Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Giriş

@aey.lna_

Başlangıç tarihlerini buraya yazalım. :)

*

24 Haziran 2005.

"Fulya!"

Başucunda dikilen annesinin sesiyle arkasına döndü Fulya. Annesinin elleri onun arkasına dönmesini engellemek amacıyla koltuk altlarına gittiğinde küçük bir kahkaha dudakları arasından firar etti. "Hadi kızım, uyan artık." dedi annesi biraz daha gıdıklarken.

Zeren, kızının cıvıl cıvıl sesi kulaklarında uğuldarken onu öpücüklere boğdu. Fulya gülerek kollarını annesinin boynuna doladığında annesi onu bir çırpıda yataktan çekip aldı. Küçük Fulya'nın bacakları annesinin beline dolandığında henüz gülmesi dinmemişti.

Bazı sabahlar böyle uyanmayı seviyor, çok mutlu oluyordu. Onun gülmesi annesini de mutlu ediyordu.

Annesi kucağında Fulya ile birlikte banyonun önünden geçip gittiğinde Fulya anlam veremeden öylece baktı banyo kapısına. Annesi bugün yüzünü yıkamak istemiyordu sanırım. Annesinin omzuna küçük eliyle birkaç kez vurduğunda annesinin bakışları ona döndü. "Anne, yüzümü yıkamadık." diye mırıldandı uyku mahuru sesiyle.

Annesi olduğu yerde durarak geldiği yöne doğru döndü ve adımlarını banyoya çevirdi. Fulya kapıyı sırtıyla iterek annesine girebileceği bir alan yarattı. Kapı onların arkalarından kapandığında annesi çoktan suyu açmış, kızının yüzüne yıkıyordu bile.

Bu sabah kahvaltıda Fulya'nın en sevdiği omlet vardı, kokusu odasına kadar gelmişti. Banyoda işleri bittiğinde ve mutfağa ilerlediklerinde Fulya kokuyu daha derinden aldı ve annesine daha sıkı sarıldı.

Annesi Fulya'yı sandalyesine bırakıp kendine sıcak olduğu üstünde tüten dumandan belli olan çayı doldurdu. Fulya'nın önüne ise büyük bir bardak süt koymuştu. Fulya süte garip bakışlar atarak annesine döndü.

"Ama anneeeee..." diye mırıldandı uzatarak. Annesinin bakışları ona döndüğünde susmak zorunda kalmıştı çünkü bu bakışlar itiraz hakkın yok demekti.

Annesi bardağı biraz daha Fulya'nın önüne iterek, "Biliyorsun, içmezsen büyüyemezsin." diye mırıldandı. "Benim kızım kocaman olacak." dedi elindeki bir dilim ekmeğe reçel sürerken.

Fulya başını iki yana salladı. "Bugün içmesem?" dedi ama annesi onu umursamadan sütünün içindeki pipeti ağzına doğru uzattı ve Fulya'ya seçim hakkı bırakmadı.

Fulya mecbur kalarak pipeti dudakları arasına sıkıştırdı ve birkaç yudum süt aldı. Annesi sütünün içine bal katmış olmalıydı yoksa bu sütün bu kadar tatlı olmasının başka bir manası olamazdı. Fulya pipeti annesinin elinden alarak birkaç yudum da kendisi içti.

Annesi ona hoşnut olmuş gözlerle baktığında Fulya gülümsedi ve annesinin ona uzattığı reçelli ekmeği aldı.

Kahvaltısını bitirdikten sonra sandalyesinden atladı ve odasına doğru ilerledi. Bugün okulu yoktu. Hatta annesinin söylediğine göre önümüzdeki üç ay boyunca yoktu.

Fulya ayları henüz yeni öğrenmesine rağmen onları ezberlemişti.

Ocak...

Şubat...

Mart...

Fulya kendi kendine ayları sayarken bir yandan da camının önündeki çiçeklere bakıyordu. Topraklarının kurumuş, yapraklarının solmaya başladığını fark ettiğinde camın önündeki küçük, kendi boyuna uygun koltuğundan indi ve odasının kapısına doğru ilerledi.

Tam kapıyı açıp çıkacağı sırada annesi odasında belirdi ve eğilerek Fulya'nın saçlarına öpücük kondurdu. "Hadi Fulya. Gidiyoruz..." diye mırıldandı tamamen Fulya'nın önünde eğildiğinde.

Fulya annesine anlamayan gözlerle baktı. "Nereye gidiyoruz anne?" diye sordu.

"Bir sürü arkadaştan bahsetmiştim ya sana," dedi ve Fulya'nın önünden kalktı. Giysi dolabına ilerledi ve kapakları açarak, Fulya'nın en sevdiği tişörtlerinden birini ve beyaz eteğini aldı. Alttaki çekmecesinden de dizlerine kadar olan beyaz çoraplarını çıkardı.

Fulya annesini izlerken, "Okul gibi mi?" diye sordu.

Annesi Fulya'ya döndüğünde dudakları hafifçe yukarı kıvrıldı. "Öyle kızım." diye mırıldandı belli belirsiz.

Fulya koltuğuna oturduğunda annesinin elinden uzun çoraplarını aldı ve giymeye başladı.

Annesi gözleri dolu dolu onu izlerken gözlerine biriken yaşları silme isteğiyle arkasına döndü ve gözlerini sildi. O kadar iyi oynuyordu ki rolünü, Fulya bir şey anlamıyordu bile.

Çoraplarını giyip annesine baktığında annesi elinde tuttuğu tişörtü atletinin üzerine geçirdi ve altındaki şortu çıkarıp eteğini giydirdi. Saçlarına bir öpücük daha bıraktığında arkadan tarağı aldı ve Fulya'yı önüne oturttu.

O kadar uyumlu bir çocuktu Ki Fulya, sesini dahi çıkarmıyordu. Canı yansa bile bağırmıyor, acısının geçmesini bekliyordu. Annesinden gizli ağlıyor, onu da üzmek istemiyordu. O yüzden saçları taranırken de ağlamadı. Dişlerini sıktı, ellerini yumruk yaparak bekledi annesinin saçlarını taramasını.

Sonunda saçları yanlardan iki küçük at kuyruğu gibi sallandığında Fulya kafasını iki yana sallayarak yanaklarına çarpışını hissetti. Gülümsedi ve ayağa kalktı.

Şu ana kadar fark etmemişti ama annesi de üzerini değiştirmişti. Fulya'ya giydirdiği gibi beyaz uzun bir etek giymişti. Fulya annesinin eteğine bakarken buldu kendini. Annesinin bu eteğini çok seviyordu.

Annesi son olarak Fulya'nın yıldızlı tokalarını da saçlarına taktığında Fulya hazır olmuştu bile. Aynanın karşısına geçip kendine baktı Fulya. Saçlarına, üzerindeki kıyafetlerine, çoraplarına...

Annesi odadan çıktığında bakışları ona döndü. Annesi bugün çok aceleci davranıyordu. Fulya'nın tuhafına gitmişti ama umursamadı. Saatin geç olacağını düşündü, gidecekleri yere geç kalacakları geldi sonrasında aklına.

Annesinin ardından çıktı odasından.

Annesi Fulya'nın ayakkabılarını fortmantodan aldığı gibi Fulya'nın önüne bıraktı ve giymesini bekledi. Fulya annesinin bu sessizliğine bakarak, "Anne, babam ne zaman gelecek işten?" diye sordu.

Annesi bir anda Fulya'ya doğru döndüğünde dolu dolu gözlerini saklama gereği duymadı kızından. Başını iki yana salladı. "Bilmiyorum kızım." dedi sadece.

Yere bıraktığı küçük valizi alarak kapıyı açtı ve önden Fulya'nın geçmesini bekledi. Fulya'nın ardından evden kendisi de çıktığında anahtarını almadığını fark etti ama artık önemi olmadığını anlayarak merdivenlerden inmeye başladı.

Garajlarında duran arabalarına yönelmek yerine otobüs durağına doğru yürüdüler.

Annesinin elinden tutmuş, küçük adımlarıyla yanında yürüyordu. Gözleri hep etrafında bir şeyler arıyordu sanki. Annesi kızından ayıramadı gözlerini. Onu bir daha ne zaman görecekti bilmiyordu. Oysa o kızından hiç ayrılmamıştı.

Uyuduğunda bile ayırmıyordu onu yanından, şimdi şehirler belki de ülkeler boyunca terk ediyordu kızını. İçi yanıyordu. İçini yakan her şeyi silip bir kenara atmak istiyordu ama yapamıyordu. Eli kolu bağlanan her anne gibi kızını düşünmek zorundaydı. Gelen ilk otobüse bindiler bilikte. Caddeler, sokaklar geçti gitti.

Kızını yanında tutacak her ihtimali düşündü. Her ihtimalde alıyorlardı kızını ondan. Bir noktada ayrılmak varsa kaderde, yaşanacakların önüne barikat çekemiyordu. Ne yaptıysa olduramamıştı belki ama kızının nefes alacağını, ondan uzakta olsa bile büyüyeceğini bilmenin cesaretiyle yürüyordu.

Güçlü durmak zorundaydı Zeren, kızı için. Onun bu dünyadaki tek varlığıydı Fulya'sı.

Aradan ne kadar zaman geçti, kaç dakika kızını izleyebilmişti bilmiyordu ama gelmişlerdi gelecekleri yere.

Fulya'yı dikkatlice otobüsten indirip peşi sıra yürümesini sağladı. Annesinin elini sıkı sıkıya tuttu. Bir şeylerin yolunda olmadığını biliyordu. Farkına varmıştı çünkü annesi gülmüyordu. Oysa annesi her zaman çok gülerdi.

Evden çıktıklarından beri bir kez olsun gülümsememişti.

Zeren kafasını kaldırıp tabelaya bakmak istedi ama buna cesaret edemedi.

Büyük kapıdan içeri girdiklerinde gözleri etrafta dolaştı. En sonunda ileride, ağaçların altında onu gördü.

Üniversite yıllarından beri arkadaşı olan, canını emanet edecek kadar güvendiği Meryem orada oturuyordu.

Zeren emin adımlarla, başı ve omuzları dik bir şekilde Meryem'in olduğu tarafa doğru yürüdü. Yaklaştıkça yalnız olmadığını idrak edebilmişti. Karşısında ablası ve ablasının yanında Fulya'dan büyük olduğunu düşündüğü bir erkek çocuğu oturuyordu.

Fulya annesinin elini çekiştirerek ona dönmesini bekledi. "Anne, neresi burası?" diye sordu ürkek gözlerle. Neden yanlarında valiz de getirdiklerini anlayamamıştı zaten. Bu onu daha da korkutuyordu. Annesi onu bırakıp gidecek miydi?

Annesi Fulya'ya bakmadan, "Bahsettiğim yer, kızım." diyebildi. Gözlerine baksa ağlar, buradan onu göğsüne saklayarak çıkarırdı. Yapamadı, bakamadı kızının yemyeşil gözlerine.

Zeren birkaç gün öncesinden arkadaşı Meryem'i aramış, durumu anlatmıştı ve Meryem ona canı gönülden yardımcı olacağından bahsetmişti. Durumu biliyordu ama bu onların arasında sırdı. İkisinden başka kimse bilmiyordu.

Meryem kendine yaklaşan arkadaşını fark edip ayaklanmış, ablasından ve yiğeninden uzaklaşmıştı.

Zeren'e yürüdüğü yollar kilometrelerce yol gelmiş gibi hissettirmişti. Meryem bunu onun gözlerinden anlayabiliyordu. Bunca yıllık arkadaşını tanıyordu neticesinde.

Fulya Meryem Teyzesini gördüğünde rahatladı ve gülümseyerek, "Meryem teyze!" diye bağırdı. Birkaç adımda Meryem'e sarıldığında Meryem Fulya'nın boyuna kadar eğilmek durumunda kaldı ve onu kolları arasına aldı.

Fulya kollarını Meryem'in boynuna doladığında Meryem yanaklarına birer öpücük kondurdu.

"Hoş geldin fıstığım." diye mırıldandı saçlarını parmakları arasına hapsederek.

"Hoş bulduk." diye şakıdı Fulya neşeyle geri çekilerek.

Annesinin yanına dek geriledi ve yeniden elini tuttu. Sanki tutmasa kaybedecekti onu.

Meryem ona ağladı ağlayacak gözlerle bakan arkadaşının yanına dek yürüdü ve onu kollarının arasına aldı. Onun için ne kadar zor bir karar olduğunu biliyordu. O bu hayatta kızından başka kimseyi sevmiyordu.

Kendini bile.

Meryem kolları arasında titreyen bedene daha sıkı sarıldı ve kulağına doğru, "Gözün arkada kalmasın." diyebildi sadece. Ne denirdi ki bu duruma.

Bu yetiştirme yurdunda kızına iyi bakılacağına emindi ama bu zamana kadar annesi babasıyla büyümüş, onların sevgilerinden şüphesi olmayan küçük bir kızın ne işi vardı yetiştirme yurdunda?

Zeren sadece kafasını sallayabildi.

Meryem, "Veda edecek misin?" diye sordu.

Zeren o an daha büyük bir şeyle yüzleşti.

Veda.

Kızına veda edemeyecek kadar cesaretsiz hissediyordu kendini.

Kafasını iki yana salladı.

Konuşamıyordu. Kelimeleri boğazında düğüm düğüm olmuştu ve ipin ucunu tutamıyordu artık elinde.

Meryem arkadaşından ayrılarak Fulya'ya döndü ve, "Arkadaşlarınla tanışmak ister misin?" diye sordu.

Fulya bir annesine bir Meryem teyzesine baktı. Annesinin gözleri bu seferlik ona dönüp dudakları hafifçe kıvrıldığında içine düşen alev hafifledi ve içine su serpildi.

Gönül rahatlığıyla gidebilirdi demek ki. Gözleri herkesin üzerinde bir bir dolaştı.

Yine de, "Ama annem?" diye sordu.

Zeren kendini sıkarak, "Ben buradayım anneciğim." diyebildi sadece. Bir kelime daha söylese hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı sanki. Elindeki küçük valizi yere bıraktı ve banka, Meryem'in ablasının yanına oturdu.

Meryem Fulya'nın elinden tutarak, "Ya annen çok yorulmuş baksana hemen oturdu..." diye mırıldandı. Fulya annesine ve oturduğu yere baktı. Annesinin yanında oturan kadın ona gülümsediğinde çekinerek Meryem teyzesinin arkasına sindi. "Annen otursun, dinlensin. Sen arkadaşlarınla tanış." dedi yürümeye başladığında.

Fulya Meryem'in elini bırakarak annesine doğru döndü ve kucağına tırmandı. Zeren ani bir şokla neye uğradığını şaşırdı ama kızını geri çevirmedi. Kollarını sırtında dolaştırdı. Fulya annesinin yanaklarına en sevdiği insanlara bıraktığı gibi öpücükler bıraktı.

"Sen dinlen anneciğim, ben gidip geleceğim." diye mırıldandı.

Zeren gözlerini yumdu sıkıca. Gözlerinden birer damla yaş düştüğünde ellerini kızının sırtına biraz daha bastırdı ve gözyaşlarını görmesini engelledi. Zorla gözlerini sildi ve yavaşça kızını kucağından indirdi.

"Tamam birtanem, ben buradayım..." dedi.

Fulya Meryem teyzesinin elini tutarak uzaklaştı. Bir kez olsun arkasına bakmamıştı, annesinin lafına inanmıştı.

Zeren dirseklerini dizine yaslayarak eğildi ve şu ana kadar tuttuğu tüm gözyaşlarını bıraktı.

Ağlamaya başladığı andan itibaren sırtında gezinen elin varlığını hissediyordu ama dönüp de bakamıyordu onun yüzüne. Meryem ile bunca yıldır arkadaştı ama ablasıyla ilk defa yan yana oturma fırsatı buluyordu.

Ondan çekiniyordu.

Zeren bunu yaptığı için kendinden utanıyordu.

Karşısında her zorluğa rağmen dimdik durmuş bir kadın vardı. Kendisinin sırtındaki kambur onun canını daha çok yakıyordu bu yüzden.

Ellerini yüzünden çekerek ona döndü ama ona döndüğünde gülümseyerek bakan bir çift gözle karşılaşmayı beklemiyordu.

Gözyaşlarını silerek arkasına yaslandı.

"Efnan abla..." diye mırıldandı sadece.

Ablasının adını da Meryem'den öğrenmişti.

Efnan elini Zeren'in sırtından çekti ve onun gibi arkasına yaslandı. Karşısında oturan oğluna gülümsedi bu defa da. Oğlu anlam veremiyordu bu kadının neden ağladığına. Kızını buraya bırakıp gideceği ihtimali hiç aklına gelmemişti çünkü buraya sadece annesi babası hayatta olmayan insanların geldiğini düşünüyordu.

"Efendim..." diyebildi Efnan naif sesiyle.

"Benden nefret edecek değil mi?" diye sordu Zeren kara zorla bir sesle. Bunu istemiyordu ve Efnan'ın dudaklarından duyacağı her kelime onu korkutuyordu.

Efnan başını iki yana salladı. "Hayır, bir çocuk annesinden nefret etmez." dedi.

Öyle miydi sahiden?

Eğer öyleyse Fulya'sı da ondan nefret etmezdi değil mi?

Belki yıllar sonra kızını karşısına alıp anlatırdı her şeyi.

Belki Fulya anlardı annesini.

Bir ümit beklemeye değerdi.

"Umarım dediğin gibi olur." dedi sadece. Karşısında oturan küçük çocuğa çevirdi o da bakışlarını. Küçük çocuk ona anlamsız gözlerle bakıyordu.

Zeren'in ona dönen bakışlarını fark ettiğinde dudaklarını araladı. "Onu bırakacak mısın?" diye sordu sadece. Gözleri kısılmıştı, alacağı cevabı bekliyordu öylece kolları bağlı bir şekilde. Aynı annesine benziyordu bakışları. Keskin ama bir o kadar yumuşak.

Zeren bir şey diyemedi. Söyleyeceği kelimeleri seçemedi. Küçük bir çocukla nasıl konuşulması gerektiğini bilirdi ama bu çocuğa verecek cevabı yoktu.

Küçük çocuk bu sessizliği bir evet olarak kabul etti ve dudaklarını bir kez daha araladı. "Ama sen hayattasın."

Zeren bu cümleden sonra bakışlarını başka yöne çevirdi. Hayatta olsa ne değişirdi ki bu saatten sonra. Bu kapıdan çıktığı an adı, kimliği, hiçbir şeyi onun olmayacaktı.

"Bazen mecbur kalırsın..." diye mırıldandı bakışları yeniden karşısındaki çocuğa döndüğünde.

Çocuk kafasını iki yana salladı. "Bence seni asla affetmeyecek." diye mırıldandı.

Efnan, "Oğlum!" diyerek ikazda bulunduğunda Zeren elini Efnan'ın bacağına koydu ve bir şey yok dercesine baktı gözlerine.

Bu cümleyi duymaya ihtiyacı vardı çünkü kızı onu asla affetmeyecekti.

Küçük çocuk oturduğu yerden kalktı ve koşarak uzaklaştı. Efnan arkasından öylece bakakaldı. Neden böyle davrandığını anlayamamıştı.

Elini Zeren'in omzuna atıp birkaç kez sıvazladı. "Hadi, git artık. Birazdan gelirler. Seni burada görürse gidemezsin."

Zeren bu haklı cümle karşısında ayaklanmaktan başka bir şey yapamadı. "Gözüm arkada kalmayacak." diye mırıldandı son kez Efnan'ın suratına baktığında.

Efnan başını sallayarak onayladı. "Burada iyi olacak, merak etme."

Zeren tek bir cümle daha kuramadan yeniden dolmaya başlayan gözleriyle gülümsedi ve arkasını dönerek oradan uzaklaştı.

*

Saatler geçiyordu belki ama Fulya sadece camın önünde dikilip annesini bekliyordu. Annesi onu bahçede olacağını söylemişti ama geri döndüğünde bankın yanındaki valizi vardı annesinden geride.

Hava kararmaya başlamıştı. Meryem teyzesi arkadaşlarıyla birlikte kaldığı odaya gelmiş, birkaç saat sonra uyumaları gerektiğinden bahsetmişti.

Fulya Meryem teyzesinin gözlerine bakıyordu ama o Fulya'ya bakmıyordu. Gözleri her arkadaşında uzun uzun oyalanıyordu ama Fulya'ya hiç dönmüyordu.

Hiçbir arkadaşıyla tanışmamış olmasına kızmış mıydı acaba?

Fulya camın önündeki yatağından yavaşça atladı ve masanın üzerindeki annesinin yapıp çantasına koyduğu limonlu kek dolu kabı alarak kapının yolunu tuttu. Belki dışarıda beklerse annesi gelirdi. Bir ümit beklemek istiyordu.

Odadan çıktığında ne tarafa döneceğini, hangi taraftan gitmesi gerektiğini anlayamadı bu yüzden önünden yürüyen ondan yaşça büyük kızları takip etti. Onlar sayesinde dış kapıyı bulabildiğinde bahçeye çıktı. Hava kararmaya yüz tuttuğu için ürpermişti ama vazgeçmedi. Annesini son gördüğü bankların olduğu tarafa doğu yürüdü. Annesini orada görmeyi diledi ama annesi orada yine yoktu. Bu üçüncü bakışıydı.

Belki dördüncü bakışında gelirdi.

Fulya banklara oturmadı. İlerledi, ilerledi, ilerledi.

Çiçeklerin korunması için çitlerle çevrilmiş küçük bir alan buldu kendine. Çitlerden atlayabileceğini düşünmüyordu ama denemekten zarar gelmezdi. Elindeki kek dolu kabı eğilerek çitlerden içeri koydu ve ellerini çitlerin üstüne koyarak kendini yukarı itti. Bacaklarını zor bela çitlerden sarkıttığında çiçeklere zarar vermeden atladı. Yere bıraktığı kabı kucağına çekti ve olduğu yere oturdu.

Şu an kek yiyecek kadar iyi hissetmiyordu kendini. Keklerin tadından emindi. Annesi yaptıysa kötü olma ihtimali yoktu ama yemek içinden gelmiyordu. Gözyaşları bir bir boncuk gibi gözlerinden süzülürken dizlerini kendine çekti ve kollarını dizlerine dolayıp başını dizlerine yasladı. İçinden hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyordu ama birinin sesini duyup onu bulmasını istemiyordu.

Annesi gelmiyordu işte. Gelmeyecekti.

Ağlayınca bile gelmiyorsa demek ki annesi gerçekten gitmişti.

Kabullenmesi zor bir şeydi ama küçücük yaşına rağmen bunu anlayabiliyordu Fulya.

Bacaklarına değen bir şeyle başını dizlerinden kaldırdı ve bacaklarına değen şeye baktı. Bu sarı bir yavru kediydi. Kediyi çekip kucağına aldığında, "Annen nerede senin?" diye sordu. Galiba kucağımdaki kedinin de annesi yok diye düşündü. Uzun uzun başını okşadı, kucağında uyumasına izin verdi. Kediyi biraz daha kendisine çektiğinde üzerine gelen karaltıyla birlikte başını yukarı kaldırdı.

Bu bir erkek çocuğuydu.

Hiçbir şey söylemeden kolaylıkla çitlerden Fulya'nın yanına atladığında kedi Fulya'nın kucağından kalkarak uzaklaştı. Fulya nasıl bu kadar hızlı atlayabildiğine hayretle bakarken çocuk Fulya gibi olduğu yere oturdu.

Fulya'nın üzerinde gezdirdi küçük çocuk bakışlarını. Öğlen gördüğü kıyafetleri henüz üzerinden çıkarmamıştı, oysa kızların uyku saati gelmişti bile. Ağlamaktan kızaran gözlerine baktı daha sonra. Gerçekten annesini affetmeyeceğini düşündü. Bu kadar gözyaşı boşa dökülmüş olmamalıydı, gözler boşuna ıslanmamalıydı sonuçta.

Fulya limonlu kek kabını kucağına çekerken, "Sen kimsin?" diye sordu.

Küçük çocuk Fulya'nın kucağındaki kek kabına baktı ve Fulya'nın sorduğu soruya yanıt vermeden, "Kek mi onlar?" diye sordu.

Fulya kaşlarını çatarak baktı karşısında oturan çocuğa. Annesi yabancılarla konuşmaması gerektiğini söylemişti ama bu sabah annesiyle aynı masada oturan çocuktu karşısında oturan çocuk. Hatırlamıştı. Demek ki yabancı değildi ve onunla konuşabilir, keklerini onunla paylaşabilirdi.

Kafasını salladı sadece. Poşetinden çıkardığı kabın kapağını açmaya çalıştı ama gücü buna yetmedi. Küçük çocuk Fulya'nın zorlandığını fark ettiğinde bir çırpıda elinden aldı ve kapağını açarak geri uzattı. Fulya aldığı kabı ikisinin ortasına, yere koydu.

Bir kek parçası alarak çocuğa uzattı. Küçük çocuk keki Fulya'dan aldığında bir ısırık almak için dudaklarına doğru götürdü. Fulya da onu takip ederek bir dilim kek aldı ve yavaşça ısırdı.

Fulya'nın gözünden birer damla yaş daha aktığında o öylece kalmış, ne yapacağını bilememişti. Yalnızca yanında oturmuş ağlamasının dinmesini beklemişti. Aradan geçen dakikaları sayamamıştı ama Fulya ağlamayı bırakmıştı. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildiğinde başını dizlerinden kaldırdı ve hâlâ yanında oturan çocuğa baktı. Neden hâlâ burada oturduğunu anlamamıştı ama ses etmedi.

Çocuk Fulya'nın gözyaşlarını eline sildiğini gördüğünde eli cebine gitti ve annesinin sabah ceketinin cebine sıkıştırdığı ve hiç kullanmadığı peçeteyi Fulya'ya uzattı. Fulya tereddüt etmeden uzattığı peçeteyi aldı. Burnunu ve gözyaşlarını sildi.

Küçük çocuk ise Fulya'nın bu haline gülerek baktı. "Amma da sulu gözmüşsün." dedi.

Fulya, "Sen annemin nereye gittiğini gördün mü?" diye sordu. Yüzündeki gülümseme yerini daha düz bir surat ifadesine bıraktığında başını iki yana salladı.

"Annem gitti biliyor musun?" diye sordu bu kez. Yeniden dolan gözlerini elindeki peçetenin temiz tarafıyla sildi. "Sen nereye gittiğini biliyor musun?"

Karşısındaki kızın bu kadar üzüleceğini sabah da fark etmişti ama ağlaması hiç hoş değildi. Barlas ne yapacağını anlayamamıştı böyle olduğunda.

"Ağlama," diye mırıldandı.

Fulya'nın dudakları bir kez daha büküldü. "Annem yok." dedi sadece.

"Keşke annenin nereye gittiğini bilseydim..." diye mırıldandı çocuk.

Omuz silkti Fulya. "Hiç gelmeyecek mi?" diye sordu bu kez de. Bir cevap arıyordu annesinin gelmesi için ama o cevabı yanlış yerde aradığını ve bulamayacağını bilmiyordu.

"Bilmem, belki gelir." dedi cevap olarak. "Anneler arkasında çocuklarını bırakmazlar." Sabah düşündüklerinden hiçbir şey eksilmemişti. O annesinden nefret edecekti ama karşısında ağlamaktan gözleri kızarmış bir kız çocuğu varken düşündüklerini dile getiremedi.

Fulya'nın içindeki hüzün yerini çocuk heyecanına bıraktığında, "Değil mi? Anneler nereye giderlerse gitsinler geri dönerler." dedi.

Çocuk kafasını salladı ve Fulya gülümsedi. Fulya gülümsediğinde söylediklerinin ona iyi geldiğini anlamış oldu. Belki doğru, belki yanlıştı söyledikleri. Fakat bir gülümsemeye değerdi her şey.

Fulya Meryem teyzesinin uzaktan geldiğini gördü çitlerin arasından. Sanki onların orada olduklarını biliyordu da geliyordu bu tarafa.Öyle emin, öylesine dikti ki yürüyüşü onun Meryem teyzesi olduğunu unutturuyordu bu hali. Meryem teyzenin yanındaki kadın ablası olmalı, diye düşündü Fulya. Yan yana birbirlerine bu kadar benzemeleri şaşırtıcıydı.

Fulya olduğu yere iyice sindi. "Bizi görmesinler." diye mırıldandı.

O ise olduğu yerden ayaklandı. Fulya'nın saklanmak için hiçbir fazla çaba göstermeyişine de anlam veremedi ama ses de etmedi.

Meryem teyzesi, "Nergis." diye seslendi. İkisi de oldukları yerde durmaya devam ettiler. Fulya bahçede gözlerini gezdirdi. Onlardan başka kimseyi görememişti etrafta. Nergis kimdi?

Çitlerin önüne kadar geldiklerinde Fulya başını kaldırması gerektiğini hissetti. Meryem ile göz göze geldi. Meryem, "Sana sesleniyorum, neden cevap vermiyorsun Nergis?" diye sordu.

Fulya çatık kaşlarla karşısında dikilen kadına baktı. "Benim adım Nergis değil."

"Sen artık Nergis'sin." dedi Meryem. Sesi öylesine emindi ki kendinden sanki karşısında yeni tanıştığı, bebekliğini bile bilmediği biri duruyordu. Ama hayır, Fulya onun çok yakından tanıdığı biriydi. Kendisini bile buna inandırması gerekiyordu.

Fulya, Nergis olarak o çitlerin arasından çıktı ve Meryem'in peşine düştü. Zamanı geldiğinde Fulya olarak buradan çıkıp gidecekti.


Loading...
0%