü yolu uygulamaya karar verdim.

Yıllardır tek başına yaşayıp, en büyük korkularımdan biri olan yalnızlığı sevmiş biri olarak bütün benliğimi kullanacaktım. Beynimin ve mantığımın talimatlarına uymaya karar vermiştim. Şimdiye kadar mantığım ve beynim beni hiç zora sokmadı. Umarım bu sefer de sokmazlar.

Adamlar kapıma gelip bana silah doğrulttuklarında ellerimi yukarı kaldırdım. Beynim bana kendin in arabadan diyordu. Arabadan kendim indim. Adamlara sıcak bir gülümsemeyle bak, senin gülümsemen etkiler diyordu mantığım. Bütün herkese tek tek bakarak sıcacık gülümsedim. İşe yaradı da aslında, kırk kişinin yirmi beşi falan bana gülümsemek ya da gülümsememek arasında kalarak baktı.

Onu düşün diyordu beynim, onun seni sarıp sarmalayıp herkesten koruduğu zamanları düşün. Aklıma ilk 25 Aralık günü gelince içimi bir güven ve cesaret kapladı.

“Kurtarırım Lavinya. Ben varsam sana hiçbir şey olmaz...”

Hatırladığım bu sözle kendime şaştım. Beynim ailemin sesini bile hatırlamazken yıllar önceki bu cümleyi nasıl hatırlamıştı?

Adamlara bakıp “Evet, beyler! Bugün kime kahve keyfi yapmaya gidiyorum?” diye konuştum. Adamlar bana garip garip bakıyorlardı. Onlara “Yüzümde bir şey mi var?” demek istesem de kendimi tuttum. Biri sinirle yanıma geldi . Hepsinin üzerinde siyah takım elbise vardı.

Yanıma gelen cüsseli adam herhalde buradaki öküz sürüsünün başıydı. Bana çok bariz bir nefretle baktı. Ardından ise kolumu pek nazik olmayacak şekilde sıktı. “Seni Samet Noyan’a götüreceğiz!”

Sağ kaşımı kaldırarak önce adamın yüzüne sonra da kolumu sıkan eline baktım. Kafamla elini gösterdim. Bana mala bakar gibi bakmaya başladı. Bu tipine derin bir nefes verdim. “Önce o eli çeksen mi acaba?”

Bana sırıtarak baktı. “Ne yapabilirsin ki?” dedi ve devam etti. “Bir tane kadın kırk altı tane adamı nasıl yenebilir?”

Bu dediği sinirlerimi mükemmel derecede bozmaya yetti. Ona gülerek baktım. Sinirimi kuşan, sinirin senin zırhın Lavin, diyordu mantığım. Sinirimi kuşandım ve çenemi sıkarak adamın koluna elimi koydum. Adama yaklaşarak ona keskin bir dille cevap verdim. “Şu an istersem bırak kırk altınızı, kırk altı bininiz olsa mahvederim. Eh, peki madem. Tek bir kadın olmamı beğenmiyorsun, ben de yüzlercemi toplarım.”

Adam dediğime alayla güldü ama tam o sırada arkamdan bir sürü araba sesi duyuldu. Araba sesi sustuğunda adamın suratındaki şaşkınlık gözle görülür bir hal aldı. Bana bakıp birkaç tane küfür savurduğunda arkadan Asmina’nın sesi geldi. “Biz olmadan kahve keyfi ha, kırılırım.”

Dediği şeye ben gülerken arkamda olduklarını ve silahlarını doğrulttuklarını hissettim. Ardından gelen silah sesiyle kolumu sıkan adamın kolunu tutup ters çevirdim ve kırdım . Adam acıyla inlerken yüzüne sert bir kafa attım. Adam yeri boylarken ben belimdeki silahımı aldım ve önümdeki adamları vurmaya başladım.

“Çok yazık oldu bu yakışıklılara.”

“Bence de. Hepsi de cüsseliymiş.”

“Aynen, iyi iş görürlerdi.”

“ Birkaçını vurmayın da kendimize ayarlayalım bari.”

Kızların dediklerine gülerken adamları vurmaya devam ediyordum. “Vah vah vah! Çok yazık oldu hepsine. Keşke kolumu nazikçe okşayan beyefendiyi bayıltmasaydım. Kızlar, söylüyorum en cüsselisi benim.”

Dediklerime herkes kahkaha atarken adamlar bitti. Her yer kan gölü oldu, bazı ceset kokuları dolmaya başladı bile. Derin bir nefes verip elimdeki silahın şarjörünü kontrol ettim.

Değiştirmem gerekiyordu.

Silahı belime yerleştirip arkamı döndüğümde kızlar, en önde Asmina olmak üzere, bana gülümseyerek bakıyorlardı. Onlara tebessümle karşılık verdim. “Aferin kızlar, iyi iş çıkardınız.”

Hemen yanlarına gittim ve Asmina’ya sarıldım. Diğerleri de sarılmaya kalkışınca hemen aradan sıyıştım.

Yüz kadınla sarılsam ölürdüm.

“Başka bir zamanda tekrar gelin hanımlar.”

Dediğime güldükleri sırada ben arabama geçtim. Diğerleri de arabaya binince hepimiz tesise doğru gittik.

Tek istediğim evde pijamalarım ile birlikte rahat bir uykuydu! Çok mu ya?

Tesise geldiğimizde başta ben olmak üzere hepimiz geniş koridorlarda ilerledik, asansörlere bindik. Özel izin alarak kartlar yardımıyla tesisin otuzuncu katını açtık ve liderin odasına geldik. Kızlara döndüm ve derin bir nefes verdim. “Ben gireceğim.”

Kızlar beni onayladığında tekrar derin bir nefes verdim ve kapıyı tıkladım. İçeriden gelen sert kadın sesi “Gel!”diyince içeri girdim. Kapıyı kapattığımda liderimiz Seray Hanım bana bir süre sert bir şekilde baktı. Ardından eliyle tüm dinleme sistemini kapatıp oturduğu sandalyeden kalktı ve gelip bana sarıldı. Ben de ona sıkıca sarıldığımda yanağıma derin bir öpücük kondurdu ve “Oh be! Özlemişim, kızıma sarılmayı!” dedi. Ona kıkırdarken masasının karşısındaki sandalyeye oturdum.

Seray Hanım, buranın lideriydi. Aynı zamanda yaşadığım zor zamanlarda yanımda olan, bana adeta bir anne gibi davranan kişiydi. Benim üzerimde çok büyük bir hakkı vardı. Ben daha henüz on üç yaşındayken buraya gelmiştim. Burada eğitimler almış, ajan olmuştum. Bu süre zarfında benimle gerçekten çok yakından ilgilenmişti. Bana çok yardımcı oldu kendisi.

“Ne içer benim çiçeğim?” dediğinde “Her zamankinden.” dedim. Beni onaylayıp içecekleri söyledi. Elindeki tuşlu telefonu kapatınca bana döndü ve merakla “Anlat bakalım, ne oldu?” diye sordu. Ona dönüp anlatmaya başladım. “Kırk altı tane adam beni kaçırmaya çalıştı.”

“Azmış.”

“Bence de.”

“Yüz yirmileri gördüğün günleri hatırlıyorum kızım. Kırk altı bir şey değil.”

“Aynen öyle fakat bugünüm yorgun geçti. Ondan dolayı dövüşesim gelmedi. Ben de kızları çağırdım.”

“İyi yapmışsın bebeğim. Sana bir şey olmamasına sevindim.”

“Sağol.”

“Yarın yeni ajanlar geliyor!”

“Nasıllar, fotoğrafları var mı?”

“Var güzel kızım ama sana gösteremem. Kademe farkı.”

“Anladım... Neyse, yarını beklerim ben de.”

“Sadece tek bir şey diyebilirim.”

“Dinliyorum.”

“Bir tane kıdemli Şef acayip yakışıklı!”

Bu dediğine güldüğümde o da güldü ve devam etti. “Tam senin yaşına göre. Çok yakışırsınız. İnan bana.”

“Adı ne bari onu söyle!”

“Söyleyemem! Yarın sabah gelecekler. Törende öğreneceksin.”

“Peki madem, öyle olsun.”

Konuşmamız bitince içeceklerimiz geldi. Bir süre daha içecekler ile dedikodu falan yaptık.

Çok çok çok özlemiştim!

Günün geri kalan kısmı aynı geçti. Asmina ile eve gelmeler, yemek yemeler, dedikodu ve kahve saatleri derken şu anda yatağımda karşı duvarımdaki fotoğrafa bakıyordum.

Tam arkama dönüp uyuyacakken serçe parmağımın kırılan tırnağı boynumu kesti. Hafifçe inleyip yatakta oturur pozisyona geldim. Elimi boynuna bastırınca elime bir ıslaklık geldi. “Cidden mi ya?”

Boynumda bir iz olduğu için bu izi saklamak zorundaydım. Ajanlık yasalarından biriydi, hiçbir yerimizde bir çizik bile olamazdı.

Bir de yarın tören vardı!

Bir fular bağlar giderim diye düşündüm. Ardından kendimi uykuya teslim ettim ...

😶😶😶

“Haydi arkadaşlar, tören birazdan başlayacak!”

Herkes dediğimi onaylayıp toplantı salonundaki büyük masadan kalktı.

Birazdan bu ajanlar gelecekti. Kim olduklarını, ne olduklarını, hiçbir şeylerini bilmiyordum. Umarım iyilerdir ve burada iyi vakit geçirebilirler.

Toplantı salonunda tek kalınca karşımdaki aynada kendime baktım ve boynumdaki siyah fuları biraz daha sıktım. Üzerimde siyah, sıfır kol bir body, altımda da siyah bir kot pantolon vardı. Böyle törenlerde siyah giyinmek zorunluydu.

Çünkü siyah bizim örgütümüzün resmi rengiydi.

Derin bir nefes verip aynadaki yansımama “Bol şans.” dedikten sonra odadan çıktım. Koridora geldiğimde etrafta telaşlı bir hava vardı. Herkes koşturuyor, gelecek ajanlar için odalar hazırlıyorlardı. Hatta iki tane ajan çok hızlı koştuğu için elindeki dosyada bulunan kağıtları düşürdü.

Onlara bakmayı kesip sert adımlarla bahçeye çıktım. Hava güneşliydi ve biz güneşin altında simsiyah giyinmiş, yaklaşık bir saat boyunca bekleyecektik.

Çünkü ne zaman bahçede tören olsa gelecek kişiler en az bir saat sonra geliyordu.

Tesisin önüne geldiğimde birkaç tane üstlerimizden ajan gördüm. Onlara resmi bir biçimde selam verdiğimde karşılık verdiler. Kendi grubumun önüne gidene kadar birkaç tane de Kıdemli Şef’ e selam verdim.

Benim başında lider olduğum grup diğer grupların aksine daha fazlaydı. Diğer gruplarda on tane Gözetmen, on tane Sancaktar vardı. Benim grubumda ise on sekiz tane Sancaktar, on beş tane Şansölye, on tane de Gözetmen vardı.

Evet, kendi isteğim ile ek olarak Şansölye talep etmiştim.

Grubumun önüne geldiğim zaman bana saygıyla selam verdiler. Onlara karşılık verdiğimde bana gülümsediler.

Gülümsemelerini ben rica etmiştim. Saçma bir şeydi ama hoşuma gidiyordu.

Ben de onlara gülümsediğimde onlar hazır ol durumuna geçip dimdik bir biçimde karşıya baktılar. Ben de hemen grubumun en önünde durup güneş gözlüğümü taktım. Ardından ellerimi arkada birleştirip rahat pozisyonda beklemeye başladım.

Hemen sağımdaki grubun lideri Asmina’ydı. Onun grubu da benimkinden azdı.

Solumdaki grubun lideri ise Berna’ydı. Onun da grubu benimkinden azdı.

Tek bir tane Kıdemli Şef’in grubu benim grubumdan üç kişi fazlaydı.

Diğer herkes de benim gibi gruplarının önünde rahat pozisyona geçti. Üstlerimiz olanlar karşımızdaki çardağın altında duruyorlardı.

Ne rahat ama!

Olabilir, dedim kendi kendime. Adamlar bizim üstlerimiz ve aynı zamanda yaşları biraz ilerlemiş.

Daha on beş dakika geçmeden terlediğimi hissettim. Sırtımdan soğuk terler akmaya başladığında derin bir nefes verdim.

Normalde bugün havanın soğuk olması gerekiyordu! Sonbahar mevsiminde bu kadar sıcak olması normal miydi?

Bu gibi sıkıcı durumlarda her zaman yaptığım bir şey vardı. Yine onu yaptım.

Bildiğim bütün şarkıları söylemeye başladım.

İlk Gülşen’den “Bangır Bangır” dedim.

Sonra Kaan Boşnak’tan “Bırakma Kendini” geldi içimden.

Ardından Anıl Emre Daldal’dan “B.” Söyleyesim geldi.

Böyle böyle yaklaşık yirmi beş dakika veya yarım saati devirdim. Tahmini kırk beş dakika geçmiştir diye düşündüm.

İyiydi, çoğu zamanı geçirmiştik.

Bu taktiğim sıkmaya başladığında ajanları düşündüm. Acaba nasıllardı? Şöyle ki, ilk defa böyle üst düzeyde ajanlar alıyorduk. Normalde aldığımız ajanlar ya Gözetmen ya da Şansölye olurdu. Ondan dolayı içimde ister istemez bir heyecan oluyordu.

Bu tesis yavaş yavaş gelişiyordu!

Acaba, Seray Hanım’ın yakışıklı dediği adam, nasıldı? Gerçekten yakışıklı mıydı? Bir de bana yakıştırıyordu! Böyle aşk meşk olaylarını düşünmeyeli on beş sene oluyordu. Çocukken bir sevdiğim vardı, o da gitti... Ondan dolayı aşk bakımından hayata hiç bakmadım.

Yine bakmayacak gibi hissediyordum.

Boğazımı temizleyip şu düşünceden kurtulmaya çalıştım. Cidden, şu anda gerek yoktu böyle şeylere.

Gözlüğümden dolayı etraf karanlıktı. Ondan dolayı herkesi çok da iyi ayırt edemiyordum. Sadece karşımdaki Seray Hanım kendini belli ediyordu.

Önüme bakmaya devam ederken artık alnımdan akan terleri de hissediyordum. Güneş altında gerçekten çok çabuk terleyen biriydim. Diğer ajanlar şu anda yeni yeni terlemeye başlarken ben su içinde kalmıştım. Artık tesiste tüm ajanlar bu halimi bildiği için alışmıştı. Yani garipseyen yoktu bu durumu.

Yaklaşık on dakika sonra bahçeye büyük, tanka benzer bir araba girdi. Başımı hafifçe sola çevirdiğimde görmüştüm bu arabayı. Hemen önüme döndüm ve karşıya bakmaya devam ettim.

Diğer tüm ajanlar, kapıya bakarken ben önüme bakıyordum.

Zaten geleceklerdi, bakmama gerek yoktu.

Yaklaşık iki dakika sonra sol tarafta tank durdu ve bir hareketlilik oldu.

Galiba ajanlar inmeye başlıyordu.

Diğer ajanlar da karşıya bakmaya başladı. Bu sırada bahçenin en başında ben ve grubum olduğu için ajanlar ilk benim yanıma geldi.

Önce benden daha kısa, sarışın bir kadın görüş açıma girdi. Bana tebessümle baktığında ben de gülümsedim ve gözlüğümü çıkardım. Kadın bana elini uzattığında elini tuttum. Bana gülümseyerek adını söyledi. “Sinem Sungur, Arabulucu.”

“Lavin Uluhan, Arabulucu.”

Kadın gülümsemeye devam ederken elimi bıraktı. Sırada başka biri vardı. Bu da kadındı ve esmerdi. Bana dönüp tebessümle kendini tanıttı ve elini bana uzattı. “Çiğdem Karahan, Kıdemli Şef.”

Lavin Uluhan, Arabulucu.”

Sırada bana doğru gelen kişi bir adamdı. Benden birazcık uzundu ve sarışındı. Elini bana doğru uzattı ve kendini tanıttı. “Serkan Sungur, Arabulucu.”

“Lavin Uluhan, Arabulucu.”

Bu sefer gelen kişi de kadındı. Hafif yapılıydı ama güzeldi ve o da sarışındı. Bana elini uzattı ve kendini tanıttı. “Mine Özkan, Kıdemli Şef.”

Annemin adını duyunca yutkundum ama belli etmedim.

Bu ismi sesli duymayalı çok uzun zaman olmuştu.

“Lavin Uluhan, Arabulucu.”

Sırada gelen kişi bir erkekti. Buradaki çoğu kişiden daha heybetli, kumral, ela gözlüydü. Boyu benden fazlasıyla uzundu. İki metre vardı herhalde. O kadar uzundu. Bir yetmiş beş boyundaki ben bile başımı kaldırmak zorunda kalmıştım. Kaşları çatıktı. Karşıma geldiğinde sorgularcasına kaşlarını daha çok çatmıştı çünkü benim de kaşlarım sonuna kadar çatılmıştı. İçimden bir şeyler bu gözlere bakarken kopup gitti. Sanki,uzun zamandır içimde bir yerlerde kapalı olan bir kapı açıldı.

Ne olur tahmin ettiğim olmasın derken artık her şey için çok geçti. Adam bana elini uzattı ve “Asaf Ali Asilkan, Kıdemli Şef.” dedi.

 

Loading...
0%