57. Bölüm

Bu can sana mecbur...

Aslıhan k.
ahan5354

MERYEMCE..
Kurşun sesleriyle Mustafa'm ile göz göze gelmiştik. Elimi kocamın karnına koyduğumda, gözlerime baktı. Yusuf ağa ağızını açmıştı ki olduğumu salonun camları kırılmaya başladı. Yusuf ağa hızla göğsüne sığınmış Gülru'yu karısına bırakırken, Mustafa'nın gözlerinde gördüğüm Azrail ile sessizce önünden çekildim. Erkekler salondan çıkarken, biz hanımlar geride kalmıştık. Hatun hanım herkesi odanın bir köşesine topladığında, bende koltuğun üzerinde kalan çantamın içinden silahımı almak için elime aldım. Silahımın çantanın içinde olduğuna ne kadar emin olsam da yoktu. Sinirle camın önüne doğru yürüdüm. Kesilen silah sesleriyle aşağıya baktığımda Yusuf ağanın korumalarının koştuğunu gördüm. Camın önünden salona bakmak için dönerken ayağımın altındaki camlarla, ayağım kayınca Mustafa'nın bütün gün oturduğu berjere tutundum. Dengemi sağladıktan sonra elimi çekiyordum ki dik şekilde duran cam elime saplandı. Elimden saplanan camı çıkardığımda Hatun hanımla göz göze geldik. Yanıma geliyordu ki elimle önemli değil dedim. Salon kapısına yürürken, Hatun hanımlar benden önce salondan çıktılar. En son peşlerinden salondan çıkıp merdivenleri inmeye başladığımda, ilk gözüme çarpan Mustafa'nın beli oldu. Benim silahımla kendi silahı belindeydi. Bir iki basamak daha indiğimde bütün sırtı gözümün önündeydi. Sinirden kasılan kaslarından gömleği yırtılacak seviyeye gelmişti. En son basamağa indiğimde Yusuf ağanın konağının kahyası Mustafa'nın önüne çekinerek geliyordu. Ben daha ne olduğunu anlamadan Mustafa adama peş peşe tokat atmaya başladı. En son tokat yerine yumruk attığında adam yere düştü. Ben kocama bakarken, onun koskoca konakta kükremesi duyulmaya başladı.
"Lan it sen nasıl sahip çıkıyorsun bu konağa. Kimdi onlar"
"Ağam ben, ben görmedim"
Mustafa yere eğildiğinde gözüm anlık Boran'a takıldı. Kolunu sıkıca tutuyordu. Eren göz ucuyla bize bakarken, dikkati Boran'ın üzerindeydi. Yanına yürürken kulağıma Mustafa'nın emirleri geliyordu. Adamlara yarım saat vermişti. Boran'ın yanına gittiğimde Eren hemen yarım şekilde arkasına almıştı beni. Boran yüzüme baktığında;
"Çek elini bakayım oğlum"
"Bir şey yok ab-ay hanım ağam. Silah elimdeyken yukarıdan cam düştü."
"Boran elini çek"
Elini çektiğinde kesilen gömleğinin kolunu biraz daha yırtıp baktığımda, hafif derin bir kesik olduğunu fakat dikiş atmaya gerek olmadığını anladım. Eren'e dönerek;
"Benim arabadan ilk yardım çantasını getir. Birde bak başka yaralı var mı"
Eren gidiyordu ki Boran sadece Eren ve benim duyacağım sessizlikte;
"Eren benden başka yaralı yoktur. Direk camlara ve havaya sıktılar. Senin gözün ağam ve ablamın üzerinde olsun"
Boran'a baktığımda, Eren ile göz temasındaydılar. Eren başını sallayarak, yanımızdan ayrıldığında, Boran'ı sedire sürükledim. Onun oturmasını sağladıktan sonra, gömleğinin kolunu iyice yırtarak bakarken, elimin içi acıdı. Elimi sıkınca Boran fark etmiş olacak ki ağızını açmıştı ki bir el yaralı olan elimin bileğini sıkıca tuttuğunda kafamı kaldırdım. Gözlerinde gördüğüm azrailden biraz çekinsem de yüzüne baktığımda, Mustafa kaşlarını iyice çatarak;
"Eline ne oldu"
"Bi..biirr şey ollmaadı"
"Emin misin? Meryemce farkında mısın yumruk yaptığın elinden kan sızıyor"
"Siz çıktıktan sonra camdan dışarıya bakıyordum. Geriye dönerken ayağımın altındaki cam kayınca, senin oturduğun koltuğa tutundum. Onun üzerinde de cam dik duruyormuş elime biraz derin battı sadece o "
Mustafa elimi açıp, avucumun içini parmağıyla silerken;
"Canın acıyor mu güzelim"
"Acıyor ama dayanılmayacak gibi değil "
"Tamam şu işleri halledelim konağımıza döneceğiz"
Başımı salladığımda, bileğimi bırakırken, Eren yanımıza geldi. Mustafa'm, Yusuf ağanın yanına giderken, Eren çantayı Boran'ın yanına, açık vaziyette koydu. Batikon şişesini alıyordum ki çantanın içindeki dört tane kalem şekildeki silahlar dikkatimi çekti. Eren'e baktığımda göz kırpıp Mustafa'nın yanına geçti.
Boran'ın kolunu temizleyerek sardıktan sonra, kendi elime bakıyordum ki konağın üst katlarından beşer tane adam avluya indi. Ellerindeki silahlara karşılık, bütün korumalarda onlara silah doğrultmuştu. Mustafa yerinden hızla kalkıp en önde duran adama doğru yürürken, adamın renginin her adımda attığını fark ettim. Mustafa bir anda yakasından tutarak öne çekti. Sol eliyle yakasını sıkı tutarken, sağ yumruğunu öyle bir hızla vurdu ki burnundan ses geldiğini duydum. Adam birden elini burnuna koyarak;
"Ağam köpeğin olayım biz senin burada olduğunu bilmiyorduk"
"Bilseydin başka zaman mı yapacaktınız şerefsiz"
Mustafa bir yumruk daha geçirdiğinde, kocamın içinden çıkan azraile şaşırıyordum. Adam yerde sürünürken, Yusuf ağanın adamları ve Eren, adamın arkasındaki adamları alıyordu ki mutfak tarafından uzun boylu bir adam çalışan kızlardan birinin boğazına bıçak dayamış avluya girdi. Ben ona bakarken, sırtı mutfak tarafına dönük olan Mustafa da o tarafa dönünce adam bir anda durdu. Mustafa sol elini bel kenarına koyup sağ eliyle sakalını sıvazladıktan sonra ağızını açmıştı ki adamın tuttuğu kız;
"Azrail ağam, Yusuf ağam kurtarın beni"
Adam kızın saçını biraz çekip, ön kapıya doğru geri geri gitmeye başladı. Her ne kadar arkasından yakalayarak ağızını burnunu kırmak istesem de en ufak hatam elindeki kızın boğazını kesmesine sebep olabilirdi. Dikkatle ona bakarken, adam geri geri gidiyordu. Yusuf ağa başıyla adamlara gidin dediğinde, onlar gitmişti. Elinde kız olan eşkıya kılıklı adam;
"Yusuf ağa, şimdi beni yorma. Bu güzel çalışanının ölmesini istemiyorsan bana şimdi şu dakika iki milyon ve güzel kızın Gülru'yu vereceksin"
Yusuf ağadan önce Mustafa bir adım öne çıkarak;
"Sen kimsin ki benim gelinim olan kızı istiyorsun itoğlu. Seni gebertmemi istemiyorsan bırak kızı ve kendi ayaklarınla gel bana"
"Nasıl gelinin, ne demek Mustafa ağanın gelini Yusuf ağa."
Yusuf ağa iki oğluna baktıktan sonra bir adımla Mustafa'nın tam arkasında durarak;
"Mustafa ağa kızımı yeğenine layık gördü ve bende verdim. Şimdi bu avluda büyüdüğün için sana son ihtarım Şehmuz, bırak kızı ve cezana razı ol"
"Yok ağam yok, it oğlun yüzünden Gülru mu verme ağam. Acı bana çocukluğumdan beri mühürlüyüm ben Gülru'ya"
Mustafa bir adım daha atmıştı ki adının Şehmuz olduğunu öğrendiğimiz adam korktuğu için bir kaç adım geri giderken, bıçağı hafif bastırıp çekmiş olacak ki kız çığlık attığında boğazından kan akmaya başladı. Eren ile göz göze geldiğimizde yanındaki iki adama bir şey dedi. Onlar konağın içine doğru yavaşça yürüyerek gözden kayboldular. Kısa zaman sonra Eren ve yanına aldığı bir kaç adam ön kapıdan içeriye girdiler. Mustafa'nın gözlerinden Eren'den gurur duyduğunu anlamıştım. Mustafa iki adım daha atarak gür bir sesle;
"Şehmuz iti şimdi o kızı sakince bırak. Arkana bir bak hepten kucağımdasın bir işaretimle seni gebertirim."
"Bırakmam ağam bırakmam "
"Şimdi ona kadar sayacağım. Kendin kızı bırakmazsan, süren bittiğinde ben senin kafanı keseceğim, karar senin"
Mustafa saymaya başladığında Şehmuz kısa bir an arkasına baktı. Eren aç kurt gibi ona bakarken, Mustafa yavaşça saymaya devam ediyordu. Şehmuz tekrar Mustafa'ya baktığında, kocamın bakışından benim bile kanım çekilmişti. Şehmuz zorda olsa yutkunduktan sonra her şey bir anda oldu. Şehmuz kızın boğazını kesip önüme doğru atmıştı. Hemen sırt üstü çevirip hemen elimle damara baskı uygulamaya başlarken, bir taraftan havlu diye bağırdım. Bir dakika olmadan elime havlu verildiğinde, ambulansı aramalarını söyledim. Bütün konsantrasyonumu kızın nabzına verdiğimde çok azda olsa attığını hissediyordum. Kızın kanı bacaklarıma akmaya devam ederken, kız hırıltılı bir nefes alarak gözlerini açtı. Gözlerime bakarak ;
"Ben öl...öl...öl..mekk issssstteee....istemiiii....yooorr..uummmm"
"Şşşşttt ölmeyeceksin bende kal ama bana bakmaya devam et"
Kızın kanını havluyla yavaşlatmaya başladığımda ambulans görevlileri avluya girdi. teknisyenlerden biri yanıma gelip;
"Elinizi çekmeyin hanım efendi"
"Kes sesini, işini yap. Bunu başarabilirsiniz inşallah akıl vermek yerine"
Adam yüzüme bakınca, sinirle elinde sedye olan iki görevliye dönerek;
"Yavaş ve sarsmadan sedyeye alıyoruz hadi. İki saniye insan hayatında çok önemli, hadiiiii"
Kızı sedyeye aldığımızda sedyenin yanında yürüyordum. Ambulansa bindiğimiz de Mustafa'nın gözlerine bakarak;
"İki saate gelirim inşallah sen Eren'i yolla arkamdan"
Mustafa'm sadece başını sallamıştı. Kapılar kapandığında ambulansta hareket etmişti. Sedyede yatan kıza baktığımda rengi beyazlamaya başlamıştı. Dudakları moraran kızın kesilen damarına parmaklarımla baskı uygulamaktan başka, elimden hiç bir şey gelmiyordu. Çünkü acilen ameliyata alınıp yapay damar yani sentetik suni damar ile değişmesi gerekiyordu. Arteria carotis communis yani şah damarı vücutta bulunan en büyük arter olduğu için baskıyı eksiltmeden elimle sürekli kontrol ediyordum. Yanımdaki teknisyenlere yüksek sesle komut vermeye başladım.
"Biriniz kan basıncını ölçeceksiniz. Kan sulandırıcı kullanmıyor olması şuan bizim için avantaj olabilir ama hastanın her an bütün vücudundaki kan boşalabilir. Birinizde ekokardiyografiye alacaksınız."
Hareketsizce yüzüme baktıklarını görünce iyice sinirle bağırmıştı.
"Hadisenize neyi bekliyorsunuz. Kızın ölmesini mi?"
Ben onların geçebilmesi için yer açtığımda biri tansiyon aletini kızın koluna bağlarken, diğeri de ekokardiyografiye bağlıyordu. Tansiyonu çok düşmüştü ve bizim vaktimiz azalıyordu. İlaç veremezdim. Kan basıncı bir anda artarsa kanamayı kontrol altına alamazdım. Hastaneye gidene kadar sürekli ekgsine bakıyorduk. Teknisyenin biri sürekli tansiyonunu ölçüp not alıyordu. Kanamayı şu anlık kontrol altına almıştım fakat bırakamıyordum. Yorulmaya başladığımda ayağımdan ayakkabılarımı çıkarıp, kızın üzerine çıktım. Hastaneye geldiğimizi yavaşlayan ve siren sesinin kapanmasından anladım. Kapılar açıldığında kızın üzerinde, beraber sedye ile ameliyathaneye gidiyorduk.
Ameliyathaneye girdiğimizde hazırda bekleyen iki doktor şaşkınca bana bakarken sinirle;
"Bana bakmayın başlayın ameliyata"
Doktorlar kaşlarını çatınca bugün aradığım öğrencim Sercan hızla ameliyathaneye girerek;
"Şentürk hocam, Dündar hocam kendisi pro"
"Sercan"
"Kendisi kalp ve damar cerrahı Meryemce Alibeyoğlu. Buyurun hocam sizi odamda ağırlayayım"
Sercan'la ameliyathaneden çıkarken, doktorlar da ameliyata başladılar. Ameliyathaneden çıktığımızda Eren kaşları çatık karşımda duruyordu. Göz kırptığımda ağır adımlarla peşimden gelmeye başladı. Üzerimdeki kanla Sercan'la odasına yürürken, Sercan'a minik Talha'yı sorduğumda sabah yatış yapacaklarını söylemişti. Odasına girdiğimde;
"Hocam hala mı söyletmiyorsun Türkiye'de "
"Zaten kayıtlarda yazıyor Sercan büyük harflerle Profesör Doçent Doktor Meryemce Alibeyoğlu. Sevmiyorum ünvanlarımı. Başkan bey olmasaydı 4 senelik durumları 2 seneye sığdırmazdım."
"Hocam size gerçekten hayranım. Ayriyeten şirket yönetimi okumuşsunuz"
"Sercan böyle konuşarak kuruluşta puanını yükseltmem"
"Neyse hocam dinlenin ben sizi rahat bırakayım. Şey hocam kahve"
"Çok iyi olur"
Sercan çıktığında oturduğum uzun koltuğa başımı yasladım.
...............................................
MUSTAFA HAMZA...
Meryemce ambulansla konağın önünden ayrıldığında, hızla içeriye girdim. Yusuf ağa hariç herkesin başı önündeydi. Etrafa baktığımda bir tane bile hanım yoktu. Sertçe burnumu çektikten sonra;
"Neredeler bütün itler"
"Arkada depodalar ağam. Müsaaden varsa cezalarını vereyim"
"Tamam Yusuf ağa tamam. Demir ve Emir bu ne demek oluyor"
Emir başını eğince Demir bir adım öne doğru çıkıp;
"Ağam böyle bir şey olduğunu bizde bilmiyorduk. Geçen ay Mirhan bunu şirketten kovmuştu. Sebebini sorduğumuz da it olmayacak işlere kalkıştı abi demişti."
"Eğer o kız ölürse ben alacağım canını. O zaman gerçek Azraili tanır"
Herkes başını önüne eğince, mutfak çalışanlarından biri çay getirmişti. Çayı önüme koyduğunda aklıma gelenle telefonumu cebimden alıp Hazar'ı aradım. Bir kere çalmıştı ki açıldı. Ağızımı açmama fırsat kalmadan;
"Neredesiniz? hani geliyordunuz? bir şey mi oldu"
"Sus beni dinle. Burada ufak bir olay oldu. Siz akşam yemeğini yiyin sedirler de istediğim gibi yapılsın. Bir iki saate geliriz"
"Tamam ağam"
Telefonu kapadığımda kolumdaki saate baktım. Altıya geldiğini görünce bunalmıştım. Çayımız tazelendiğinde bir taraftan da avluda yemek hazırlığı yapılıyordu. Bir saat daha geçmişti ki Yusuf ağa kurulan yemek masasına buyur etti. Ayağa kalktığımıza konağın kapısı açıldı. Hepimiz o tarafa baktığımızda Meryemce ağır adımlarla avluya girdi. Karıma dikkatli baktığımda üzerindeki kıyafetin çoğu yerinde kan vardı. Yüzüne baktığımda gözlerinin altındaki morluklarla halinden yorgun olduğu belli oluyordu. Kalktığım yere tekrar oturduğumda Meryemce'nin yalın ayakları dikkatimi çekti. Yanıma oturduğunda elimi dizine koydum. Meryemce derin bir nefes alıp;
"Büyük bir bardak soğuk su alabilir miyim"
Çalışan kızın biri mutfağa koşarken, Meryemce tekrar derin bir nefes aldığında konağın hanımları yanımıza geldi. Meryemce'nin istediği su geldiğinde bir yudum alıp;
"Çalışan kızınız Allah'a şükür başarılı bir operasyonla yaşıyor. Normalde yaşaması çok düşük bir olasılık olsa da doktorlar iyi iş çıkardı. Şimdi kırksekiz saat yoğum bakımda kaldıktan sonra uyandırılacak."
Herkesle birlikte rahatlayarak, hafif nefes almıştım. Meryemce başını omzuma koyduğunda, onun haline dayanamadığım için;
"Yusuf ağa yemeğini yemiş kadar olduk. Bize müsaade Meryemce hanım yorgun biz kalkalım"
Yusuf ağa Meryemce'ye kısa bir bakış attıktan sonra başını sallamakla yetindi. Ayağa kalktığımızda Meryemce çantasını istediğinde, elinde Meryemce'nin büyük çantasıyla Gülru geldi. Meryemce elini uzattığında;
"Yenge üzerine bir şey verelim. Böyle kanlı üst sana yakışmıyor hem ayağında yalın"
Meryemce elini Gülru'nun yanağına koyarak ;
"Merak etme kuzum."
Gülru hafif gülünce Meryemce yanağını öptü. Gülru başını eğdiğinde, Hatun hanım ve Menekşe hanımda karımın yanına geldiler. Meryemce herkesle görüştükten sonra benim gözlerime bakınca;
"Meryemce hanım siz arabaya geçin ben geliyorum"
Meryemce yalın ayak elinde çantasıyla avludan çıkarken, bende Yusuf ağalarla görüştüm. Konaktan çıktığımda Eren ve Boran elleri karınlarında bağlı arabanın yanında duruyordu. Bir adım atmıştım ki arkamdan "amca" diyen ince sese döndüm. Elinde örgü patikle Gülru önümde durdu. Elindekini bana uzatıp ; "yengem giysin amca " dediğinde başımı sallayarak almıştım. Tekrardan Yusuf ağa ile tokalaşıp arabaya bindim. Eren direksiyona geçtiğinde Boran yanına oturdu. Arabayı çalıştırdığında Meryemce gözlerini kapayarak başını koltuğa yasladı. Biraz gitmiştik ki kenara çekmesini söyledim. Eren arabayı durdurduğunda arabadan indim. Benimle birlikte Eren de inince, niye indiğini soracakken Meryemce'nin ayaklarının üşümüş olduğu aklıma geldiğinde onun olduğu tarafa yürüdüm. Meryemce'nin tarafının kapısını açıp patikleri gülümün ayaklarına giydirirken Meryemce yorgun olduğu için hiç tepki vermemişti. Boran öksürmeye başladığında, eğildiğim yerden doğrulup kendi tarafıma geçtim. Arabaya tekrar bindiğimde Eren de direksiyona geçti. Yola çıktığımızda hala öksüren Boran'a;
"Boğazını sıkarım nefes alamazsın Boran ali"
"Peki ağam peki "
Boran susunca Meryemce başını omzuma koyduğunda kolumu kaldırıp göğsüme yatırdım. Hafif kaydığım da Meryemce iyice yüzünü boynuma gizleyerek sağ elini yine şah damarıma koymuştu. Şakağına dudaklarımı bastırıp;
"Ne o profesör yoruldun mu"
"Sorma ağam yorulmuşum. "
Boran birden;
"Hanımağam siz profesör müsünüz"
"Evet Boran öyleyim ama kimse bilmiyor ve duyulsun istemiyorum. Yurt dışında ve Türkiye'de kayıtlarda geçiyor. Gülcan ablan, Leyla ve ağan biliyor anladın umarım"
"Anladım ama niye gizliyorsun ki Hanımağam"
"Ünvanlar nefsi daha çok arsız yapar. Benim fıtratımda büyüklük yok Allah'a şükür. Onun için onlar sadece boş duramamaktan yapılmış ünvanlar"
Eren başını sallayarak önüne döndüğünde Meryemce kaldırdığı başını tekrar yerine koymuştu. Biraz gitmiştik ki ormanlık gibi ıssız yerden geçerken, Eren yavaşlayarak arabayı sağa çektiğinde Boran birden;
"Niye bu ıssız yerde durdun"
"Şey dostum, hımm"
Boran fazla sıkıştırmasın diye;
"Anladım ben git, çabuk hallet işini"
Eren hızla arabadan indi. Sağ tarafa yürüyüp çalılıklara girdiğinde yürümeye devam edince gözümle takip ettim. Dikiz aynasından baktığımda belindeki silahı eline aldığını gördüm. Boran da fark etmiş olacak ki arabadan inmeye niyetlenince otur demiştim. Dikiz aynasından tekrar arkaya baktığımda arkamızda bir araba olduğunu fark ettim. Eren arka kapısını açıp, kafasına sıkmıştı. Hiç istifini bozmadan hızlı adımlarla arabanın yanına gelerek bindi. Arabayı çalıştırıp hızla yola çıktı. Göğsümde uyuyan karıma biraz daha sarılıp uyandırmamaya dikkat ederek;
"Eren kimdi o adam"
"Bilmiyorum ki ağam"
"E niye öldürdün"
"Bir adama ben sabah rastlarsam umursamam. Öğlen rastlarsam tesadüf derim. Fakat aynı adamı üçüncü kez görüyorsam düşünmeden öldürürüm"
Haklılığına başımı sallamakla yetindim. Biraz daha uyuyan karıma sarılıp dışarıyı izlemeye devam ettim. Eren ve Boran'ın sohbeti kulağıma inceden gelirken düşünüyordum. Önce mi ve şimdi ki zamanı. Meryemce aslında bana her şey olmaya devam ediyordu. Şuan göğsümde uyuyan kadın her şeyiyle mükemmel bir kadın. Çoğu insanın göğsünü gere gere anlatacağı ünvanlara sahip olup da saklaması nasıl bir edeptir Allah'ım. Başımı hafif çevirip başının üzerine dudaklarımı bastırdığımda burnuma gelen yoğun kan kokusu canımı sıkmıştı.
Konağın önüne geldiğimizde Eren ve Boran hemen inmişlerdi. Elimi karımın yüzüne koyup;
"Karım, gönül suyum hadi uyan"
Meryemce uyanmak yerine elini üsten iki düğmesi açık olan gömleğimden içeriye sokup göğsümün üzerine koyduğunda;
"Meryemce'm, hadi zorluyorsun beni, uyan hadi"
"Kocam yaa"
"Efendim"
"Bırak azcık sıcaklığına sineyim. Çok özledim beş dakika daha"
Camımı açarak;
"Eren arabaya bin gidiyoruz"
Meryemce birden gözlerini açarak;
"Aaa bak uyandım. Hadi gidelim"
Elimle Eren'e dur dediğimde bir şey fark ettim. Meryemce benimle tek kalmak istemiyordu. Arabadan inerken, bileğimi tutup gözlerime baktığında olduğum yerde kaldım. Kapıyı üzerimden uzanıp kapadıktan sonra elini yanağıma koyarak;
"Senin neyin var Mustafa'm"
"Bu gün canın acıdı ben hissetmedim. Ben Azrail olduğumda seni hissetmiyorum. "
"Aslında işte o zaman daha çok hissediyorsun. Çünkü sen Azrail olduğunda emin ol benim sana daha çok ihtiyacım oluyor. Ben o zamanlarda senin bir kaç adım önde olmandan mutluluk duyuyorum"
"Ben seni her anlamda çok özledim karım, kadınım. "
"Mustafa'm"
"Ben seninle baş başa kalmayı özledim. Ben başımı dizlerine veya sol göğsüne yaslayarak kendimi dinlerken kalbini duymayı özledim. Meryemce belki de ben artık yoruluyorumdur"
"Bu gece baş başa kalacağız ve sen göğsüme başını koyup dinleneceksin"
"Hımm Ömer Hamza Alibeyoğlu öyle diyor zaten. Birde Mirza Asaf var artık. Azcık yaklaştım mı radar gibi ağlıyorlar mübarek."
"Hatırlıyor musun ilk evlendiğimizde de arıyordun, alarm var mı diye. "
"Evet hala arıyorum"
Meryemce dudaklarıma kısa bir öpücük bırakıp;
"Seni seviyorum adam. Şunu unutma bu can sana mecbur. İnelim hadi"
Arabadan indiğimizde konağın kapısını Boran açmıştı. Ben önde Meryemce arkamdan konağa girdiğimizde herkesin konağa geldiğini gördüm. Bedirhanlar, Ünal amcalar buradaydı. Bir kaç adım daha attığımızda herkesten önce Meryemce'yi babam görmüş olacak ki hızla yanımıza gelip;
"Ağam, Meryemce'nin üzerinin hali ne? "
Annemde yanımıza geldiğinde, Meryemce anneme sarılıp;
"Bende bir şey yok sakin olun. Diyarbakır'da olaylar farklı gelişti."
Hepimiz sedirlere geçerken, Hazar elinde çay bardağıyla mutfak tarafından yanımıza geliyordu. Kısa bir an Meryemce'nin üzerini gördüğünde elindeki bardağı yere attı. Herkes ona baktığında o benim gözlerime bakıyordu. Bir kaç adım atarak tam önümde durup;
"Hani ufak olaydı. Bu kızın üzerinin hali ne? Mirza baba sen bu damadını kov konaktan"
Hepimiz gülmeye başladığımızda, Mert birden Meryemce'nin boynuna sarıldı. Meryemce bir an şaşırsa da kardeşini sıkıca sarıp;
"Mert'im ben iyiyim ablam."
Mert başını kaldırdığında gözlerinden düşen göz yaşlarına hepimiz şaşırmıştık. Meryemce biraz geri kayarak Mert'in başını göğsüne yatırdı. Başını öpüp;
"Ağlama Mert niye ağlıyorsun ki"
"Ben senin üzerinin kan olmasına dayanamıyorum. Benim en büyük korkum seni kaybetmek. En büyük kabusum benden uzaklaşman ablam. Ben annemin değil senin kokulunla huzuru. Bakışlarından sevgiyi buluyorum ablam"
"Mert'im korkma Allah'ın izniyle bana bir şey olmaz "
"Abla yaa"
"EE Mert'im yeter da baba olacaksın ama hala Mina ile yarışıyorsun çocuklukta"
"Abla ben hala senin sırtına başını koyan merdoyum"
"O zaman sende merak etme bende hala elinde sopasıyla gezen ablanım"
"Çünkü"
"Çünkü senin ablan tek başına sana aile, çünkü senin ablan çok güçlü. Dağı bile yerinden oynatır sana bir şey olacak diye hala. Merak etme çabuk yıkılmam."
Mert iyice Meryemceye sarıldığında Dağhan arkasından sarıldı. Meryemce başını onun omuzuna doğru yatırdığında Devran yanına giderek Meryemce'nin omzuna başını yasladı. Meryemce tek eliyle Devran'ın yanağını severken, Leyla ve Gülcan da dizinin dibine yere oturduğunda Meryemce kısa bir an gözlerini kapatıp açtıktan sonra gözlerime bakarak;
"Ağam işte benim asıl evlatlarım. Yaramaz üç erkek, iki masun kız. "
"Sen ve seninle gelenler başımın üzerine"
Meryemce güldükten sonra;
"Dağhan, Devran, Mert, Gülcan ve Leyla merak etmeyin. Her zaman bir adım arkanızdayım. Ben hiç bir zamanda yıkılmayacağım. Bana bir şey olsa da sizi öyle güzel öyle sağlam insanlara bırakacağım. Dağhan'ımı Gülcan'ıma. Mert'imi Nisa'ma. Devran'ımı Avşin'ime. Leyla'mı Hazar abime bırakacağım. "
Mert'in ağladığını omzundan anlıyorduk. Meryemce elini Mert'in başına koyduktan sonra;
"Aaaa yeter yaa!!!! Hepsi evli koca kazıklar. Baba beni buradan alır mısın"
Babam tebessümle Meryemce'nin yanına giderek elini uzattı. Meryemce sıkıca elini tutup ayağa kalktı. Babamın koluna girip hepimize baktıktan sonra;
"Şimdi hepinize bir şey diyeceğim. Ben buraya geldikten sonra önce babam sonra siz dahil oldunuz hayatıma. Hepinizi ayrı ayrı seviyorum. Meryemce'nin asıl en büyük serveti, en büyük hazinesi sizsiniz. "
Herkes ona gülerken, Meryemce göz ucuyla bana bakıp;
"İşte ilk aşkım babam, Mirza Alibeyoğlu. Beni odama götürür müsün yakışıklım"
Babam Meryemcenin başına dudaklarını bastırıp;
"Benim güzel dostum gelinim kızım. Herkes içinde bende sana bir şey diyeyim. Bana tekrar ana, abla, dost, evlat acısı tattırma Mizgin sultan. Şimdi odana kadar sana eşlik edecek başka bir yakışıklı bul"
Avluda bütün efkarlı üzgün havayı bizim kahkahalarımız götürmüştü. Meryemce ağır adımlarla odamıza yürümeye başladığında bende peşinden yürümeye başladım. Peş peşe odaya girdiğimizde Meryemce derin bir nefes almıştı. Beşiğin yanına gittiğimizde, evlatlarımız uyuyordu. Meryemceye baktığımda;
"Sen duşa gir bende üzerimi değiştireyim"
"Sende duşa gir"
"Yok gece yatarken yaparım sevgilim"
Meryemce banyoya yürüdüğünde bende üzerimi değiştirmek için dolabımızın önüne geçtim. Rahat kıyafetler giyindiğimde Meryemce'ye de rahat kıyafetler ayarlamıştım. Meryemce banyodan çıktığında oğullarımızda uyanmıştı. Beşiğin yanına gittiğimde Ömer ve Mirza hemen susmuştu. Bebeklerime baktığımda etrafa bakmaya başladılar. Eğilip ikisini de kucağıma zorda olsa almıştım. Yatağa oturduğumda Meryemce elbisesini giyiniyordu.

Meryemce elbisesini giyindikten sonra başını da yapınca ayağa kalkmıştım ki;
"Az bekler misin kocam"
"Tabi beklerim"
Meryemce kendi çeyiz sandığı gibi sandığını açarak içinde sarı bir tülbente sarılı ufak bir kutu çıkardı. Elindeki kutuyu aynanın önüne koyarak yatağın yanına gelip önce Mirza'yı kucağına alıp battaniyesine sarıp ana kucağına koydu. Ömer'i de aynı şekilde ana kucağına koydu. İki ana kucağını alarak odadan çıkarken Meryemce elinde kutuyla peşime geliyordu. Avluya çıktığımızda Meryemce gür bir sesle;
"Leyloş hadi sen Avşin ile beraber bize o koyu kıvamlı olan kahvenden yap"
Leyla ve Avşin beraber mutfak tarafına gittiğinde, Hazar'a bakarak;
"Hadi herkes safını belli etsin. Ben ağa olarak kız tarafıyım"
Hazar birden;
"Ne kız tarafı Mustafa'm"
"Öyle kız tarafıyım"
Benim oturduğum sedire herkes geldiğinde Hazar karşımda tek kalmıştı. Meryemce elinde kutuyla Hazar'ın yanına oturduğunda;
"Dilam"
"Cengaver abim seni tek bırakmam "
Ben karım ve dostuma bakarken, Leyla elinde büyük tepsiyle yanımıza geldi. Kahveyi ikram ederken Meryemcenin telefonu çaldı. Meryemce yüzüne tuttuktan sonra bize çevirmişti. Çocuklarla konuştuktan sonra, onların gideceği yeri duyunca hepimiz biraz sıkılsak da Meryemce'm korkulacak bir şey olmadığını söylediğinde güvenmiştik. Kahvelerimiz bitmiştik ki, hafif öksürükle Meryemce;
"Mustafa Hamza ağam, sebebi ziyaretimiz belli. Oğlumuz Hazar uzun zamandır kızınıza evlenme teklifi edip duruyor. Bizde Allah'ın emri, peygamber efendimizin kavliyle kızınızı oğlumuz kuma ayy abime istiyorum"
"Hımm oğlunuz ne işle uğraşıyor"
"İnşaat ustası"
"Hım ne kadar ücret alıyor"
"Karın tokluğuna. Amelelikten yeni çıktı"
"Ben kıt kanaat geçinen birine kızımı vermem. Ayrıca kız abisi hatta babası olarak başlık parası istiyorum"
"Çüşş"
Ben Meryemcenin tepkisine gülerken babam birden; "Meryemce " dediğinde başını hafif eğip kaldırdıktan sonra;
"Özür dilerim babam, Ağacığım ne istiyorsun başlık parası söyle"
"İki araba istiyorum. Üç tane İngiliz atı istiyorum"
"Ağam kurban olayım beş milyon dolar vereyim sus ve ver kızı"
Avluda hepimiz şaşkınca Meryemce bakarken, Hazar gür bir sesle;
"Dila'm ne yaptın ya"
"EE ne yapayım abi görmüyor musun? işi yokuşa sürüyor"
Hazar başını salladıktan sonra, bana dönerek;
"Ağam şimdi iki araba değil, Hancıoğlu varlığımı iki gözümün ışığı olan sevdiğime verdim gitti"
Leyla birden gür sesle;
"Hazar ne yaptın"
"Sana feda gülüm "
Leyla'ya göz ucuyla baktığımda sedirin sonunda selvi ile ayakta duruyordu. Ona baktığımı hissettiğinde kısa bir an bana baktıktan sonra başını eğdiğinde karşımda karımla yan yana oturan dostuma bakıp; 'verdim gitti' dedikten sonra herkes alkışlamıştı. Herkes ayağa kalktığında karımla göz göze geldiğimde içimden geçen sadece ne çok mutluluk getirdiğiydi. Ah be karım nasıl bir meleksin.
Cebimde olan alyansları çıkardığımda Hazar sadece gülmüştü. Kırmızı kurdeleli alyansları parmağına taktığımda Meryemce tek dirseğini sedire koyarak bize gülüyordu. Baran ve Bedirhan'ı yanıma çağırıp üçümüz kesmiştik kurdeleyi. Yerimize oturduğumuzda Baran'ın din görevlisi olan arkadaşı Selami avluya girdiğinde Gülcan ve Avşin Leyla'yı odasına götürdü. Selami'yle ayak üzeri biraz sohbet ederken, Leyla başını bağlamış yanımıza geldi. Selami nikahı kıyarken, Leyla ağlamaya başladığında, zorla nikah kıymayacağını söylemişti. Hazar kaşları havalanmış şekilde Leyla'ya baktığında, Leyla; 'zorla değil severek merak etmeyin beyefendi' dediğinde Hazar tuttuğu nefesi bırakmıştı. Selami mehiri sorduğunda bütün malım mülküm ve canım demişti. Nikah kıyıldığında Hazar Leyla'nın alnını öperken, hepimiz aynı anda Allaha şükür dediğimizde avluda güçlü bir kahkaha sesi yankılanmıştı. Selami avludan çıktığında herkes sıraya girmişti. Herkes sırayla Leyla ve Hazar'a hediye verirken, hepsinin dilinde bu nişan hediyesi kelimesi vardı. Meryemceyi gözlerimle aradığımda avluda yoktu. Yanıma baktığımda odada aldığı sarı tülbentle sarılı kutu yanımda duruyordu. Biraz zaman sonra Boran elinde bilgisayar ve hoperlörle yanımıza geldi. Masanın üzerine kurduğunda Eren projeksiyonu kurmuştu. Meryemce yanıma geldiğinde annem;
"Neredeydin annem"
"Sultan ablaya bebekler için çay yapmasını söyledim annem"
"Ne çayı annem bir sıkıntıları yoktu bu gün"
"Anne anason ve rezene karışımı Mina'ya da yapıyorduk. Gece rahat uyusunlar diye anne"
"Hım anladım annem sen nasıl biliyorsan"
Meryemce bilgisayarın başına geçerken, annem ve yengem gülüyorlardı. Meryemce bilgisayarı ayarladıktan sonra yanıma gelip kutuyu aldı. Leyla ve Hazar'ın tam önüne geçti. Kutuyu Leyla'ya uzatıp;
"Bu kutuyu açmadan tülbenti kokla önce"
Leyla örtüyü burnuna yaklaştırdığında gözlerini sıkıca kapadı. Gözlerini açıp;
"Limon çiçeği kokuyor "
"Şimdi bekle, Boran ışıkları kapat"
Avlunun ışıkları kapandığında beyaz ekrana bir çift ayak görüntüsü geldi. Meryemce gülünce onun ayakları olduğunu anlamıştık. Biraz zaman sonra Leyla birden annem dediğinde görünen koltuğa Leyla'nın annesi oturdu. Elindekileri koltuğa koyup ekrana yani Meryemce'ye baktıktan sonra;
"Meryemce hadi çek beni"
"Niye ki"
"Çekte kızıma bırakacağım"
"Zeynom ne diyeceksin hadi çekiyorum söyle"
"Bak ya eğleşme benimle"
"Zeyno vallahi çekiyorum kız"
"Başlıyorum bak"
"Başla Zeyno "
"Leyla'm, gamzeli, orman gözlü kızım. Sen bunu izliyorsan ben öldüm demek ki. Sen şimdi şu karşımdaki kız yüzünden yurtdışında Mert'imle geziyorsun. Ah Gülcan'ım oda eğitimde. Benim kaldı bunla başım belada"
"Zeyno"
"Tamam deli, neyse annem güzel kızım şuan benim kucağımda duran sandık var ya senin annem. Elindedir şuan eminim, o sandığı aç kızım. Onun içinde beyaz ufak bebek patikleri var. Onları ilk torunuma giydir hemi annem. Birde içindeki dört tane olan bebek bilezikleri senin ufaklığından kalma. Babandan çok zor sakladım onları da kızın olursa sende onun koluna tak merinos kuzum. Birde şey var senin bebekken oynamaktan mutlu olduğun inci kolyem var düğünde boynuna tak annem. Benim tek varlığım bunlardı sana bırakacağım. Bunları da deliye bırakıyorum. Bilirim ölse bunları sana yine de verir. Leylam, kıvırcık prensesim çalı süpürgesi kızım. Nazlı bir o kadar erkek düşmanı kızım. Seni önce Allah'a sonra kendi kardeşlerinden seni ayırmayan ablana, ben gibi seven ikinci annen saydığın Meryemceye emanet ediyorum. Leyla bir şey isteyeceğim senden annem vasiyet gibi düşün. Dayını arama Meryemce dayını buldu ama sen arama. O büyük yemin etti Esat'ım. Bir dakika bir dakika, Meryemce sen bunu yanında damadım varken izleteceksin dimi"
"Evet Zeyno"
"He iyi o zaman. Bak kızımın gönlünü çalan kara kuzum"
"Kara kuzu mu? ya sarı çiyansa"
"Anam benim kızım gidip sarı birini bulmaz"
"Eyi da tamam devam et"
"Bölme sende. Nerede kalmıştım. He kara kuzum kızımı üzme hemi elini sadece başını sevmek için, sarılmak için kaldır. O güzel çocukluk geçirmedi ama Meryemceden sonra güzel genç bir kız oldu. Üzme kızımı yoksa ben karışmam zaten dimi atmaca"
"Zeyno ya ben ölürsem senin kızın evlenene kadar"
"Sen emanetleri yerine koymamış ölmezsin bilirim"
"He diyorsun ki ondan sonra Allah senin canını alsın. Tamam kabul."
"Meryemce kalk, kalk sen yine açtın şom ağızını. Kahve yap içelim"
"Zeyno bir öpücük at kızına "
Video gerçekten en son Zeynep hanımın elini öpüp sallamasıyla bitmişti. Işıklar yandığında herkes dağılmıştı. Annemler, hanımların hepsi ağlıyordu. Hazar Leyla'ya sıkıca sarılmış öylece duruyordu. Hazar'la göz göze geldiğimizde başımla al git Leyla'yı demiştim. Leyla ile yavaşça kalkıp yanımızdan ayrıldılar. Meryemce cdiyi ve kutuyu toplayarak kenara koyarak yerine oturdu. Kader birden;
"Meryemce abla"
"Efendim"
"Gelin nasıl bir şey çok merak ettim"
"Ayy Kader senin gelinin var ya bir çirkin bir çirkin"
"Vallahi mi Vayemin"
"Sorma Gülcan ama benim gelinim öyle mi? menekşe gözler siyah saçlarıyla mini minnacık saygılı bir güzel maşallah gelinime"
Hanımlar meryemcenin dediğine güldükten sonra Meryemceyle Diyarbakır'ı konuşmaya başladıklarında, bende babamlara helva olayını anlatıyordum ki çekinerek Mirhan yanıma oturdu. Ona baktığımda, hafif öksürükle boğazını temizleyerek;
"Ağam ne karar verdiniz"
"Yarın sabah erkenden kızımızla Diyarbakır'a gidiyorsunuz. Dini nikahınız orada olacak."
"Peki ağam siz nasıl isterseniz"
"Mirhan senin çok samimi bir dostun var mıydı"
"Şehmuz vardı ağam onu da hayatımdan kovdum"
"Niye kovdun"
"Haysiyetsiz olduğu için ağam"
"Gülru'yu sevdiği için kovdun"
"Ağam"
"Mirhan bu gün o adam sizin evin çalışanlarından birinin boğazını kesti. Hanımağan onu kurtarırken üzeri kan oldu"
"Ağam öldü mü kız"
"Yok iyi hastanede"
"Ağam özür dilerim"
"Tamam hadi sevdiğinin yanına git"
Mirhan yanımdan kalktığında ben tekrar karımı izlemeye başladım. Birden Mert, abla dediğinde hepimiz ona bakmıştık ki avluya Hazar ve Leyla geldi. Leyla sedirde oturan karımın boynuna sarılıp;
"İyi ki varsın"
"Sende bacım sende. Hadi prensesim geç kocanın yanına otur"
Leyla, Hazar'ın yanına gittiğinde Hazar oturmasına izin vermedi. Hepimizin önünde durdurup, karşısına geçti. Ceketinin cebinden ufak yüzük kutusunu çıkarıp;
"Leyla'm, bunun içindeki yüzük annemin yüzüğüydü. Rahmetli Dila'mın nişanında onun parmağına takmıştı. Dila gece yanımıza gelip bu yüzüğü en güzel benim tek ve birtanecik yengem taşır dedi ve annemin gözünün önünde bana verdi. Bu senin canım"
Hazar uzun sarı yaprak şeklinde altın yüzüğü parmağına takıp alnından öpmüştü. Onlara sedirlere oturduklarında Boran avluya girdi. Ceketini ilikleyerek;
"Ağam kapıda hanımağamızı görmek isteyen bir erkek ve bayan var"
Kolumdaki saate baktığımda gece yarısına geldiğini gördüğümde yok diyecekken, Meryemce gelsinler demişti. Boran'a baktığımda hızlı adımlarla kapıya yürüdü. İçeriye giren orta boylu bir kadınla, uzun boylu sarışın adama bakarken Devran birden ' Melek ' dediğinde arkası kapıya dönük olan Meryemce hızla yerinden kalktı. Gözlerinin karardığını adım adım görüyordum. Kadın ve adama doğru yürümeye başladığında kısa bir an durup arkasına bakarak;
"Devran yerinden kalkma. Delirmiyorsun şuan benim karşımda duran Melek "
Meryemce durduğu yerden kıpırdamadan karşısındaki kıza bakıp;
"Niye geldin"
"Hocam ben buraya oğlumu almaya geldim"
Meryemce bir kaç adım daha atarak kadının tam önünde durdu. Ellerini yanında yumruk yapıp;
"Melek niye geldin"
"Oğlumu almaya geldim"
"Oğlunu almaya"
"Evet hocam Talha'yı almaya geldim "
"Neyi olarak almaya geldin"
"Annesi olarak"
Meryemce öyle bir tokat atmıştı ki, avluda iki defa sesi yankılanmıştı. Kız eli yanağında düştüğü yerden kalkıp yine Meryemcenin önünde durdu. Meryemce bir adım daha atarak aradaki mesafeyi çok aza indirip;
"Neyi olarak geldin almaya Melek"
"Annesi olarak. Ben doğurdum onu"
Meryemce az öncekinden daha kuvvetli tokat atmıştı. Kadın yere düştüğünde arkasındaki adam yere eğiliyordu ki;
"Sakın Sadık sakın. Yerinde dur bağışladığım canını almayayım"
Adam bir adım geriye gittiğinde Meryemce tek eliyle yerde ağlayan kadını ayağa kaldırdı. Kadın dudağını sildiğinde Meryemce ellerini yumruk yapıp;
"Sen misin benim oğlumun annesi, sen. Sen onun annesi falan değildin. Sen daha sekiz aylık hamileyken şu adamla birlikte olarak onun anneliğinden vazgeçtin."
"Hocam acı bana ver oğlumu"
"Sana mı acıyayım, sana "
"Hocam bir hata yaptım. "
"Sen hata yapmadın. Sen bile isteye şu adamın, Devran'ın koynuna girdin. Sen aslında hiç Devran'a aşık olmadın ki. Abin, o şerefsiz it, o bit kadar beyniyle Devran'ın aslında çok zengin olduğunu öğrendi. Abin dedi ki gir adamın koynuna yap bir çocuk sonra paraya para demeyiz. Sende zengin olmak için sevmediğin adamın altına girdin "
"Hocam ben"
"Değil mi Melek? hatta hastanede bir kerede hamile kalabilmek için bütün kadın doğumcuları gezdin."
"Hocam ben"
"Dur ya hımmm sen abinden altı aydan sonra niye dayak yemiştin he buldum. Abine Meryemce hocam gerçekleri duyarsa beni öldürür yapamıyorum. Ben bu işte yokum dediğin gece baban bile paranın kokusunu aldığı için ikisi bir dövdüler"
"Ben oğlumu"
"Senin değil benim oğlum. Ben o dağa başında abine telefonda ' bu adam bana nikah kıymayacak sıkıldım karnımda bu piçle abi al beni' dediğin zaman zaten bittin benim için "
"Sen nasıl"
"Daha kaldığın o ufacık evdeki kameralardan haberin yoktu salak. Sadece altı gün seni o evde şu arkandaki adamla bıraktım. Kadın doğumcuydu sana bir şey olursa müdahale etsin hemen diye. Fakat Sadık altı gün boyunca her şekilde yardımcı oldu sana. Benim geleceğim gün sabah abin o evdeydi. Sana Sadık'la bir sürü ilaç getirdi. Ben eve geldiğimde beş milyon ver bebeği al dedi abin. Bende Devran'ın parçası diye aldım. Ben kendi oğlumu parayla satın aldım. Sen durmadın o ilaçları içmeye başladın. İçme diye yalvardım ama sen beni dinlemedin. Devran'ın geleceği gün işler planladığın gibi gitmedi. Erken olacak olan doğumu daha da acı ve erkene çektin. Sen plan yaparken bende yaptım. Senin doğum yapacağını sabahtan anlamıştım. Arabamla gideceğim yolu yürüyerek gittim. Çünkü sen salak içtiğin ilaçların değiştiğini anlamadın bile. Seni ve oğlumu doğumda koruyacak ilaçlar içiriyordum. Doğumda o kadar kan kaybettin ki bayıldın. Devran senin bayıldığını gördüğünde öldün sandı. Kürşat hocamı bir gün önceden çağırdım. Karavanını evin arkasında tutuyordu. Devran'a taşıttım bedenini öldüğüne tamamen inansın diye. Gerisini hatırlamıyor arabasına binip gitmişti. Gerisi bendeydi. Aileni sürdüm, Sadığı meslekten ihraç ettirdim. Abine hepinizi hasret bıraktım. Ve sen o doğumda aslında en büyük darbeyi en başta aldın. Hamileyken abinin verdiği ilaç senin yumurta rezerveni bitirdi.
Bir kaç sene sonra bunu sana Ankara'da ki Nesrin hanım söylediğinde soluğu benim yanımda aldın. Oğlunu istemek için değil seni yurt dışına göndermem için. Sana o gün yüklü miktarda para verdim. Peki o günü hatırlıyor musun"
"Hayır hocam"
"O gün geldiğinde iki bacağımın arasında bir çocuk vardı hatırlıyor musun. Daha dört buçuk yaşındaydı. Sana oğlumun başının sadakası olsun diye o parayı verip yolladım. Sen gittikten sonra oturduğum yerde kucağıma çıkan oğlum gerçeği yüzüme vurdu. Bacaklarıma oturup önce gözlerime bakıp; ' anne o ölmüştü dimi' dediğinde oğlumun yüzüne baktım. Kısa bir an sonra sıkıca boynuma sarılıp burnunu boynuma yaslayarak; 'anne kokusu bu, benim annem sensin. Beni hiç bir zaman göğsünden ayırma yoksa üşürüm anne.' demişti. Benim oğlumla aramızdaki en büyük sırrımızdın sen. Hiç bir zaman babasına söylemedi seni. Şimdi sana bir şey söyleyeceğim, eğer azcık bile canın acırsa iki oğlumu da sana vereceğim"
Hepimiz meryemceye baktığımızda, Devran sert bir sesle Meryemce dediğinde bir kere bile arkasına dönmedi. Meryemce derin bir nefes çekip;
"Talha öldü Melek"
Kadın boş gözlerle Meryemce'ye bakarken, Meryemce sağ kolunu tutup;
"Ne hissettin Melek"
"Ben, ben üzüldüm"
"Sadece üzüldün mü? ben yandım. Ben diri diri toprağın altına girdim. Bu koskoca Mardin ufaldı, küçüldü de ben sığmadım. Melek sen anne olamazsın. Allah sana anneliği bir kere nasip ediyordu ve sen onu istemedin."
"Hocam"
"Melek şimdi oğlumu doğurduğun günde, ben yeminimi bozmadan kocanı al ve çek git sonsuza kadar"
Kadın ve adam avludan çıkarken, Meryemce ellerini yumruk yapmış öylece kapıya bakıyordu. Devran ağır adımlarla Meryemcenin yanına gitti. Arkasından sarılıp başını omzuna koydu. Biraz öyle durmuşlardı. Devran derin nefes alırken karımın titreyen nefeslerini duyduğumuz da Devran;
"Mustafa Talha'nın annesi sensin. O senin oğlun. Bu gün sen ilk defa anne oldun. İyi ki doğdu oğlumuz fıstığım. O hepimizde en çokta senin yüreğinde yaşıyor"
Meryemce sadece başını sallamıştı. Devran onu bıraktığında, bana doğru gelerek yanıma oturdu. Bu gün Diyarbakır'a giderken niye oğlumuzu düşündüğünü anlamıştım. Göz ucuyla yanımdaki karıma bakarken o önümüzdeki sudan bir yudum içip Ekrem abiyi çağırdı. Adam avluya girdiğinde;
"Abi siz gelirken bütün yükünüzle geldiniz dimi"
"Evet Karadeniz"
"Benim sendeki emanetim"
"Burada "
"Getirsene birde yastık istiyorum"
"Ciddi misin sen"
"Vazgeçiyorum ama "
"Tamam sustum"
Ekrem bey giderken, Leyla birden;
"Meryemce gerçekten mi"
"Sana, Talha'ya ve zeynoya ufak bir hediye"
Ekrem abim elinde bağlama ile geldiğinde hepimiz meryemceye bakarken, Mert birden;
"Abla bana bağlama çalıyorum deme"
"Dedim bile"
"Yaa ben daha neler duyacağım acaba"
Herkes Mert'e gülerken, ben karıma bakıyordum. Aslında çok yoruldu bu gün hem bedenen hem de ruhen. Elimi bacağına koyduğumda, ayağa kalkarken kulağıma sessizce; 'iyiyim' dediğinde gözlerine baktım. Ekrem abinin getirdiği mindere oturup bağlamayı çantasından çıkardı. Biraz ayarladıktan sonra;
"Leyla söyle hangisi"
"İçinden ne geliyorsa"
Meryemce gözlerini kapatıp sırayla hem çaldı hem de söylemeye başladı.
"Zeynep bu güzellik var mı soyunda
Elvan elvan güller biter bağında
Arife gününde bayram ayında
Zeynebim Zeynebim allı Zeynebim
Beş köyün içinde şanlı Zeynebim
Zeynebe yaptırdım altından tarak
Tara zülüflerin bir yana bırak
Zeynebe gidemem yollar pek ırak
Zeynebim Zeynebim allı Zeynebim
Beş köyün içinde şanlı zeynebim
Söğüdün yaprağı narindir narin
İçerim yanıyor dışarım serin
Zeynebi bu hafta ettiler gelin
Zeynebim Zeynebim allı Zeynebim
Beş köyün içinde şanlı Zeynebim
Kangaldan aşağı Mamaşın köyü
Derindir kuyusu serindir suyu
Güzeller içinde Zeynebin huyu
Zeynebim Zeynebim allı Zeynebim
Beş köyün içinde şanlı Zeynebim"
Leyla dolu gözlerle bakarken, Meryemce tekrar çalmaya başladı.
Altın hızma Mülayim
Seni haktan dileyim
Yaz günü temmuzda
Sen terle ben sileyim

Gün gördüm günler gördüm
Seni gördüm şad oldum

Altın hızmav incidir
Gömleği nar içidir
Menim lal olmuş dilim
Ne dedi yar incidir

Gün gördüm günler gördüm
Seni gördüm şad oldum

Altın hızmav dudağa
Yaraşır al yanağa
Gel yarim görüşelim
Ben gidirem irağa

Gün gördüm günler gördüm
Seni gördüm şad oldum
Leyla güldüğünde, Meryemce tekrar çalmaya başladığında, titrek aldığı nefesle zor durduğunu anlamıştım.
"Gömdüm oğul seni toprağa gömdüm
Kanlı yaşlarımla pınara döndüm
Tabutun üstünde dirildim öldüm
Seni vuran eller kırılsın oğul

Doymadım sesine fidan boyuna
Kalın ip taktılar ince boynuna
Gül gibi düştün toprağın koynuna
Seni asan eller kırılsın oğul

Giden oğul hiç gelir mi yerine
Ah evladım yaram indi derine
Hele bakın zalimin eserine
Seni yakan eller kırılsın oğul"
Gitti canımın cananı
(Ah le canım vah le canım uy canım)
Bıraktı beni yaralı
(Ah le canım vah le canım uy canım)
Ben bu dertten ölür isem
(Ah le canım vah le canım uy canım)
Kime yazam fermanımı
(Ah le canım vah le canım uy canım)

Lokman gelse tabip gelse
(Ah le canım vah le canım uy canım)
Bulamaz derdime şifa
(Ah le canım vah le canım uy canım)
Gelsin canımın cananı
(Ah le canım vah le canım uy canım)
Odur derdimin dermanı
(Ah le canım vah le canım uy canım)
Annem ağlarken Meryemce çalıyordu, sanki kendi değil bağlamayı ağlatıyordu. Türküler bittiğinde Hazar derin bir nefes alıp;
"Ben söyleyeceğim, sende çalma bir şey Ekrem abi al şunun elinden şu bağlamayı. İçimi şişirdi. Bu gün benim en mutlu günüm"
Meryemce oturduğu yerden kalktığında, bağlamayı Ekrem abiye verirken sessizce yak dediğini duymuştum. Ekrem abi gözlerine bakınca, kaşının birini kaldırarak baktığında adam başını sallayarak yanımızdan ayrıldı. Yanıma oturduğunda hafif eğilip sessizce;
"Niye yak dedin"
"O bağlamada hep acı yüklü yenisini belki kocam alır diye düşündüm"
"Yarın özel yaptırayım. Bilseydim daha önce yaptırırdım"
Meryemce tebessümle Hazar'a dönerek ;
"Hadi söyle "
"Tamam pis kumam hepimizi ağlattın. Mustafa galiba burada tek kürtçe bilmeyen hanımağam sen kulağına Türkçeye çevir"
"Nisa da var"
"Onun kocası yanında, senin ki zamanında çok uğraştırmış onun için dedim"
Meryemce hızla başını mutfak tarafına çevirip;
"Sultan abla palayı getirir misin"
"Tamam ben başlayayım, belki son türküm olur"
Hepimiz gülerken, Hazar, Leyla'nın gözlerine bakarak söylemeye başladığında masanın altından karımın elini tutup sessizce Türkçeye çevirdim.
"Sen gülsün, sen papatya
Dertlere dermansın Bir kez gel görmeye
Gel zalim hadi gel
Gel güzelim hadi gel
Gel canım hadi gel
Gel güzelim
Gülümsüyor ey yârim Ay gibi, güneş gibi.
Gel bahar çiçeğim Gel canım hadi gel
Gel güzelim hadi gel
Gel kumralım hadi gel
Gel güzelim
Sen ey dolunayım Sen ey ceylan yavrusu
Bırakma beni bu halde
Gel zalim hadi gel
Gel güzelim hadi gel
Gel canım hadi gel
Gel güzelim"
Meryemce gözlerime öyle bakıyordu ki sanki dilim lal oldu bir şey diyemedim. Derin bir nefes aldığımda, Meryemce yanımdan kalkıyordu ki hafifçe elini sıktım. Elime telefonumu alıp Hazar'a söylemesini istediğim şarkıyı yazmıştım. Hazar gözlerime bakınca hafif bir tebessümle söylemeye başladı. Hazar kürtçe söyledikçe ben yine sessizce karıma çeviriyordum.
"Beni buralarda sensiz etme
Gönlümün derdini ağır eyleme
Beni endamına hayran et
Hey esmerim hey güzelim
Sen bilmezsin günlerim geçmez
Sen bilmezsin gecelerim geçmez
Sen bilmezsin sensiz olamam
Kokun güllerin kokusudur
O gözlerine hasretim
Gönlüne hayranım
Hey esmerim hey güzelim
Sen bilmezsin günlerim geçmez
Sen bilmezsin gecelerim geçmez
Sen bilmezsin sensiz olamam."
Meryemce gözlerime bakınca, yine sessizce;
"Seni seviyorum karım bu şarkı benden sanaydı. Ben hiç bir zaman sensiz olamam"
Meryemce'm belli süre gözlerime baktı. Derin bir iki nefes aldıktan sonra ağlamaya hazır gözleriyle ;
"Müsaadenizle ben çocukları yatırayım"
Meryemce yanımdan yavaşça kalktığında Sultan abla elinde iki ufacık biberonla yanına geldi. Meryemce ana kucağının birini, Sultan abla diğerini alarak yanımızdan uzaklaştılar. Meryemce odaya girene kadar göz ucuyla onu takip ettim. Herkes sessizce dururken, sessizliği bozan minik Gülşah'ımız oldu. Bedirhan ve Ünal amcamlar kalktığında, babamlarla yolcu etmiştik. Avluya döndüğümüzde herkes odalarına dağılıyordu. Tek başıma avluda kaldığımda, ağır adımlarla odama yürüdüm. Odaya girdiğimde oğullarımın kokusu Meryemcenin kokusuna karışmıştı. Derin bir nefes alıp kapıyı kapadım. Yatağa doğru baktığımda Meryemce yoktu. Gömleğimin düğmelerini açarken, göz ucuyla kütüphaneye baktığımda orada da yoktu. Yatağa yaklaştığımda üzerindeki katlı temiz kıyafetlerimi gördüm. Banyonun önüne geldiğimde kapı açıldı. Meryemce uzun siyah askılı gecelikle banyodan odaya girdi. Elini sakalıma koyarak, kısaca gözlerime baktıktan sonra;
"Duşa girmek isteyeceksin eminim"
Avuçlarımın içine yüzünü alıp, burnunun üzerini öptükten sonra;
"Sen iyi misin huzurum"
"Bu gece seni dinleyeceğim kocam. Hadi bekliyorum"
Başımı sallayarak banyoya girdiğimde, kapıyı çok az aralık bırakıp gömleğimi tamamen çıkardım. Duşakabine girerken ufacık aralıktan Meryemceyi gördüm. Bebeklerimizin üzerini örtüp yatağa oturdu. Duşakabinin kapısını kapatıp, kısa bir duş alıp çabuk çıktım. Belime havlumu sarıp odaya girdiğimde Meryemce yatakta dalgın bakışlarla ellerine bakıyordu. Kıyafetlerimi alarak tekrar banyoya girdiğimde kapıyı yarım kapattım. Arada başımı eğerek içeriye karıma bakıyordum. Hiç istifini bozmadan ellerine bakmaya devam ediyordu. Saçlarımı ellerimle düzeltip içeriye girdiğimde Meryemce hiç kıpırdamadan, gözünü bile kırpmadan hala ellerine bakıyordu. Yatağın yanına geldiğimde hafif yorganı kaldırıp Meryemce gibi oturdum. Sırtımı yatağın başlığına yaslayarak yorganı bacaklarıma çektim. Hafif yan dönerek karıma, huzuruma seslendiğimde, derin bir uykudan uyanır gibi hızla bana döndü. Ne olduğunu sormak için ağızımı açıyordum ki, Meryemcenin dudaklarını dudaklarımda buldum. Öpmüyor öylece duruyordu. Biraz sonra geriye çekilip başını önüne eğerek;
"Özür dilerim seni hissetmek istedim bir an"
Meryemceyi hemen kollarımın arasına alarak başının üzerine dudaklarımı bastırdım. Burnumdan kuvvetli derin bir nefes aldığımda bütün kokusunu içime çektim. Biraz öyle birbirimiz dinledikten sonra Meryemce benden uzaklaşıp, eliyle kalbine vurduğunda hafif kayıp başımı karımın göğsüne koydum. O eşsiz ritmi duyduğumda kollarımı karımın beline sardım. Meryemce saçlarımı severken, Mina gibi dudaklarımı kalbinin üzerine bastırıp;
"Efsunlusun. Kanatlarını cennette unutmuş meleğimsin. Seni nasıl sevdiğimi anlatmaya kalksam kelimeler yetmeyecek. Meryemce sen yorulma, yaralanma. Ben seni her üzgün gördüğümde güçsüz kalıyorum. Sen iyi ol ki bende iyi olayım. Ben sana bir şey olacak diye pamuklara sarmak istedikçe, bir şekilde seni hep kırıp üzüyorlar neden"
"Ben iyiyim merak etme kocam. Her zaman yanındayım ve beni bu odada pamuklara sar. Ben bu odada, bizim mabedimizde senin nazlı karınım, senin nazlı kızınım. Ben senin yanında çocuk oluyorum, ben senin yanında kadın oluyorum. Odanın kapısından çıktık mı ben atmacayım, ben bayan ateşim, ben Meryemceyim. Ben her zaman bir adım arkandayım kocam, eğildiğinde sırtını elimle sıvazlarım kalkman için, düştün mü kollarından tutar kaldırırım. Yeri geldiğinde ayağın, yeri geldiğinde kolun, yeri geldiğinde gözlerin olurum. Ben o nikah masasında yalan konuşmadım hayatım. Hastalıkta ve sağlıkta, iyi günde ve kötü günde, acıda ve kederde, huzurda ve huzursuzlukta, her anında yanındayım, her anımda yanımda olacaksın."
"Sen her şeyimsin zaten. İlacım, dermanımsın."
"Ömrümsün adam. Hani geçen gece dedin ya sana bir şey olacak diye korkuyorum"
"Evet gönül şenliğim"
"Galiba ikimiz aksi ihtiyar olana kadar hep korkacağız"
"Galiba gülüm. Biliyor musun ne istiyorum"
"Ne istiyorsun"
"Sadece sen, ben ve yüce rabbimin olacağı bir yer. Her şeyden herkesten uzakta bir yer. Bütün sorumluluklardan uzakta ama maalesef yok öyle bir yer değil mi karım"
"Galiba"
"Biliyor musun hatun? seninle sevgili olmak isterdim. El ele kol kola dolaşmak isterdim. "
"Hazal'la çok mu gezerdiniz"
"Şey"
"Söyle kocam söyle "
"Biz onunla aslında fazla gezmedik. Burada hep çarşıdaydık, İstanbul'da bir kaç alış veriş merkezi. Sabah iş yerine giderdim sonra bizimkilere bırakıp ona burada açtığım eve giderdim. Akşama kadar başı göğsümde olurdu. Bazen canımız sıkılırdı çarşıya çıkardık. Tabi o zaman biraz, azcık rahattım dedem vardı. Konağında olsa da ağalık işlerini ben yapıyor muşum gibi o hallederdi. "
"Peki onla yapmadığın benimle yaptığın bir şey var mı"
"Var, mesela onunla hiç kaleye çıkmadım. Onu hiç bir zaman odama sokmadım. Başımı hiç bir zaman göğsüne koymadım. Sakallarıma, saçlarımla oynamasına hep kızdım. En önemlisi ona kalbimi vermedim"
"Peki niye Azrail lakabını aldın"
"Sende zifiri karanlığına yak bir ışık diyorsun yani"
"Eğer istersen"
"Dedem için, bir gece içimdeki Azrail çıktı ve sekiz kişiyi ibret için "
"Öldürdün mü"
"Ben sana bir şey soracağım"
"Anladım kocam anladım. Sor bakalım "
"Ebru kim"
"İlk ve tek dadımdı. Niye sordun"
"Elif'in öldüğü zaman hastanede, birde bir kaç defa uykunda ebru abla buradayım dedin. Merak ettim."
"Kocam"
"Anladım karım senin zifiri karanlık kuyuna taş attık."
Meryemcenin ince kıkırtısı kulağıma geldiğinde baş parmağımla belini sevdim. Derin bir nefes alıp;
"Sevgilim, huzurum"
"Söyle sevgilim"
"Biliyor musun keşke ben daha yirmi beş yaşındayken gelseydin"
"Gelemezdim çünkü yirmiüç yaşındaydım. Ateş avukatlık bürosunu topluyordum. Kemal bey ve Selma hanım ölmüştü. Tıp fakültesiyle yanı sıra şirket yönetimi okuyordum. Gecem gündüzüm karışıktı. Mert bey her şeyden bir haber askerdeydi"
"Meryemce'm niye baban ve annene bey ve hanım diyorsun. Mesela sana ilk aşkın kim dediğimde Kemal ateş demiştin."
"Evet on yaşıma kadar ilk aşkım Kemal beydi, sonra yakışıklı babam yerini aldı. Kemal bey öyle istiyordu. Ortaokuldan sonra bey ve hanım diyordum baş başa kaldığımızda. Mert'e söylerken ağızımdan zor baba çıkar mesela. Uzun mevzular kocam çok uzun. Biliyor musun kocam? ben en çok seni isterdim doğduğum gün"
"Niye bir tanem"
"Çünkü iki veya üç yaşında olsan da beni korurdun. "
"Korurdum tabi gül kokulum"
"Mustafa ben ne istiyorum biliyor musun"
Başımı karımın göğsünden kaldırıp gözlerine baktığımda;
"Senden önce ölmek istiyorum. Sen benim yokluğumda Azrail olarak herkesi korur, kollarsın. Ben, senin yokluğunda gökyüzü, özgürlüğü elinden alınmış, kanatları kırık atmacaya dönerim. "
Karımın gözlerindeki saf aşkı gördüğümde dudaklarına minik bir buse kondurdum. Elini sakalıma koyduğunda sakallarımı avcuna sürüp gözlerimi kapadığımda;
"Bilir misin asi'm, bazı yerlerde atmacaya delice kuşu derler. Eşini kaybettiğinde kendini yüksek kayalıklara döne döne, çarpa çarpa kendini öldürürmüş. Unutma kocam Azrail her türlü yaşar da, atmaca gökyüzü, kanatları olmadan asla yaşayamaz. Kendine dikkat et gökyüzüm de kanatlarımda sensin tamam mı kocam"
Gözlerimi açtığımda yanaklarından süzülen göz yaşlarını, baş parmaklarımla sildikten sonra;
"Sende kendine çok dikkat et nefesimsin. Karım ben bu tür konuşmaları sevmiyorum "
"O zaman ne konuşalım kocam"
"Konuşmadan iletişime geçelim karım olmaz mı"
"Hımm bee...ben.ııımmm.. sen öyyylee "
Karımın heyecanlanmasına gülüp biraz daha yaklaştığımda başını beşiğe doğru çevirince boynuna dudaklarımı bastırdım. O narin ince parmaklarını tekrar sakalımın üzerinde hissettiğimde başımı kaldırıp gözlerine baktım. Gözleriyle beşiği işaret edince, oraya baktım. Uyuduklarını görünce tekrar karıma baktım. Başını eğince ne demek istediğini anladığımda, hemen yataktan kalktım. Beşik tarafındaki cibinlik tüllerini açtım. Yatağa oturmadan ayak ucundaki ve sol tarafında cibinlik tüllerini açtım. Yatağa oturduğumda Meryemce başını önüne eğmiş öylece dururken, elimi çenesine koyup gözlerime bakmasını sağladım. Ellerini yüzüne kapatınca, ellerinin üzerini öpüp, ellerini ellerimin içine alıp gözlerine bakarak;
"Bir hastalık gibi seni sevmek ve sen yutmaktan zevk aldığım tek ilaçsın"
"Mustafa'm"
"Nefesim"
Ruhuma şifa olan kokusunu çektikten sonra, can bulduğum dudaklarını öptüğümde karşılığımı almıştım..
.....................................................
MERYEMCE...
Bu sabah da on gündür olduğu gibi üzerimdeki ağırlığıma gülmüştüm. Mustafa'nın kafası göğsümde, kolları belimde bir bacağı bacaklarımın üzerindeydi. Başımı beşiğe çevirdiğimde Ömer'le bakıştık. Gülerek;
"Annem, Ömer'im bak bu benim en büyük bebeğim. Hadi annem ağla önce Mirza sonra baba uyansın"
İçin için gülerken, boynuma bastırılan dudaklarla gözlerimi kısa bir an kapatıp açtım. Derin nefes almıştım ki, kulağıma uykulu davudi sesi daha da kalınlaşmış şekilde;
"Oğlumla arama girme. Benim oğullarım babalarına alıştılar"
"Ya ne demezsin adam. Ben büyüdüklerinde söylemeyecek miyim?. Babanız sizi on gün boyunca anason çayı içirdi diye"
Mustafa göğsümden kalkıp yatakta oturduktan sonra gözlerime bakarak;
"Bana da yazık değil miydi karım. Koskoca 220 gün olmuştu. Benimde hakkım değil miydi kokuna ve ruhuna doymak"
"Sen iyice terbiyesizleştin. Bak duyuyor musun ezan okunuyor kalk yanımdan terbiyesiz ağa"
"Meryemce'm"
"Yok Meryemce'm bana bak bu akşam yok çay may. Yoksa kumanla uyursun bu akşam"
"Ya sorma ilk aşkım çok dertli"
"Leyla baya eğleniyor ama. Geçen sabah kapısında uyurken bulmuş"
"Yazık ama babam iyice bizi damat durumuna soktu. Nikah yaptığımız gece bir şey demedi. Ertesi gün Leyla'yı odalarının yanında bir odaya aldı. Hazar yanına gidemiyor"
"Yazık mı?"
"Evet yazık. Koskoca on gün"
"Vallahi sana hiç yazık değil."
"Neyse ney, Bu akşam isyan mı çıkarsam acaba"
"Ağam sen iyice çocuk oldun kalk. İsyan çıkaracakmış? bana bak ben sana bir isyan çıkarırım. Odamıza hasret kalırsın"
"Aaa karım sende sonra bana kızıyorsun namazı kaçırıyoruz diye"
Mustafa koşarak yataktan çıktığında arkasından canım olan adama gülmüştüm. Derin nefes alıp yataktan kalktım. Kütüphaneye geçip avluya baktığımda annemle babamı gördüm. Aklıma gelen planla Mustafa'dan alacağım hırsları toptan almaya karar verdim. Üzerime feracemi giyip elime de tülbentimi alıp hızla odadan çıktım. Anneme doğru koşar şekilde yürüdüğümde annem halimden korkmuş olacak ki hemen ayağa kalkıp yanıma geldi. Aklımdakini kulağına söylediğimde şen kahkahası avluyu doldurdu. Odama girdiğimde Mustafa selam veriyordu. Banyoya girip hemen abdest aldım. Odaya girdiğimde kocam duasını etmiş kalkıyordu. Hemen onun namaz kıldığı seccadesine geçtim. Niyet edip huşuyla namazımı eda ettim. Dua ederken oğullarımın mızmızlanması kulağımı doldurdu. Üç ayları bitecekti. Seccademi katlayarak yatağa oturduğumda önce Ömer'i kucağıma aldım. Karnını doyururken, kütüphaneden Mustafa yanımıza geldi. Yatağın ayak ucundan emekleyerek yatağa girdiğinde hemen başını bacağıma koydu. Karnı doyan Ömer'i onun önüne koyduğumda Mustafa parmağıyla yanağını severken, Ömer ona gülünce;
"Meryemce bana güldü. Oğlum bana güldü"
Onun haline gülerek Mirzayı kucağıma aldım. Mustafa, Ömer'le konuşurken, ben Mirzayı emzirmeye başladım. Mirza hem emiyor hem de eğildiğim için yanağıma vururken ona gülüyordum. Mirza'nın boynunu koklamak için biraz daha eğildiğimde, oğlum saçlarımı yakalamıştı. Başımı kaldırmadan Mustafa'ya seslendiğimde yavaşça doğrulup saçımı kurtarmıştı. Başını tekrar bacağıma koyunca ona baktım. Ömer'in ellerini ufak ufak ısırdığında Ömer'in gülmeleri biraz daha sesli gibi olmuştu. Mustafa çocuk gibi ona gülerken Mirza'yı göğsüme yatırıp gazını çıkardım. Mirza rahatladığında Mustafa'nın sırtına yatırdım. Kocamın bir anda gerildiğini kaslarından anladım. Tek elimle tuttuğumu görmediği için;
"Meryemce Mirza'yı Ömer'in yanına yatırır mısın"
"Yo baya yerinde rahat"
"Meryemce "
Mirza'yı Ömer'in yanına yatırdığımda Mirza bir anda babasını tanımış olacak ki bir gülümseme de Mirza'dan alan Mustafa;
"Beni tanıyorlar artık değil mi"
"Evet hayatım"
Mustafa gözlerime bakıp;
"Oradan kalkar mısın"
"Niçin"
"Oğullarımla oynayacağım"
Yataktan kalkarken, saçlarını sevmiştim. Odamızı toplamaya başladığımda, Mustafa ikisini karşısına almış bir eliyle Ömer'i bir eliyle Mirza'yı kaldırmaya uğraşıyordu. Mustafa'nın zorlanıyormuş gibi olan yüzünü gören oğullarımız babalarına daha dikkatle bakıyorlardı. Mustafa ellerini tekrar ısırmaya başladığında, keyif sesleri kulağıma geliyordu. Odayı toplamayı bitirdiğimde yatağın cibinlik direğine yaslandığımda Mustafa oğullarımızın bileklerini tutmuş bana bakıyordu. Kaşlarımı çatarak;
"Niye çocukların bileğini tutuyorsun"
"Ömer'i al bende Mirza'yı alayım "
Ömer'i kucağıma aldığımda;
"Ellerini ağızlarına götürmesin, tut ellerini"
Ömer'in ellerini tuttum. Mustafa'da Mirza'nın bileklerini tutarak yataktan kalktı. Mustafa banyoya yürüdüğünde bende peşinden yürüdüm. Tek eliyle zor bela suyu ayarlayarak Mirza'nın ellerini bebek şampuanıyla yıkadıktan sonra bana uzattı. Ömer'e de aynısını yapınca, odaya girerken;
"Niye yıkadın çocukların ellerini"
"Anneye bak bir de doktor olacak. Hatırlatayım canım bu çocukların babası arada sigara içiyor, sonra normal yemek yiyor. Az önce babaları ellerini ısırmak sebebiyle ağızına götürdü. Benim ağızımdaki mikroplar asiciklerimin elindeydi. Sen farkında değilsin ama ben Mina'nın ellerini ısırdığımda ona git ellerini yıka diyorum boğuştuktan sonra"
"Böyle bir baba olacağın aklıma gelmezdi. Hadi gel biz seninle on tane daha çocuk yapalım"
"Yok sana artık çocuk bunlarla yetin. Hamileyken kaprisin ayrı, doğumun ayrı sonrası ayrı dert. Çok çocuk istersen ben sana çocuk olurum. "
"Ben o Afra'yı doğuracağım"
"Hımmmm tamam bende öyle diyordum."
"Mustafa ben bir çocuk daha doğuracağım"
"Bende doğurmayacaksın diyorum"
"EE adam sende görürsün"
"Meryemce"
"Mustafa"
Mustafa kaşları çatık dolabın önüne giderken, beni kaybetmekten korktuğunu biliyordum. Onun haline hafif gülüp kucağımdaki Mirza'yı da Ömer'in yanına beşiğe koydum. Kendi hallerinde ses çıkarırken dolabın karşısındaki koltuğa oturdum. Bacak bacak üstüne atarak, dolaptan takım bakan kocama;
"Mustafa"
Arkasını döndüğünde zorda olsa yutkunmuştu. Çocukları emzirirken feracemi çıkardığım için bordo gecelikle olduğumu fark etmiştim. Heyecanımı bastırarak kocamın gözlerine bakarak;
"Gri, siyah ve Lacivert takım giymiyorsun"
"Başka"
"Parfümde sıkmıyorsun"
"Başka "
"Duşa da girmiyorsun"
"Karım, sevgilim adamlar İstanbul'dan geliyorlar"
"Ben anlamam, hele hiç bir şekilde o dudakların hafif bile kıvrılmayacak"
"Meryemce"
"Asistanlarının kadın olduğunu biliyorum Mustafa gebertirim seni"
"Kıskanmak ve Meryemce sultan"
"Ben ciddiyim çiğ çiğ yerim seni"
"Tamam hatunum tamam. Bak aklıma ne geldi sen haftaya işe başla"
Birden oturduğum yerden kalkıp boynuna sarılıp;
"Sen ciddi misin"
"Tabi ki hayır bu gün kocana güzel fıstıklı irmik helvası yap"
Bir adım ondan uzaklaşıp, ellerini önümde birleştirdim. Başımı eğip;
"Olur bey sen nasıl istersen"
Mustafa'nın kahkahası kulağıma dolduğunda başımı kaldırıp bende gülmeye başladım. Gülerken kollarını açtığında hemen yerime yerleştim. Mustafa saçlarımı öpüp;
"Ben sana her gün aşık olmaktan sıkılmam"
"Bende kocam, neyse hadi duşa gir bende takımını hazırlayayım"
"Tamam sevgilim"
Mustafa banyoya girdiğinde çamaşır ve kıyafetlerini hazırladım. Daha uzun süre konakta olacağım için iyice ev hanımına bağlamak istediğim için, lastikli kahverengi kiloş eteğimi, beyaz yarım kolu badimin üzerine sütlü kahverengine yakın ince hırkamı giydim. Başıma da kahverengi tülbentimi taktım. Mustafa banyodan belinde havlusuyla çıkarken, bende ana kucaklarına oğullarımı yerleştiriyordum. Mustafa üzerini giydikten sonra saçlarına şekil verirken;
"Şey pardon az önce burada benim bordo bacak boyu geceliyle affet bir sevgilim vardı gördünüz mü?"
Ana kucaklarını yere koyduktan sonra Mustafa'ya bir adım yaklaşarak;
"Yok görmedim ağam ben yeniyim. Ben varım bir isteğiniz varsa"
"Yok ben sevgilimi aldatmam. "
"Vay şanslıymış sevgiliniz. "
"Öyledir, neyse ben çıkayım o zaman"
Mustafa bana doğru yaklaştıkça ilk günkü gibi bacaklarım titrerken, öpecek sanmıştım ki eğilip yerden ana kucaklarını aldı. Ben ona şaşkınca bakarken, odayı serseri gülüşü inletmişti. Ana kucaklarıyla odadan çıkarken, arkasından sadece başımı sallamıştım, sen görürsün der gibi. Son kez aynada başımı düzelterek odamızdan çıktım. Mustafa ana kucaklarını bebekler için yaptırdığı sedirin üzerine koymuştu. Anneme göz kırpıp mutfağa yürüdüm. Sultan abla hızlı hızlı iş yaparken, elindeki büyük iki tabak böreği elime tutuşturup;
"Bir onlar eksikti yürü git masaya"
Geriye döndüğümde herkes masadaydı. İki tabağı masaya koyduğumda tek eksik bendim masada. Masaya oturduğumda kocam afiyet olsun demişti. Herkesin önünde çay varken benim önümde bir şey yoktu. Sultan ablaya diyecekken, elinde büyük bardakla bana doğru geldiğinde anlamıştım. Yüzümü ekşittiğimde Sultan abla yanıma bir adım kala ağızımı açıyordum ki babam gür ve otoriter sesiyle;
"Hiç öyle bakma Meryemce. Yüzün yine kaşık kadar kaldı. Her geçen gün zayıflamaya devam ediyorsun"
Başımı eğdiğimde bacağımda hissettiğim elle hafif soluma baktığımda, Mustafa haklı babam der gibi yüzüme baktıktan sonra bacağımı sıktı. Sultan ablanın önüme koyduğu pekmezli sütü içerken, midem bulansa da sesimi çıkarmadan içtim. Sütüm bittiğinde Mustafa bardağı önümden alıp çay getirmelerini söyledi. Kahvaltıya devam ederken Mustafa halalarını sorunca, babam bir kaç gün daha Şanlı Urfa'da kalacaklarını söyledi. Sinirlense de umursamaz göründü. Börek alıyordum ki masadaki herkes bir anda Meryemce deyince kime bakacağımı şaşırdım. Herkes inceden gülerken, ben Dağhan'a bakıp;
"Söyle binbaşı"
"Ya aslında hepimiz galiba aynı şeyi söyleyecektik"
"Nedir"
"Meryemce biz dün gece Gülcan, Nisa ve Mert damda oturuyorduk. Sonra Hazar, Leyla, Baran ve Zümrüt geldi. Biraz daha sonra Kadir, Kader, Serdar ve Selvi geldi. Baktık bir tek Devran ve Avşin yok. Onları da çağırdık "
"EE Dağhan anladım biz yokmuşuz sadece. Tamam bu seferlik af ettim"
"Ya kızım dur yaa"
"Tamam sustum söyle "
"Gülcan ve Leyla aynı anda canım Meryemcenin mantısını çekti deyince, üzerine Devran ve Mert ablamın ketesi de güzel oluyor şöyle çayın yanında dedi. Bir de baktık ki hepimizin canı fena halde çekmiş. Biz birde ballandırarak anlatınca hamilelerimiz aşermeye başladılar."
"Bende bir şey diyeceksiniz sandım. Tamam bu akşam mantı yiyelim, hatta sultan ablaya diyeyim sarmada saralım"
"Abla kete"
"Tamam Mert kete de yaparım, helva da yaparım"
Herkes bana bakarken, Mustafa birden;
"Bu kadar kişiye nasıl mantı açacaksın ki?"
"Hamuru sadece biraz fazla yoğuracağım. Bu kadar bayanız, ben açarım hanımlar kapatır"
Herkes gülerek başını salladığında, Sultan ablayı çağırdım. Sultan abla yanımıza gelmişti ki Mustafa'nın telefonu çaldı. Sultan ablaya bir dakika dediğimde masa da sessizleştiğinde Mustafa hafif boğazını temizleyerek açtı.
"Efendim Yusuf ağa"
".........."
"Demir ve Emir, Mirhan'ı alıp şirkete geleceklerdi biliyorum"
"..........."
"Ne demek başımla fakat bu akşam bırakmam."
"........"
"Olmaz öyle aile olacağız ve bu akşam sizi bırakmam "
"........."
"Allah'a emanet olun"
Mustafa telefonu kapadığında hepimiz ona bakarken, o telefonunda bir kaç bir şey yaptıktan sonra kulağına tuttu. Kısa zaman sonra;
"Hayırlı sabahlar dayım"
"........"
"Bu akşam Yusuf ağalar gelecek sende gel"
"......."
"Yengemi, teyzemleri ve büyük halamı al gel"
"....."
"Tamam dayı sen konuşursun. Ben istemem kızı haberin olsun"
"......."
"Tamam dayı ona da tamam"
Mustafa telefonu kapatıp masaya koyduktan sonra Sultan ablaya dönerek;
"Sultan abla duydun bu akşam konak çok kalabalık ona göre yemekleri ve odaları hazırlarsınız abla"
"Başımla beyim, sen nasıl istersen. Meryemce sen niye çağırdın beni"
"Sen Ekrem abiye söyle büyük leğen alsın. Mantı açacağım"
"Olur Karadeniz"
"Abla yaprakları çıkar sarma saralım"
"Olur Karadeniz, başka"
"Maya alsın birde Ekrem abi kete yapacağım"
"Oldu gidiyorum ben o zaman"
Sultan abla mutfağa doğru giderken, Mustafa bana bakıp;
"O kadar kişiye nasıl mantı açacaksın. Başka zamana kalsın"
"Mustafa ağam ben Karadenizliyim ve evdeyim. Konakta bir sürü hanım var dediğim gibi yardım ederler"
Mustafa bir şey dememişti. Kahvaltı masası toplanırken, cebimden telefonu çıkarıp Yasin'e 'Tatil bitsin bu akşam dönün' diye mesaj çekmiştim. Biraz zaman geçmişti ki mesajıma cevap olarak 'Bende sana yazacaktım. Çocuklar sürpriz yapalım dedikleri için, bu gün sabaha karşı yola çıkacağız ' mesajını gördüğümde telefonu yanımda oturan kocama gösterdim. Çocukları özlediğini biliyordum. Dün gece Talha ve Mina'nın resimlerine bakarken yakalamıştım. Mustafa'm kaç yaşında olursa olsun hiç büyümeyecek çocuktu aslında. Mesajları okuduktan sonraki yüz ifadesini her zaman görmek için daima mutlu edebilirdim kocamı. Derin bir nefes alıp ayağa kalkıp, kahveleri yapmak için mutfağa girdiğimde herkes arı gibi çalışıyordu fakat Ayşegül hariç. Yüz ifadesi acı çeker gibiydi. Yanına gidip elini omzuna koyduğumda;
"Ablam"
"Neyin var birtanem"
"Abla kasıklarımda bir ağrı var. "
"Kanaman oldu mu"
"Yok abla, böyle şey ağrı işte"
"Tamam bekle hareket etme fazla"
Ayşegül'ü sandalyeye oturtup, Selvi'ye kahveleri yapmasını söyleyerek avluya geçtim. Bebeklerim uyudukları için Boran'ı yanıma çağırdım. Boran yanıma geldiğinde;
"Boran, asiciklerimi sizin daireye taşıyorsun. Ayşegül hem biraz dinlensin, hem de bebeklere göz kulak olsun. "
Annem ve yengem mutfak tarafına giderken, Zümrüt'te Kader'e dönerek 'Yenge Hattap da sana emanet. Bir sürü misafir gelecek, azcık gelinlik yapayım' dediğinde çok hoşuma gitmişti. Gülcan ve Nisa bana bakınca onlara gülmüştüm. Annem ve yengem avluya tekrar geldiğinde, Mustafa derin bir nefes alıp olayı anlamadığı için;
"Ne oldu anne"
"Oğlum Ayşegül biraz rahatsızmış, hanımağası izin vermiş. Oğulların iki saat uyurlar, kızda azcık dinlenir"
"Tamam anne"
Mustafa bana bir garip bakınca, kaşlarımı çattım. Kahvelerimizi içtiğimiz de, beyler yavaş yavaş konaktan çıkarken Mustafa bana kaşlarıyla kamera odasını gösterdiğinde başımı sallamıştım. Mustafa önde ben arkasında giderken annemle göz göze geldik. Odaya girdiğinde Mustafa koltukta oturuyordu. Ellerimi arkamda bağlayarak duvara yaslanmıştım. O koltuktan kalkıp;
"Yorulmanı istemiyorum sen bir sürü iş çıkardın kendine"
"Olsun sevgilim ne olacak hem yeğenlerimiz anne karnında üzülsünler mi"
"Üzülmesinler ama sen yorulma"
"Yorulmam ki sevgilim"
Mustafa'm bana doğru adımlarını attıkça gözlerindeki koyulaşma çok hoşuma gitmişti. Jaguar gibi bana bakınca göz kırpmıştım. Aramızda hiç mesafe kalmamıştı. Elini belime atıp beni kendine çektiğinde, ellerimi göğsüne koydum. Anlıma dudaklarını bastırdığında gözlerimi kapamıştım. Burnumu öptüğünde gözlerimi açtım. Dudaklarıma dudaklarını yaklaştırmıştı ki odanın kapısının açılmasıyla eş zamanlı babamın 'Mustafa' diyerek odaya girmesiyle, ben sırtımı babama dönerken, Mustafa bir kaç adım geriye gitmişti. Ben ona göz ucuyla bakarken, babam ;
"Unutma oğlum intikam soğuk yendiği zaman çok lezzetli oluyor"
"Baba"
Babam kahkaha atarak odadan çıktığında, tamamen kocama dönerek bir kaç adımla önüne gittim. Elimi sağ yanağına koyarak, sol yanağını öpüp kulağına yaklaştım.
"Allaha emanet ol al yanak ağam"
Yakalanmak istemediğim için neredeyse koşarak odadan çıktım. Avluya girdiğimde babam ve amcam konaktan çıkıyorlardı. Babama dikkat ettiğimde sanki az önce oğluna şaka yapmamış gibi ciddi ciddi bir şey konuşuyordu. Sedirlere baktığımda annem yanına çağırdı. Yanına gittiğimde avluda ikimizden başka kimse yoktu. Elini koluma koyarak;
"Ne yapıyor"
"Bilmiyorum ki annem hemen kaçtım"
"Oh hak etmişti. Zamanında az kudurtmadı gönlümün efendisini. Kız askere gideceği gece geldi girdi ortamıza"
"Anne yaa"
"Canım "
"İyi ki annemsin"
"Meryemce annenle"
"Ben hep ders çalıştım anne"
"Anladım. Sende iyi ki gelinimsin"
Annemin yanağını öperken, gözüm bizim odadan kaşları çatık kulağında telefon konağın kapısına yürüyen kocama takıldı. Sadece elini kaldırıp anneme bakarak gidiyorum dedi. Sinirle peşine koştum. Kapıdan çıkıyordu ki kolunu tuttum. Telefondakine yarım saate oradayım dedikten sonra ben daha ne olduğunu anlamadan sırtım duvarla buluştu. Mustafa elini belime koyarak kendine çekip, burnunu tülbentimin üzerinden boynuma koydu. Derin bir iki nefes aldıktan sonra gözlerime bakıp;
"Yok mu o beni deli eden kokun! Ne vakit solusam boynuna yakın, tutup seni içime sokasım gelmiyor değil"
Ben gözlerinde kilitli kalmış dururken, dudaklarımda dudağını hissettiğimde gözlerimi kapatamadım. Nefesim ciğerlerimde Mustafa diye dolaşırken sesi kulaklarımı yine doldurdu;
"Hiç bir esansa değişmem eş tutmam kokunu. Hiç bir sıcaklık da ısıtmaz içimi nefesin kadar. Her gün görüyorum ki bin bir afet de, hiç bir Afrodit de tırnağın etmez"
Mustafa dudaklarımı biraz daha uzun öptükten sonra;
"Nefes al karım çünkü, senin o ciğerine çarpa çarpa çıkan iklim sıcaklığındaki nefesini öpeyim"
Nefesimi dışarıya bıraktığımda, ciğerlerimin ağrısını hissederken;
"Çokta önemli değil nerede olduğumuz müsait gördüğüm her yerde benimsin al yanak"
Mustafa sol yanağımı öpüp, gülerek konaktan çıktığında elim yanağımda kalmıştı. Arkasından boş boş kapıya biraz daha baktıktan sonra kendime geldim. Avluya yürürken, üst avludan Kader biraz yüksek sesle;
"Sultan ablaaaa!! yengeme büyük bardak acı bir kahve yap. Sarhoş olmuş"
Gülcan biraz karşısından;
"İçmeden nasıl sarhoş olsun kız"
"Ağam sağ olsun içmeden sarhoş etti onu"
Avluda gülmeleri duyulurken, annem mutfak tarafından elinde oklava ile geldi. Kaşlarını çatarak;
"Çabuk aşağıya inin hamile demem döverim"
Ben hızla mutfağa girdiğimde, ketenin hamurunu yoğurup mayalanmaya bıraktım. Yemek telaşı hepimizin girmesiyle hafiflemişti. Kızlar odaları hazır ettiğinde Selvi bana avluya yer yaptı. Mantının hamurunu yoğurmaya başladığımda Sultan abla büyük semaveri hazırlıyordu avluda. Sofra kurulduğunda, oklava ile açarken, Ayşegül Songül ve Yaseminle oğullarımı yanıma getirdi. Annemin yanına koyduğunda, annem onlarla ilgilenirken, konağın kapısı açıldı. Güzel görümcelerim Melek ve Peri avluya girdiler. Onlar daha oturmadan avluya büyük hala Adalet, Nurcan teyze, Sare teyze, Ezra yenge ve Berfe Ömür girdi. Herkes ayağa kalktığında, ben hamuru keserken, Berfe koşarak yanağımı öpüp Songül'e bakıp;
"Kız ben kıymayı koyarım sen işine bak"
Songül gülerek yerinden kalkarken, Berfe yanıma oturdu. Leyla mantığı katlarken, ayağa kalkıyordum ki Adalet hala kaşlarını çatınca oturdum. Hamurun yarısına geldiğimde bacaklarım ağrıdığı için ayağa kalktığımda hepsini öpmüştüm. Oturmadan bebeklerimin karnını doyurmak için kamera odasına girmiştim. Sakince karınlarını doyurduklarında daha keyifli etrafa bakıyorlardı. Kucağımda oğullarımla avluya girdiğimde, Sare teyzem eliyle bana getir demişti. Yanına gittiğimde;
"Teyze"
"Efendim"
"Oh bir an seslenmeden ellerinle bana getir deyince korktum"
"Korkma güzel kızım"
Mirza'yı teyzeme bıraktığımda Ömer kucağımda Adalet halanın yanına gittim. Hafif kulağına eğilip;
"Bunu sevmek ister misin hala. Belki abine söylemek istediklerin vardır"
"Ver Hamza'yı bana. Hamur kurudu gelin hanım"
"Hemen gidiyorum hala"
Sofranın başına oturmuştum ki, Gülcan arkama gelerek başımdaki tülbenti geriye aldı. Hamuru hızlı hızlı açarken, birden ben daha ne olduğunu anlamadan Sultan abla yüzüme kara çaldı. Gelinler gülerken, Adalet halam;
"Allah razı olsun bacım. Okumaktan çenem ağrıdı"
"Anneanne daha okuma yengemi. Böyle kimse tanımaz"
Hamurun sonuna geldiğimde Sultan ablaya kete hamuruyla içini getirmesini söylemiştim. Sultan abla giderken, avluya Boran girince, Berfe hemen yakamı kapadı. Boran gözleriyle etrafı taradıktan sonra;
"Mihriban anne, şey Yusuf ağanın ailesi geldi. Birde hanımağamız nerede"
"Tamam gelsinler Boran, hanım ağan bir saat önce çıktı ya oğlum"
"Nereye çıktı anne, Ne zaman çıktı, nereye gitti"
Herkes Boran'ın korkmasına gülerken yavaşça ayağa kalkıp;
"Söyle Boran"
"Aaa hanımağam ne oldu tüp mü patladı"
"Boran gebertirim seni"
"Şey hanımağam ağam dedi ki bana gömlek göndersin. "
Başımı sallayarak odama giderken, Boran kapıya doğru yürüdü. Odamıza girdiğimizde giydiği takıma uyacak açık mavi gömleğini gömlek kılıfına koyarak askıyla elime aldım. Kapıya doğru yürürken avludaki kalabalığa baktım. Kapıya çıktığımda, Ekrem abi gülmeye başlamıştı. Korumalar beni tanımadıkları için rahat duruyorlardı. Boran'a seslendiğimde Boran birden 'Hanımağam' dediğinde bütün korumalar asker gibi hizaya girmişti. Gömleği ona uzatırken, Eren'in çaktırmadan resmimi çektiğini fark etmiştim. Bir şey demeden avluya girdim. Masaya hoş geldiniz diyerek, sofranın başına oturduğumda Sultan abla mantıları içeriye götürürken, kete hamurunun leğeninin kapağını açtım. Hamurun haddinden fazla kabarmış olduğunu gördüğümde şaşırarak gözlerimi kocaman açtım. Annem arkamdan gelerek kulağıma;
"Oğlumu bu kadar sevdiğini bilmiyordum annem"
Başımı hafif çevirip annemin gözlerine baktığımda, tebessümle;
"Bir gelin ekmek hamuru yoğurduğunda kaynana hamurdan anlarmış gelinin oğlunu sevip sevmediğini "
"Ay anne oğlunu az düşündüm birde tam kalbimden düşünseydim ne olurdu acaba"
Annem gülerek yanımdan ayrıldığında, Hatun hanım birden;
"Mihriban, hanımağamız yok mu "
Annem hafif güldükten sonra bana bakınca;
"Hatun hanım buradayım, nazar için hanımlar yüzüme kara çaldılar"
"İyi yapmışlar"
Keteleri yapıp ayağa kalktığımda, Sultan abla yanıma gelerek bir eliyle kolumu tutarken diğer eliyle üzerimdeki unu silkelemeye başladı. Annem ağızını açacakken elimle sus demiştim. Arkamı döndüğümde de eliyle çırpmaya devam etti. Ona dönerek;
"Tamam Sultanım temizlendi"
"Tamam kuzum, iyisin demi"
"İyiyim başım dönmüyor. Hadi sen çayları getir, tabi sıcak sarmalardan da getir"
Sultan abla mutfağa geçerken, Gülcan ve Leyla Sultan ablanın arkasından ağlamaklı bakıyorlardı. Anneme dönerek;
"Sultan ablalar üç kız kardeşlermiş aslında en küçükleri Sultan abla. Bir bayram annesi ve teyzeleriyle en büyük ablası baklava açıyorlarmış. Bunlar baklavayı taş fırında pişirirlermiş. Ablası da uzun süre yufka açtığı için, ayağı açılsın diye ayağa kalkmış. Üzerini silkeleyecekken, annesi ocağa bak dediği için fırına odun attıktan sonra ocağın önünde eğilip üzerini silkelerken, yazması kıvılcım almış sonra kıyafetleri. O zaman ufak kızmış ablasının diri diri yandığını ağaçtan izlemiş. Onun için ben evdeyken bile terasta açardım. Orada bile benim üzerimi sirkelerdi"
Annem ağızını açtığında Sultan abla avluya girince susmuştu. Kızlar sofrayı kaldırırken, annem bana dönerek ;
"Sofra kurulana kadar hazır oğulların dururken git unundan kurtul"
"Tamam anne"
Arkamı dönmüştüm ki Adalet hala gür bir sesle bana seslenince arkamı döndüm. Gözlerine bakarken;
"Bir şey isteyeceğim merak ediyorum"
"Nedir hala"
Avluda herkes bize bakarken;
"Saçlarını açar mısın"
"Açarım ama bir temizleneyim öyle olur mu hala"
"Olur kızım"
Odama girdiğimde hemen Yasin'i aradım. Bir iki çaldıktan sonra açmıştı. Uçakta olduklarını herkesin uyuduğunu söylediğinde rahat etmiştim. Avluyu gören kameraları iki saatliğine kapatmasını söylediğimde sebebini sorduğunda açıkladım. İki saat değil ama bir saat kapatırım dedi. Anlaşarak kapadık telefonları. Hızla saçlarımı yıkamadan üzerimdeki undan kurtulmak için duşa girdim. Hemen işimi halledip üzerimi giyindim. Avluya çıktığımda herkes çay içiyordu. Kameraları kapatmasını söylediğim hazır mesajı göndermiştim. Yasin kameraları kapatana kadar, Selvi'ye içeriye erkek girmesin diye Boran'ları uyarmaya gönderdim. Selvi başını sallayarak avluya geldiğinde başımdaki tülbenti açarak saçlarımı tokasından kurtardım. Adalet hala belimden biraz daha aşağıda duran saçlarımı gördükten sonra;
"Berfe şu ağayı ara, ama sesini hepimiz duyacağımız şekilde"
Toplantısı olduğu için aramayın diyecekken, avluyu kocamın gür sesi doldurdu. Derin nefes aldığımda;
"Ağa müsait miydin"
"Evet Adalet hala müsaittim. Odadayım ve tekim söyle kimi şikayet edeceksin"
"De get hergele. Dur sana bir şey soracağım ağam"
"Buyur halam dinliyorum"
"Biz sizin konaktayız"
"Biliyorum oğlunda burada babamla kahve içiyorlar şirketin terasında Yusuf ağa ile"
"Neyse ney aklımı karıştırma"
"Buyur dinliyorum"
"Bu hanımağanın saçlarını ensesinde keseceğim"
"Niye hala"
"Öyle istiyorum. Annene söylüyorum makası getirsin"
Mustafa öyle bir nefes aldı ki, benim nefesim kesildi sanki. Biraz sonra boğazını temizleyerek;
"Hala, o saçların siyahında Azrailiğim, o saçların her telinde yaşama, sevme hevesim var. O saçların her teline ömrümü adadım. Kestiğin zaman nefesimi de ömrümü de kesersin."
"Ben daha o saçlara dokunmam ağam. "
"Sağ ol hala, Meryemce hanım sizde saçlarınızı kapatır mısınız"
"Ağam sen sesinin dışarda olduğunu nasıl anladın"
"Ben anlarım hadi size iyi oturmalar"
Mustafa telefonu kapadığında, masaya oturmuştum. Bütün hanımlar çay eşliğinde tanışmak için derin sohbet ederken, saatler ilerlemişti. Hava hafif karardığında Sultan abla herkese kahve yapmıştı. Kahvemden bir yudum aldığımda yanıma oturan minik bedenle sağ tarafıma baktım. Gülru menekşe gözleriyle gözüme bakıp;
"Yengem"
"Efendim"
"Nasılsın"
"İyim Gülru sen nasılsın"
"Biraz konuşabilir miyiz"
"Tabi canım "
Ayağa kalktığımda herkes bize bakarken, Hatun ve Menekşe hanım Gülru'ya bakıyordu. Anneme oğullarımı gösterdiğimde başıyla tamam demişti. Gülru'nun koluna girerek merdivenlere doğru yürümeye başladık. Ağır adımlarla çıkarken;
"Seni dinliyorum"
Gülru sessizce aklındakini ölçüp tarttığı belliydi. Sinan'ın odasının önüne geldiğimiz de kapısını açıp elimle Gülru'ya buyur etmiştim. Gülru odaya girdiğinde bende peşine girip odadaki iki berjere oturduk. Gülru kucağındaki ellerine bakarken;
"Gülrum"
"Yenge ben kabul ettim ama Sinan'ın hayatında Gülperi vardı. İstenmeyen biri olmak istemem "
"Sen Gülperiyi nereden biliyorsun"
"Hatun anamın kız kardeşi burada oturuyor. Onun torununun Gülperi ile mecburi bir arkadaşlıkları var oradan biliyorum. "
"Sen Sinan'ı önceden gördün mü"
"Evet ama sakın yanlış anlama. Aşık falan değilim. Biz sinan ile sohbet bile ettik"
"Nasıl yani"
"Gülperiyle bir aydır konuşuyorlarmış o zaman. Bende o zaman buradaydım. Efsun ile Gülperi'nin ortak arkadaşlarının doğum gününe gittik. Gülperiyle Sinan'da gelmişti. Efsun ile sıkıldığımız için vakit öldürürken, Gülperi ve Sinan yanımıza geldi. Gülperiyi teyzesinin oğlu aramıştı. Yanımızdan ayrılınca Efsun Sinan'ı abi gibi çok sevdiği için onlar sohbet ederken, bende sohbetlerine dahil oldum. Öyle yani ben şey için. Ben bunları sadece sana anlatıyorum yenge"
"Tamam merak etme. Sinan ve Gülperi ayrıldılar. "
"Üzüldüm"
"Ahh benim güzel kalpli kızım. Hadi kalkalım "
Beraber avluya inerken, Mustafalar da avluya girdiler. Mustafa ile göz göze geldiğimizde göz kırpmıştı. Gülru merdivenleri inerken, ben merdivende durup sedirlere oturan kocama baktım. Gözlerimle biraz daha sevdikten sonra kolumdaki saate baktığımda, çocukların konağa gelmesine bir saat daha olduğunu gördüm. Yasemin erkeklere kahve ikram ederken, bende avluya girdim. Ana kucaklarında uyuyan bebeklerimi görünce, dudaklarımı büzdüm. Başları düşmüş şekilleriyle bebeklerimi rahat uyusunlar diye ana kucaklarını alıp odamıza yürümeye başladım. Odamın önüne geldiğimde beni takip eden berfe ve Gülru'ya bakıp gülmüştüm. Başımla gelin diyerek odaya girdik. Bebeklerimi beşiğe yatırırken, Berfe Mirza'nın, Gülru Ömer'in üstünü örttü. Odadan çıkıyorduk ki Mustafa yakası açık, kravatı elinde odaya girdi. Kızlar başını eğince;
"Ağam sen üzerini değiştir gelirsin"
"Olur Meryemce hanım"
Avluya çıktığımda masa kuruluyordu. Mutfağa doğru yürürken, sedirlerin oradan geçiyordum ki, annem sessizce; '' otur yerine artık nazara geleceksin'' dediğinde mecbur annemin yanına oturmuştum. Yengem kulağıma yaklaşarak;
"Burada kimse bilerek nazar etmez ama olursun "
"Tamam yenge"
Ayağa kalktığımda konağın kapısı açıldı. Çiçek yenge ve Ünal amca gelmişti. Peşlerinden Bedirhan abim kucağında etrafı izleyen Gülşah'la avluya girdiğini görünce onlara doğru yürüdüm. Gülşah'ı kucağıma almıştım ki avluya giren Başak ile kan beynime sıçradı. Kaşının üzerindeki bandajla bana yaklaştığında;
"Ne oldu senin kaşına"
"Abla sakin olur musun"
"Başak sana ne oldu senin kaşına diyorum"
"Abla"
Hızla arkamı dönmüştüm ki Başak hemen elini belime koyarak;
"Abla sakinleş vallahi hepsi el üstünde tutuyor beni."
"Ne oldu kaşına"
"Bedirhan'ın erkek kardeşi Tunç karısına vuruyordu. Araya gireyim derken, beni itince yere düştüm. Kaşımda sedirin kenarına geldi. Mustafa ağamın haberi vardı. "
"Tamam hadi geç sen"
Gülşah'ı severek sedirlere giderken, bir şeye çarptığımda başımı kaldırdım. Bedirhan abim;
"Affet baldız dün koruyamadım"
"Olsun abi keşke haberim olsaydı şok olmazdım"
"Kocan söylemeyin dedi"
"Tamam ab-"
Cümlemi yarıda kesen hızını alamayarak yanımıza gelen Hazar abim oldu. Gülşah'ı kucağına alırken;
"Kumam kurban olayım, ayağının altına paspas olayım Leyla'ya hasret kaldım. Bir şey yap"
Bedirhan abimle gülmeye başladığımızda, Hazar abim kaşlarını çatarak kucağında Gülşah'la yanımızdan ayrıldı. Bizde sedirlere geçmiştik ki avlunun bir tek eksiği kocamdı. Masa hazırlanırken, Sultan ablaya hamuru açarken sessizce dediğimi yapmış çocukların sandalyelerinde koydurtmuştu. Masa tamamen hazır olduğunda kocam mavi gömlek lacivert spor kesim kumaş pantolonuyla avluya girdi. Sedirlerde oturan beyleri masaya buyur ederken, bende hanımları buyur etmiştim. Yavaşça ayağa kalkıyorlardı ki Boran avluya tatlı bir tebessümle girdi. Ellerini karnına koymuştu ki avluda özlediğimiz bir çığlık duyuldu.
"BABAM!!!!!"
Mustafa yerinden kalkıp üzerine gelen kızımızı kollarının arasına aldı. Ben onları izlerken, gençler avluya giriyordu. Mihriban ve Aslı annelerine sarılırken, Emrah ve Gül Selvi'yi aynı anda kollarının arasına almıştı. Yılmaz, uykulu ağır adımlarla annesine giderken, Pars avluya girdi. Elindeki kocaman lilyum buketini bana uzatırken, çocukların kartlarını bana verdi. Valizleri içeriye taşıyan Ertuğrul'a göz kırptığımda başıyla selamlamıştı. Biraz zaman geçmişti ki Yasin ve Sinan avluya girdi. Sinan, hiç kimseye bakmadan hızla gelerek sıkıca bana sarılmıştı. Başını öptüğümde sessizce;
"Sen nasıl birisin? sana gerçekten aşık olmak istiyorum. Fakat amcam döver beni diye korkuyorum"
"Biraz daha sarılmaya devam edersen, zaten amcan seni de beni de öldürecek."
Sinan benden ayrıldığında annesine giderken, Yasin yanıma gelip;
"Biz iki saat sonra döneceğiz. İstanbul'a geçiyoruz."
"Tamam görüşürüz"
Pars gözlerime bakarken;
"Bakma öyle Pars"
"Tamam Atmaca tamam"
Ertuğrul yanımıza geldiğinde, üçüyle vedalaştım. Konaktan çıktıklarında tek elimle kartları cebime koydum. Elimdeki kocaman lilyum buketini kokladıktan sonra bölecekken gençlerin hepsi aynı anda;
''Sakın dağıtma. Onu sana biz topladık kocaman lilyum bahçesinden"
Gülerek başımı sallamıştım. Elimdeki buketi Sultan ablaya verdiğimde Mustafa ile göz göze geldik. Ne demek istediğini anladığımda evet manasında başımı sallayarak onaylamıştım. Mina'yı babamın kucağına bıraktığında, Yusuf ağa Mina'ya bakarak;
"Merhaba küçük hanım"
"AAA ben seni tanıyorum sen beni o camide kucağına alan ağadedesin"
"Evet küçük hanım ben oyum"
"Hoş geldiniz buraya dimi anne"
"Ahh peri kızı senin bir annen var mıydı"
Mina ellerini yüzüne kapatıp, kıkırdadıktan sonra babamın kucağından kalktı. Koşarak bacaklarıma sarıldığında kucağıma aldım. Kokusunu içime çekerek gözlerimi kapadım. Kısa zaman sonra Mustafa avluya doğru yürürken gür bir sesle Sinan'a seslendiğinde, Sinan annesinin boynuna doladığı kollarını çözüp, Mustafa'ya doğru bir kaç adım attı. Mustafa'nın sağ tarafına geçtiğinde, gözlerimle Gülru'ya 'sende kalk' dediğimde çekinerek ayağa kalktı. O da Mustafa'nın soluna geçmişti ki avluda Emrah'ın oha!! demesiyle hepimiz ona bakmıştık. Mustafa nasıl baktıysa hemen babasının arkasına saklandı.
Mustafa, Sinan'a dönerek;
"Sinan'ım, ilk göz ağrım"
"Buyur ağa amcam"
"Bak Yusuf ağayı ve oğullarını tanıyorsun"
"Evet ağam tanırım"
"İyi oğlum şimdi beni iyi dinle, bu karşındaki Gülru on gündür senin nişanlındır"
"He tama neyy!!!! Nas...nassıl yani"
"Nişanlın oğlum nişanladım seni"
"Şaka dimi amcam şaka"
"Yok oğlum ne şakası. Ben böyle bir konuda şaka yapar mıyım"
"Amcam"
"Oğlum sen demedin mi beni evlendir diye"
"Amcam, ben ufak bir şaka yapmıştım. şaka"
Avlu, Sinan'ın tepkisine gülerken, Gülru kırılıyordu sanki. Mina'yı yere bırakıp Sinan'ın arkasına geçip elimi omzuna koydum. Sinan bana bakınca, gözlerimi hafif kapatıp açmıştım. Sinan karşısındaki kıza biraz baktıktan sonra, hafif kaşlarını çatarak rol model aldığı adama baktı. Mustafa cebindeki gümüş geniş yüzüğü çıkarıp Sinan'a uzattığında Sinan yüzüğü elinden alıp içine baktı. İçindeki yazıyı gözlerinde gördüğüm kadarıyla bir kaç kere okudu. Her okumasında karşısındaki kıza baktı. Derin bir nefes alarak tekrar Mustafa'nın gözlerine baktı. Mustafa gözlerinde beklediğini görmüş gibi başını salladığında, Sinan besmele çekerek yüzüğü parmağına taktıktan sonra ;
"Amcam Allah hayırlı etsin. Senin verdiğin karar da hüküm de başım gözüm üzerine ama bu ne hüküm ne de karar. Bu gerçekten evlilik olsun diye alınmış güzel bir duygu amca"
"Allah hayırlı etsin. Rabbim iki cihanda sizi mutlu etsin inşallah"
Herkes bir ağızdan amin dediğinde Gülru ve Sinan aynı anda büyüklerin ellerini öpmüştü. Sinan yerine oturmadan Yusuf ağaya dönerek;
"Az önceki tepkimi af edin bir anlık şaşkınlıktı"
Yusuf ağa elini tutarak;
"Olsun oğlum. Tekrardan Allah hayırlı etsin inşallah"
Mustafa gururla yeğenine bakmıştı. Mustafa eliyle masaya dediğinde yerime otururken birden gözüm avlunun bir köşesinde kenarda yine sessizce ağlayan kızıma takıldı. Hemen koşarak yanına gittim. Kucağıma alarak masaya doğru yürürken;
"Ne oldu prensesim"
Mina sesli ağlamaya başladığında yerime oturuyordum ki Mustafa kucağımdan aldı. Hafif kalktığı sandalyesine otururken;
"Babacığım ne oldu sana"
"Ben sana küstüm ve seni sevmiyorum"
Mina sevmiyorum derken bile sıkıca Mustafa'nın boynuna sarılıyordu. Hepimiz ona bakarken, Mustafa kızımızı bacağına oturtup;
"Niye kızım"
Mina minik elleriyle gözlerini silip, alnını babasının çenesine yaslayarak;
"Sen benim aşkım abimi, şu kızla evlendireceksin. Sen hep beni ayırıyorsun. Ben aşkım amcamı sevdim olmaz dedin. Şimdi canım abimi de evlendiriyorsun. O benimdi ama"
Avluda hepimiz Mina'ya gülerken, Sinan yerinden kalkıp yanımıza geldi. Mina'yı kucağına alarak, sandalyesine otururken;
"Ben her zaman seninim. Sen benim gönlümün prensesisin"
Ben Sinan ve Mina'yı izlerken, Mustafa afiyet olsun demişti. Tatlı bir sohbetle yemeğimizi yerken, Mina birden Sinan'ın kucağından inip yanıma geldi. Ellerini bana uzatınca biraz geriye sandalyeyle kayıp kızımı kucağıma aldım. Mina başını göğsüme koyduğunda beni özlediğini anlamıştım. Sıkıca kızıma sarıldığımda telefonum çaldı. Mustafa cebimden çıkarıp açıp kulağıma koyacakken;
"Ağam rahatsız olmazsanız hoperlörde açar mısın"
Mustafa hoperlörde açtığında derin bir nefesten sonra;
"Hayırlı akşamlar"
"Buyurun"
"Ben Mardin özel Ömer Halis demir hastanesinden baş hekim Özkan Şahin. Profesör doçent doktor Meryemce Alibeyoğluyla görüşecektim"
"Diploma sicil numaramı da okusaydın bari"
"Pardon"
"Buyurun benim"
"Hayırlı akşamlar tekrardan Meryemce hocam nasılsınız"
"Teşekkür ederim, bu saatte niçin aramıştınız"
"Bir hafta sonra hastanemizde siyam ikizleri ameliyatı var. Toraks ve abdominal bölge tamamen birbirine bağlı olduğu için alanın en iyilerinin gireceği bir ameliyat. Kalpte sizden başkası yok. Sizi de bilmeyen yok. Gerek yurt dışı, gerek yurt içi en kritik ameliyatları yönetmiş bir profesörsünüz. Eeee zoru başarırız, imkansız uzun sürmez ilkesine kim sahip"
" Ben sahibim fakat doğum iznindeyim"
"Biliyoruz ama böyle bir ameliyata gireceğinizi de biliyoruz"
"Bir saat sonra bana ameliyata kimlerin gireceğini yazan bir mail atın. Ben size bir dönüş sağlarım"
"Teşekkür ederim "
Mustafa telefonu kapadığında, Devran, Dağhan ve Mert aynı anda ''Profesör" dediğinde onlara bakarak;
"Evet"
"Nasıl biz niye bilmiyorduk. "
"Ben saklıyordum. Çünkü sevmiyorum ünvanları. Bana kalsa Meryemce desinler bana. Mesela abla, bacı, yenge, teyze, hala ama benim hep bir ünvanım vardı. Hocam, doktor, profesör, patron, bayan ateş, onun için"
"Kimler biliyor profesör olduğunu"
"Oyy Mert'im oyy. Gülcan, Leyla ve Mustafa ağam"
"Vay bee ablama bak, ya küsemiyorum bile"
Masada herkes gülerken ben rahatsız olmuştum. Kucağımda uyuyan Mina'yı odamıza götürdüğümde cep telefonuma gelen maile kızımı yatağa yatırıp üzerini örtüm. Baş hekimden geldiğini düşünerek açtığımda Çınar'dan geldiğini gördüm. Yazıyı okuduğumda olduğum yerde kaldım...
"Sinan'a senin nasıl biri olduğunu ve aramızdaki bağı azcık anlattım"
Çınar'a kızıp, kızmamak arasında kalırken oğullarımın sesiyle beşiğe döndüm. İkisi de babaları gibi parlayan gözlerle bana bakıyorlardı. Beşikten alıp ana kucaklarına koyarak elime alıp avluya çıktım. Gençler bebekleri özlemiş olacaklar ki hepsi bana doğru yürürken;
"Mustafa ağam bu gençleri bebeklerle yukarıya gönderebilir miyim? Meğer bunlar ne kadar gürültü yapıyorlarmış"
Mustafa benim ne yapmak istediğimi anladığı için;
"Haklısınız Meryemce hanım, Berfe sen al gençleri azcık sohbet edelim sessizce"
Berfe gülerek;
"Tamam ağam hemen"
Çocuklar merdivenleri çıkarken aklıma gelenle;
"Emrah"
"Buyur yenge"
"Az yanıma gelir misin"
Emrah yanıma gelince sessizce;
"Mustafa Hamza ağama ''adam olsun Mardin'e ağalık yapsın o'' dediğini söylemem aramızda kalır"
"Yenge sen nasıl öğrendin. Yengem canımın içi kurban olayım aramızda kalsın lütfen "
"Tamam aramızda kalacak ama sen yine her ihtimale karşı gece Hilal'e konuş öpücük atsın sana ne olur ne olmaz"
"Benim canım yengem yapma kurban olayım. Zaten Hilal'im hiç öpücük atamıyor ki"
Emrah kurbanlık koyun gibi arkalarından koşarak salona girdiğinde bende Mustafa'nın biraz uzağına fakat yanına oturmuştum. Hanımlar kendi arasında sohbete başladığında, Yusuf ağa ikimize bakarak;
"Allah ayağınızı taşa değdirmesin. Ağam Mirhan ve gelinim demişti de inanmamıştım. Yüksek duvarlar ardında güzel bir ailesiniz ve gerçekten gurur duyuyorum sizinle akraba olacağıma."
............................................................................
YAZARDAN...
Alibeyoğlu konağını hoş sohbet, derin bağlar sararken, Varlıoğlu konağında fırtına kopuyordu. Savaş varlıoğlu yarım saat önce öğrendiği gerçekle yıkılmış ve delirmişti. Sır gibi sakladığı ailesi çok güvendiği İtalyan dostu yüzünden kaçırılmıştı. Dostu bulacağım dese de Savaş'ın canı acıyordu. Minicik kızı, canı oğlu kim bilir nerelerdeydi.
…..…………………………….
ALLAHA EMANET OLUN...
KELİME VE HARF HATAM VARSA AFF OLA...
UMARIM BEĞENMİŞTİRSİNİZ...
SİZİ SEVEN ÇATLAK YAZAR.... :):)


 

Bölüm : 27.07.2025 00:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Aslıhan k. / Deli ve Asi / Bu can sana mecbur...
Aslıhan k.
Deli ve Asi

31.1k Okunma

3.32k Oy

0 Takip
79
Bölümlü Kitap
Bir deli bir asi...Yeni başlangıç Mardin...Yanlışlıklar...Deli doktor...Siyah inci gibi gözler...Çawreşamın...Bay asi...Sende gitme...Onun kalbinde sen varken...Biri var haram bana... Deli atmaca...Sensin benim alınyazım...Gül güzelim...Asi deli...Gönlümün ağası...Canın olayım...Ömrüme ömür olan adam...Seni özledim deli kadın...Yeryüzünde kanatsız melek...Bir eşi olmalı insanın...Oğlan bizim kız bizim...Hanım ağa...Mustafa'm albatros kuşu...Masum ağa, güçlü hanım ağa...Küçük asilerim...Ağalar ağası azrail ağa...Kış güneşim...Neredesin dilemin neredesin delalamın... Beni bırakma...Sen bana aitsin karım...Sana aşık, sana meftun...Ne mükemmel şey seni sevmek...Eşim değil kocam...Azrail ağanın karısı...Asi siyah jaguar'ım..Gönlümün ilk kıblesi...Fırtına ağa...Kocasının, Hamza ağanın ruhu...Ruhum kadın...Beni ihtiyar eyledin...Mahşerin dört atlısıÖzel bölüm " Lilyum prenses"...Bayan ateş...Baba bırakma beni...Özel bölüm "Dev ve Mina"Azrail ağanın azrail karısı...Düğün dernek...Elimi bırakma...Hoş geldiniz aslan parçalarım..Gitti canımın cananı...Sessiz gül güzelim...Fırtına olup esen Azrail ağaÖzel bölüm " kabul olan duam"...Kabul olmuş duamsın...Gizli hazinem...Sizin ağanız benim kocam...Bu can sana mecbur...Senden daha güzel...İyi ki kalbimde...Sen benim kızımsın...Kızım iyi ki...Bir dünya insan, bir insan dünyam...Özel bölüm " baba ne olur"...Huzurlu ilk kahramanım...Sen ateş ben azrail...O hüzünlü bir kız çocuğu...Kuyunun ışığı...Güneş olmadan...Onun beklediği Mustafa'sıyım...Ağa düğünü...Sen bizim kocaman çınar ağacımızsın...Sensiz hep eksikmişim...Aslanın karısı da aslandır...Karım bir aslan...Benim nadide çiçeğimsin...Tırnağın taşa değse...Benim en değerli hazinemMerhaba tekrardan....Beni dinler misiniz
Hikayeyi Paylaş
Loading...