Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.BÖLÜM:GÜÇ VE KADIN

@adsiz459

                                                                        

“Asaf ya!” diye nazlanmıştı on bir yaşındaki Lavin. Bugün onun doğum günüydü. Bugün 24 Mayıs’tı. Lavin bugün on bir yaşına girmişti.

Asaf Ali, Lavin’e baka baka çikolatalı pastayı Lavin’in burnuna sürdü. Lavin, Asaf’ın yaptığına güldü ve aynısını o da yaptı. İkisi birbirine bakıp daha çok gülerken içeri Sevde girdi. “Ay, çocuklar! Siz ne yapıyorsunuz?”

“Oyun oynuyoruz anne!”

“ Tam da oyun oynanacak bir şey zaten çikolatalı pasta oğlum!”

“Ama Sevde Teyze, birazcık eğlenelim dedik...”

“Tamam, tamam. Bir şey olmaz ama daha yapmayın.”

“Tamam.”

“Tamam.”

İkisi de söz verdikleri gibi daha yapmadılar ama bu sefer de canları sıkıldığı için dışarı çıkmak istediler. Zaten yaptıkları parti de bitmişti.

Beraber, el ele arsaya gittiler. Arsadaki yeşil otların üzerine oturdular. Bir süre etrafa baktılar ama en son toprak kahvesi gözler, ela gözler ile buluştu. Birbirlerine bakıp güldüler çünkü çikolatalı pasta hala ikisinin de burnundaydı.

Önce Asaf Ali yaklaştı Lavin’e. Yumuşacık bir biçimde burnundaki çikolatalı pastayı sildi. Ardından burnuna minik bir öpücük kondurdu. Asaf Ali artık Lavin’e baktığında başka şeyler geçiyordu içinden. Bu kız bugün on bir yaşına girmişti ve büyüdükçe akıl almaz derecede güzelleşiyordu. Asaf Ali’nin kalbi, karşısındaki kıza baktıkça çarpıyordu.

Asaf Ali kendini geri çekince bu sefer Lavin onun burnundaki çikolatalı pastayı sildi. Burnuna minik bir öpücük kondurduğunda Asaf Ali’nin yanakları utançtan kızardı. Lavin, Asaf’a bakarken kalbi çok hızlı atmaya başladı. Nasıl olurdu da on üç yaşındaki bir erkek bu kadar yakışıklı olabilirdi? Kumral saçları, ela gözleri, kemersiz burnu, dolgun dudakları, hatlı çenesi... Her şeyiyle Lavin’in kalbine zarar olmaya başlıyordu.

Lavin, başını Asaf Ali’nin omzuna yasladı ve derin bir nefes aldı. Asaf Ali başını sola eğerek omzundaki başa kendi başını yasladı.

Asaf Ali için bugün, akıl almaz derecede güzeldi. Tıpkı, Lavin gibiydi...

“Asaf.”

“Efendim, Lavinya?”

“Bizim okulda bir tane çocuk var.”

“Nasıl bir çocuk?”

“Saçma bir çocuk.”

“Nasıl saçma?”

“Yani, kızlarla çok içli dışlı ama aynı zamanda çok mide bulandırıcı biri.”

“Seninle ilgileniyor mu?”

“Çalışıyor.”

Asaf, duyduğu cevapla başını kaldırdı ve Lavin’e baktı. Lavin de başını kaldırıp ona baktığında Asaf Ali’nin gözleri sinirden koyulaşmıştı.

Hep böyle olurdu, Asaf Ali sinirlendiğinde gözleri koyulaşırdı. Bunu en iyi Lavin bilirdi.

“Söyle o çocuğa, bir daha sana yaklaşmaya çalış-“

“Çalışamaz çünkü ona senden bahsettim.”

Asaf Ali bu noktada bariz bir şekilde şaşırdı. Bunu beklemiyordu.

“Ne dedin?”

“Benim bir tane Asaf’ım var dedim. O bana yeter dedim. Benden uzak dur yoksa ona söylerim ve o seni mahveder dedim.”

Asaf Ali bu noktada sırıtmasına engel olamadı.

“Asaf’ın demek...”

Lavin, Asaf Ali’nin dediğiyle kızardı ve ellerini yüzüne kapatarak başını Asaf Ali’nin omzuna gömdü. “Ya Asaf! Bir anda deme öyle. Utanıyorum...”

“Sen benden utanıp bana mı yaslanıyorsun?”

“Hı hı.”

Asaf Ali, bu noktada güldü ve kollarını Lavin’e sardı.

“Çok iyi demişsin, Lavinya’m...”

Lavin, bu noktada bariz bir şekilde şaşırdı. Böyle bir şey demesini gram beklemiyordu.

Asaf, Lavin’in kulağına yaklaştı ve ona kalbinden bir daha atamayacağı bir şey dedi.

“ Sana Lavinya dememin sebebi; Lavin isminin anlamı “Heyelan ve Çığ”. Fakat Lavinya isminin anlamı “Ay yüzlü güzel”. Aynı zamanda Lavinya bir çiçek ismidir. Sen benim hem ay yüzlü güzelim, hem de çiçeğimsin. Hayatımda bakmaya, koklamaya doyamayacağım o çiçeksin Lavinya.”

Lavin, mest olmuş bir biçimde kafasını kaldırdı ve karşısındaki yüze baktı. Dudaklarını derin bir tebessüm sardığında kafasını sağa doğru eğdi. “Beni hiç bırakma. Lavinya, sen olmadan solar çünkü.”

Asaf, onun dediğine anında kafasını salladı. “Asla, Lavinya. Seni bıraktığım gün benim için ölümden beterdir.”

İkili birbirine gülümseyerek baktığı sırada bir şey oldu.

Çok, çok, fazlasıyla büyük bir ses kulakları sağır etti.

O kadar büyük bir sesti ki, hiçbir sesten korkmayan Asaf bile o sese çok korktu.

Bu, galiba bir bomba sesiydi.

Asaf ve Lavin birbirine endişeyle baktı. Bu da nereden çıkmıştı şimdi?

Asaf hemen ayağa kalktı ve Lavin’in bileğini tutup onu da kaldırdı. Beraber evlerine doğru koşmaya başladılar. Tam evin olduğu sokağa girmişlerdi ki, gördükleri şeyle oldukları yerde kaskatı kesilerek durdular.

Şu anda, sokakta bir sürü yabancı ve silahlı adam, bir sürü araba ve resmen bütün sokağı saran bir yangın vardı.

İkili hemen düşünmeden o hengameye daldı. İkili de aynı binaya doğru koştular ve “Anne, baba!” diye bağırdılar.

“Anne, baba!”diye ağladı Lavin.

“Anne, baba, abla!” diye haykırdı Asaf Ali.

Bir süre sonra gözlerin bile birbirini göremeyeceği kadar büyük, siyah bir duman oluştu. Fakat bu duman bile ikisini durdurmadı. Hemen koşarak binaya girdiler. İkisi de kendi evine girdi.

Lavin, açık kapıdan içeri koştuğunda yerde kanlar içinde yatan anne ve babasını gördü.

Asaf Ali, açık kapıdan içeri koştuğunda yerde kanlar içinde yatan anne babasını ve onların başında ağlayarak duran ablasını gördü.

Lavin, koşarak annesinin ve babasının yanına gitti. “Anne, anne! Baba! Gitmeyin! Bırakmayın beni!”

Mine, elini zorlukla kaldırdı ve dibinde gözyaşlarına boğulan kızının yanağını okşadı. “Kızım.” Diyen sesi belli belirsiz bir mırıltı gibiydi. “Annem, söyle. Söyle ama gitme. Gitmeyin, lütfen!”

“Bebeğim.” Diyen babasına döndü Lavin. “Ağlama güzel kızım. Bizim için, bizim gibi olanlar için intikam almaya çalış. Onlara inat.” dediği yerde öksürdü. Öksürüğü bitince zorlukla konuşmaya devam etti Orhan. “Onlara inat yaşa...”

“Evet güzel kızım. Onlara inat, bizim için... Ya-şa.”diyen Mine son nefesini verdi. Lavin haykırarak ağlamaya başladığında babası da başta bir güzel tebessüm etti. Ardından o da son nefesini verdi...

Asaf Ali, yerde yatan anne babasının ve onların başında ağlayan ablasının yanına gitti. Annesinin başında yara vardı. Babasının ise kalbi kanıyordu.

“Anne, baba. Kalkın hadi, buradan çıkmamız lazım...” diye titreyerek konuştu Asaf Ali. Ablası dediklerine daha çok ağlarken Sevde zorlukla gülümseyerek elini oğlunun elinin üzerine koydu. “Oğlum, kendine iyi bak. Sakın, sa-kın aklına başka şeyler gel-mesin... Ab-ablan sana emanet. Ona da kendine de çok... Çok iyi bak.”

“Anne, veda etme! Niye veda ediyorsun? Yapma, lütfen!”

“Ali’m.” Diyen babasına döndü bu sefer Asaf Ali.

“Dışarıdaki hainlere inat... Ya-şa. İntikamını al onlardan...”

“Siz bir iyileşin baba. Beraber alırız intikamı...”

Asaf Ali bunları derken bile olacakları biliyordu. O da farkındaydı ama kabul etmek istemiyordu.

Sevde ve Mahir iki çocuğuna da gülümseyerek baktı. Gururluydular. Böyle çocukları olduğu için ikisi de gururluydu. Ardından ikisi de son nefesini verdi...

Asaf Ali ve Lavin artık biliyordu. Acı bir şekilde öğrenmişlerdi. Hayat, önce mutluluk verirdi, sonra acıyı...

💔💔💔

Bazen insan düştüğü durumda ne yapacağını bilemezdi. Derdi ki kendine; cidden bu da mı oldu? Bunu da mı yaşadım? Bu tip durumlarda insanın aklı da beyni de dururdu. Kader, bu noktada da işin içine girerdi. Hiç akla gelmeyen şeyleri başa getirirdi.

Şu an yaşadığım durum için ise en güzel söz şuydu; Birbirine doğru düzgün veda edemeyen insanlar tekrar karşılaşmaya mahkûmdurlar...

Duyduğum isimle beynimde ve kalbimde aynı anda bütün ışıklar patladı. Kalbim, göğüs kafesim olmasa bahçenin ortasına uçacak şekilde atmaya başladı.

Uzattığı elini tuttuğumda o olduğunu kanıtlayan bir şey daha yaptı.

Bileğimi tuttu.

Benim bileğimi, Asaf Ali dışında kimse tutmazdı.

“Lavin Uluhan, Arabulucu.”

İçimdeki büyük heyecana rağmen yine de sesimi mesafeli ve soğuk tutmayı başarmıştım.

Bir süre daha elalarını kahvelerimden çekmedi. Ardından elini çektiğinde elimde bir boşluk oluştu. Sıcaklığı içime işlemişti.

İçimden hiç çıkmamıştı ki...

Gözleri de kahvelerimi bıraktığında diğer ajanlara selam vermeye gitti. Herkese selam verdiğinde bahçenin en başında ben olduğum için o benim yanımda, onun yanında Çiğdem, Çiğdem’in yanında Mine, Mine’nin yanında Serkan, Serkan’ın yanında da Sinem vardı.

Galiba Serkan ve Sinem kardeşlerdi. Bunu sonra soracaktım.

Tam karşılarına Yavuz Bey’in de içinde bulunduğu üç tane Kıdemli Şef ve birkaç tane üstlerden ajanlar geldi. Yenilerin hepsi sert bir biçimde karşılarına bakarken üstlerden biri konuşmaya başladı. “Artık siz de bu örgüttensiniz. Hoşgeldiniz. Görevinizi layığıyla yapacağınızı umar, başarılar dilerim!”

Hepsi bir ağızdan tok sesle cevap verdi. “Sağol!”

Diğerleri de birkaç şey söylediğinde onları dinlemedim. Gözlerim dimdik karşıda, aklım ve kalbim ise yanımdaki adamdaydı.

Ne kadar da büyümüştü... Eskiden çocuktu, şimdi ise kocaman bir adam olmuştu. Sesi de değişmişti. Çocukken de kalındı sesi ama şimdi... O kadar güzel olmuştu ki, anlatamazdım.

Üstlerimden biri konuşmayı bitirmeden önce bana döndü ve “Lavin Uluhan. Ülkenin en iyi Arabulucu ajanıdır. Başta o olmak üzere hepsi gerçekten işinin ehli ajanlardır. İyi anlaşacağınıza eminim.” dedi.

Asaf’ın bakışlarını üzerimde hissetsem de o tarafa bakmadım. Sert bir biçimde üstlerime bakıp saygıyla selamladım. Bana karşılık verdiklerinde ise bakışlarımı yeni ajanlara çevirdim. Hepsine selam verdiğimde bakışlarım hemen yanımdaki elalarda takılı kaldı. O da bana bakarken gözlerinde çok kısa bir an o küçük çocuğu gördüm.

Boğazımı temizleyip önüme döndüğümde Yavuz Bey “Hadi artık geçelim de yeni ajanlarımız biraz dinlensin.” Dedi.

Herkes onu onaylarken yavaşça ayrıldılar. En son o ve ben kaldığımızda ben de gitmek için hareketlendim ama gitmeme izin vermedi. Kolumu nazikçe tutup beni karşısına çekti. “Ne oldu Ali Bey? Bir sorun mu var?”

Dediğim şeyle kaşları hayretle kalktı. “Ali Bey?” Bu noktada sert bir biçimde bana baktı ve yaklaştı. Kalbimin atışını duyacağından ödüm koparken ona sert bir biçimde baktım. “Ne zamandan beri senin için Ali oldum?”

“On beş seneden beri.”

“Öyle mi?”

“Öyle.”

Dediğim şeyle kolumu kendime çektim ve onu bahçede bırakıp tesise girdim. Arkamdan baktığını hissediyordum ama dönüp ona bakmadım.

Burada ona karşı asla bir şey yapamazdım. Çok çok özlemiştim ama olmazdı.

Kokusu bile aynı, dedi içimdeki küçük Lavinya.

“Evet,kokusu bile aynı...”diye fısıldadım ve odama girdim. Yüzümdeki terleri peçete ile silip masama doğru ilerledim. Sandalyeye oturduğumda kafamı geri attım ve derin bir nefes vererek gözlerimi kapattım. “Şaka olmalı...” derken gözlerim hala kapalıydı.

Gözlerimi açtığımda koridordan gelen sesleri duydum. Bir tane ajan büyük ihtimalle yeni ajanlara tesisi gezdiriyordu.

“Burası, Asmina ajanın odası... Burası ise Lavin ajanın odası.”

Bir süre hareketsizce durdum. Ardından adım sesleri uzaklaştığında derin bir nefes verdim. Onu aklımdan atmak ister gibi kafamı iki yana salladım. Ardından bilgisayarımı açıp Yavuz Bey için bir şeyler araştırdım.

Onu buradan kovduracaktım. Bu kadarı da yeterdi! Yüz verdikçe astarını istiyordu!

Bilgisayarla işim bitince odadan çıktım. Asansöre binmek için kartımı okuttum. Kapı açıldığında içeride iki tane ajan vardı. Bana saygıyla selam verdiklerinde karşılık verdim. Asansöre binip Seray Hanım’ın katına gitmek için otuzu tuşladım. Ardından özel istek diye belirttiğimde kabul edildi.

Birkaç saniye sonra asansör yirmi ikinci katta durdu. Kapı açıldığında karşımda o vardı. Ona ağzım açık baktım. Sonra buna alışmam gerektiğini kendime hatırlatıp ağzımı kapattım ve önüme döndüm. Diğer iki ajan asansörden çıkıp Asaf’a saygıyla selam verdiklerinde Asaf da karşılık verdi ve asansöre bindi.

Kapı kapandığında boğazımı temizleyip yutkundum. Onun bakışlarını hissediyordum ama bakmayacaktım. Kameralar vardı.

“Kameralar devre dışı.”

Dediği şeyle hayretle ona döndüm. Ne diyordu bu adam?

“Pardon?”

“Kameraları devre dışı bıraktım. Ayrıca benimle konuşmadıkça bu asansör çalışmayacak.” Dediğinde olduğumuz kata baktım. Hala yirmi ikiydi!

Ona şaşkınlıkla ağzım açık bir biçimde baktım ve “Yuh!” dedim. Dudağının sağ kenarı yukarı doğru usulca kıvrıldığında gözlerinde bariz bir özlem belirdi.

“Ne dememi istiyorsunuz Ali Bey?”

Bu dediğimle bana yaklaştı. Ben geri geri giderken bana daha çok yaklaştı. Sırtım, asansörün sert duvarı ile buluşunca sağ elini hemen başımın yanına dayadı.

Ellerim, kaslı olduğu giydiği siyah kısa kollu tişörtten bile belli olan sert göğsüne geldiğinde başını sağa doğru eğdi. Yüzümü incelemeye başladığında gözlerinde büyük bir hayranlık gördüm.

Birkaç dakika sonra dediğime cevap verdi. “Öncelikle bana Ali demeyi kes.”

“Ben size Ali demiyorum ki, Ali Bey diyorum.”

“Ciddi olamazsın.”

“Hiç bu kadar ciddi olmamıştım.”

Dediklerim ile başını iki yana salladı. Ardından bana daha çok yaklaştığında kaşları çatıktı ve yüzü sertti. Ben de ona sertçe baktığımda “Ben senin için yüz yılda geçse Ali olmam. Bunu o kafana sok. Ben sana asla herkese olduğum gibi olamam.”dedi.

“Ama oldun.”

“Nasıl oldum, Lavinya?”

Bu dediğiyle içimde çok büyük bir nokta koptu. On beş senedir, fazlasıyla uzun zamandır kimse bana Lavinya dememişti ki... Lavinya solmuştu.

“Benim adım Lavin, Lavinya değil. Ayrıca şu on beş senede seni ne kadar aradığımı biliyor musun sen? Tek bildiğim şey yaşadığındı. Onu da on senede öğrendim. Sen beni belli ki hiç aramamışken ben seni on beş sene aradım. Kusura bakma ama-“

“Seni aramadığımı nereden biliyorsun?”

“Biliyorum çünkü beni arasaydın bana bir haber verirdin.”

“Kabul,seni aramadım ama benim seni aramama gerek yoktu ki. Ben seni zaten hep görüyordum.”

Bu dediğiyle kaşlarım sorgularcasına çatıldı.

“Ne demek bu?”

“Ben senin yaptığın her şeyi, seni her zaman görüyordum demek.”

“Hak mı bu peki? Ben şu on beş senede bittim, bittim! Sen beni her zaman görmüşsün ama benim elimde senin hakkında hiçbir şey yoktu. Elimde kalan tek şey-“ diyip sustum.

“Tek şey?”

“Boşversene, bırak onlar da bana kalsın. Şimdi aç şu kameraları ve çık dibimden.”

Gözleri hala sert bir biçimde bana bakarken sol eliyle siyah pantolonunun cebinden bir tane kumanda tarzı bir şey çıkardı. Ardından iki tane tuşa basmadan geri çekildi. Tuşlara bastığında ise asansörün çalıştığını hissettim.

🫣🫣🫣

“Peki, buraya getirildiğinde kim konuşturacak?”diyen Asmina’ya üstlerimizden bir ajan yanıt verdi. “Ali Bey konuşturacak.”

Şu anda toplantı salonunda, yeni ajanlar da dahil, tüm Arabulucular, Kıdemli Şefler ve üstler Samet Noyan hakkında konuşuyorduk.

Elimdeki kalemle oynarken ajanın dediğine yavaşça kafamı salladım. Asaf cevabın üzerine “Samet Noyan’ı konuştururum ama sonunda öldürme ihtimalim de var.”dedi. Üstlerimizden bir ajan cevap verdi. “Elinden geldiğince öldürmemeye çalış.”

“Çok sabırlı biri değilim yalnız.”

Hayır,çok sabırlıydı.

“Olsun, yine de öldürmemeye çalış adamı.”

Benim oturduğum sandalyenin karşısında oturan Asaf kafasını salladı. Çiğdem, bir şey sorunca hepimiz dikkatimizi ona verdik. “Bu Samet Noyan’ın eli nereye kadar uzanıyor?”

“Fazlasıyla derine.”diye yanıtladım.

“Nasıl derine?”

“Diğer uyuşturucu kaçakçıları, silah kaçakçıları ve mafya babalarını elini koyduğu gibi bulacak kadar.”

“O zaman, bu adam bize bir sürü kapıyı açtı.”

“Aynen öyle ama tedbiri elden bırakmamamız lazım. Operasyonlar gizli olmalı. Eğer halkın ağzına ulaşacak kadar açık oynarsak hepimizin sonu olur.”

“Haklısın.” Diyen Çiğdem’e kafamı salladım.

Üstlerden biri bir şeylerden daha bahsetti. Ardından toplantı bitti. Asaf’ın bakışlarını üzerimde hissettiğimde ona sertçe göz ucuyla baktım ve odadan çıktım.

Şu an istesem eve gidebilirdim ama canım istemedi. O yüzden Asmina’ya biraz geç geleceğimi söyleyip canım sıkıldığında yaptığım şeyi yapmaya gittim.

Silah odasına gittim.

Silah odası fazlasıyla büyüktü. İçinde en yakından en uzağa beş tane yol vardı ve bu yollarda isteğimize göre hedef tahtası koyabiliyorduk.

Hemen en uzaktaki hedef tahtasını hareket edeceği şekilde açtım. Kapıdan geçen birkaç ajanın “Yine döktürecek...”dediğini duysam da umursamadım.

Buradaki herkes beni tanıyordu.

Hemen sağ elime bir tabanca alıp bedenimi sağa doğru çevirdim. Hareket eden hedef tahtasına vurmak için sol gözümü kapattım. Ardından art arda ateş ettiğimde şarjör bitmeden hedef tahtası paramparça oldu.

Durmadım. Yine en uzakta duran, bu sefer daha çok hareket eden hedef tahtasını açtım ve elime keskin nişancı tüfeği aldım.

Keskin nişancı tüfeğinin tadı bir başkaydı!

Bedenimi düzeltip sağ ayağımı öne doğru uzattım. İki elimle tüfeği tutarken bu sefer sağ gözümü kapattım. Ardından art arda ateş ettiğimde üç sıkışa kafası parçalandı.

Yine durmadım. Bu sefer kulağıma airpods kulaklığımı takıp öyle ateş etmek istedim. Dikkatimi en zor koşullarda bile toplamam gerekiyordu.

Elime taramalı bir tüfek aldım ve aynı hedef tahtasını açtım. Karşımda kıvıran hedef tahtasına hafifçe sırıttım ve ateş ettim. Tahta anında yerle bir olurken kulaklarımı dolduran müziğe eşlik ettim.

“Hayran oldun gülüm bu,

Dünya aşka büründü...

Başka, başka diyarda

Bi benden güzeli mi var?”

“Yok.” Diyen bir mırıltı duydum. Olduğum yerde kaldığımda o mırıltı devam etti. “Hiçbir diyarda senden güzeli yok Lavin.”

Kaşlarımı çatarak arkama döndüğümde Yavuz Bey’i gördüm.

Ne kadar da uslanmaz bir adamdı!

Birazdan yapacaklarımı öğrendiğinde uslanırdı o zaman.

Sabır dilenir gibi derin bir nefes verdim ve ona doğru yaklaştım. Sinirli olduğumu belli eder bir tonda “Beni rahat bırak!” diye dişlerimin arasından konuştum. Dediğime güldü. “Ya canım istemiyorsa?”

İsterirdim, sorun değildi.

“Yasaları ne kadar çabuk unuttun.”

“Yasalar kimin umrunda?”

“Benim umrumda.” dedim ve benim iki katım olan adamın erkekliğine tekme attım. Böğürerek ellerini erkekliğine götürdü ve eğildi. Dirseğimle sırtına vurduğumda daha çok bağırdı ve bana sinirle haykırdı. “Bitireceğim seni!”

“Çabuk olsan iyi olur çünkü yarın buradan defolup gidiyorsun.”

Canının acıdığı kırmızı suratından belliydi ama buna rağmen doğrulup bana baktı. Bana baktığı sırada cebimdeki protokolü çıkardım ve açıp yüzüne tuttum.

Kağıtta benim ve Seray Hanım’ın imzası ile bu adamın gitmesi için gereken tüm sebepler ve kanıtları yazıyordu.

Bir elimdeki kağıda bir de bana hayretle bakakaldı. Sonra aniden elimdeki kağıdı almak için öne doğru kendini attı ama ondan önce kağıdı geri çekip elimi benden biraz uzun olan bu adamın boynuna sardım. O daha karşılık bile veremeden tırnaklarımı batıra batıra boğazını sıktığımda gözleri doldu ve garip garip sesler çıkarmaya başladı. Çoktan kızarmaya başlamıştı bile.

Beni ne sanıyordu acaba? Her dediğini onaylayıp benimle eğlenebilecek güçsüz bir kız mı? Öyle sanıyorsa büyük yanılıyordu ve bunu şu an anlamış olmalıydı. Sabrımın sonuna gelmişti ve şimdi eseriyle tanışıyordu.

“Bir daha... Bana dokunmaya cüret edersen seni mahvederim! Sana bir şans verdim. O şansını da Ayaz’ı evime yollayarak özel hayatımı öğrenmek istemenle kaybettin!”

Nefessizlikten morarmaya başladığında elimi onun boynundan sertçe çektim.

Öldürmek gibi bir niyetim , haşa yoktu!

Ellerini dizlerine yaslayıp eğilerek öksürdü ve nefes almaya çalıştı. Onu orada bırakıp silahımı belime taktım. Kağıdı da katlayıp cebime koydum ve kapıya doğru ilerledim.

Fakat tam o sırada camdan yapılma duvarın ardında kaslı kollarını göğsünde kavuşturarak koyu gözlerle Yavuz Bey’e bakan Asaf’ı gram beklemediğim bariz kesindi.

Çenesini sinirden öyle çok sıkıyordu ki, tüm kemikleri buradan bile belli oluyordu. Gözleri eladan öyle bir koyulaşmıştı ki, onu tanımayan biri gözlerinin rengini görse koyu kahve sanardı.

Gözleri, nefes almaya çalışan Yavuz’dan bana dönünce çenesi yumuşadı. Gözlerinin koyuluğu da gittiğinde yüzünde bariz bir hayranlık ve şaşkınlık vardı.

Büyük ihtimalle böyle bir şey olduğumu beklemiyordu.

Peki, bu adam ne zamandan beri burada bekliyordu?

Ona sertçe bakıp kararlı adımlarla yanından geçip gittim. Sırtımda hissettiğim gözlerle hafifçe kasıldım ama belli etmeden yürümeye devam ettim

Bu adam şimdi ne diye çıkıp benim çalıştığım tesise atanmıştı!

İşler kesinlikle fazlasıyla zorlayıcı olacaktı.

Bir de onunla yapacağımız operasyonları düşününce... Allah’ım yardım et!

Otoparka gidip arabama bindim ve eve doğru sürdüm. Saat 21.00’di.

Ben kaç saattir o odadaydım? Halbuki çok kısa sürmüştür diye düşünmüştüm...

Eve geldiğimde ben daha kapıyı açmadan Asmina kapıyı açtı ve beni kolumdan tuttuğu gibi içeri attı. Ayakkabılarımı zar zor çıkarıp salondaki koltuğa oturduğumda, pardon fırlatıldığımda, benim karşıma geçti ve büyük bir merakla “Bu yeni yakışıklı ajanla aranda ne var senin?”diye sordu.

“Hangi ajan?”

“Ne demek hangi ajan Lavin? Ali Bey işte!”

“Ha o...”

“Evet, o!”

“O, Asaf...”

Bu dediğimle sanki bir şeyler yeni dank ediyormuş gibi ağzı açıldı. Ardından beklenen o tepkiyi verdi. “Hadi canım!”

“Aynısından.”

“Seni tanıdı mı peki?”

“Tanımaması ne mümkün! Keşke tanımasaydı... Gördüğü an tanıdı.”

“Şansını seveyim senin kızım! Talihin ayağına geldi!”

“Ne şansı Asmina ya!”

“Kaçırma derim Lavin’im. Bu heybet, yakışıklılık... Bütün kızlar ona bakıyordu bugün.”

Bu dediğiyle içimde garip bir rahatsızlık hissi oluştu.

İyi de, bundan bana neydi?

Onun kendine ait bir hayatı vardı sonuçta. Kimin ona baktığı ile ilgilenecek durumda ya da pozisyonda değildim ki ben.

O zaman bu içimdeki rahatsızlık hissi neydi?

Kafamı iki yana sallayıp bu histen kurtulmaya çalıştım ama nafileydi.

“Boşversene Asmina. Geçti bizden...”

“Hayır, Lavin! Asıl şimdi başlıyorsunuz!”

“Neyse ne ya, zaman gösterecek.”

“Haklısın... Yavuz işini ne yaptın?”

“Bugün silah odasındayken bana yürüdü. Ben de dayanamadım, önce dövdüm sonra da boğdum adamı.”

Asmina bu noktada bariz bir şekilde şaşırdı.

“Delisin.”

“Hayır, sadece bana dokunulmasına dayanamıyorum. Biliyorsun yaşadıklarımı.”

“Doğru...” dedi ve bana sarıldı. Ben de ona sarıldığımda saçlarımı okşayıp oraya minik bir öpücük kondurdu. Yanaklarımı okşayıp beni sevdi. “Güzel kardeşim benim.”

“İyi ki varsın Asmina’m.”

“İyi ki varsın Lavin’im.”

Bir süre daha sarılıp ayrıldık. Ardından mutfağa geçip bol kahkahalı bir biçimde yemek hazırladık.

Ona Yavuz’un tipini anlattığım için gülüyordu.

Haklıydı da.

Yemekleri masaya dizdiğimiz sırada kapı çaldı. Ben kapıyı açmaya gittiğimde Asmina açtığımız şarkıyı kapatmıştı.

Kapıyı açtığımda karşımda Ayaz, Serkan ve Sinem vardı.

Ayaz dışında ikisine kocaman gülümseyerek “Hoşgeldiniz!”dedim. Ayaz’a ise göz ucuyla ifadesiz bir yüzle baktım.

İçeri girdiklerinde Sinem hevesle “Daha bugün geldik tesise ama hem sen ve Asmina’ya kanımız çok ısındı hem de bugünün kritiğini yapmam lazım. Beni kabul eder misiniz?”dedi. Ona hayretle bakıp şakadan kızdım. “Lafı mı olur, gel tabi!”

Mutfağa geçtiklerinde Asmina ile de selamlaştılar. Ardından bizim ısrarlarımız ile masaya oturdular. Onlara da yemek koyduğumuzda yemeye başladık. Yerken de sohbet etmeyi unutmamıştık. “Sinem, Serkan. Siz kardeş misiniz?”

“Evet.”

“Evet, maalesef bu sarı süpürge kızla kardeşim.”

Bu dediğine güldüğümüzde Sinem ona vurdu.

“Ne güzel... Keşke benim de böyle bir kardeşim olsa...”

“Olmasın senin kardeşin Ayaz. Çocuğa yazık olur.”

“Öyle demeyin ama Lavin Hanım. Ayıp oluyor...”

“Öyle mi?”

“Tamam, yaptığım büyük derecede ayıp bir şeydi ama daha kaç defa özür dileyeceğim?”

“Neyse, affettim. Ama bir daha böyle bir şey olursa...”

“Ne oldu ki?”

“Ne olmadı ki Sinem? Bu Ayaz, geçen gecenin yarısı bizim eve hırsız maskesiyle gelip Lavin’in özeli hakkında bilgi almaya çalıştı.”

“Ne?”

“Dur daha bitmedi! Bunu isteyen tahmin et kim?”

“Kim?”

“Yavuz Bey!”

“Yuh!

“Yuh!”

“Değil mi? Bence de!”

“Yani bu Yavuz Bey... Sana aşık mı Lavin?”

İsteksizce Sinem’e kafamı salladığımda açılan ağzını eliyle kapattı. Serkan da şaşkınlıkla bakakaldığında onları daha çok şoka uğratacak şeyi söyledim. “Yarın gidiyor. Onu kovdurdum.”

“Nasıl?”

“Benden izinsiz bir biçimde bana dokunmaya çalıştı. Ben de gerekeni yaptım. Önce bir güzel dövdüm. Sonra kovdurdum.”

“Harikasın sen...”

Sinem’in dediğine gülerken Serkan’ın dediğiyle gülüşüm kahkahaya dönüştü. “Seni ilk gördüğümde zararsız bir kuş sanmıştım. Meğersem içinde bir timsah yatıyormuş.”

“Ayıp oluyor ama!”

“Ne ama, doğru!”

“Haklı, benim Lavin’im öyle.”

Gülüşüm en son durduğunda yemeklerimizi yedik, kaldırdık. Ardından kahve yapıp biraz da kahve keyfi yaptık.

“Bu Ali Bey... Nasıl biri?” diye soran Asmina'ya Sinem cevap verdi. “Her kızın isteyeceği kadar yakışıklı.”

Haklıydı.

“Çocukken 24 Mayıs saldırısında ailesini kaybetmiş. Tek ablası kalmış ona.”

Serkan’ın dediğiyle sertçe yutkunarak gözlerimi halıya diktim. Kalbimin acısını duymamaya çalışarak önümdeki halıya baktım.

Asmina, duyduğu ile bana bakarken derin bir nefes verdi.

“Yaşadığı şeylere rağmen kendini en iyi şekilde tamamlamış biri. Herkese çok sert davranıyor ama yine de çok saygılı biri.”

“Peki, bu Çiğdem ile arasında bir şey var mı? Yakın duruyorlardı da...”

“Hayır,hayır. Çiğdem ve Ali Bey’in ablası arkadaşmış. Ondan abla kardeş gibiler.”

“Anladım.”

Demek Çiğdem ve Alya abla arkadaştı...

“Eee Lavin, bir sustun.”

Kafamı kaldırıp Sinem’e baktım. “Ha, yok. Aklıma öylesine bir şey geldi de.”

“Tamam.”

Gecenin ilerleyen saatlerine kadar sohbet ettik. Güldük, eğlendik. Saat on iki buçuk gibi gittiler.

“Tatlı kız bu Sinem. Sevdim.”

“Ben de.”

Asmina ile iyi geceler konuşması yaptıktan sonra günüm yine odamda bitmişti. Yatağımda yan yatarak karşımdaki resme baktım. “Gerçekten şansımı seveyim...” derken kendimi uykuya teslim edecektim ama olmadı.

Dışarıda büyük bir gürültü koptu.

Ardından ise pencereme değip tiz sesle camımı kıran mermi sesleri kulakları doldurdu...

 

 

 

Loading...
0%