HAZAR...
Leyla ile konaktan çıktığımızda Meriç koşarak arabayı getirmeye gitmişti. Göz ucuyla araba gelene kadar Leylaya bakmıştım. Uzun beyaz hırkasına sıkı sıkı sarılmış arabayı bekliyordu. Meriç arabayı getirdiğinde arka kapıyı açmıştım. Leyla arabaya bindiğinde kapıyı kapatıyordum ki Leyla hafif başını eğerek ;
"Adam yemem Hazar ağa"
"Ben sen rahatsız olma diye kıvırcık avukat"
Leyla hayır manasında kafasını sallarken yanına oturmuştum. Kapıyı kapadığımda aynada Meriç'le göz göze geldiğimde;
"Sakin git azcık etrafa bakacağım Meriç"
"Emrin olur ağam"
Meriç arabayı hareket ettirdiğinde, yanımdaki Leyla hanıma bakarken göz göze gelmiştik. Yosun yeşili gözleri beni içine çekip, ferahlatmaya , huzura davet ederken, hemen kendimi toplamıştım. Konağın önüne geldiğimizde, kapının önündeki adamım Ersin hızla kapıyı açınca Leyla'yı gördü. Ersin olduğu yerde kalınca, Meriç hemen olaya müdahale etmişti. Meriç, Ersin'i kenara çekip, Leyla'ya eliyle buyur edince, Leyla kafasını sallayarak arabadan inmişti. Arabanın diğer tarafından inip yanına geldiğimde Ersin konağın kapısını açmıştı.
Konağa girdiğimizde her zaman ki gibi yardımcılarım, hazır ol vaziyette duruyorlardı. Leyla'ya baktığımda, gözleri kocaman açık etrafı inceliyordu. Leyla avlunun orta yerinde kalırken ben ondan bir kaç adım daha ilerledim. Kafamı yardımcılara çevirdiğimde annemin emektarı Seher abla önüme gelmişti. Seher abla başı hafif önünde, ellerini birleştirmiş vaziyette;
"Ağam, yemeği hazırlayayım mı?"
"Yok Seher abla teşekkürler, ama sıcak taze çayın varsa yok demeyiz, değil mi Leyla hanım?"
Arkama dönüp, etrafa bakan Leyla'ya baktığımda, hem çatık kaşlarıma hem de sert sesime şaşırmış olacak ki sadece kafasını sallamakla yetinmişti. Leyla'nın feminist hallerinin kaybolmasına gülsem mi yoksa beş yaşındaki çocuk gibi etrafı incelemesini seyretsem bilememiştim. Kendimi toplayarak, Seher ablaya tekrar dönüp;
"Abla ben Leyla hanımla sefaya çıkıyorum. Çayın yanına eminim o güzel kurabiye ve keklerinden vardır. Sefaya getirip, sonra odalarımıza çekilebilirsiniz. Bu arada Seher abla annemin odasını hazırladınız mı"
"Belkıs hanımın odası temizlendi ve havalandırıldı ağam."
"Tamam Seher abla, buyurun Leyla hanım"
Arkamı dönüp baktığımda yavaş adımlarla yanıma gelmişti. Elimle merdivene doğru elimi uzatınca hafif kafasını sallayarak önüme geçip merdivenleri çıkmaya başladı. İlk kata gelmiştik ki birden merdivenin ortasında durdu. Leyla hızla arkasını dönüp;
"Sen, yani sen demin aşağıdaki konuşan adam sen miydin. "
"Olamaz mı kıvırcık avukat"
"Bana bak gıcık ağa"
"Baktım söyle merinos"
"Peki sefa neresi ki"
"Dam ama benim damım çok farklı. Hadi kıvırcık hanım çık yukarıya"
Leyla sinirle saçını savurarak önüne dönmüştü. Sert sert basamakları çıkarken, sadece arkasından gülmekle yetinmiştim. Dama bir adım kala olduğu yerde kalmıştı. Damın ortasında büyük kare şeklinde çardak vardı. Dört bir tarafından renkli sarmaşık gülleri, altında koltuk şekilde sedirleri ve masasıyla. Leyla'ya arkadan yaklaşıp;
"Ne oldu çenesi düşük avukat o güzelim dilini yuttun mu"
Leyla arkasını yavaşça dönüp, koyu yosun yeşili gözleriyle;
"Bu, yani burası çok güzel Hazar ağa"
"Öyledir. Sarmaşıklar annemin isteği, sedirleri ve masayı kendim marangoz atölyemde yaptım. Babamın hayaliydi."
"Gerçekten sefaymış ama"
"Bence uzaktan bakma, hadi sefaya geçelim"
Çardağın altına geldiğimizde güllerin kokusu beni içine çekiyordu. Sedirlere oturduğumda, Leyla damı geziyordu. Ben onu izlerken, o bütün ihtişamıyla güzelliğini sergileyen Mardin kalesine durmuş bakıyordu. Üzerindeki hırkasına hafif sarılıp, derin bir iç çekince;
"Ne oldu kıvırcık "
" Mardin kalesi çok güzel değil mi? bu arada kıvırcık deme bana benim bir adım var "
"Çok güzeldir Mustafa'nın derdi kalesi, Orası uzaktan çok muhteşemdir, ama ne dertler, ne sırlar, ne acılar saklı o derdi kalede. Biliyor musun biz 18, 19 yaşlarımızdayken bir gece Mardin kalesine çıktık. Mustafa birden ayağa kalkıp, buraya bir gün aşık olduğum kadını, ruhunda kokusunda huzur bulduğum kadını çıkaracağım demişti. Galiba da ilk Dila- ay Meryemceyi çıkardı oraya"
"Gerçekten mi? Peki ya sen egoist ağa senin var mı öyle kesin sözlerin"
Ağzımı açıyordum ki Seher abla ve gelini Ersin'in hanımı olan sümbül ile sefaya geldiler. Ben dikkatimi onlara verdiğimde Leyla damın diğer tarafına doğru yürümeye başlamıştı. Ona hiç bakmadan, Seher ablaya;
"Seher abla semaverle çayı getirdiğin iyi oldu. Abla hanımefendiye benim odanın yanındaki özel odamı hazırlayın. "
Seher abla şaşkınlıkla gözlerini açarken, Sümbül tepsidekileri masaya diziyordu. Seher abla kendini toplayıp, sadece başını sallayarak odaya doğru yürümüşlerdi. Ben onlara bakarken, bir taraftan da düşünmeye başladım. O odadaki karyoladan, gardıroba kadar ben yapmıştım. Özel oymaları, işlemelerine kadar sabırla ben yapmıştım. Arada o oda havalandırılır, sonra kapatılırdı. Hiç kimsenin kullanmasına iznim yoktur.
Kulağıma gelen demlik sesiyle, kafamı masa tarafına çevirdim. Gördüğüm manzara çok hoşuma gitmişti. Leyla çayları doldurmuş bardağı önüme koydu. Kendi bardağını da benim bardağımın yanına koyunca ne yapacak diye bakarken yanıma gelip bağdaş kurup oturmuştu. Bende ona doğru hafif dönüp yan oturur şekilde bacak bacak üstüne atıp, çayımdan bir yudum aldım. Leyla acele eder gibi bir yudum çayından alıp;
"Gerçekten huzurlu bir yer"
"Normalde annem ve ben yani ikimiz oturuyoruz burada. Misafirleri bir kat aşağıdaki geniş balkonda ağırlıyorum."
"Peki Mustafa be- ay abimler, Bedirhan abi, Baran abi"
"Burada onları kendi eşimle ağırlamak istiyorum ama görünüşe göre evlilik bana bayağı uzak"
"Öyle deme. Yüce Mevlam, her kulunu çift yaratmıştır. Unutma ki nasip vaktine esirdir. Vaktini bekle bence, senin için göz yaşı dökecek seni Allahtan isteyecek bir kız çıkar gıcık ağa"
"Bak sen bu bizim kıvırcık hanıma benim bildiğim sen feministin ne oldu?"
"Ben her zaman feministim. Senin evlilikten soğuman saçma olur bence"
"Beni boş ver sen evlenmeyecek misin gerçekten"
"Benim zor be gıcık ağa. Benim çok büyük problemlerim var en başta içki. İçki içen adamlara güvenmiyorum benim için bir bardağı da bir, bir şişesi de bir. Ben... ben yani benim için çok zor sevmek, evlenmek"
"Aynı kafadayız yani, derin yaraları olan insanlar çabuk sevemez bence aşıkta olmaz."
"Niye ? bizim çömez Ahsen ile baya iyiydiniz diye biliyordum ben"
"Avukat hanım biraz kaba olacak ama, gerçekten seven, aşık olduğu kıza dokunmaya kıyamaz, gözleriyle sevmeye bile kıyamaz. Anladın umarım"
"Hımmm şeyy...anladım sanki"
"Avukat hanım, ben aslında o Mustafalarda gördüğün adamım, özüm o şakacı, keyifli. Hayat işte, 20 yaşındaydım babam öldüğünde daha doğrusu öldürüldüğünde. Ağalar aşiret başsız kalamaz dediler, sen ağa olacaksın dediler. Rahmetli Hamza ağam, dedem benim askerliğim olduğu için ben askerden gelene kadar bizim aşirete de ağalık etmişti. Bir annem, bir de bacım dağ keçisi dediğim Dila'm vardı. Ben askerden gelene kadar anneme, Mihriban annem bakmış. Benim annem babamın ölüm haberinden sonra yürüyemez oldu. Dilam ile Mustafa'nın kardeşi Melek ve Bedirhan'ın rahmetli kız kardeşi Gülşah ilkokuldan beri hep arkadaştılar. 22 yaşında askerden döndüğümde aşirettin başına geçtim sorsan, ama gizli gizli Hamza dedem bizim aşireti de yönetiyordu. Bizim aramızda asıl genç yaşta karar ve hüküm veren ağa Mustafa'm, neyse işte askerden döndüm Dilam benim uzaktan teyze oğlum olan Melihşahla beşik kertmesiydi. Bir akşam geldiler bacımı isteme, karar belliydi, zaten seviyorlardı birbirlerini verdim gitti bacımı. O gece huzurla yatmıştım. Sabah avluda bir neşe, Dila avluya bir kahvaltı hazırlamış görme, mutluydu benim dağ keçim. O gün Mustafa'nın kardeşi Melek'le çarşıya ineceklerdi, bende Mustafa ile Antep'e gidecektim. Dila ve Melek o gün gezmişler, eğlenmişler, bir ara Melihşah buradaki işleri bahane edip çarşıda çay bile ısmarlamış vel hasıl akşam üzeri dönerken Meleği bizim konağa çağırmış Dila. Mirza baba izin vermiş Melek kendine ufak bir çanta hazırlamak isteyince, Dilam iki sokak aşağıda bir arkadaşına bir şey yaptırmış onu almaya gitmiş. Melek bakmış bir iki saat geçti Dila gelmedi, konağa gitmiştir diye buraya gelmiş. Anneme sormuş gelmedi ki kızım dediğinde Melek koşarak o kıza gitmiş. Kızda gelmedi deyince çıldırmış soluğu Hamza dedemin yanında almış. Akşam üzeri Mardin'e bir geldim ki Leyla Mardin resmen yanıyordu. Mustafa hızla kendi konağına giderken ben de soluğu burada şu girdiğinde şaşırdığın avluda aldım. Annem susmuş sadece ağlıyor. Hızla burayı öyle bırakıp, Alibeyoğlu konağına gittim. Konağa bir girdim ki Mustafa ne dedesini gözü görmüş nede babasını Meleği baya hırpalamış. Bizim Mustafa'nın bir tokadı felç eder adamı. Mardin'i bütün adamlar karış karış aradılar aradık yok benim babamın emaneti yoktu. Gece boş boş Mardin sokaklarında geziyordum bu koskoca şehire sığamadım. Zifiri karanlık bir mesaj geldi, bacın Varlıoğlu çiftliğinde koşarak gittim. Çiftliğe girdiğim bacımın kırmızı tülbenti yerdeydi. Elime aldığımda dilaya seslenmeye başlamıştım. Birden cılız bir sesle cengaverim dediğini duyduğumda soluksuz o odaya girdim. Işığı yaktığımda Dila'm benim kar gibi beyaz olan teni kanlar içindeydi, üstü başı yırtık halde. Kendime gelip hemen yanına gidip başını dizime aldım. Savaş ve bir arkadaşının tecavüz ettiklerini, Savaş'ın yanındaki adamın vurduğunu söyledi ve benim güzel kardeşim son kez yanağındaki elimi öpüp kucağımda öldü Leyla. Üzerimdeki ceketi çıkarıp kardeşime sarılıp, kucağıma aldım. Dilanın cansız bedeni kucağımda yürüyerek Alibeyoğlu konağına geldim. Kamil kapıyı açtığında avluya girdim. Mustafa'yı görünce zaten olduğum yere kucağımda Dila ile çöktüm. Mustafa yanıma gelip, elimdeki dilanın tülbentiyle yüzünü örttü. Benim uğruna can vereceğim üç kardeşim, Baran yanıma gelip ağlarken, Bedirhan olduğu yerde kalmıştı. Çünkü bir sene evvel Gülşah'ımız trafik kazasında ölmüştü. Dila, Gülşah, ve Melek üçüz gibiydiler. Aslında bakarsan Melek tek kaldı. Bir gece dördümüz otururken, benim adamlarım İlyas'ı meyhanede gördüklerini söyleyince, hemen gitmiştik. Baran ve Bedirhan İlyas'ı boş depoya aldıklarında, bende konağa gidip annemi hazırlamalarını söyledim. Mustafa ile depoya geçtiğimizde Baran ve Bedirhan'ı benim konağıma yollamıştım konağı kapatmaları için. Mustafa ve ben İlyas'ı baya pestile çevirdiğimizde daha fazla dayanamamıştım. İlyas'ı orada öldürdüm, leşini de kapısına bıraktım. Sabah'a karşı annemi de alıp bu şehri terk ettim. Savaş'a bir şey yapamıyordum, şimdi yaparsam hem Mustafa'yı bitirirler, hem de Mardin tekrar kan gölüne döner. Ben yurt dışındayken bizim buradaki işleri Mustafa hallediyordu. Bir sene sonra kan parasını verdim İlyas'ın ailesine. Bunu duyan varlıoğlu aşiretti benim aşiretime haber yollamış evlensin İlyas'ın kız kardeşiyle. Onun kardeşini almak demek Dila'ma, dağ keçime ihanet onun için evlilik bana uzak anlayacağın Kıvırcık avukat hanım"
Leyla'ya baktığımda yüzünü kaleye dönmüş, içini çekiyordu. Omzuna dokunacakken;
"Onun için mi ölüm hazar diyorlar sana"
"Hayır, ben sinirlendiğimde ölüm gibi sessiz olurum. Herkes ürker benden, bir tek Mustafa korkmuyor, bir tek o beni çabuk çözer"
"Anladım Egoist ağa"
Leyla başını bana çevirdiğinde saçlarını kulağının arkasına sıkıştırıp, başını önüne eğdi. Hafif rüzgarla saçlarından yayılan huzur veren tarçınımsı gibi bir koku burnuma dolmuştu. Derin bir nefes alıp, başımı azcık eğerek gözlerini görmek istedim ama başaramamıştım. Hafif bir öksürükle;
"Saat baya geç olmuş Merinos avukat hadi yatalım"
Leyla birden başını kaldırıp, kocaman açtığı gözleriyle;
"Yatalım mı?"
"Evet yatalım, hadi kalk "
Ben ayağa kalktığımda hala yerinde oturuyordu. Bir adım atıp arkama baktım. Hala bana bakıyordu. Yarım dönerek;
"Korkma gel bir şey olmayacak "
Leyla'nın feminist damarı tutmuştu, hızla yanıma geldiğinde bende onun odasına yaklaşmıştım. Odanın kapısını açıp içeriye girdim. Odanın camlarını kapatırken, o odasının önünde durmuş beni izliyordu. Odadan çıkıp karşısına geçtim. O çatık kaşlarla bana bakarken, ilk önce göz kırpıp sonra söze girmiştim;
"Sabaha karşı soğuk olur camlarını kapadım açma kıvırcık, Bu arada anlattıklarım "
"Aramızda kalır, ve aleyhinize kullanılmaz müvekkilim. Bu arada şey bay egoist ağa"
"Buyur merinos hanım"
"Ben konaktan çıkarken sadece hırkamı almışım, şey benim üzerime "
"Bu oda senin buyur, dolapta üzerine giyeceğin temiz, kullanılmamış pijamalar var. Benim odamda hemen yan oda. Bir şey olursa, bana ihtiyacın olursa kapım açık daima sana kıvırcık"
"Sen var yaa,, senn yaa sen gıcıksın, uyuzsun bay egoist ağa, sana ne ihtiyacım olacak bee .... hıh"
Leyla sinirle kapıyı yüzüme kapatmıştı. Ben onun o sinirle, gözlerinden çıkan ateşe gülerek odama girmiştim.
........................
Sabah ezanın sesine uyanmıştım. Odamdaki banyoda abdest alıp, hemen odamda namazımı kılmıştım. Odamın kapısını açtığımda hafif bir hıçkırık sesi duyunca hemen yan odaya yürümüştüm. Odanın kapısı açık olunca sesi dinlemeye başladım. Sefadan geliyordu. Oraya doğru yürümeye başladığımda, sefada gördüğüm manzara beni bitirmişti. Sefadaki sedire oturmuş bacaklarını karnına çekmiş, başı dizinde yüzü kaleye dönük Leyla ağlıyordu. Hemen yanına gidip oturduğumda, geldiğimi hissetmiş olacak ki dizine dayalı başını kaldırıp, bana doğru çevirdi. Başını tekrar dizine yasladığında, yosun yeşili gözleri ağlamaktan iyice belirginleşmişti. Elimi saçlarına uzatınca, gözlerini kapatmıştı. Elim havada yumruk yapıp istemesem de geri çekmiştim. Leyla tekrar gözünü açıp, içini çekerek;
"Ben....ağır.... sakinleştiriciler.... kullandım. Duygularımı.... çok....geç..... yaşıyorum, ama.... sen ve "
Leyla tekrar ağlamaya başladığında cümlesi de yarım kalmıştı. Yanağından aşağı inen her damla sanki benim nefesimi kesiyordu. Bana ne olduğunu anlamaya çalışırken, birden içimden geldiği gibi;
"Kurbana gıriya çaveteme leyla ( göz yaşlarına kurban olurum)"
Leyla ne dediğimi anlamadığı için boş boş bakarken, yerimden kalkıp odama gelmiştim. Konsolun üzerinde duran sigaramı ve hırkamı omuzlarıma alıp sefaya geldiğim de Leyla yoktu. Nerede diye bakacakken, çıplak ayaklar ve elinde iki büyük fincan kahveyle gelmişti. Kahveleri masaya koyduğunda çatık kaşlarla ona bakarken, o hiç umursamadan yanıma oturmuştu. Ağızını açıyordu ki;
"Yalın ayak koca konağı niye geziyorsun hasta olacaksın kıvırcık"
"Bir şey olmaz bay yakışıklı ukala"
Ben Leyla'nın dediğine gülerken, o masanın üzerindeki sigara paketinden sigara alıp yakmıştı. Leyla ile göz göze geldiğimizde;
"Sevdim yeni lakabımı"
"Egoistsin işte, kahveni iç kahveni"
Kahvemden bir yudum almıştım ki aklıma gelenle ayaklarımdaki terlikleri çıkarıp, kendi ellerimle Leyla'nın ayağına giydirmiştim. Leyla gözlerime bakarken omuzlarımda duran hırkayı da üzerine koymuştum. Gözlerine bakarak;
"Xeyalamın( hayalim) üşüme, hasta olman bizim için iyi olmaz"
"Bana kürtçe şeyler söylemekten vazgeç, anlamıyorum"
"Olur bela seremın( başımın belası), olur milyaketamin(meleğim)"
"AAAA yeter ya, gıcıksın işte gıcıkkk"
"Sende benim, xweşike çirokamın( hikayemin güzelliği)"
Leyla kaşları çatık tam bir şey diyordu ki, telefonum çalmaya başladı. Ekrana baktığımda gizli numaraydı. Meşgule düşürecekken;
"Meryemce bak görürsün"
....................................................................................
MERYEMCE...
Gece yaşadığımız mesaj olayından sonra sabah namazına zor kalkmıştık. Mustafa mescide geçtiğinde bende odada namazımı kılmıştım. Seccadeden kalktığımda, Mustafa'm tatlı bir tebessümle odaya girmişti. Yanına gittiğimde elindeki ılık sütü bana uzatıp, anlımdan öpmüştü. Sütten bir yudum alıp, elimi beline koyarak boynunu öptüğümde;
"Başım çatlayacak gibi ağrıyor sultanım"
"Sen git yat sevdam hadi"
Çocuk gibi başını sallayıp, yatağın ayak ucu kısmından kendini yatağa yüz üstü atmıştı. Onun haline gülerek, dolabın önüne geçmiştim. Üzerimi giyindiğimde Asi'm horlamaya başlamıştı bile. Yatağa yaklaştığımda onun yatışını telefona çekmiştim. Benim yastığıma sarılmış, çok tatlı uyuyordu. Yatağa yan şekilde oturup, saçlarını sevmeye başladığımda karnımda hissettiğim tek tekmeyle yüzümdeki gülüşüm iyice derinleşmişti. Diğer elimi de karnıma koyup;
"Sakin ol Ömer Hamza bey sen yokken o vardı. Hem Mirza Asaf uyuyor rahatsız etme onu bakayım"
Karnıma hafif vurup, başımı sallayarak ayağa kalkmıştım. Aynanın önündeki kırmızı tülbentimi alıp avluya çıkmıştım. Mutfağa giderken havanın hafif soğuk olması biraz hoşuma gitmişti. Mutfağa girdiğimde hemen kenarda duran elektrikli olan semaverleri açmıştım. Ocağın üzerine Songül ve Ayşegül için ufak çaydanlığı ocağa koymuştum.
Cebimdeki telefonu çıkarıp, önce Baran abime sonra Bedirhan abime kahvaltıya gelmeleri için mesaj çekmiştim. Hazar abimin şakacı tarafına sığınarak, numaramı gizleyerek aramıştım. Uykulu açar diye düşünürken gayet ciddi bir şekilde;
"Ne istiyorsun geceden beri"
"Ben... şey... hımm yaa"
"Yaası ne be kadın , geceden beri Allah Allah yaaa. Sinir etme beni kimsin sen"
"Hazar abi iyi misin sen ya seni kim arıyor geceden beri"
"Meryemcee, Dila'm sen misin "
"Beni boş ver seni kim arıyor geceden beri"
"Leyla helal olsun nasıl anladın, Meryemce olduğunu"
"Yaa ? bir dakika, bir dakika sizin bu saate niye yan yanasınız"
"Biz mi? boş ver sen niye aradın hanım ağam"
"Ben de sizi ağama şikayet etmezsem, neyse kahvaltı hazırlıyorum kalkın gelin diyecektim"
"Tamam dila'm , Hanım ağam biz niye bu saate yan yanayız biliyor musun"
"Banane duymak, bilmek istemiyorum"
"Kıskanç hanım ağa, bu senin gıcık avukatın sabah beşte kahve içiyormuş, bende yanına geldim. Tam oturdum sen aradın hanım ağam"
"Tamam hazar ağam tamam "
Gülerek telefonu kapamıştım. Hamileliğim beni henüz fazla yormadığı için güzel bir kahvaltı hazırlamaya başlamıştım. Börekti, kekti, kuymaktı derken saate baktığımda yediyi gösteriyordu. Mutfaktaki masaya oturup, tam elime bir börek aldığımda, mutfağa Ayşegül ve Songül girmişti. Songül benim halime gülerken, Ayşegül hafif çatık kaşlarla;
"Abla ne yaptın ya!!! Ağam kesecek senin yüzünden bizi"
"Ben yapmadım ki Ayşegül, asiciklerim yaptırdı. Hadi siz masayı hazırlayın, bende kuymakların altını kısıp, odama gideyim. Duş almam lazım üzerim koktu. Boran'a da söyle fırına gitsin çocuklar seviyor simit alsın gelsin"
"Tamam ablam sen git fazla ayakta durma, ben hemen söylerim"
Kızları mutfakta bırakıp, avluya doğru yürürken, Kader ve Selvi bana doğru geliyorlardı. Biraz yaklaşmıştım ki, Kader yanındaki Selvi ye dönerek;
"Sevgili elticiğim, boşuna mutfağa gitmeyelim, çocukları kaldırmaya gidelim. Hanım ağam mutfak tarafından bu saate geldiğine göre"
"Kahvaltı işini haletmiş olmalı"
Ben de gülerek yanlarından geçerken sizi seviyorum dediğimde, onlarda gülerek bizim kocamız var deyince üçümüzde bir kahkaha atmıştık. Onlar merdivenlere yöneldiğinde bende odamın önüne gelmiştim.
Odaya girdiğimde Mustafa'm hala uyuyordu. Dolaptan eşyalarımı alıp banyoya girmiştim. Kısa bir duşun ardından, kabinin kapısını açıp duvara doğru elimi uzatıp, havluyu almaya çalışırken, havlu elime verilmişti. Kabinin içinde havluyu üzerime dolayarak, dışarı çıkıyordum ki banyoda olan asim hemen bir eliyle elimi, diğer eliyle belimi tutarak kabinden çıkmama yardım etmişti. Ben ona baktığımda yüz havlusuyla yüzümü silip, dolabın üzerinde duran eşyalarımı alıp odaya getirmişti. Beni aynanın önündeki pufa oturtup;
"Sen burada kaymadan giyin, bende kısa bir duş alıp geliyorum"
"Başın nasıl oldu Asi'm"
"İyiyim gönül ışığım"
Mustafa anlımı öpüp banyoya girdiğinde, bende üzerimi giyinmeye başlamıştım. Ben aynanın önünde saçlarımı toplarken, Mustafa belinde havlusuyla banyodan çıktı. Aynadaki yansımasından ne yaptığına bakıyordum. Dolabın önüne geldiğinde, sırtı bana dönük derin bir nefes çekerek;
"Allah'ım Cennet'e düştüm galiba, her taraf gül kokuyor"
Ben oturduğum yerde ona döndüğümde oda bana döndü. Sırtını dolaba yaslayarak, kollarını göğsünde bağlayıp, gülerek;
"Hanım efendi pardon huriler ne tarafta acaba "
Ayağa kalkıp Mustafa'ya bir adım yaklaşarak, bende onun gibi kollarımı göğsümde bağladım. O bana gülerken;
"Azrail bey bende gılmanları sordum ama yoklar"
Mustafa hızla yanıma gelip, ellerini belime koyduğunda, göz göze bakıyorduk. Kaşlarını çatmış bana bakarken, elimi göğsüne koyarak tam kaşlarının ortasını öpüp, geri çekilmiştim. Ağzını açıyordu ki;
"Ömrüm yoluna feda olsun adamım, ölsem de orada seni beklerim. Hadi üzerini giyin de çıkalım. Bir kahvaltı hazırlamışım ki görme"
"Kaç defa dedim, beni kıskandırma!"
"Tamam Kadir inanır'ım benim"
"Meryemceee!!!!!"
"Söyle ömrüme ömür katanım söylee"
"Çık şu odadan çık"
"AAA, beni öpmeden mi yolluyorsun, hiç olmadı bu ama"
"Sana sarılır, öper koklarsam sinirim geçer deli doktor şimdi çık "
"İyi ya bende onu istiyorum"
Mustafa beni tekrar kollarının arasına alıp, yüzünü boyun boşluğuma koydu. Derin derin nefes çekerken, dudaklarını boynuma bastırıyordu. Ben de nemli saçlarını seviyordum. Mustafa'yı ne kadar sevdiğimi düşünürken karnımda hissettiğim tekmelerle ikimizde ayrılmıştık. Ben Mustafa'nın yüzüne bakarken, o gülerek elini karnıma koyup;
"Bana bakın o benim sadece doğduktan sonra iki sene ortaksınız. Ben size değil siz bana alışacaksınız. Aslanlar sizi oraya ben k-"
Mustafa'nın cümlesini dudağını elimle kapatıp, kesmiştim. O avuç içimi öperken;
"Asi ağa, huysuz kıskanç ağa onlar senin evlatların onları mı kıskanıyorsun. Neredeyse geri gönder şunları diyeceksin"
"Kıskancım biliyorsun, ben ki Mina'nın seni öpmesini kıskanan, Emrah'a Sinan'a gülüyorsun diye deli olan adamım"
"Mustafa Hamza!! sana inanamıyorum, hamilelik hormonları beni değil seni vurdu ya!!"
"Deli doktor çık sen şu odadan çık, ben bir soğuk suyun altına girip geliyorum"
Mustafa'nın dediğine gülerek, hemen ondan uzaklaştım. Üzerimdeki kot hamile elbisemin üzerine tatlı pembe tülbentimi çekmeceden alıp hızla odadan çıktım. Avluya baktığımda kızlar masayı hazırlarken, bende avluda oturan babam ve amcamın ortasına oturmuştum. Babam, amcama köyle alakalı bir şey anlatırken, ben de başımı amcamın omzuna koymuş dinliyordum. Beni kızından, gelininden ayırt etmeyen amcam hiç yadırgamadan, babamın anlattıklarına cevap veriyordu. Biraz zaman geçmişti ki, mutfak tarafından elinde kahve tepsisiyle Baran abim gelmişti. Oda bizim yanımıza gelince gözlerimle tepsiyi işaret ettiğimde;
"Kızlar masayı hazırlıyordu, bende Zümrüt'ü ararken, mutfakta elime tutuşturdu bizim hanım."
Baran abimin dediğine gülerken, o kahveleri babam ve amcamın önüne koymuştu. Tam yerine oturuyordu ki, konağın kapısı açıldı. Bedirhan abim ve Başak gelmişlerdi. Bedirhan abim yanımıza otururken, başak gözleriyle mutfak tarafını işaret etmişti. Onun haline gülerken, Baran ve Bedirhan abim ne ara girdikleri anlamadığım iş ile alakalı konuşmaya başlamışlardı. Sohbet devam ederken, Hazar abi ve leyla konağa girmişlerdi. Hazar abim yanımıza geldiğinde, Leyla üzerindekileri göstererek, odasına çıkmıştı. Etrafıma baktığımda hep erkekti. Ayağa kalkıyordum ki Babam bileğimden tutup, beni kolunun altına almıştı. Gözlerimi kapatıp avlunun sesini dinlemeye başladım. Masanın üzerine konulan tabak sesleri, yanı başımdaki babamların sesi, biraz daha sonra avluya gelen Kadir ile Serdar'ın günaydın sesiyle gözlerimi açmıştım. Onlarda yanımıza oturduğunda, kafamı kaldırıp yukarıya baktığımda Mert'im, güzel karısıyla merdivenlerden iniyorlardı. Avluda birden Mina'nın ve Talha'nın kahkaha sesleriyle Emrah'ın ve Sinan'ın sesleri yankılandı. Yakalamacılık oynuyorlarmış. Birden gözümü avluda gezdirdim. Çocukluğumun hayali tam karşımdaydı.
Ayşegüller, yardım eden ve ufak ufak yemek yiyen Zümrüt ve Başağı avluya yollamıştı. Kızlar son eksikleri masaya koyarken, Merdivenlerden Devran peşine başı önünde Avşin iniyordu. Karşımda oturan Bedirhan, Baran ve Hazar abilerime Devran'ın işaret ettiğimde, onlar gülerken, ben karnıma dikkat ederek ayağa kalkmıştım. Sırtımı duvara gelecek şekilde ayakta durarak;
"Mavişim Mavilendim
Kapına Kilitlendim...
Mavişim Mavilendim
Kapına Kilitlendim...
Pas tutmuştu Yüreğim
Seninle Yenilendim... "
Devran birden merdivenin son basamağında kaldı. Kafasını kaldırıp, dik dik gözlerime bakarken, bir adım geriye gitmiştim. Devran hain görmüş gibi hafif gülerek, üzerime yürümeye başlamıştı. Devran'ın üzerime yürüdüğünü gören Bedirhan ve Baran abim hemen önüme geçtiler. Devran sinirli sinirli bana bakarken, bir den avluda Hazar abimin sesi duyuldu.
"Mavi kız, Kara çocuk
Gözleri Boncuk boncuk...
Mavi Kiz, Kara çocuk
GözLeri Boncuk Boncuk...
Ben Sevdalı, Bir Diken
Sen acmamis Tomurcuk... "
Ben ufak çocuk gibi kirpikleri kırpıştırmaya başladığımda, babam ve amcam kahkaha atmışlardı. Devran bana abimlerin omzundan ulaşmaya çalışırken, üst kattan kendi dairesinin balkonundan Dağhan kaşları çatık;
"Devrem , tut kollarından iyice çocuklaştı. Edepte kalmadı, kır bacaklarını. Anne oldu, iki tane karnında var hala akıllanmadı."
Ben sinirle o tarafa bakarken, Hazar abimde Baran abimlerin yanına gelmişti. Ne ara avluya indiğini görmediğim, Gülcan'ım Avşin'i koluna girmiş, yanındaki sedire oturmuşlardı. Nisa, Zümrüt, Selvi, Kader, Başak ve Leyla onlarda Gülcan ve Avşin'in yanına oturup benim halime gülmeye başlamışlardı. Dağhan hızla avluya girdiğinde, Devran hala beni yakalamaya uğraşıyordu. Dağhan'ın bize doğru geldiğini görünce, kaşlarımı çatarak;
"Dağhan bey demek öyle"
"Öyle Meryemce hanım, tut şunu artık devrem kedi gibi oynadın durdun"
"Öyle yani "
"Öyle "
"Sen kaşındın sevgili Dağhan Selim Ateş dinle o zaman; Yar beline beline sarılamam, ah geceden duramam
Ah öteden beriden bakış atma ah yerimde duramam
Ah yıkadım kuruttum çarşafı, serdim ipek yorganı
Ah günahı sevabı boynuma, gel bu gece koynuma"
Dağhan adımlarını hızlandırırken Kadir ve Serdarda önüme geçti. Önümdeki etten duvara güvenerek şarkıya devam ederken, Dağhan birden;
"Baran, Bedirhan, Hazar ben sizin abinizim çekilin önümden hanım ağanızı azcık seveceğiz abisi olarak"
Baran abim önce bana baktı. Göz göze geldiğimizde sessizce ' yeter ' dediğinde omzumu çekerek hayır demiştim. Kafasını iki yana sallayarak, Dağhan'a dönerek;
" Vallahi Dağhan abi emir kuluyuz. Biz yokken sevseniz olmaz mı?"
Konakta herkes gülmekten yerlere yatacak duruma gelmişlerdi. Ben babam ve amcamın gülüşünü izlerken, Devran'ın çok iyi bir özel harekatçı olduğunu unutmuştum. Dağhan bizimkilerin dikkatini dağıtırken, Devran arkadan yakalamıştı beni. İki bileğimi arkadan tutup yanına çekmişti. Ağlamaklı Mert'e baktığımda;
"Hiç bakma"
"Adamım kurtarsana beni"
"Sen git gerçek adamına söyle, hatta dur ya bende abilerime yardım edeyim"
"Allah'ım ya! oğlum sonra kıskansan olmaz mı?"
"Bana ne hanım efendi"
Mert yanımıza geldiğinde, Baran abimler tekrar yerlerine oturmuş bizi izlemeye başlamışlardı. Avlunun ortasında arkamda Devran, bir tarafımda Dağhan, bir tarafımda Mert başıma gelecek olanı düşünüyordum. Birden gözüm babama takılınca;
"Hiç bana bakma Deli doktorum, sanki sen kaşındın. Uğraş şimdi kardeşlerinle"
"Sende mi baba ya! Ben sana güvendim. Bu avluda birbirimize sevgimizi ilan ettim"
"Üzgünüm hanım ağam, benim çok güzel bir sultanım var"
"Vay öyle mi olduk Mirza ağa"
Babam gülerek kafasını sallarken, başımı eğmiştim. Devran beni, bileğimden tutarak Dağhan'a teslim ederken;
"Sıkıca tut ben geliyorum şimdi"
Dağhan yüzüme bakmadan, geniş elleriyle arkadan dirseklerimden tutuyordu. Devran mutfak tarafına giderken birden omzunun üzerinden bize bakarak;
"Devrem, vatan hainini tutuyor gibi sıkı tutma, sonuçta deli, meli yaramazda olsa bizim canımız"
halalar ve kızları hariç herkes eksiksiz avludaydı. Talha'm Avşin'in kucağında beni izliyordu. Mina'm Sinan'ın kucağında benim halime gülüyordu. Avluyu gözlümle tararken, Leyla ile göz göze geldiğimizde biraz oturuşunu düzelterek;
"Hiç bakma, geçen ağa yüzünden beni vuruyordun. Şimdi hiç kurtarmayacağım"
"Vay, Tamam maaşını kesiyorum"
"Kes, ömrümün sonuna kadar yetecek parayı bankaya koydun. İstediğin kadar kesebilirsin"
Başımı doğru anlamında sallarken, avluda herkes gülmeye devam ediyordu. Nisa'ya baktığımda gözlerini hafif kaçırarak;
"Ablam, kurban olayım bana bakma"
"Tamam ablam tamam"
Kafamı mutfak tarafına çevirdiğimde, Devran elinde büyük bir kavanozla geliyordu. Yanıma geldiğinde kapağını açıp masaya koyduğunda isotun keskin acı kokusu burnuma dolmuştu. Elindeki kaşıkla içinden tepeleme doldurdu. İsotu ağızıma yaklaştırdığında, Dağhan ağızımı açmayacağımı bildiği için bileklerimi Mert'e bırakıp, yanıma gelmişti. Kafamı hafif önce Dağhan'a çevirdim, sonra Devran'a bakarak;
"Siz şimdi beni bırakmıyorsunuz dimi?"
"Evet bırakmayacağız güzelim, yedir artık şunu Devran"
"Peki siz bilirsiniz, Mustafa Hamzaaa!!!! kurtar beniii!!!!"
Odamızın kapısı hızla açıldığında bileğim yanlarıma düşmüştü. Mert babamın yanına otururken, Mustafa yanımıza gelmişti. Ben onun arkasına geçtiğimde kızlar kendi arasında gülmüşlerdi. Kolunu tuttuğumda, göz ucuyla gülerek bana bakmıştı. Tekrar önüne döndüğünde bir tek elinde kaşıkla Devran ayakta duruyordu. Dağhan ne ara sandalyeye oturmuştu fark etmemiştim. Ben onlara gülerken Mustafa biraz daha Devrana yaklaştığında bende bir adım yaklaşmıştım. Herkes bize bakarken, Mustafa beni yanına doğru çekip, önce babam ve amcama baktı. Tek kaşını kaldırıp, Devran'a bakıp;
"Hayırdır taze damadım, ne o hanım ağamızı mı öldürecektin."
"Tek değildim Mustafa ağa Dağhan ve Mert 'e yardım ve yataklık yapıyordu"
Mustafa biraz daha yaklaşıp sadece üçümüzün duyacağı şekilde, serseri bir gülüşle;
"Nikahınız var ben bir şey demem sarılıp yatmanıza, hoş sabah baya güzel uyuyordunuz. Fakat babam ve amcam sizin ikinizin yani sen ve müstakbel zevceniz babam ve amcamın kıymetli olan Avşin Alibeyoğlu ile yatınızı duyarsa hiç iyi olmaz. Gizli görev demez öldürür ikisi de seni"
Devran hızla yutkunup;
"Ağam, buyur buyur kahvaltıya. Börekler soğudu aaa"
..................................
Sohbet, muhabbet eşliğinde kahvaltımız devam ederken, Mustafa ile göz göze geldiğimizde tebessümle başımızı sallamıştık. Kahvaltımız bittiğinde sedirlere geçtiğimizde kızlarda keyif çayı ve kahvesi getirmişlerdi. Başımı Kader'in omzuna dayamış sabah muhabbetini dinliyordum. Konağın kapısı açılmış, Boran yanımıza gelmişti. Tam arkamda durarak;
"Ağam, kapıda bir adam var hanım ağamızla görüşmek istiyor"
"Gelsin Boran"
Boran kapıya giderken, hiç bakmamıştım. Mustafa bana bakarak;
"Birini bekliyor muydun"
Kafamı hayır manasında sallıyordum ki, leyla içtiği kahveyi püskürtünce, üzerine Mert gülmesiyle, sırtımdan soğuk ter akmaya başlamıştı. Mahşerin dört atlısı kaşlarını çatmış arkamdaki adama bakarken, babam ve amcam anlamaya çalışıyorlardı. Arkama bakmadan ;
"Mert, Leyla Nedret Erdem arkamda dimi"
"Evet abla hem de elinde kocaman lilyum buketiyle"
Herkesin başı benim üzerimde yerimden kalkmıştım. Nedret beyin önüne geçip, lilyum buketinin içindeki tek kırmızı gülü alıp Mina'ya vermiştim. Mina'm gülü koklayarak, bana vermişti. Elimdeki gül ile Nedret beye döndüm. Nedret bey bir adım geriye giderek;
"Doktor Ateş, lilyumlarınız"
"Masaya koyun Nedret bey"
Nedret yanımdan geçip elindeki buketi tamda Mustafa'nın önüne koymuştu. Tekrar yanıma gelip, elindeki kartı bana uzattı. Elime aldığımda Nedret bey birden;
"Kendi yetiştirdiği lilyumlar hanımefendi"
"Anladım Nedret bey anladım"
Elimdeki kartı okumadan yırtınca herkes gibi Nedret bey kaşları çatık bana bakıyordu. Sesimi biraz daha ciddi bir tonda tutarak;
"O kartın boş olduğunu ikimizde biliyorduk Nedret Erdem. Kendi el yazısı olan kartı oku ve bana ver"
"Sizden korkulur Doktor ateş"
Elimle hadi der gibi önüne uzatınca, ceketinin cebinden çıkardığı kartı okumaya başladı.
"Başarıların devamını bekliyorum asistan ateş, Çka. sağlık kuruluşu başkanı black lion"
"Tamam teşekkür ederim, Nedret bey çiçekler içinde"
"Doktor at-"
"Doktor Alibeyoğlu Nedret bey, Alibeyoğlu "
"Peki efendim, eğitiminizi ve görevinizi üstünlükle tamamladığınız için, kurul başkanına sunduğunuz raporları da başarılı bulundu, bizzat kendi tarafından. Bundan sonra sadece eğitmenlik yapacaksınız. Birde size kurul başkan yardımcılığı verildi ve "
"Dur ben söyleyeyim bana sorma gereği duymadan başkan onayladı ve imzaladı. Yürürlüğe geçti bile değil mi"
"Evet hanımefendi"
Sinirle arkamı dönmüştüm. Tekrar Nedret'e döndüğümde ceketinin cebinden zarfları çıkarmıştı. Ayşegül'e dönerek sandalye istemiştim. Sandalye geldiğinde yavaşça oturarak, elimle Nedret beye konuş der gibi elimi salladım.
"Hanım efendi bu siyah zarf, Mina Dila at- Alibeyoğlu'nun eğitim parası, ayriyeten istediğiniz zaman Mina hanım başkanın himayesinde yurt dışı vatandaşı gibi görünüp eğitime başlayabileceğini hatırlatmamı istedi beyefendi"
"Gerek yok onun babası var. Devam et Nedret bey "
"Hanım efendi bu sarı zarf eğitim paranız, beyaz zarf gözetmenlik paranız var. Bayan Alibeyoğlu gözetmenlik maaşınız geçen senekinin iki katı oldu. Sinirlenmeden söyleyeyim, hem üst düzey yaptığınız için, hem de artık yardımcı olduğunuz için"
"Nedret Erdem yeter, git artık."
"Son şeyleri de söyleyeyim lütfen"
"Ağlamak istiyorum ya. söyle ve gitt Nedret bey"
"Bu kırmızı zarfta, yeni gayri mülkünüzün tabusu var. Amerika'daki dublesk eviniz satıldı. Yerine trebles olarak alındı. Oradaki arabanız yeni evinizin garajına çekildi. Bu sene görevinizi tamamladığınız için hediyesi olan ikinci arabanızda garaja koyuldu."
"Peki iyi günler Nedret bey, şimdi çık ve kapıyı yüzüne kapa"
"Hanım efendi, karnınızdaki evlatlarınız için hesap açılacak"
"Biliyorum, doğunca bildireceğim başkana"
"Peki hanım efendi, gerçekten kusura bakmayın. Hayırlı günler"
"Nedret bey "
"Buyurun hanım efendi"
"Adresim"
"Maalesef ki Süreyya hanım, Biliyorum hoşlanmıyorsunuz. Unutmayın bende sizin sayenizde ekmek yiyorum. Tek güvendiği avukatı benim. Birde sizinle başka birinin konuşmasını istemiyor biliyorsunuz"
"Ah biliyorum Nedret bey"
Nedret bey elindeki zarfları bana verip, konaktan ayrılmıştı. Herkes bana bakarken, elimdeki zarfları Leyla'ya uzatıp, yerime oturmuştum. Derin bir nefes çekerek;
"Gördünüz işte bu yüzden adresim bilinmiyor diye seviniyordum sağ olsun Süreyya bildirmiş"
Babam ve amcam tatlı bir tebessümle kafasını salladığında içim rahatlamıştı. Mustafa'ya baktığımda dün gece anlattıklarıma hak verdiğini anlamıştım gözlerinden. Kafamı Leyla'ya çevirip;
"Mina'nın parası hemen hesaba geçsin Leyla eminim akşam bakacak hesaba. Eğitim ve görev parasını Mustafa Hamza ağanın dediği gibi yaparsın"
Leyla tebessümle başını salladığında içim rahat etmişti. Gözüm masanın üzerindeki lilyumlara takılmıştı. Beyaz lilyumlar başkanın bana benzettiği lilyumlar, kırmızı gülde o saflığın içindeki Minayı temsil ediyordu. Kafamdaki düşünceyi dağıtmak için Ayşegül'ü çağırıp, lilyumları annemin odasına koymasını rica etmiştim.
......................
MUSTAFA HAMZA...
Konaktan herkes küçük valizlerle çıkarken Meryemce asık suratla gidenlere bakıyordu. Onun haline gülmek istesem de, belli etmemiştim. Dağhan abim gülerek anlını öpünce , Mert'e sarılmıştı. Gülcan ve Nisa, Meryemcenin haline ağlayınca, Mert, Nisa'yı, Dağhan abim , Gülcan'ı kolunun altına alıp konaktan çıkmışlardı.
Sedirlerde oturmuş gazetemi okuyordum ki Kader ve Selvi yanıma gelip;
"Ağam, bak biz kalalım. Kadir dedi üniversiteden arkadaşların gelecekmiş "
"Hayır Kader keyfinize bakın, sende Selvi. Oldu ki canınız sıkıldı durmayın gelin tamam mı"
"Anladık ağam izin vermeyiz bizi üzmelerine "
Kader ve Selvi Meryemcenin yanına odaya geçtiklerinde, Kadir ve Serdar ne yapacaklarını anlatıp, Kader ve Selvi'yi alıp konaktan çıkmışlardı. Onlarda gidince avluda Baran, Bedirhan ve Hazar vardı. Gözlerimle Devranı aradığımda Hazar anlamış olacak ki;
"Sakin ol ağam, Devran'a telefon geldi odasına çıktı. Avşin, Meryemcenin odasında "
Hazar'ın dediklerine dördümüzde gülerken, Avşin yanımıza gelmişti. Yanıma oturup başını omuzuma koyunca, dayanamadan kollarımın arasına almıştım. Yüzüne baktığımda, suratı asıktı. Elimle çenesinden tutup yüzüme bakmasını sağlamıştım.
"Ne oldu dedemin göz aydınlığı, söyle "
"Ağam, yengemler ve abimler Ünal abinin çiftliğine gidiyormuş"
"Evet Avşin'im gidiyorlar haberim var"
"Mina'm ve Talha'm da gidiyor muş"
" Evet güzelim, Sende mi gitmek istiyorsun"
"Hayır, çocuklar"
"Onlar mı gitmek istemiyor"
"Offff, hayır Mustafa ya ben çocuklar olmadan ne yapacağım ya"
"Avşin, güzelim bırak gitsinler. Onlar orada gönüllerince oynasınlar sende bizimle otur sohbet et. Hatta Devran ile dışarı çıkın siz bu gün"
Avşin ,yüzü kıpkırmızı yanımdan hızla kalkıp, koşarak avludan uzaklaştı. Bedirhan ve Baran gülerken, Hazar gözleriyle Devran'ın odasını gösterdi. Devran odasından çıkıp yanımıza doğru geliyordu. Ben Devran'a bakarken, Leyla hanım üzerine siyah deri ceketini giyinmiş yanımıza gelmişti. Hazar ayağa kalkıp;
"Ağam, Leyla hanımla bizim şirkette az işimiz var. Akşam burada oluruz hadi bize eyvallah"
Ağzımı açıyordum ki Baran ve peşine Bedirhan ayağa kalkarak konuştular;
"Amcamın oğlu, babamları ve amcaları Ünal amcalara bırakır, akşama gelirim Zümrütle"
"Bende şirketteki bir kaç imza işini halledip, akşama Başakla gelirim Dostum"
Sadece kafamı sallamıştım. Bedirhan, Başağı alıp, konaktan çıktığında bende ayağa kalkmıştım. Baran üzerine ceketini giyerken, babam ve annem ufak çantalarıyla avluya gelmişlerdi. Ayakta olduğum için bana koşarak gelen iki evladımı, yere çömelerek kollarımın arasına almıştım. Mina'm yanağımı öpüp;
"Asi ağam, babam biz gidiyoruz. Babannem ve dedemi üzmek yok, senin adamların olmadan hiç bir yere gitmek yok"
"Aferin kara üzümüm, Talha'm ya sen"
"Konaktan habersiz ve izinsiz çıkmak yok, Fıstığım ve kendime dikkat edeceğim. Dedem ve babaannemi üzmek yormak yok ağa babam"
"Aferin aslan oğlum "
Talha'yı da öptüğümde, Talha koşarak babamın elini, Mina'm annemin elini tutmuştu. Boran annemlerin çantasını arabaya yerleştirirken amcamlar ve babamlar minibüsün arkasına biniyorlardı. Zümrüt ve Baran öne oturdular. Şoför koltuğuna oturan Baran'ın açık camından içeriye bakarak;
"Babam, çok kıymetli kız kardeşleriniz ve mükemmel kızları neredeler"
"Boş ver oğlum, bu gün bak arkadaşların gelecekmiş, sinirlenme"
"Mirza ağa!"
"Sabah namazından sonra Celal kalaycının adamı gelip aldı bir kaç gün misafir edecekmiş"
"Ne işi var kevser hanımın orada, bak o adam saçma sapan bir şeyden kapıma gelmesin o it herif ina-"
"Ağam ben"
"Sen ne baba, konakta benden habersiz ne haltlar dönüyor yine "
Biraz daha konuşacaktım ki, babam gözleriyle Mina ve Talha'yı işaret etmişti. Annemin kolunun altına saklanmış öyle bana bakıyorlardı. Niye öyle yapıyorlar diye düşünüyordum ki, Baran kulağıma yaklaşır gibi, sessizce;
"Konuşurken yüzün babalarının yüzü gibi değildi, Azrail ağa gelmişti. Çocuklar seni öyle hiç görmediler, sakin ol Ağam"
"Doğru dedin bremin, hadi siz gidin, Baran amcaları evlatlarıma çikolata aldırmayı unutma, hadi iyi eğlenceler babaların canları"
Baran arabayı hareket ettirdiğinde, arabanın arka camından çocuklar gülerek el sallıyorlardı. Konağa tekrar girdiğimde, Devran ve Avşin bizim odadan çıkıyorlardı. Avlunun ortasında durdum yanıma gelmelerini bekledim. Avşin yanıma geldiğinde yanağımı öpüp;
"Meryemce biraz uzanacakmış, bizde şey ağam"
"Tamam iyi gezmeler, arkadaşlarım gelmeden gelin ama"
"Tamam ağam"
Devran ve Avşin konaktan çıktıklarında bende tekrar elime gazetemi almış sedire oturmuştum. Gazeteme bakarken masanın üzerine konulan fincanla kafamı kaldırdığımda, Ayşegül tebessümle bana bakıyordu. Ağzımı açmama fırsat kalmadan Songül de yanına gelmişti. Bana bir şey diyecekleri belliydi. Gözümü söyleyin der gibi kırpınca, Songül hemen ;
"Ağam, biz artık yetişemiyoruz, Mihriban anam sana sormamızı istedi. Bize bir tane daha yardımcı alır mısın"
"Farkındayım kızlar, annemle konuşurum. Fakat biliyorsunuz ki artık sadece aşiretin ağası değilim kızlar dostum kadar belki daha fazla düşmanım oldu. Sağlam birilerini bulmak lazım. Birde sizden biraz yaşça büyük olması lazım "
Kızlar ağızını açıyordu ki, avluda Meryemcenin sesi duyuldu. Kızlar bir adım geriye gidince üzerinde şalı ile Meryemce bize doğru geliyordu.
"Ağam benim İstanbul'daki yardımcım ve eşini getirebilirim. Kocası Kamil abiden iyi olmasın severim çalışkan adamdır. Ekrem abi benim evin bahçe işlerini, Sultan abla ev işlerime yetişiyordu. Hiç çocukları olmamış karı koca geçinip gidiyorlar."
"Meryemce'm temelli gelecekler ama"
"Onları oraya bağlayan benim zaten, buraya geldiğimden beri benim evime gitmiyorlar. Bahçeye Mert'in bahçe işleriyle ilgilenen bir arkadaşının şirketinden adamlar gidiyor, sultan ablanın kız kardeşi arada Nisa'ya yardıma gidiyor. Sultan abla ve Ekrem abi benim verdiğim maaşla geçiniyorlar"
"Peki hanım ağam güvenilir insanlar mı"
"Hem de nasıl sultan abla ve Ekrem abi saf kan Trabzonlu"
"Tamam duydunuz kızlar size, bir abi birde abla geliyor."
Kızlar gülerek mutfak tarafına giderken, ayakta duran Meryemceye kolumu kaldırıp yanıma çağırmıştım. Yanıma oturunca hemen kolumun altına alıp, başının üzerini öpmüştüm. Meryemce başını göğsüme doğru kaydırınca;
"Ne oldu gül güzelim"
"Uykum var, biraz uyumak istiyorum"
"Git yat ömrüm"
"Gideceğim ama biraz böyle durmak istiyorum"
"Dur bakalım nazlı hanım ağa"
Meryemcenin boynunun böyle durursa tutulacağını bildiğim için biraz daha yanaşıp yüzünü boynuma getirdim. Derin bir nefes aldığında, bende önümdeki kahvemden keyifle bir yudum almıştım. Meryemcenin nefesi tenime vurdukça huzur kaplıyordu içimi. Dudaklarımı şakaklarına bastırıp, öptükten sonra aklıma gelen şiiri mırıldandım;
"Hoş geldin kadınım benim hoş geldin yorulmuşsundur;
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var, susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün, güller açıldı penceremin demirlerinde ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler gönlüm gibi
zengin hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin."
"Nazım hikmet, değil mi"
"Evet gül kokulum, Hadi git odaya dinlen"
"Hayır ya burada duracağım ben"
"Tamam deli doktor dur bakalım"
"Mustafa'm"
"Efendim Meryemce'm"
"Asi'm , adamım"
"Efendim gül güzelim"
"Bana şarkı söyler misin"
"Burada mı"
"Yok damda , tabi ki burada "
"Tamam ilk ve son olsun ama"
"Peki"
" Azalır geceler
Bu dertler biter
Sen üzülme, sen üzülme
Ölürüm sana ben
Uzun uzun anlatılmaz
Tek bildiğim sen aşksın
Senin için yaşıyorum
Herşeyimsin sen aşkım..
Değişir mevsim
Yine yaz gelir
Sen üzülme, sen üzülme
Yanarım sana ben
Uzun uzun anlatılmaz
Tek bildiğim sen aşksın
Senin için yaşıyorum
Herşeyimsin sen aşkım.."
Şarkıyı bitirdiğimde Meryemcenin boynumdaki nefesi düzene girmişti. Uyuduğunu anladığımda kucağıma alacaktım ki Ayşegül avluya girdi. Ayşegül masanın üzerindeki fincanı alırken bizim halimize hafif gülüp;
"Ağam, boynu tutulmasın Meryemce ab, hanımağamızın, kimse yok nede olsa ben açayım kapıyı sen odanıza yatır ağam"
"Bak sen, dalga mı geçiyorsun kız sen benimle"
"Ne haddime ağam, ben şey ...yani sizin için ama sen yani"
"Tamam Ayşegül sakin ol, aç kapıyı "
Ayşegül bizim odaya doğru koşarken bende, Meryemceyi kucağıma almıştım. Odaya girdiğimde Ayşegül yavaşça kapıyı arkamdan kapamıştı. Yatağa yatırıp, üzerini örtükten sonra anlından koklayarak öpmüştüm. Tekrar avluya çıktığımda, yavaş yavaş çalışma odasına çıkacaktım ki Mutfak tarafından çıkmaya karar verdim. Mutfağa girdiğimde kızlar hızla akşama en güzel yemeklerini yapıyorlardı. Sessizce mutfaktaki masaya oturup;
"Bence bana yeni bir kahve yaparsınız "
Kızlar birden oldukları yerde sıçrayıp, parmaklarıyla damaklarını kaldırmışlardı. Onların haline gülerek;
"Özür dilerim kızlar, ağanıza bir kahve yapın çalışma odasına çıkacağım"
"Ağam sen çık ben getirim"
"Tamam o zaman Ayşegül"
Çalışma odasına girdiğimde kapıyı kapatıp, Boran'ı aramıştım. Ayşegül ve Songül mutfakta ki bir kaç eksik için çarşıya gönderdiklerini halledip hemen geleceğini söylemişti. O gelene kadar şirket işleriyle değil Aşiret işleriyle ilgilenmiştim. Aklıma gelenle hemen Hazar'ı aradım.
"Neredesin Hazar"
"Bende iyiyim ağam"
" Çok konuşma, konak boş gel"
"Aha bu bir teklif mi"
"Hazar, dün gece Savaş iti Meryemceye saçma sapan bir mail yazmış, neredeysen gel yanıma birde başka bir şey var"
"Tamam dur arabayı bizim adama bırakayım o park etsin"
"Ulan kapıdasın niye konuşturuyorsun"
"Meşgule atsaydım, benim güzel anama sövecektin"
"Belkıs anneme sövmem, direk adrese teslim sana söverim"
"Tamam ağam sustum"
Telefonu kapattığımda daha masaya koymadan, Hazar odaya girdi. Ben ona bakarken, ceketini çıkarıp, odadaki koltuğun kenarına koydu. Masamın önündeki koltuğa kendini resmen atıp;
"Anlat ağam"
"Ne lan öyle seri katil gibi, anlat ağam diyorsun"
"Aaa! Azrail ağa ne o hanım ağamız ilgilenmiyor mu seninle"
"O nereden çıktı şimdi "
"Bana atar yapıyorsun"
"Dur Hazar'ım sululuk yapma. Bu it karıma iyice saçma sapan mailler yazmaya başladı"
"Senin her şeyi takip ettiğinin farkında, senin onun üzerine atlamanı bekliyor. Şerefsiz bilerek yapıyor, zayıf noktanı ezmeye başladı. Şimdi senin onun üzerine atlaman her şeyi berbat eder. Ağalığın gider yani büyük ağalığın. Senin büyük ağa olduğun için tarafsız olman lazım. Birde şimdi hastane işi çıktı. Sabırlı ol onun ölümü senin elinden olacak, üzülme "
"Ulan giden, kaybettiğim ağalık, iş olsun bana ne. Karıma oğullarıma, Talha'da dahil hele kızıma siz aileme en ufak bir şey olursa hiç bir şey gözümde olmaz "
"Sakin ol ağam, merak etme olay onlara sıçrarsa senden önce üç aşiret birleşir, ne ben nede Bedirhan'ım nefes aldırmayız o itlere"
"Sen sağ ol kardeşim, geleyim diğer işe, içimdeki yeni ufak hain Kamilmiş"
"Hadi lan, yılların adamı Kamil, Hamza dedemin en çok güvendiği adamı, emin misin Mustafa'm"
"Emin olmama ramak kaldı"
"Ne diyeyim, yazık olacak ailesine. Ben anlamıyorum, yediğin kaba pislemek nedir yani"
"Aynen Hazar'ım öyle, Bu akşam şu çocuklar gelmeseydi, iyi eğlenirdik"
"İşim var deseydin"
"Yarın dönüyorlar, geliyoruz seni de görelim deyince bir şey demedim"
Hazar ağızını açıyordu ki, çalışma odasının kapısı açıldı. Baran ve Bedirhan gülerek odaya girmişlerdi. Ben onlara şaşkınca bakarken Hazar gülerek;
"Aha ağama inme indi, ben çağırdım. Gelinlerimle geldiler"
"Oğlum bıraksana adamları işleri halletsinler, belki karılarıyla zaman geçirmek istediler işi bahane ettiler"
Hazar ağzını açmıştı ki Bedirhan gülerek;
"Söylenme lan Hazar'a, Başağın işleri çabuk bitti, bizim gelinlerde babamlarla gidince, bende Başağı tek bırakmak istemedim konakta, evrakları da akşam buraya getirecek muhasebeci"
"Sen Baran efendi, sen niye geldin"
"Yürü git oğlum babam ve amcamdan dayak yiyecektim az daha. Neymiş efendim ben onlara yaşlı muamelesi yapıyormuşum. Konakta çalışanlardan başka kimse kalmayınca, Zümrüt hanımda, Meryemce ablamın yanına gitmek istiyorum bende diye tutturunca. Üstüne bu adamda arayınca hemen geldim."
"Tamam oturun başımın belası dostlarım oturun"
Dördümüz hem işlerden hem aşiretten konuşurken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştık. Avluya indiğimizde Zümrüt, Başak ve ne zaman geldiğini duymadığım Avşin'im çay faslı yapıyorlardı. Onların yanına oturmuştuk ki, konağın kapısı açıldı. Leyla saçını toplamak için kurşun kalem takmış, gözünde dinlendirici gözlükleriyle avluya girdi. Ben onun haline gülerken, Avşin gülerek;
"Leyloş, git bir elini yüzünü yıka gel, bu ne hal kafanda kurşun kalem var"
"Ben onu oraya mı koymuşum ya, neyse ben geliyorum birazdan"
Hazar onun arkasından gülerek bakarken, Avşin onu kızdırmak istediğinde, Hazar anlamış olacak ki ondan önce davranmıştı.
"Kocan nerede bıdık hanım"
"Ne kocası, kimin kocası yani şey Devran bey mi, o mu?"
"Sakin ol bıdık hanım, Evet dün Allah katında kocan olan Devran'ı sordum"
"Bilmem yani odasında olabilir, yani bilmiyorum aaa hazar yaa"
Avşin hızla yanımızdan kalktığında kızlar gülmeye başlamışlardı. Baran, Bedirhan ve ben sinirli bakmaya çalıştık ama olmamıştı. Bizde gülmeye başladığımızda, avluyu bizim gülmelerimiz doldurmuştu.
Biraz zaman geçmişti ki Zümrüt ve Başak'ta mutfağa kızların yanına geçmişti. Biz dördümüz sohbet ederken avluya boran girdi. Ceketinin önünü iliklediğinde;
"Allahtan hemen geliyordun Boran"
"Ağam ben geldim, Ağamlar yanındaydı rahatsız etmek istemedim."
"Tamam, hadi yumurtla sende bir haber var belli"
"Ağam bu gün Celal kalaycının fıstık bahçesinde, Helin hanım ve Savaş varlıoğlunu görmüşler ağam, birde şey ağam Şule hanımla, Atabek ağa varmış yanlarında "
"Ne diyorsun Boran sen"
"Ağam çok uygunsuzlarmış"
"Ulan bu it Atabek evli değil mi"
"Ağam hem de iki karısı var"
"Tamam boran çık oğlum çık, Benim misafirlerim geldiğinde haber ver "
"Emrin olur ağam"
Boran çıkınca Hazar ağızını açıyordu ki Devran geldi. Sohbet başka yöne giderken, Zümrüt, Başak, Avşin ve Leyla da bize katılmıştı. Hazar birden ;
"Senin çok muhterem arkadaşların ne zaman gelecek"
"Gelirler birazdan niye sordun Hazar ağa"
"Hani sen şu kadını getirdiğinde, Mina kadını görünce kucağıma atlamıştı. Hatırladın mı"
"Bak evet ben de sana onu soracaktım kaç zamandır. Hep aklıma geliyor sonra bir şey çıkıyor unutuyorum."
"Bak bu benim Dila'mın bir dadısı varmış, senin bu yırtık arkadaşın onunla arkadaşmış. Antalya da her gece başka erkeklerle bunun bulduğu eve gidiyormuş"
Ben ağızımı açıyordum ki Leyla, birden ;
"Meryemce duymasın bence bunu emin olun şuan delirmiş bir Meryemceyi hiç birimiz istemeyiz"
Hepimiz gülerek başımızı sallamıştık. Sohbet devam ederken, aklıma geçte olsa, Meryemcem gelmişti. Ayağa kalkıp odaya gidiyordum ki, konağın kapısı açıldı. Boran yanıma gelip, misafirlerin geldiğini söyledi. Ben ayağa kalkmalarını istemesem de Baran, Bedirhan ve Hazar ayağa kalkıp yanıma gelmişlerdi. Gülerek onlara baktığımda, onlar da bana bakıyorlardı. Arkaya doğru baktığımda hanımlarda sedirlerin orada duruyorlardı. Zümrüt ve Başak hamile oldukları için oturuyorlardı. Devran, elinde telefonuyla kızların yanına gelmişti. Göz kırpıp hayırdır dediğimde Dağhan demişti sessizce. Tamam manasında kafamı salladığımda konağın kapısı açılmıştı. Gülerek sırayla Tolga, Cenk, Buse, Alev, Erdal girmişti. Alev ve Buse'ye azcık mesafeli elimle buyur ettiğimde şaşırsalar da umursamamıştım. Bizimkiler el sıkışırken, sedirlere doğru yürüyorduk. Sedirlere geldiğimiz de, bütün bayanlar baş selamı vermişti, buse ve Aleve bile. Sedirlere oturduğumuz da Cenk Leyla'ya dik dik bakarken, Hazar'ı gıcık tutmuştu resmen kendi öksürüğünde boğulacaktı. Cenk gayet lakayt bir şekilde Leyla'ya dönerek;
"Güzel bayan siz daha önce İtalya da bulundunuz mu?"
"Bulundum fakat daha önce tanışmadık"
"Nasıl yani"
" Yani çok eski bir numara diyorum 70lerde 80lerde kaldı"
Cenk biraz bozulmuş şekilde arkasına yaslandığında, Hazar'a baktım. Gururla gözleri Leylada bıyık altından gülüyordu. Ben bizimkilerle Erdal'ları tanıştırmaya, ne işle uğraştıklarını anlatmaya başlamıştım. Bizimkiler kendi aralarında sohbet ederken, dikkatimi Avşin çekti. Alevin bakışlarından rahatsız olmuş, Devran bakıyor mu diye ona bakıyordu. Onların haline gülerken, Buse birden;
"Musti senin hizmetçilerin mi var"
"Hayır Buse bize annemlere, gelinlerime yardımcı olan kızlarımız var"
"Anladım Musti, eee Alev dedi ki evlendi ben şok oldum. Cenk ile çok şaşırdık senin gibi çapkın bir adam evlensin"
Ağzımı açıyordum ki Devran öksürmeye başlamıştı. Kafamı Buseye çevirdiğimde Cenk konuşmaya başladı;
"Evet dostum ya, sen tek gecelik ilişkilerin adamıydın"
"Cenk gelirken içtin bir ufak galiba kendinle karıştırıyorsun"
Bizimkiler sinir olmuşlardı, bu kadar rahat konuşmalarına. Ben ağzımı açıyordum ki Ayşegül yanıma gelip, elini karnının üzerine koyarak;
"Ağam buyurun masa hazır "
Kafamı sallayarak, ayağa kalkmıştım. Elimle buyurun deyince herkes yavaş yavaş kalkıyordu ki, Leyla'nın uzun hırkası sedire takılınca Cenk elini uzattı. Hazar, hafif bir sinirle Leyla ve Cenk'in arasına geçip;
"İyi misiniz Leyla hanım"
"İyim Hazar bey hırkam takıldı"
Hazar elini Leyla'ya uzattığında, parmak uçlarına tutunarak kalkmıştı. Leyla, Hazar'ın yanından biraz uzaklaşıp yanıma gelmişti. Ona dönüp baktığımda;
"Mustafa abi, şu dostun olan ağayı yanımdan alır mısın"
"Bu akşam onun yanında otur, söz sonra istediğin kadar senden uzak tutarım"
Leyla gülerek Hazar'ın yanına oturmuştu. Masanın sol tarafında benim çocukluğum nefesim dediğim kardeşlerim dostlarım otururken, sağ tarafında üniversite arkadaşlarım oturuyordu. Ben odama doğru bir adım atınca Ayşegül yanıma gelip;
"Ağam ben hanım ağamıza baktım. Başını bağlıyordu."
"Sağ ol Ayşegül"
Masadaki yerimi alırken, dikkatimi kimse oturmadan önce benim sandalyemin yanında olmayan, sağ tarafımdaki boş sandalye çekti. Ayşegül az önce koymuştu, benim yanıma kimse oturmasın diye. Ayşegül'e baktığımda Meryemce için koyduğu gözlerinden okunuyordu. Ona göz kırpmıştım. Ayşegül'e çorbaları diyecekken Erdal dikkatimi çekti kıpır kıpır etrafa bakıyordu. Ona doğru dönerek;
"Sor Erdal sor"
"Ya etrafa bakıyorum ama kimseyi görmedim sen gerçekten evlendin mi"
"Niye olmaz mı Erdal"
"Ne bileyim oğlum, sana evlilik sıkıcı gelirdi. Tamam sen günü birlik veya tek gecelik ilişki adamı değildin ama evlilik adamı da değildin yani"
"Bak Erdal öyle biri çıkar karşına, bütün düşüncelerini, hayatını, fikirlerini alt üst eder. Anlamazsın seni iyileştirir. Bir bakarsın onsuz nefes alamaz, yaşayamaz hale gelirsin. Birde kendin gibi birini bulunca hiç vakit kaybetmiyorsun"
"Vay bizim mustiye bak birde aşık oldum de tam olsun"
"Evet aşık oldum cenk"
Masada bir sessizlik olunca kimseye bakmadım. Ayşegül çorbaları koymaya başladığında Erdal'ın gözü hemen karşısında oturan Avşin'e takılmıştı. Devran'da fark etmiş olacak ki öksürmeye başlamıştı. Hemen olaya dahil oldum. Erdal'a baktığımda;
"Musti bu karşımdaki maviş kim"
"Avşin"
"Bu o melek yüzlü kız mı?"
"Evet ,Erdal yanındaki de eşi Devran kurt"
Erdal yine baltayı taşa vurmuş gibi olup susmuştu. Bir an bizimkilere baktığımda keyifle gülüyorlardı. Çorbalar tamam olunca elimle buyur edecekken, içimi bir ürperti almıştı. Kafamı kaldırıp bizimkilere baktığımda, onlar benim arkama bakınca, derin ve sesli bir nefes çekmiştim. Genzimi yakan, beni sarhoş eden gül kokusuyla ayağa kalktım. Bir kaç adım atarak, Meryemceye yaklaşmıştım. Elimi beline koyarak masaya kadar eşlik ederken göz ucuyla, karımı süzmüştüm. Tatlı mavi renkte yarasa kol bir elbise, başında krem rengi ipek şalı ve aynı renkte babet ayakkabılarıyla masumluk abidesi gibiydi. Masanın yanına geldiğimizde, bizimkilere dönerek;
"Karım, Kalp cerrahı Meryemce Alibeyoğlu"
Meryemce karnına dikkat ederek, yerine otururken, bende yanına oturmuştum. Bizimkiler Meryemceyi sabahtan beri ilk defa gördükleri için tebessümle bakıyorlardı. Tolga, cenk ve Erdal donmuş bir şekilde Meryemceye bakıyorlardı. Ayşegül, Meryemcenin önüne çorbasını koyduğunda Tolga birden;
"Çüş, Mustim sen şaka mısın oğlum bu ne, sen böyle bir kadını hayatına nasıl soktun"
"Yani ne demek istiyorsun "
"Musti sıkma baş oğlum bu"
"Az önce dediğim gibi her şeyi siliyorsun ve sen benim 19, 20 yaşımı söylüyorsun cıvık tolga"
"Doğru dedin, Musti şimdi senin ki kalp cerrahı mı"
"Evet cenk Karım, kalp cerrahı"
Elimle buyurun diyerek konuşmayı sonlandırdım. Bu sohbet biraz daha devam ederse, hiç iyi olmayacaktı. Ana yemeğe geçerken, Hazar mutfak tarafına gitmişti. Kısa bir süre sonra mutfak tarafından bir gürültü kopmuştu. Yerimden kalkıyordum ki, Hazar elinde kocaman tatlı tabağıyla masaya geldi. Meryemce masaya geldiğinden beri ilk defa gülerek, Hazar'a;
"Hazar ağa yine Songül'ü utandırdın değil mi"
"Nereden anladın, Hanım ağam"
"Garibim elindeki tabağı düşürdü çünkü"
Hazar gülerek arkasına yaslanarak kocaman tatlı tabağını Kendi ve Bedirhanların önüne koymuştu. Meryemce Tatlıya bakarken, Alev birden;
"Musti karın sanki biraz kilolu gibi"
"Kocama sorduğun soruya ben cevap vereyim. Fakat önce Kocamın adı Musti değil Mustafa Hamza kısaltmadan söylersen sevinirim. Gelelim sorduğunuz soruya kilolu değilim, dört ay sonra Allah izin verirse dünyaya gelecek iki aslan bekliyorum"
"Ah canım, biz ona musti dedik, ama sen"
"Benim bildiğim lakap takma, isim kısaltma lise ve üniversite yıllarında olur. Şuan gördüğüm kadarıyla Mustafa Hamza'ya kimse Musti demiyor ama bir dakika durun, doğru kocam üniversiteyi bitireli çok oluyor, üstüne birde iş adamı ve bu şehrin ağası onun için demiyorlar galiba alev hanım"
Alev susmuş geriye yaslanarak, yemeğiyle ilgilenmeye başlamıştı. Meryemce tam yemeğine dönerken Cenk birden;
"Meryemceydi galiba değil mi"
"Evet buyurun Cenk bey"
"Evlendikten sonra mı kapandınız"
"Hayır okul zamanında kapandım. Örümcek kafalı olarak gören yani sizin gibi gören talebelerimin aileleri de oldu, hocalarımda oldu. Size göre bu örümcek kafalı bendeniz sizi iyileştirsin diye doktorlar yetiştiriyorum. Benim giyim tarzım kimseyi ilgilendirmiyor. Özgür bir ülkede yaşıyoruz. Ben kapalı bir mektubum kocama ait kimsenin okumasına gerek yok değil mi Cenk bey"
"Öyle fakat ama Alev ve siz , medeniyet ve siz ne demek istediğimi anladınız mı"
Cenk Alev'in altta kalmasını hazmedemediği için, Alev'i medeni Meryemceyi medeniyetsiz etmişti. Ağızımı sinirle açıyordum ki Meryemce biraz geriye yaslandığında ona bakmıştım. O gülerek;
"Ne demiş Mehmet akif ,'' Çıplaklık medeniyetse hayvanlar bizden daha medeni.'' ne demek istediğimi anladınız umarım Cenk bey"
Cenk'te sustuktan sonra Meryemcenin masanın üzerinde duran elini sıkmıştım. Meryemce bana bakınca, gözlerimle ne olduğunu soracaktım ki gözleriyle Hazar'ın önündeki tabağı gözüyle işaret etmişti. Uzanıyordum ki Buse birden yüksek çıkan sesiyle ;
"Sizi şimdi hatırladım"
Hepimiz yemeğin başından beri konuşmayan Buse'ye bakmıştık. Meryemce keskin gözlerini kısarak çıkarmaya çalışıyordu. Meryemce sandalyesine yaslanarak;
"Peki nereden tanıyorsunuz veya hatırlıyorsunuz Buse hanım"
"İtalya, candy bar"
Hepimiz şaşkınca Meryemceye bakarken, benim okul tayfam zafer kazanmış edasıyla tebessümle arkalarına yaslandılar. Meryemce tek tek yüzlerimize baktığında bizim hâlimize gülerek;
"Evet İtalya'daki eğitime gitmiştim. Gecenin bir yarısı o bara da gitmek zorunda kalmıştım daha doğrusu. Şimdi ben de hatırladım sizi neyse yanınızdaki beyefendi sevgiliniz galiba"
"Evet Tolga benim sevgilim bara gittiğimi biliyor ama eşim bile diyemediğiniz Mustafa sizin oralar da gezdiğinizi bilmiyor galiba"
"Buse hanım ben terlik değilim ki eşim olsun. İnsanın eşi olmaz. "koca" bilge demektir, yüce demektir. Koca demek, dağ demektir. Ve ne kadar yüce olursa olsun, üstünde kar olmayan dağ eksiktir. Dağların yücesine kar yağar diye kadına da "kocanın karı" demişler. Yani yüce bir dağ olmalı adam. Kar gibi pak ve masum olmalı kadın. Örtmeli ve bir ömür, süsü olmalı dağın. Çünkü üşür tepesinde kar olmayan dağ, ne kadar yüce olursa olsun, yarım görünür... Bilmem anlatabildim mi?... Geleyim sizin dediğinize, Ben o bara bir arkadaşım için girdim. Yani candy bara sizin locada kucağında oturduğunuz adamı almaya gelmiştim hatırlarsanız."
Hepimiz Meryemceye bakarken, o gayet sakin arkasına yaslandı. Tolga, Buse'ye çatık kaşlarla bir şeyler anlatıyordu sanki. Meryemceye doğru eğilip kulağına;
"Çok ağır olmadı mı karım"
"Çok mu ? dua et şuan hepsinin ve en çok masaya oturduğum dakikadan beri seni gözleriyle yiye yiye bitiremeyen Alev'in nefesini kesmiyorum. Şu Hazar abime de söyle tatlıyı bana versin"
Gözlerimi kocaman açıp, alt dudağımı sırdım. Benim halime o kaşlarını çatarken, Hazarlar sessizce gülüyorlardı
...........
Saat ilerlemiş, çay kahve eşliğinde sohbet ederken, Avşin, Başak ve Zümrüt yedikleri ağır gelmiş olacak ki odalarına çekilmişlerdi. Erdal'lar müsaade isteyerek ayağa kalktıklarında Meryemce kapıya kadar bana eşlik etmişti. Alev ve Buse ayak üstü Meryemceyi öldürecek gibi baktıklarını gördüğümde kolumun altına aldım. Elimi belinin boşluğa koyduğumda Meryemce gözlerime bakmıştı. Arkama baktığımda Hazar, Bedirhan, Baran ve Devran karşılarında Leyla ile hala sohbette devam ediyorlardı. Kafamı tekrar Erdal'a çevirdiğimde, Meryemceyi ayak ucundan yukarıya doğru süzdüğünü görmüştüm. Boran kapıyı açtığında tam dışarı çıkıyorlardı ki, elini Meryemceye doğru uzattı. Meryemce, Erdal'ın eline bakarken, ben elimi uzatmıştım. Herkes bana ve Erdal'a şaşkınca baktığında, Erdal bozuntuya vermeden lakayt bir şekilde gülerek;
"Ne yani Mustim, dostum karını benden mi kıskanıyorsun"
"Kıskanmak mı? Elimde olsa kimse görsün istemiyorum Erdal Şahkerim. Allah tarafından bana hediye edilen mektubumu, emanet edilen karımı kıskanıyorum. Bu arada karım, Dini ve mesleği gereği el vermiyor"
Erdal'lar konaktan ayrılınca, kapıyı kapatıp avluya girmiştik. Avluya doğru yürürken, sedirin önünde ki boş bardakları toplayan Ayşegül'e taze çay demlemesini söylemiştim. Bizimkilerin yanına oturduğumda, hızla konağın kapısı açılmıştı. Avluya Meriç ve Boran koşarak girmişti. Pantolonları çamur içinde Meriç anlını sıvazlarken, Boran benden korkar vaziyette;
"Ağam, biz Hazar ağamın annesini almaya gidiyorduk bi-"
Boranın konuşmasını, hızla yerinden kalkan Hazar kesmişti. Üzerindeki ceketi hızla yere atıp, Meriç'in üzerine atlamıştı. Meriç'e bir yumruk attığında, Baran ve Bedirhan zor zapt ediyorlardı. Tam Hazar'ın önüne gelip;
"Konuş Boran çabuk"
"Ağam, Biz Belkıs hanımı almak için hava alanına giderken, yolda bizi sıkıştırdılar. Araba araziye kayınca zor bela çıkardık ana yola, hava alanına gittiğimizde Belkıs hanım ile Doktoru siyah bir aracın aldığını söyledi Feridun."
Hazar bizimkilerin elinden kurtulup, bir elini Boran'ın bir elini Meriç'in yakasından tutup yan yana getirdi. Biz kolunu tutarken, Hazar dönmüş gözlerle;
"Bir saat veriyorum size annemi buraya getirmek için, yoksa acımam size gebertirim."
Hazar ikisini birden itince, hızla kapıya doğru koşmaya başladılar. Bedirhan, Baran adamlarını toplayarak, her yeri aramalarını söylemişlerdi. Hazar sinirle gömlek kollarını kıvırmaya başladığında, iyice sinir olacağını anladığım için odama gidip siyah bir tişört aldım. Hazara verdiğimde sinirle avluda Meryemceyi ve Leylayı unutarak, üzerindeki gömleğini düğmelerini açmak yerine resmen üzerinden yırtarcasına çıkarmıştı. Düğmeler yerlere düşerken, Meryemce gözlerime bakıyordu. Yanına gidip elimi yanağına koyarak;
"Hadi sen odana çekil Leylayı da al"
"Hayır, Avşin, Zümrüt ve Başak uyanmasın yeter sende git üzerini değiştir, gecemiz uzun"
Meryemceye başımı sallayarak, odaya doğru yürümeye başladım. Baran ve Bedirhan ceketlerini çıkarmış avluda bir sağa bir sola volta atıyorlardı. Üzerimi değiştirmeden tekrar odadan çıktım. Devran'a baktığımda gizlice dostlarını arıyor bilgi alıyordu. Hazar'ın verdiği bir saat dolduğunda ses seda yoktu. Avluda birden Hazar'ın telefonun sesi yankılandığında görüntülü bir arama olduğu anlayınca hemen açmıştı. Ekranda sadece boş bir oda görünüyordu. Birden ses gelmeye başladı.
"Merhaba Mardin'in en iyi ağaları Hazar, Bedirhan ve Baran ağa nasılsınız"
"Kimsin it konuş"
"OOOO sakin ol ölüm Ahmet Hazar sakin, Birazdan ne güzel şeyler izleyeceğiz ama bir dakika ya, Nerede benim en güçlü Azrail ağam sesi soluğu çıkmıyor, yoksa siz bu kadar telaşlıyken, o karısının koynunda mı"
"Ben canını alırken nerede olduğumu görürsün şerefsiz it"
"OO ağalar ağası, en güçlü ağa çok korktum, unutmayın şuan her şey benden yana"
"Ne istiyorsun konuş"
"Sadece azcık ders Ölüm Hazar güçlü kim, kim büyük göstermek bekle az"
Görüntü kapanınca sadece ayak sesleri geliyordu. Biz ekrana dikkatle bakarken, birden görüntü geldi. Gelen görüntüye Hazar yerinden ok gibi fırlamıştı. Belkıs annenin doktoru bir sandalyeye bağlı ağızı kapalı ağlıyordu. Kamera biraz daha kayınca, Belkıs anne görüntüye girdi. Hazar'ın tek ailesi, tek varlığı, onu ayakta tutan, sakin kalmasını sağlayan tek varlık. Hepimizin annesinden bir kaç yaş büyüktü Belkıs anne. Dördümüzde pür dikkat Belkıs anneye bakıyorduk. Ela gözlerinde göz yaşı vardı. Ne acılar çekmişti oysa ki önce gözlerinde kocası Ahmet amcayı öldürmüşlerdi. Biraz daha zaman sonra abisini öldürdü kanlıları ve en acısı Dilamız kar topumuz, al yazmalı güzel kızımız onu kaybetmişti. Görüntüye yüzü gözükmeyen maskeli bir adam girdi. Elindeki silahla yavaş yavaş doktorun başına geçti. Adam gözünü kırpmadan, gözümüzün önünde doktorun kafasına sıkmıştı. Doktorun başı yana düştüğünde, Leyla yüzünü Meryemcenin sırtına yaslamıştı. Meryemce buz gibi gözlerle sadece ekrana bakıyordu. Hazar birden küfür etmeye başlayınca, telefondaki adamın kahkahası duyuldu. Hazar yerine oturduğunda, adam ekranı Belkıs anneye çevirdi. Belkıs annenin ağızındaki bez parçasını çektiğinde, hafif yutkunarak;
"Benim dört yiğidim, benim aslan parçalarım. Allah daima sizi korusun, ite köpeğe çakala fırsat vermesin inşallah. Bedirhan'ım ve Baran'ım hep mutlu olun, karınızla ilerde çocuklarınızla inşallah. Mustafa'm, ağalar ağası, asi Azrail oğlum Allah ayağını taşa değdirmesin. Mustafa'm oğlum sana emanet. Sizde önce Allah'a sonra hanım ağa olan kızıma emanetsiniz. Ne kadar görmek isterdi Meryemce gelinimi. Ahmet'im Hazar'ım aldığım nefesim, kokusunda can bulduğum ilk beşiğim ömürlük ağa oğlum. Üzülme annem baban için ayaklarımı feda ettim. Senin içinde canımı feda ederim. Varsın öleyim tek parçam üzülme, Hazar'ım hakkım sana helaldir oğlum"
Belkıs anne cümlesini bitirmişti ki, başındaki adam tetiğe basmıştı. Gözümüzün önünde Belkıs anne son nefesini verdiğinde, Hazar olduğu yerde kalmıştı. Görüntü kapandığında biraz zaman geçmişti ki koskoca Mardin de tek bir kelime yankılandı........
"ANNEMMM!!!!"
.............................................
Umarım beğenirsiniz...
Sizi seven çatlak yazarınız...
Allaha emanet olun...