55. Bölüm

Gizli hazinem...

Aslıhan k.
ahan5354

Keyifli okumalar...
YAZARIN AĞIZINDAN...
Savaş kendi çiftliğinin verandasında içkisini yudumlarken en sağlam adamı Eşref arkasından yaklaşıp boğazını temizledikten sonra;
"Ağam, Cavit ağa ve oğlu Berzan geldiler"
"Tamam Eşref sen salona al. Karaca ve Rose geldi mi?"
"Yok ağam gelmedi daha ama birazdan burada olurlar. Ağam şey"
"Buyur oğlum"
"Dostunuz olan İtalyan adamın, sağ kolu Asil bir saat sonra burada olacak"
"Oğlum adam bize çok destek verecek daha da büyüyeceğiz, ne kızıyorsun "
"Ağam yabancılarla ortaklık yanlış bence"
"Eşref bakalım nasıl yapacağız. Hadi şimdi çıkabilirsin. "
Eşref başını sallayarak arkasını dönmüştü ki Savaş arkasından seslendi. Eşref tekrar dönüp baktığında;
"Eşref sana güvenim sonsuz. Kendine dikkat et "
"Emredersin ağam"
Eşref yanından çıktığında tekrar yan taraftaki çiftliğe baktı. Kafasındaki planlarla cebindeki telefonu çıkardı. Değerlim dediği kadını, çocuklarının annesini aradı. Yarım saate yakın konuştuktan sonra içkisinden son yudumu alıp ayağa kalktı. Bir kaç adımla çiftliğin içine girdiğinde Karaca ile karşılaştı. Rose ana salona girerken, Karaca başıyla çalışma odasını gösterdi. Kapının yanında olan Eşref'e dönerek ;
"Asil geldiğinde toplantıya başlayacağız, içeriye söyle. Saruhan'ı ara adamları toplayarak gelsin o şekilde toplanalım bari"
"Tamam ağam"
Eşref yanından ayrıldığında, Savaş çalışma odasına girdi. Karaca içki doldurduğu iki bardağın birini Savaş'a uzatıp, çalışma masasına oturdu. Bacak bacak üzerine atarak;
"Artık hep senin yanında kalmak istiyorum"
"Nasıl yani ? benimle evlenmek mi istiyorsun karaca"
"Tabi ki hayır. Babamın ölmesi için daha erken"
"Emin ol benim ki içinde erken"
"Dün akşam kendime eğlence çıkarmıştım. Çabuk bitti"
"Duydum. Sen salak mısın Karaca?. Baban duyarsa seni kendi elleriyle öldürür hele ki benimle ortak iş yaptığını duysa"
"Kimse görmedi merak etme. Senin İtalyan bu gün gelecek mi"
"Hayır sağ kolu gelecek bir kaç gün burada keşif yapacak. Ağaların zayıflıklarını çözmesi lazımmış. Bu gelecek adamı akşam toplantıya sokabilirsem işim iş"
"Niye ki sevgilim"
"Bu asil mikro ifade mimik eğitimi almış bir adam. Hepsini çözmeye çalışırsa işime gelir"
"Senden korkuyorum sevgilim"
"Korkma"
Karaca masanın üzerinde içkisine devam ederken, Savaş camın önündeki sallanan koltuğa geçip oturdu. Gözlerini yan çiftliğin üst katındaki büyük cama dikti. Burnundan derin bir nefes alarak istediği kokunun burnuna gelmesini istedi ama gelmiyordu o eşsiz gül kokusu. Sinirle kaşlarını çattığında Karaca boşalan bardağının yerine yenisini verip kucağına oturdu. Karaca, Savaş'ın dudaklarına uzun bir buse bırakıp;
"Mustafa Hamza ağa dün gece yeğenlerini buradan kaçırmış. Siyah iki arabayla hava alanına giderken arabalar birden yok olmuş dediler"
"Her zaman ki zeki Mustafa ağa. En iyisini yaptı. İçimizdeki itler çocuklara bulaşılmayacağını bir türlü anlamıyor"
"Savaş seni görende ölen o çocuk için üzüldün sanacak."
"Sanmasın üzüldüm zaten. O zaman o toplantıda da dedim. Mustafa ağa bana vur deseydi kevgire çevirirdim Atabeki. Bu düşmanlığa çoluk çocuk girmez."
"Savaş "
"Efendim"
"Sizin Mustafa ağa ile düşmanlığınız babadan sebep mi?"
"Hayır değil ama o hep öyle bildi."
"Sebep ney, yani senin düşmanlığın"
"Benim düşmanlığım, düşmanlığım çocukluktan başladı. Hamza ağa her yere Mustafa Hamza'yı yanında taşırdı. Hamza ağadan da herkes korkardı. Bir gün o zaman on yaşındayım Mustafa'yı gördüm. Nasıl farklı gelmişti bana. Hamza ağanın tıpatıp kopyasıydı. o yaşta bastığı yeri titretiyordu. O kadar kıskandım ki anlatamam. O günden sonra her yerde duyardım, okulda bile saygı duyulurdu. Ağa torunu olduğu için değil, ona saygı duyarlardı. Ben ilkokul bire başladığımda yani yedi yaşındayken, o üçüncü sınıfa gidiyordu. Sadece bu arada o üçe gitmiyor Hazar onunla aynı sınıfta, Baran ve Bedirhan ikinci sınıftaydı. On beş yaşıma geldiğimde babamla buraya çiftliğe geldik. Mustafalar yan çiftlikte dördü at binmeye gelmişler. Veranda da otururken, bunları izliyordum. O üçü nasıl saygı duyuyorlardı ona. Mustafa'da hiç bir zaman ezmedi onları biliyorum. Onun için, bizim çalışanlardan en yaşlısı, demişti ki doğumu çok uzun sürdü ama bildiğin ağa doğdu gür sesiyle Alibeyoğlu konağını inletti demişti. Zaman su gibi akıyordu. On sekiz yaşımda İstanbul'da üniversite okuduğum dönemde, Mustafa Ankara'da uçak mühendisliği üçüncü dönemdeydi. Benim ilk senemdi. İlk senem bitip Mardin'e geldim de Mustafa ve Hazar'ı almaya Baran ve Bedirhan gelmişti. Dördü birbirine sarıldığımda, çok kıskanmıştım. Konağa bir geldim ki babam burnundan soluyor. Yanına gittiğimde Hamza ağa ağalığı tamamen Mustafa'ya bırakacağını açıklamış. O zamana kadar zaten her toplantıda bulunuyormuş zaten. Ağaların başındaki Halil ağa desteklemiş Hamza ağayı, çünkü bizim yaşıtımızda ki hiç kimsede yoktu ondaki yürek, mertlik, dürüstlük.
Bir gece büyük eğlence vardı İstanbul'da. O zaman en pis çete başlarıyla dostluk kurmuştum. Ters baktığı için adam öldürecek cinsten. O gece hepimiz, o eğlence mekanındaydık. Bir baktım bir masada Hazar ve Mustafa hafif bir şeyler içiyor. Bir iki gün İstanbul'da kalıp, Mardin'e döneceklerdi. Biri uçak mühendisi biri inşaat mühendisi çıkmıştı. Gecenin sonunda Mustafa telefonuyla konuşarak dışarı çıkarken, bizim çocukları kışkırtıp Mustafa'nın üzerine saldım. Kulübün arka kapısında öldüresiye dövdürdüm. En son bizim çocuklar tutarken, son yumruğu yüzüne ben atmıştım"
"Niye adamlar tutarken vurdun ki"
"O hala Azrail Mustafa'ydı. O yaralı aslandı. Sen onu gerçekten sinirlendiğinde neyse konuyu dağıtma bir daha anlatmam bölersen"
"Tamam sustum devam et"
"Sabah öğlen uçağıyla Mardin'e geldim. Hamza ağanın biricik ilk göz ağrısı İstanbul'da dayak yemiş, nasıl ağa diye yayacakken, Mardin meydanın da yüzündeki morluklarla şirkete gidiyordu. O gün bir kere daha onun gücünü çok kıskanmıştım. Arabasıyla yanımdan geçerken durdu ve camı açarak; " Ben düştüğüm yerden daha güçlenir kalkarım. Dayak yesem de utanmam insanım. Ders çıkarmayı bilirim. Ben Mustafa Hamza'yım daha sağlam basarım, daha kuvvetlenirim sen kendine yan Varlıoğlu. Buranın çocuğu benim sen nerenin çocuğusun " demişti. O yanımdan hızla uzaklaşırken sinirim, kinim içimi yaktı.
Ben okulumu bitirip geldiğimde bizim fizik dehası Mustafa şirketin başına geçecek diye iki senede şirketle ilgili, yöneticilikle ilgili ne varsa okumuş. Ben okulu bitirdiğimde adam askere gitti. Yirmi dört yaşında bordo bereli olarak bitirip geldi askerliği. O şirketin başına geçtikten bir sene sonra Mizgin hanımın ölümüyle Koskoca Mustafa Hamza ağa oldu. Azrail ağa, boş bir lakap değildir karaca bunu unutma."
"Asıl düşmanlığın gerçekten kıskançlık mı"
"Bak Karaca Mustafa her zaman kendi anlamasa da hep kazandı. Asıl düşmanlığı evet kabul ana temel kıskançlık. Benim uzaktan dayımın kızını bilmezsin sen. Avzem deniz gözlü sevdiğim. İki sene aşkından öldüm bittiğim kız. Bir gece dayımın yanına gittim. Biz dayımla çay içerken, Avzem damda çok samimi dostları, Melek, Gülşah ve Dila ile oturuyordu. Dama içeriden merdivenle çıkıyorlardı. İçeriye su alma bahanesiyle girdim. Merdivenleri çıkıp kuytu da oturdum. Avzem ağlayarak Meleğe Mustafa'ya aşık olduğunu anlatıyordu. Melekte abisine söyleyeceğini ama umutlanmamasını söylediğinde Mustafa'ya kinim göğsümden taşacak duruma gelmişti. Olayın peşini bırakmadım. Bir hafta sonra bir gece anneme Avzem'i bize çağırmasını söyledim. Damdaki sedirime oturup bunu yanıma çağırdım. Duyduklarımı sorduğumda benden korksa da her şeyi anlatmıştı. Mustafa buna haber yollamış seni bacım gibi görüyorum abin olarak her zaman arkandayım demiş. Bunu odasına yolladım. Gecenin geç saati dayanamadım ve Avzemin odasına girdim. Buna yaklaşmak isterken bana dediği cümleyle bende film koptu. "Yapma Savaş abi, Mustafa ağam beni istemese de ben yine de onu bekleyeceğim" dediğinde başındaki kırmızı yazmasıyla ağızını bağlayarak zorla sayısız sabahın ilk ışıklarına kadar ona sahip oldum. Üzerinde yorgun düşüp, uyuya kaldığımda babam bulmuş bizi. Tabi babam apar topar beni odadan çıkardı. Dayıma kendi isteğiyle benimle birlikte olduğunu söylemiş babam, dayımda zaten sinirli bir adam olduğu için askerlik arkadaşına resmen satmıştı. Düğün gecesinde kendine kıydı Avzem. Onun hırsını Hazar'ın kız kardeşi Dila'dan, Bedirhan'ın kız kardeşi Gülşah'tan aldım. İkisine de tecavüz edip kendim öldürdüm. Fakat Gülşah'a tek tecavüz etmedim. Akın var ya hani "
"Mustafa ağanın halasının oğlu mu"
"Evet, Gülşah'a kör kütük aşıktı salak. Gülşah ve Baran da birbirlerinin aşkıyla yanıyordu. Mustafa ve Hazar biliyordu. İkisi biraz birbirlerine baksınlar diye Gülşah hep yanlarında olurdu. Akın da bunu hazmedemedi. Akın'ın arabasında tecavüz ettik sonra trafik kazası süsü verdik. Şimdi sen kaç senedir Mustafa aşkıyla yanıp tutuşuyorsun ama Amerika'da da, burada da tenin benim tenimden başkasını görmedi."
"Savaş "
"Tamam vahşi kedim sustum"
"Mustafa hırsı senden ölene kadar gidecek mi"
"Evet. Ölümü de geldi zaten. O hep dürüst, mert delikanlı bir adam oldu ama benim gibi şeytan olmadı. Ben asıl bombayı patlatacağım. Şu İtalyan dostum ve Arapların başındaki prensesin önüne atayım akbaba gibi onlar onu parçalarken, bende onun bitişini koynumda o güzel karısıyla izleyeceğim"
"Sende mi güzel buluyorsun şu kadını"
"Karaca sen onu hiç yakından görmedin galiba. Yanlış hatırlamıyorsam Urfa'da o narin elleriyle baya kendine yaklaştırmıştı."
"Ne alaka Savaş"
"O kadın nadide nilüfer çiceği, o siyah kuğu, o siyah gül. Meryemce eşsiz kadın, nefes gibi bir kadın. Silah tutmasını bilmese de, çok güzel adam dövüyor her şeyi geçtim. O bordo gecelik içindeki uzun boyuyla, o teniyle en namuslu adamı çıldırtır. Karaca o kadınsa siz nesiniz merak ediyorum. O kadını yatağımda bir kere görmek için her şeyi yaparım"
"Savaş iki çocuğun ve karın olduğunu unutma. Hoş sen beni misafir ettiğiniz gece onu bırakıp benim yanıma gelmiştin."
"Şu italyan var ya"
"Evet ne oldu o adama"
"Çocuklarım ve karım onun himayesinde dört beş aydır. Hem benim onunla aramda nikah yok ki. Çocuklar dört aydır Marionun üzerine kayıtladım. Rahatım"
"Ne kadar güveniyorsun. Adam için en pis mafya, aslan gibi çiğ çiğ adam eti yiyecek tipte diyorsun"
"Güveniyorum ben. Karaca'm"
"Efendim"
"Boş ver sen şimdi Mustafa'yı, şu koltuğa geç geliyorum ben"
Karaca Savaş'ın kucağından kalkarken, gülmüştü. Geniş koltuğa oturduğunda, Savaş arkasından çalışma odasının kapısını kilitleyip, Karacanın yanına oturdu. Karaca'yı kucağına çekerken derin nefes almıştı. İstediği koku çikolata karışık içki kokusu değil saf gül kokusuydu.
..................................................................
MUSTAFA HAMZA...
Avluda biraz daha durduktan sonra odamıza girdiğimizde ben banyoya geçerken, Meryemce uyuyan bebeklerimize bakıyordu. Kısa duşun ardından odaya girdiğimde Meryemce siyah kalın eşofman takımını giymişti. O yatağa oturduğunda yatağın ayak ucunda duran kıyafetlerimi alarak tekrar banyoya girdim. Üzerimi hızla giyindikten sonra odaya tekrar girdiğimde Meryemce yorganı yüzüne kadar çekmişti. Yorganın altına girdiğimde Meryemce titriyordu. Elimi alnına koyduğumda çok sıcaktı. Elimi yanağına koyarak;
"Bebeğim yanıyorsun"
"Üşüyorum ne yanması kocam"
Dudaklarımı alnına bastırmamla, çekmem bir olmuştu. Yorganı üzerinden aldığımda;
"Üşüyorum kocam kapat kapat"
"Ateşin var yavrum ateşin. Dün gece neredeyse sabaha kadar avludaydın, bir de bu gece yere uzandın stresten hasta oldu. Kalk"
"Yok kocam yok, her yerim ağrıyor"
"Kalk hastaneye gidiyoruz meryemce titriyorsun"
"Yok şurada derece var, onu getir bakalım"
Yataktan hızla kalkıp, dereceyi dolabın üzerinden aldım. Meryemcenin yanına geldiğimde yine yorgana sarılmış buldum. Dereceyi alnına tuttuğumda otuzdokuzu geçmek üzeri olduğunu gördüğümde yorganı hızla üzerinden çekerek koltuğun üzerine bıraktım. Meryemce kedi gibi üşüyorum dediğinde kapıdan çıkarken gür sesimle ' hazırlan' demiştim. Elime aldığım hırkamı giyerken, annemin odasına doğru hızlı gidiyordum. Merdivenleri koşarak çıkıp, annemin odasının önüne geldim. Bir iki defa çalarak, anneme seslenmiştim. Annem beyaz yazmasını başında düzelterek kapıyı açtı. Ağzımı açmıştım ki babam arkasından gelerek;
"Hayrola oğlum"
"Babam Meryemcenin çok ateşi var, annem çocukların yanına gelsin diyecektim"
"Nasıl ateşi var akşam iyiydi."
"Bilmiyorum baba, her yerim ağrıyor diyor, birde yaprak gibi titriyor"
Annem derin bir nefes alıp;
"Ben biliyorum çekil önümden"
Annem omzuna aldığı yeleğiyle merdivenleri inerken, bende annemi takip ettim. Annemle peş peşe odaya girdiğimizde Meryemce yatakta cenin pozisyonunda titreyerek yatıyordu. Annem ışığı yaktıktan sonra Meryemcenin yanına oturdu. Elini anlına koyarak ateşine baktıktan sonra ellerini eşofmanın içine koyup bir şeyler yaptı. Derin bir nefes alıp;
"Meryemcem, annem çocuklar seni ne zamandır emmiyor"
"Dünden biraz iyiydi ama bu gün neredeyse hiç emmediler anne"
"Kalk hemen kalk"
"Üşüyorum anne, çok üşüyorum"
Annem hafif bağırarak;
"Meryemce kalk çabuk "
Meryemce yatakta oturduğunda annem kalın eşofman üstünü üzerinden çıkardı. Meryemce kendine sarıldığında annem;
"Mustafa ya Sultan'ı uyandır, yada Kader veya Selvi'ye söyle papatya çayı yapsınlar kızıma"
"Ben yaparım anne"
Hızla odadan çıktığımda Melek, Kader ve Selvi bana doğru geliyorlardı. Kader elini karnına koyarak;
"Ağam ne oldu"
"Meryemce çok ateşlendi Kader. Annem de papatya çayı yap dedi"
Kader birden;
"Selvim papatya yapma melisa çayı yap"
Selvi mutfağa giderken, Melek ve Kaderle benim odama girdik. Ben kütüphaneye geçtiğimde Kader ve Melek annemin yanına geçtiler. Kader anneme sıtma mı diye sorduğunda annem evet demiş olacak ki ne yapacağız dediğinde gerilerek odaya hızla girdim. Meryemce yarım açık gözleri bana baktığında içim gitmişti. Yaprak gibi titrerken, Meryemce yavaşça ayağa kalkıp;
"Anne ben ılık bir duşa gireyim."
"Tamam Meryemce ne yapacağını nasıl yapacağını biliyorsun"
"Tamam anne"
Meryemce yavaş adımlarla banyoya yürürken, annem ile göz göze geldik. Annemin yanına gittiğimde;
"Anne sıtma olduysa hastaneye gidelim"
"Oğlum öyle bildiğin sıtma değil ki"
"Bilmediğimiz sıtma nasıl oluyor anne"
"Abim, süt sıtması vurdu yengeme. Oğulların emmediği için göğüsleri süt dolduğundan ateş yaptı. Birde bu gece gerilmiştir. "
"Ne yapacağız ki "
Annemler bana tebessümle bakarken, kaşlarımı çatmıştım. Derin bir nefes alıp;
"Doktora gidelim o zaman"
"Gerek yok oğlum eğer şikayetleri artarsa gidersiniz"
"O zaman siz gidin odanıza ben bir şey olursa "
"Gelme ara annem ben hemen uyanırım."
"Tamam anne"
Annemler kapının önüne geldiklerinde Selvi elinde ki cam kupayı bana uzatmıştı. Annemler bir adım atmışlardı ki Kader birden;
"Abi çocuklar gitmiş midir "
Kolumdaki saate bakıp;
"Yok daha uçaktalar "
Onlar giderken odama girdim. Elimdeki kupayı aynanın önüne koyduğumda Meryemce hala banyodaydı. Ne yapsam diye düşünürken, Mirza'mı kucağıma aldım. Yatağa oturup yanaklarıyla hafif oynamaya başladığımda oğlum rahatsız olmaya başlamıştı. Sakallarımı biraz yanağına sürttüğümde Mirza odayı ağlamasıyla inletmişti. Kısa zaman sonra Ömer de eşlik etmeye başladı. Mirza'yı göğsüme yatırdığımda Meryemce havlusuyla banyodan çıktı. Yüzüne baktığımda;
"Birini uyandırsaydın kafiydi"
"Sen nasıl"
"Kapı aralıktı onu bile fark etmedin"
Meryemce hızla üzerini giyinip yatağa oturduğunda, Mirza'yı kucağına bıraktım. Mirza öyle emiyordu ki Meryemce'nin gözünden yaşlar tane tane yuvarlanıyordu. Beşikten Ömer'i kucağıma alarak Meryemcenin yanına giderken, Ömer'in susması dikkatimi çekmişti. Mirza'nın karnı doyduğunda, Meryemce ile bebekleri değiştirmiştik. Mirza'nın sırtını sıvazlarken gazını çıkarmıştı. Meryemce gibi uyanıkken beşiğe bırakmıştım. Üzerine battaniyesini örtüğümde, gözleri kapanıyordu. Beşikten doğrulduğumda Meryemce ve Ömer'i gördüm. Ömer sakin ama güzel karnını doyururken, eli dikkatimi çekti. Sanki annesinin ağrısını almak ister gibi elini göğsünün üzerine koymuştu. Ömer karnını doyurduğunda gözleri de yavaşça kapanıyordu. Meryemce yorulmasın diye kucağıma alıp gazını çıkarıp, beşiğe yatırdım. Meryemce başını yatak başına yasladığında, aynanın önünde duran melisa çayını Meryemceye uzattım. O ılık çayını içerken, başındaki havlusunu aldım. Tarağını alıp, saçlarını taramaya başladığımda o da çayını içmeye devam ediyordu. Elindeki bardağı bana uzattığında bende saçını örmeyi bitirdim. Elimdeki bardağı ayağa kalkıp aynanın önüne bırakmıştım. Odanın ışıklarını söndürüp, yatağa tekrar geldim. Huzurum olan kadının yanına uzandığımda, vakit kaybetmeden sağ göğsüme başını koymuştu. Elimi alnına koyup ateşine baktığımda düştüğünü anlamıştım. Meryemceye sıkıca sarılıp kaçmak üzere olan uykumu yakalamıştım.
...................................
Gözlerimi açtığımda ezan okunuyordu. Biraz başımı kaldırdığımda Meryemceyi gördüm. Yüzünü bana dönmüş, başı sağ göğsümün üzerinde dudakları yarım açık, eli her zamanki gibi şah damarımdaydı. Elimi yanağına koyarak;
"Gülüm"
"Hımm"
"Hayatım hadi kalk namaz kılalım"
"Hımm, tamam "
Meryemce gözleri yarım açık yatakta oturduğunda, bende oturdum. Elimi alnına koyarak ateşine baktım. Meryemce gözlerini kapadığında, şakağını öpüp;
"Uyan hatun kalk abdest al gel, senden sonra ben alacağım"
Meryemce sadece başını sallayarak yataktan kalktı. O banyoya girdiğinde, bende yataktan kalktım. Meryemce abdest alıp odaya geldiğinde, gözleri açıktı. Elini tuttuğumda;
"Yine soğuk suyla abdest almışsın"
"Sabah namazını uykuda mı kılayım"
"Tamam bir şey demedim. "
Meryemce dolabına doğru giderken, banyoya girdim. Abdest alıp odaya tekrar girdiğimde Meryemce selam veriyordu. Kaşlarımı çatıp;
"Beni niye beklemedin"
"Uykum var"
"Hadi git uyu gönlüm"
Meryemce ufak çocuk gibi, yatağa giderken, onun seccadesine geçerek gür bir sesle niyet edip tekbir getirdim. Namazımı eda ettikten sonra seccadeyi katlayarak koltuğa koyduğumda odada bir mırıltı duydum. Yatağa baktığımda Meryemce benim yastığıma sarılmış, tebessümle uyuyordu. Yanına gittiğimde yavaşça yatağa oturdum. Kucağındaki yastığı çektiğimde kaşlarını çatmıştı. Yerime uzandığımda hemen başını göğsüme koymuştu. Elimle yanağını sevdikten sonra gözlerimi tavana diktim.
Akşamı düşünürken beni kendime getiren oğullarımın uyanması oldu. Yerimden yavaşça kalktım. Ömer ve Mirza uyanmış ruha huzur veren sesler çıkarıyordu. Meryemcenin sesten uyanmasını istemediğim için terliklerimi giyerek avluya çıktım. Ayşegül ve Songül masayı hazırlarken Gülendam ve Asiye mutfaktan tabakları taşıyorlardı. Ayşegül'ün fazla iş yapmasını istemediğim için;
"Songül Ömer ve Mirza'yı al acıkana kadar Ayşegül ilgilensin. Dün gece hanımağanız pardon ablanız uyumadı rahatsız olduğu için. Biraz uyusun istiyorum"
Ayşegül ve Songül odanın kapısına geldiklerinde, elimle içeriye buyurun demiştim. Ayşegül ve Songül odaya girip bebeklerimi alıp çıkmışlardı. Onlar Ayşegül'ün ufak dairesine giderken, ben odama tekrar girdim. Kısa bir duş alıp odadan çıktığımda Meryemcem hala uyuyordu. Şirkete gitmeyeceğim için üzerime rahat bir şeyler giyip avluya çıktım. Sultan abla ile göz göze geldiğimizde;
"Beyim Meryemce dün gece rahatsızlanmış, ne oldu "
"Abla bende anlamadım. Annem süt sıtması dedi"
"Ateşine baktın mı beyim"
"Baktım bir şeyi yoktu sabah abla"
"Tamam beyim kahveni getiriyorum"
"Allah razı olsun ablam"
Sultan abla gülerek yanımdan ayrıldığında, Gülendam ve Asiye bana bakıp sessizce bir şey konuşuyorlardı. Konağın kapısına çıktığımda Boran ve Meriç adamlara bir şeyler söylüyor, adamlarla ilgiyle dinliyordu. Beni gören adamlar kendilerine çeki düzen verirken, Boran ve Meriç yanıma geldiler. Gözüm Eren'i ararken, Meriç hafif öksürdükten sonra;
"Ağam, Eren ve Baran ağamın adamı Selçuk, Sultan annenin istediği bir kaç şey vardı onu almaya gittiler"
"Tamam Meriç, var mı bir durum"
"Yok ağam dediğinizi araştırdık. Öyle bir durum yok. Demir ağa ve Eren ağa tamam dedi."
"Peki çocuklar kolay gelsin"
İçeriye girerken Boran'ın hali beni sarmadı. Yanına giderek;
"Neyin var senin"
"Bir şeyim yok ağam"
"Var halsiz gibisin"
"Ağam yo-"
Elimi kaldırıp Boran'ı susturmuştum. Meriç'e dönerek;
"Eren ve Selçuk geldiğinde Boran Ali'yi hastaneye götür baksınlar"
"Emrin olur ağam"
Boran' a biraz daha yaklaşarak;
"Sen bana lazımsın. Akşam abini görmek istemiyor musun"
"Ağam"
"O zaman git bir ilaç yazsınlar"
"Tamam ağam"
Konağa tekrar girdiğimde kolumdaki saate baktım. Çocukların inmesine daha bir iki saat vardı. Sedire oturduğumda, Sultan abla kaşları çatık;
"Fırtına beyim ikinci kahve bu "
"Kusura bakma abla adamlara baktım"
"Tamam beyim"
Sultan abla giderken, kahvemden bir yudum almıştım ki Leyla yanıma geldi. Karşıma oturarak;
"Günaydın Mustafa abi"
"Günaydın Leyla, keyifsiz gibisin "
"Gece uyuyamadım abi, şey konağa gece gelinecekmiş?"
"Evet toplantı var ya, siz rahatsız olmayın diye "
"Tamam abi ben şimdi şirkete geçiyorum. Oradan çiftliğe giderim"
"Leyla iyi misin"
"Abi ben şey"
"Söyle kızım, sende benim bacımsın artık"
"Abi Hazar gerçekten evlenecek mi"
"Bilmiyorum Leyla. Hazar bu ne yapacağı belli olmaz"
"Mustafa abi"
"Söyle canım"
"Ben i-"
Leyla'nın sözünü merdivenden inen, Hazar kesti. Leyla biraz ona baktıktan sonra;
"Neyse abi ben çıkıyorum. Gece görüşürüz. Bu gün toplantılarım var"
"Leyla"
"Tamam abi görüşürüz"
Leyla elinde çantasıyla konaktan çıktığında sinirlenmiştim. Hazar'ın oynadığı oyun bu yaralı kızı yoruyordu. Hazar'a kızacakken babamlar ve annemlerde geldiğinde sinirimi içimde tutmuştum. Masa hazır olduğunda hep birlikte oturmuştuk. Annem herkesin merak ettiğini, Meryemceyi sormuştu. Dinleniyor dediğimde yengem ikizleri sorunca;
"Ayşegül'e verdim ikisine de bakıyor"
Hepsi tebessümle bana bakmışlardı. Kahvaltıya devam ederken Baran halamları sormuştu. Annem urfaya gittiklerini söylediğinde sinirlenmiştim. Benden habersiz nasıl gidebilirlerdi. Sabır çekerek kahvaltımı bitirmiştim.
Sedirlere geçtiğimizde kahveleri içerken, Ayşegül ve Songül kucağında bebeklerimle yanımıza gelmişlerdi. Annem ve Yengem oğullarımı aldığında, sabahtan beri sessiz olan Ezra;
"Ağam ben akşam ne yapacağım"
"Sultan abla ve sen bir odada oturursun. Mirhan da kendi odasında duracak"
"Peki ağam nasıl istersen "
Kahvem bittiğinde Meryemce odadan gözlerini ovuşturarak yanımıza geldi. Yanıma oturduğunda annem gülerek;
"Nasılsın kızım"
"Uykum var anne. Saf melisa içmeyecektim ben"
"Nasıl, dokunuyor mu yoksa abla"
"Yok Selvi dokunmuyor. İnsan kanının yüzde doksan ikisi, kemiklerin yüzde yirmi ikisi, beynin ve kasların yüzde yetmiş beşi sudur. Kısaca yüzde yetmişi suyken benim ki kahvedir. Sen kahve olan yere melisa gibi bir çay verirsen hep uyur"
Herkes gülerken, ben güzel karıma bakıyordum. Kendime engel olamadan elini alnına koydum. Ateşine baktığımda normal olması keyfimi yerine getirmişti. Meryemce masaya baktığında, kendime gelmiştim. Babam hafif öksürüp;
"Ağam çocuklar gitmiş midir"
"Bilmem babam, Meryemce "
Meryemce gülerek başını salladıktan sonra kolundaki saate baktı. Hepimiz ona baktığımızda;
"Hala uçaktalar bir iki saat sonra inecekler. Burada öğleden sonra saat 1 de orada sabah saat 6 olacak. Şimdilik size uçaktaki hallerini gösterebilirim"
"Nasıl babacığım"
"Uçağa bağlanacağım baba"
Meryemce telefonu eline alıp, görüntülü birini aramıştı. Arama sesinden sonra Yasin'in sesi avluda yankılandı. Uykulu şekilde;
"Buyur Meryemce "
"Uyuyor muydunuz"
"Yok uçağı kullanıyorum "
"Dalga geçme, çocuklar ne alemde"
"Bekle bakayım"
Yasin'in yürüdüğünü hepimiz görüyorduk. Çocuklar koltuklarını yatırmış uyuyorlardı. Herkes derin bir nefes verdiğinde, ben sinirlenmiştim. Derin bir nefes alıp;
"Yasin bey"
"Buyurun Jag ay Mustafa bey"
"Mina nerede "
"O burada bekleyin"
Yasin bir kapının önüne gelip kapıyı çaldı. Biraz bekledikten sonra kapıyı açtı. Mina geniş yatakta uyuyordu. Meryemce birden;
"Mina niye tek yatıyor, çocuklar iki odayı kullanabilirdi."
"Biz dedik, uçağa bir bindik gençlerle bir muhabbet sardı ki, Mina uyuduğu için oraya koyduk biz daha yeni yatmıştık"
"Allah'ım tamam Re ay Yasin"
"İndiğimizde mesaj çekerim. Herkese saygılar. Öğleden sonra ikide ararsan kahvaltı masasında konuşuruz inşallah"
"Tamam Yasin git yat"
Telefonu kapadığında Kader ağlamak ve gülmek arasında;
"Yenge çok iyi bakacaklar dimi"
"Kader merak etme onlar o kadar iyi bakılacak ki"
"Tamam yenge"
Meryemce mutfağa doğru giderken, annem;
"Biz öğleden sonra gitmesek olur mu ağam"
"Ne zaman gitmek istiyorsunuz anne"
"Az sonra biraz çiftliğin keyfini çıkaralım ağam"
"Siz bilirsiniz annem"
Sedirlerde günlük sohbete başladığımızda, konağın kapısından Devran ve Dağhan abim göründü. Herkes gülerek onlara bakarken, Avşin ve Gülcan onlara doğru yürümüşlerdi. Devran ve Dağhan karılarını kollarının altına alıp yanımıza geldiler. Sedirlere oturduklarında Devran ve Dağhan abim Ankara'da ne yaptıklarını anlatıyorlardı. Avşin yanımızdan uzaklaşmıştı. Kısa zaman sonra Meryemce ile yanımıza geldiler. Meryemce elindeki ekmeğini yiyerek;
"Hoş geldiniz"
Dağhan ve Devran gülerek başını sallamıştı. Meryemce yerinden kalkıp, Devran'ın yanına giderek;
"Senin kadar pis bir adam tanımıyorum"
"Niye ne yaptım süt anası güzel"
"Utanmanda kalmadı"
"Oğlum ne yaptım ben"
"Ya yürü git babam ve amcam seni gebertecek"
"Meryemce bak yorgunum alırım elime"
"Hiii beni tehdit ediyorsun öyle mi? tamam Devran tamam. O zaman bende çocuğunu sana göstermem"
"Gösterme artis şuna bak. İyi alıştın çocuklarımı almaya"
Hepimiz Avşin'e baktığımızda başını eğmişti. Hanımların hazır olan göz yaşları akmaya başladığında, Devran Meryemce'ye bakıyordu. Devran anladığında yerinden kalktı. Hafif kaşlarını çatarak Avşin'e baktı. Derin bir nefes alıp;
"Doğru mu? ağa kızı"
Evet manasında başını aşağı yukarı salladığında, Devran Meryemceye dönerek;
"Sana yalvarıyorum o zaman ki gibi dövsene beni"
"Manyak mısın niye"
"Ben bu haberi kaldıramam"
Devran çocuk gibi ağlamaya başladığında, Meryemceye sıkıca sarılmıştı. Devran'ın hıçkırıkları avluda yankılanırken, hepimizi bitiren cümle ağızından dökülmüştü.
"Oğlum bana kızar mı fıstığım"
Meryemce sıkıca sarılıp;
"Kızmaz oğlun olsaydı çok mutlu olurdu. Hem o baya mutluydu. "
Devran Meryemceden uzaklaşıp göz yaşlarını silerken;
"Nasıl yani"
"Rüyamda gördüm. Çok sevdiği istediği burçak tarlasının ortasında Dila hancıoğluna sıkıca sarılmış mutlu olun ki bende mutlu olayım demişti"
Devran Meryemceyin alnını öpüp, Avşin'in yanına geldi. Avşin'in elini tutup, müsaade isteyerek odalarına giderken, Dağhan ve Mert ayağa kalkıp Meryemceyi kollarının arasına almışlardı. İkisi yanağını öperek aynı anda;
"İyikisin "
"Baba şunları başımdan alır mısın"
"Tamam kızım"
Babam gülerken, herkes yavaş yavaş sedirlerden kalkmıştı. Baran, Hazar, Kadir, Serdar ve Mert şirkete gitmek için konaktan çıktılar. Ben çalışma odasına giderken Meryemce oğullarımı annemin kucağından alıp, Ezra ile odamıza gittiler.
........................................................
SİNAN...
Uçaktan indiğimizde hava yeni aydınlanmaya başlıyordu. Kolumdaki saate baktığımda biri gösteriyordu. Siyah minibüse bindiğimizde direksiyona geçen Yasin abiye;
"Yasin abi saat kaç"
"Sabah altı oğlum ne oldu"
"Hiç abi kolumdaki saat"
"Onlara bakma sen, hatta hepiniz saatlerini buranın saatine ayarlayın"
Minibüsü çalıştırdığında;
"Yasin abi Mina nerede"
"Onu uçakta bıraktık. Onun izini oraya kadardı eve dönecek"
"Pars rahat dur. Sinan aslanım o hala uyuyor. Öndeki arabayı görüyor musun onun içinde Çınar beyle birlikte. Merak etme o hep sizinle olacak onu ayrı tutmayacağız. Siz nereye gitmek isterseniz oda sizinle olacak"
"Tamam abi"
Dışarıyı izlerken yanıma oturan Mihriban'a döndüm. Mihriban koluma girip, başını omzuma yasladığında;
"Ne oldu Mihri"
"Abi, sen üzülme olur mu"
"Mihrim, canım bacım boş ver ben iyim. Biz tatilimize bakalım. On günü yengem bize verdi keyif alalım. Unutma Rabbim hiç bir şeyi nedensiz yapmaz. Bak şurada oturan güzelliğe bak. Yılmaz ve Gül anladın mı ne demek istediğimi"
"Doğru dedin abim"
Kolumu kaldırıp Mihriban'ı kolumun altına aldığımda, Aslı birden;
"Aaa Sinan abi kıskanırım ama"
"Gel buraya Aslı gel"
Aslı yanımıza geldiğinde onu da kolumun altına aldım. Emrah bize bakıp resmimiz çekmişti. Göz kırptığımda Emrah gülerek;
"Abi var ya Kader yengem sana hamileyken ne kadar çok Mustafa'ma bakmış"
"Mustafa kim Emrah"
"Amcamız "
"Duymasın Emrah, Mustafa nedir ya"
Emrah bacak bacak üstüne atarak ;
"O nereden duyacak ki adam olsun Mardin'e ağalık yapsın"
Ağızımı açıyordum ki Yılmaz Emrah'ın arkasından göz kırpıp, gülerek;
"Efendim ağa amcam, şimdi indik eve gidiyoruz galiba"
Emrah birden "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü" dediğinde arabadaki herkes gülmeye başlamıştı. Emrah kaşlarını çattığında;
"Hiç çatma kaşlarını unutma bizim önce amcamız var. Bize kızsa da, bağırsa da önce ona saygı duyacağız. Bizim niye bir gün önce yolladı sanıyorsun. Bize bir şey olmasını istemediği için"
"Abi ama"
"Aması yok Emrah bize düşen, saygı duymak ve yengemin bize sunduğu tatilin keyfini çıkarmak ve minik bacımıza göz kulak olmak"
"Tamam abi haklısın. Bende minik sincabıma mesaj çekeyim. "
"Emrah, Hilal'le konuşurken, Gülperi'nin hırsını ondan alma tamam mı"
"Yok abi dikkat ediyorum konusu açıldığında, konuyu kapadım "
"Tamam Gülperi bitmiştir"
"Tamam abi"
Emrah Hilal'le mesajlaşmaya başladığında Gül gözlerime bakıyordu. Gözünden düşen göz yaşını sildiğinde;
"Pişt ne oldu sana minik"
"Keşke Talha 'da yanımızda olsaydı."
"Nasip değilmiş gülüm. Rabbim çok sevmiş ki aldı. Bana bakın bu duygunuzu Meryemce yengeme hissettirmeyin"
Herkes başını salladığında, araba durmuştu. Yasin abi ve Pars abi indiğinde etrafa baktık. Kocaman bir villanın önünde duruyorduk. Minibüsün kapısı açıldığında, hepimiz kapıya baktık. Mina yüzüne gelen saçlarını geriye atarak;
"Evimize geldik. Hadi tatil başlasın canım abilerim ve ablalarım"
Minibüsten indiğimizde yüze yakın koruma arkası dönük dışarıyı keskin gözlerle tarıyorlardı. Yasin abi ve Pars abi eve yürürken, bizde peşinden takip ediyorduk. Evin kapısına geldiğimizde kapının önünde üç tane Ayşegül abla gibi kadın tebessümle bize bakıyordu. Mina birden bize dönerek;
"Alev, Maria ve Zeliş mutfaktan sorumlu ablalarımız"
Mina üçüne sarıldıktan sonra yanıma geldi. Kucağıma çıkmak istediğinde hemen kucağıma aldım. İçeriye bir adım atmıştık ki biri sarı saçlı biri siyah saçlı iki bayan merdivenlerden iniyorlardı. Bizim yanımıza geldiğinde Yasin abi iki bayanı kolunun altına alıp sarı saçlı olan ablanın kız kardeşi demet, siyah saçlı ablanın sevgilisi Melek Zübeyde olduğunu söyledikten sonra Demet abla Yasin abiyi öpüp;
"Hoş geldiniz gençler, abi ben okula gidiyorum."
"Tamam Demet dikkat et. Kocan nerede"
"Kapıda abi "
Demet abi gülerek yanımızdan ayrıldıktan sonra Melek abla;
"Gençler kahvaltı edelim mi yoksa dinlenecek misiniz"
Çocukların hepsi bana bakınca;
"Melek abla çocuklar bir dinlensinler sonra yapsak "
"Tabi Sinan siz nasıl isterseniz? hadi odalarınızı göstereyim"
Mina boynuma sarılıp kulağıma sessizce;
"Abi sen uyuyacak mısın ?"
"Yok bebeğim"
"Bende uyumayacağım"
Mina kucağımda merdivenleri çıkarken, Melek abla odaları gösteriyordu. Mina birden;
"Meleğim, ben Sinan abimle yatacağım"
"Niye Mina"
"İşte"
"Tamam peri kızı"
Gül ve Aslı Mihriban'a sarılıp;
" Şey biz ablamızla yatabilir miyiz"
"Tabi ki kızlar bu ev sizin. Canınız ne isterse söyleyin. Özgürsünüz. "
Kızlar bir birine bakarken, Emrah birden;
"Güzel bayan, bizde Yılmaz eniştemle aynı odada kalabilir miyiz"
"Enişte mi? siz amca çocuğu değil misiniz ? Yasin"
"Meleğim, Yılmaz ve Gül inşallah evlenecekler de"
"Ay çok güzel. Birbirinizi önce saygı ve sevgi çerçevesinde tanıyın gençler. Öncesinde amca çocuğuydunuz, şimdi başka"
"Peki Melek abla sağ ol"
"Ne demek güzel kardeşim. Sizin odalarınız olana kadar bu kat sizin. Şu iki karşılıklı odayı size hazırlıyorum. Minacım siz nerede yatacaksınız."
"Benim odamda Sinan abimin eşyalarını Zelişim yerleştirebilir mi "
"Peki küçük hanım"
Kızlar bir odaya geçerken, Yılmaz ve Emrah bir odaya girdiler. Mina kucağımdan inmeden;
"Hadi gel bahçeye çıkalım yakışıklı abim"
Merdivenleri inmeye başladığımızda, Yasin abi elinde tepsiyle bize gülerek;
"Nereye gidiyorsunuz aslanım"
"Vallahi bilmiyorum, Mina bahçeye çıkalım dedi abi"
Yasin abi gülmeye başladığında, tam karşısında durmuştum. Yasin abi Mina'ya bakarak;
"Mina sen bir şeyler ye, abinde uyusun "
"Yok abim uyumasın"
Mina sıkıca sarılıp, yüzünü boynuma koyduğunda Yasin abi ağızını açıyordu ki omuzumun üzerinden arkama baktı. Bir adım geriye gittiğinde arkamdan kalın gür bir ses;
"Peri kızı sen doğru mutfağa yemek yemeğe. Bizde Sinan abinle azcık konuşup kahve içelim"
Arkama döndüğümde esmer tenli, hulk gibi belki daha kalın bir adam bize bakıyordu. Mina ellerini beline koyarak ;
"Bir şartla dev"
"Nedir peri kızı"
"Öğleden sonraya aşağıdaki havuz hazırlansın. Yüzmek istiyorum"
"Peki peri kızı akşamda lunaparkı kapatıyoruz. Sabaha kadar doyasıya oynarsın"
"Sen bir tanesin dev, "
"Sende bebeğim hadi abini bırak"
Mina kucağımdan inmeden yanağımı bastırarak öpmüştü. Yere indiğinde;
"Abim ben kahvaltımı edip geliyorum olur mu"
"Olur Mina'm"
Mina giderken, bende az önce adamın girdiği yere girdim. Salona girdiğimde Pars abi, Ertuğrul abi, Melek abla ve Yasin abi oturuyordu. Beni kahve içmek için çağıran adam ayakta duruyordu. Onlara yaklaştığımda adam elini uzatıp;
"Hoş geldin ben Çınar Karaaslan beyin cerrahı, sende Mustafa Hamza Alibeyoğlu'nun ilk göz ağrısı olan yeğeni Sinan Alibeyoğlu"
"Evet benim. Sizde ağa amcamın iki hastanesinin kayıtlı olduğu sağlık kuruluşunun başkanı Çınar bey değil mi?"
"Evet ta kendisiyim. Hadi gel bir kahve içelim seninle "
Tamam manasında başımı sallayarak, yanımdaki büyük koltuğa oturduğumda, Çınar beyde yanıma oturdu. Karşımda oturan Yasin abiye bakarken içeriye yardımcılardan biri girdi. Elindeki tepsiyi bana uzattığın da kahvemi almıştım. Çınar beyde kahvesini aldığında biraz daha bana dönerek;
"Bu sene üniversite sınavı var değil mi Sinan"
"Evet Çınar bey"
"Peki ne istiyorsun"
"Tıp okumak istiyoruz Mihri yani halamın kızı Mihribanla"
"Hangi okul peki"
"İstanbul tıp diyoruz, fakat olmazsa Mardin'de ben mimarlık Mihriban ebelik. İki tercih var bizim için"
"Anladım. Her türlü yardımcı olmak isterim. Siz okuyan gençlere aşığım biliyor musun? Hele birde tıp okumak istiyorsa"
"Teşekkür ederim ama yengem ve amcam bize en büyük destek. Amcam önce meslekleriniz diyor. Ben tıp istiyorum fakat babam gibi elim çizime yatkın. "
"Meryemcenin desteğini almak gururdur bence. Alanının en iyisi kalpte. O eğitim üyesidir biliyorsun değil mi? Sende bir şey dikkatimi çekti. Kendine iki yol sunuyorsun. Hayata göre iki yolun var "
"Amcam da öyle. Ben onu kendime rol model alıyorum. Onun hep bir ikinci yolu vardır. Mesela kendi fizik dehasıdır. Uçak mühendisi olmak çok zorken o okulunu birincilikle bitirmiş bir adam fakat o ikinci mesleği olan şirket yönetiyor. Böyle bir rol modeli olan adam hep ikinci bir yol yapar kendine"
"Helal olsun sana delikanlı. Sende gelecek var. Dilerim istediğin her şey olur"
"İnşallah Çınar ımm şey"
"Abi veya amca diye bilirsin"
"İnşallah diyelim Çınar abi "
"Siz mi benziyorsunuz yoksa Meryemce mi kendi gibi bir aileye gitti"
"Yengem amcamın hanım modeli. Yengem hayran olunası bir hanımdır. Rabbim kalplerini bir yaratmış bence"
"Nasıl yani"
"Kuran'ı kerimde bir ayette diyor ki hangi sure'nin ayeti olduğunu bilmiyorum. "Sizi bir tek candan yaratan, kendisiyle mutlu olsun diye ondan da eşini yaratan O'dur. " diyor."
"Nasıl yani"
"Çınar abi bir gün buyur gel konağımıza, Mustafa amcamın dini sohbetler yaptığımız mescidinde bunları konuşuruz. Genelde kandil ve ramazan geceleri orada toplanırız. Dedem babam amcamlar hadisler kurandan ayetler okuruz. Bir ramazan ayını inşallah bizimle geçirirsiniz"
"Ne demeliyim şimdi sana İnşallah mı"
"Tabi ki inşallah de abi, İnşallah de rabbim nasip etsin güzellikler seninle olsun"
"Sinan delikanlı senden bir şey rica edebilir miyim"
"Buyur abi yapabileceğim bir şeyse"
"Benimle her gece terasta kahve içer misin"
"Tabi ki abi istediğin kahve olsun"
Kahvemden son yudumu aldığımda salonun kapısından içeriye Mina girdi. Gülerek yanıma geldiğinde hemen kucağıma almıştım. Başını göğsüme koyduğunda, Çınar abi elini Mina'nın sırtına koyarak;
"Peri kızım"
"Efendim devim"
"Bana niye sarılmadın"
"Abim var burada "
"Bak sen, çok mu seviyorsun Sinan abini"
"Evet çok seviyorum. Onun üzülmesini sevmiyorum. Dev biliyor musun Sinan abim babam gibi gülüyor"
"Sen babanı mı özledin"
"Evet babamı özledim ama burada abimlerle tatil yapacağım. Ona özlediğimi söylersem gel kızım der bende gitmek isterim"
"Bak sen, hadi git havuzu ayarlat"
"Yok sonra yüzeceğim"
Mina'ya sıkıca sarılıp, ayağa kalktığımda Mina gülerek;
"Abi hadi gidelim"
"Nereye ben burayı bilmiyorum ki"
"Bahçeye gidelim beni salıncakta salla"
Mina ile salondan çıkarken, arkamdakilerin tebessümle bize baktığını biliyordum.
...................................................
MUSTAFA HAMZA...
Çalışma odasında işlerimi hallettiğimde, vücudumu esnetmek için ayağa kalktım. Odada yürürken kolumdaki saate baktım. Akşam beşi gösteriyordu. Odadan çıktığımda konağın sessizliği canımı sıkmıştı. Merdivenleri indiğimde avludan geçerken, Boran'ı gördüm. Yanına giderek;
"Nasılsın oğlum"
"İyim ağam hafif soğuk almışım. İğne vurdu. Şimdi iyiyim"
"Tamam oğlum dikkat et. Her şeyi ayarla yemek yiyin gecemiz uzun olacak "
"Tamam ağam"
Boranın omzuna hafif vurup, odama geçtim. Odadan içeriye girdiğimde yavaşça kapıyı kapamıştım. Yatağa baktığımda Meryemce yoktu. Beşiğe yaklaştığımda oğullarım uyuyordu. Kulağıma gelen tuş sesleriyle ağır adımlarla kütüphaneye girdim. Meryemce kütüphanede kendi berjerinde kucağında bilgisayarı hızlı hızlı bir şeyler yapıyordu. Beni görünce;
"Hoş geldin kocam"
"Hoş bulduk karım"
Yanındaki berjerime oturduğumda, göz kırpıp;
"Neredeydin kocam bu kadar saat herkes gitti yine yoktun"
"Çalışma odasındaydım işlerim vardı. Sen ne yapıyorsun peki gülüm"
"Şirket işleri canım. İtalya'daki bir toplantının sonuçlarına kararlarına bakıyorum"
"Ateş Holdingin orada şubesi var mı ki gülüm"
"Ufak bir binam var ama bu Ateş holdingin değil kendi şirketimin"
"Anlamadım"
"Bekle bir dakika"
Meryemce bilgisayarını bir kaç işlemden sonra kapamıştı. Bilgisayarı önümüzdeki orta sehpanın üzerine koyduktan sonra tekrar bana dönerek berjerine oturdu. Bende hafif ona dönerek bacak bacak üstüne atarak;
"Seni dinliyorum karım"
"Artık yavaş yavaş karanlığıma ufak bir ışık yakalım"
"Dinliyorum gönül suyum"
"Hatırlıyor musun Mert geçen sabah kahvaltıda bana bir şirketi sordu"
"Evet hatırlıyorum bir tanem, ŞAR dı galiba ismi"
"Evet o benim şirketim. Kimse bilmiyor yani ailemden, ilk bilen sen oldun. Görünüş olarak Ateş holdingin altında görünür ama öyle değil. Ana kolları çok büyük"
"Peki niye var o holding Meryemce"
"Sizin için, ailem için, evlatlarım için. Nedenini şu anlık yine karanlığa bırakalım. Benim aldığım arsa, çiftlik bütün kazancım orada. Ben şuan sana parçaları eksik olduğu için anlatamıyorum"
"Gayri menkullerin hepsi"
"Hepsi hayatım hepsi. Sam'in o akşam sana dediği three tigers benim. ŞAR amleminin A harfi büyüktür. "
Meryemcenin dediklerini düşünürken, karım yerinden kalkıp yere oturdu. Ellerini dizimin üzerinde birleştirip, çenesini ellerinin üzerine koyarak, Mina gibi gözlerime baktı. Hafif güldüğünde saçlarını sevmeye başladığımda Meryemce derin bir nefes alıp;
"Bana kızma olur mu"
"Senin içindeki kuyuda neler gizli güzel karım. Neler var o gizli hazinem olan kalbinde"
"Mustafa'm şuan sadece bir şey bil ama gerisini sorma "
Eğilip saçlarının üzerine dudaklarımı bastırdığımda;
"Ben hiçte güzel bir çocukluk geçirmedim. Hatırlıyor musun sana uçurumun kenarında ne demiştim"
"Enkazın üzerine kurulu şehirim demiştin"
"Evet canım kocam benim kocaman şehirim bir enkazın üzerine kurulu."
Meryemcenin gözünden yaşlar inci gibi akmaya başladığında, ayağa kalkmıştım. Meryemcenin ellerinden çekerek onu da ayağa kaldırdım. Peşimden çekerek odaya getirdim. Odanın ortasında sıkıca sarıldıktan sonra kulağına;
"Ben bir şey duymadım, sende anlatmadın kış güneşim. Sen ne zaman kendini hazır hissedersen en baştan anlatırsın ben beklerim. Ben bu deli güçlü karımı seviyorum"
"Mustafa'm"
"Canım"
"Ağalar saat kaçta gelecek"
"Sekizde gelmeye başlarlar canım"
"Bende yanında oturabilir miyim"
"Çocuklar"
"Sultan abla ve Ezra benim odamda duracaklar"
"Sen ayarlamışsın bir tanem. Ben gurur duyarım yanımda durmandan."
"Hadi gidip yemek yiyelim ama mutfakta"
"Olur bir tanem gidelim."
Beraber beşiğin yanına geldiğimizde Mirza ve Ömer hala uyuyordu. Meryemce eline bebek telsizini aldığında odadan çıktık. Meryemce elimi tuttuğunda el elle mutfağa yürüyorduk ki konağın kapısı açıldı. Bedirhan ve Hazar'a başımla hadi dediğimde, arkamızdan gelmeye başladı. Mutfağa girdiğimizde Boran, Meriç, Sait ve Eren masada oturmuş, çay içiyorlardı ki bizi görünce ayağa kalktılar. Elimle yerlerine oturttuğumda Eren hala ayaktaydı. Bedirhan ve Hazar masaya oturduklarında Meryemce ocağın yanına gidip tencerelere bakmaya başladığında ben karımı izliyordum. Meryemce birden;
"Sultan abla masayı hazırlayalım"
"Nereye "
"Buraya"
"Nasıl yani"
"Sultan abla gözündeki duyguyu sil yoksa çok fena olur ve dilinin üzerindekini yut"
"Ama meryemce"
"Sultan abla"
"Peki Meryemce peki"
Meryemce yuvarlak masanın üzerini silerken, Sultan abla yemekleri ısıtmaya başlamıştı. Kısa zaman sonra mutfağa Ezra ve Mirhan geldi. İkisine gülerek baktığımda gergin oldukları yüzlerinden belliydi. Meryemce onları yerlerine oturttuğunda masaya baktım. Bedirhan yanında adamı Sait, Hazar yanından adamı Meriç ve benim yanımda Boran oturuyordu. Meryemce kaseleri masaya koyduktan sonra Eren'e bakıp;
"Eren"
"Efendim hanımefendi"
"Gördüğüm kadarıyla artık sen Mustafa'nın en iyi adamlarındansın"
"Evet hanımefendi"
"rules are over (kurallar bitti)"
"Ama hanımefendi"
"Eren otur benimle aynı masada yiyeceksin"
"Peki hanımefendi"
Eren masaya oturduğunda, Meryemce diğer yanıma oturmuştu. Sultan ablada masaya oturduğunda Hazar gülerek afiyet olsun dediğinde onun haline gülmüştüm. Biraz zaman geçmişti ki Meryemcenin kulağına yaklaşarak;
"Ne kuralıydı"
"Şahin yani Çınar benim olduğum ortamda hiç bir adamına yemek yedirmezdi. Yasin, Pars ve Ertuğrul hariç."
"Manyak mı bu adam"
"Çok sert kuralları var."
Anladım manasında başımı salladığımda, yemeğime döndüğümüzde Meryemcenin cebinden oğullarımın sesi gelmeye başladı. Meryemce eline bir turşu alıp mutfaktan çıktı. Masaya döndüğümde Hazar ve Bedirhan'ın konuştukları konuya dahil oldum.
................................
MERYEMCE...
Sultan abla ile Ezra benim odama geldiklerinde, başımı düzeltip odadan çıktım. Avluda oturan Baran abim, Bedirhan abim ve Hazar abimin yanına geçtim. Bedirhan abim gülerek;
"Sen ne arıyorsun kadın ayak altında"
"Hanımağa olarak yerimin ağamın yanı olduğunu düşündüm"
"Az bile düşünmüşsün Meryemce"
"Nasıl yani Baran abi"
"Bak sende uyku ilacı vardır. Mustafa ağamı uyutalım. Ağam rahatsız diyelim sen kararları ver Savaşın kafasını koparalım"
Ağızımı açmıştım ki arkamdan sevdiğim o ses kulaklarıma doldu.
"Oğlum kafasını koparmak istiyorsanız, karımdan ne istiyorsunuz. Adam orada gidin koparın"
"Cezası ne olacak"
"Çok büyük olacak"
Beşimizin kahkahası avluda yankılandı. Masaya oturduğumuzda Mustafa'nın sağ tarafında yine ben oturmuştum. Yanımda Hazar abim onun yanında Bedirhan abim oturuyordu. Mustafa'nın sol tarafında Baran abim oturuyordu. Biraz zaman geçmişti ki konağın kapısından içeriye Reşat dayım ve yanında gençten bir adam girdi. Hepimiz ayağa kalktığımızda Reşat dayımın önüne geçtik. Dayım sırayla hepsine sarıldıktan sonra bana dönerek iki elimi tutarak;
"Nasılsın güzel mizgin sultanım"
"İyim dayım sen nasılsın"
"İyiyim seni gülerken gördüm daha iyi oldum."
Ben daha ne olduğunu anlamadan dayım bir anda kendine çekerek sıkıca sarılmıştı. Bende karşılık verdiğimde Mustafa öksürmeye başladığında, Dayım beni kolunun altına alarak;
"Sare teyzen ve Ömür berfe'yi ağırlamak istemiyor musun anlamadım Mustafa Ağa"
"Dayı "
"Tamam bir şey demedim, Meryemce sen bu adamı tanıyor musun"
Dayım yanındaki adamı gösterdiğinde, yüzüne baktıktan sonra;
"Yok dayı tanımıyorum"
"Bu Fatih benim en büyük oğlum. Fatih buda"
"Bu güzel hanımda ağamızın kıymetlisi. Sare halamı bize yeniden veren melek hanımağa"
Herkes bıyık altından gülerken, Mustafa kaşlarını çatarak;
"Fatih, seni gebertirim ama dayımdan korkuyorum."
Reşat dayı güldüğünde uzun masamıza oturduk. Mustafa tekrar masanın başına otururken, beni sol tarafına oturtmuştu. Sağ tarafımda Mustafa, sol tarafımda Reşat dayım vardı. Mustafa'nın sağ tarafında sırayla Hazar abim, Bedirhan abim, Baran abim oturuyordu. Fatih de babasının yanında oturuyordu.
Biraz zaman geçmişti ki, konağın kapısından Yusuf ağa ve oğlu Demir içeriye girdi. Mustafa oturduğu yerden kalkmadığı için, bende kalkmadım. Fatih yerini Yusuf ağaya bıraktığında, Yusuf ağa dayımın yanına oturmuştu. Eren ve Meriç çay dağıtmaya başladığında sırayla ağalar gelmeye başlamışlardı. Behçet ağa ve kızı avluya girdiğinde sinirlenmiştim. Onlarda yerine oturduğunda Karaca yerine oturduktan sonra;
"iyi akşamlar, nasılsınız Mustafa ağam"
"İyim karaca hanım hoş geldiniz"
Karaca yerine oturduğunda, Yusuf ağanın oğlu Demir yerinde kıpırdandıktan sonra;
"Mustafa ağam bir şey sorabilir miyim hanımağamıza"
"Tabi ki buyur"
Demir'e baktığımda, gözlerime bakmadan;
"Hanım ağam garip olacak ama hani hastayı kesiyorsunuz ya. Canlı canlı o neşteri kullanabilir misiniz"
"Elime neşteri aldığımda her şekilde kullanabilirim. Sadece neşter değil keskin her şeyi soğuk bir şekilde kullanabilirim"
"Biz cevabımızı aldık Fatih'le teşekkür ederiz"
Masaya baktığımda bütün ağalar gelmiş sadece dört sandalye boştu. Ağalar eksik ağalar gelene kadar Mustafa'dan ufak normal pürüzler için akıl alıyorlardı. Biraz daha zaman geçmişti ki Savaş, Cavit ve oğlu Berzan avluya girdi. Mustafa başıyla hoş geldiniz dedikten sonra eliyle yerlerini göstermişti. Fatih birden;
"Berzan yüzüne ne oldu"
"Kapı çarptı Kahramanoğlu Fatih"
"Sağlam kapıymış"
Berzan yerine oturduğunda, Mustafa öksürmüştü. Meriç çayları tazelediğinde, Savaş boş sandalyeye baktıktan sonra;
"Ağam Atabek'in yeri niye burada. Aşiret dağıtılmadı mı"
"Hayır dağıtmadım başlarına bir ağa geçti çünkü. Oda gelsin başlayacağım toplantıya"
"Kim geldi başlarına, ihtiyar Mahmut mu?"
"Hayır oğlu Ekrem'i ağa seçtiler. "
"Ağam o çocuk ne anlar ağalıktan, daha 29 yaşında"
"Niye Savaş siz onsekiz yaşında gezerken, ben ağa toplantılarında geziyordum ve ben 25 yaşında Alibeyoğlu aşiretinin başındaydım."
Savaş kaşlarını çattığında, tavırlarından Mustafa'yı öldürmek istediğini anlamıştım. Mustafa ağızını açtığında, konağın kapısı da açılmıştı. Mert gibi gençten bir adam ceketini düzelterek ağır adımlarla masaya yaklaştı. Mustafa'nın yanına geldiğinde Mustafa elini uzatmıştı. Çocuk elini öptükten sonra;
"Geç geldim ağam kusura bakmayın."
"Önemli değil Ekrem buyur geç yerine "
"Sağ olun ağam"
Ekrem yerine oturduğunda, yan gözle bana bakıyordu. Mustafa elini masaya vurarak dikkat çektikten sonra;
"Öncelikle hoş geldiniz. Buraya iki sebeple çağrıldınız. İlk olayımız Yusuf ağanın oğlu, Cavit ağanın kızı Ezra'yı evlenmek için kaçırmış ve bana sığındılar. Bu konu için kararımı aldığımdan dolayı ikinci konuyu konuşalım. Savaş ağa ve Cavit ağanın ortak girdikleri iş, sizi dinliyorum ağalar"
Cavit ağa yutkunup, Savaş ağaya baktığında, Savaş ağa kaşlarını çatarak;
"Mustafa Hamza ağa, buradan ve ağalığının dahil olduğu yerlerde ufak ağalarla birlikte Cavit ağanın ortaklığında ticaret işi. Barlas ağada dahil olacaktı ama maddi olarak geri çekildi."
"Ne ticareti"
"Mustafa ağa işte yardım paketleri, erzak "
"Araplarla bu işimi yapacaksınız"
"Evet Mustafa ağa sende bize ortak ol sende başlarındaki adamlarla muhatap olursun. Senin zekanla daha güçlü oluruz. İtalyan bir arkadaşım bana maddi olarak destek olacak. Sağ kolu olan adamı burada eğer kabul edersen görüştüreyim"
"Tamam adam gelsin konuşalım"
"Tamam Mustafa ağa, Eşref'e arayayım alsın gelsin otelden"
"Tamam"
Ağaların yüzüne baktığımda Cavit ağa birden Mustafa'ya sertçe;
"Ağam biz asıl konumuza dönelim. Kararın ne "
"Önce sesini kıs ben kısmadan. Peki dönelim bakalım"
Mustafa, Yusuf ağaya baktığında, adam başını önüne eğmişti. Kaşlarımı çatarak yanımda oturan kocama baktığımda, o bana bakmadan ;
"Kararım evlilik Cavit ağa"
Cavit ağa gülerek, oğluna baktıktan sonra;
"Berdel yani"
"Hayır ne berdeli. Ben kendi yeğenlerimin aşkının arkasında durdum. Ezra ve Mirhanın aşkının da arkasında duracağım"
"Berdel istiyorum ben ağam"
"Cavit ağa berdel verecek kızı olmayan adama nasıl berdel teklif ediyorsun. Cavit ağa ve Yusuf ağa çocuklar evlenecekler. Cavit ağa sen kız babası gibi çeyiz hazırlayacaksın, Yusuf ağa sende oğlan babası gibi gelin alacaksın"
"Olmaz ağam bana berdel olarak, Gülruyu vermek zorunda"
"Veremez sana gülrusunu"
"Niye ağam"
"Çünkü Gülru karaca, ilk göz ağrım olan yeğenim Sinan Alibeyoğlunun nişanlısıdır ve benim gelinimi kimse alamaz. "
"Berdel istiyorum ağam ben"
"Sen kimsin ki benim kararıma karşı geliyorsun. Cavit ağa o kulaklarını aç ve beni iyi dinle. Berdel yok, evlilik var. Siz iki aşiret sulh yapacaksınız. Bu düğün sizin berdeliniz değil bedeliniz olacak barışacaksınız. Berzan önce kime nasıl davranacağını öğrensin. O köpek dili kime uzanacak, kime uzanmayacak onları bilecek. Berzan itinin cezasını kesmedim ona daha var. Şimdi bu kararıma karşı gelen çabuk konuşsun"
Bakışlarımı masada gezdirdiğimde Savaş ağa, Cavit ağa, Karaca ve Berzan hariç herkes karardan memnundu. Demir arkasına yaslandığında, gözlerinde gördüğüm rahatlama çok hoşuma gitmişti.
Mustafa'ya bakıyordum ki, önüme konulan kahve ile arkama baktım. Eren bıyık altından gülüyordu. Kahvemden bir yudum almıştım ki Atabek'in amca oğlu hafif öksürdükten sonra;
"Mustafa ağam"
"Buyur Ekrem "
"Yanınızdaki hanımağamız galiba"
"Evet Ekrem"
"Peki haddim olmayarak bir şey soracağım. Bizimle yani toplantıda olma sebebi nedir"
"Benim olmadığım yerde size ağalık yapacak olduğu için, sizi tanıması için bu toplantıda. Hatta çok teşekkür ederim."
Mustafa biraz bana dönerek;
"Meryemce hanım, bak tanıtayım; Reşat Kahramanoğlu kim olduğunu biliyorsun. Diyarbakır'ın aşiret ağaları; Osman sararlar, Yusuf ali karaca, Sermiyat sancar, Ekrem ataman ve Melihşah Karamehmetoğlu. Bunlar da Şanlıurfa'nın aşiret ağaları; Bulut kurt, Ağah acarsoy, Atabey Akbulut, Barlas Karakum ve Behram yavuzlar. Gaziantep'in aşiret ağaları; Behçet Yalçınkaya, Afşar bozok, Bekir uluba ve Cavit Çırakoğlu. Buranın aşiretlerinin birini tanımıyorsun oda Mirşah Ertuğrul"
"Mustafa Hamza ağam şimdi sen yokken ben mi yöneteceğim ve kararları alacağım"
Mustafa'm gözlerimin içine bakarak;
"Yapamayacağınız bir şey mi Meryemce hanım"
"Yaparım her halde Mustafa Hamza ağam. Benim emrimde sadece hemşireler ve anastezi uzmanları vardı "
Cümlem bitmişti ki arkamda ayakta duran Eren birden öksürmeye başladı. Yan gözle ona baktığımda susmuştu. Masaya tekrar döndüğümde Karaca birden;
"Hanımağam bir şey söyleyeceğim"
"Buyurun Karaca hanım"
"Sizin bence tamircilerden bir farkınız yok bence meslek olarak"
"Nasıl yani? doktorluğu kolay bir meslek olarak mı görüyorsunuz"
"Şimdi sizler insan kaportası olan bedeni, kaportacılar da arabanın motorunu görmek için "
"Hım sizi anlıyorum. Şimdi okuduğum dersleri, yılları size söylemeyeceğim. Bilmem bilir misiniz? Turgut Özal'ı ameliyat eden dünyaca ünlü kalp cerrahı doktor Michael DeBakey bir gün yolda giderken arabası bozulur. Mecbur tamirci çağırmak zorunda kalır. Tamirci arabayı incelerken DeBakey'e ne iş yaptığını sorar. Kalp cerrahı olduğunu öğrenince bir şey sormama izin verir misiniz der ve ekler "İkimiz de aynı işi yapıyoruz. Siz kalbi açıp bakıyor, tamir ediyorsunuz ben de kaputu açıyorum, sorunun nerede olduğunu anlamaya çalışıyorum, kapakçıkları temizliyorum, çok gerekli ise kabloları, motor yağını değiştiriyorum, hatta bazen motoru çıkarıp yerine yenisini takıyorum ! Ancak yaptıklarım neredeyse aynı olmasına rağmen siz milyon dolarlar kazanıyorsunuz ancak ben birkaç bin dolar para kazanıyorum..?"
Ünlü doktor istifini bozmadan tamircinin kulağına eğilir ve der ki; "Peki yaptığın tüm bu şeyleri motor çalışıyorken yapmayı denesene..!. Şimdi hala aynı olduğumu düşünüyor musunuz Karaca hanım"
Herkes bana bakarken, derin nefes alarak ayağa kalktım. Yana doğru bir adım atmıştım ki bileğimde Mustafa'nın elini hissetim. Mustafa'ya bakarak sessizce " geleceğim " demiştim. Ağır adımlarla odama girdiğimde Ezra yanıma geldi. Kolumun altına alıp;
"Merak etme Ezra'm sıkıntı yapma"
"Tamam hanımağam"
Odamdan çıktığımda Eren gözleriyle bir şey anlatmak istiyordu ama Mustafa bana seslenince yanına gitmek zorunda kalmıştım. Yerime oturduğumda Savaş ağa herkese nasıl ticaret yapacağını anlatıyordu. Sandalyemde arkama yaslandığımda Eren'de peşimden arkama geçmişti. Karaca hanımla göz göze geldiğimizde, bana meydan okuyordu resmen. Sakinleşmek için elimi masanın altından Mustafa'nın bacağına koydum. Boran çayları tazelediğinde, ağalara çay dağılırken, Meriç önüme büyük bardak kahve koymuştu. Kahvemden büyük bir yudum almıştım ki konağın kapısı açıldı. Uzun boynu masmavi gözlerle bir adam yanında Savaş ağanın adamıyla yanımıza geldi. Savaş yerini adama verdiğinde adamla göz göze geldik. Savaş derin bir nefes alıp ;
"Ağam bu arkadaş Cesur Asil, İtalyan ortağımın sağ kolu"
Mustafa başını salladığında, adam hin bir gülüşle bana baktıktan sonra, Karaca'ya dönerek;
"Yavrum yanıma gel ve bana anlat olayları"
Hepimiz karacaya bakarken, Behçet ağa kıpkırmızı oldu. Karaca babasına baktıktan sonra yutkunamadı bile. Savaş elini, adamın omzuna koyarak;
"Cesur, Karaca hanım burada konuşma hakkına sahip değil."
"Peki kime anlatıyorum durumu"
"Bütün masaya"
"Tamam anladım."
Herkes adamın yılışık haline bakarken, adının Cesur olduğunu öğrendiğimiz adam Mustafa'ya bakarak, bütün ticareti anlattıktan sonra;
"Böyle işte eğer kabul ederseniz, başa sizi geçireceğiz"
"Düşünmem lazım Cesur bey"
"Düşünmeyeceksiniz bile baştan yok dediniz"
"Nereden biliyorsunuz"
"Ben bilirim. Ben bir kaç gün burada olacağım. Kararınızı bildirin ona göre patronuma bildireyim"
"Peki"
Adama oturduğu yerden kalkıp, Savaş kapıya doğru yürürken, Karaca peşlerinden gitmişti. Kapı kapandığında Behçet ağa;
"Ağam ben kızımın bu adamla iş yaptığını bilmiyordum"
"Sıkıntı yapma Behçet ağa sen dün gece kızının konağımı kurşunlar taciz ettiğini de bilmiyorsundur"
"Ağam"
"Tamam Behçet ağa tamam. Sana diyeceğim kızını takip et yeter"
"Emrin olur ağam"
Savaş ve Karaca avluya girdiklerinde, Mustafa tövbe çekiyordu. Ağalar kalkmak için hazırlanıyordu ki Berzan mutfak tarafından masaya yaklaşıp cebinden çıkardığı çakıyı Mustafa'nın sol elinin yüzük parmağının önüne bırakmıştı. Almak için elimi uzatmıştım ki benden önce Eren almıştı. Başımı ona çevirdiğimde gözlerindeki vahşiyi görmüştüm. Herkes fark etmiş olacak ki, herkes Eren'e bakıyordu. Dayım birden;
"Mustafa ağa, az önce Berzan ağa önüne çakı koydu ve Hanımağanın arkasındaki koruman masadan aldı"
"Fark etmedim Reşat ağam, Eren "
"Ağam, Berzan beye sorun niye koyduğunu ben niye aldığımı söyleyeceğim"
Herkes Berzan'a baktığında bembeyaz olmuştu. Eren burnundan aldığı nefeslerle sandalyemi tutmaya başlamıştı. Berzan konuşmayınca, Mustafa sert gür bir sesle Eren'e bakıp;
"Eren konuşabilirsin bence Berzan bey herkesi bekletecek"
"Peki Mustafa ağam bu raconu kafes dövüşü yapan herkes bilir. Maçtan önce rakibini kızdırmak için tehdit edersin. Bu ince çakıyı sol elinin beş parmağının hangisinin önüne koyarsan onunla tehdit edersin. "
"Anlamları mı var parmakların"
"Evet Yusuf Ağa, baş parmak annen ve baban, işaret parmak kardeşlerin, orta parmak rakibin kendisi serçe parmak evladı rakibin"
"Berzan yüzük parmağının önüne koydu ama aslanım"
"Yüzük parmağının önüne koymak yürek ister rakibin. Çünkü yüzük parmağı eştir, kadınıdır. Kafesten sağ çıkmazsan senin kadının benimdir demek. İş şu ki Behçet bey hiç bir rakip karşındaki adamın kadınına göz dikmez çünkü öleceğini bilir o şekilde tehdit ederse değil mi Berzan "
Mustafa ayağa kalktığında, korkmuştum. Berzan'ı ensesinden tutarak kaldırmıştı. Berzan yalvarmaya başladığında, arkadan dizlerinin arkasına vurdu. Berzan dizlerinin üzerine yere çöktüğünde Mustafa belinden silahını çıkarıp Berzan'ın başına dayadığında, Eren sessizce;
"Hanımefendi gözleriniz"
Gözlerimi kapadığımda kulağımda tek el silah sesi yankılandı. Gözümü açmak istemiyordum. Yanıma oturan bedenle gözlerimi açtım. Mustafa gömleğinde kanla;
"Bak Cavit berdele gerek kalmadı, kaldırın şu iti"
Boranlar yerdeki bedeni kaldırırken, herkes başını eğdiğinde Mustafa gür bir sesle;
"Ben size tek yanlışınızla alırım canınızı demedim mi? Azraili getirdiniz demedim mi "
Bütün ağalar başını evet manasında sallarken, Mustafa bağırarak;
"Savaş bu işi kesin düşüneceğim ama önce ortağını adını soyadını bana bildir. Sana gelirsek Cavit ağa sana kız babası olma zevkini tattırmayacağım. Yusuf ağa kızı benim evimden alırsın. Cavit ağa oğlunun cenazesini bile vermeyeceğim sana ve ufacık bir hatanda seni lime lime ederim. Toplantı bitmiştir"
Bütün ağalar kalkarken Cavit Ağa birden Yusuf ağaya dönerek;
"Aldığın namusun hayırlı olsun Yusuf Ali ağa her ne kadar temiz gelin olmasa da yine de hayırlı olsun"
"Benim beğendiğim sevdiğim gelin, bataklıkta yetişse de benim ocağımda temizlenir, başımın üzerinde yerini alır. Benim soyadımı aldıktan sonra da kimseye konuşturmam Ezra benimdir var git yoluna"
Mustafa sinirle elini masaya vurup;
"Cavit ağa artık ağa değilsin. Karamehmetoğlu aşiretine dahilsin. Melihşah'ın kararlarından çıkmayacaksın. Kendi evladına değer vermeyen ne aşiretine verir nede bağlı olduğu bana, toplantı bitmiştir. "
Bütün ağalar avludan çıktığında kimse kalmamıştı. Sedirleri adamlar düzeltirken, Bedirhan abimde çıkmıştı. Adamların yarısı babamları almaya gittiklerinde Eren yanıma gelip çakıyı bana verdi. Ona baktığımda;
"Bak hangi çakı Meryemce hanım"
Çakıyı açtığımda pars yazıyordu. Erene baktığımda;
"Bu Sibel'in parsın cebinden aldığı çakı ben yaptırmıştım."
"Sizin boğazınızı sıkarken tanımıştım hanımefendi. Çakıyı görünce, bir de tehditti alınca "
"Adamı ne yaptılar ağam"
Mustafa yüzüme bakınca,
"Öldü mü adam"
Mustafa gülerek;
"Ölmedi depoda şuanda"
"Nasıl yere düştü Mustafa'm"
"Salak korkudan bayıldı Hazar. Omuzundan vurdum yerdeki kanda ondandı. Öğlen Eren gelip bana kim olduğunu söylediğinde, ben her türlü bu şekilde ortadan kaldıracaktım. Birazdan gelmek isteyen olursa gidip hırsımızı alırız, sonra Eren bir yere yollayacakmış"
Mustafa elini bacağıma koyduğunda, Baran abim derin bir nefes alıp;
"Eren bu sibel kim"
"Pars abinin yeni yeni aşık olduğu kızdı Baran ağam. Bu şekilde tehdit etti, Pars abim öldürüyordu zor aldılar. "
"Şimdi de geberecek "
"Öyle Hazar ağam"
"Peki kıza ne oldu"
"Bu it iyileştikten sonra bir gece evine girip Sibel'e altın vuruş yapıp öldürdü"
"Git oğlum git ya gece gece"
Eren yanımızdan gülerek ayrıldığında, Ezra ve Mirhan yanımıza geldi. Hazar abim onlara gülerek;
"Yatın çocuklar her şey rayına girdi. Bir kaç gün sonra baban gelip alacak sizi Mirhan"
"Peki ağam, Karar ne oldu"
"Mustafa ağa ile dünür oldunuz"
"Nasıl Hazar ağam"
"Öğrenirsiniz, hadi doğru odalarınıza"
Ezra ve Mirhan odalarına giderken, konağın kapısında annemler göründü. Konağın halkının çoğu ayakta uyuyordu. Herkes odalarına geçerken, Mustafa ayağa kalkıp çalışma odasına gitti. Konağın kapısı kapandığında birden fark ettiğim şeyle merdivenleri çıkan babama;
"Babam"
"Kızım"
"Leyla nerede"
"Gelir kızım şimdi ama biraz keyifsiz gibi"
"Tamam ben bakarım"
Babam gülerek merdivenleri çıktığında konağın kapısından Leyla içeriye girdi. Gözlerinin altındaki morluklarla canım sıkılmıştı. Bana gelip sarıldığında, bende onu sıkıca sarmıştım. Kulağına dudaklarımı yaklaştırıp;
"Neyin var ömrüm"
"Ben, ben bu gün"
Leyla'nın konuşmasını, Hazar abimin bağırması kesti. Ona baktığımızda telefonda birine bağırmıştı. Kaşları çatık, ona bir şey olursa gebertirim sizi diyerek konaktan koşarak çıktı. Baran abim bana bakınca, dudaklarımı bilmem der gibi büktüm. Leyla yanağımı öperek odasına gittiğinde bende arkasından bakmıştım. Baran abimde odasına gittiğinde, Boran'a seslendim. Gece ışıklarını yakmasını isteyerek odama girdim. Sultan abla koltukta uyuyordu. Elimi ablamın yanağına koyarak uyandırmıştım. Ablam odadan çıktığında banyoya girdim. Kısa bir duştan sonra uyanan oğullarımı doyurduğumda, Mustafa hala yoktu. Yatağa uzandığımda yorgunluk ağır bastığı için uyku beni içine almak için gecikmedi.
......................................
Gözlerimi odanın kapısının hızlı açılmasıyla açtım. Yatakta oturduğumda, Mustafa yanıma gelip;
"Sevgilim korkuttum özür dilerim ama gelmelisin Hazar kolundan yaralanmış"
"Nasıl "
"Bilmiyorum hayatım hadi gel bak"
Yataktan kalktığımda üzerimi giyinerek avluya çıktım. Hazar abim sağ eliyle sol kolunu tutuyordu. Abimin yanına giderken, Mustafa bağırıyordu adamı bana bulun diye. Hazar abimin yanına gittiğimde, canının çok yandığı yüzünün ifadesinden belliydi. Kolunun yarasına baktığımda kurşunun sıyırdığını anlamıştım. Elimi abimin omuzuna koyarak odama geçelim dediğimde ayağa kalkmıştı ki merdivenlerin sonunda Leyla'yı gördüğümde nefesim kesilmişti bakışlarına. Leyla gözlerini Hazar abime dikmiş sol elinden akan kanın damlasını saydığı belliydi. Anlık gözlerimi kapatıp zaman hesapladıktan sonra kendime bir ton söylenmiştim. Bu akşam Zeynep annenin öldüğü gündü. Leyla sadece bu gün için yaşadığı psikolojisi için, doktoru vişne suyu bile görme demişti. Hızlı adımlarla Leyla'nın önüne gittim. Leyla ellerini yumruk yapmış hiç bana bakmıyordu. Elimi koluna koyarak;
"Leyla'm bana bak, gözlerime bak"
Herkesin ikimize baktığını hissediyordum. Babamı merdivenin başında gördüğümde elimle dur demiştim babama. Leyla gözünden düşen göz yaşlarını umursamadan canı acı çeker gibi;
"Onu da kaybedeceğim"
"Hayır kaybetmeyeceksin"
"Oda gidiyor, bak"
"Hayır gitmiyor"
"45 damla kan yere damladı. Bak kan akıyor"
Leyla'nın git gide yükselen sesi avluda yankılanırken, çenesini tutuyordum ki, Leyla yanımdan ok gibi fırlamıştı. Koşarak Hazar abimin boynuna sarılıp, ağlayarak;
"Seni seviyorum Hazar ne olur beni bırakma. Ben seni uzaktan sevmeye razıydım. Sende gitme beni bırakma. Evlenme o kızla, yüz kere evet, bin kere evet beni bırakma. Hazar vallahi sana aşığım. Sana bir şey olmasın, senide kaybetmek istemiyorum. O istediğin kıvırcık yeşil gözlü kız bizim olsun. Hazar seni seviyorum beni bırakma"
Hazar abim sıkıca sarılıp, yüzünü Leyla'nın boynuna koyarak derin bir nefes aldı. Boynunu öptükten sonra sessiz avluda sesi duyulacak şekilde;
"Ağlama Leyla'm, sakin ol birtanem. Bana bir şey olmayacak, beni kaybetmeyeceksin. "
Yukarıya avluya baktığımda herkes eksiksiz bize bakıyordu. Onlara gülerek;
"Pistt konak ahali haydi yatmaya sabaha kahvaltıda yaparız dedikoduyu"
Herkes gülerek eliyle görüşürüz dedikten sonra odalarına girdiler. Avlunun ortasındaki çiftin yanına giderek elimle Leyla'nın omzuna vurdum. Leyla kolunu çektiğinde Hazar abim acıyla gülmüştü. Leyla'nın koluna bir daha vurup;
"Leyla bıraksan mı adamı"
Leyla tekrar kolunu çekerek, boğuk bir sesle hayır demişti. Mustafam ve Baran abim gülerek Hazar abime bakarken, Leyla'ya sinirlenip;
"Tamam bırakma banane. Gülcan garibim hamilelikten bakamaz. Bende gidip yatıyorum. Yaklaşık dört saat sonra yara kurşundan dolayı mikrop kapacak. Yara ateşlenmeye başlayarak, kan kaybettiği için vücut direnci düşecek ve yarın bu saate yoğum bakım ünitesinde ya-"
"Meryemce Hazar'ıma bak hemen bak"
Hazar abim kendinden ayrılan Leyla'ya bakarken, Mustafa, Hazar abimin koluna girip benim odama götürürken;
"Mustafa'm o Hazar'ıma mı dedi"
Mustafa kahkaha atarak, abimi sürükleyerek odaya soktuklarında bende peşlerine gittim. Odaya girdiğimde Mustafa Hazar abimin üzerindeki gömleğini çıkarıyordu. Leyla odaya girdiğinde Hazar abim sağ elini Leyla'ya uzattı. Leyla hızla Hazar abimin yanına oturarak, başını sağ omzuna yaslamıştı. Onlara güldükten sonra dolaptan eldivenlerimi alıp elime geçirdim. Uyuşturucu ilacı enjektöre çektiğimde Leyla yüzünü Hazar abimin boynuna sakladı. Hazar abim gülerek, Leyla'yı kolunun altına almıştı. Ben onlara gülerek uyuşturucu iğneyi koluna yaptıktan sonra yarayı temizledim. Dikiş atmak için iğneyi koluna yaklaştırdığımda Hazar abim dudaklarını Leyla'nın şakağına bastırmıştı. Ben yarasını dikmeye başladığımda Mustafa;
"Nasıl oldu kim vurdu seni"
"Barlas ağanın adamı"
"Senin Urfa'da ne işin vardı"
"Bedirhan'a söylemeyin sakın. O it herif yine üç karısını içip dövmüş. En büyük zararı Hicret ablam almış yine"
"Bana niye söylemedin"
"Bir gecede bir leş yeter diye düşündüm. Birde üçümüz o tarafa gittiğimizde Bedihan anlayacaktı."
"Nasıl Hicret ablam peki"
" Kolunda ve bacakta kırık var. Hastanede gördüm, konuştuk. Sana demem için dedi ki; Mustafa beni alsın artık yeter daha sabır etmeyeceğim. Sadece üç dört ay sonra alsın burada öğrencilerim var Kuran'a geçsinler dedi"
"Ah ablam ah"
"Mustafa Hicret ablayı ağalığını kullan ve himayene al. Ben zaten bir kaç aya kendi konağıma geçerim"
"Peki Barlasın adamı seni nasıl vurdu"
"Salak yanlışlıkla vurdu Baran, birde vurduktan sonra ağam özür dilerim dedi ya"
"Ciddi misin Hazar"
"Vallahi Baran ya, ama adama ödül vereceğim. Salak vurmasaydı güzelim şuan kolumun altında olmayacaktı"
Abimin kolunu bitirdiğimde Mustafalar gülüyordu. Abime bakıp;
"Diktim abi ama sağ kolunu sakın açma Leyla şuan uyuyor"
"Farkındayım Dilam"
Hazar abim başına dudaklarını bastırdığında, onları mutlulukla izliyordum. Baran abim birden;
"Meryemce Leyla'yı böyle kötü eden durum neydi"
"Bu gün Zeynep annenin vefat ettiği gün. Psikiyatrisi bu gün kırmızı sıvı hiç bir şey görmesin demişti. Normalde iş üzerine ajandasında randevu aldığında, bu günü evde yazar. Şuan İstanbul'da olsaydık. Ben, Mert, Mina ve Leyla evde oturuyor sohbet ediyor olurduk. Leyla düşünmesin diye."
"Anladım Dilam"
"Bu arada Hazar abi sana bir sır vereceğim. Leyla duymayacak ama"
"Tamam söyle bacım"
"Pars var ya, Leyla bilmiyor ama aradığı dayısı Esat, pars yani"
Baran abim ve Hazar abim aynı anda çüş dediğinde Leyla uyandı. Kaşlarımı çatarak onlara baktığımda, susmuşlardı. Leyla ayağa kalktığında Mustafa gülerek;
"Hazar kalk odana git üzerini değiştir, Leyla sende değiştir. Meriç sizi çiftlik evine götürsün. Biraz vakit geçirin sohbet edin. Akşama gelin ama"
Leyla gülerek odadan çıktığında, arkasından bakarak;
"Abi hiç üzme kırma onu olur mu"
"Hiç şüphen olmasın bacım. Gözüm gibi bakarım ona. Mustafa yarına hazır olur mu?"
"Yarın değil akşama hazırlayacağım. İki gün sonrada Yusuf ağaya söyleyelim hanımıyla gelsin"
"Tamam ben odama gideyim"
Hazar odadan çıktığında Mustafa gülerek;
"Siz oyun oynamasaydınız, üstüne bu-"
Mustafa'nın cümlesini Baran abim kesti. Elini Mustafa'nın omzuna koyarak;
"Yanlış ağam, Meryemce seni iyileştirmeseydi, o buraya gelmeseydi. Yaralı olanlarımız iyileşmeyecekti. Avşin, Bedirhan ve Hazar yada Devran, Başak, Dağhan ve Gülcan daha nice hayatlar. Siz ikiniz olmasaydınız bu kocaman aile yoktu bence. Sınavlarınız oldu belki daha da olacak ama siz dün amcamın dediği gibi sizin köprünüz sağlam Allahım ayırmasın sizi. Siz sağlam güçlü bir çiftsiniz. Bu gün sen neyse ben gideyim ."
Baran abim odadan çıktığında bizde peşinden çıktık. Hazar abim ve Leyla'yı gönderip odamıza girdik. Başımı açtığımda Mustafa arkamdan sarıldı. Karnımın üzerindeki Mustafa'nın ellerinin üzerine ellerimi koyduğumda Mustafa şakağımı öptü. Güldüğümde kulağıma, dudaklarını yaklaştırıp sessizce;
"Zevkine değil, şifa niyetine çekerim kokunu. Hevesim değil, sıhhatim olur soluğun.."
"Mustafa Hamza"
"Sen gizli hazinem, sen sıkı gül tomurcuğum, her yaprağında ayrı hayatlar, ayrı sırlar saklı meryemce. Biliyor musun sultanım, bu kocan çok korkuyor her iyi insanın hayatı kısa olur diye"
"Korkma Rabbim büyük"
....................................................
İNŞALLAH BEĞENİRSİNİZ...
KELİME VE HARF HATASINI OLURSA AFF OLA..
ALLAH'A EMANET OLUN...
SİZİ SEVEN ÇATLAK YAZAR.... :):)


 

Bölüm : 26.07.2025 23:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Aslıhan k. / Deli ve Asi / Gizli hazinem...
Aslıhan k.
Deli ve Asi

31.1k Okunma

3.32k Oy

0 Takip
79
Bölümlü Kitap
Bir deli bir asi...Yeni başlangıç Mardin...Yanlışlıklar...Deli doktor...Siyah inci gibi gözler...Çawreşamın...Bay asi...Sende gitme...Onun kalbinde sen varken...Biri var haram bana... Deli atmaca...Sensin benim alınyazım...Gül güzelim...Asi deli...Gönlümün ağası...Canın olayım...Ömrüme ömür olan adam...Seni özledim deli kadın...Yeryüzünde kanatsız melek...Bir eşi olmalı insanın...Oğlan bizim kız bizim...Hanım ağa...Mustafa'm albatros kuşu...Masum ağa, güçlü hanım ağa...Küçük asilerim...Ağalar ağası azrail ağa...Kış güneşim...Neredesin dilemin neredesin delalamın... Beni bırakma...Sen bana aitsin karım...Sana aşık, sana meftun...Ne mükemmel şey seni sevmek...Eşim değil kocam...Azrail ağanın karısı...Asi siyah jaguar'ım..Gönlümün ilk kıblesi...Fırtına ağa...Kocasının, Hamza ağanın ruhu...Ruhum kadın...Beni ihtiyar eyledin...Mahşerin dört atlısıÖzel bölüm " Lilyum prenses"...Bayan ateş...Baba bırakma beni...Özel bölüm "Dev ve Mina"Azrail ağanın azrail karısı...Düğün dernek...Elimi bırakma...Hoş geldiniz aslan parçalarım..Gitti canımın cananı...Sessiz gül güzelim...Fırtına olup esen Azrail ağaÖzel bölüm " kabul olan duam"...Kabul olmuş duamsın...Gizli hazinem...Sizin ağanız benim kocam...Bu can sana mecbur...Senden daha güzel...İyi ki kalbimde...Sen benim kızımsın...Kızım iyi ki...Bir dünya insan, bir insan dünyam...Özel bölüm " baba ne olur"...Huzurlu ilk kahramanım...Sen ateş ben azrail...O hüzünlü bir kız çocuğu...Kuyunun ışığı...Güneş olmadan...Onun beklediği Mustafa'sıyım...Ağa düğünü...Sen bizim kocaman çınar ağacımızsın...Sensiz hep eksikmişim...Aslanın karısı da aslandır...Karım bir aslan...Benim nadide çiçeğimsin...Tırnağın taşa değse...Benim en değerli hazinemMerhaba tekrardan....Beni dinler misiniz
Hikayeyi Paylaş
Loading...