Yeni Üyelik
34.
Bölüm

Azrail ağanın karısı...

@ahan5354

MERYEMCE...
O berbat geceden sonra koskoca bir ay geçmişti. O gece zorda olsa bir sakinleştirici yapmıştım Hazar ağaya. Cenazeden sonra kendini çiftlik evine kapatmıştı. Leyla, Hazar abiye iki gün boyunca ulaşmak istese de o canlı canlı bir ölümü gördüğü için iki gün sonra mecburen İstanbul'a kaçmıştı. Hazar abinin yanına kim gittiyse kabul etmiyormuş. Babam, amcam ve Ünal amcayı kapıdan göndertmişti. Annesinin ölümünde Bedirhan abiyi, Baran abiyi ve daha çok da Mustafa Hamza'yı suçlu görüyormuş, siz çağırmasaydınız ben gelmeyecektim. Annem gelmeyecekti diye.
Bir haftalık tatile giden Dağhan ve Mert haber vermediğimiz için Mustafa'ya çok kızmışlardı. Dağhan, Hazar ağaya ulaştığında sadece başın sağ olsun diyebilmişti, çünkü kimseyle konuşmamaya yemin etmişti sanki Hazar ağa. Mustafa son haftaya kadar çiftliğe kadar kendi gidiyor, belki bir umut görürüm diye ama nafile Hazar ağa en son kovmaktan beter etmiş asi'mi.
Mustafa' m o günden sonra sadece Boran ile Meriçten haber alıyordu. Mustafa o geceden sonra güvenliği en üst düzeye çıkarmıştı. Amcamların kendine ait konağını temelli kapatıp, bizim konağımıza getirmişti.
En büyük sıkıntımız Talha ve daha çok Mina olmuştu. Talha her sabah herkese Hazar ağayı soruyor Avşin her zamanki zekasıyla daha iyileşmedi diye avutuyordu. Mina ile farklı bir bağ oluşturmuştu. Mina'm hayatındaki bütün amcalarına, dayılarına kah gülerek, kah sessizce yanında durarak ilaç oluyordu. Hazar ağa ile sanki amca yeğen gibi değil, abi kardeş gibi bir bağ kurmuş. Her sabah Mustafa'ya gelip, Hazar abiyi soruyordu. Mustafa gelmeyecek kızım dediğinde büyük insan gibi kafasını sallayıp sessizce gidiyordu. Benim Mina'yı böyle ikinci görüşümdü.
Ama... Mina için şu hayatta vazgeçemeyeceği tek erkek Mustafa'dan başkası olmadığını her fırsatta bana göstermeye başlamıştı.
...............................................
Sabah namazından sonra biraz sıkıntıyla uyuduğum için kabuslarla uyanmıştım. Bir aydır olduğu gibi yine sessiz bir avluya çıkmıştım. Kahvaltı masasına oturduğumda Mustafa hariç herkes masadaydı. Ben yerime oturduğumda Mustafa'da çalışma odasından üzerinde takım elbisesiyle yanımıza gelmişti. Yerine otururken yüzüne baktığımda, gözünün altındaki mor halkalar iyice canımı sıkıyordu. Kahvaltıya onun afiyet olsun demesiyle başladığımızda, o sadece kahve içiyordu. Hafif bir öksürükle;
"Mustafa Hamza ağam, ben bu gün hastaneye gideceğim"
"Hayırdır bir şeyin mi var"
"Ağam hatırlatayım ben bir doktorum"
"Şey tamam, niçin gideceksin"
"Bir kaç evrak işi, Süreyya dün aradı iki, üç hasta varmış onlara bakacağım"
"Tamam biliy"
"Biliyorum ağam, Boran ile gideceğim ve yanımdan ayırmayacağım"
"Teşekkür ederim anlayışın için "
Kahvaltı devam ederken, avluya Bedirhan abim ve başak gelmişti. Başak yanıma gelirken, Mustafa, Bedirhan ve Baran'ı alarak çalışma odasına gitmişlerdi. Sessiz ve sıkıcı kahvaltıdan sonra bende odama geçmiştim. Odamda üzerimi değiştirip, tekrar avluya döndüğümde Kadir ve Serdar, Mustafaları bekliyorlardı. Kadirlere baş selamı verip kapıya yaklaşmıştım ki, Dağhan kolumdan kenara çekmişti. Dağhan anlıma dudaklarını bastırıp, sıkıca sarıldığında bende ellerimi beline dolamıştım. Kısa bir süre öyle durduktan sonra bir adım geriye gidip, elini yanağıma koydu. Gözlerini gözlerime dikmiş bir şey görmek istercesine derin bir nefes alarak;
"İyi misin güzelim? Dün Mert giderken arkasından bir garip baktın."
"İyim abim"
"Abi mii?? İyi değilsin işte. Sen bana abiyi korktuğunda veya moralin bozukken söylersin."
"Gerçekten iyim. Galiba bu sefer çabuk atlattım gördüğüm manzarayı"
"Atlattın dimi güzelim"
"Atlattım merak etme. Beni boş ver ne zaman gidiyorsun Hakkari'ye"
"İki, üç gün sonra galiba Devran'da var bu operasyonda. Güzelim!"
"Efendim Dağhan"
"Gülcan'ı da yanımda götüreceğim"
"Hayır o gelmeyecek, burada kalacak"
"Benimle birlikte gelecek, konutlarda kalacak. Benim ona ihtiyacım olur. Hem o benim eşim "
"Birincisi o senin eşin değil karın. İkincisi ikimizde onu o konutlara niye götürmek istediğini biliyoruz."
"Bu kadar beni iyi tanımasan olmaz mı?"
"Olmaz Binbaşım. Şimdi beni biraz daha burada sıkıştırmış vaziyette tutmaya devam edersen, benim güneşim tepene doğacak"
Dağhan yavaşça omzundan arkaya baktığında kaşlarını çatmış bize bakan Mustafa'yı görmüştü. Hafif serseri bir gülüşle tekrar bana döndüğünde , gözlerim Mustafa'm da;
" Mustafa' çok çöktü Dağhan. Gözlerinin altı mor geceleri uyumak bilmiyor, Hazar ondan, onlardan kaçtıkça bunalıyor, sinirleniyor"
"Farkındayım ama elimden bir şey gelmiyor. Devran'ın kısa dönemde olsa askerlik yaptığı Hazar bey onu bile dinlemiyor"
"Neyse ben gidiyorum, Ağama dikkat et. Bıktım artık sizin görevler bitsin."
"Hadi git deli, git"
Dağhan'ı da avluda bırakıp, kapıya çıktığımda, bütün korumalar hazır ol vaziyetine geçmişti. Başımı sinirle sağa sola sallarken, Boran Mustafa'nın arabasıyla önümde durmuştu. Asiyi bilerek artık Mustafa'ya vermiştim. Boran direksiyonda kalması için elimle işaret yapıp, arabaya yaklaştığımda korumalardan biri arka kapıyı açınca hayır manasında kafamı sallayarak, Baran abimin adamı ön kapıyı açmıştı. Tebessümle başımla selam vererek Boran'ın yanına oturdum. Boran arabayı dar sokaktan asfalt yola çıkarana kadar peş peşe bana bakınca;
"Söyle Boran artık"
"Abla, şey küçük ağalar kaç aylık oldu"
"Altı aylık oldular galiba şaşırdım zamanı inan Boran abisi"
"Hayırlı gelsinler Abla"
"Amin abileri amin, Ama sende başka bir şey var, söyle bakalım"
"Meriç aradı sabah abla, Hazar ağam çok kötüymüş."
"Anladım Boran, neyse sen önüne bak"
Boran başka bir şey demeden, üzülerek önüne dönmüştü. Boran arabayı hastanenin otoparkına park ettiğinde, yavaşça inip hastaneye geçmek için uslu bir kız çocuğu gibi Boran'ı bekliyordum. Boran ile birlikte hastaneye girdiğimizde danışmadaki kızlar, bana gülmeye başlamışlardı. Onlara gülerek karşılık vermiştim. Odama geçiyorduk ki, Süreyya hoca sinirle odamın kapısıyla aramda durdu. Hafif ve sinirli bir gülüşle;
"Hayırdır hocam"
"Meryemce senin haberin var mı? bir ay sonra bayan Marry, Kürşat, Naci ve benim bulunacağım sağlık toplantısı yapılacakmış"
"Seni korkutan ney peki Süreyya Yalçın"
"Bu toplantıya Başkan da katılacakmış"
"Ben bilmiyorum, ne ile alakalı bir toplantı peki"
"Bilmiyorum, Kürşat başkanın yardımcısından duyduğu kadarıyla çok sinirliymiş"
"Ne o korkuyor musun koskoca başkandan? Sen kayıt ettirmedin mi bu hastaneyi ve açılacak diğer hastanelerini"
"Ne..ne korkacağım Meryemce. Başkanın gelmesi kötü"
"Niye ki "
"Uzun zaman sonra ilk defa Türkiye'ye gelecek"
"Size öyle geliyor hocam o her ay bir hafta burada. En son ki eğitim için doğuyu gezerken, Diyarbakır'da akşam yemeği yedim mesela ben onunla. Neyse hocam izin verinde odama geçeyim. Bu arada bana öyle bakmayın beni o kurula siz kayıt ettirdiniz."
"Sen.. ahh keşke neyse geç odana geç"
Süreyya önümden çekilip, koridora doğru yürürken en az aramızda beş adım mesafe olan Boran'a dönerek;
"Kapım açık olacak. Sen kapının önündeki beni gören bir koltuğa otur tamam mı "
"Tamam hanımağam"
Ona sinirle bakarak odama girmiştim. Odamdaki lavaboda üzerime önlüğümü giyinip, masama geçmiştim. Bilgisayarımı açıp kurul için özel olan mail adresimi açıp, başkana korka korka ne sebeple toplantı yapacağını sorduğum bir mail atmıştım.
Öğleye doğru bir kaç hastam ve dosya işleriyle ilgilenirken, Boran'ın olduğu yerden hızla kalktığını fark etmiştim. Masamdan yavaşça kalkıp, kapıya yönelmiştim. Kapının önüne geldiğimde beklediğim adam gelmişti. Boran belindeki silahtan huylanmış olacak ki karşısına dikilmiş gözlerine bakıyordu. Yanlarına gittiğimde Boran kaşları çatık vaziyette;
"Hanım ağa siz içe-"
"Sakin ol Boran. Beyefendi benim İstanbul'dan hastam. Bence sen bir bahçeye çık sigara iç gel, hem bak Sedat'lar orada bana bir şey olmaz. Maşallah yine koridoru tutmuşsun"
"Şey hanımım, abla şey"
"Tamam hadi git"
Boran yanımızdan uzaklaşırken yanımdaki adama başıma odayı işaret etmiştim. Odaya girdiğimde kapıyı kapatıp, karnıma dikkat ederek masama oturdum. Masamın hemen önündeki koltuğa oturan adama bakarak telefonu elime aldım. Gözlerimi ayırmadan, iki türk kahvesi söyleyip kapattım. Kısa süre sonra kahveler geldiğinde, açılan kapıdan dışarıya baktığımda Boran koridorda yoktu. Kahveleri getiren çalışan çıktığında karşımdaki adama bakarakken;
"Yağız lafa tutmuştur"
"Yağızda mı burada"
"Evet getirdim, neyse nasılsın Atmaca"
"İyi değilim Yasin, görüyorsun durumları. Ne yaptın benim işlerimi"
"Atabek emin adımlarla yavaş yavaş çökeltiliyor. Yurt dışındaki bazı gayri menkulleri elinden çoktan çıkardı. Alıcısı da hemen hazır gibi alındı. Ahmet Hazar beyin annesini, Atabek'in adamları öldürdü. Belkıs hanımın uçak saatine kadar söyleyen de , bunlara haber veren de Kamil sert. Bu adam tehlikeli atmaca kendince, biliyorsun ama bir saatimi almaz ortadan yok olması"
"Şimdi değil bize kaldığında emin ol büyük bir zevkle haber veririm sana. Mustafa Hamza zaten şüpheleniyor ondan"
"Şüphelenmiyor az kaldı sonuca ulaşmasına, arada bende eline dolaylı bir şekilde bir şeyler ulaştırmıyor değilim"
"Böyle devam et Yasin. Leyla dan bir haber"
"İstanbul'da evinden çıktığı yok. Bizim çocuklar arada yokluyorlar."
"Hazar ağadan bir telefon alsın kendini toplar ilk uçakla gelir eminim"
"Öyle, Atmaca konağa kamera sistemi kurdurman lazım."
" Nasıl olacak o konağı bayağı genişletti. Koskoca konak tamamen boşaltmam lazım"
"Sen mi nasıl yapacaksın, güldürme beni"
"Tamam konuşuruz, benim bir kocam var artık ona sormam ve söylemem lazım"
"Tamam Atmaca haber vermen yeterli. Atmaca! böyle nasıl gidecek"
"Böyle gitmeyecek bu akşam her şey eskiye dönecek. Birilerine dörtlü ayrıldı hissi verdiğimiz yeter. Bağlamak lazım mahşerin dört atlısını"
"Hazar beyi kendine getireceksin yani"
"Geç bile kaldım be Yasin, Bu dörtlünün birine bir şey oldu mu dağılıyorlar ve fena salıyorlar kendilerini"
"Onu dün gece fark ettik. Bizde yorulduk be ölüm lakaplı birini korumaktan"
"Tamam ağlama Yasin reis veririm sana bir kaç kişi dövmen için"
"Alemsin Atmaca ateş, bu arada asıl sen kendine dikkat et. Herkes tarafından seviliyorsun"
"Hadi yasin kalk, yürü git"
"Tamam sustum. Atmaca senin başkan bir ay sonra Mardin'e geliyormuş, konuştuk."
"Duydum Süreyya'dan. Mail attım cevap vermedi daha, neyse takip et onu devam yani."
"Olur ederim. Bu arada helena gelsin mi artık"
"Geç bile kaldı."
Yasin elindeki dosyaları bana uzatırken, kapı çalınmıştı. Gel dememe fırsat kalmadan kapı hızla açıldı. Gelenlere baktığımda, Mustafa'm, Baran abim ve Bedirhan abimdi. Sinirli oldukları her hallerinden belliydi. Ayağa yavaşça kalktığımda Yasin yerinde oturuyordu. Odadaki tam masamın karşısındaki üçlü koltuğa yan yana oturmuşlardı. Mustafa'lar dik dik bana bakarken, ben yerime oturup, dosyaları okumaya devam ettim. Dosyaları imzalayıp, Yasin'e uzattığımda, elini uzatırken aynı anda ayağa da kalkmıştı. Bende ayağa kalkıp masadan bir adım uzaklaştığımda, Yasin'de önüme gelmişti. Sinir bir tebessümle Yasin'e bakarken;

" Teşekkür ederim at- Doktor hanım. Her şey emr- yani söylediğiniz gibi olacak, yani yapacağım"
"İsabet olur beyefendi, Sağlıklı günler diliyorum"
"Emr- yani sağ olun at- doktor hanım"
Odanın kapısına kadar eşlik etmiştim Yasin'e. Koridora baktığımda Bedirhan , Baran abimin adamlarıyla Boran bir şey konuşuyorlardı. Yasin koridorda uzaklaştıkça yavaş yavaş banklardaki hasta görünümlü adamları da kalkıyordu. Kafamı sallayarak odaya tekrar döndüğümde Bedirhan abim ve Mustafa masadaki kahve fincanlarına bakıyorlardı. Masama oturduğumda Mustafa'ya hayırdır der gibi bakınca;
"Hastalarına kahve mi ikram ediyorsun"
"Bir mahsurumu var ağam, Hastam İstanbul'dan geldiği için olabilir mi? çok ağır bir hastaydı. Bir dakika beni sorguya mı çekiyorsun yada benden de mi şüphe duymaya başladın"
"Sordum sadece konuyu nereye getirdin."
"Tamam anladım. Siz niye bu saatte geldiniz"
"Şirkette işimiz erken bitti, sana da uğrayalım dedik. Bir mahsuru mu var Hanım ağam, yoksa benden gizli işler mi çevirmeye başladın"
"Size kahve söyleyeyim mi Asi ağa"
"Söyle bakalım deli doktor"
Masadaki cep telefonumu alıp Mustafa'nın gözlerine bakarak, Boran'a üç kahve söylemiştim. Karşımdaki üç adamda şaşkınca bana bakarken, telefonu kapatıp yanlarına gitmiştim. Üçlü koltuğun yanındaki tekli koltuğa oturup elimi Mustafa'nın dizine koyarak;
"Size hastane kahvesi içirmem Boran özel getirecek."
Mustafa dizindeki elimi tutarak, gözlerini kapatıp açmıştı. Baran abim ve Bedirhan abim kendi arasında çoktan sohbete başlamışlardı.
Kahveler geldiğinde ben kendi masama geçerken, Mustafa kahveleri getiren Boran'a, Hazar abim hakkında bir şeyler sorduğunda bilmiyorum der gibi kafasını sallamıştı. Zaman geçerken ben dosyaları inceliyor ve imzalıyordum. Canımın sıkıntısından kafamı kaldırdığımda, gördüğüm manzara iyice canımı sıkmıştı. Mustafa tek başına üçlü koltuğun ortasında başını geriye duvara yaslamış gözleri kapalı öylece duruyordu. Ben önümdeki manzaraya bakarken, baran abim ile Bedirhan abimin ne ara çıktıklarını düşünüyordum. Ayağa kalkıyordum ki;
"Hadi çıkalım, Baranlar konağa gitmişlerdir"
"Benim az biraz daha işim var sen çık ben gelirim ağam"
"Yorulmadınız mı sen ve oğullarım. Özlemediniz mi Minayı annesi ve kardeşleri"
"Mustafa Hamza'm bırak azcık iş yapayım. Doktorum be ben ağam. Boran burada işte"
"İyi tamam akşam yemeğine yetişmeye çalış, biliyorsun sen yokken doymuyorum."
"Tamam güneşim"
Mustafa'm olduğu yerden kalkıp yanıma gelmişti. Anlımı öpüp odadan çıkmıştı. Kapının kapanmasıyla başımı masaya koyup düşünmeye başladım sevdiğim sessizlikle beraber. Kısa bir süre gözlerim kapalı düşündükten sonra ayağa kalkıp üzerimi değiştirip masamdaki özel eşyalarımı elime alırken kapım çalınmıştı. Gel dediğimde sırasıyla Boran, Bedirhan abimin adamı Sait, Baran abimin adamı Selçuk ve Meriç odaya girmişlerdi. Ben onların yüzüne bakarken onlar karşıma geçip ellerini karınlarında birleştirmiş öylece durdular. Ben ağızımı açıyordum ki, Boran bir adım öne atıp ;
"Ablam, sen bize hem abla hem dost, arkadaş hem anne hem de hanım ağa oldun. Bizi Mert abimden ayrı tutmadın ama abla Hazar ağamız hiç iyi değilmiş. Meriç iki akşamdır içiyor dedi. Abla onun kötülemesi Mustafa ağamın bile kötülemesi demek. Meryemce ablam dün akşam Ayşegül dedi zamanında Devran ağamı bile bir gece içki masasından almışsın"
"Tamam bekleyin gençler"
Masama hafif eğilip telefondan bir kaç numara tuşlayıp, Sinan'ın asistanına, Sinan'ı göndermesini söyledim. Telefonu kapatıp ayakta duran Boranların yanına geçerken odaya Sinan ameliyat kıyafetleriyle içeriye girdi. Onu görünce hafif bir tebessümle;
"AAA! senin ameliyatın mı var? bana mı ihtiyacın var? "
"Nasıl yani Meryemce"
"Nasıl acil mi girmemiz lazım? tüh neyse Boran söyler ağasına acil olduğunu"
"Anladın tamam, tamam. Ağama söylersiniz en az iki en fazla dört saat sürer"
Sinan gülerek odadan çıkarken, yanımda duran dörtlüye baktım. Hiç bir şey anlamamış boş boş yüzüme bakıyorlardı. Dördüne de gülerek;
"Sait ve Meriç siz çiftliğe gidin, Boran ve Selçukla bizde peşinizden çıkacağız."
Sait ve Meriç gülerek odadan hızla çıkarken Selçuk kafasını kaşırken, Boran yüzüme bakıyordu. Boran'a doğru bir adım atıp;
"Hadi ara ağanı, Hanım ağam acil ameliyata girdi de "
"Nasıl yani? Meryemce ablam senden korkulur. Gidiyor muyuz yani"
"Evet gidiyoruz hadi çabuk"
Boran Mustafa'yı aradığında, biraz kızsa da fazla bir şey demeden kapamıştı. Meriç ve Sait önceden çiftlikle varmışlardı. Biz çiftliğe yaklaştığımızda Boran'a arabanın farlarını iki defa selektör yapmasını söylemiştim. Arabayla çiftliğe girdiğimizde Meriç hemen yanımıza gelmişti. Kapıya yaklaştığımızda Meriç dolmuş gözleriyle;
"Meryemce hanım ağam, kıymetli ablam, biz yakınınızda olacağız. Ağam içince berbat bir şey oluyor."
"Bana buz gibi bir kova su getir, sonra üst katta çık ağana kıyafet hazırla."
"Tamam han- ablam"
"Hadi o zaman şu ölüm Hazar ağamızı eskiye döndürelim"
Mutfak kapısına geldiğimde uzaktan Hazar ağayı izliyordum. Elinde bir kadeh rakı zifiri karanlıktaydı gözleri. Meriç buzlu su dolu bir kovayı Hazar ağanın arkasına koyduğunda kafamla çıkın demiştim. Hafif zorlansam da kovayı kaldırıp başından aşağı döktüğüm de, hızla küfür ederek masadan kalkmıştı. Beni görünce olduğu yerde durmuştu. Ben ona bakarken, kocaman açtığı gözleriyle;
"Dila'm"
"Vay bir bacın olduğunu hatırladın yani. Helal olsun sana "
"Meryemce, Dila'm git kızım git. Abin öldü, abin tükendi. Kimsesiz kaldı"
"Yuh sana Hazar ağa yuh. Koskoca Hazar ağa namı diyar Ölüm Hazar tükendi öyle mi. Kimsesiz kaldı öyle mi. Lan kalk ayağa sirkelen ve kendine gel. Dostların sensiz yarım, küçük dila'n sensiz yarım ve sessiz her gün seni sormaktan yoruldu vicdansız. Mustafa bir aydır gülmüyor, konuşmuyor. Baran abim, Bedirhan abim ruh gibi geziyorlar. Ulan Leyla bir aydır Mardin'e ayak basmadı. Her şeyi boş ver ben ne olacağım. Hani ben yorulunca benim kanatlarımdan, kollarımdan tutup kaldıracaktın. Biliyorum Mustafa'nın hepinizle çok farklı bağları var ama seninle daha başka. Bana da öyle oldun hadi sirkelen, kendine gel. Şu zıkımı içtiğinde ne geçiyor eline, hiç bir şey. Belkıs annemi tanımadın ama o dolaylı yoldan seni bana emanet etti. Sen de öğrendin ki benim emanetlerim kıymetli. Bana dila'm dedin, nasıl onun cengaver abisiysen, artık benim cengaverim, ölüm hazar abimsin, benimsin. Hadi be abi, hadi be Ahmet Hazar kalk be, babamlar, Ünal amcalar evlatsız, gelinler abisiz, Mahşerin atlısı sensiz ve ben cengaversizim."
"Meryemce'm, Dil-"
"Bana bahane üretme "
" Ne bahanesi kızım bir sus. Kalk bana sıkı bir kahve yap. Bende hasta olmadan ılık bir duş alayım"
"Emrin olur Ağam hemen "
Hazar mutfağın bahçeye açılan kapısından içeriye girerken, telefonum çalmıştı. Arayana bakmadan kulağıma koymuştum. Ağızımı açamadan ;
"Siz çıkınca etraftaki korumaları çekiyorum. Bir kaç gün buradayım haberin olsun Atmaca"
"Tamam Yasin, bu arada şuan oturduğun küçük çiftliği ben aldım kiralık değil artık. Giderken anahtarları al git yedekleri bende."
"Ulan atmaca senden korkulur. Meryemce iyi ki hayatımızdasın. Kendi adıma diyorum sen olmasaydın ben o Davut'un elinde uyuşturucu batağında kayıp gitmiştim. Bacım şuan kimin altında olurdu Allah bilir. Allah razı olsun."
"Yasin defolup gidermisin"
"Emrin olur ortak. Seni ömrüm oldukça koruyacağım patron"
"Yürü git bee"
"Emrin olur Hanım ağam"
Telefonumu gülerek kapamıştım. Arkamı döndüğümde çakma mahşerin dört atlısı karşımdaydı. Boran, Sait, Meriç ve Selçuk minnettar bir şekilde gözlerime bakarken, Meriç bir adım önüme gelerek elime uzanınca hemen elimi geriye çekmiştim. Kaşlarımı hafif çatarak;
"Ben el vermiyorum bilmiyor musun Meriç"
"Bırak hanım ağam izin ver öpelim. Senin değil elin ayağının altı öpülür"
"Hadi hadi gidin şu masayı toplayın. Dışarıdaki adamlara da söyleyin ağızından kaçırmasınlar buraya geldiğimi. Hadi çıkın şimdi Hazar ağam gelecek, kahvesini yapayım"
Mutfağa girdiğimde Hazar ağa elinde küçük havlusuyla saçlarını kuruluyordu. Mutfaktaki masaya oturduğunda kahvede olmuştu. Fincanı önüne koyduğumda, göz kırparak yanındaki sandalyeyi işaret etmişti. Bir elimi karnıma koyarak sandalyeye oturduğumda, Hazar abim gülerek;
"Kaç aylık oldu Aslan parçaları"
"Altı aylık oldu dayıları"
"Yürü git kız işine. Ben sana abi olabilirim ama ben onların amcalarıyım. Peri'nin, Meleğin çocukları dayı diyor ve diyecek zaten."
"Tamam Hazar amcaları, neyse nasılsın daha iyi misin"
"Senin gibi deli bir bacısı olan nasıl olur iyiyim iyi. Bak ne diyorum iki gün sonra bütün ailemi buraya mangala toplayayım diyorum"
"Olur ağana söyle olur yani. Şey abii!!"
"Söyle kızım"
"Sen her zaman iyi ol ve sakın yanlış bir şey yapma olur mu"
"Yapmayacağım, yapamam yani. Ben kendimi kaybedip bir şey yaparsam Mustafa büyük ağa olarak çok zor durumda kalacak"
"Tamam abi neyse Meriç'e fazla yüklenme tamam mı abim"
"Yok o artise bir yumruk borcum var"
"Tamam abi ben kaçıyorum"
" Ben bırakayım seni, tek gitme "
" Yok ağam ben şuan ameliyattayım. Sait, Selçuk ve Boran yanımda zaten. Sende yarın artık gel konağa, bu arada kendi konağını belli bir süre kapat olur mu abi. Çalışanları bizim konağa getir istersen"
"Tamam kız kocan olacak sevgilime söylerim, senin söylediklerini kendi fikrim gibi"
"Kocama sevgilim deme"
"Yürü git hanım ağa o benim"
"Banane yaaaa"
"Tamam gel anlaşma yapalım"
"Nasıl bir anlaşma"
"Mustafa ağam senin olsun artık sulanmam, ama sende Mina dila ve Leylayı bana vereceksin"
" Leyla'yı senin yapmak senin elinde ama Dila için bir şey diyemeyeceğim"
"Tamam o zaman ağa be-"
"Tamam ya al kızımı, yak ciğerimi, sök at yaaa"
"Üzülme kız 18 yaşına kadar sizde kalsın"
"Bende sana bir anlaşma sunayım. Hepsi senin olsun sen yeter ki eski Hazar ağa ol"
"Tamam ortak kullanalım Mustafa ağayı"
"Tamam anlaştık hadi ben kalkıyorum"
Hazar ağayı çiftliğinde bırakıp yola çıkmıştık. Arabayı ben kullandığım için Boran, Sait ve Selçuk pür dikkat yolu izliyorlardı. Yol zifiri karanlık orman yoluna girince önümüze ve arkamıza iki filmli camlı araba gelmişti. Boran'ın gerginliği her halinden belli oluyordu. Önümdeki arabayı sollayarak önüne geçmiştim. Üç adamın üçü de arkaya bakarken, bende dikiz aynasından ön koltukta oturan Yasin'in sağ kolu Yağız ve Vural bana saygıyla gülüyorlardı. Biraz uzaklaşmıştım ki Boran, arkadaki Sait ve Selçuğa ;
"Lan şey yani çocuklar, arabayı kullan adamı tanıyorum yanındakini de, ikisi de psikopatın önde gideni. Bu gün hastanenin önünde karşılaştık. Sohbetleri güzel ama böyle etrafı fena inceliyorlardı."
"Neyse Boran hanım ağamız arabada muhabbetten sıkılacak zaten koskoca Azral ağanın karısı bizi eve götürüyor"
Ben onların konuşmasını dinleyerek, arabayı kullanıyordum. Konağa geldiğimizde anahtarı Boran'a bırakıp, konağın içine girdim. Mustafa, Baran abim ve Bedirhan abim karşılıklı kahve içiyorlardı. Bir ay içinde konağın kapalı olan bir bölümü daha açılmış tamir edilmiş ve Ahmet amcalar yerleştirilmişti. Baran abimlerle artık birlikte yaşıyorduk. Geçen haftalarda konağın kapalı olan bir bölümü açılmış Hazar ağam için tamir edilmiş hazır bekliyordu sahibini. Dağhan'ım ve Gülcan'ım kendi dairelerinde mutluydular. Benim ilk evim, Mert'in evi olan ev artık yabancı misafirler için konak evi olmuştu.
Gecenin bir vakti babamın göğsünde yatarken, babamdan duymuştum. Rahmetli Hamza dedemin hayalini Mustafa'm gerçekleştirmiş. Alibeyoğlu ailesi bir çatı altındaydı artık. Konağın hala açılmamış bir sürü bölümü vardı. Yan taraftaki ufak eski konağı bizim konağa birleştirmeye başlamışlardı. Duyduğum kadarıyla Leyla için hazırlanacakmış.
Ah benim diğer yarım, güvendiğim dağım, kocam Allah seni hiç başımdan eksik etmesin.....
Ben bunları düşüne düşüne Mustafa'nın yanına geçip oturmuştum. Başımı kocamın omzuna koyacaktım ki, hemen kolunu kaldırıp altına almıştı. Hafif ona dönünce anlımdan öpmüştü. Saatin erken olmasına rağmen herkes kendi odalarına çekilmişti. Ağızımı açıyordum ki Mustafa bir aydır olduğu gibi gülmeye çalışarak;
"Ne o hanım ağam Boran yetmiyor galiba, Sait, Selçuk"
"Boran'ın yanına gelmişler"
"İyi olmuş, Nasıl geçti ameliyatın"
Ağızımı açıyordum ki Mustafa'nın masanın üzerindeki telefonu çalmaya başlamıştı. Hepsi telefona şaşkınca bakarken, hemen açıp hoperlöre vermiştim. Hafif gülerek;
"Hazar ağam"
"Vay Hanım ağam bir aydır bir abim, bir ağam var diye arayıp sorma. Bittin kızım sen"
"Affet ağam kocam, Azrail ağam izin vermedi"
"Tamam affettim. Benimle konuşmayacaklar galiba"
"Yok abi duyuyorlar seni, sadece şaşırdılar galiba. Sen bana söyle"
"Tamam hanım ağam iki gün sonra geniş kocaman ailemi buraya çiftliğime istiyorum. Eski Hazar'ı buradan almaları için"
Ağızımı açıyordum ki, Mustafa derin bir nefes alıp;
"Tamam kardeşim, tamam Hazar'ım geniş ailen yanında olacak her zaman, hep düştüğümüzde birlikte ayağa kalkacağız. Birlikte acımızı, yaramızı saracağız. Biz Mardin'in dört eşkıyası yine kalkarız ayağa"
"Tamam Ağam, sabah kahvaltıya gelirim"
"Tamam Hazar kardeşim"
"Vay Baran'ım sende mi oradasın lan"
"Buradayız Hazo"
"Bedom be gardaşlarım benim "
"Hazar'ım sana ne oldu, daha sabah ağızına geleni sayıp kapadın lan"
"Ne mi oldu Mustafa'm ? bir deli fırtına buz gibi esti. Beş dakikada görmediklerimi gösterdi. Gözlerimi açtı, unuttuklarımı hatırlattı. Mustafa'm ben annemi cennetimi kaybettim, ben Dila'm da olduğu gibi acımı içime atıp yaşarım. Çünkü benim geride kocaman bir ailem var. Kız kardeşlerim, üç babam üç anam, gelinlerim yeğenlerim olduğunu yüzüme çarptı o fırtına. En önemlisi küçüklüğümden beri bir ekmeği paylaştığım can kardeşlerim olduğu, küçük dilam olduğunu, küçük Talha'mı beni özlediklerini hatırlattı. Benim daha kapanmayı bekleyen intikamlarım var, benim sinirlendirmem gereken kıvırcığım var."
"Ne söyleyeyim Hazar'ım nasıl bir fırtına açtıysa gözünü sağ olsun. Biz seni bu sefer tamamen kaybettik sandım."
"Korkma sevgilim seni zalim hanım ağanın eline bırakmam. Hadi hayırlı geceler"
Gülerek telefonu kapamıştı Mustafa'm. Yavaşça yerimden doğrulurken Bedirhan abim ;
"Yorgun gibisin deli bacım"
"Hem de nasıl abi, Size iyi oturmalar sevgili ağam ve pek kıymetli abilerim. Hem sabaha dinç olmam lazım Hazar ağam gelecek ağamı benden almak için"
Bir aydır istediğim olmuştu, konak üç ağanın kahkahasıyla dolmuştu. Odama girdiğimde ılık bir duşun bana ve minik asilerime de iyi geleceğini düşünerek banyoya girmiştim.
Banyodan odama tam adım atmıştım ki odanın ışıkları sönmüş sadece yatağımızın başındaki abajurlar yanıyordu. Bir adım daha atarak odaya tamamen girdiğimde koltukta başını sağ omzuna yatırmış beni izleyen Mustafa ile derin nefes almıştım. Mustafa bana göz kırptığında, üzerimdeki bornoza biraz daha sarılarak dolaba doğru yürümüştüm. Dolabımdan iç çamaşırlarımı ve kıyafetlerimi alarak tekrar banyoya girmiştim. Banyoda üzerimi giyinip, odaya girdiğimde elimde tarağımla bana bakan Mustafa'ya gülmüştüm. Yanına gittiğimde beni yavaşça odamızdaki koltuğa oturtmuştu. Hemen arkama oturarak, başımdaki havluyu beni incitmekten korkarak başımdan almıştı. Elleriyle saçlarımla oynadıktan sonra başıma derin bir nefes çekerek öpücük kondurmuştu. Gözlerimi kapatıp;
"Asi'm, Azrail'im bir gün benim azrailim gerçekten sen olacaksın."
"Deli'm, asi karım Allah o günü bana göstermesin"
"Amin güzel kocam amin, sen iyi misin Ağam"
"İyim karım iyim. Hazar'la konuştum daha iyiyim. Ya sen karım sen iyi misin?"
"İyi miyim bilmiyorum Mustafa'm, sadece çok yorgun olduğumu biliyorum. Bir aydır sana hasretim kokuna, şevkatine ."
"Ah kış güneşim, ah benim gönül ışığım bende sana, inan bu adamına"
Arkamı dönüp başımı göğsüne yasladığımda, ne ara ördüğünü anlamadığım saçlarımı diğer omzuma atmıştı. Anlıma bir öpücük kondurduktan sonra bir elini sırtıma, diğer elini bacaklarımın altına koyup kucağına almıştı. Ben Mustafa'nın kokusuyla uykuma yenik düşerken, sırtım yumuşak yatağımıza değmişti. Derin uykuya geçmeden dudaklarıma konulan kısa bir öpücükten sonra en son duyduğum;
"Hemen yanına geleceğim gül güzelim. Bu gece sadece nefesini boynum da hissetmek gül kokunla uymak istiyorum"
...................
Gözlerimi kulağıma gelen ezan sesiyle açmıştım. Yanıma baktığımda bir aydır olduğu gibi hiç şaşırmadım. Mustafa yine yanımda değil, kütüphanede bilgisayarın başındaydı. Yavaşça yataktan kalkarak, kütüphaneye gitmeye başladım. Kapının pervazına yaslanarak, saç örgümden çıkan bir kaç saç telini kulağımın arkasına sıkıştırdım. Derin bir nefes aldıktan sonra;
"Bir daha beni kandırma Alibeyoğlu"
"Aşkım, sevgilim ne oldu şimdi"
"Niye yatakta yoksun!"
"Ah benim çawreşamın, gül kokulum inan yirmi dakika oldu uyanalı"
"Bana ne. Beni öpseydin, niye işinin başına geçiyorsun"
"Bana bak uyanır uyanmaz seni öptüm, kokladım. Derin bir afff dedin sonra ağam git başımdan dedin"
"AAAA!!! ben"
"AAA sen yaa"
"Sen rüya görmüşsün. hadi gel imamım ol namaz kılalım sonra bana sevgini göster"
"Bak sen. İmamın seve seve olurum sonra marabanın başı çok ağrıyor."
Mustafa kendine has kahkahasını atarken bir aydır gülmeyen kocamın içten gülüşünü izliyordum. Keyifliydi, bir aylık suratsız, keyifsiz adam gitmiş benim asi kocam geri gelmişti. Ben bunları düşünürken, Mustafa'm yanağıma bir öpücük kondurup, kolunun altına almıştı beni.
Namazdan sonra yatağa uzanmıştım. Mustafa da yatağın ayak ucundan emekleyerek yanıma gelmişti. O sırtını yatağın başlığına dayayarak, bacaklarını uzatmış beni göğsüne çekmişti. Yüzümü Mustafa'nın boynuna koyduğumda, o da elini karnıma koymuş seviyordu. Kulağıma yaklaşarak;
"Hadi gidelim size süt ısıtayım sonra da Aslan parçalarım babalarının acılı melemenini yesinler"
"Vallahi mi, bende onu düşünüyordum. Hadi gidelim hadi"
Mustafa bana gülerek yataktan kalktığında, bende ayaklarımı yatağın diğer tarafına uzatarak aşağı sarkıtmıştım. Tam kalkıyordum ki kasıklarıma giren ufak sancıyla olduğum yerde iki büklüm olmuştum. Mustafa hızla yanıma gelip dizlerimin önüne yere çökmüştü. Yüzüme bakışına içim gitmişti. Sakalarını severek;
"Pazartesi hastaneye gidelim mi seninle"
"Niye bir şey mi var hatunum"
"Hayır tabi ki, sen hiç kontrollere gelmedin. Görmek istemez misin oğullarını"
"Çok isterim Meryemce'm. Peki şimdi sana ne oldu"
"Hiç, beyler şimdiden kavgaya başladılar. Yerlerini genişletiyorlar, korkulacak bir şey yok"
Mustafa gülerek çöktüğü yerden kalkarken, bana da elini uzatmıştı. Elimden tutarak ayağa kaldırdığında yavaş yavaş aynanın önüne çekmişti. Hafif kalın gibi krem rengi hırkamı bana giyindirip, saçlarımı toplamıştı. Başıma tülbentimi takıp elimden tekrar tutarak odadan çıkmıştık.
Avluya çıktığımızda hava yavaşça aydınlanmaya başlamıştı. Mutfağın avlusuna girdiğimizde Mutfaktan iki kişinin konuşma sesleri geliyordu. Yavaşça kafamızı mutfağın camına uzattığımızda Boran, Ayşegül'ü kolunun altına almış konuşuyorlardı. Mustafa bir adım atıyordu ki, başımı hayır manasında sallayıp elimle durmasını söyledim. Mustafa bu seferde sessizce hayır manasında kafasını sallayınca dudaklarını öpüp, Mina'm gibi lütfen manasında başımı eğmiştim. Mustafa alt dudağını dişlerinin arasına aldıktan sonra sessizce;
"sen iflah olmazsın gül güzeli, çabuk halet. Bu arada bir daha mina gibi başını eğmeee o kızıma has bir şey"
Gülerek Mutfağa girmiştim. İkisi de gözleri kapalı birbirlerinin nefeslerini dinlerken;
"OOO gençler bence dağılın, ağanız geliyor"
Boran hızla yerinden kalkıp kapıya doğru giderken;
"Anne gibisin yeminle Meryemce abla anne, hadi nişanlım ben kaçtım kapıya"
Boran'ın gidişine gülerek, Ayşegül'e dönmüştüm. Garibim iki ayağı bir pabuca girmiş gibi bir o yana bir bu yana koşturup duruyordu. Birden Ayşegül'e seslendiğimde yüzüme bakmıştı. Sakin olmasının söylediğimde ;
"İkinizde gördünüz dimi Meryemce abla, Ağam da bizi gördü dimi"
Ağızımı açıyordum ki Mutfağı Mustafa'nın abi sıcaklığındaki sesi içeriyi doldurmuştu;
"Ben bir şey görmedim Ayşegül"
Ben Mustafa'nın koluna girdiğimde, Ayşegül bize yanaşıp;
"Ağam sana bir şey söylemek istiyorum."
"Söyle kızım"
"Ağam, Ahmet ağanın yardımcıları huriye ve yasemin bizimle artık biliyorsun. Helin hanım ve Şule hanım canlarını okuyor onların. Bize bir şey yapamıyorlar Meryemce ab- hanımıma hemen söyleyeceğimizi biliyorlar ya"
Başımı Mustafa'nın omzuna yaslayarak;
"Ayşegül merak etme size dediğim kadın bu gün geliyor. Boran'a söyle gitsin otogardan alsın onları"
"Hemen hanımağam "
Ayşegül koşarak mutfaktan çıkarken, birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Mustafa elini yanağıma koyup;
"Ben avluya çıkıyorum, melemen sefamız başka bahara kaldı gülüm. Ben senin elinden kahve istiyorum yapar mısın hatunum"
"Yaparım bey, yaparım ağam. Marabasının ikinci aşkı"
"Bazen babanı kıskanıyorum"
"Niye ağam"
"İlk aşkın o"
"Ağam hatırlatırım, Mina'nın ilk aşkı da sensin"
Mustafa gülerken, birden kaşlarını çattı. Ben ne oldu diye dikkatle bakarken;
"Mina'nın ilk aşkı ben olacaksam, bu kızın benden başka bir aşkı olacak dimi"
"Hadi ağam sen avluya geç ben sana kahveni yapıp geliyorum. Anca ayılırsın"
Mustafa avluya kaşları çatık giderken ben cezve ve kahveyi alıp ocağın başına geçmiştim. Mustafa'nın kahvesini onu düşünerek pişirdiğim için daha bir köpüklü olmuştu sanki. Fincanı alıp avluya geldiğimde babam Mustafa'nın yanına oturmuş konuşuyorlardı. Elimdeki fincanı babamın önüne koyduğumda, babam elimi sıkıca tutup;
"Günaydın deli doktorum, Günaydın güzel dostum. Eline sağlık bak amcanda geliyor hadi Hamza ağanın gelini"
"Tamam babam ben şimdi amcama, ağama ve şuan peş peşe merdivenleri inen Baran abime, Dağhan'ıma ve Devran'ıma yaparım "
Babam bana gülerken, elimdeki tepsiyle mutfağa girmiştim. Songül önüme gelip elindeki böreği ağızıma tıkmıştı. Ben ağızımda börekle şaşkınca bakarken, amcamların evinden gelen iki yardımcıda önüme geçip ellerini karınlarında birleştirmiş duruyorlardı. Ben ağızımı açıyordum ki en genç olan yardımcı;
"Hanımağam ne istediniz? özür dileriz geç geldik"
"Size de günaydın kızlar, benden özür dilemeyin. Ben sizden veya şu beni umursamayan kızlardan bir şey istemem. Keyfinize bakın. Birde güzellerim benim kurallarımı Ayşegül ve Songül size söyler. Benden size birde sır ağanız yoksa bana abla diyoruz, ama ağanız ve başka ailemizden başka biri varsa, mecburen hanımağam diyeceksiniz. bana kalsa hiç demeyin diyeceğim ama "
Kızlar şaşkınca bana bakarken, ben cezvedeki kahveleri fincana dökmüştüm. Kızlar gülerek Ayşegüllerin yanına geçtiklerinde, bende avluya çıkmak için mutfaktan çıkmıştım. Avluya geldiğimde bir fincanı fazla yaptığıma sevinmiştim. Bedirhan abim Baran abimin yana geçmiş Dağhan ile sohbet ediyorlardı. Fincanları masaya koyarken, arkama baktığımda Mina'm yüzünü babasının boynuna kapatmış öylece duruyordu. Tepsiyi masaya koyduğumda kapı açılmıştı. Gayet spor bir şekilde Hazar ağam, abim gülerek girmişti. Hazar abim neşeyle;
"Günaydın geniş ve sıcak ailem "
Hepimiz gülerken, konakta Mina'nın sesi yankılanmıştı. Mina hızla Mustafa'nın kucağından inip;
"Hazar'ım aşkım amcammm"
"Dila'm kara kızım evlat kokulu balım"
Hazar abim sıkı sıkı Mina'ya sarılmış, dudaklarını yanağına bastırmış derin derin koklayarak öpüyordu. Hepimiz onlara bakarken üst avludan bir ses daha yükseldi.
"Kral amcam gelmiş, aslan amcam iyileşmiş Aşkım annem "
Talha koşarak merdivenleri inerken, Hazar abim hafif Mina kucağında eğilip, Talha'yı da kucağına almış sıkı sıkı sarılıyordu. Hazar abim kucağında çocuklarla yanımıza gelmişti. Çocuklar hızla Hazar abimin kucağından inip, bize sarılmışlardı. Avlunun ortasında Mahşerin dört atlısı sıkı sıkı sarıldıklarında hepimiz iç çekerek onlara bakıyorduk. Serdar, Kadir, Dağhan ve Devran da sarılınca, Hazar birden;
"Askerden gelmedim altı üstü bir aylık acı çekip geldim."
Herkes Hazar'ın dediğine gülerken, Mina'm Hazar abimin kucağına çıkmıştı. Hazar abim, Mustafa'nın yanına oturarak koluna vurdu. Herkes ona bakarken, o beni gözleriyle Mustafa'ya göstererek;
"Ağam şu kadına bak, benim bir anlık yokluğumda fırsat bilmiş hemen yanında bitmiş. Kalk kız bana kahve yap "
"Emrin olur Hancıoğlu Ahmet Hazar"
Mutfağa girdiğimde herkes mutfaktaydı. Herkes bir işle uğraşıyordu. Ağızımı açmıştım ki Gülcan'ım arkamdan;
"Şuna bak şuna, ne oldu ne istedin Hanım ağam bir kusurumuz mu oldu"
Ben şaşkınca Gülcan'ımın yüzüne bakarken annem ve yengemde mutfağa girmişti. Ağızımı açıyordum ki annem yüzünü ekşitip;
"Niye kızıyorsunuz şu hanım ağaya"
"Anne sende mi yaaa"
"Evet bende çabuk ayak altına da dolaşma doğru avluya"
Gözlerimin dolduğunu görüntünün puslanmasından anlamıştım. Arkamı dönüyordum ki yengem yanıma gelip anlımdan öpüp sarılmıştı. Ben yengeme bakarken;
"Ah kendi büyük, ruhu küçük hanım ağa sen yorulma diye, şaka yaptılar sana"
"Ben Hazar ağaya kahve yapacaktım"
Kader elindeki kahve fincanını bana uzatıp;
"Al güzel ablam, git dinlen yorulma iki can taşıyorsun sen"
" Allah razı olsun sizden, şey ee başak burada zümrüt nerede"
"AA sen bilmiyorsun doğru dün sen gittikten sonra telefon geldi ona babaannesi rahatsızlanmış, Baran ağam oraya götürdü. Bu gün yarın alacak Baran ağam"
" Tamam güzel elticiğim"
Mutfak dediğime gülerken, bende yavaş yavaş avluya geçmiştim. Avluya geldiğimde çocuklar kendi arasında oynarken, Mustafalar derin sabah sohbetine girmişlerdi. Kahve fincanını Hazar ağanın önüne koyarken, Hazar abim bana göz kırpmıştı. Çocukların yanına gidecekken konağın kapısı açılmıştı. Kapıya baktığımızda Leyla elinde küçük valiz içeriye girmişti. Hoş geldin diyecekken, Leyla birden;
"Mina oğlumu getirdim"
Sedirde kahve içen Hazar abim, içtiği kahveyi dışarıya püskürttüğünde ona gülmemek için kendimi sıkarak, Mina ile aynı anda ;
"Gerçekten mi "
"Evet bekleyin"
Leyla konağın kapısını açtığında ben yavaşça geriye çekilmiştim. Leyla birden;
"Haydutt, gel oğlum"
Herkes kapıya bakarken, Leylaya daha ufacık yavru iken hediye ettiğim Amerikan kurdu koşarak içeriye, avluya gelmişti. Uçakta yine koca kafese koydukları için sinirliydi. Mina ona koşarken, Mustafa dikkatimi çekmişti. Haydut ısıracak zannetmiş olacak ki ayağa kalkmıştı. Haydut Mina'yı gördüğünde hemen yere yatmıştı. Mina, yerde yatan Hayduttu sıkıca sarılmış severken, ben onları izliyordum. Yukarıdan Sinan ve Emrah, korkuluklara yaslanmış;
"Allah'ım şu asalete bak yaa"
Emrah ve Sinan merdivenlere doğru yürürken, mutfakta ki bütün kadınlarda avluya gelmişti. Leyla gözleriyle bir şey arar gibi etrafa bakınca herkesin dikkatini çekmiş olacak ki Kader birden ;
"Leyla ne oldu"
"Meryemce nerede ona bakıyordum ki gördüm. Yaklaşsana görsün seni"
Hafif biraz öne gelerek;
"Yok yaa üzerime atlasın dimi"
Haydut benim sesini duymuş olacak ki birden ayağa kalkıp etrafı izlemeye başladı. Gülcan'ım köpekten korktuğu için Dağhan'ın arkasında saklanır vaziyette duruyordu. Haydut avluda gezmeye başladığında Leyla, Emrah ve Sinan'ın kulağına bir şey demişti. Emrah ve Sinan merdivenleri çıkarken, Leyla haydutu da onların peşine göndermişti. Haydut yukarıda gezerken Leyla birden;
" Haydut, meryemceyi çağır, nerede Meryemce"
Haydut acı bir şekilde ulumaya başladığında, daha fazla dayanamadım. Avlunun ortasına geldiğimde herkes bana bakıyordu. Hırkamın hafif önünü açıp ;
"Haydutt gel oğlum "
Haydut ön ayaklarını korkuluklarına koyarak bana baktı. Derin bir nefes çeker gibi yapıp, hızla koşmaya başladı. Merdivenlerden inerken yere dizlerimin üzerine çöküp sağ elimi karnıma koydum. Haydut hızını kesip tam önümde durdu önce, sonra karnıma bakıp yavaşça yaklaşıp burnunu karnıma koydu. Başını sevmeye başladığımda yere oturup başını dizlerime koymuştu. Leyla birden ;
"Haydut sarıl Meryemceye"
Haydut ön ayaklarını omzuma koyup, başını omzuma koymuştu. Herkes bizi izlerken, ben sessiz oğlumu seviyordum. Leyla, Hazar'a dönerek;
"Hazar ağa, Mina'ya vurur gibi yapar mısın"
"Niye manyak mıyım ben kıvırcık kızıma vurur gibi yapayım"
"Yapsan ölür müsün be adam Allah Allah yaa"
Hazar elini yukarı kaldırmış, Mina'ya vuracak gibi yapınca, haydut beni bırakıp, Hazar abime hırlamaya başlamıştı. Herkes hayduttu izlerken ben, Mustafa'ya bakıyordum. Telefonu çalmış diğer avluya geçmişti. Hazar ağam Mina'yı kucağına almış sevmeye devam ettiğinde haydut tekrar yanıma gelmişti.
Masanın hazır olduğunu söyleyen kızlarla yerimden kalkacaktım ki, Dağhan yanıma gelmişti. Elini bana uzatınca ayakta yanımda beni bekleyen haydut hırlamaya başladı. Leyla gülmeye başladığında;
"Az gül gel beni kaldır şimdi benim oğlum Mert hariç herkese hırlayacak. Çok lazımdı beni alıştırdın böyle"
Herkes Leylaya bakarken, beni yavaşça yerden kaldırmıştı. Ben masaya giderken, Haydut peşimden geliyordu. Gülcan'a bakarak;
"Korkma gülüm sana yanaşmıyor bilmiyor musun? haydut seni uzaktan sever bilirsin"
"Çok değişmiş ama "
"Nasıl bakmış bu manyak bilmiyorum ki"
Masaya oturduğumuzda Mustafa'nın telefonla konuşmasını bekliyorduk. Dağhan ve Devran aynı anda;
"Meryemce, niye Mert hariç herkese hırlayacak"
"Leyla, iki ay boyunca ben seminer için yurt dışındayken, Mertle erkek konusun da eğitmişler. Bir geldim yanımda bizim asistanlardan biri vardı adamın üstüne resmen atladı. ısıracaktı zor aldım çocuğu elinden."
Sandalyemin yanında ayakta duran hayduttu herkes izliyordu. Mustafa masaya geldiğinde konudan haberi olmadığı için herkes gülerken, ben hayduttun ne yapacağına bakıyordum. Mustafa, elini sandalyeme atıp, beni biraz daha yanına çektiğinde haydut hiç bir şey yapmadı. Hepimiz kafamızı Leyla'ya çevirmiştik. Leyla kafasını kaşıyarak;
"Meryemce ya, ben bir ay boyunca eğitmiş olabilirim, ağa konusunda"
"Yuh!!! diğerlerinin suçu neydi"
"EE ne yapayım senin dosyanda bir tek ağamın resmi vardı."
"Allah seni, neyse bir kaç güne alışır, yani şey ağam kalabilir mi ağam"
"Tabi ki kalabilir, yani çocukların istediği olur kaç zamandır köpek diyorlardı."
Çocuklar sevinirken, Hazar ağam dediğiyle avludakileri gülme krizine sokmuştu;
"Ahh sen sanki sevinmedin. Rahmetli Hamza ağam senin köpeklerini atardı, sen arka bahçede gizli gizli bakardın. Birde bizi suç ortağı ederdin"
Ben Mustafa'ya bakarken, o başını eğmiş sadece tebessüm ederek, kafasını sallıyordu. Babam ve annem de Mustafa'yı izlerken, gözüm sabahtan beri sessizce kötü bize bakan halalara takılmıştı. Masaya gelen Yasemin'e ve Huriye'ye emir veriyorlardı. Mustafa fark etmiş olacak ki tam ağızını açıyordu ki, konağın kapısı açıldı. Boran, bembeyaz kesmiş şekilde avluya girdi. Herkes ona bakarken ben içimden sultan etkisi demiştim. Mustafa gözlerini biraz kısarak;
"Hayırdır Boran ne bu halin"
"Ağam şey... yani ağam dışarıda... yan-"
"Sakin ol oğlum ne oldu"
Herkes merakla ona bakarken, Gülcan, Leyla, Devran ve Dağhan anlamıştı. Ben olduğum yerden yavaşça kalkarken, Boran;
"Hanım ağam, hükümet hanım aman yani misafiriniz geldi"
Boran'ın yanına giderek, herkesin duyacağı bir şekilde ;
"Misafir değil Boran size anne getirdim ben o kadını"
Kapıya doğru yürürken herkesin gözü bende olduğunu hissediyordum. Kapıya geldiğimde kapıda aynı anda açılmıştı. Sultan ablam ile göz göze geldiğimizde;
"Anasinun yavrisi ne yaptular saaa"
"Uy ne oldi baa"
"Ne olacak, ölmişsin bu ne haldur"
"Ne olmiş baa, yaşayrum da"
"Hee çöreyrum, pakmayler saa bu ander evde"
"Senun yemakların yok ondan daa"
"eyi ederum sana bir guymak"
"gel içeru da gapuda galdun"
Sultan abla sinirle içeriye girdiğinde Ekrem abi yanıma gelip;
"Oy karadenizim nasılsın"
"İyim abim iyim, hoş geldiniz. İyi ki geldin ve geldiniz"
"Anladım güzel kızım. hoş bulduk"
Masaya yaklaştığımızda, Sultan abla önümüzde durdu. Ben Ekrem abinin yanından Sultan ablanın yanına gitmiştim. Sultan ablamın koluna girdiğimde bende onun gibi masaya bakıyordum.
Sultan abla upuzun masaya bakarak;
"Uyyyy meryemim bu nedur"
"Ne nedur da "
"Bu senin"
"Evet bu benim kocaman geniş güzel ailem"
"Oy nenem, duan kabul olmuş benim güzel karadenizim"
"Öyle ablam, senin şive ne oldu kız"
"Geldiğimde sinirliydim Karadenizim"
Sultan ablanın yanağını öperek, masaya döndüm. Herkes bize bakarken ;
"Babam, amcam, annem ve yengem artık mutfağımızın yeni ve büyük yardımcısı Sultan abla ve Ekrem abi"
"Biliyoruz kızı"
Babama gülerek bakarak tekrar Sultan ablama döndüm;
"Bak sultan abla, babam, amcam, annem ve yengemler bunlar"
"Vayy gençmişler"
"Öyleler, bunlar eltilerim ve kayınlarım. görümcelerim yok"
"Uy heç mi yok gız,"
"Yok sultan ablam var. evlerindeler"
"Anladım, peki bende bilirsin arkadan konuşmak yok ha bunlar elti mi yoksa yılan mı"
"uhh Bunlar canıma can eltiler"
"hee eyi da"
"Bunları tanıyorsun Devran ve Dağhan"
"Uy senin gözünün aydınlıkların, yiğitlerin Leylam ve Gülcan'ım. habu kimdur Devranın yanında ki"
"Hee o mu Avşin, bizim halamız ama benimle yaşıt ama en önemlisi Devranın karısı"
"uHH Ne dersun "
"Yaaa, şimdilik dini nikahlılar "
"Anladum"
"Bak bu iki hanım ve yanındaki genç kızlar babamın kız kardeşleri ve yeğenleri"
"Uy ander gaybana"
"Vuhhh yavaş daa"
"Nedur yani aynı guguvağa benziyorlar( baykuş)"
Ağızımı açıyordum ki, avluya mutfakta ellerinde böreklerle Mina ve Talha girdi. Sultan abla Mina ve Talha'yı görünce elini yumruk yapıp kafama vurarak;
"Ne ettun bu anderlere, zayıflamışlar. seni sultansız kal hemi karadeniz"
"UFFFF kafam, ee sen geldin pakarsun da "
"Pakarum da, sen önce kendine ve karnındaki uşaklara bak"
Masada herkes gülerken, Mustafa galiba Sultan ablamın kafama vurmasına hafif sinirlenmiş gibi ciddi bir şekilde bakıyordu. Sultan abla birden;
"Aha şu üç tane yan yana oturan yiğitler kim peki"
"Onlar mı? şu ikisi benim herifin dosttu ömürlük dostları, şu esmer olan, sana şaşkınca bakan benim herifin amca oğlu Baran abim. Yanındaki Hazar ağa diğer yanındaki Başağın kocası Bedirhan ağa. Yani anlayacağın en büyük kayınlarım bunlar benim"
"Vuuuhh yağuz uşaklar kızz, Hao Başak ne güzel olmuş hamilelik yakışmış kızıma"
"Öyle bir tane daha hamilemiz var o da Baran ağamın karısı Zümrüt anasına gitmiş"
"Anladum, peki hao ortadaki pekar dimi"
"Hee ne edecesun"
"Karuşturma "
"Tamam sultanım, bak şimdi şu kenarda duran dört kız senin, dört tanede oğlun olacak sonra tanıştırırım seni."
"Uh benim kızların öyle mi"
"Evet senin ve ekrem abimin ne söz söylet nede üzülmelerine fırsat ver. Eti senin kemikleri de senin."
"Uy Allah bana dört kız verdi öyle mi"
"Hee hadi al kızlarını tanış"
Ayşegül gayet mutlu bir şekilde diğer kızları da alıp Sultan ablanın yanına gelmişlerdi. Sultan abla mutfağı sorunca kızlar onları alıp gitmişlerdi. Ekrem abi yanıma geldiğinde, başımla gidebilirsin dediğimde gülerek oda mutfağa doğru gitmişti.
Yerime oturup kahvaltıya devam ederken, Gülcan gülerek;
"EE vayemin, Sultan geldiğine göre sen daha mutfağa geçmeyecek misin"
"Aynen dayak yemeğe niyetim yok ki"
Herkes gülerken masaya dönerek;
"Sultan abla ayağın altında hanım namına kimseyi istemez annem. Mutfağa kahve için gidersiniz iş için kimseyi yanına almaz, ama bir baktın bütün kadınları toplamış iş yaptırır"
"Sen getirdiğine göre vardır bir bildiğin kızım"
"Sağ ol annem"
Masadan kalkmıştık. Herkes sedirlere otururken, ben biraz mutfak tarafına yaklaşıp, elimi de belime koyarak ;
"Oyyy nenem, sultan kadın masadan kalktım ben "
Herkes bana bakarken, Ayşegül gülerek elindeki tepsiyle yanımıza gelmişti. Kahveleri görenler şaşkınca bana bakarken, Ayşegül;
"Hanımım sultan ana dedi ki şey"
"Ney Ayşegül söyle"
"Afkurmasın dedi"
"Tamam git Ayşegül"
Kahveler bitmiş sohbet ederken, Ekrem abim elinde bir poşetle yanımıza gelmişti. Ben ona bakarken poşeti kucağıma koyup;
"Senin için"
Poşeti açtığımda çok sevdiğim sarı Trabzon kurabiyeleri beni karşılamıştı. içinden bir kaç tane elime alıp masaya bırakmıştım. Ekrem abi gözlerime bakıyordu.
"Söyle Ekrem abim çekinme"
"Karadenizim biz yanındayız Allaha şükür. "
"Şükür Ekrem abi, kalbin nasıl"
"İyi kızım çok iyi. Şimdi karadeniz ben ne yapacağım"
"Abi arkada bahçe var, güller var ufak bir bahçe var oraya ile ilgilen abim"
"Tamam karadeniz"
Ekrem abi yanımızdan ayrılırken, babam dikkati kendi üzerine çekmişti. Bana bakarak;
"Çok farklı masum bir adam kızım bu"
"Evet babam, sen ve amcam birde Ünal amcanın kalemi bir adam tanırısınız zaman geçtikçe. Birde baba aslında o neyse "
...................
Sultan abla öğlene kadar mutfağı kendi düzenine sokmuştu. Bir ara mutfak tarafına gittiğimde annem ve yengem ile çay içiyorlardı. Sultan abla sohbetiyle herkesi etrafına toplamıştı. Tekrar avluya geldiğimde Mustafa bana bakınca sanki kırılmış gibi gözlerime bakıp, tekrar kafasını yanındaki Baran, Bedirhan ve Hazar abimlere çevirip sohbetine devam etti. Cumartesi olduğu için Devran ve Dağhan karakola, Kadir ve Serdar ufak işler için şirkete geçmişlerdi.
Ben tek başıma bir sedire oturmuş avluyu izliyordum. Gülcan hastaneye giderken, elindeki ekmek parçasına güldüğümde sinirle bana bakmıştı. Biraz zaman geçmişti ki Talha'm ve Mina'm ellerinde pekmezli ekmekleri hem yiyorlar hem oynuyorlardı. Sultan abla her şeyi kontrol altına almıştı.
Ben öylece etrafa bakarken, elimi karnıma koyarak sessizce oğullarımla konuşacaktım ki Mustafa'nın gür sesi avluyu doldurdu.
"Meryemce hanım, akşam bir ağanın düğünü var. Kimler gelecekse konuşalım ona göre ayarlansınlar"
"Peki ağam konuşalım"
"Tamam yanımıza gelsene, niye orada oturuyorsun."
Yerimden kalkarak Mustafaların yanına geçmiştim. Sohbet ederken annem ve yengem yanımıza gelmişlerdi. Annem başımdan öpüp;
"Meryemcem bu sultan çok iyi oldu. Kızları bir seviyor, bir kızıyor. Nasıl her şeye yetiyor "
"Biliyorum annem öyledir o, fena şimdi gelir beni haşlar birde"
"Fark ettik onu "
"Nasıl yenge"
"Bir diyor anasının yavrusu meryemce, sonra bak hiç geldi mi yanıma"
"Farklı bir kadındır. Ekrem abi ile ne zorluluklarla bu duruma gelmişler"
Annem ağızını açıp soracaktı ki kızlar ellerinde tepsiyle yanımıza gelmişlerdi. Sultan abla Mutfak tarafından elinde ufak bir tepsiyle yanımıza gelip, Mustafa'nın önüne kahve ve irmik helvasını koymuştu. Mustafa şaşkınca bakarken;
"Seni sormadım diye seni tanımıyor değilim. Benim karadenizimin sakin limanı. Asma Munzurlarını yaşından büyük ünvanın, haddinden fazla namın var biliyorum. Sana layık bir yardımcı olurum ben adını ve namını düşürmem."
"Allah razı olsun Sultan hanım"
"Hanum nedur, Sultan de bağa"
"Olur sultan ablam"
Sultan abla yanımızdan ayrılacakken Ekrem abi elinde bir kase ile geldiğinde Sultan abla;
"Hee herif karın çok yaşasın"
Ekrem abi elindeki pekmez kasesini gördüğümde ayağa kalkıyordum ki;
"Karadeniz otur yerine ve yiyecesun bunu"
"Hayır yaaa, çocuklar yiyor işte"
"Karadeniz kızdırma şu kadını"
"Uhhh herif baa karı dedin öyle mi"
Hemen araya girdim, pekmezi unutturmak için;
"Evet dedi Sultan abla boşa sen bunu, hiii sana kadın dedi gördün mü kesin sevdası var bunun"
"Karadeniz yapma kızım ya"
Sultan abla elindeki pekmez tabağını masaya sakince bırakıp giderken, Ekrem abi kısa bir süre arkasından baktıktan sonra ;
"EE karadeniz ne yapacağım ben şimdi"
"Arka bahçede papatya yetiştir bence, ama şimdilik gül götür bir tane "
"Ah güzel karadeniz var ol kızım"
Ekrem abi arkasını dönüp tam bir adım atıyordu ki Mustafa birden ;
"Ekrem bey niye karadeniz diyorsunuz Meryemce hanıma"
Ekrem abi ağızını açmıştı ki avluya tekrar gelen Sultan abla;
"Karadeniz gibi asi, hırçın olduğu için, karadeniz gibi bir anda coşar ve coşmayla her şeyi yıkar geçer. Sakinleştiğinde sadece ona zararı olan insanları içinde boğar. Anladığım kadarıyla kimse onun o halini görmemiş neyse herifim o tabağı ve Karadenizi al gel "
Bizimkilerden müsaade alarak mutfak tarafına giderken, Sultan abla da bahçeye geçmişti. bende peşine bahçeye geçip, kenardaki ufak sedire oturmuştum. Sultan abla elinde kaşık kasedeki pekmezi çocuk gibi bana yedirmeye başladığında, Ekrem abi bir şey diyecek gibiydi.
"Söyle Ekrem abi"
"Kapıda bir it var karadeniz"
"E haydut abi o"
"Yok onu gördüm sevdim ama bu it iki ayaklı. Bizi getiren Boran oğluma sordum. Kamilmiş adı. Konakla ilgili bir şeyler söyledi telefonda bir adama. Birde konakta bir kız adı neydi av-"
"Avşin, devranın karısı"
"Onun evliliğini söyledi"
"Tamam Ekrem abim anladım"
"İt dimi "
"Hem de ne it bir bilsen. Gözün onun üzerinde olsun"
......................................
MUSTAFA HAMZA...
Meryemcenin getirdiği yardımcı hepimizi bitirmişti. Halamlara ve kızlarına çok güzel cevap veriyordu. Bütün ağaların mecburi katılacağı bir düğüne gidecektik. Ben büyük ağa olduğum için, mecburen Meryemce de yanımda gelmek zorundaydı. Meryemcenin yanına Diyarbakır olayından dolayı Leyla ve Gül'ü de alacaktık. Düğün zaten gülün arkadaşın ablasının düğünüydü. Baran, Zümrüt annesinde diye rahatsız etmek istememişti. Başakta yorulmasın diye Bedirhan yanına almamıştı. Hazar, Bedirhan ve Baran ile avluda bayanları bekliyorduk. Leyla avluya geldiğinde, Emrah koşarak yanımıza gelmişti. Biz Emrah'a bakarken, o Leyla'nın elini tutmuş gözlerine bakarak;
"Leyla sen ne yaptın yaa ne yaptın"
"Ne oldu "
"Ne yaptın, ne yaptın Allah aşkına söyle ne yaptın"
"Ne oldu ki "
Hepimiz aynı anda Emrah'a bakarak;
"Ne yaptı lan"
Emrah hepimize bakıp en sonra Hazar'a bakarak tekrar Leyla'ya döndü.
"Ekmek kırıntısının üzerinde dans mı ettin , hacca giden uçağı brezilyaya mı kaçırdın, Bir yakınınız öldüğünde müzik mi çaldırdın, Annene babana el mi kaldırdın. Kızz taş olmuşsun kız. Leyla'm Allah seni taş etmiş, kız sevimli taş gibi kız olmuşsun"
Leyla kafasını eğip gülmeye başladığında, Hazar, Emrah'ın kafasına vurarak;
"Yürü git len hergele"
Emrah gülerek yanımızdan uzaklaşırken, Hazar birden Leyla'ya;
"Hiçte güzel değilsin Kıvırcık"
"Sorduğumu hatırlamıyorum. Uyuz ağa"
Baran, Bedirhan ve Ben arkamızı dönüp gülmeye başlamıştık. Hazar bizi fark etmiş olacak ki önüme geçmişti. Ağızımı açıyordum ki yukarıdaki avludan Sinan birden;
"Asıl güzellik odasından yeni çıktı bak"
Emrah gül'ü fark edip;
"Ay sinan abi bizim gül işte"
"Yok lan bak geliyor"
Hepimiz kafamızı Sinan'ın kafasıyla gösterdiği yere çevirmiştik. Meryemce lacivert geniş pantolon, bez ayakkabıları ve krem rengi tuniğiyle çok hoş ve güzel gözüküyordu. Yanımıza geldiğinde kapıya doğru gidiyorduk ki arkamızdan sultan ablanın sesiyle tekrar arkaya bakmıştık. Sultan abla elinde büyük bir bardak bize doğru geliyordu. Meryemce birden arkama saklanmıştı. Ben omzumun üzerinden ona baktığımda, konuşmaya başladı.
"Sultan abla onu içmeyeceğim. biliyorum ben onu yaaa"
"Karadeniz zor buldum ben bunu, içeceksin bunu sorsan hamilesin. hem de iki erkek bebeğe hamilesin. İç bunu hemen "
Meryemce hemen yüzünü sırtıma koymuştu. Herkes meryemceye gülerken, sultan ablaya ;
"Abla ne var o bardakta"
"Bıldırcın yumurtası, süt, pekmez şifa olsun diye ağa oğlum"
"Abla sen bunu sakla, gelince ben onu tutarım sende içirirsin. Şimdi içerse kusar bu "
"Oldu sevdum seni uşak"
Konaktan çıkıp minibüse geçtiğimizde Meryemce hariç gülüyorduk. Meryemce suratı asık başını omzuna koymuştu. Düğün yerine kadar, ben bizimkilerle işle ilgili konuşurken, Leyla ve Gül okul ve meslekler hakkında konuşuyorlardı. Bir ara Meryemce'ye baktığımda gözleri kapalı öylece duruyordu.
Düğün yerine geldiğimizde arabadan inerken, Meryemce beni durdurdu. Bizimkileri düğün yerine gönderip tekrar minibüse binip yanına oturdum. Kollarımın arasına alıp;
"Seni dinliyorum kadınım"
"Ben.. şey aman ya dur bir aşkım yaa"
"Tamam söyle deli doktor"
"Ben konağa gizli kamera sistemi kurdurmak istiyorum"
"Sebep canım"
"Ben bir kaç kişiye güvenmiyorum."
"Aslına bakarsan benim de aklımda ama sağla-"
"O iş bende o zaman. Yalnız bu kameraları sen ve ben bileceğiz, Eğer istersen birde Hazar, Baran ve Bedirhan sevgili abilerimde bilebilir"
"Tamam onlarda bilsin. Bir dakika deli hatunum kayıtları nası-"
"Geçen sana dediğim gibi bizim odanın yanındaki geniş odayı tedavi yapabilmek için hazırlayacağım. Kayıtları izlemek için televizyon ve kayıtlar için gizli bir bilgisayar kurulacak. Bizim yatak odasından oraya istersen kapı açılır ama gerek olmaz. İstanbul'daki evde kaç senedir gizli kamera sistemi var Mert bile bilmez"
"Sen nasıl bir beyin taşıyorsun be kadın. nasıl zekisin"
"Kocam gibi, hadi inelim ASİ'M"
Arabadan indiğimizde Boran ve Meriç arkamızdan geliyorlardı. Düğün alanına girerken, Meryemce elimi tutunca sıkı sıkı tutmuştum elini. Derin bir nefes alıp, karıma kadınıma bakmıştım göz ucuyla.
Masalara yanaştığımızda bütün herkes ben girdim diye ayağa kalkmıştı. Meryemce'yi gül ve Leyla'nın olduğu masaya bırakıp, Bütün ağaların olduğu masaya geçmiştim. Masanın başına oturduğumla elimle yaşı dedemle olan ağalara bile elimle izin vermiştim oturmaları için. Masadaki ağalarla derin bir sohbete girdiğimizde, Baran müsaade isteyip, Meryemcelerin masasına geçmişti. Göz ucuyla niye geçti diye etrafa bakarken Atabek itinin geldiğini anlamıştım.
Düğün alanında müzik kesilmiş yemek faslına geçildiğinde, bizimde iş ve aşiret sohbeti bitmişti. Yemekler masaya gelmeye başladığında Hazar ve Bedirhan da Meryemcelerin masasına geçmişti. Ben sert duruşumla hem yemek yiyordum, hem de ağalara isteklerimi anlatıyordum. Yemekler bitmiş tatlı servisine geçtiklerinde Hazarların masasındaki sohbet eğlenceli geçtiği, gülmelerinden anlaşılıyordu.
Gözüm bir ara Meryemce'ye takıldığında, alanda bir uğultu olmuştu. Nedeni ne diye bakarken düğün alanına Savaş ve Adar'ın girdiğini anlamıştım. Atabek, Savaş ve Adar bizim masanın tam karşısına oturduğunda, Baran, Bedirhan ve Hazar yerlerinden kalkarken adamlarını Meryemcelerin tam arkasına dizmişti. Benim yanıma geldiklerinde tekrar sohbet etmeye başlamıştık. Müzik tekrar başladığında dikkatimi Gül çekmişti. Gözümle nereye gittiğini takip ettiğinde okul arkadaşlarıyla sohbet etmek için başka masaya geçmişti. Boran'a gözümle bak diyecekken masaya gelen bir adamla dikkatim dağılmıştı.
Müziğin sesi kısılmış, herkes kendi arasında sohbet ederken, masaların az ötesinden Gül'ün sesi geldi;
"Amcaaa, Hazar amcaa, Baran amcaa, Bedirhan amcaaa. yengee yetişşş"
Hepimiz masadan kalkmış o tarafa gidiyorduk ki, masaların önündeki boşluğu Atabek'in sağ kolu olan adam boşluğa düşmüştü. Hepimiz yerde yatan adamın burnunu tutmasında bakarken birden adam yakasından tutulup ayağa kaldırılmıştı. Kim kaldırdı diye bakarken, Meryemce adama bir kafa daha atmıştı.
Meryemce ayakta zor duran adamı bir eliyle yakasından tutmuş, sağ elini yumruk yapmış adama vuruyordu. Herkes korku dolu gözlerle Meryemce'ye bakarken, o adama bir kafa daha attığında adam yere düştü. Yerdeki adamı tekmelerken, bir taraftan da konuşmaya başlamıştı;
"Ulan itoğlu it, senin karın yok mu lan pezevenk. Şerefsiz sen kimin yeğenini sıkıştırıyorsun"
"Hanı-"
"Ne hanımı lan it, seni gebertirim lan. Seni burada öldürsem sadece bir saat içeride tutarlar beni ama Mardin bir itten temizlenir puşt"
Meryemce yerdeki adama bakarken birden kafasını kaldırıp, gözlerime bakmıştı. Sorun yok devam et demiştim gözlerimle. Biliyordum benim karım ve karnındaki evlatlarım iyiydi. Meryemce birden yerde ağızı burnu kan içindeki adamı yakasından tutup ayağa kaldırmıştı.
Herkes Meryemceyi izlerken, o adamı yakasından tutup bir adım atarak Adar, Savaş ve Atabek'in olduğu masaya yaklaştı. Meryemce önce bütün herkese baktıktan sonra, tam meydanın ortasında durmuş gözlerini Adar ağaya dikti. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
"Görüyorum ki Mardin, Urfa, Diyarbakır ve Antebin bütün ağaları burada. Çok değil kısa bir zaman önce haddini bilmeyen, yaşını başını almış hadsiz bir ağa rahmetli Hamza ağa için senden ne gördü de hanım ağa etti, demişti. Şimdi içinizde olan o ağaya diyorum, sana ve size gösterdiğim fragmandı bu. Bu narin ellerin ne yaptığını görmediniz daha son kez diyorum şansınızı zorlamayın. Bu arada kendimi tanıtayım isterseniz, ben namı diyar Azrail ağanın, bütün hepinizin ağası olan Mustafa Hamza Alibeyoğlunun karısıyım. Şimdi bu itin sahibi ortaya çıksın ben onu hadım etmeden."
Meryemce zorla ayakta duran adamı yakasından biraz daha sürükleyerek, Atabek ve Savaşların masasının önüne atmıştı. Bütün ağaların bana baktığını farkındaydım. Ben gururla karıma bakarken o masaya yaklaştı. Masanın üzerindeki peçeteyi alıp kanlı ellerini sildikten sonra Boran'a elini uzatmıştı. Boran silahını ona verdiğinde, Meryemce bir eline silahını almış diğer eliyle nazikçe Gül'ün kolunu tutup ortaya getirdi. Gül'e bakarak;
"Gül hangi eliyle yüzüne dokundu"
"Hanımağam, şey"
"Söyle hemen Gül"
"Sağ eliyle Hanımağam"
Meryemce keskin nişancı gibi değil daha yeni yeni silah tutmayı öğreniyormuş gibi biraz daha adama yanaşırken, zekasına hayran kalmıştım. Gül koşarak Leylaya sarıldığında Meryemce iki el ateş etmişti. Bir tanesi adamın sağ eline diğeri hayalarınaydı. Hiç birimize bakmadan elindeki silahı Boran'a verip, masaya oturmuştu. Hazar hızla benim yanımdan, Meryemcenin yanına gitmişti. Masadaki su şişesinden bir bardağa koyup, meryemceye uzatmıştı.
Herkes yerine oturmaya başladığında, ağalara bakışla selam verip bizimkilerin masasına doğru gitmeye başladım. Meryemceye arkadan yanaşırken, Hazar ve Bedirhan sakın yapma der gibi bana bakıyorlardı. Baran, Gül'e sarılmış öylece duruyorlardı. Biraz onlara baktıktan sonra Meryemceye biraz daha yanaşıp arkadan iki elimi yanaklarına koyarak hafif başını geriye yatırıp anlından öptüm. Herkesin gözü benim üzerimde olduğunu biliyordum. Masaya oturmadan başımla hadi demiştim. Elimi Meryemcenin omzuna koymuştum hemen kalkmasın diye. Leyla yanında oturan Gül'ü kolunun altına almış, Hazar'la arabaya doğru giderken, Baran ve Bedirhan'da onları takip etmeye başlamıştı. Meryemcenin elinden tutarak, ayağa kalkmasına yardımcı olmuştum. Düğün sahibin yanına gitmek için Savaşların masasının önünden geçerken, Meryemceyi iyice kendime çekip elimi beline koymuştum.
Düğün sahibine hediyesini taktim ederken, ağa bir kaç defa özür dilemişti benden. Omzuna vurup önemli olmadığını söyleyip, Behçet ağayla da görüştüm. Meryemce ile savaşların önünden geçerken, üçünün de sinirden kıpkırmızı olduğunu fark etmemek için kör olmak lazımdı. Arabaya yanaştığımızda Meryemceyi bileğinden tutup kendime çevirdiğimde, Boranlarda arkasını dönmüştü. Loş sokak ışığında kollarımın arasına almıştım Meryemceyi. Tekrar anlından öpüp, gözlerine bakarak;
"Gururumsun kadın! Göz aydınlığım, kış güneşimsin Gül güzelim! Sen, sen benim kabul olmuş duamsın. Benim diğer yarım, şansımsın. Demek Azrail ağanın karısı hımmm sevdim bunu..."

....................................

Umarım beğenirsiniz....

Sizi seven çatlak yazar...

Allaha emanet olun...

Loading...
0%