İYİ OKUMALAR DELİ VE ASİ AİLESİ.... :) :)
MERYEMCE...
Sabah ezan sesine değil, telefonumun sesine uyanmıştım. Arayana baktığımda Sultan abla arıyordu. Aklıma çocuklar geldiği için hemen açmıştım. Ben daha alo diyemeden;
"Kocanın sıcak koynundan kalk da namazını kıl sonra herkesi topla konağa gel kahvaltıyı hazırlayacağım"
Sultan ablaya cevap veremeden telefonu yüzüme kapamıştı. Telefonun ekranına şaşkınca bakarken, karnımın üzerindeki el ile yanıma bakmıştım. Asi kocam yatakta biraz oturur vaziyette uyuduğum için yüzü bel boşluğumda uyuyordu. Hafif yana doğru dönerek saçlarını sevmeye başlamıştım. Yüzünü severken, gözleri kapalı uykulu pürüzlü çıkan sesiyle;
" 'Yarı ölüm' dü uyku. uyanamamak var, uyanıp bulamamak var. Ben seni bu yüzden her sabah' şükür diye sevdim."
"Ne geceler geçirdim bunca ömrümde Hiç biri göğsündeki bir gece kadar huzur vermedi. bende her duamda koynunda ölmeyi diledim."
"Günaydın bal sultanım"
"Hadi kalk da namazımızı kılalım. Sultan abla aradı kahvaltıya konağa gelin dedi."
Mustafa yerinden kalkarken, dudağını yanağıma bastırarak öpmeyi ihmal etmemişti. Onun çocuksu haline gülerek yerimden kalkıp, üzerime feracemi giydim. Odadan çıkıp Leyla'nın odasına girdiğimde gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Başımdaki tülbenti düzeltip, yatağın yanındaki koltukta uyan Hazar abime seslendim. Gözlerini ovalayarak;
"Günaydın hanım ağ.. lan ben burada mı uyumuşum"
"Hadi abi ben görmedim, duymadım ama bir daha olmasın. Leyla'nın gözünde adın sapığa çıkmasın"
"kaçtım ben..... şey ezan okundu mu"
"Evet okundu"
Hazar abim koşarak odadan çıkarken kafamı tekrar yatağa çevirdiğimde Leyla gülerek ;
"Günaydın Meryemce hanım"
"Hadi kalk kalk namazını kıl"
"Bu gün imkansız "
"Oldu o zaman "
Odadan çıkarken Leyla arkamdan;
"Uyanık olduğumu fark etmedi bile"
"Üzerindeki pikeyi fark etmedi, onu mu fark edecekti"
"Çok sayıklıyor ama"
"Hadi ben gidiyorum namaz kılmaya"
"Allah kabul etsin Patron"
Leyla'nın odasından çıkıp bütün dolu odaların kapısına iki defa vurup namaza kaldırmıştım. Tekrar odaya girdiğimde Mustafa namazını kılmış tesbih çekiyordu. Banyoya girip abdest alacaktım ki ayağımı nasıl yıkayacağımı düşünürken, banyonun kapısı yavaşça açıldı. Baktığımda huzurum kafasını azcık içeriye uzatıp;
"Yardım edebilirim abdest almana "
"Mustafa'm yaa"
"Söyle kara kuzum söyle"
"Namazım kaçıyor çabuk ol"
"Allahım sanki ben başka bir şey dedim"
"He ben hep yanlış anlıyorum dimi hep ben dimi"
"Meryemce'm bence sırası değil"
"Banane sıkıldın dimi benden"
"Evet hatunum sıkıldım senden onun için seninle vakit geçirmek istiyorum"
Başımı önüme eğdiğimde omuzlarımı saran ellere baktım. Mustafa gülerek;
"Hadi gül güzelim abdest al da huzura var hadi güzelim"
...............................................
Konağın önüne geldiğimizde yavaşça arabalardan inerken hepimizin dikkatini Boran'nın elindeki kutu çekti. Hepimiz Boran'a yaklaştığımızda Boran elindeki kutuyla Mustafa'nın yanına gelip;
"Ağam akbaşlar, istediğin gibi bir dişi bir erkek gelmeden sağlık kontrolleri yapıldı. Has kanlar kırma değiller"
Mustafa, Boran'ın omzunu sıkıp, Hazar abime gözleriyle kutuyu gösterdi. Hazar abim kutuyu açıp kar topu gibi bir yavru köpeği Leyla'nın kucağına koyup;
"Al sana yeni bir erkek ama bundan başka erkeğe bakma"
Hepimizi bir gülme alırken, kutudaki diğer boynundaki pembe kurdeleli köpeği kucağıma alıp konağa girmiştik. Mina ve Talha koşarak bacaklarıma sarıldığında, yavaşça yere diz çökerek kuzularıma baktım. Mina anlamaz gözlerle bana bakınca;
"Mina haydut dün gece kayboldu. Galiba o da çok uzağa gitti ama leyloşa, sana ve Talha'ya bu iki pamuk gibi köpekleri baban aldı, beğendiniz mi"
Mina sessizce kafasını sallarken, Talha kucağımdaki köpek yavrusunu kucağına almıştı. Minanın sessizliği canımı sıksa da belli etmedim. Yerden yavaşça kalkarken, Leyla yardım etmişti. Avludaki masaya geçerken Mina'nın elinden tuttuğumda sıkıca elimi tutmuştu bırakmamak için sanki. Hepimiz yerimizi alırken, Mina yanımda ayakta duruyordu. Sultan ablaya elimle Minayı gösterince hemen sandalye getirmişti. Mina sandalyeye oturuyordu ki Mustafa hızla kucağına alıp bacağına oturtmuştu. Mina, babasına bakıp gülünce içim biraz olsun rahatlamıştı. Kahvaltımız gülmeli sohbetli geçmişti. Mina'ya hastaneye gitmem gerektiğini anlattığımda sakince tamam demişti. Onun halindeki tuhaflık canımı sıkınca elinden tutup odama götürmüştüm. Koltuğa oturtup;
"Anlat bakalım küçük sırdaşım ne oldu"
"Anne biz buraya geldik ya bir tane amca vardı kapıda halalarla birlikte "
"EE ne olmuş seni korkutan ne annem"
"Dedem dedi ki babam o amcayı görse öldürürmüş öyle dedi babaanneme"
Minanın saçlarını severek;
"Annem baban kimseyi öldürmez güzelim korkma"
"Yapmaz dimi"
"Yapmaz tabi hadi sen koş Talha ve yeni gelen kar topu gibi olan köpeklerle oynayın"
Mina odadan çıktığında bende üzerime daha rahat bir şeyler giyinip, avluya çıkıyordum ki, avluda Mustafa'nın bağırmaları duyuldu. Sanki bağırmıyor kükrüyordu. Her kükremesinde konak sallanıyordu. Çantamı, hırkamı ve şalımı alıp avluya çıktığımda, avlunun tam ortasında gayet rahat tavırlarıyla Mustafa yaşlarında bir adam duruyordu. Hazar abim ve Bedirhan abim Mustafa'nın karnına ellerini koymuşlar sakinleştirmeye uğraşıyorlardı. Baran abim kaşları çatık halalarına bakarken, Mustafa hızla hazar ve Bedirhan'ı atlatıp, adamın yakasını tutarak kafa atmıştı. Konakta ufak bir çığlık duyulmuştu. Mustafa işaret parmağını sallayarak;
"Akın benim konağımda sana bir gece bile çok. Şimdi ben iyice sinirlenmeden geldiğin çöplüğe geri dön"
"Dayımın oğlu affet annem ve kız kardeşimin yanında kalayım. "
"Lan it ben seni bu Mardin den nasıl yolladığımı herkes biliyor"
"Affet işte bırak kalayım. Öldürecekler beni lütfen"
Kezban hanım Mustafa'nın kolunu tutup yalvarır gibi bakarken, babam arkasından ;
"Ağam bırak bak kızın ve oğlun sana bakıyorlar"
Aklımdan tamamen çıkan Mina'ya baktığımda sanki bunu bekliyormuş gibi gözlerime bakıp koşarak bacaklarıma sarılmıştı. Ben Mina'nın saçlarını severken, Mustafa babamın dediklerini duymamış hala gözlerinden ateş saçarak Adının Akın olduğunu duyduğum adama bakıyordu. Mina'nın elini tutup, Mustafa'nın yanına giderken, yerden kalkan Akın eli burnunda bana bakarak;
" OOOOOO, Hanım ağamız güzelmiş dayımın oğlu"
Mustafa bir adım atıyordu ki Avşin Talhayı Mustafa'nın yanına yollamıştı. Talha Mustafa'nın bacağına sarılarak, yüzüne bakmıştı. Mustafa bacağına sarılana bakarak gür bir sesle ;
"Boran bu iti odasına götürün, biraz daha durursa kafasını koparacağım hiç acımadan"
Mina'm elimi bırakıp, bacaklarıma sarılarak sessizce ;
"Bak anne babam ne dedi duydun mu"
"Duydum ama miniğim, prensesim, kim bir adamın kafasını kolayca kopara bilir ki. Baban silahını bile herkes korksun diye taşıyor belinde."
"Dimi anne öyle dimi"
"Öyle tabi ki, hadi sende git babana sarıl da benim gibi sakinleşsin"
Mina kafasını sallayarak Mustafa'nın yanına koşmuştu. Mustafa üzerine koşarak gelen Mina'yı fark ettiğinde yere çömelerek Minayı da kolların arasına almıştı. Ben onları izlerken yanıma gelen Avşin sessizce ' daha yeni başlıyoruz' demesiyle canım sıkılmıştı.
Avlu boşalmaya başladığında Gülcan'a hastaneye gidiyoruz hadi gidelim dediğimde kafasını hayır manasında sallayarak öğlenden sonra gideceğini söylemişti. O odasına doğru giderken Avşin de çocukların yanına gidip onları almıştı. Ellerinden tutup odalarına çıkmaya başlamışlardı. Mustafa üzerindeki ceketi düzeltip;
"Hadi Meryemce hanım hazırsan gidelim"
Mustafa'nın gözlerine baktığımda hala sinirli olduğu belli oluyordu. Yanıma geldiğinde kapıya doğru bir adım atmıştım ki Leyla hızla koluma girmişti. Ben Leyla'nın yüzüne garip bir şekilde bakarken, Leyla bana bakmadan, Mustafa'ya dönerek;
"Mustafa abi müsaadenle müvekkilimle az işim var"
Mustafa'ya gülerek sakinleşmesini sağlamak için bekle diyerek, Leyla'yı köşeye çekmiştim. Leyla gözlerimin içine bakarken;
"Söyle avukat söyle, söyleyeceğin neyse çok ciddi galiba"
"Ciddi hem de çok ciddi. Davut kara Mardin'e yerleşmiş, Kartal'ın desteğiyle"
"Merak etme ayağına dolaşırsa koparırım zehirli sarmaşık gibi. Büyük ihtimalle yeniden doğmak için burayı seçmiştir, ama bu sefer yükselmesine izin vermeyeceğim. Yağlı urgan boynunda haberi yok. Sen buradaki işlerine devam et canım aklın kalmasın"
Leyla'nın gözlerinde gördüğüm güven ile yüzünü severek Mustafa'nın yanına yürüdüm. Yanına geçtiğimde yüzüme bakmadan sinirle kapıyı açıp dışarı çıkmıştı. Kapıya çıktığımda Mustafa'nın arabası kapıdaydı. Mustafa direksiyona geçtiğinde bende yanına geçip oturmuştum. Arka tarafa baktığımda Hazar, Bedirhan ve Baran abim arkada oturuyordu. Hazar abim gözleriyle Mustafa'yı gösterip;
"Ağam bizi de şirkete bırakır mısın"
"Biz hastaneye gidiyoruz. Siz oradan arabayı alıp devam edersiniz"
"Niye hastaneye gidiyorsunuz ağam"
"Aslan parçalarımı göreceğim"
"Vay hanım ağam senin gözünü boyadı dimi Mustafa'm"
Mustafa dikiz aynasından Hazar abime bakarak;
"Şimdi değil hazar şimdi olmaz kardeşim"
Hazar abim kafasını sallayarak susmuştu. Mustafa'ya göz ucuyla baktığımda sinirle burnundan soluyordu. Elimdeki telefonla oynarken aklıma Yasin'i aramak gelmişti. Davut olayını tamamen öğrenmek veya söylemek için arayacaktım. Telefonun mikrofon sesini kısarak Yasin'i aramıştım. Telefonu sağ kulağıma koyarak açmasını bekledim. Bir iki çaldıktan sonra açıldı. Ağızımı açıyordum ki Yasin soluk soluğa;
"Buyurun sayın atmaca hanım, sen sormadan ben söyleyeyim. Davut Mardin'e yerleşti. Kartal yardım ediyor. Bütün gemileri yakmış şerefsiz, ölümüne yürüyor, ama merak etme güzel atmaca dostum. Keyfine bak."
" Tamam "
Telefonu kapadığımda Mustafa hastanenin önüne gelmişti. Arabayı park yerine getirmeden hastanenin kapısında arabadan inince bende tam kapı açıyordum ki Baran abim kapımı açmıştı. Yavaşça yerimden kalkarken, Baran abim yüzünde tatlı tebessümle kulağıma;
"Kurban olayım şirkete sakinleşmiş yolla"
Kafamı sallayarak hastanenin kapısının önünde beni bekleyen kocamın yanına yürürken, Hazar abimde arabayı çalıştırıp yanımızdan ayrılmışlardı. Hastaneden içeriye girerken, Mustafa sıkıca elimi tutup biraz hızla Medine'nin odasının önüne geldik. Medine'nin kapısını çalacaktım ki Mustafa elimi bırakıp;
"Sen içeriye geç ben geliyorum birazdan "
"Nereye gidiyorsun Mustafa!"
"Bana hesap mı soruyorsun, geç geliyorum işte"
"Sakın zahmet edip bu odaya gelme. Bas git duydun mu beni bas git"
"Meryemce kendine gel"
"Ben kendimdeyim sana sakince nereye gidiyorsun diye sordum. Senin dediğin gibi ben senin önce dostunum zannediyordum. Neyse ağam git sen ya git"
Arkama bile bakmadan hızla odaya girmiştim. Medine odasında Bozkurt abimle birlikte çay içiyorlardı. Elimi karnıma koyarak derin bir nefes aldım. Adımlarımı onlara doğru atarak yanlarına oturdum. Önümdeki ağızları kapalı bardak sulardan birini açıp içerken Bozkurt abim gülerek;
"Sinirlisin"
"Değilim Bozkurt abi"
"Onun için mi elini karnına koyup derin nefes aldın. Hadi ama meryemce antepten biliyorum sinirliyken sevdiklerini düşünürsün sakinleşmek için"
"Boş ver abim ya, Medine hadi gel aslan parçalarımı görmek istiyorum"
Bozkurt abim ve Medine benim halime gülerlerken, yerimden kalkmıştım. Ultrason cihazının olduğu odaya girdiğimde odanın kapısını yarım kapatarak üzerimdeki hırkamı çıkarmıştım. Sedyeye uzanıp üzerimdeki gömleğimin önünü açtım. Karnımı açtığımda Bozkurt abi Medine ile görüşüp odadan çıkmıştı. Kolumu başımın altına koyup kapıya bakarken, Medine gülerek içeriye girmişti. Koltuğuna otururken, göz kırpıp;
"Hadi küçük asiciklere bakalım"
"Hadi teyzesi bakalım"
Medine karnıma jeli sıkıp, probu karnımda gezdirmeye başlamıştı. Karşımdaki ekrandan asiciklerime bakarken birden gözlerim sıkıca kapatmıştım. Medine olduğu yerde kalmıştı, beni beklediği belliydi. Yanağımda hissettiğim elle gözlerimi açmıştım. Ağladığımın farkında bile değildim. Mustafa biraz daha eğilip yanağımı severek kulağıma;
"Ağlama, beni iyice germe kurban olayım. Buradan çıkalım konuşuruz olur mu karım"
Bir şey demeden tamam manasında başımı sallayarak gözlerimi Medine'ye çevirmiştim. Medine kaşlarını çatmış;
" Bir an önce doğur şu çocukları deli doktor. Kızım sen ağlamazdın kolay kolay, hele bir neyse ya. Bakalım bizim küçük beyler nasıllar"
Medine'ye gülerek ekrana baktığımda, Mustafa elimi tutup;
"Neredeler Meryemce"
Elimi iyice gülerek Medine'nin önündeki ekrana uzatarak göstermiştim. Mustafa pür dikkat gösterdiğim yere dikkat ederken, Ultrasonun ses kısmına bastığımda odayı hızlı kalp atış sesleri doldurmuştu. Mustafa'nın gözleri benim gözlerimi bulunca, tekrar gözlerim dolmuştu. Medine kendini hatırlatmak adına boğazını temizleyerek;
"Evet deli doktor 26 hafta 5 günlük yani 6 ay 7 günlük oğullarınız. Boyları sağdaki 25 soldaki 20 cm kiloları birinin 450gr diğeri 500gr yani her şey normal. Amniyotik sıvı azaldığı için daha net hissedeceksin ve sizi artık çok net duyabilirler. Yani kocan bağırdığında karnında top gibi olabilirler. Neyse burada konuşacaklarımız bitti devamını odamda devam edelim "
Medine Mustafa'ya sinir olmuş şekilde odasına geçerken, Mustafa uzandığım yerden kalkmama yardım etmişti. Sedyede oturduğumda gömleğimin düğmelerini iliklerken Mustafa sessizce göz kırpıp;
"Bu doktor galiba benden korkmuyor ve çok kızıyor bana"
"Galiba hadi gidelim içeriye Ağam"
Sedyeden kalkıp içeriye girdiğimizde Medine eliyle masasının önündeki koltukları gösterip, önündeki formları doldurmaya başlamıştı. Koltuklara oturduğumuzda;
"Yarın sabah erkenden gel şeker yüklemesi yapacağız"
"Ya Medine istemiyorum o sıvıyı yaa"
"Tamam deli doktor sen bilirsin canım. Mustafa Hamza bey sabah aç karnına gelmesi lazım. Bu akşamda en son saat 9 gibi sütlü bir tatlı yesin."
Mustafa gülerek kafasını salladığında bakışlarım Medine ve Mustafa'nın arasında gidip gelmişti bir süre. Medine'ye kaşlarımı çatarak;
"Anlat bakalım Medine hanım"
"Tamam, tamam sinirlenme. 6kilo almışsın ki bu çok iyi. Şimdi canım bol bol meyve ve sebze yemeğe çalış ki kabızlık yaşama. Kaburgalarında ağrı olabilir. Rahiminde kasılmalar ve gevşemeler yaşayabilirsin normal bir durum fakat, bir saat içinde dörtten fazla olursa hemen hastaneye gelmelisin. Çünkü erken doğum habercisi o durum. Zaten 36 veya 37 haftada duruma göre sezeryana alacağım seni"
"Peki başka bir şey var mı"
"Var canım benim, artık cinsel birleşmeye son vermiş olmalısın. Çünkü artık çocuklar sıkıntıya girer"
"Yavaş gel Medine yavaş"
"Ne oldu Deli doktor utandın mı? tıpta utanma yoktur unuttun mu"
"Sus ya ben gidiyorum, anlaşıldı sen formundasın."
"Tamam delim tamam demir ve vitamin ilaçlarını içmeyi unutma"
Medine'nin odasından çıktığımızda Mustafa'm elinden tutup, hızlı bir şekilde yürüyerek hastaneden çıktık. Park alanına tam girmiştik ki olduğum yerde durdum. Mustafa'nın boşluğuna gelip bir anda eli elimden ayrıldı. Hızla arkasını dönüp yüzüme bakıp;
"Ne var ne oldu"
"Yavaş bu ne hız yaa ben hamileyim hamile "
"Sabah kahvaltı etmedin, bende sen yemedin diye yemedim. Gidelim güzel bir kahvaltı edelim"
"Önce bir şey yapmalısın"
"Arabamıza binmek istiyorum"
"Arabamız ne zaman geldi, hem bir dakika ben gelmek istemiyorum hastanenin kantininden güzel kahvaltı çıkıyor. Sen git o çok güzel kahvaltını etmeye git"
"Meryemce hala sinirliyim."
"Meryemce mi? sen bana baş başa kaldığımızda adımla hitap etmezsin."
"Sabrımı zorlama benim yeter"
"Bu sen değilsin, şuan karşımda Azrail ağa var . Kocam nerede Mustafa Hamza Alibeyoğlu"
Mustafa kaşlarını çatarak tekrar elimi tutup öncekinden biraz daha yavaş arabaya doğru çekiştirmeye başladı. Arabanın yanına geldiğimizde ağızımı açmama fırsat bırakmadan kapıyı açıp sakince beni ön koltuğu oturtup, emniyet kemerimi takmıştı. Ben yüzüne bakmazken, o karnımı sevip başımın üzerine bir öpücük kondurdu. Kafamı kaldırıp bir şey diyecekken kapımı kapamıştı. Arabanın önünden geçip yanıma oturmuştu. Arabayı çalıştırdığında ağızımı açıyordum ki elleri dikkatimi çekmişti. Direksiyonu o kadar sıkı tutuyordu ki parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Yola çıktığımızda sinirini atarcasına hızlı gidiyordu . Yarım saat yol gittikten sonra yol kenarında köy evi olmasına rağmen çok güzel boyanmış bir evin önüne geldik. Mustafa arabayı park edip arabadan indiğinde ellerimi göğsümde birleştirdim. Kapımı açtığında yüzümü ters tarafa çevirdiğimde, bana doğru eğilip emniyet kemerimi açmıştı. Geriye doğru çekilirken önce dudaklarını yanağıma bastırıp bir süre durduktan sonra dudaklarını kulağıma yaklaştırıp;
"Hadi gül güzelim, dostum özür dilerim kış güneşim. Kadınım, güzel bir kahvaltı edelim sonra seninle dolu dolu bir gün geçirelim. Bu günümü sana ayırıyorum."
"Banane sen git yap kahvaltını ben beklerim arabada seni"
"Güzel kadınım, can şenliğim sevgilim hadi gidelim gel"
"İstemiyorum sen beni bu gün üzdün"
"Hadi gel kahvaltı edelim sana tatlı alacağım. Ne istersen en çok sevdiğin tatlıyı baklava alacağım"
"Gerçekten mi asim"
"Gerçekten asıl kızım benim hadi kalk önce kahvaltı edelim"
Mustafa biraz daha geriye çekilip elini uzattığında, elini tutup arabadan çıkmıştım. Köy evine benzese de evin bir tarafı ufak lokanta gibiydi. O tarafa doğru gideceğiz diye beklerken ev kısmına doğru yürümüştük. Mustafa kapıyı çaldığında Mert yaşlarında gençten bir adam bizi karşılamıştı. İçeriye doğru bir adım atıp ayakkabılarımız çıkardık. Mustafa bir adım daha adama yaklaştığında genç adam hemen eğilmişti fakat Mustafa elini çekip sarılmıştı adama. Ayrıldıklarında Mustafa hafif kaşlarını çatarak;
"Timur kaç defa diyeceğim elimi öpmeyeceksin diye"
"Ağam sana can borcum var, hakkını hiç bir zaman ödeyemem"
"Ben unuttum onu. Bizim kahvaltı hazır mı sen onu söyle kardeşim"
"Hazır ağam şükran şimdi kuzineden börekleri çıkaracak siz geçin ağam. Bu arada hoş geldiniz hanım ağam şeref verdiniz evimize"
Mustafa ve adamın arasındaki sohbete o kadar dalmışım ki, adamın dediğine sadece başımı sallamıştım. Mustafa elimi sıkıca tutup evin içinde bir odaya girdiğimizde yer sofrası iştahımı çok açmıştı. Mustafa benim oturmama yardımcı olup, ceketini çıkarmıştı. Siyah kazağının kollarını çekerek yerine oturuyordu ki, kapının yanında bir elinde börek tabağı diğer eliyle başındaki yazmasını düzelten kız dikkatimi çekmişti. Mustafa bakışlarımı fark etmiş olacak ki arkası kapıya dönük olduğu için biraz dönerek kapıya baktı. Hafif bir tebessümle yüzünü bana dönerek;
"Şükran gelebilirsin kızım, utanma"
Kız başını eğerek odanın içine geldiğinde, yüzünü görmek istemiştim ama bakmıyordu bize. Hafif diz çökerek elindeki börek tabağını koyarken;
"Hanım ağam hoş geldiniz, ağam söylemişti patatesli böreği çok sevdiğinizi"
"Teşekkür ederim güzelim, eline sağlık "
Kız birden başını kaldırıp, şaşkınca yüzüme bakınca, ben tatlı kahverengi gözlerine bakıyordum. Kız sofranın üzerindeki elimi tutup;
"Hanımım bana güzelim mi dedin"
Kıza cevap vermeden ne demek istediğini anlamak için yüzüne baktım. En son fark ettiğim şeyle çenesini iki parmağımla tutup;
"Evet çok güzelsin, kahve rengi gözlerin gül bahçesinden geldiğini bana gösteriyor. Birde bir şey söyleyeyim mi yanağındaki iz senin gül bahçesinde zamanında gül olduğunu gösterir"
"Nasıl yani hanımım "
"Dikkat edersen gül gibi duruyor yanağında"
Kız utanarak hızla yanımızdan kalkıp odadan çıkmıştı. Ben kızın gidişine bakarken, Mustafa ağzıma önümdeki börek tabağından bir tane alıp dudaklarıma sürünce ufak bir ısırık almıştım. Gülerek gözlerine bakınca, önündeki çayından bir yudum alıp;
"Bazen gerçekten kanatsız melek olduğunu düşünüyorum. Timur ve Şükran çok zorluklarla evlendiler. Çocuğu olmuyor diye Timur'un annesi yüzünü yaktı, bunu duyan abileri Urfa'nın çıkışında Timur'u infaz etmek istemişler. Bende oradan arabayla geçerken bir gördüm öldüresiye dövmüşler. Silahı çekip vuracaklarken önüne geçtim. Kurşun omzumu sıyırdı. Neyse işte Timur ve Şükran ailelerinden uzak burada yaşıyorlar. Timur Şükran'ın yüzünü görüp gülmesinler diye çok nadir ortaya çıkarır karısını. Bende ayda bir gelirim çaylarını, kahvelerini içip kalkarım. Gerisini anlarsın"
Ağzımı açıyordum ki bizim olduğumuz odaya gözlerini ovalayarak paytak adımlarla 2, 3 yaşlarında bir erkek çocuğu girmişti. Ben onun tatlılığına bakarken Mustafa gülerek ;
"Bulut gel paşam"
Çocuk birden gözlerini açıp " Ağa amca" diyerek koşarak Mustafa'nın kucağına atlamıştı. Mustafa çocuğu bağdaş kurduğu bacağının üzerine oturtup, saçlarının üzerine bir öpücük kondurmuştu. Çocuk başını Mustafa'nın göğsüne koymuş beni izliyordu. Gözlerim tekrar Mustafa ile kesiştiğinde;
"Bak Meryemce bu paşada bu çifte Rabbimin hediyesi. Çocuğu olmuyor denilen kızın oğlu Bulut"
"Allah çok büyük Asi'm, kün fe yekün "
"Amenna güzelim"
Biz kahvaltımıza devam ederken, Şükran yanımıza gelmişti. Oğlunu almak için Mustafa'ya eğilecekken, Mustafa hayır manasında kafasını sallayarak onu göndermişti. Şükran odadan çıktığında Mustafa yeni hatırlamış gibi birden ;
"Benim aslanlarım niye o kadar ufak"
"Normal değil mi Mustafa"
"Normal mi? minik Seyhan'ım da 6 aylıkken de o kadar mıydı."
"Hayır onun ki bir kiloya yakındır ve boyu da 60 veya 65 cm olabilir"
"Bizimkiler niye o kada- tabi yaa yemiyorsun ki çocuklara kilo gitsin"
"Ay Azrail ağam hatırlatmamı ister misin"
"Neyi deli doktor"
"İkiz çocuk beklediğimizi, onlar bölüyorlar"
"O zaman 500 gr ve 25 cm olan kesin Ömer Hamza, belli oldu karakteri babası ve iki dedesine benzemiş"
Ben şaşkınca Mustafa'ya bakarken, o biraz daha kucağında Bulut ile bana yanaşıp elini karnıma koydu. Ben gözlerine baktığımda o gözlerini benden çekip karnıma baktı. Ne yapacak diye bakarken elini karnıma koyup;
"Vicdansız Ömer Hamza, hep sen değil azcıkta Mirza Asaf'a bırak oda yesin"
Ben Mustafa'ya gülmeye başladığımda, eli karnımda oda bana bakıp gülmeye başladı. Ağızımı açıyordum ki Mustafa'nın elinin altında hissettiğim kuvvetli bir tekmeyle kendime engel olamayıp kahkaha atmıştım. Mustafa ile birbirimize bakarken, Bulut Mustafa'nın göğsüne vurup, dikkatimizi kendi üzerine çekmişti. Biz ona bakınca o yüzünü Mustafa'ya dönerek parmağını bana doğru uzatıp;
"O menim oyşun mu"
"Olmasın küçük bey"
"Yeden oymaşın, tok düzel o"
"Biliyorum ama benim o zor aldım ben onu"
"Ommaş menim oysun"
" Tamam benim olsun"
"Hayıy menim oyşun senin diyil"
Ben Mustafa ve Bulut'un konuşmasına gülerken, odaya Şükran girmişti. Bulut ayağa kalkmış elini beline koyup Mustafa'ya ters ters baktığını görünce gülüp gülmemek arasında kalsa da kendini toplayıp;
"Ağam rahatsız ediyorsa alayım"
"Yok Şükran rahatsız etmiyor konuşuyoruz"
Bulut hızla annesinin yanına gidip eteğini çekiştirip;
"Anne! ağa amca veymiyo o mana"
Şükran şaşkınca bize bakıp, Bulut'u kucağına aldı. Yanağını eliyle sevip;
"Vermez bulut, çünkü o amcanın"
"Manane onun diyil menim oysun ama"
Bulut kaşlarını çatmış bize bakarken, Şükran hafif bir tebessümle;
"Ağam size afiyet olsun ben bu küçük adamı alayım "
Mustafa gülerek başını salladığında, anne oğul odadan çıktılar. Mustafa Şükran'a seslenip kahve istediğinde, bende ufaktan bir şeyler yemeğe devam ediyordum.
......................
Timur ve Şükran'ın yanından ayrılırken, Bulut beni öpmek istediğinde, Mustafa hafif kaşlarını çatıp kızıyormuş gibi yaptığında Bulut omuzunu çekerek üstüne birde sarılmıştı. Tekrar gelmek sözüyle oradan ayrılıp arabaya geçtiğimizde, Mustafa arabayı çalıştırmadan Boran'ı arayarak; 'Timurlardan çıktım gereğini yap' diyerek telefonu kapamıştı. Arabayı çalıştırıp yola çıktığımızda, ben kocamı izliyordum. Mustafa da benim gibi yaptığı iyiliği saklayan biri olduğunu tekrar anlamıştım. Ağızımı açıyordum ki arabaya bağlı olan telefondan Baran abimi arayıp bütün gününü bana ayırdığını ve iş yerine gitmeyeceğini söylemişti. Baran abimin tamam demesiyle sinirinin geçtiğini anlaması için azcık onunla uğraşmıştı. Telefonu kapadığında Dikkatini yola vermişti. O yolu izlerken, bende onu izliyordum tekrardan. Bir ara kafamı çevirdiğimde gördüğüm tabelayla gözlerim yuvalarından çıkacaktı. Mustafa'ya hızla dönüp;
"Gaziantep il sınırı nedir Mustafa'm"
"Tatlı istemiştin. En güzel yerde yerinde yiyeceğiz entepte "
"Şaka mısın kocam ya"
"Yok kar'ım ciddiyim"
Ben ona gülmeye başladığımda, beni kolunun altına alıp arabayı sürmeye devam etmişti. Biraz daha gidip Antep'in şık güzel bir tatlıcı dükkanının önünde durmuştuk. Arabadan indiğimde dükkanı incelemiştim. Üç katlı otantik bir yer olduğu belliydi. Dükkana girdiğimizde çalışanlar hazır ol vaziyete geçmişti. Dükkanın en üst katına çıktık. Masaya oturduğumuzda fazla zaman geçmeden büyük bir tabak baklava ve büyük bardak soğuk su gelmişti. Ben tatlıma daldığımda yanımıza gelen galiba dükkanın sorumlusu, ellerini karnının üzerinde birleştirmiş şekilde;
"Ağam tepsilerini hazırlıyoruz"
Dediğinde kafamı kaldırıp Mustafa'ya baktığımda, kaşları çatık adama bakarak;
"Sağ ol Ağah ağaya selamımı iletirsin."
"Emrin olur ağam, Ağah ağam keşke geleceğini söyleseydi konağımda ağırlamak isterdim dedi"
"Sağ olsun. İş için geldim, gelmişken hanım ağanızla tatlınızı yiyelim dedik"
.....................
Tatlılarımız bittiğinde ayağa kalktık. Bir adım atmıştım ki dikkatimi olduğumuz katın boş olması garibime gitmişti. Mustafa'nın koluna girerek;
"Burası niye boş"
"Sen varsın diye"
"Nasıl yani ben hastalıklı mıyım?"
"Ne alakası var gülüm. Hanım ağasın sen güzelim onun için"
"Peki sen niye kadayıf dolması yedin"
"Canın mı çekti"
"Hayır niye ayrı yedin"
"Meryemce hadi gül güzelim hadi"
Giriş katına indiğimizde elimi merdivenlerden inerken kolundan çekiyordum ki, elimi tutup beraber inmiştik. Kapıya çıktığımızda elimi bırakmadan, arabaya oturttu. Kapıyı kapadığında dükkandan gençten bir çocuk arabanın arka kapısını açıp üç tane tepsiyi arkaya yerleştirdi. Ben bakışlarımı Mustafa'ya diktiğimde dükkan sorumlusunun elini sıkarak, bir şeyler anlatıyordu.
Arabaya gayet ciddi bir şekilde bindi. Arabayı çalıştırmadan üzerindeki ceketi çıkarıp kucağıma bırakmıştı. Yola çıktığımızda arabaya bağlı olan telefonu çalmaya başladı. Arayana ikimizde aynı anda baktığımızda şaşırmıştık. Mustafa hafif bir öksürükle telefonu açıp hoperlöre vermişti.
"Efendim Mazhar ağa, buyur"
"Ağam şey müsait değilsin galiba"
"Konuş Mazhar ağa konuş"
"Bu akşam müsaitseniz şu evlilik işini konuşmak için gelelim diyoruz. Farkındaysan çok uzadı"
"Sen bana hesap mı soruyorsun Mazhar ağa haddini bil"
"Kusura bakma ağam"
"Tamam sus Mazhar ağa, akşam müsaittim gelirsiniz"
"Sağ olun ağam"
Mustafa adama cevap vermeden, telefonu yüzüne kapatmıştı. Mazhar ağanın telefonuyla yatışmaya başlayan siniri yine tepesine çıkmıştı. Mustafa'nın bu halinden korktuğumu anlamıştım. Sessizce bakışlarımı yola çevirip, başımı koltuğa iyice yasladım. Ellerimi karnıma koyup düşünerek yolu izliyordum. Biraz zaman geçmişti ki elimin üstünde hissettiğim elle yanıma baktım. Bana gülerek göz kırptığında;
"Bazen senin sinirli halini görünce, deli tarafım içime bir yerlere saklanıyor"
"İyi yapıyor deli Meryemce, ama biliyor musun gül güzeli hiç değişme hep aynı ol kış güneşim"
"Olur güneşim, peki bir şey sorabilir miyim"
"Sor bakalım deli doktorum"
"Asi ağam, sen bu Akın'ı niy-"
"O it en yakın zamanda konaktan gidecek"
"Niye bu kadar sinirlen-"
"Şerefsiz zamanında yemediği halt kalmadı. Avşin'in şerefsiz sevgilisinin amcasın oğluyla bir olup, peri ve av-"
"Bir dakika bir dakika, kenara çek düzgün bir şekilde anlat o olayı"
Mustafa gülerek kafasını sallamıştı. Kenara çekip, Hafif göğsünü bana dönerek;
"Akşam yemeğini dışarıda yiyeceğiz öyle konuşacağız tamam mı"
"Tamam asi ağam tamam, peki ağam "
"Söyle hatun"
"Arkadaki tatlılardan yiyebilir miyim"
"Olmaz gül güzelim"
"Niye ama yaa"
Mustafa kafasını gülerek salladığında yola da çıkmıştı. Yüzüne cevap versin diye bakarken, hafif gülerek;
"Arabaya su almadım Mardin'e gidene kadar için yanacak. Sen gidene kadar uyu hadi"
"Tamam olur sevdam"
"Sana hamilelik yaradı. Bak nasılda dediklerimi uysal kedi gibi yapıyorsun"
"Hamzaaa!!!"
"Aha, Mustafa bile demeden Hamza dediğine göre sustum Hanım ağam"
Gözlerimi kapattıktan biraz zaman sonra Mustafa elinin tersiyle yüzümü sevmişti. Gözümü açmak istesem de beni içine çeken uykuyla sadece tebessüm etmiştim.
..................................................
MUSTAFA HAMZA...
Meryemce gözlerini kapattıktan kısa zaman sonra uyumuştu. Arabayı kenara çekip kucağındaki ceketimi üzerine örterek yoluma devam etmiştim. Arabanın camlarını açıp sigaramı yaktım. Kulağıma kulaklığımı da takıp Hazar'ı aradım. Bir iki çaldıktan sonra Hazar gayet resmi bir şekilde telefonu açmıştı. Ağızımı açıyordum ki yanındaki adamına bir şeyler diyerek hemen bana cevap vermişti.
"Buyur ağam, Mustafa'm"
"Hazar'ım ne yaptınız"
"Senin Mardin'de olmaman iyi oldu. Akın senden sonra konaktan çıkmış o şerefsizin amca oğluyla görüştü. Akın bu akşam mutlaka Celal'i konağa misafir diye huzursuzluk çıksın diye konağa getirecek"
"Getirsin Hazar o getirmese de mutlaka Abidin iti getirecek, Mazhar aradı düğün işi için"
"Mustafa iyice ortalık alevlenecek akşam "
"Evet, Celal Avşin'in evli olduğunu duyduğunda ne yapacak çok merak ediyorum. Birde üstüne Akın çocukluk aşkı olan teyzesinin biricik kızını babası yaşındaki adamın karısı olacağını duyunca"
"Mustafa bu üç itin bir arada olması hiç ama hiç iyi değil. Bunlar sen onlara bir şey yapacağın sanıyorlar"
"Az kaldı çok az kaldı. Hepsinin faturasını ben keseceğim. Salaklar eskiyi unuttum birde üstüne büyük ağa olunca eşitsizlik yapamayacağım sanıyorlar. Bilmedikleri aileme zarar gelirse hepsini öldürebilirim"
"Yavaş lan Meryemce duyacak"
"Meryemceden saklamayacağım. Akşam yemeğini arabın yerinde karımla yiyeceğim. Her şeyi de noktasına kadar karıma anlatacağım"
"Doğru dimi biz artık beş kişiydik"
"Öyle miydik ? ama doğru senin fırtına esince"
"Laan!!! sen "
"Karımı ve dostumu tanıyorum Hazar ağa"
"Ağam tünele girdim"
"Tamam Hazar ağa çıkınca görüşürüz, Konağa haber vermeyi unutma"
Hazar'la telefonu gülerek kapatmıştık. Hızımı biraz daha yükselttiğimde yanıma bakmıştım. Meryemce uykusunda derin bir nefes alıp, uykusuna devam etmişti. Uykusunda o kadar masum bir kız çocuğu gibi uyuyorduk ki, karnındaki elini elimin içine alıp koklayarak öpmüştüm.
....................................
Mardin'e girdiğimizde akşam üzeri saat 5'i gösteriyordu. Gençliğimin en uçuk kaçık zamanlarını geçirdiğim bu eski bir o kadar güzel olan lokantaya, arabın yerine gelmiştik. Arabayı park edip gül güzelimi uyandıracaktım ki sessizce çalmaya devam eden radyoda tam da Meryemceme söylenebilecek bir şarkı çalıyordu. Şarkının biraz sesini açıp mırıldanmaya başladım. Yüzü bana dönük olan kış güneşim yanağını sevmemle uyanmıştı.
"Havasından suyundan aşk damlayan
Yarim var gül renginde
Dünyaları verseler kar etmez
Olmaz ki sen denginde
Aşkıdır ruhumda yankılanan
Duyduğum her seste
O can ki sevdası sonsuzumdur
Aldığım her nefeste
Son aşkım ilk yarim can bildiğim
Vefalı sevdiğimsin
Derdimi derdinle böldüğümde
Ömrümü verdiğimsin"
Şarkı bittiğinde yanağında olan elime yüzünü biraz geri çekip dudaklarını avcumun içine bastırmıştı. Gözümü kapatıp derin bir nefes aldım. Meryemcenin hafif gülmesine karşılık;
"Biraz ayıp olacak güzelim ama şu üç ayı çabuk geçebiliyor muyuz"
"Niye Asi Azrail ağa kocam"
"Deli kadın; ruhuna aşık, dokuna tutkun, kokuna müptela, benliğine ise bağımlı adamım ben. Kimi kays gibi, kimi mâbed... Kimi keş gibi, kimi de azılı bir âşık gibi...seviyorum seni.. Özledim be seni"
"Yuh ağam yavaş çocukların yanında"
"Onlar bizi artık duyuyordu dimi"
"Evet ağam. Mustafa bu arada o 3 ay değil 5 ay olacak bu bebekler doğduktan sonra kırk günde yaklaşamazsın hem doğumdan sonra bir hafta annenle bir hafta kader ve selviyle aynı odada kalacağım hem çocuklar ikiz hem de biliyorsun acemiyim Mina kuzumu ben doğurmadım"
"Yok hayatım, yok kış güneşim tamam bunlardan başka doğurmayacaksın. Üç oğul bir kız yeter bana. Devran ve Avşin kendilerine evlenince yapsınlar"
" Oy Mustafa Hamza ağam oy"
"Efendim Meryemce"
"Biz acıktık sen burada vahlanmaya devam et olur mu? biz gidiyoruz"
Meryemce kafasını sallayarak arabadan yavaşça inerken, bende peşinden inmiştim. Meryemce yavaş adımlarla lokantanın önüne geçtiğinde bende ceketimi giyinerek yanına yürüyordum. Yanına geçtiğimde gözleriyle önce arabayı sonra ellerini ceketimin yakasını koyup düzelterek;
"Asi bence artık gerçek sahibini buldu. Asi artık senin biliyorsun dimi"
"Biliyorum, sana verince hız yapacaksın"
"Ah canım sen sanki yapmıyorsun"
Meryemcenin elinden tutup içeriye girdiğimde görüş açıma Savaş, Atabek ve gayet rahat kıyafetler içinde bir kadın aynı masada yemek yiyorlardı. Gül güzeliyle bir masaya doğru yürümeye başladığımızda içerideki herkes, savaşlar hariç ayağa kalkarak selam verip oturmuştu. Meryemceyi bir masanın yanına getirdiğimde sandalyesini çekip oturmasına yardım etmişti. Kafasını yukarıya doğru kaldırdığında anlından derin nefes çekerek öpmüştüm. Karşı sandalyesine geçip oturacakken, dükkanın sahibi Abbas dayı namı diyar arap dayı yanımıza gelmişti. El sıkışırken biraz daha yanaşıp kulağıma;
"Aslanım geleceğini haber etseydin bu iti almazdım içeriye"
"Bilirim dayı sorun yok merak etme. Yemek yiyip gideceğim hanımımla"
Abbas dayı kafasını arkasında kalan Meryemceye çevirip hoş geldiniz dedikten sonra fazla bakmadan bana dönmüştü. Abbas dayı bana tebessüm ederek yanımızdan ayrılmadan biraz yüksek sesle;
"Azrail ağanın masasını donatın Emrullah"
Ben yerime otururken Meryemce elinde telefonu bir şeylere bakıyordu. Biraz onu izledikten sonra elindeki telefonu alıp, ceketimin iç cebine koymuştum. Meryemce gülerek bana baktığında;
"Ama benimle hiç ilgilenmiyorsun Dişi Azrail"
"Aha benim hormonlar sana sıçradı kaprisli Azrail ağam"
"Sana ne demeliyim bilmiyorum!.. Güneşim desem, güneş batıyor... Hayatım desem, hayat kısa... Gülüm desem, oda soluyor... Sana "canım" demeliyim... çünkü bu can seninle yaşıyor"
"Vay Nazım hikmet de, benim taktik sende yaramaz. Hadi bakalım ağam yoldaki mevzuyu anlat"
"Nasıl bir hafıza taşıyorsun merak ediyorum. Hiç bir şeyi unutmaz mısın"
"Dinliyorum Azrail ağam"
" Bak şimdi kış güneşi, Avşin'in ölen sevgilisinin amcasının oğlu var Celal bu adama Savaş, Atabek ve Akın'ın on numaralı arkadaşı ama bu adama Avşin için iki kişiyi öldürdü. Öldürdüğü birinci adam Avşin'in ölen sevgilisi. Gelelim Akın itine bu adam ben Ağalığa geçtiğimde Şuleye aşık olduğunu söyleyince, önceleri yok dedim. Zaman geçtikçe olabileceğini düşündüğümde tam tamam diyordum ki, O ara Kenan periyi istediğini bana söyledi. Peri'yi istedikleri gece bu Akın o gece saçma sapan şeyler istemiş Periden. Ben bunu duyduğumda bu iti öldüresiye dövdüm, üstüne Mardin'den sürdüm. Biraz zaman geçti bu itin İstanbul'da hiç tekin işlerle uğraşmadığını öğrendiğimde rahmetli Hamza ağam uğraşma dedi. Bu Celal'in işini duyduğumda dolaylı yoldan bu iti de yolladım. iki ay önce bunların kudurduklarını geriye döneceklerini duyunca her şeyi elime aldım. Anlayacağın kadınım Savaş ve Atabek yetmiyordu, bunlar çıktı başıma"
"Anladım sevdam ama ağam çok korkmuş gibisin"
"Sorma kar'ım sorma bacaklarım titriyor"
" Ben sana göre güçlü bir karakterim ama kendime göre değilim. Ve ben sana her zaman hayran olacağım. Siyah jaguarım"
Meryemcenin gözünde gördüğüm gururla daha da mutlu olmuştum. Ağızımı açıyordum ki iki garson masayı hazırlamaya başlamışlardı. Ben Meryemceye bakarken, o sessizce lavaboya gideceğini söylediğinde ayağa kalkıyordum ki eliyle hayır demişti. Yavaş adımlarla lavaboya doğru giderken, bende cebimden çıkardığım telefonla Savaşların yanındaki kadının kim olduğunu öğrenmek için, çok güvendiğim bir adamıma mesaj çekmiştim. Cevap mesajı gelene kadar etrafa bakmaya başladım. Gözlerim Savaşların masasına takıldı. Göz ucuyla masaya baktığımda kız gayet ciddi bir şekilde bir şeyler anlatıyordu. Kadının gözleri sanki alev gibi yanıyordu. Kadının bakışlarından rahatsız olduğumda güvendiğim adamdan cevap gelmişti. Cevaba şaşırıp kadına tekrar baktığımda, birden bana huzur veren ses;
"Ağam yavaş beni çirkin bulduğunu keşke yüzüme söyleseydin"
"Ne alaka sevgilim"
"Gözlerin diyorum, mayınlı bölgede geziyor diyorum, oymayayım diyorum"
"Bu gözler senden başkasına kör kadın. Savaş'ın yanındaki kadın hacrkmış ve en önemlisi asistanlık yapacakmış Savaş'a"
"Bize ne ağam sen yemeğine bak"
"Emrin olur hanım ağam"
.................
Yemeklerimizi yerken dükkana Boran gelmişti. Anahtarı Boran'a verdiğimde kapıya çıktı. Yemeklerimiz bittiğinde ayağa kalkıyorduk ki, Abbas dayı yanımıza gelip, elindeki kırmızı gülü gözleriyle göstererek izin istemişti. Gözlerimi sıkıp izin verdiğimde Meryemceye dönerek;
"Ağamız bizim için yıkılmaz duvar gibidir, sende onun gibi güçlü adamın yanında bu kırmızı gül gibi nadidesin"
Meryemce kafasını eğerek, sessizleşince Abbas dayının elinden gülü almıştım. Elimle kapıya doğru buyur edip, Abbas dayıyla son kez tokalaştık. Kapıya çıktığımızda Boran arabayı kapıya getirmişti. Meryemce arkaya geçip oturduğunda bende yanına geçtim. Boran direksiyona oturduğunda yola çıkmıştık. Meryemce birden başını omzuma koyduğunda, Boran'ın yanında bu kadar yakın olmasına şaşırmıştım. Kafamı biraz eğerek başını öpmüştüm. Dikiz aynasından Boran ile göz göze geldiğimizde hemen başını eğmişti. Sessizce yola devam ederken Meryemcenin uyuduğunu anlamıştım.
Konağın önüne geldiğimizde Boran hemen arabadan indi. Boran korumaların yanına gidip bir şeyler söylediğinde, Korumalar hemen arkalarını dönmüştü. Koltuğa biraz yaslanıp, Meryemcenin yüzünü severek;
"Güzelim hadi uyan konağa geldik. Konağa girelim, üzerini değiştir. Hem karnında eminim o jel sabahtan beri rahatsız ediyordur seni"
"Evet kocam uyandım hadi inelim"
"Yanağıma bir öpücük"
"Gece odada öperim gönlümün ilk kıblesi"
"Ney ney"
"Sen benim gönlümün ilk kıblesisin"
"Hadi inelim. yoksa"
"Oldu kocam ben bu kapıdan indim"
Meryemce kendi tarafından inerken, ben onun kaçışına bakarak kendi tarafımın kapısını açtığımda bütün korumalar hazır ol vaziyete geçmişlerdi. Kamil konağın kapısını açtığında Meryemceyle peş peşe konağa girmiştik. Avluya tam girmiştik ki, Minam hızla beni geçip Meryemcenin bacaklarına sarılmıştı. Gözle görünür şekilde sıkıca sarılıyordu. Meryemce uzaklaştırmak istediğinde ağlamaklı yüzüne bakınca Meryemce yavaşça yere çömelip kucağına almıştı kızımızı. Ağızını açıyordu ki, kızımın saçlarını sevip;
"Babacığım ne oldu, kim korkuttu seni prensesim"
"O senin sabah bağırdığın amca var ya, annem için ölecek dedi. Birde benim yakışıklı kardeşlerimi daha çok sevecekmişsin öyle dedi"
"Başka bir şey dedi mi o"
"Dedi piç dedi oda halalar gibi"
" Anladım prensesim, annesi kokulu kızım. Ne annen ölecek nede ben kardeşlerini daha çok seveceğim"
"Babam benim"
Mina'm annesinin koynundan çıkıp sıkıca boynuma sarılmıştı. Kızıma sıkı sıkı sarılıp, Avşin'in yanına yollamıştım. Avşin'le göz göze geldiğimizde bana bir garip dolu gözlerle bakmıştı. Nedenini sonra öğrenmeyi aklıma koyup iç avluya doğru yürüdüm. Arkamdaki ayak seslerine dönünce ufak bir çocuk gibi peşime gelen Meryemceye kaşlarımı çatıp;
"Çabuk odana koca bebek"
Meryemce gülerek arkasını dönüp odamıza yürümeye başladı. Ellerimi açıp gökyüzüne kaldırıp, şükür diyerek babamlara doğru yürümeye devam ettim. Babamlara yanaştıkça Akın efendi önünde meyve tabağı annesinin koynunda keyifle yiyordu. Sabır çekerek babamların yanına yanaştığımda babam ve amcam ayağa kalktı. Elimle oturun demiştim. Ters bir şekilde Akın'a bakıp babamın yanına oturdum. Ağızımı açıyordum ki Kadir ve Serdar yanımıza gelmişlerdi. Kadir elindeki dosyayı önüme koyduğunda, Hazar ve Baran gülerek avluya girdiler. Baran ceketini gösterip, odasına çıkarken Hazar yanıma geldi. Hazar ceketini çıkarırken, cebimden bir kalem çıkardı. Kaleme baktığımda Leyla soylu yazıyordu kalemin üzerinde. Yüzüne güldüğümde, kaşlarını çatmıştı. Ağızını açıyorduk ki Akın vıcık vıcık bir şekilde;
"Dayımın oğlu sende herkesi buraya toplamışsın, mülteci kampı gibi"
"Evet köpeğim eksikti sabah onlarda geldi ikisi dört ayaklı, biri iki ayaklı"
Kezban halam ayağa kalktığında ağızını açmasına fırsat vermeden;
"Sakın ağızını açma hepinizi gebertirim."
Halam yerine sinerken, Akın horozlanmak için fırsat kolladığı belliydi. Akın ayağa kalktığında avluya Kevser halam ve Şule gelmişlerdi. Akın, Şule'yi görüp aşkı gözlerine çıkmıştı. Ne kadar güzel olduğunu söylediğinde Şule garip bir şekilde yerine oturmuştu. Avluya baktığımda herkes hazırdı. Akın'ın hiç bir şeyden haberi olmadığı belliydi. Ağızımı açtığımda Boran avluya girip;
"Ağam Mazhar ağa ve amcası Abidin ağa geldiler"
"Tamam al içeriye"
Boran avludan çıkarken, Meryemce, Leyla, Avşin ve Gülcan bizim odamız tarafından avluya gelmişlerdi. Annem kadınları avlunun yan tarafındaki sedirlere buyur ederken, Meryemce yanıma gelip, üzerimdeki ceketimi almıştı. Ben ona bakarken kolundaki hırkamı yakasından tutup giymeme yardımcı olmuştu. Ellerini yakama koyduğunda sağ omzumdaki eline yanağımı yaslayıp sakalımı sürtmüştüm. Gülerek yanımızdan ayrılmıştı. Meryemce kadınların yanına geçtiğinde Mazhar ağalarda avluya girmişti. Herkes ayağa kalktığında hiç yerimden kıpırdamadan bacak bacak üstüne atıp bekledim gelmelerini.
Mazhar ağalar geldiğinde elimle yerlerini göstermiştim. Mazhar arkasından amcası Abidin ve beklediğim adam Celal gelmişti. Mazhar ağızını açacaktı ki Celal hafif bir öksürükle ;
"Ağam elini öpeyim. Akın ile kesin dönüş yaptık. Sende affet ben akıllandım. Müsaade ederken buradayım artık"
"Müsaade senin kudurmadan duracaksan memleket senin"
Celal homurdanarak yerine oturduğunda, Hazar bıyık altından gülerek;
"Celal sen benim bildiğim duyduğum kaçmıştın. Ne oldu da döndün"
"Geldik işte Hazar ağa. Belki hayırlı bir iş olur"
"Ölüm olmasında hayırlısı olsun"
Celal renkten renge girerken, Akın da Mazhar ağa konuşmaya başladığında renk değiştirmeye başlamıştı. Mazhar ağa yapacaklarını anlatırken, Akın sinirle hop oturup, hop kalkıyordu. Mazhar ağa şuleye göz ucuyla bakıp bir şeyler anlattıkça, Akın sinirden kıpkırmızı oluyordu. Baran yanıma geldiğinde gözleriyle olay tamam demişti. Derin bir nefes alıp, konuşacakken Abidin hafif bir öksürükle ağızını açtığında istesem de olmayacak bir şey olmuştu. Yerde Mina'm ile oyun oynayan oğlum aslan parçam Talha'm üzerindeki hırkasını çıkarıp, Avşin'e uzatarak ''anne'' dediğinde herkes şok olmuş şekilde bakarken Celal birden;
"Ağam ne demek oluyor anne, Abidin ağa sadece sözü verildi ne demek anne"
"Haddini aşma Celal, ölümün benim elimden olmasın. Talhamız Avşin'in Allah katında kocası olan Özel harekat polisi baş komiser Devran Kurt'un oğludur doğal olarak da Avşin'in oğludur"
Talha gülerek yanıma gelip, bacaklarımın üzerine elini koydu. Talha'yı kucağıma alıp saçlarını severken, Baran'ın din görevlisi arkadaşı konağa girmişti. Adam yanımıza oturduğunda, bende derin nefes alıp;
"Gelelim sana Mazhar ağa düğünü konuşmaya geldin. Buda benim başımla gözümle. Bende sana söylüyorum uzatma bir ay içinde yap düğünü al kızı. Bu akşamda Baran'ımın arkadaşıyla dini nikahını kıyalım"
"Bir aydan önce olmaz mı ağam"
Mazhar ağanın ne demek istediğini anlamadığım için gözlerine bakmıştım........
..................................
Umarım beğenirsiniz...
Sizi seven çatlak yazar...
Allaha emanet olun...