
MERYEMCE...
Boynumda hissettiğim hafif nefesle gözlerimi açtım. Yüzümdeki siyah saçlarla güldüm. Ne kadar özlemişim böyle uyanmayı oysa ki. Tamamen üzerimde yatan Mina'ma sıkıca sarılıp derin nefesle kokusunu içime çektim. Sarılmamdan rahatsız olan kuzum uykusunun arasında; 'annem uykum var' dediğinde yavaşça dönerek babasının yastığına bıraktım. Mina'm babasının kokusunu almış olacak ki hafif gülüp yastığa sarıldı. Yavaşça yataktan kalkıp banyoya geçtim. Abdest alıp odaya girdiğimde ezan okunuyordu. Üzerimi giyinip seccademi serdim. Namazıma niyet etmiştim ki oğullarımdan biri ağlamaya başladı. Namazımı bozmadan kılmaya devam ederken kulağıma önce bir uflama sonra;
"Tamam Ömer sus kalktım ablacığım"
Namazın sünnetini kılıp hafif arkamı döndüğümde Mina'm beşiğe yaklaşmış elini Ömer'in başına koyup severek pış pış diyordu. Ona tebessümle bakıp hafif uykusunda olan Ömer'le farzı kılmaya niyet ettim. Namazım bittiğinde dua ederken çocuklarıma baktım. Mina'nın eli durmuş, Ömer ise tekrar uyumuştu. Duamı ederken elime düşen göz yaşlarımla iyice ağlamaya başladım. Duam bittiğinde ayağa kalktığımda Mina uyandı. Ömer ve Mirza'ya bakıp tebessüm ettikten sonra;
"Anne bak Ömer'i ben uyutmuşum"
"Evet annem teşekkür ederim"
"Bir şey değil annem"
Üzerimdeki feracemi çıkarıp yatağa, Mina'nın yanına oturdum. Mina beşik ve benim aramda oturmuş bana bakarken;
"Sen nasılsın anne"
"İyiyim bebeğim"
"Hep iyi ol anne"
"Hep iyi olurum kızım merak etme. Hadi sen uyu saat çok erken"
"Uykum yok ki"
"Hım anladım kuzum"
Mina'yı kucağıma oturttuğumda, yanağımı öpüp;
"Hadi bana o şarkıyı söyle, hem bak biz artık çokkuz"
"Çok musunuz"
"Evet, bak Ömer, Mirza ve ben"
Kızımı peş peşe yanaklarından öptükten sonra;
"Cib cib cücelerim
Cib cib cib cib cücelerim
Menim geşeng cücelerim
Tükü ipek cücelerim
Gözleyirem tez geliniz
Göy çemende dinceliniz
Ay menim cücelerim
Ay menim cücelerim
Menim geşeng (şirin) cücelerim
Ne yeseniz ben vererem
Su vererem den vererem
Arzum budur boy atasız
Ananıza tez çatasız"
Mina'mın gülme sesine minik asilerimde uyanmıştı. Ömer tatlı sesler çıkarırken, Mirza ağlıyordu. Mirza'yı kucağıma almadan Ömer'i Mina'nın kucağına bıraktım. Ömer ablasına bakarken;
"Anne nasıl tanıyor beni dimi"
"Evet ablası tanıyor tabi ve galiba baban ve Ömer senin yüzünden çok kavga edecekler"
"Nasıl yani"
"Ömer seni çok sevecek bak nasıl sen elini başına koyunca sustu. Şimdi de önüne koydum mızıldanmıyor"
"Ay babam çok kıskanacak"
"Hem de çok"
Mina elini ağızına kapatıp gülerken, Ömer anlamış gibi Mina'ya gülünce prensesim çok mutlu olmuştu. Mina ile konuşurken, kucağıma aldığım Mirza karnını doyurmuş yüzüme bakarken, işaret parmağımın tersiyle yüzünü sevdiğimde yakışıklı oğlum bana gülmüştü. Mirza'yı Mina'nın önüne koyarak, Ömer'i kucağıma aldım. Ömer karnını doyururken, göz ucuyla Mina'ya baktım. Mirza'nın yanağını benim gibi severken, sol eli Mirza'nın yanında duruyordu. Hafif onlara döndüğümde Mirza ablasın elini tutmuş, pür dikkat bakışları Mina'nın yüzündeydi. Mina'nın başına dudaklarımı bastırıp;
"Benim kıymetlim sensin biliyorsun dimi Mina"
"Biliyorum anne"
Mina'nın saçını severken, Ömer karnını doyurmuş, yüzümü izliyordu. Mina gülerken ona baktım. Mina kendini biraz toplayarak;
"Anne biz babama benziyoruz."
"Nasıl yani"
"Biz sana bakmaya bıkmıyoruz, yok öyle değil he doymuyoruz"
Mina'ya gülerken, başımdaki ağrı hafiflemişti sanki. Oğullarımı yatağa yan yana yatırdığımda Mina onların eliyle, ayaklarıyla oynarken odamı toplamaya başladım. Aynanın önündeki tülbentimi elime almıştım ki gözlerimi gördüm. Gözlerimin akları kanlanmıştı. Burnuma gelen kan kokusu beni rahatsız ettiğinde lavaboya girdim. Enseme elimle soğuk su vurduğumda, soğukluğunu hissetmemiştim bile. Elimle havluyla odaya girdim. Mustafa'm da odaya girmişti. Mustafa çatık kaşları ve kararmış gözleriyle korkutucu duruyordu. Göz ucuyla bana bakıp yatağa yaklaştı. Mina'nın başına dudaklarını bastırdıktan sonra;
"Babam günaydın"
"Güünaydddııın bababamm"
"Nasılsın prensesim"
"İyiyim babacım, sen nasılsın"
"Gergin, sinirli, asi, azrail"
"OOOOOO babam kızmış"
Mina'ya güldüğümde Mustafa yanıma yaklaştı. Yüzüme o kadar dikkatli bakmıştı ki başımı önüme eğdim. Elini çeneme koyarak başımı kaldırıp;
"Günaydın karım"
"Günaydın kocam"
"Gözlerinin beyazına kan oturmuş"
"Uykusuzluktan. Gece sen yoktun, zaten ameliyat olduğu gece uyumadım"
"İnşallah Meryemce hanım, inşallah dediğin gibidir"
"Öyle başka ne olabilir ki"
"Bir şey demedim Meryemce hanım"
"Hadi sen duşa gir kocam, Mina'm koş sende odana git kıyafet al gel annem burada kalmamış"
"Tamam anne"
Mina hızla yataktan atlayarak odadan koşarak çıkarken, Mustafa derin bir nefes alıp;
"Ali Reha yanına gelmek istiyor"
"Tamam sen git söyle gelsin ben üzerime hırka alayım"
"Üzerin normal, eşofman ve yarım kolu tişört. Ali Reha kardeşin değil mi"
"Ağam, Dağhan ve Mert beni kısa şortla askılıyla da gördü fakat Ali Reha benim ablama edep yakışır dedi bir keresinde, onun için başım açık dura bilirim ama yarım kolu bile sevmiyor"
"Sevdim bu çocuğu vallahi ben"
"Mustafa sen duşa gir istersen"
"Yok Ali'yi çağırayım"
Mustafa kapıya giderken, dolaptan üzerime ince hırka aldım. Mustafa önde, Ali arkasında odaya girdiğinde başı önündeydi. Ona yaklaşarak başının üzerini öpüp kulağına sessizce 'ablan edepli' dediğimde başını kaldırdı. Gözlerime bakınca sıkıca belime sarılıp;
"Gözlerin abla, abla sen"
"Sessiz ol iyiyim. "
Ali benden ayrıldığında elinden tutarak yatağa yaklaştırdım. Ali Reha gözlerini kırpmadan elleri ayakları durmayan oğullarıma bakarken;
"Yatağa oturabilirsin"
"Olmaz ablam"
"Tamam sen geniş koltuğa otur yanına getireyim."
"Birini ben alabilirim kucağıma"
Yatağa eğilerek Mirza Asaf'ı Ali'nin kucağına bıraktığım da;
"Abla bunun gözleri benim gözlerime benzeyecek"
Ağızımı açmıştım ki Mustafa birden;
"Bende diyorum ki akşamdan beri kime benzetiyordum gözlerini. Meryemce Mirza gözlerin rengini Ali'den mi aldı"
"Evet"
"Sen onun için dayısı gibi bakıyor diyordun"
"Evet"
"İnşallah edebi de, ahlakı da, saygısı da benzesin"
"Amin ağam"
Ali yanımızdan kucağında Mirza'yla uzun koltuğa geçip oturdu. Ömer'i kucağıma almıştım ki başımdaki ağrı kendini hissettirmişti. Mustafa benim durmamdan rahatsız olmuş olacak ki kucağımdan Ömer'i alıp Ali'nin yanına koydu. Ali ikisine bakarken dizinin yanına yere oturdum. Mustafa yanıma oturduğunda, başımı onun omzuna yasladım. Ali çocuklara bakarak bir şeyler okurken, Mustafa gür sesiyle;
"Ali oğlum sende iyi okudun üfledin bizi"
"Ne yapayım enişte. O kadar güzelsiniz ki. Ablamın duası kabul olmuş ne kadar mutluyum. Size nazar değerse çok üzülürüm"
Mustafa şakağımı öptüğünde Ali Reha başını eğmişti ki odanın kapısı çaldı. Mustafa gür sesiyle kimsin dediğinde Mina'm;
"Asi ağanın asi kızı"
Ali ile gülmeye başladığımızda Mustafa gülmemek için kendini sıkarak;
"Gelebilirsin asi kızım"
Mina içeriye kaşları çatık girdiğinde, kollarımı açtım. Mina koşarak ikimizin arasına girdi. Benim ve babasının elini tutarak başını göğsüme yasladı. Onun durgunluğu benim yüzümdendi. Başının üzerini öpüp sessizce eşyalarını sorduğumda;
"He bende onu söylemeye geldim anne. Selvi yengem beni odada yakaladı. Bana anneni yorma git yengeme söyle ben seni yıkarım dedi. İzin veriyor musun"
"Tabi ki prensesim koş Selvi anneni bekletme"
Mina yanaklarımı öperek odadan çıkarken, kapıyı kapatmayı her zamanki gibi ihmal etmemişti. Mustafa ile göz göze geldiğimde kaşları iyice çatılmıştı. Göz kırptığımda, ağızını açmıştı ki Ali Reha öksürerek dikkati kendi üzerine çekti. Ona baktığımda elindeki telefonu bana uzatıyordu. Telefonu elime almıştım ki ekranda gördüğüm resimle gülmeye başladım. Telefonun ekranını Mustafa'ya çevirdiğimde;
"Karım bu, bu bizim kızımız mı? kaç yaşında burada"
"İki yaşında"
"Meryemce biz kızımı ihmal ediyoruz gibi geliyor bana"
"Etmiyoruz sadece haklısın uzak kaldık ondan. İkizler gibi onu da bana ve sana bırakmıyorlar. Artık kursa başlayacak "
"Ne kursu"
"Bale diye düşünüyorum, tabi kreşte olabilir"
"Geç kaldık kreşe galiba. Önümüzdeki sene ana okuluna başlayacak kızımız. Bu arada baleyi unut, ağa kızı tayt mı giyermiş"
"İnanmıyorum sana. Evet benim kızım bale kursuna gidecek tütü ve tayt giyecek. Bu görevi sana veriyorum. Yarın kızımı alıp önce yüzme kursu sonra bale kursuna yazdıracaksın"
"Kabul beraber gidelim, ikizleri de alalım"
"Hayır yarın sen, cici sakallı annesi, amcaları Bedirhan ve Baran ile gideceksiniz ve bale kursuna yazdıracaksınız"
Mustafa çocuk gibi oflayarak yanımdan kalktı. Dolabın kapaklarını açarken, sessizce tamam dediğinde Ali gülerek;
"Enişte ne demiş büyüklerimiz"
Mustafa yan dönerek;
"Ne demişler "
"Enişte öyle kötü bakıyorsun ki söylemek istemiyorum"
"Söyle Ali "
"Tamam söylüyorum. İtaat et rahat et"
Mustafa başını sallayarak banyoya girdiğinde, Ali bebeklerimi koklayarak öptükten sonra;
"Özür dilerim ablam"
"Neden oğlum"
"Benim yüzünden üzüldün. Mert sana vurdu. Gece söylediklerim. Çınar abimin dediği oluyor sana dimi. Bağıramadığın, ağlayamadığın için tansiyonun çıkıyor dimi"
"Ali tamam bir şeyim yok. Özür dileme "
"Bana kızdın ama"
"Ali'm sana kızmadım. Ben Mert'i tanıyamıyorum. Sen haklısın oğlum, onun artık büyümesi lazım"
"Ablam eniştem seni çok seviyor biliyor musun? Şuan arada olmasan var ya "
"Mert'in kafasını koparacak kadar sinirli"
"Abla ben"
"Hadi oğlum sen avluya çık"
"Beni kovirmisen ağam"
"Kovmirim ulan. Hadi avluya çık"
"Canom ne zaman gelecek"
"Gelmektedir onun için çık diyorum ya canım"
"Abla ben artık onlarla mı kalacağım"
"Evet artık senin yanında, gözünün önünde olacak canım benim"
"Ben çıkayım o zaman eniştem gelmeden "
"Hadi çık bakalım"
Ali Reha odadan çıkıyordu ki, Mina içeriye girdi. Boynuma sıkı sıkı sarılıp;
"Annem nasıl mis gibi kokmuş muyum"
"Sen hep mis gibi kokuyorsun annem"
"Anne sana bir şey olmaz dimi"
Ağızımı açmıştım ki Mina'mın gözlerinin içi parlamıştı. Gözleri o kadar güzel parlıyordu ki, yanağını sevmek için elimi kaldırdığımda omzumda bir el hissettim. Sağ tarafıma baktığımda Mustafa kaşları çatık elini bana uzatıyordu. Elini tuttuğumda ayağa kaldırdı. Oğullarımın yanına giderken kulağıma aşık olduğum ses doldu.
"Korkma kızım. Annenin ve senin canını yakacak adamın canını çok kötü yakarım. Senin, kardeşlerinin en çok annenin tırnağına zarar gelirse neyse babam"
Kucağıma Mirza'yı alıp ana kucağına bırakıyordum ki Mina'm babasının bacağına sarılmış; 'Baba, aslan babam' dediğinde Mustafa kızımızı kucağına alıp sıkıca sarıldı. Onlar baba kız aşkları sürerken Ömer'i de ana kucağına bırakıp üzerlerine battaniyelerini sermiştim. Mina babasının kucağından indiğinde yüzüme bakınca;
"Tamam prensesim. "
Mina koşarak odadan çıktığında Mustafa ile göz göze geldik. Kocam bana yaklaştıkça olduğum yerde kaldım. Mustafa kollarının arasına aldığında başımı göğsüne koydum. Kokusunu içime çekmiştim ki kocam yanağımı sevmeye başladığında;
"Hani senin ilk canını burada yakmıştı Mert efendi"
"Nasıl yani kocam"
"Meryemce sana üç defa zarar vermiş hem de ne zararlar. O kadar büyük zararlarmış ki dostun Hünkar seni her seferinde ülkeden çıkarmış. En sonuncusu Mina bir, bir buçuk yaşlarındaymış "
"Ali mi söyledi"
"Meryemce'm huzurum, neşem olan kadın. Ne fark eder"
"Kocam akşam konuşalım mı"
"Sana ilk zararı nasıl oldu Meryemce "
"Askerden geldiği zamandı galiba. Ben babamın işlerini toparlamaya uğraşırken, fark etmedim. Babamın ortaklarının kızıyla arkadaşlık kurmuş sonr-"
Cümlemi odaya hızla giren Mina kesti. Bir şeyden korktuğu belliydi. Kucağıma aldığımda Mustafa başını öpüp;
"Ne oldu babacığım"
"Baba ben konağın arkasına çıkmıştım. Hani şey var ya arkadaşımın amcası, hani Kadir amcam çok kızdı. Onu dövmüşler, amcam mı ceza verdi baba"
"Yok kızım. Kadir amcan hep konaktaydı. Bizde Ali'nle dışarıdaydık haberim yok ben ilgilenirim onlarla olur mu"
"Arkadaşımı yurt alacak mış"
"Kim dedi babacığım"
"Bir kadın dedi"
"Hım anladım canım benim"
"Anne sen alsana onu "
"Nereye kızım"
"Yurda"
"Tamam bakayım. Hadi siz baba kız dışarıya çıkın. Bende bir duş alıp geleyim."
Mustafa sağ yanağımı, Mina sol yanağımı öpmüştü. Mina odadan çıkarken, kocam oğullarımızı da almıştı. Onlar odadan çıkınca hemen kapıyı kilitleyerek telefonumu elime aldım. Çınar'ı aradığımda bir iki çalmıştı ki;
"Lilyum prensesim"
"Uyuyor muydun Çınar"
"Evet bir saat önce yattım. Bir şey mi var?"
"Hünkar geldi mi? "
"Geldi fakat senin yanına göndermeyeceğim. Dün gözlerini gördükten sonra sinirlenmeni, üzülmeni istemiyorum"
"Ben "
"İyi değilsin. Onun için sakin duracaksın"
"Ama Çınar"
"Aması yok Meryemce. Minik asileri sen doyurduğun için ilaç gönderemiyorum zaten. İyice bana kafayı yedirme tansiyonunu ölç, bu gün her şeye kör ve sağır ol"
"Tamam"
"Sinirin içinde kaldıkça, beynini, kalbini zorladıkça tansiyonun çıkıyor. Meryemce bir de ben bir şey yaptım"
"Ne yaptın"
"Ali'ye bildiğin kadarıyla Mert'in yaptıklarını anlat dedim. "
"Aferin kocam geldiğinde azrail ağa olarak gelmişti. Çınar sizin önünüzde dururum fakat Mustafa beni o şekilde görürse hiç ama hiç iyi olmaz. Mert'i öldürür"
"Sence umurum da mı dur bir düşüneyim. Hımmmmmm hiç umurumda olmaz. Sana bir şey söyleyeyim mi kocan ve dostlarını çok seviyorum "
"Neden"
"Bizimle aynı şeylere sinir oluyorlar. Kocanın zekası çok fena"
"Fakat kocam senden hiç ama hiç hoşlanmıyor"
"Kalplerimiz karşılıklı, bende hiç hoşlanmıyorum ondan"
"Tamam sakinleşmeye uğraşacağım. Siz öğlen mi gideceksiniz"
"Evet sen öyle dedin ya"
"Tamam öğlen gidin. "
"Makarnacı, Amira ve güvercinci İtalya'dalar."
"Gerçekten mi? selam söyle benden. Ah orada olmak vardı"
"Gel diyeceğim ama kocan var senin"
"Geleceğiz bir araya en yakın zamanda merak etme. Onlar oradaysa sen de İtalya'dasın o zaman"
"Evet bir kaç gün senin evi kullanırım"
"Tamam, Hünkar'ıma selam söyle"
"Hünkar'ım derken"
"Kıskanma o benim kıymetlim"
"Tamam bir şey demedim dostuna. Biz kapıya geldiğimizde kapıya çık göreyim seni"
"Tamam"
Telefonu kapatıp, kapının kilidini açtım. Üzerimdeki hırkayı çıkarıp kendimi banyoya attığımda lavabo tezgahının üzerinde duran, gece aldığım tansiyon aletini alıp koluma taktım. Biraz bekleyerek sonucu görünce şaşırmadım. Ilık suyu tamamen buz gibi suya çevirip altına girdim.
...................................................................
MUSTAFA HAMZA...
Elimdeki bebeklerle avluya çıktığımda hanımların avluya indiklerini gördüm. Oğullarımı sedire koyduğumda elindeki kahve fincanını masaya koyan Bedirhan kendi halinde ana kucağında duran Mirza'yı kucağına aldığında merdivenlerden Leyla ile yan yana inen Hazar gür sesiyle;
"Lan Bedo damadımı hemen yerine bırak. Ne bozuyorsun damadımın rahatını"
Bedirhan duymamış gibi Mirza'yı öpüp koklarken, annem bize bakıp gülüyordu. Kader sessizce ana kucağında duran Ömer'i kucağına aldığında Baran gülerek;
"Hazar nasıl geliyorsan Kader bile gizli aldı Ömer'i"
Hepimiz gülerken konağın kapısından içeriye Başak gülerek girdi. Bedirhan kucağındaki Mirza'yı Hazar'a bırakıp karısının yanına gittiğinde tek başıma sedire oturdum. Ne kadar doğru söylemişti Meryemce. Evlatlarımızı bize hiç bırakmıyorlardı ki. Başımı öylece salladığımda merdivenden inen Mert'i gördüm. İçimde geceden beri biriken sinir damarıma bir anda basınç yapmaya başladığında ;
"Sultan abla kahve yapar mısın"
Sesim fazla gür ve korkunç çıkmış olacak ki avludaki ses bir anda kesildi. Mert ile göz göze geldiğimizde başımla yanıma çağırdım. O bana yaklaşırken ayağa kalktım. Ellerimi cebime koyarak tam karşımda duran Mert'e;
"Seninle azcık konuşalım mı Mert"
"Tabi abi bir sorun yok inşallah"
"Bende öyle umut ediyorum."
Mert'e başımla yürü dediğimde beraber merdivenlere çıkarken, Hazar'ın arkamdan geldiğini hissetmiştim. Arkama baktığımda olduğu yerde kaldı. Çalışma odasına girdiğimizde elimle oturmasını söylediğimde, bende karşısına oturdum. Mert yüzüme bakarken;
"Mert bak ben senin yeri geldi abin, yeri geldi enişten, yeri geldi dostun, arkadaşın oldum. "
"Biliyorum abi"
"Ben çoğu zaman seni gittiğin yerlerde gizli gizli korudum. "
"Allah razı olsun abi. Dağhan abimin yapmadığını sende gördüm hakkını yiyemem"
"Mert o zaman benimle derdin ne oğlum. "
"Bir derdim yok ki abi. Sen benim için farklısın. Ben dün içinde özür dilerim, ablama vurmak istemedim. O çocuk benim sinirimi bozdu"
"Mert bak benim böyle sakin durmam ablandan dolayı. Ben seni tanıdığımda böyle biri değildin ne oldu sana anlamıyorum. İkizler doğduktan sonra sana bir haller oldu. Ablana, bana farklı bakıyorsun. Emin misin Mert, benimle bir sıkıntın yok mu"
"Yok abi"
"Tamam Mert yoksa sıkıntı yok ama şunu bil ablan gibi bende yalandan nefret ederim. Bir de Mert gözümde ailem olarak kal tamam mı kardeşim"
"Biliyorum abi, tamam abi ailen gibi kalacağım"
"İnşallah "
Mert odadan çıktığında bende peşinden çıktım. Merdivenleri inerken Sultan abla elinde tepsi bana bakarken bir şey söyleyeceği belliydi. Yanında durup fincanı elime almıştım ki;
"Beyim mutfak tarafına lağam faresi girmiş, bir ilaçlama servisi "
"Anladım Sultan abla. Boran Ali' ye söyle bizim İsa'yı çağırsın"
"Beyim Meryemce bilmesin, mutfağı tembihledim sende bil"
"Tamam abla da neden"
"Bilmesin işte beyim"
Başımı sallayarak avluya tamamen girdiğimde avluda tek eksik, Meryemce ve gençlerdi. Masa hazırlanmaya devam ederken, kenarda telefonla konuşan Ali Reha'nın yanına geçiyordum ki konak kapısından içeriye Eren girince;
"Senin konakta ne işin var Eren"
Eren kısa bir an Ali Reha'ya baktıktan sonra bana dönerek;
"Ben bir iki saattir konaktayım ağam. Az önce Boran ile konuştum, on beş yirmi dakikaya burada olacaklar"
"Tamam Eren çekilebilirsin"
Eren başını salladığında telefonu cebine koyan Ali Reha;
"Nasılsın Eren abi"
"İyiyim oğlum sen nasılsın"
"İyi ne olsun. Geldim ve gideceğiz"
"Haberim var. Başın sağ olsun anneni severdim"
"Biliyorum abi"
"Eğer istersen gel mutfağa geçelim"
Ali Reha sedirde oturan Mert ve Dağhan'a baktıktan sonra ayağa kalkmıştı ki konağın kapısından gülerek içeriye çocuklar girdi. Meryemce yanıma geldiğinde Emrah kahkaha atarak avluya girdiğinde Cansel yoktu. Ağızımı açmıştım ki beyaz tişört elinde, siyah askılı badisinin üzerinden kollarını silerek Cansel avluya girdiğinde Meryemce sert bir ses tonuyla;
"Cansel bu ne hal, bu ne kıyafet "
Cansel başını kaldırmıştı ki ten renginin beyazladığını fark ettim. Cansel kısa bir Eren'e doğru baktıktan sonra ağızını açtığında Ali Reha üzerindeki hırkayı çıkarıp Cansel'e atarken;
"Evet minik hanımefendi anneni duydun. Senin bu halin ne?"
"Ben şey, hımm anne ben yani"
Cansel hırkayı üzerine giyerken Emrah Cansel'in yanına giderek kolunu omzuna atarak;
"Ya yenge ben ıslattım amcamın kızını"
"Emrah yakışıklım, amcasının şımarık oğlu Cansel'i bırak üzerini değiştirip gelsin. "
"Peki yengem."
Cansel başı önünde koşarak avludan ayrıldığında Eren'de peşinden gitti. Meryemce yavaşça sedire oturduğunda yanında ayakta duran Ali Reha'ya bakıp;
"Hadi sen git Ekrem abiyi bul. Biraz hava almak sana iyi gelecek"
"Peki abla"
Ali konaktan çıktığında, Meryemcenin yanına oturdum. Meryemce sol dirseğini sedire koyup elini başına koyarak öyle avluya bakıyordu. Hafif eğilip yüzüne baktığımda, gözlerime baktı. Gözlerindeki akların iyice kanlanması beni sinirlendiriyordu. Sağ elini bacağıma koyarak;
"Cansel ve Ali Reha birbirlerini seviyorlar"
"Onun için mi korktu Cansel"
"Haberi yoktu Ali'nin geleceğinden"
"Meryemce tansiyonuna baktın mı? gözlerin kıpkırmızı"
"İyiyim kocam uykusuzum ondandır"
"Emin misin"
Meryemce gülerek başını sallamıştı ki yanımıza hızla oturan Leyla elini Meryemcenin çenesine koyup başını kaldırdı. Kaşları çatılsa da, gözlerindeki anlam veremediğim korkuyla;
"Başın ağrıyor mu Meryemce"
"İyiyim Leyla hafif baş ağrım var. Soğuk suyla duş aldım geçer bir iki saate"
"İnşallah abla inşallah"
Leyla'ya ne olduğunu soracakken, Sultan abla masaya buyur etti. Meryemce'ye bakarak;
"Sen bu gün mutfak tarafına hiç geçme tamam mı?"
"Tamam abla, sürpriz ne yapacaksın"
"Bakalım"
Sultan abla yanımızdan ayrıldığında kahvaltı masasına geçtik. Masa tastamam olduğunda bir tek Ali Reha gelmemişti. Meryemce sessizce sen afiyet olsun de o gelir dediğinde dediğini yaptım. Çayımdan bir yudum almıştım ki konağın kapısı açıldı. Elinde üç poşet dolusu simitle gelen Ali Reha gülüyordu. Meryemce önündeki çayından bir yudum alıp;
"Hadi bana sıcak abla de"
"Sıcak ablam"
"Mutfak şu tarafta "
Ali elindeki poşetten simitleri masaya bırakırken, eline de bir tane simit aldı. Herkes keyifle sıcak simitlerden yerken o mutfak tarafına yürümeye başladı. Kısa zaman sonra Ali önde Cansel arkasında avluya girdiler. Cansel yerine otururken, kıyafeti çok daha kapalıydı. Ali elindeki ikiye kesilmiş simidi Meryemcenin önüne bıraktığında Meryemce çocuk gibi sevinmişti. Ali Reha ablasının yanağını öpüp yerine geçtiğinde Meryemce ikiye kesilmiş simidi dörde böldü. Yarısını benim önüme bıraktığında ona baktım. Gözlerindeki kanlanma solar gibiydi. Meryemce zeytin ezmesi sürülü olanı ısırdığında gözlerini kapadı. Lokmasını çiğnedikten sonra gözlerini açtı. Ali Reha'ya bakıp;
"En son İtalya da yemiştim Ali Reha çok teşekkür ederim"
"Afiyet olsun abla"
Hafif sohbetle kahvaltımızı ederken, Meryemce çayını içerek arkasına yaslandı. Ona baktığımda huzurlu gibiydi. Çayından bir yudum alıp;
"Ali"
"Efendim"
"Bak şimdi Bernardo yani Makarnacı evine geçmiş, ona uymuyorsun."
Cansel ve Ali aynı anda;
"Aslan abim bernardo yaa, abla azcıkta olsa gezsem onunla"
"Anne Amira teyzem"
"Hepsi büyük evdeler düşünün ben yokum sadece. Tamam fazla gezme ama"
Ali başını salladığında Mert ve Dağhan'ın homurdanmasını duymuştum. Bakışlarımı onlara çevirdiğimde onlar bakışlarını Ali Reha'ya dikmişlerdi. Başımı sallayarak çayımdan bir yudum almıştım ki masanın sonundaki gençler yine şakalaşmaya başladılar. Emrah kolunu yanında duran Cansel'in omzuna atarak;
"Amca"
"Efendim Emrah"
"Ben Sinan abim gibi olsaydım, birde Hilal'im olmasaydı beni de evlendirir miydin"
"Hayır evlendirmezdim"
"Ne olur soruma cevap versen ağa amcam"
"Seni toplayacak, edepli, saygılı bir kız bulmam lazım"
Halamlar dahil herkes kahkaha attığında Emrah Cansel'i kendine biraz daha çekerek;
"Cansel'im senin ki ve benim ki olmasaydı alırdım seni vallahi"
Meryemce içtiği çayda boğulurken, Hazar su verirken masada gür bir ses duyuldu. Sesin sahibine baktığımızda Ali Reha kaşları haddinden fazla çatık;
"Cansel çay koy "
Cansel hızla yerinden kalkıp Ali'nin yanına geçip bardağı alırken;
"Dem, demli mi olsun"
"Cansel Çisem Ateş çay koy"
"Peki Ali"
Cansel giderken, Mert;
"Kıza niye bağırıyorsun, uşağın mı senin o? ablamın kızı o"
Ali ağızını açmıştı ki kahvaltının başından beri sessiz olan prenses kızım. Ali'nin kolunun altına girerek;
"Annemin kızı olabilir ama dayımın canosu, güzel suratlısı, Ay yüzlüsü, sevdiceği, iki gözünün çiçeği hımmm başka neydi Ali dayı"
Ali, Mina'yı kucağına alıp yanağını öperek;
"Dünyam, Hayatımın tadı. Sende, kalbimin çiçeği"
"Evet duydun mu Mert dayı onun için ona bağırmadı kıskandı dimi alitoş"
Ali Reha, Mina'ya sarıldığında, Mert başını sallamıştı. Bu baş sallamak inşallah Mina'ya zarar vermezdi. Emrah birden ayağa kalkıp;
"Şey ben doydum, size afiyet olsun. Ağam bana izin verir misin ortalıktan ay yani odama gideyim"
"Hayır otur"
"Ama amcam ya"
Emrah, Ali Reha'dan çekinmişti. Ona göz kırptığımda Emrah rahatlayarak yerine oturmaya devam etti. Cansel çayı getirdiğinde Ali bana bakarak;
"Bu gençleri isteyen birinin yanına götürebilir miyim, müsaade var mı"
Meryemce elini bacağıma koyduğunda ona baktım. Tebessümle;
"Çınar burada, çocuklara bayılmış. Müsaade verirsen gitsinler"
"Meryemce izin vermezsem"
"Gitmeyecekler kısa ve net ağam"
"Ali ve Cansel bile mi?"
"Evet "
Başımı salladığımda Ali Reha'ya bakarak;
"Tamam gidin Ali"
"Teşekkür ederim enişte"
........................................
Kahvaltı masasından kalktığımızda, çocuklar hazır şekilde Eren'i bekliyorlardı. Eren çocukların yanına giderken, Mina koşarak yanımıza gelmişti. Ali, Mina'ya hadi dediğinde;
"Siz gidin ben gelmeyeceğim"
"Emin misin Mina"
"Evet benim yerime eline yumruk at. Babamın yanında kalacağım ben"
Meryemce gülerek;"
"Sen git onun babasıyla işi var belli"
Çocuklar avludan çıktığında hanımların hepsi bir yere dağılmıştı. Meryemce odamıza gidecekken izin vermemiştim. Yanımda oğullarımızın yanında dururken, Mina gözlerime bakarak elini dizime koyup;
"Babacığım"
"Güzel kızım"
"Yakışıklı babacığım"
"Prenses kızım"
"Asi güzel babam"
"Mina'm"
"Şey baba, bana uçurtma yapar mısın? Biz seni bulmadan önce Mert dayım yapmıştı. O uçmamıştı. Ben çok üzülmüştüm. Bir gün annem beni parka götürmüştü, orada bir çocuk adamla uçurtma uçuruyordu. Yanlarına gidip izledim. Çocuk yanıma gelip dedi ki; 'Babam yaptı çünkü babaların yaptığı uçurtma uçar' demişti baba. Az önce Mine'nin babası ona uçurtma yaptı, öyle de gittiler baba. Sende bana yapabilir misin?"
Ağızımı açmıştım ki Baran ve Hazar kahkaha attıktan sonra aynı anda;
"Tam adamından istedin Mina'm"
"Niye babam yapamaz mı ki"
"Mina'm, nuruaynım ben uçak bile yapabilirim"
Mina şaşkınca yüzüme bakarken, kucağıma alıp;
"Babacığım annen nasıl doktor oldu"
"Okuluna gitmiş baba"
"Tamam işte kuzum bende uçak yapma okuluna gittim."
"Sen şimdi uçak yapabiliyor musun baba"
"Evet nefesim"
"Tamam bana uçurtma yap o zaman "
"Mina'm bu gün az işim var. Konaktayım ama istediğinde yanıma gelebilirsin. İstersen sen ve Sinan abin Boran abinle malzemeleri almaya gidersiniz. Akşamda burada sana kocaman uçurtma yaparım"
"Aslan canım babam. Bana sonra uçak yapar mısın peki baba"
"Olur kızım yaparım, sen iste helikopter yapayım"
Mina yanaklarımı öpüp kucağımdan inip mutfak tarafına giderken bir anda durdu. Başını kaşıdıktan sonra konağın kapısına gitti. Kapıdaki korumamın elini tuttuğunu görmüştüm. İçimden kızımı severken, Mert birden;
"Mustafa abi sen uçak mühendisi misin "
"Evet Mert"
"Ben çok şaşırdım. Sen nasıl yani"
"Neden ki Mert olamaz mıyım? "
"Sınavla mı kazandın abi peki"
"Evet Ankara da okudum. "
"Vay be vallahi ben seni liseden sonra ağa oldun okumadın sandım abi"
"Hayır Mert mesleğimi severek isteyerek okudum. Lise ve Üniversiteyi birincilikle bitirdim. Şimdi gençler diyor ya hayaller ve hayatlar. Fakat iki senedir iyi ki, iyi ki ağa olmuşum diyorum"
Mert başını sallarken, Dağhan gülerek;
"Ne oldu Mert"
"Hiç abi ne olsun"
"Oğlum herkes sen mi özel üniversite de okusun. Allahtan alanında parmakla gösteriliyorsun"
Hepimiz Mert'e bakarken, o gülerek başını eğmişti. Meryemce ayağa kalktığında Leyla yanına geldi. Meryemce Ömer'i almasını rica ettiğinde kendi de Mirza'yı kucağına aldı. Sultan ablaya ana kucaklarını bir yere bırakmasını söyleyerek odaya doğru yürüdüler. Onlar odaya girmişti ki Baran, Kadir ve Serdar ayağa kalktılar. Baran, Dağhan ve Mert'e gelmiyor musunuz dediğinde Mert şantiye geçeceğini, Dağhan da Gülcan'la hastaneye gideceğini söylemişti. Baran giderken, bir iki saate konağa döneceğini söyleyerek Serdar ve Kadir'le konaktan çıktı. Devran yanımıza Avşin'le gelerek sedire oturdu. Devran tebessümle;
"Lafı uzatmayacağım ağam. Ben şimdi İstanbul'a gidiyorum oradan Ankara yapacağım. Bir kaç gün kalır gelirim"
"Tamam ama neden"
"İş, temelli burada kalabilmek için İstanbul'dan dosyalarımı alıp Ankara'da onaylatacağım."
"Anladım Devran"
"Ağam ben birazdan çıkıyorum"
"Avşin'i alacak mısın giderken"
"Yok almayacağım yorulur peşimde, Ankara'da binada kalabilirim de"
"İyi o zaman "
Devran ayağa kalktığında Avşin üzgün arkasından bakarken ona gülmüştüm. Avşin yavaş yavaş Devran'ın peşine giderken, Dağhan da Devran'ın yanında yürüyordu. Mert yerinde kıpır kıpır otururken, Hazar ve Bedirhan dama doğru gidiyorlardı. Biraz zaman geçmişti ki avluya Leyla ve Meryemce girdi. Leyla biraz keyifsiz gibi merdivenleri çıkarken, Meryemce tam yanıma oturmuştu. Bacağımın üzerinde duran elimin serçe parmağımı sıkıca tutunca ona baktım. Öylesine etrafa bakıyordu. Karım nefesim iyi değildi aslında...
Sultan abla kahvelerimizi getirdiğinde Meryemce soğuk su istemişti. Sultan abla giderken, Mert birden;
"Abla"
"Efendim Mert"
"Nasılsın"
"İyiyim Mert ne oldu"
"Abla azcık konuşalım mı"
"Ne konuşacağız"
Mert birden olduğu yerden kalkarak Meryemcenin yanına geldi. Yere oturup başını ablasının dizine yasladığında Meryemce dikkatimi çekti. Elini Mert'in başına koyarken, biraz düşünmüştü. Mert'in saçını hafif sevdikten sonra;
"Neyin var Mert"
"Abla ben, hani sen kızdın ama Tevfik beyin işine bir baksan"
"Ne işi bu"
"Yardım işi abla, bende bir tane bina çizeceğim. Biz sadece maddi yardım edeceğiz"
"Ne yardım işi Mert"
"Ticaret abla"
"Mert ne ticareti"
"Hımm gıda abla, biz dediğim gibi maddi yardım yapacağız"
"Gıda mı yardım mı Mert, karar ver"
"Gıda ticareti abla"
"Ortakları kim"
"Biz sadece biz işte"
"Tamam Mert düşüneceğim"
Mert hızla başını kaldırıp ablasının gözlerine baktığında Meryemce gülmüştü. Meryemce de gördüğüm gülüş bana o kadar itici gelmişti ki. Derin bir nefes alıp ağızımı açtığımda çocuklar avluya girdiler. Ali ve Cansel avluya girdiğinde peşinden bizden gibi olan Yasin ve Pars girdi. Ayağa kalktığımda bize doğru yaklaştılar. Yasin ve Pars ile el sıkıştığımızda göz ucuyla kenarda oturan Meryemceye bakıyorlardı. Pars ve Yasin birden aynı anda derin nefes aldıklarında boyunlarında gördüğüm damarlarla;
"Siz iyi misiniz Yasin bey"
"He evet evet gayet iyiyiz değil mi Pars"
"Hımmm"
Yasin derin bir nefes alıp;
"Hanımefendi biz hazırlandık gidiyoruz"
Meryemce başını kaldırdığında Yasin'in ve Pars'ın sessizce küfür ettiklerini duymuştum. Meryemce yavaşça ayağa kalkıp;
"Çınar burada mı, hava alanına mı geçti"
"Minibüste "
"Arasana gelsin "
"Gelmesin Meryemce, gelmesin. Sen git yanına"
Meryemce başını sallayarak, yanımızdan ayrıldı. Hızlı bir şekilde konaktan çıktı. Ali Reha babam ve amcamın elini öperken, Mert ve Dağhan köşede oturuyorlardı. Ali annemlerin yanına gittiğinde edeple başı önünde hepsinden helallik alarak yanımıza geldiğinde Hazar ve Bedirhan'ın elini öpünce saçlarını karıştırdım. Ali herkesle görüşüp yanımda durunca;
"Seninle en son arabaya binerken vedalaşacağım kral eniştem"
"Tamam "
Cansel mutfaktan ağlayarak avluya geldiğinde annem kollarını açtı. Anneme sıkıca sarıldığında hıçkırarak ağlamaya başlamıştı. Bütün hanımlar sıkı sıkı Cansel'e sarılırken, o iyice ağlıyordu. Herkes ona tekrar gel dedikçe başını sallıyordu sadece bir an durdum. Benim ailem karımın bütün yaralılarına sahip çıkarken, canım dediği ailesi kardeşi ve abisi neden Meryemceme kızıyordu ki. Başımı sallarken, Cansel yanımıza geldi. Mina gibi nazlı nazlı babama sarılınca, babam başını öpüp;
"Cansel kız, cankız, burası da senin evin. Burası cici babanın evi her zaman kapısı sana açık tabi peşindeki kara yağız delikanlıya da. Biz seni hepimiz çok sevdik deli gelinimin deli kızı."
"Bende sizi, hepinizi çok sevdim Mirza dede. Annem gibisiniz iyi ki sizi tanıdım. Beni torunlarınızdan ayırmadınız. Allaha emanet olun "
Herkes yavaş yavaş kapıya giderken, Ali Reha koluma girerek beni konağın köşesine çekti. Elimi tutarak öptükten sonra;
"Eniştem, ben seni şu kısacık zaman içinde çok sevdim. Sen çok güçlü birisin, o kadar güçlüsün ki kolumun altında kocaman bir dünya tutabiliyorsun. Enişte ablama çok dikkat et. Mert yaşı büyük olsa da içi bir türlü büyümeyen bir çocuk. Mert kendi bencilliği, istekleri yüzünden ablamı yine parça parça edecek. Sen ablamı dinleme, sen ablamla Mert arasında duvar ol. Ben demiyorum ağızını burnunu kır, ablamdan uzaklaştır, aksine yapma ama sadece ablamı yaralı bir kuş bil avcunun içinde tut. Ablam seni çözdüğü için, Mert'e bir şey yapma diye ayakta durmaya çalışıyor. Ablam çok iyi biliyor ki aradan çekilse sen onu öldürürsün. Senin sakin ama tetikte kalman lazım. "
Ali'nin saçını karıştırdığımda gülmüştü. Ali arkasına dönerek bir iki adım atmıştı ki sedirde oturan Mert ve Dağhan'a baktı. Başını eğmişti ki hızla kafasını kaldırıp;
"Dağhan Selim Ateş, sana hiç bir zaman sözüm olmaz. Ailenden uzak kalmışsın hiç bir şeyden bir haberin yok. Şurada bir veya iki senedir yanlarındasın. Şimdi söyleyeceğim Mert beye; Nasıl olsa küsmüyor, her durumda idare ediyor dediğin kişinin gün gelir o kocaman sevgisi kocaman bir nefrete dönüşür ve senden tamamen vazgeçer. Unutma kimse vazgeçilmez değildir"
Mert kaşlarını çattığında Dağhan dikkatimi çekti. Başıyla Ali'ye hak vermişti. Ali bir şey demeden önden giderken, bende arkasından konağın önüne çıktığımızda Cansel annemin yanağını öpüyordu. Elimi onun başına koymuştum ki konağın olduğu sokak Meryemcenin gür sesiyle inledi. Sağ tarafa baktığımda dört arabanın en önünde duran siyah minibüsten geliyordu sesi. Oraya doğru bir adım atmıştım ki minibüsün kapısı açıldı. Meryemcenin bir ayağı yere basmıştı. Araç içindeki Çınar bey ne dediyse birden gür sesiyle İtalyanca bağırarak bir şeyler diyerek minibüsten indi. İki elini kapının kenarlarına koyarak;
"Şu kocaman dünyaya kocamın tek tırnağını değişmem. Gerekirse o iti de kocamın ayağına veririm. Şimdi kapat o çeneni"
Meryemce sert şekilde minibüsün kapısını kapatıp bir adım atmıştı ki gür sesiyle;
"Afkurma şahin afkurmaaaa"
Hızla yanımıza geldiğinde köşede duran Yasin'e baktı. Yasin başını sallayarak minibüse giderken, Pars yanımıza geldi. Meryemce onu da başıyla göndermişti. Cansel'i sıkıca sarıp öpüp kokladıktan sonra;
"Annem derslerini iyi bekliyorum. Kendine dikkat et önce Allaha sonra sizi birbirinize emanet ediyorum. Hadi git minibüsteki adamı sakinleştir"
"Tamam annem. Allaha emanetsin. Seni önce Allaha sonra cici babama emanet ediyorum. Ve sakinleş lütfen"
Meryemce, Cansel'i tekrar öptüğünde, Cansel ağlamaya başladı. Meryemce ondan bir adım uzaklaştığında Cansel bana sarıldı. Saçlarını severek kulağına sessizce;
"Merak etme seni yine alacağım buraya hem yazın mutlaka geleceksin. Sinan abinin düğününe"
"Dimi baba"
"Evet babam hadi ağlama"
Cansel benden uzaklaşıp, minibüse giderken, Eren'e el sallamıştı. Minibüse bindiğinde Ali Reha ablasının beline sıkıca sarılıp yanağını öpüp;
"Seni seviyorum annem, babam, ablam. Bu zamana kadar yaptığın her şey için çok teşekkür ederim. Allaha emanet ol canım ablam. Seni önce Rabbime, sonra enişteme emanet ediyorum. İyi ki varsın. Kemal ateşin tek doğru yaptığı şeysin. "
"Yürü git oğlum ya. Kendine dikkat et, her zaman hala elim ensende unutma. Her şeyini Yasin'e ver. Havaalanına gitmeden halledecek. Seni seviyorum ciğer parçam"
Ali Reha ablasından biraz uzaklaşarak göz yaşlarını silip;
"Tanışmadık güzel bayan"
"Doğru tanışmadık genç beyefendi"
"Ben Ali Reha Karaaslan, beyin cerrahi Çınar karaaslan'ın oğlu"
"Bende Meryemce Alibeyoğlu, Mustafa Hamza Alibeyoğlunun karısıyım"
"Geç tanıştık sizinle vakit geçirmek isterdim fakat arabada köpüren bir cici babam var"
"Hadi oğlum yolunuz açık olsun"
Ali Reha başıyla tekrar selam verip koşarak minibüse gittiğinde, Pars geriye geldi. Elindeki mavi dosyayı Meryemceye uzattığında karım korkarak eline almıştı. Önümüzdeki arabaya bindiğinde konak önünden ayrıldılar. Konağın içine girerken babam Meryemceyi kolunun altına aldığında karım ilk defa taş gibi kaldı. Avluya girdiğimizde babam Meryemceye dönerek;
"Niye öyle oldu kızım"
"Nasıl baba"
"Karaaslan dedi soyadını"
"Baba istemiyorum ona ulaşsın dayısı ve dedesinin pisliği"
"Anladım kızım. Peki sen iyi misin gözlerin bir garip bakıyor ilk defa. Gözlerinin beyazı koyu kırmızı sanki kanayacak gibi"
"İyiyim baba merak etme"
Sedirlere oturduğumuzda babam ve amcam oturmadan çarşıya gittiklerini söyleyerek konaktan çıktılar. Halamlar da aşiretten bir ağanın yeni gelinini görmeye gideceklerini söyleyerek benden izin aldıktan sonra konaktan çıktıklarında Baran avluya girdi. Annemler avlunun bir köşesine geçtiklerinde Nisa, Gülcan ve Dağhan hazırlanmış yanımıza geldiler. Meryemce kucağındaki dosyadan bakışlarını kaldırıp;
"Nereye gidiyorsunuz siz"
"Gülcan'ın doktor kontrolü var. Hastaneden sonra gelinim ve hanımla biraz çarşı gezeceğiz"
"Öyle mi ne güzel Mert nerede"
"Oda az sonra şantiyeye gidecek "
"Tamam Dağhan"
"Sen iyi misin Meryemce"
"İyiyim ne oldu ki"
"Halsiz gibisin"
"Evet halsizim gidip yatacağım"
"Belli yorgunluktan gözlerinin akı kıpkırmızı"
"Evet hadi geç kalmayın gidin"
Onlar avludan çıkarken, Mina'nın konağın kapısından bir girişi vardı ki onun haline gülmüştük. Sağ tarafıma göz ucuyla baktığımda Meryemceyi sabahtan beri ilk defa böyle gülerken gördüm. Mina heyecanla;
"Baba, amcacıklarım bana bozuk para versenize lütfen, lütfen"
Biz ona gülerken, Meryemce kaşlarını çatarak sert sesiyle;
"Mina iyi alıştın para istemeye annem"
"Anne ama pamuk şeker var, lütfen hem de gözümün önümüzde yapıyor lütfen lütfen"
"Ah pardon pamuk şekeriyse özür dilerim."
Cebimden para çıkarana kadar Hazar yüz lira verince Mina önce bana sonra annesine bakıp;
"Anne cici sakallı annemde senin gibi. Bozuk para anlayışınız aynı"
Meryemce sadece başını sallamıştı. Mina elinde parayla konaktan çıktığında Meryemce elindeki dosyayı masaya bırakmıştı ki Leyla yanımıza kahve ile geldi. Kahvelerimizi elimize aldığımızda Meryemce kahvesinden bir yudum almıştı ki Mert yanımıza geldi. Mert başıyla bize selam verip Meryemce'ye dönerek;
"Ben konuşayım mı abla"
"Bir dur Mert düşüneyim"
"Abla bana güvenmiyor musun"
"Ne alakası var Mert büyük iş diyorsun düşüneyim"
"Abla ne olur sanki bir kere direk tamam desen"
Meryemceden önce konuşarak;
"Mert ablan biraz rahatsız sonra konuşun bu konuyu"
"Tamam abi tamam. Abla sende çabuk düşünür müsün"
"Tamam dedim Mert "
Mert kapıya doğru bir kaç adım atmış ki Mina avluya girdi. Elindeki üç büyük pamuk şekerini zor tutuyor gibiydi. Mert elini Mina'nın başına koyarak;
"Mina bunlar boyalıdır"
"Olsun Mert dayı, babam bir şey demedi. Sen işe gidiyorsun galiba"
"Evet gelirken bir şey ister misin"
"Yok istemem Mert dayı, sana kolay gelsin"
Mert konaktan çıktığında Mina koşarak yanımıza geldi. Elindekinin birini Leyla'ya uzatıp;
"Yiyelim mi leyloş"
"Yiyelim ama benim şirkete gitmem gerek"
"Yiyelim öyle git"
Leyla ile Mina köşeye geçtiğinde Meryemce tebessümle onlara baktı kısa bir an. Masanın üzerindeki mavi dosyayı açıyordu ki cebindeki telsizden ağlama sesi geldi. Meryemce ayağa kalktığında bir iki defa elini başına koyması canımı sıkmıştı. Masadaki dosyaya elimi atmıştım ki yanımıza gelen Sultan abladan tekrar kahve istedim. Dosyayı önüme çektiğimde Mina birden;
"Aaa Hünkar dayım gelmiş"
"Geldim ya dayım"
Mina elindeki pamuk şekeri masaya bırakıp ona doğru koşarken, bize doğru yürüyen adama baktım. Nasıl sağlam basıyordu yere, buralarda olsa herkes titrerdi Hünkar beyin önünde. Yanımıza geldiğinde kucağındaki Mina'yı sol koluyla tutarken, sağ elini bana uzatarak;
" Mustafa Hamza ağam rahatsız ettim sabah sabah"
"Olur mu Kerem bey, buyurun kahve içelim"
"İçeriz Mustafa ağam içeriz. Benim Meryemceyi görmem mümkün mü?"
"Bebekler ağladı. Onların yanına gitti buyurun oturun"
Kerem Hünkar bey kucağında Mina ile sedire oturduğunda, Leyla yanımıza geldi. Kerem bey Leyla'ya göz kırptığında Leyla;
"Hoş geldiniz Hünkar bey"
"Bey mi?"
"Tamam özür dilerim. Hoş geldin Kerem abi "
"Hoş bulduk ürkek kıvırcık serçem"
Hazar öksürmeye başladığında, Kerem bey gülerek;
"OO serçem doğru senin artık sahibin vardı. Şimdi biz sana kompliman yapamıyoruz dimi? tüh"
"Evet kendi çok sinirli bir adamdır."
"Ne yapalım bizde Meryemcenin arkasına saklanır öyle yaparız"
Hazar tek kaşını kaldırıp Leyla'ya baktığında, Leyla yavaşça Hazar'ın yanına gelip oturdu. Kerem bey gülmeye devam ederken, Mina elini Kerem beyin yanağına koyarak;
"Hünkar dayı"
"Efendim ilk göz ağrım"
"Dayı senin kızın oldu ya hani"
"Evet canım"
"Beni hala seviyorsun dimi"
"Mina biz bunu seninle konuştuk. Sen benim nefesimsin, ilk göz ağrım, ilk evlat kokumsun hayırdır"
"Beni kimler seviyor ona bakıyorum dayı"
"Sebep"
"Hiç öylesine "
"Mina yalan sevmem. O şirketteki Hünkar dayın gelsin istemezsin dimi"
"Peki, peki söyleyeceğim. Mert dayım ben üveyim diye annemi üzdü. "
"Mina senin o salak dayın halt etmiş. Sen üvey nasıl olursun, can kızısın annenin sen bakma o salak dayına. Hem ben senin anneni üzer miyim"
"Üzmezsin dayı. İnci anneannem hastanede midir"
"Evet, Serdar deden de baroda"
"Tüh peki nazlı nerede"
"Oda Hümasıyla dedenin evindedir orada kalıyorlar"
"Annemi çağırayım hadi bırak beni"
"Bırakmam"
"Yaaaa bende seni babama şikayet ederim"
Kerem bey Mina'yı bıraktığında, kızım koşarak giderken Hazar birden;
"Mina sizin sinirli halinizi mi gördü"
"Adamın birini onun yanında dövdüm, neden ki"
"Nasıl yani? Mustafa'yı öyle gördüğü için kaç gece hastalandı. "
"Basit ben onun dayısıyım. Ben sinirlenebilirim. Ben sert bir dayıyım. Sizde farklı Mustafa Hamza bey onun koruyucusu, kahraman babası olarak tanıdı, sizi sevecen amcalar diye. "
Baran birden;
"Onun için mi böyle"
"Mina üç yaşındaydı galiba, Meryemce acil bir ameliyata girdi. Kadir benim en sağlam adamım gidip hastaneden getirdi ilk göz ağrımı. Beraber şirketin basketbol sahasına çıktık. Ben Mina ile oynuyordum. Bir tane ortağım vardı. Rahmetli ortağım Mina'yı her hangi bir kız zannedip hafif itince kendini potada bulduğunda Mina kahkaha atmıştı. Ben sert dayıyım, eminim sizi şimdi döverken görse sıkıntı olmaz artık"
Ağızımı açmıştım ki Kerem bey ayağa kalktı. Arkama doğru bakarken bende o tarafa döndüm. Meryemce üzerindeki hırkayla sıkıca sarılmış başı önünde bize doğru geliyordu. Başını kaldırdığında gözlerini kocaman açarak;
"Hünkar sen niye geldin, sabah telefonda"
"Sana bakmaya geldim. Leyla bana bir tansiyon aleti getirir misin"
Leyla hızla oturduğu yerden kalkıp Meryemcenin odasına girdiğinde, Hünkar tek kaşını kaldırıp Meryemce'ye baktığında;
"Hünkar"
"Sus, başın ağrıyor mu"
"Hafif"
"Belli hafifmiş, gözlerin kan çanağına dönmüş. Tansiyonuna baktın mı gerçekten?"
"Baktım"
"Yirminin üzerinde değil mi?"
Kerem bey üzerinden ceketini çıkarıp sedire bıraktığında;
"Şu avluda hiç kimse bilmiyor dimi senin sinirlenip, bağırıp çağırmadığın zaman tansiyonunun çıktığını. Hiç biri bilmiyor dimi kalben zorlandığında tansiyonunu çıktığını"
"Kerem Hünkar "
"Kes sesini Meryemce"
Leyla elinde tansiyon aletiyle geldiğinde hemen elinden alıp bileğine ben taktım. Meryemce ile göz göze geldiğimizde karşımdaki karım değildi sanki. O gözlerde gördüğüm yorgunluk beni bitirdi. Bir kaç gün içinde nasılda tüketti Mert benim güçlü karımı. Sinirle tansiyon aletine baktığımda yanlış gördüm sandım. Birden gür sesimle;
"Büyük yirmi iki küçük on sekiz mi? Meryemce beyin kanaması geçirecek gibisin"
Annem yanımıza geldiğinde, Meryemce derin bir nefes alarak nefesini toplamıştı ki;
"Kalk hastaneye gidiyoruz"
"Tamam ağam sakin bir şey yok"
Ağızımı açıyordum ki omzumda hissettiğim elle soluma baktım. Kerem bey hafif omzumu sıkıp;
"Sakin ol Mustafa Hamza ağam, buz gibi suya bir buçuk limon sıkıp içsin. Düşmezse tansiyonu gideriz."
Bakışlarımı karıma çevirdiğimde başını arkasında duran annemin karnına yaslamış bana bakıyordu. Sultan abla içinde buz kalıpları olan büyük bardağı Meryemcenin eline verdiğinde;
"Abla sağ ol"
"Sen iyi ol, sağ ol"
Sultan abla giderken, Kerem bey Meryemcenin dizinin dibine çökerek;
"Başını kaldır bakayım burnun kanadı mı"
"İyiyim Hünkar bir şey yok, dosyaya bakacağım versene"
"Önce bir tansiyonun düşsün"
"Hünkar"
"Tamam iç şu elindekini söz ben anlatacağım"
Meryemce elindekini üç yudumda içtiğinde annem;
"Meryemce boğazın şişecek"
Meryemce bir şey demeden başını önüne eğince Kerem bey gülerek çöktü yerden kalktı. Sultan abla elinde büyük kahve kupasıyla geldiğinde Kerem bey başıyla teşekkür ederek elinden aldı. Sultan abla gittiğinde Meryemce annemin omzuna koyduğu elini öperek;
"İyiyim annem merak etme. Senden bir şey isteyeceğim"
"Söyle annem"
"Anne oğullarıma bakar mısın? bir dakika ya, anne sizi tanıştırayım, bu adam Kerem Hünkar benim en iyi dostum. Kimlikte benden yedi yaş büyük gözükse de aramızda sadece iki yaş var. "
"Hoş geldin oğlum"
"Hoş bulduk Mihriban teyzem"
Annemler sedirlere giderken, Meryemce önümdeki dosyayı alacakken Kerem beyin daha bir yudum bile almadığı kahvesine parmağını batırıp karıştırdı. Hünkar gülerken masadan peçete alarak karıma uzatırken;
"Meryemce ne yaptın"
"Bir şey olmaz ağam"
Meryemce dosyayı açıyordu ki Kerem bey dosyayı hızla kapatıp;
"Sessiz bir yere geçelim. Kocan yani mahşerin dört atlısı da gelsin"
"Peki Hünkar buna da peki"
Ayağa kalktığımızda Meryemce oturuyordu. Kerem beye çalışma odama geçelim demiştim. Bizimkiler birde Kerem bey ile çalışma odasına çıkarken, Meryemce bizim odaya doğru gittiğini göz ucuyla gördüm. Çalışma odasına girdiğimizde Kerem beye odadaki berjeri gösterdim. Elindeki ceketini oraya koyarken, belindeki silahını gördüm. Silahını bel boşluğuna çekerken, Meryemce odaya girdi. Elindeki telefonu masamın üzerine koyarak Kerem beyin belindeki silahı çekip aldı. Birbirlerine öyle bakmışlardı ki bizimkiler öksürdüğünde, Kerem bey gülerek;
"Bence bana öyle bakma "
"Sende benim yanımda şunu taşıma "
"Kocanda taşıyor"
"O benim kocam"
"Meryemce hadi şuraya uzan anlatmam yoksa"
"Tamam"
Meryemce koltuğa giderken elimi tutmuştu. Uzun koltuğun ortasına oturduğunda yanına eliyle vurdu. Karımın yanına oturduğumda hemen belime sarılıp alnını boynuma yasladığında sessizce;
"Ne zaman söyleyecektin böyle bir sıkıntın olduğunu"
"Az bekle iyileşeceğim. Kokunu alayım"
"Meryemce yavaş yavaş artık kendini, karanlığını anlat bana. Birileri seni toplamaya gelmesin"
"Onlar sözleriyle topluyor sen varlığınla yetiyorsun adam"
Ağızımı açmıştım ki Hazar'ın ne zaman gidip aldığını fark etmediğim ince battaniyeyi Meryemcenin üzerine örttüğünde, Kerem bey önümüzdeki orta sehpaya oturdu. Bedirhan ve Baran berjerleri bize çevirdiğinde Hazar ayaktaydı. Hafif Meryemceyi üzerime, kendime doğru çektiğimde Meryemcenin ayak ucuna oturmuştu. Meryemce elini sol göğsüme koyduğunda;
"Anlat Hünkar"
"Bak şimdi babamın sana dediği işi çözemedim. İt amcan, sincanlı ve Tevfik ortak bir şey döndürüyorlar ama tam su üzerine çıkmadı. Diğer olay Hande Akça dan yüksek bir meblağ almış"
"Ne için almış"
"Kendi başına senin desteğin olmadan bir iki bina yapacakmış, onu da sana gösterecekmiş"
"Neden"
"Salak kardeşin sana büyüdüğünü kanıtlamak istiyor"
"Başka bir şey var mı?"
"Mert, seni soranlara az kaldı dönecek diyormuş"
"Duydum dün Ali söyledi. Her zamanki damarındaki Kemal ateş kanı kaynamaya başladı. Mustafa'dan kıskanıyor beni "
"Hım"
"Hünkar başka bir şey var."
"Meryemce"
"Konuş "
"Okuma mimiklerimi"
"Söyle sende "
"İki gün önce bizim kızlar, yardım gecesi vardı oraya gittiler."
"EE"
"Hande bizimkilerin yanına gelip eski defterleri açmış"
"Hangisi senin benim "
"Evet senin benim ilk aşkım olduğunu, benim senin birlikte olduğun adam olduğumu. Mina'nın asıl babasının benim olduğumu. Bizim kızlar ağızının payını vermişler ama"
"Ahh"
"Meryemce bu olayın çıkmasını şey "
"Kim çıkarmış"
"Mert çıkarmış, bu söylenenler Mustafa beyin kulağına giderse, seninle kavga eder ve "
"Ve ben babasına bile posta koyan kız, kocamı hiç dinlemem dimi"
"Evet Meryemce"
"Tamam ben ona ilk uyarımı bu akşam çok güzel yapacağım. O itin büyüme zamanı geldi. Babasının aaa"
"Sen ciddi misin? sen mi söylüyorsun bunları"
"Evet Kemal ateş'in cici oğlu artık büyüsün. Gerçekleri görsün. Bizimkilere söyle çekilsinler arkasında. Tevfik, amcam olacak ve Sincanlı sıksın boğazını"
"Meryemce"
"Yeter Hünkar gerçekten"
"Tamam hadi kapat gözlerini "
Meryemce sadece başını sallamıştı. Üzerindeki ince battaniyeyi omzuna kadar geçerek hafif kaydım. Meryemce elini sağ damarımın üzerine getirdiğinde, Kerem bey cebindeki telefonu çıkarıp bir şeyler yaptıktan sonra;
"Meryemce İsmail sana bi, Meryemce hu, kız Meryemce. Derin uyuyor, inanmıyorum yaa"
"Kötü bir şey mi"
"Bilakis çok güzel bir şey. Meryemce sadece kendini güvende hissettiğinde derin uyur. Mesela benim yanımda hafif derin uyur."
"Onun için beyaz sudan dönerken' Sen beni uyutuyorsun, ben bunu sevmedim' dedi"
"Ah yaralı kuzum Meryemcem"
"Nasıl yani"
"Bakın, bu kadın benim için ekmek gibi, su gibi kıymetli. Ben bu narin gülü tanıdığımda beş yaşındaydı. Meryemcenin beş yaşında ilkokula başladığını bilmiyorsunuz dimi. Kemal ateş araya aracılar koyarak beş yaşında okula başlatmış. Bende yetimhaneden altı yaşında çıktım. Okula başlamam yedi yaşımın sonunu buldu. Sınıfa girdiğimde bunun yanına oturttular beni. O zaman sınıf öğretmenimiz bir şey fark etmişti. Meryemce uyusa da her şeyi hemen alıyordu. Bütün algıları uyurken bile açıktı. Ben yetimhaneden geldiğim için, o da ufak olduğu için çok sessizdik. Teneffüslerde bile yan yana otururduk. Sene sonu karne almamıza iki gün vardı birden koluma sarıldı. Kaşlarımı çatarak ona bakıp 'ne oldu' dedim. Bir sene boyunca birbirimizle hiç konuşmamıştık. Ben onun, o benim sesimi derslerde duyuyorduk. Neyse ne oldu dediğimde, 'ben seninle ayrılmak istemiyorum' dedi. Bunu bizim sınıf öğretmenimiz duydu. Beşinci sınıfa kadar hiç ayırmadı bizi. Bazen onu mecburen cam tarafına gönderirdi çünkü biz birbirimizden başkasıyla konuşmuyorduk. Orta birinci sınıfta başka sınıfa düştüm. Meryemce bir tedirgindi. Dağhan ile bizim okulumuz aynı bahçede arada bir duvar vardı. Neyse perşembe günüydü. Teneffüste yanıma bir gelişi vardı ki daha on yaşında omzundaki sınıfın, derslerin ağırlığıyla sıkıca boynuma sarılıp hıçkırarak ağlıyordu. O gün her teneffüste yanımdaydı. Konuşmuyor sadece ağlıyordu için için. Okul çıkışı büyük Hünkar yani dedem geldi. O gün bana ona göre sevdiğim kızı sordu. Aklım onda kaldı. Normalde o sene her teneffüs Dağhan'ın yanında olurdu ve bende bunu kıskanırdım. O zaman cuma geçti, cumartesi geçti, pazar geçti, pazartesi geçti Meryemcen ses seda yoktu, çünkü hafta sonları kursumuz vardı. Salı günüydü. Dedem okula geldi ben dedemi ilk defa bu kadar siyah görmüştüm. Benim dedem eski askerdi. Benim böyle sakin olduğuma bakmayın normalde askeri eğitimle büyüdüm. Benim hikayem daha çok karışık neyse bende konudan konuya atlıyorum. O gün dedem geldi, bana çantamı toplamamı söyledi. Çantam ile sınıftan çıktığımda dedem ile özel bir koleje gittik artık burada okuyacaksın dedi. O zamana kadar ağlamayan ben Meryemceden ayrıldım diye ağlıyordum ki merdivenlerden çıkan Meryemce ile o kadar mutlu oldum ki. Ondan sonra bu yaşıma kadar hiç ayrılmadım ondan. Bizim yani bizim dostluğumuz çok eskiye dayandığını bile fazla kimse bilmez. Mert benim yüzümden çok canını yaktı onu geçtiğimiz zamanlarda"
Hazar bir an gür bir sesle;
"Ne demek can yakmak. Nasıl yaktı"
"Ahh işte ben sizde bunu seviyorum. Siz onu koruyorsunuz. Mert, Meryemcenin hayatında Dağhan'ı bile istemez hep kendi olmak ister. Onun abla kıskançlığı hastalık derecesindedir. Meryemce yirmi dört yaşından sonra rahata erdi. Fakat Mert hep onu sıkıştıracak bir yol buldu. Ablasının ilgisi kendi üzerinde olsun diye. Size bir şey diyeyim ben ve ailem yani annem babam Meryemce ikizlere hamile olduğunu söylediğinde ne kadar mutlu olduk."
"Neden"
"Nedeni şu Baran, çünkü o Mert iti yüzünden Meryemce çok kötü dayak yedi. Bizim evin önüne geldiğinde yürüyecek hali yoktu. Bileklerinde ayaklarında ip izleri vardı. Bu it tefecilere borçlanıyor, bunu da Meryemceye söylemiyor ve bir gün bir anda abla ben Almanya'ya gidiyorum diyerek gidiyor ve olan Meryemceye oluyor. Adamlar nasıl dövdüyse kapının önünde öldü diye aldık içeriye dedem hemen kucağına al gidiyoruz dedi. Hastaneye gittiğimizde annem yanımıza geldi. Kadın doğumcu Meryemcenin bebeğinin olması zor demişti. Onun için Mina'ya sıkı sıkı sarıldı. Daha bir sürü şey var. Meryemce yirmi dokuz yaşında çok ama çok güçlü bir bayandı. Onu, ondan dinleyin derim. Mustafa Hamza sana bir şey diyeyim mi"
"Buyur Kerem bey"
"Onun başındaki saçını hiç haram erkek görmedi."
"Nasıl yani"
"Yirmi dört yaşında son kez elinden tuttum ve alışverişe götürdüm. Meryemce o kadar istiyordu ki kapanmak Kemal Ateş izin vermiyordu. Bir iki defa tokat yediğini de bilirim. O gün gittik alış verişe bir sürü kıyafet aldık ona. Mert'e haftasonu yokum dedi. Meryemceyi aldığım gibi bizim köy evine götürdüm. Hayriye nine vardı onu yanımıza aldık. Oturduk gece geç saatte önüme oturdu ve ben o ve Hayriye teyze ağlayarak ben onun saçlarını kestim. Meryemce o zaman bir söz söyledi. Ben yeniden doğuyorum Yusuf, her şey güzel olacak dedi. O gece son kez af edersin ama sıkıca sarıldım ona. Ondan sonra hiç kimse dokunmadı ona, el bile vermedi. O sana geldiğinde tertemiz bir kızdı. Onu çok yıprattılar. Bizim aramızdaki dedikoduyu bile Mert kıskançlığından çıkarmıştı. O öyle zifiri karanlığa sahip bir kraliçe. Ne mutlu siz dördünüze, onu yakından tanıyorsunuz. Onun ne Devran, ne Dağhan ne de Mert karanlık tarafını bilmez."
Herkes gibi bende Kerem beye bakıyordum. Kolumdaki saat akşam üzeri beşe geldiğini gösterdiğinde;
"Bu akşam misafirimiz olun Kerem bey"
"Bey demeye devam edersen kalmam"
"Peki bu akşam kal kerem"
"Bakalım hanımefendi kal derse"
"Nasıl"
"İşte "
Ağızımı açtığımda çalışma odasının kapısı çaldı. Gel dediğimde sultan abla çay ve yiyecek aperatif bir şeyler getirmişti. Önümdeki sehpaya yaklaşırken, Kerem oturduğu yerden kalkıp kenarda duran boş berjeri çekerek oturdu. Sultan abla odadan çıkıyordu ki;
"Abla çıkardınız mı fareyi"
"Yok beyim çıkaramadık. Senin dediğin adam ancak gece gelebilirmiş, kızlar bile diken üzerinde"
"Tamam abla, gece bakarız çaresine"
Sultan abla başını sallayarak çıktığında Kerem birden ayağa kalkıp;
"Bana sakın konakta lağam faresi var demeyin"
"Neden "
"Meryemce onu görmemeli"
"Sultan ablada öyle dedi"
"Meryemce aslanın yanına gidip oturur, yılan sever ama nedense onu görünce hızla kaşınmaya başlar, hemen kusmaya başlar, gece kabuslar yüzünden uyuyamaz."
"Neden ki"
"İşte onu bende bilmiyorum. O pis hayvan çıkana kadar Meryemceyi mutfağa göndermeyin. Mümkünse oranın kapısı varsa"
Ağızımı açmıştım ki Meryemce uyandı. Yüzünü ovuşturup kendine çeki düzen verirken, ayakta duran Kerem;
"Ne oldu"
"Sana ne Kerem"
"İyi ben gidiyorum. Ne yemek nede bir çay ikram etmeden uyudun"
"Kapı orada bak yürü git"
"Bak giderim, sen oy kıymetlim diye ağlarsın"
"Sus kal bu gece"
"İstiyor musun"
"Vallahi dostum Hünkar gece tost yap diye uyandırmayacaksan, kal"
"Tamam kalayım"
"Ara Kadir'i gelsin. "
"Bir tek ben buradayım"
"Hımm bende salaktım. Bakayım. En az on adamın burada, Kadir havaalanında uçakta ve sen bu adamlara onları sinir edecek bir şeyler anlattın. Ah kıyamam birde şimdi diyorsun ki ah ne olurdu yirmi yaşındaki Meryemce olsaydı da evire çevire sevseydim. Hadi kalkın inelim aşağıya"
"Oğullarını göreyim mi Meryemce"
"Hayır tabi ki"
"Neden ki"
"Oğlum resimlerini gördün ve gösterdin baban ve annene. Şimdiden ikişer tane arabası var senin büyük garajda"
"Dayıyım ben"
"Bende hala olayım ister misin"
"Ol"
"Tamam sen kaşındın"
Meryemce yavaşça ayağa kalkıp masanın yanına giderek üzerindeki telefonu eline alıp, bir iki tuşa bastıktan sonra kulağına koydu. Biraz bekledikten sonra;
"Sakarya'daki gül bahçeli olan büyük villayı Nazlı Hünkar'a bir yaş doğum günü hediyesi olarak tapuyu babasına gönderin. "
Meryemce telefonu kapatıp Kerem'e göz kırpıp;
"Halayım ben"
"Maşallah sana"
"Hadi çıkalım"
Hep beraber odadan çıktığımızda, Meryemce önden giderken, ben karımı izliyordum. Huzurum olan kadın. Avluya indiğimizde annem Mina'yı tatlı sert azarlıyordu. Meryemce kollarını göğsünde birleştirip onları izlerken, Mina önce bana, sonra annesine baktı. Bizden aradığını bulamayınca Kerem'e baktı. Kerem kaşlarını çatarak;
"Ben sana her zaman diyorum ki bir yaramazlık yapınca hep açık yüreklikle söyle. Şimdi oh olsun sana"
"Dayı"
"Ne dayı"
Mina başını önüne eğince dayanamadım. Derin bir nefes alıp;
"Mina gel yanıma babacığım. Anne hayırdır"
"Soğuk meyve suyu içmiş bir kaç tane ve aç sabahtan beri"
Mina kucağıma çıkınca;
"Mina ne duyuyorum"
"Tamam baba özür dilerim"
"Doğru odana üzerini değiştir "
Selvi Mina'nın peşinden giderken Kerem;
"O hanım niye Mina'nın peşine gitti"
"İlgilenecek yeğeninle Kerem"
"Meryemcenin eli armut mu topluyor"
"Meryemceye hiç biri kıyamaz ki şuan"
"Neden"
"Meryemce şuan hasta ve onlara göre her şeyi düzelten bir melek. Onun için Meryemceyi el üstünde tutuyorlar"
"Desene gerçekten ait olduğu ailede artık Meryemce"
.................................................................
Zaman su gibi akmış akşam yemeği için masa hazırlanırken, Mina avluya geldi. Mina koşarak Kerem'in kucağına çıkıp bana baktı. Göz kırptığımda;
"Baba izin verir misin? Hünkar dayıma özlediğim bir şey yapacağım"
"Yap bakalım"
Mina başını Kerem'in burnuna yaklaştırıp;
"Kokla dayı"
Kerem derin bir nefes alarak;
"Allah'ım cennet kokuyor, pardon siz benim kızım mısınız"
"Hayır babamın kızıyım tatlım"
Mina, Kerem'in yanağını öpüp;
"Dayı "
"Efendim gül yüzüm"
"Beni yine götürsene"
"Nereye"
"O ineklerin olduğu yere"
"Tamam kuzum ben seni yine götürürüm. "
"Serdar dedem nasıl üzerine oturtturmuştu beni dimi. Sende kestin sonra kara kızı. Baba biliyor musun Kerem dayım büyük inekleri dua okuyor sonra kesiyor"
"Öyle mi çawreşamın"
"Öyle ya. Bir keresinde dayım kesti baba, annem de yanımızda duruyordu. Kerem dayım annemin eteğine elini sildiğinde, annem de elindeki bıçağın sapını dayımın başına bir vurdu, tak diye ses geldi başından dayımın. İncili anneannem ve sevgilisi Serdarcığım dayım ve anneme edi ve büdü diyor"
Ben kızımın yanağını severken, Kerem birden;
"Seni götüreyim incili anneannene"
Mina bir şey demeden hemen benim kucağıma geçince hepimiz şaşırmıştık. Kerem tek kaşını kaldırıp baktığında, yüzünü boynuma saklayarak;
"Baba sıkı sarıl bana, bırakma "
"Bırakmam da ne oldu şimdi"
"Kerem Hünkar götüreyim derse götürür, kimseye sormaz"
"Götüremez"
Mina başını boynumdan çıkarıp;
"Nasıl"
"Çünkü babalar kızlarını kimseye vermez. Bu dayıları da olsa, amcaları da olsa. Baba yok dedi mi kızlar oturur"
Mina elini üzerine sürüp Kerem'e oh dediğinde hepimiz gülmüştük. Biraz zaman geçmişti ki babam ve amcam avluya girdi. Babam önüme gelince yüzünden bir şey diyeceği belliydi. Derin bir nefes alıp;
"Konuş baba"
"Oğlum halanlar şey bu akşam"
"Bırak baba kalsınlar ben yapacağımı biliyorum"
Babam başını amcama çevirdiğinde amcam başını sallayarak cebinden telefonunu çıkarırken yanımızdan uzaklaştı. Kerem ayağa kalkıp babama elini uzattığında babam elini sıkarken;
"Baba Kerem bey yani Kerem Meryemce hanımın çok kıymetli dostu arkadaşı hatta abisi gibi diyebiliriz"
Babam tebessüm ederek;
"Sen korkusuz musun"
"Siz beni bir dakika Meryemcenin gizli aşkıydınız dimi? Şunu bilin babam sizi kıskanıyor"
Ben babama bakarken, babam gülerek yanımıza oturdu. Babam arada Meryemceyle sohbet ettiklerinde söylediğini söylemişti. Masa hazırlanmaya devam ederken, Meryemce kucağında oğullarımızla geldiğinde, Kerem benden gözleriyle müsaade almıştı. Başımı salladığımda hemen ayağa kalkıp Beyaz battaniyesine sarılı olan Ömer'i kucağına aldı. Derin nefesle koklarken, Hazar'da Meryemcenin kucağından Mirza'yı alırken, damadım dediğinde Kerem şaşkınca baktı. Ben onun bakışına gülerken, Bedirhan;
"Nasıl anlıyorsun damadın ay Mirza Asaf olduğunu"
"Dilamın battaniyesine taktığı iğnelerden birin de M harfi var diğerinde Ö harfi. Bedo nasıl amcasın ben anlamıyorum ki"
Meryemce mutfağa doğru adım atmıştı ki Kerem dahil aynı anda nereye dediğimizde, bir an korksa da mutfağa demişti. Ben ters baktığımda bana yaklaştı. Hafif kulağıma eğildiğinde;
"Ne oluyor ağam"
"Kızımızı yatır ve gün iş yapmanı istemiyorum. Tansiyonun ne alemde baktın mı"
"Baktım büyük on üç, küçük dokuz"
"Tamam, hadi al uyudu kızımız"
Meryemce yavaşça kucağımdan kızımı alırken, amcamda bize dahil oldu. Kahveler geldiğinde Kadir ve Serdar geldi. Yanımıza oturduklarında Kadir Kerem'e;
"Kerem bey hoş geldiniz"
"Bey mi nerede o. Kadir Alibeyoğlu abin bana Kerem diyorsa, birde benim için kıymetli biri sizdeyse aile olmuş olur muyuz Mirza amca"
"Tabi ki Kerem oğlum"
Kerem bir taraftan oğlumu severken bir taraftan bizi dinliyordu. Gençlerde avluya geldiğinde masaya baktım. İlk defa bu akşam ağırdan hazırlanıyordu masa. Sultan ablaya soracakken Eren elinde ufak bir çantayla avluya girdi. Bir kaç adımla yanımıza gelip;
"Eşofmanlarınız Hünkar bey"
"Hiç şaşırmadım. Onları isteyen hanıma nereye koyacağını sor"
Meryemce tebessümle başını salladığında, Eren mutfak tarafına yürüdü. Kerem'in kucağında mızıldanmaya başlayan Ömer'e göz ucuyla baktım. Kerem karşında adam varmış gibi konuşmaya başladığında iyice ağlamaya başladı. Kerem başını kaldırıp;
"Güzel bu ağlıyor"
"Normal bebek ya Hünkar"
"Ay sevsinler, ne istiyor"
"Gezmek istiyordur, ayağa kalk gez"
"Anası gibi arabaya koyup gezeyim mi?"
"Yok sen gezme anahtarı ver o gezer"
Avluda hepimiz gülerken, yanıma oturan babam kulağıma;
"Farkında mısın Meryemce bu adamla konuşurken nasıl rahat ve serbest özgür gibi"
"Baba ben bir şey anladım bu adamla konuşurken çalışma odasında"
"Ne anladın"
"Meryemceyi koruyup kollayan sadece bu adam galiba. Meryemce kolay çocuk ve gençlik geçirmemiş. Mert çok zor durumlarda bırakmış "
"Hiç öyle durmuyor aslına bakarsan, Mert ablasına saygılı, ne bileyim Dağhan ayrı seviyor gibiydi. Hoş ağam sana geçen fark ettiğim bir şeyi söyleyeyim. Dağhan evlendikten sonra karısına tamamen döndü. Meryemce kız kardeşi sadece kıymetli değil artık, yani herkes sen değil kız kardeşlerinin gözünün içine baksın, üzülüp kırılacak diye "
"Anlamadım ki baba"
Babam ağızını açmıştı ki bize biraz yaklaşan Kerem;
"Meryemce, Mert'i her zaman sevdirmek için iyi yanlarını gösterir ve anlatır. Mert'te iyi bir oyuncu gibi ablasının anlattıklarını oynar. Anneler nasıldır hep evlatlarının iyi tarafını görür kötü yanını kendine saklar, Meryemce de öyle. İşte tam da burada yanlış yapıyor Meryemce"
Biz başımızı sallamıştık sadece. Masa tam hazır olmuştu ki konağın kapısından sırayla Dağhan, Gülcan, Nisa ve sonradan onlara katılan Mert avluya girdiler. Kerem kucağında Meryemce'ye doğru yürüdü. Ömer'i verirken Meryemceye ne dediyse karım tebessümle başını sallayarak Ömer'i kucağına aldı. Kerem mutfak tarafına giderken, Mert o kadar kaşlarını çatmıştı ki fark edenler bana gösteriyordu.
Masa tamamen hazır olduğunda yavaş yavaş masaya geçiyorduk ki Kerem üzerini değiştirmiş, avluya girdi. Ayağa kalkıp bir iki adım atmıştım ki Mert yanıma geldi. Ağızını açtığında Kerem de yanımızda durdu. Üçümüz karşılıklı dururken Mert elini Kerem'e uzatarak;
"Hoş geldiniz Hünkar bey"
"Hoş buldum Mert"
"Kızını mı, ablamı mı özledin"
"Her zaman ablanı özlerim, sorun mu var"
"Ne olabilir ki, farkında mısın ablamın bir kocası var aman neyse"
Kerem biraz yaklaşıp sağ eliyle yakasını tutarak sessizce;
" Bence de o cümleleri kursağında tut Mert. Aramızda ki tek noktayı, duvarı bana yıktırma. Bak abin ve karın bize bakıyor. Benim sana olan takıntılarımı çok iyi biliyorsun, şimdi kimsenin huzuru bozulmasın delikanlı. Meryemce seninle, kocasının arasında duruyor ki bir gün büyürsün, yüzün kalsın ağaya karşı ama şunu o minik beyninden çıkarma. Sadece gözümü kapatırım ve sen toz olursun. Şunu bil ben seni nefessiz bırakırken, ablana konuşma hakkı bile tanımam. Sen nefessiz kaldığında sanma ablan bana düşman olur, olmaz. Başını eğer ve haklıydın Hünkar der değil mi Mert"
Mert gözlerini kocaman açarak evet manasında başını hafif sallamıştı. Mert bir adım geriye giderken, Kerem Meryemce'ye bakarak;
"Her geçen gün adam oluyor bu Mert Meryemce"
"Evet adamım baba olacak. Karşındaki askerden yeni gelen Mert değil artık "
"Akıllanmış o zaman aferin ona"
Mert elimi yıkayayım diyerek yanımızdan ayrıldığında, Kerem'e baktım. Masaya yürürken, hafif tebessümle sessizce;
"Benden korkmadı, sen den korktu ağa "
"Nasıl yani"
"Ben bildiklerimi söylersem, onu ablasından ayıracağını bildiği için"
"Sen nasıl bir adamsın"
"Beni kendi alanımda görmek istemezsin"
Elimle buyur ettiğimde tam Meryemcenin karşısına oturmuştu. Masanın başına oturduğumda beklemeden afiyet olsun demiştim. Bacağımın üzerindeki elle yanıma baktım. Meryemce tebessümle bana bakıyordu. Biz birbirimize bakarken, Hazar öksürüp;
"Pişt ağam yemeğini ye. Aklını çelmesine izin verme bu hanımağanın"
Herkes gülerken, Kerem;
"Nasıl yani Güzel"
"Ya bu adam benim kumam Hünkar"
"Nasıl "
"Mustafa Hamza beyin ilk aşkı"
"Hım o zaman Mustafa ağam benim"
"Senin yeni dostun"
"Belli belli, Meryemce masada iş konuşmazsın ama geçenlerde Mustafa bey İtalya'da olacak bir işi fes etmiş"
"EE haberim yok yani iş konuşmam ağam ile"
"Tamam benim bizim makarnacıyla aman Bernardo olan işim var ya"
"Hangi işin"
"Ya tır ve uçak işi yok mu? benim yerime Mustafa girsin. Hem ben yetişemiyorum"
"Bana niye diyorsun kendi yanında, yemekten sonra konuş"
"Tamam Bernardo ile konuştururum eğer kabul ederse ağamız"
"Tamam"
Başımı sallamıştım. Biraz zaman geçmişti ki Meryemce'nin eli hala bacağımda duruyordu. Sol elimle masanın altında sıkı sıkı elini tutarken bir şey dikkatimi çekti. Dağhan ve Mert öyle sinirle bakıyorlardı Kerem'e bu saygısızlığa tepki gösterecekken Meryemce birden;
"Kerem o salatadan değil diğerinden ye"
"Neden"
"İçinde çiğ soğan var, miden ağıracak"
"Tamam "
Kerem diğer salatadan yerken, Dağhan daha fazla dayanamayarak;
"Sen niye karışıyorsun adama"
"Arkadaşım olduğu için olabilir mi"
"Ne alaka Meryemce. Her geçen gün değişiyorsun"
Meryemce elini bacağımdan çekerek hafif Dağhan'a dönerek;
"Bak Dağhan, Hünkar akşam yemeğini asla takım elbiseyle yemez, Hünkar gece uyanır ya kahve içer yada karnını doyurur. Hünkar tek kaşını kaldırıyorsa sana inanmıyordur. Şimdi niye karışıyorum, biliyorum ona geleyim dostlarımı, ailemi takip ederim. Mesela Devran'ın tarçına alerjisi var. Mert kessen şeftali dokunup yiyemez. Sen asla soğan kabuğu sesini duymak istemezsin. Leyla kahvaltıda gül reçeli yemezse kendini doydu hissetmez. Hazar abim kahvaltıda sadece yedi tane zeytin yer ne az ne çok sadece yedi zeytin. Babam yani Mirza babam her yemekte ağızını tuzlu bir şeyle açar, tatlı bir tatla bırakır. Baran abim mutlaka her yemek bittiğinde büyük bir bardak su içer. Gülcan uyanır uyanmaz ağızına ufakta olsa çikolata atar. Annem yani Mihriban annem Mustafa ağızına bir lokma koymadan ağızına bir lokma atmaz. Başka sayayım mı? Mustafa ağam herkes odasına çekilmeden odaya gelmez. Sabah midesine ilk inen kahvesidir. Yemek yerken sol eli hep bacağında durur sol eliyle yemek yememek için. Yeter mi Dağhan. Sinan yemek yerken, hep elinde ufakta olsa bir ekmek vardır. Kader sabah aşağıya hiç bu taraftan değil mutfak tarafından iner. Yeter bence Dağhan çünkü bende liste uzun"
"Meryemce tamam"
Yemeğimiz normal sohbetle devam ederken Emrah birden;
"Ağa amca ben şeye Kerem beye bir şey sorabilir miyim"
Başımı salladığımda Emrah derin nefes almıştı ki Kerem ona dönerek;
"Bekliyorum delikanlı"
"Siz şimdi yengemizle arkadaşsınız ya, yengem yaramaz biri miydi"
"Yaramaz laf mı? yengeniz Mina hayatına girdiğinde yok ya o zaman bile devam ediyordu. Mina ile bungee jumping yapmıştı mesela. "
Biz başı önünde tebessümle duran karıma bakarken, avluda birden Mina'nın sesi yankılandı. Mina koşarak yanımıza geldiğinde korktuğu belliydi. Meryemce elini uzattığında Mina bana sığınmıştı. Kızımı kucağıma aldığımda Meryemce;
"Mina'm ne oldu prensesim, rüya mı gördün"
"Anne sen, sen iyi misin"
"İyiyim bak gözlerimde kan yok. Sen korktun rüyanda, hem karnında aç"
"Sen, sen"
"Tamam sakin ol bak üzerinde hangi kıyafet var. Elbisem var, baban yanımızda üstüne uyuz dayın Kerem burada"
Mina boynuma sarılıp sessizce kulağıma;
"Baba annemi öpsene sakinleşsin. Cellat annem olmasın"
Hafif Meryemce'ye baktığımda bize bakıyordu. Mina'nın başını öperek sessizce;
"O zaman seninle bir oyun oynayacağız"
Mina meraklanmış biraz daha bana sokulup kulağıma;
"Ne yapacağız baba"
"Sen annenin kucağına git bende onun sandalyesini seni tutmak istiyormuş gibi kendime çekersem annene sarılabilirim."
"Tamam"
Mina dediğimi aynen yapınca hafif eğilip Meryemcenin sandalyesini kendime doğru çektim. Mina annesinin kucağında başı benim omzumda öylece dururken, Meryemcenin beline elimi koydum. Meryemce Mina ile yaptığımızı anlamış olacak ki ikimize birden bakıp sessizce;
"Siz baba kız hiç iyi birlik olmadınız"
Kızımla biz gülerken, Sultan abla masaya baklava ile çay getirdi. Kızlar tabakları dağıtırken Kerem'in telefonu çalmaya başladı. Kerem ekrandaki isime biraz baktıktan sonra açtı. Kaşlarını çatarak;
"Anne hayırdır"
"Benim seninle işim yok gözümün nuru Meryemce yanında mı? dönüyorum dersen gebertirim seni"
"Yok anne burada da, sen ameliyathane de misin ben mi yanlış görüyorum"
"Kerem Hünkar, Meryemceye çevir telefonu"
Kerem telefonu Meryemce'ye çevirdiğinde;
"Ah hüzün gözlüm nasılsın"
"İyiyim hocam siz "
"Hım ortam gereği hocanım. Neyse bak şimdi kalpte bir şey sormam lazım. Seni başımdaki kameraya aktarsam "
"Olur hocam bekliyorum"
Hepimiz Meryemce'ye bakarken o dikkatle telefona bakıyordu. Kerem ona uzatınca Mina'yı gösterdiğinde tutmaya devam etti. Mina birden;
"Aaa incili anneannem, kalbi bize gösterecek"
"Evet annem dur bakalım"
"Meryemce bak kızım"
"Bakıyorum hocam, şimdi hocam kalbin o noktasındaki tümörü alman için kalbi durdurmalısın"
"Meryemce, damarları tıkalı"
"Hocam o zaman bypass yapacaksın. Adam masada kalır yoksa"
"Anladım."
"Hastan ameliyata girmeden sigara içmiş hocam"
"Farkındayım. Hadi kapat"
Kerem telefonu kapatıp gülmeye başladığında, Leyla çayından bir yudum alıp;
"Kerem abi bu anı ikinci defa yaşadın fark ettin mi"
Kerem gülmeye devam ederek başını salladığında, Meryemce de sallıyordu. Kerem çayından bir yudum almıştı ki yanımda tatlı yiyen Meryemceye bakıp hafif eğildi. İnanmayan gözlerle bakarken, Hazar tabağındaki tatlının yarısını Meryemcenin önüne koyduğunda Kerem birden;
"Kız sen baklava mı yiyorsun"
"Evet ne olacak"
"Sen ne zaman başladın tatlı yemeğe"
"İkizlere hamileyken"
"Sana bir şey soracağım, kocan mı aldı gerçekten "
"Evet istedim aldı"
Hepimiz aynı anda 'meryemce tatlı yemez miydi ' dediğimizde Mert;
"Ablamın alerjisi vardı tatlılara hele çikolatalı pasta hala sokmaz ağızına"
Meryemce göz ucuyla Mert'e baktıktan sonra önündeki tabağı biraz iterek çayından bir yudum aldı.
........................................
Tatlı ve çay faslı bitmiş keyif çayı içerken, sedirlerde ayrılmıştık. Meryemce annemlerle başka sedirde, biz başka sedirdeydik. Mina Sare teyzemin kucağında tekrar uyumuştu. Ben göz ucuyla kızımı izlerken, Meryemceyi fark ettim. Elini üzerine silkeler gibi yapıyordu. İkizler ağlamaya başladığında, Avşin ve Leyla ikizleri alarak bizim odaya giderken, Meryemce sol eliyle sağ elini kaşımaya başladığında derin bir nefes alıp;
"Meryemce hanım"
"Efendim"
"Niye elinin üzerini kaşıyorsun"
"Mahallede bir kaç evde lağım faresi görmüşler şimdi Gülcan söyledi gelirken duymuşta"
"Anladım"
Kerem'in sessizce küfür ettiğini duymuştum. Odamıza giren karımın arkasından baktıktan sonra yanımda oturan Kerem ile göz göze geldiğimizde hak verdiğimi anlamıştı. Ağızımı açmıştım ki Boran avluya girdi. Elini karnına koyarak;
"Ağam Mert beyi görmek isteyen bir bayan var"
Mert bir anda Boran'a baktığında, bilmem der gibi yapmıştı başıyla. Başımla gelsin dediğimde, Mert cebindeki telefonuna bakmıştı. Yüzünün rengi değişince, ne olduğunu soracakken Kerem kapıya doğru baktı. Benimle aynı anda gelen kadını görünce hafif sesli ' aferin Mert sana' dediğinde ona baktım. Mert hızla yerinden kalkıp kadının önüne giderken;
"Hande sen ne arıyorsun burada, şimdi ablam, karım"
Kadın yılışık bir şekilde Mert'in kolunu tutmuştu ki, avluda Meryemcenin sesi yankılandı.
"Hoş geldin Hande Akça"
"Hoş bulduk Meryemce, ay canım seni pasif gördüm"
"Ben hiç bir zaman pasif olmadım, aksine her zaman ki gibi neyse neden geldin"
"Mertciğim benden biraz borç almıştı. Bu gün ödeyecekti sabah ödemeyince geleyim dedim"
"Ne kadar aldı Mertciğin senden borç"
"Maddi olanı mı söyleyeyim, manevi olanı mı"
"Manevi olarak beş para etmesin de maddi giderin herkesin dilinde. Ne kadar borç"
"Haddini aşma Meryemce"
"Beni tehdit mi ediyorsun"
"Etmem yaparım, hatta şuan kocan ve yanındaki adam tamda seni titretecek bir tehdit konusu"
"Mina'nın Kerem'in kızı olması mı"
"Sen, sen "
"Ben ne? ben sinirlenmeden söyle ne kadar para"
"Beş yüz milyon dolar"
"Ne için aldı bu parayı senden "
Hande ağızını açmıştı ki, Mert birden;
"Boş ver abla, ben zaten şimdi vereceğim parayı hadi hande hanım"
"Mert kenara çık, söyle Hande için aldı bu parayı"
"Ah haberin yok mu? Mert İstanbul'da kendi başına ayakta durmak istediği için, yeni bir ofis açacak. Bizim daha doğrusu Kemal beyin kardeşi Rauf, Tevfik ve Sincanlı ortak iş yapacaklar. Birde senin kocan seni buraya hapis etmiş, Mert seni kurtaracak mış"
Meryemce kısa bir an başını önüne eğmiş Mert'e baktıktan sonra Kerem'e baktı. Kerem ayağa kalkıp;
"Söyle "
"Hanımefendin hesabına yatırır mısın parayı"
"Tamam"
Meryemce Hande'ye dönerek;
"Şimdi git ve kardeşime bir daha yaklaşırsan sonu hiç iyi olmayacak"
"Ne haliniz varsa görün. Mert kapıma gelirse her zaman kapım açık bunun önüne geçemezsin"
"Benim kardeşim karısı varken, senin kapına geliyorsa ben daha ona bir şey demem. Şimdi git"
Hande giderken sinirlenmiştim. Karımın elleri yanında yumruk olmuş kardeşine bakarken Boran'ı çağırdım. Boran soluksuz avluya girdiğinde yanıma çağırdım. Elimle eğilmesini söylediğimde başını eğdi. Sessizce;
"Giden kadını Eren ile uyarın, hanımağanızı rahatsız etmesin artık"
"Tamam ağam"
Boran koşarak avludan çıktığında, Nisa ayağa kalktı. Elini karnına koyarak;
"Mert o kadına niye gittin"
"Ben para aldım güzelim ondan"
Nisa üzgün bir şekilde başını salladıktan sonra;
"Abla ben odama gidebilir miyim"
Meryemce arkasına dönerek, Nisa'ya yaklaştı. Nisa'nın yüzünü severek;
"Git Nisa'm, Gülcan sende git. "
Gülcan ve Nisa merdivenlerden çıkıp gözden kayıp olduktan sonra Meryemce bir anda Mert'e öyle bir tokat atmıştı ki Mert'in eli yanağında;
"Abla"
"Kes sesini. Senin karın var karın. Ne demek eski sevgilinden para istemek"
"Abla"
"Sus bu ne hal Mert bu ne iş çevirmek. "
"Abla özür dilerim ben büyüdüğümü gör istedim. "
"Mert benden gizlediğin başka bir şey var mı"
"Vallahi yok abla"
Kerem birden sessizce salak dediğinde ne demek istediğini anlamıştım. Meryemce, Mert'in yalan söylediğini anlıyordu. Meryemce bir tokat daha attığında;
"Sana son kez söyleyeceğim. Mert en ufacık arkamdan iş çevirdiğini, kendini adını bitirecek, kirletecek bir şey yaptığını duyarsam, en ufacık bir hatanda sana üç, dört sene önce dediğimi görürsün. Karşında öyle bir ablan olur ki, katlanamazsın"
"Abla ben seni, abla biz niye"
Meryemce üçüncü tokatı attığında Kerem gür sesiyle 'yeter Meryemce' dediğinde Meryemce bir iki adım uzaklaştı Mert'ten. Mert ağlayarak;
"Abla ben seni istiyorum. Biz eskisi gibi"
"Mert Nisa mı ben mi?"
"Nisa abla o benim karım ama sende benimsin"
"Mert yeter"
"Abla hatırla o geceyi babam sana ne dedi. Mert'in bir dediğini iki etmeyeceksin. O şımarsa da sen onu koru kolla. Dağhan abinize hiç bir şey yansıtma o zaten çok yükün altında. Mert dağıtsa da "
Dağhan hızla Mert'in yanına gelip kolundan tutarak;
"Abartma karşındaki ablan saygısızlık yapma"
"Yapmıyorum abi o da biliyor doğru söylediğimi. Abla beni niye sevmiyorsun artık, niye beni dinlemiyorsun. Kadir ve Serdar'ı benden daha çok dinliyorsun. Biz senin ailen değil miyiz."
"Mert sen aile kurmadın mı? Dağhan'ın ailesi yok mu? Benden ne istiyorsun"
Mert kısa bir an bana bakıp hızla ablasına dönerek;
"Boşan kocandan"
Kerem gür bir sesle; "Meryemce dur sakın" demişti ki Meryemce öyle bir hızla Mert'e tokat atmıştı ki, Dağhan'ın elinden kurtulup yere düştü. Dağhan yerdeki kardeşini kaldırıp;
"Ne saçmalıyorsun Mert"
"Abi "
Dağhan ağızını açmıştı ki Meryemce bir kaç adım geriye giderek, işaret parmağını Mert'e uzatıp;
"Kulaklarını aç iyi dinle Mert, Bu can bu beden de oldukça artık benim hayatımın merkezinde kocam ve çocuklarım olacak. Sen karını nasıl merkezinde tutuyorsan, benim de hayatımın merkezinde kocam var. Sen benim kardeşimsin, kardeşim. Bu ne kıskançlık. Mert hani zamanında ipek bir söz etmişti sevgilisi için ne güzel sözmüş meğer, nasıl demişti. BİR DÜNYA İNSAN, BİR İNSAN DÜNYAM... kabul et veya etme karar senin...."
Mert ayağa kalktığında, başını sallayarak merdivenlere yürürken, Dağhan;
"Fazla olmadı mı tokatlar"
"Fazla mı ? Boşan ne demek Dağhan"
"O hala çocuk"
"Dağhan çocuk dediğin adam kaç yaşında. Kendine gel"
"Meryemce haklısın ne diyeyim ama o, o "
"Ama o bana bağlı, o beni çok seviyor. Dağhan senin kardeşin kıskançlığı yüzünden Mina'nın nasıl geldiğini bildiği halde, çevremize çocuğu benim ve Kerem'in dedi"
"Nasıl yani"
"Boş ver Dağhan git yat sonra konuşalım. Benim halim kalmadı."
Dağhan başını sallayarak, bize iyi geceler diyerek yanımızdan ayrıldı. Meryemce avlunun ortasında yukarıya bakarken, kısa zaman sonra Dağhan'ın sesi duyuldu derinden 'Ablanı yıpratma'
Meryemce başını sallayarak eğdiğinde birden gözleri bir noktaya kilitlendi. Ellerini kaşımaya başladı. Öyle kaşıyordu ki elinin üzeri kıpkırmızı oldu. Derin nefesler alıp;
"Yusuf orada, Yusuf orada"
Kerem hızla başını Meryemcenin baktığı yere çevirdiğinde hepimiz görmüştük büyük fareyi. Kerem Allah kahretmesin diyerek ayağa kalktığında, Hazar silahını çıkarıp fareyi öldürmüştü ama Meryemce çoktan bizim odaya koşarak girdi. Annem bizim odaya girdiğinde bende peşinden gittim. Meryemce banyoda kusarken annem yanına oturup başını tutuyordu. Kısa bir an durdum. Ne hale geldi bir kaç gün içerisinde huzurum olan kadınım. Derin bir nefes aldığımda annem beni fark etti. Başımla çık dediğimde annem yavaşça olduğu yerden kalktı. Yanımdan geçerken destek olmak ister gibi eliyle kolumu sıvazladı. Meryemcenin yanına gidip başındaki şalın iğnesini çıkarıp başını açtım. Üzerindeki gömleğinin düğmelerini açarken, başını kaldırıp yüzüme baktı. Ağlayarak boynuma sarıldığında saçlarını seviyordum. Meryemcenin ağlaması biraz sesli olmaya başladığında kucağıma alarak duşa kabine oturttum. Ilık suyu açtığımda karım sıtma tutmuş gibi titremeye başladığında;
"Buradayım gül güzelim yanındayım. Sakin ol. Şimdi az bekle kapımızı kapatıp geleyim tamam mı"
Meryemce başını salladığında banyodan çıktım. Annem Meryemceye kıyafet hazırlamış koltukta otururken;
"Annem sen çık ben ilgilenirim gelininle"
"Tamam oğlum, bir şey istersen çağır"
"Tamam annem, dışarıdakiler merak etmesin."
Annem başını sallayarak odadan çıktığında, üzerimden gömleğimi ve pantolonum cebindekileri çıkardım. Banyoya girdiğimde Meryemce duşa kabinde köşeye oturmuş ağlıyordu. Hemen yanına gidip elimi başına koyduğumda ayağa kalkıp sarıldı. Karımın saçlarını severken;
"Anlat huzurum, anlat akıt içindeki korkuyu"
"Ben, ben daha on altı yaşındaydım. Okuldan geldiğimde o kadar yorgundum ki eve neredeyse sürünerek girdim. Mert okuldan kaçmış haberim yok. Kemal Ateş oğluna kızmış ama oğlu hiç bir yerde yok. Eve akşam geldiğinde ablamın haberi vardı dediğinde, Kemal ateş sadece başını salladı. Cuma günüydü, gece testlerim bitmiş yatacaktım. Odamın kapısı hızla açıldı. Kemal Ateş gidiyoruz dedi. Bizim eski bir ev vardı. Islak, nemli iğrenç bir bodrumu vardı. Beni oraya koltuğa bağladı ve çekti gitti. O iki gün fareler, o pis fareler gezdi hep, yüzümde üzerimde ben orada aç, susuz. Ben, ben"
"Tamam karım sakin ol ben buradayım. Seni her şeyden ben korurum"
Meryemce ağlarken, yavaş yavaş ılık suyla yıkadım karımı. İçini her çektiğinde babasını diriltip diriltip öldürmek istedim. Bir baba, Meryemcem gibi bir kızı neden sevmezdi ki. Ah karım o kuyunu artık anlatmalısın içindekileri öğrenmek istiyorum. Öğrenip bütün yaralarını sarmak istiyorum. Ne güzel hitap etmişti hocası 'Hüzün gözlüm' diye...
Havlusunu ona uzatarak arkamı döndüm. Kısa zaman sonra öyle bir Mustafa dedi ki hızla arkamı döndüm. Yürümesine izin vermeyerek kucağıma aldım. Odaya girip yatağa bıraktım. Banyoya girdiğimde kapıyı aralık bıraktım. Kısa hızlı bir duş alıp odaya girdiğimde Meryemce yatağın ortasında oturuyordu. Kucağındaki Ömer'i emzirirken;
"Ben iyiyim sen çık avluya hepsi deliye dönmüştür"
"Tamam üzerimi giyineyim"
Üzerimi giyinerek karımı bırakmak istemesem de mecbur bırakarak çıktım. Avluda babam ve bizimkiler vardı. Babam yanıma gelerek;
"Herkes odasına çekildi oğlum. Mina'yı Sare yanına aldı"
"Tamam baba"
"Ağam kızım müsait mi"
"Kapıdan seslen baba"
"Anladım oğlum"
Babam yanımızdan bizim odamıza giderken, Bedo, Hazar ve Baran aynı anda 'nasıl bacım' dediğinde Kerem;
"Vay be Rabbim sizden razı olsun. Meryemce boşuna size güvenmiyor"
"Neden öyle dedin ki Kerem"
"Bak Mustafa, Meryemce'nin en gizli kıymetli tarafıyla siz tanışıyorsunuz. Yasin, ve diğerleri. Meryemce bir dünya ve sen kolunun altında, af edersin ama koynunda saklıyorsun o dünyayı, o kıymetli hazineyi. Meryemce ah Meryemce. Aslında şuan o kadar özgür bir kadın ki, Meryemce kendini güvende hissettiği yerde, kendini özgür hisseder. Hani Mert'e göre mesleğini icra edemiyor, sen onu kısıtlıyorsun ya aslında Meryemce bir o kadar özgür. Meryemce istese şuan bir ordu dadı yığar yine mesleğini yapar. Meryemce şuan anne olmayı, evlat olmayı yaşıyor. O kadar eğleniyor ki aslında. Şimdi gidin sorun Dağhan'a ve Mert'e bir kere gurur duyuyorum dediniz mi hiç biri dememiştir. Geçen sabah ona seninle gurur duyuyorum demişsin. Meryemce ile ne annesi, nede babası ölene kadar gurur duymadı neden bilmem. Meryemce zifir karanlık bir kuyu ama bir tek benim yanımda içten gülerdi. Bir şey fark ettim, Meryemce sizin dördünüzün arasında çok keyifli, biraz zaman sonra, onun ne kadar yaramaz, uslanmaz bir kız çocuğu olduğunu anlayacaksınız. Mesela hani Mina sana baba dedi ya, sen evlenseydin o kadınla, Meryemce Mina'yı yine de senin üzerine gösterecekti. O salak Mert hiç bir zaman bilmedi. Mina'ya bir keresinde Amerika da demiş ki sen kime baba dersen onu sana baba yapacağım. Açıkçası ben uğraştım bana baba desin diye çünkü Mert benden bir adım geri kaçardı. Sırf onu üzmesinler diye onu Hünkar yapacaktım. Bir de şey vardı tabi hiç biri bilmiyor senin düğünün olduğu gün Meryemcenin de Amerika da evlilik tarihi alınıyordu. Mert daha fazla zarar vermesin diye "
"Kiminle evlenecekti karım"
"Mustafa sakin ol, Meryemce senin karın iki seneyi geçkin zamandır"
Avluda bizimkiler gülerken babam bize iyi geceler dedikten sonra merdivenleri çıktı. Hazar göz ucuyla bizim oda tarafına bakınca arkamı döndüm. Meryemce mor hırkasına sarılmış bize doğru geliyordu. Ayağa kalktığımda hemen belime sarıldı. Kerem gülerken;
"Yusuf be"
"Tamam başımın belası gel yanıma"
Sedire oturduğumuzda Meryemce ona bakan kardeşlerime bakarak;
"Abilerim iyiyim vallahi geldi geçti inşallah"
Hazar kaşlarını çatarak;
"Hasta olma kızım sen ya"
"Tamam olmam"
Meryemce ayaklarını yanına kıvırıp başını göğsüme yasladığında, Hazar üzerinden hırkasını çıkarıp Meryemcenin üzerine koydu. Meryemce biraz daha bana sokulduğunda Kerem derin bir nefes alıp;
Zülf-ü kâküllerin amber misali
Buy-u erguvandan güzelsin güzel
Kızarmış gonca gül gibi yüzlerin
Şah-ı gülistandan güzelsin güzel
Şah-ı gülistandan güzelsin güzelYüzünde yeşil ben aşikar olmuş
Çekilmiş kaşların zülfikâr olmuş
Gözlerin aleme hükümdar olmuş
Mühr-i Süleyman'dan güzelsin güzel
Mühr-i Süleyman'dan güzelsin güzelKurulmuş göğsünde bahçe-i vahdet
Hatmolmuş kadrinle tûbayı hikmet
Cemalin seyreden istemez cennet
Sen huri gılmandan güzelsin güzel
Sen huri gılmandan güzelsin güzelGözlerin velfecri benzer imrân'e
Seni seven âşık olur divane
Yanakların şûle, vermiş cihane
Yüz mahı tabandan güzelsin güzel
Yüz mahı tabandan güzelsin güzelÇiğ düşmüş çayıra benzer yüzlerin
Âşıkın öldürür şirin sözlerin
Mısrın hazinesi değer gözlerin
Zühre-i rahşandan güzelsin güzel
Zühre-i rahşandan güzelsin güzelSıdkı der suretim hattın secdegâh
Cümle güzellere oldum pişegâh
Güzeller tacısın yüzün padişah
Yusuf-u kenan'dan güzelsin güzel
Yusuf-u kenan'dan güzelsin güzel"
Meryemcenin kucağımda uyuduğunu anladığımda sıkıca sarıldım. Kerem bize tebessümle baktıktan sonra;
"O kadar sever ki bunu söylememi. Lise sonda bir piyes vardı orada sevgilimi oynamıştı. Bunu söylerken sahne de uyumuştu. Ona çoğunlukla aile arasındayken sadece Güzel derim onun için"
Bizimkiler gülmeye başladığında, içim acısa da, damarımdaki kan kaynasa da;
"Bu kadar zaman bir kere olsa"
"Asla aşk, sevgili olarak hiç görmedim. Tek dostum, sırdaşım, hatta asker arkadaşım diye bilirim. Benim Meryemce de bulduğum şey çok farklı. Meryemce bir kendi kardeşlerine yetemiyor boş ver Mustafa gerçekten. O senin kucağında senin yanında mutlu huzurlu bunu bil yeter"
Karıma sıkı sıkı sarılırken Kerem'in telefonu çaldı. Ekrana kısa bir an baktıktan sonra açtı. Yüzüne tutarak;
"Hayırlı geceler Bernardo"
"Sana da Kerem, nasıl atmaca"
"Güzel şuan yanımda uyuyor"
"Uyuyor mu? yoksa hasta mı? Reis ve Ali gözleri kan kırmızıydı bıraktık dedi"
"İyi gerçekten, göstermek isterdim ama neyse bak seninle girdiğim iş var ya. Onu Mustafa'ya devredeceğim"
"Neden"
"Çünkü seninle iş yapacak daha doğru onu zekası seni toplar onun için"
"Güveniyor musun yani Güzelin kocasına "
"Yanındaki adamlara sor"
"Peki yüz yüze geliriz bir ara. Şimdi müsaadenle işim var"
"Bir dakika sen etrafını göstersene bana"
Kerem ekrana kısa bir an baktıktan sonra;
"Seni adi herif, size sorarım ben. Bir dakika ben niye soruyorum ki sabah görürsünüz siz"
Telefondan gür bir gülme sesi geldikten sonra; 'Addio sciacallo( güle güle çakal) ' dedikten sonra telefon kapandı.
Biz tekrardan işlerden konuşurken, kısa zaman sonra Kerem'in telefonuna bildirim sesi gelince Kerem açmıştı. Biraz bekledikten sonra bir anda yok artık demişti. Meryemceye seslense de karım hiç kıpırdamamıştı bile. Kerem ekranı bize çevirdiğinde görüntü bir hayvanat bahçesi videosuydu. İki siyah jaguar kafeste gezerken;
"Onlar yeni. Bizim bir dostumuzun hayvanat bahçesi var. Benim iki tane ceylanım ve geyiğim var. Meryemcenin aslanları, kaplanları vardı. Hatta iki tane tigonu ve Ligeri var."
Hazar birden;
"Tigon hani şu babası aslan yok kaplan"
"Bir dakika söyleyeyim. Tigon; babası kaplan annesi aslan, Liger; aslan baba ve kaplan anneden. Tigon zor bulunan bir melez, çünkü dişi aslanın erkek kaplanı eş olarak kabul etmesi çok ender rastlanan bir durum. "
Baran, Hazar ve Bedirhan gözlerini kocaman açarak;
"Neden bakıyor onlara bu bizim deli doktor"
"Adı üzerinde siz söylediniz deli. Ah ama birde onları izlemesi var görmeniz lazım Meryemceyi. Bunlarda istediği jaguarlar, Hayvanat bahçesine geldikleri için videosunu bana gönderdiler Meryemceye göndermem için"
Ağızımı açmıştım ki telefondan bir ses geldi....
"Cellat hanımefendiye.. erkek olanın adı Asi, dişi olanın adı deli. "
..............................................................................................
Kelime harf hatam olursa aff ola...
Allaha emanet olun...
Sizi seven çatlak yazar.... :) :)
Umarım beğenirsiniz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.1k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |