
MERYEMCE...
Kurşunlanma olayının üzerinden dört gün geçmişti. Dört gündür aşık olduğum Mustafa'm yoktu sinirli asabi Azrail ağa konaktaydı. Hazar abi tuzağa düştüğümüzü duyduğunda yaralı aslan gibi her yere saldırmış, Baran abimi konakta bırakıp yanımıza gelmek için yola çıkmıştı. Bedirhan abim sabah namazında geliyor, gece geç bir saatte bin tane tembihle gidiyordu. Hazar abimin konağındaki tadilat bitmişti fakat kurşunlanma olayı çözülene kadar gitmeyeceğim demişti. Halaların gittikleri yerden dönmemeleri Mustafa'yı çok daha fazla sinirlendiriyordu. Her geçen gün korumalar çoğalıyor, her gün bir kaç ağa gelip gidiyordu. Dikkatimi çeken ne Yusuf ağa nede Dayım Reşat ağa ne aramıştı ne de gelmişti.
Mustafa o kadar sinirliydi ki çocukların hiç biri bizimle oturmuyordu. Sultan abla onlara mutfak avlusunda kendileriyle birlikte uzun bir masa kuruyordu. Akşamları bizim masamızda ölüm sessizliği varken, gençlerin masasında her akşam ayrı bir kahkaha tufanı vardı. Mustafa'nın onların kahkahasına hiç bir şey dememesi, hepimizi şaşırtıyordu. Cansel evdeki durumu hiç yadırgamamıştı. Çocuklar okula gittiğinde evin kızı gibi Mina ile bebeklerle ilgileniyordu. Keyfi oldukça yerindeydi.
Mustafa'nın diğer kararı da Melek ve Peri'yi konağa getirmek olmuştu. Dört gün geçmişti fakat annemle ve Melek'le hala konuşmuyordu. Peri de abisinin gazabından payına düşeni almıştı tabi ki. İki gün önce akşam Melek eltisiyle konuştuğunda Mustafa'nın sabah oraya gittiğini, sakince konuştuğunu söylemişti. Annemin 'Ağam aba altından sopa göstermiş olmalı ' demesiyle herkes başını sallamıştı. İki gün önce Melek, kızına Yekta mevzusunu açtığında Mihriban başını önüne eğerek olur dediğinde annem 'Kızım ağa dayın istediği diye kabul etme sakın. İstemezsen büyük dayınla konuşuruz' dediğinde Mihriban kibarca 'olur mu anneanne, konuşurum ' dediğinde hepimiz Meleğin büyüttüğü hanımefendiye bakmıştık.
Bu akşam şirketten gelenlerin hepsi biraz rahat gibiydi. Onlara bakarken, Mustafa dört gündür olduğu gibi kaşları çatık sessizce avluya girdi. Odamıza girdiğinde hiç peşine gitmek içimden gelmemişti. Ana kucağındaki oğullarımla ilgilenirken, Sultan ablamlar masayı hazırlıyordu. Kısa zaman sonra masa hazır olduğunda yemek istemesem de masaya oturmuştum. Hepimiz Mustafa'yı beklerken, Hazar abim yanındaki Leyla ile bir mevzu üzerinde konuşuyordu. Onları dinleyecekken bizim odamızdan Mustafa çıktı. Masaya oturup kimseye bakmadan afiyet olsun demişti. Masanın altından bacağına tekme attığımda kaşları çatık bana baktı. Tek kaşımı kaldırıp;
"Nasılsın ağam"
"İyim Hanım ağam sen nasılsın"
"Allaha şükür çoluk çocuk yuvarlanıp gidiyoruz."
"Allaha şükür bir sıkıntı yok inşallah "
"Yok ağam ne sıkıntısı ya kapıda iki tabur adam var. Burnumuzu kapıdan dışarıya çıkaramıyoruz. Masamız ölüm sessizliğinde işin garibi cenazemiz yok. Sustum sustum ama hayırdır ne zaman eski normal hayata döneceğiz merak ediyorum. "
Mustafa kaşları çatık masaya kısa bir an baktıktan sonra;
"Yarın akşam Yusuf ağalar ve Reşat ağalar gelecek hazırlığınız tam olsun"
Annem başını sallarken, tekrar Mustafa'nın bacağına tekme atıp sinirle masadan kalktım. Sedirlere oturduğumda babam Mustafa'ya kurşunlanma olayını sonuca ulaşıp ulaşmadığını sorduğunda, sakince öyle soğuk bir ses tonuyla 'Yapanı bulduk, yarın gece Hazar, Bedirhan ve Baran'la gidip konuşacağız derdi ne diye' dediğinde kanım çekildi. Bu adamın benim kocam olması bazen beni korkutuyordu.
Masada başka bir konuşma olmamıştı dört gündür olduğu gibi. Oğullarımla ilgilenirken Mustafa masadan kalktı. Bize doğru yaklaşıp ana kucağındaki oğullarımızın yanağını severken;
"Bir şey yemedin, biraz daha zayıflarsan sonu hiç iyi olmayacak Meryemce haberin olsun"
"Ay kim diyor bunu dört gündür terör estiren Azrail asi ağa mı"
"Hayır sana aşık olan kocan"
Ağızım açık kaldığında, arkasını dönüp üst kattaki geniş salona çıktı. Kısa zaman sonra bütün erkeklerde salona gitti. Annem Sultan ablaya masayı toplamasını söylediğinde, yanıma oturdu. Kızlar masayı toplarken, sultan abla mutfak tarafında iki büyük semaveri hazırlamıştı. Kızlar masayı tamamen kaldırdığında çaylar önümüze geldi. Erkeklerin çaylarını Eren, Meriç ve Boran salona götürdü. Çayımdan bir yudum almıştım ki Melek gözleri salon tarafında;
"Yengem"
"Canım"
"Abim hiç bir şey diyor mu"
"Melek her gece geç saatte odaya geliyor, banyoya giriyor aşırı kaynar suyla duş alıp yanıma geliyor. Çocuklara biraz göz ucuyla bakıp yanıma uzanıyor"
Annem elini koluma koyup kısa bir an etrafa bakıp;
"Sana soğuk mu davranıyor, seninle konuşmuyor mu"
"Hayır anne konuşuyor. Mustafa bu olaydan sonra kimseyi kırmamak için konuşmama orucu tutuyor. Dört gün önce onun pimini Melek çekti, üzerine olaylar silsilesi iyice doldu. Ağamın patlaması çok kötü olacak"
"Abim eski abim olacak. Azrail ağa olacak "
"Asla Peri, asla. Mustafa'nın eski Mustafa olmasına izin vermem. Gerekirse kendi üzerime çekerim bütün sinirini boşaltması için ama asla izin vermem"
Herkes benim tavrımla başını önüne eğmişti. Soğuyan çayımı Songül'e uzattığımda sessizce doldurmuştu. Çayımdan bir yudum almıştım ki çocuklar merdivenlerden inerken Mina koşarak kucağıma çıkmıştı. Kızımı öpüp koklarken, gözlerim Cansel'i aradı. Kısa zaman sonra üzerinde çalışırken giydiği siyah taytı geniş tişörtüyle yanıma geldi. Yanağımı öpüp;
"Annem ben burada çalışma yapabilir miyim"
"Nerede annem"
"Bu avluda. Sinan abilere çalışma videolarımı izlettim. Hem de biraz çalışırım sende görmüş olursun."
"Tamam kızım kimse yok "
"Şey Mustafa ağa abim sinirli ya kızmasın "
"Kızmaz sanırım"
Cansel yanağımı bastırarak öptükten sonra avlunun ortasına geçti. Ayakkabılarını çıkarıp azcık ısınırken benimde kanım kaynamıştı. Derin bir nefes alıp kendime geldim. Cansel hünerlerini yavaş yavaş göstermeye başladığında gurur duyarken, Eren yanımıza geldi. Kızını izlerken başımla karşısına geç demiştim. Eren başıyla tamam dedikten sonra koşarak mutfak tarafına gitti. Biraz zaman geçmişti ki Eren üzerinde spor kıyafetleriyle kızının karşısına geçti. Cansel gülerek babasından uzaklaştı. Arada ki mesafeyi baya açtıktan sonra koşup havada takla atıp babasının sırtında durduğunda annem ve yengem çığlık atmıştı. Biz annemlere gülerken, baba kız baya sert şekilde hünerlerini sergiliyorlardı. Ayağa kalktığımda Sinan'la göz göze geldik. Bana öyle güzel gururla bakıyordu ki içime sokasım gelmişti. Yanına gidip koluna girdiğimde ağızını açmıştı ki üst avluda alkış sesleri duyuldu. Eren durduğunda hepimiz yukarıya baktık. Mustafa eliyle devam dediğinde biraz daha hünerlerini sergilerken, Sinan kulağıma yaklaşıp;
"Yengem"
"Sinan sakın söyleme zaten kendimi zor tutuyorum."
"Amcam biliyor mu yengem"
"Biliyor amcanla bir iki defa onun spor odasında antrenman yaptık."
"Yenge o videolardakinin senin olduğuna inanmak istemedim önce biliyor musun"
"İnşallah çalışma videolarımdır"
"Onlarmış, bir tanede Yasin abi çekmiş Çınar abiyle önce boks, sonra kickboks en son bu Cansel'in yaptığı neyse"
"Yapıyorduk bir şeyler"
"Yenge sen çok güçlüsün dimi"
"Bilmem mesela şuan merdivenleri inen azrail olan adamdan güçlü değilim"
Sinan'da benim gibi merdivenlere bakarak;
"Ah o adam yok mu adam. Hem rol modelim, hem her şeyim"
"Niye seni çalıştırmasını istemiyorsun"
"Beni senin çalıştırmanı istiyorum"
Ağızımı açmıştım ki Mustafa arkamızdan geçerken, hafif öksürdüğünde Sinan başını eğdi. Avluya baktığımda Eren ve Cansel birbirine sarılarak yanımızdan ayrıldılar. Sinan'ın saçlarını karıştırıp sedirlere geçtiğimde, Sinan kardeşlerini alıp avludan ayrılmışlardı. Onlar merdivenlere giderken, Mina'm bacağıma sarıldı. Ona baktığımda yüzüme bakıyordu. Yere dizimin tekini koyarak gözlerimizi birleştirdim. Mina'nın yanağını severken hafif ateşi olduğunu fark etmiştim. Göz kırpıp;
"Neşem, prensesim ne oldu"
"Sizinle yatabilir miyim bu akşam anne"
"Tabi yatabilirsin de bir şey mi oldu? sanki biraz ateşin var"
"Babamı özledim anne ben. Hani kimseyle çok konuşmuyor ya belki yanınıza gelirsem azcık görürüm"
"Babandan korkuyor musun bebeğim. "
"Yok korkmuyorum anne. Ben onu özledim sadece. Hem biliyorum bize kızmıyor yaramazlık yapan adamlar varmış onlara kızıyormuş. Ben bir tek senden korkuyorum anne"
"Benden mi"
"Evet cellat anne gelmesin tamam mı söyle gelmesin"
"O nereden çıktı Mina"
"Şey anne dün Cansel ablamla otururken devim aradı. Onunla konuşuyorlardı. Cansel ablam senin için dedi ki annem sakin. Devim dedi ki korkmayın cellat olmaz. Anne cellat olmazsın dimi"
"Mina'm korkma baban yanımızda onun için ben cellat anne olmam. Hadi git bakalım odana pijamalarını giyin gel"
Mina koşarak odasına giderken, Mustafa sedirden kalktı. Nereye gidiyor diye bakarken, merdivenlere doğru bir kaç adım atmıştı ki Melek öyle acı çeker gibi abi demişti ki hepimiz ona baktık. Avlunun ortasında sırtı hepimize dönük olan Mustafa'ya;
"Abi, abim. Herkesin ilk aşkı babasıyken Peri ve benim ilk aşkımız sensin. Kurban olayım abi affet beni. Biliyorum söylemeliydim. Senden bir şey gizlememeliydim. Ne olur abi bak artık yüzüme, ya sen en sinirli halinde bile bizi gözlerinle severdin. Abim, dışı ateş olsa da bize serin olan abim ne olur "
Herkes Meleğin dediklerine üzülürken, Ali karısına sarıldı. Melek hırçın bir kuş gibi Ali'yi etrafından itip Mustafa'ya koştu. Arkasından sıkıca sarılıp, hıçkırıklarını abisinin sırtına saklarken;
"Özür dilerim abim, aslan abim, ağa abim özür dilerim. Ben hatalıydım. Ben düşünmeden konuştum. Abi ne olur affet beni ne olur"
Annem ayağa kalkıp;
"Yetmedi mi oğlum cezası. Affet artık. Ali bile affetti. Hadi ağam, hadi aslan oğlum. "
Biz anneme bakarken, Mustafa, Meleğe dönerek sıkıca sarıldı. Alnını öperek gözlerini kapadı. Kısa bir süre öyle durduktan sonra tek kolunu kaldırdı. Kim için kaldırdığı belliydi. Peri koşarak abisinin kolunun altına girdi. Mustafa onunda alnını öpüp kokusunu içine çektikten sonra;
"Benden bir şey gizlemeyin en kötü bir olayda olsa asla saklamayın. Sizler benim çatım altında değilsiniz ki halinizi bileyim. Ben sizin kirpiklerinizi kırpmanızdan anlardım nasıl kaçırdım bu durumları, en çok kendime kızıyorum. Güzel, huzur bacılarım ben sizin abinizim."
Mustafa bacılarıyla çalışma odasına doğru giderken, sedire oturmuştum. Herkes müsaade isteyerek odalarına geçerken, Mina gülerek yanıma geldi. Annem ve babamdan müsaade alıp acıkan oğullarımı ana kucaklarıyla elime alarak önümde Mina ile birlikte odamıza yürüdüm. Kapının önüne geldiğimizde Mina kapıyı açmıştı. Odaya girdiğimde Mina kapıyı kapadı. Ana kucaklarını yere koyduğumda başımdaki tülbenti ve boneyi çıkartırken, Mina kardeşlerinin ana kucağındaki kemerlerini açıyordu. Saçlarımı lastikten çözdüğümde Mina bana gülerek bakmıştı. Oğullarımı tek tek ana kucağından alıp yatağın üzerine bıraktığımda mızmızlanmaya başlamışlardı. Mina yavaşça banyoya girerken bende yatakta bağdaş kurdum. Mirza'yı kucağıma aldığımda Mina elini yüzünü yıkamış yanıma geldi. Ömer'in yanına uzandığında;
"Annem nasılsın konuşamıyoruz uzun zamandır"
"Evet annem. İyiyim çok iyiyim. "
"Nasıl geçti tatilin eğlendin mi"
"Çok eğlendim. Evin altındaki havuzda yüzdüm. "
"Çınar yanında mıydı"
"Sabah kız kıza yüzdük hep içerideki havuzda, abimler biz yüzerken maç izliyorlardı. Akşam olduğunda abimler, devim, Yasin hep yüzdük. "
"Ne güzel, peki başka"
"Hım gezdik, lunaparka gittik. Alışveriş yaptık. Senin bahçende gezdik. Yatla gezdik. Birde şeye gittik alex'in hayvanat bahçesine gittik"
"Nereye gittiniz Mina nereye"
"Alex vardı ya hani her tarafı renkli renkli dövme olan. Onun büyük hayvanat bahçesine gittik. Biz gezerken Pars, Yasin ve Devim arka taraftaki timsahların, aslanların olduğu yere gitti. Biraz daha gezdikten sonra aslan ve timsahları gördük yüzleri kandı yine. Arabada Mihriban ablam devime sordu. Yaralı ölmekte olan hayvanları attıklarını söyledi. Anne onlar öyle canlıları mı yiyor"
"Evet bebeğim evet. Başka bir şey var mı annem"
"Yok anne. Bir gece ben ablamlarla yattım. Sinan abim devimle terasta kahve içmeye çıktı"
"Anladım prensesim. Çok eğlendin yani"
"Evet annem çok"
Mina gülerek başını sallarken, odanın kapısı açıldı. Mustafa ağır adımlarla içeriye girdiğinde Mina uzandığı yerden kalkıp biraz daha bana sokulup başını koluma koydu. Başımı başının üzerine koyduğumda Mustafa, kızıyla göz göze geldi. Çatık olan kaşlarını düzeltip tebessümle üzerindeki ceketi dilsiz uşağa asarken;
"Merhaba birtanem"
"Merhaba babası"
"Annesi, Mina dilini mi yuttu. Yoksa fareler mi yemiş benim güzel küçük çawreşamın dilini"
"Yok babası az önce gayet güzel konuşuyordu. Belki başka bir şey vardır"
"Vay canına ne olabilir ki düşüneyim"
Mustafa ellerini cebine koymuş başını yukarıya kaldırdı. Düşünür gibi dururken, Mina yataktan indi. Babasına koşarken, Mustafa hemen eğilip kollarını açtı. Mina babasının boynuna sıkıca sarılırken, Mustafa gözlerini kapamış kızının kokusunu içine çekiyordu. Mina derin bir nefes alıp birden hafif yüksek sesle;
"Baba kokuyor baba"
Mustafa'nın gür kahkaha sesi odayı doldurduğunda Mirza ve Ömer anlamış gibi sanki onlarda gülmüştü. Ben onlara kısa bir an baktıktan sonra tekrar önümdeki güzel manzaraya bakmaya devam ettim. Mustafa kızımızın yanaklarını öptükten sonra;
"Bebeğim nasıl özledim seni"
"Nasıl özledin babacığım"
"Çok özledim. "
"Bende çok özledim. Hem ben niye yanına gelmedim biliyor musun?"
"Neden "
"Sen sinirliydin, beni üzme diye gelmedim. Ben üzülseydim sen daha çok kızardın. Ben onun için gelmedim canım babacım"
"Akıllı kızım"
"Kahraman babam, asi sinirli yakışıklı babam"
"Mina'm bu akşam beraber yatalım mı?"
"Ben onun için geldim ki"
"Yok sadece benimle yat"
"Ya annem"
"O da oğullarıyla yatsın"
"Ama sen ikimizle yat babam. Sen ikimize de sarılabiliyorsun. Bir annemin başını öpüyorsun birde benimm"
Mustafa gülerek bana baktığında kaşlarımı çatarak başımı çevirdim. Mirza doymuş, gözleri kapanırken onu beşiğe koyduğumda, Mustafa beni umursamaz şekilde kızımı yatağa bırakıp tekrar dolaba yürüdü. Mina karşımda bağdaş kurup oturduğunda Ömer'i kucağıma aldım. Ömer karnını doyururken, Mustafa elinde kıyafetleriyle banyoya girdi. Kısa bir an banyo kapısına baktığımda Mina birden;
"Anne sen niye benim babama gülmedin. O sana güldü sen kaşlarını çattın"
"İşte"
"Ne demek işte ayıp ayıp sen benim babama gülmedin"
"Bak bak niye ayıpmış"
"Çünkü o benim ilk aşkım babam."
"Bak ya benimde ilk aşkım"
"Ama önce beni sevdi bir kere babam."
"Bak sen "
"Baktım ne oldu anne"
Mina ile gülerken, Mustafa odaya girdi. Mina yanıma uzandığında Mustafa elindeki havluyu kenara bırakıp benimle Mina'nın arasına uzandı. Sırtını bana dönerek kızımıza sarıldı. Onları kısa bir an izledikten sonra karnını doyurup kucağımda uyuyan Ömer'i de beşiğine koydum. Oğullarımın üzerini örtüp yataktan emekleyerek ayak ucundan indim. Dolaptan eşyalarımı alıp banyoya yürürken kızına sıkıca sarılmış adama baktığımda kapalı olan gözlerini açtı. Bir şey demeden banyoya girdim. Üzerimi, çıkarırken Mustafa'ya niye kızdığımı düşünüyordum. Kendi halime gülüyordum. Mina'dan mı kıskandım yine kocamı.
Kısa bir duşun ardından üzerimi giyinerek odaya girdiğimde komedinin üzerindeki telefonum çalıyordu. Telefonu elime aldığımda arama bitti. Ekrana baktığımda Yasin'in dört defa aradığını gördüm. Elimle telefonla kütüphaneye geçip berjerime oturdum. Telefonu elime aldığımda Yasin tekrar aradı. Hemen açtığımda;
"Meryemce çok özür dilerim bu saatte rahatsız ettim"
"Önemli değil diyeceğim ama sen bana adımla hitap ediyorsan bir sıkıntı var demektir"
"Meryemce şey hımmm"
Ağızımı açmıştım ki kütüphaneye Mustafa girdi. Kaşları çatık kendi berjerine oturduğunda, telefonun ucundaki ağızında bir şeyler geveleyen Yasin'e;
"Ne Yasin ne, Ne oldu İstanbul'da"
"Meryemce, dün Nevin Dalgan'ı kaybettik. Ali Reha ablama söylemeyeceksiniz dediği için Hünkar cenazeden sonra söyleriz dedi. Başımız sağ olsun"
"Cenaze kalktı mı ? ben geliyorum şimdi"
"Bu gün öğlen kalktı. "
"Sen inşallah Ali Reha'nın yanındasın "
"Yok değiliz. Bizi istemedi"
"Tamam sen yarın yok yarın olmaz sen kapat yarım saat sonra sana döneceğim"
"Tamam Meryemce"
Telefonu kapadığımda biraz durdum. Derin bir kaç nefes almıştım ki sağ dizimin üzerinde bir sıcaklık hissedince sağ tarafıma baktım. Mustafa ciddi bir yüz ifadesiyle;
"Biri mi öldü sevgilim"
"Kocam az bana zaman ver birini aramam lazım. Telefondan sonra konuşalım"
Mustafa başını salladığında telefonumun rehberinde Ali Reha'nın numarasını bularak aradım. Bir iki defa çaldıktan sonra açıldı. Derin nefes duyduğumda alt dudağımı ısırdım. Bir hıçkırık sesi duyduktan sonra;
"Ablam"
"Ciğer parçam, küçümenim "
"Abla annem artık yok. Artık acı çekmiyor abla"
"Duydum oğlum başımız sağ olsun. Sen beni niye istemedin "
"Abla bu cenaze sana ağır gelirdi. Abla hem ikizler var hem de ablam işte"
"Tamam sen yine beni düşündün anladım. Ali'm bak şimdi beni iyi dinle yarın ve ertesi gün her şeyi topluyorsun ama her şeyi. Ben sana uçak biletini keseceğim üçüncü gün yanıma geliyorsun tamam mı?"
"Abla "
"Ali Reha ikiletme beni"
"Tamam abla, akşama olsun olur mu abla"
"Tamam oğlum. Bana kalsa şimdi gelir ben alırım seni ama işte"
"Ah ablam ah. İyi ki varsın ablam"
"Sende oğlum sende. Daha fazla ağlama tamam mı"
Telefonu kapadığımda hemen Yasin'i aradım. Yasin açtığında alo diyecekken;
"Yasin, iki günde her şeyi toparlamasına yardımcı ol. Bileti sabah keseceğim. Üçüncü günün akşamı yanımda olacak Ali Reha"
"Tamam sen merak etme kendim getireceğim. Bilet kesme"
"Hava alanından sonra kendi gelsin. Sakın getirme"
"Tamam "
Telefonu kapadığımızda kendimi daha fazla tutamadım. Gözlerimi sıkıca kapadığımda göz yaşlarım isyan eder gibi ağlıyordum. Hıçkırıklarım beni boğmaya başladığında Mustafa bileğimden tutup kucağına çektiğinde itiraz etmeden kucağına sindim. O saçlarımı okşarken, göz yaşlarımı sevdiğim adamın göğsüne akıtıyordum.
Biraz kendime gelmeye başladığımda Mustafa alnıma dudaklarını bastırdı. Derin anlamlı bir öpücük kondurup yanağımı severken;
"Meryemce'm yavrum"
"Bana yavrum deme"
"Niye? ben sana yavrum demeyi çok seviyorum"
"Ben sevmiyorum, sanki böyle ben"
"Sakın Meryemce Alibeyoğlu bitirme o cümleyi. Ne ben bir şerefsizim, nede sen o tür bir kadınsın. Ben sana yavrum derken ilk yavrum, bebeğim, korumak için canımı ortaya koyduğum minik kuzum manasında diyorum. Ben senin gözlerine baktığımda gördüğüm kız çocuğuna diyorum yavrum."
"Ben özür dilerim kocam"
"Ömrüm, ömrümü adadığım dileme. Sen söyle bakayım kim öldü ki bu kadar kötü oldun"
"Eskilerden kalma bir abla kocam. Kıymetli masum bir kadın"
"Seni çok etkiledi. Peki aradığın oğlu muydu"
"Evet ama aslında o çocuk o -"
Konuşmamı kesen içeriden gelen inleme gibi bir sesti. Mustafa'nın kucağından kalkıp içeriye girdiğimde Mina elini karnına koyarak banyoya girdi. Mustafa yanıma gelmişti ki banyodan ağlamaklı Mina'nın sesi geldi. Hemen banyoya girdiğimde Mina banyodaki kovanın önüne diz çökmüş hem kusuyordu hem de ağlıyordu. Yanına oturduğumda, Mustafa da yanımıza gelip bir eliyle saçını yüzünden alırken, bir eliyle başını tutuyordu. Mina biraz daha midesini boşalttığında, bana bakıp ağlayarak 'karnım ağrıyor' dediğinde kucağıma alacaktım ki Mustafa Mina'nın kollarından tutup duşa kabine koydu. Üzerinden pislenen pijamalarını çıkarıp suyu açtı. Ilık suyu kızımızın üzerine tutarken, bende saçındaki tokayı çıkardım. Mina elini karnına koyduğunda Mustafa fazla dayanamamış olacak ki Mina'yı kucağına alıp suyun altına girdi. Mina'nın karnını ovarken, Mina ağlamaklı;
"Baba çok ağrıyor karnım"
"Ah kara kızım ah. Sende o soğuk meyve sularını içmeyecektin"
"Çok ağrıyor baba"
"Tamam geçecek bebeğim az bekle"
Mustafa, Mina'nın saçlarını yavaşça yıkarken, bir taraftan şakağını öpüyordu. Mina biraz rahatlamış olacak ki başını babasının göğsüne yaslamış bekliyordu. Mustafa, Mina'yı ayağa kaldırdığında Mina ona bakmıştı. Mustafa bana dönerek;
"Sen havlu getir de kızımı çıkaralım annesi"
Başımı sallayarak hemen havlu getirdiğimde, Mustafa edebiyle başını başka tarafa çevirdi. Mina'nın üzerindeki ıslak duran çamaşırlarını hemen çıkarıp kızımı havluya sardım. Mina'yı kucağıma alıp odaya koltuğun üzerine bıraktım. Mina bana bakarken Mustafa'ya kuru çamaşırlar elime alıp banyonun kapısını çaldığımda Mustafa'nın gel demesiyle içeriye girdim. Mustafa belinde havluyla beni bekliyordu. Hemen içeriye girip odamdaki Mina'nın yedek kıyafetlerini giydirdim. Mina'yı kucağıma oturttuğumda Mustafa banyodan odaya girdi. Üzerine hırkasını alıp odadan çıktı.
Ben Mina'nın saçlarını örerken, Mustafa elinde bir bardak süt ve ekmek parçasıyla yanımıza geldi. Mina'nın önüne bağdaş kurup, kızımıza süt ve ekmeği yediriyordu. Benim örmem bittiğinde Mina'nın sütü de bitti. Mustafa boş bardağı bana uzattığında elinden aldım. Mina babasının bacaklarına oturup yüzünü babasının göğsüne yasladı. Gözleri kapanırken Mustafa'nın kalbinin üzerini öptükten sonra uykulu sesiyle 'Babam, Allah seni iyi ki bize verdi' dediğinde Mustafa sıkıca sarıldı kızına.
Biraz öyle durduktan sonra Mustafa kucağında uyuyan kızıyla ayağa kalktı. Yatağa yürürken duvardaki saat gece üçü gösteriyordu. Mustafa kızımı yatağa bırakıp yanına uzandığında bende yatağa doğru bir adım atmıştım ki beşikte asilerim mızıldanmaya başladılar. Beşik tarafına geçip oğullarıma baktığımda uyuyorlardı. Hemen yatağa geçip Mustafa'nın arkasına geçtim. Mustafa sol koluna doğru yatıp kızımıza sarıldığı için bende başımı kocamın sırtına koyacaktım ki Ömer ağlamaya başladı. Yatakta sertçe oturduğumda Mustafa gülerek;
"Ah canım marabam, beni sabah namazına kaldır olur mu? Ömer bir saat, Mirza da peşine uyanır bir saatte o "
"Olur ağam olur. Sana kızınla iyi uykular"
Ömer'i kucağıma aldığımda susmuştu. Ömer karnını sessizce gözleri kapalı doyururken, esnemekten ağızım yırtılacaktı. Ömer emmeyi bıraktığında beşiğe koymak yerine Mustafa ile kendi arama yatırdığımda gözlerini açtı. Elleriyle ayakları hareketlenmişti. Mustafa'nın sırtına vururken Mirza'yı kucağıma aldım. Mirza emerken bir taraftan hiç uykusunu bölmüyordu sanki. Göz ucuyla Ömer'e baktığımda, Mustafa arkasına dönerken, elimi sırtına koyduğumda;
"Hala uyanığım hatun"
Mustafa dikkatli dönerek sol göğsüne kızımı yerleştirip, Sağ göğsüne birlikte Ömer'i yatırdık. Ömer inanılmaz bir şekilde kısa süre sonra gözlerini kapattı. Mustafa, Ömer'in sırtına hafif vururken, minik dudakları ablası gibi hafif açılmıştı. Mirza doyduğunda göğsüme yatırıp uykusunun içinde gazını çıkardığımda Ömer'de hafif gazını çıkardı. Bir an sanki zaman durdu. Mustafa, Ömer, Mirza, Mina ve ben biz ne güzel olmuştuk. Gözlerim sulandığında başımı sallayarak kucağımdaki oğlumu beşiğe koydum. Ömer'i yavaşça Mustafa'nın göğsünden alıp Mirza'nın yanına koyup üzerini örttükten sonra Mustafa ve Mina'nın üzerini örttüm. Yatağa uzanıp başımı Mustafa'nın göğsüne koyuyordum ki telefonum çalmaya başladı. Sinirle komedinin üzerindeki telefonu elime aldığımda arayanın Hazar abim olduğunu görünce hemen açmıştım.
"Efendim abi"
"Kız kumam çok çok özür dilerim uyandırdım bu saatte"
"Yok abi daha uyumamıştım. Ne oldu"
"Eyvah yarın kesin Azrail ağa, Mustafa'm beni gebertecek"
"Abi ne oldu dedim ama"
"Dila'm, Leyla uykusunda ağlıyor. Mihriban annem ve Mirza babam duymuşlar beni çağırdılar. Ne yapsak uyanmadı. Elleri yanında yumruk vaziyette durmadan ağlıyor"
"Geliyorum abi tamam"
Telefonu kapadığımda, yavaşça yataktan indim. Üzerime dolaptan feracemi almıştım ki;
"Ne olmuş gül güzelim"
"Leyla'nın uykusunda sinirleri boşalmış, uyanmıyormuş ve sürekli ağlıyormuş. Dün amca oğlu aramıştı beni sürekli dava eden vardı ya o. Tehdit etmiş, onun yüzünden olmuştur. Kurban olayım yapalım artık şu düğünü"
"Niye ki gülüm"
"Çünkü güçlü bir adamın yanında kendini her gece güvende hissedecek. Onun içinde hala ufacık bir kız çocuğu var. O hiç baba sevgisi, güveni hissetmedi. Onun sağlam bir çınara ihtiyacı var"
"Anladım karım anladım. Hadi git "
"Tamam "
Kapıya doğru bir adım atmıştım ki;
"Bende geleyim istersen"
"Gerek yok sen bebeklerimizin yanında dur"
Mustafa başını salladığında, tülbentimi biraz düzeltip odadan çıktım. Merdivenleri biraz hızlı çıkıp babamın odasının tarafına yürüdüm. Leyla'nın odasının kapısı açıktı. İçeriye girdiğimde Hazar abim koltukta sinirle kıpkırmızı oturuyordu. Leyla uykusunda ne söylemişti acaba. Babam beni görünce;
"Babam, niye uyanmıyor kolonya bile koklattık"
"Beni bekliyor baba. O gün tabi siz bilmiyorsunuz dimi. Annesinin cesedini gördüğü zaman ben onu oradan gidip aldım. Ben bunu size sonra anlatayım. Leyla bilinç altına benim kokumu güven olarak attığı için benim veya Mina'nın kokusunu duyması lazım. Ben şimdi onunla konuşurum. Beni hisseder"
"Yağız kim peki babam"
"Ah o tövbe yarrabbim. Amcasının oğlu baba. Zaten iki tane amcası var"
"Anladım kızım"
Babam ve annem bana bakarken, Leyla'ya yaklaşacaktım ki Hazar abim gür bir sesle, sinirli olduğunu belli ederek;
"Peki niye Yağız git yalan konuşuyorsun diyor"
"Dün sabah o aramış, bir kaç tehdit savurmuş. Para istemiş yoksa babanı senin öldürdüğünü söylerim demiş. O da senden utandığı için sana söyleyememiş, utanmış zaten onun senin karşında hep bir tarafı ezik "
"O it kim lan benim karımı tehdit ediyor. Meryemce gebertirim onu"
"Sakin abim sakin"
Hazar abim ayağa kalktığında cebimdeki telefonumu çıkardım. Mail adresime girip istediğim dosyayı bulup;
"Abi şu belgeye bir baksana demin geldi. "
"Meryemce şimdi"
"Evet şimdi sen çık dışarda hallet, annem babam sizde odanıza geçin ben Leyla'yı kendine getiririm"
Hazar abim benim telefonumu sinirle eline alıp odadan çıktığında, babam ve annem yanağımı öpüp odadan çıktılar. Kapıyı kapatıyordum ki Hazar abim içeriye girdi. Telefonu bana uzatıp;
"Nasıl uyanacak benim karım"
"Bak şimdi git karının yanına uzan, sıkıca sarıl kendine gelecek emin ol"
"Nasıl yani"
"Abi kurban olayım o kadar uykum var ki hadi"
Hazar abim Leyla'nın yanına uzanıp kendine çekti. Başı Hazar abimin kalbinin üzerine geldiğinde bir an sanki irkildi. Abimin karnının üzerindeki yumruk olan eli açıldı. Ağlaması durduğunda;
"Meryemce bu nasıl oldu"
"Abi Leyla'nın artık sana ihtiyacı var. Sen onun güvendiği dağı oldun farkında değilsin. Bak koltuğun üzerinde senin hırkan var. Sen bilmiyorsun ama bizim kurşunlanma olayından sonra sende gideceksin sandığı için yanında tutuyordu"
"Meryemce sen nasıl anlıyorsun bunları"
"Ah benim sevdiklerimi yada daha doğru insanları çözmem fazla zaman almaz. Birde Leyla benimle büyüdü diyebilirim"
"Peki Dağ keçisi senin araban niye zırhlı "
"Oldu abiciğim ben gideyim, Hayırlı geceler "
"Meryemce"
"Abi inan bu konular çok ama çok uzun mevzular. Zamanı geldiğinde siz üç abim ve pek kıymetli ağama anlatacağım ama şimdi değil. Bu arada hepinizin arabalarına yaptıracağım"
"Peki Meryemce o arabada zırh olmasaydı"
"Olmasaydı şuan benim ve Mustafa'nın yasını tutuyor olurdunuz. Kurşunlar hiç arkadan gelmedi hep önden geldi. Hiç kimse cama bakmadı o sinirle ama ben baktım. Mustafa'nın tarafında on dört, benim tarafta on beş kurşun izi vardı."
Hazar abim bana bakmak yerine arkama bakıyordu. Derin bir nefes alıp arkama baktığımda Mustafa sağ eli cebinde bana bakıyordu. Bir adımla tam önünde durduğumda;
"Demek öyle hanım ağam "
"Nasıl ağam"
"Camlar niye kurşun geçirmez, araba zırhlıydı"
"Ağam sonra anlatsam olur mu"
"Olur hanım ağam olur"
Mustafa elimi tutup sol kolunun altına alıp, Hazar abime döndüğünde;
"Hazar "
"Efendim ilk aşkım"
"Hadi biz gidiyoruz"
"Gidin gidin hazır Mirza babama yakalanmadan karıma sarılıp uyuyayım"
Odadan çıkarken Hazar abim;
"Meryemce teşekkür ederim"
"Ne demek artık senin olan işlere karışmam"
Mustafa ile odadan çıktığımızda yavaşça merdivenlere yürüdük. Merdivenlere inerken;
"Kocam"
"Efendim garım, hatunum, Zevcem, Refikam, Hanımım "
"Mustafa'm bir dur ya"
"Söyle hanımağam"
"Mina dedi ki benim ilk aşkım babam dedi"
"Sende kıskandın mı"
"Galiba, niye sen herkesin ilk aşkısın"
"Nasıl"
"Melek öyle dedi, Peri öyle dedi, Mina öyle dedi, bak şimdi Hazar abimde öyle dedi"
"Ah benim güzel sultanım, hanımım sevin bence benimde ilk aşkım sensin"
"Benimde ilk yârim son aşkımsın"
"Meryemce en yakın zamanda seni kaçıracağım"
"Nereye "
"Baş başa kalabileceğimiz bir yere"
"Benim çok uykum geldi"
Mustafa gülerek merdivenin sonunda bir anda kucağına alınca boynuna sarıldım. Yüzümü boynuna sakladım. Bir kaç adım atmıştı ki;
"Karım çok zayıfladın çok"
"Farkındayım"
"Meryemce yemek ye ne olur"
"Tamam"
Odaya girdiğimizde Mustafa kucağından indirdiğinde bir kaç adım atmıştım ki Mina uyandı. Hayır der gibi başımı sallarken, Mustafa yanıma gelip; "Sen yat ben bakacağım" dediğinde Mina'm 'anne' dedi. Kızımın yanına gittiğimde sıkıca boynuma sarıldı. Yanağımı öpüp;
"Midem bulanıyor anne"
"Çıkaracak gibi misin annem"
"Yok ağrıyor, babam severse geçer"
Mustafa tebessümle yatağa ayak ucundan emekleyerek geldiğinde Mina hemen babasının yanına uzandı. Başını göğsüne koyduğunda bende yerime geçtim. Saate baktığımda ezana bir şey kalmadığını gördüm. Uyku beni içine alıyordu ki ezan sesini duydum. Ezanın bitmesini bekledikten sonra yataktan kalkıyordum ki Mustafa da Mina'nın başını yastığa koydu. Mustafa ile peş peşe yataktan kalktık. Mustafa elini yanağıma koyup;
"Nefesine yandığım, önce sen abdest al. Beni beklemeden hemen namazını kıl ve yat"
"Olur kocam"
Banyoya girip hemen abdest alıp odaya girdiğimde Mustafa yoktu. Seccademi serdiğimde kocam odaya girdi. Elindeki telefonu fark etsem de bir şey demedim. Banyoya girdiğinde namazıma niyetlendim. Namazımın sünnetini kıldığımda Mustafa odaya girdi. Namazım bittiğinde o kılıyordu. Duamı edip ayağa kalktığımda çocuklarımın mırıldanmalarıyla mutlu olmuştum. Yatağa uzandığımda, Mustafa namazını kılmıştı. Yanıma uzandığında hemen başımı göğsüne koydum. Uyku beni bekletmeden içine çekmişti
.................................................................
Gözümü açtığımda boş beşikle karşılaştım. Uyurken döndüğümde Mustafa sıkıca belime sarılmış başını başımın üzerine koymuştu. Yerimden hafif kıpırdandığımda Mustafa uykusunda sakallarını yanağıma sürdüğünde;
"Kocam "
"Hımmm"
"Hadi kalk"
"Yok az daha yatalım. Annem az önce oğullarımızı aldı ve gitti"
"Görüyorum beşik boş. Mina uyuyor mu"
"Uyu güzel karım. Sadece iki saattir uyuyorsun"
"Kalk kahvaltı edelim"
"Uyu Meryemce"
Mustafa'yı nasıl ayıltacağımı bildiğim için;
"Bir dakika benim aklıma şimdi geldi. Sen annemle ne zaman barıştın"
"O gün barışmıştım. Meleğin bir ceza hak ettiğini söylediğimde kendini af ettirmek için bana yardım etti"
"Anladım. Peki benim ne suçum vardı. Dört gecedir onları düşünmekten uyuyamadım"
"Diyarbakır'dan dönerken sana söyleyecektim. Dönüş yolunda olanlardan sonra çok daha sinirlendim. İki gün sonra gece söylemek için ağızımı açmıştım ki bir şey fark ettim. Sen nasıl nazlı, nasıl hanımdın. Baktım ki daha çok rahatlıyorum senin yanında. Meryemcem ben azrailken, ateş olup etrafı yakarken, sen sakin oluyorsun ya, su oluyorsun ya hep öyle ol kurban olayım. Bak karım hakkını savunma demiyorum ama"
"Tamam, tamam anladım hadi kalk. Kahvaltıyı kaçırmak istemiyorum"
Mustafa yataktan kalktığında, bende sırt üstü yatarak tavana baktım. Biraz düşünürken, Mustafa banyodan çıktı. Dolabın önüne geçtiğinde bende yataktan kalkıp banyoda elimi yüzümü yıkayıp odaya tekrar döndüğümde Mustafa siyah takımını giymiş, ceketini eline almıştı. O odadan çıktığında bende üzerime günlük şeyler giyinmiştim ki telefonum çalmaya başladı. Aynalı şifonyerin üzerinden telefonu elime aldığımda ekranda gördüğüm isimle şaşırdım. Hemen açıp;
"Serdar abi"
"Meryemce kızım nasılsın"
"İyiyim Serdar abi sen nasılsın"
"İyiyim güzel kızım. İnci ablanla kahvaltı ediyoruz. Sana selamı var"
"Ve aleyküm selam Serdar abi. Sende söyle"
"Ve aleyküm selam Meryemce. Abim ben seni niye aradım biliyor musun?"
"Yusuf Kerem Hünkar kayıp mı yine"
"Yok bu gün bütün evlatlarım yanımda, hepsi bahçede görüyorum. Ben seni duyduğum ve gördüğüm şey için aradım"
"Nedir abi"
"Mert, Meryemce"
"Hayırdır abi"
"Meryemce, Mert Cengiz amcan ve sincanlıyla görüşüyor"
"Nasıl yani"
"Kızım bak Mert"
"Serdar abim Kerem biliyor mu bu durumu"
"Biliyor senin gazabından korktuğu için araştırıp emin olarak söylemek istiyorum dedi ama bu konularda beni biliyorsun"
"Tamam Serdar abi, Hünkar çözsün bana döner o. Bende o zamana kadar biraz bakarım. İnşallah öyle bir şey yapmıyordur Serdar abi"
"Meryemce, sana bir şey olmasın kızım. Rahmetli Cevdet'in dediği olacak diye korkuyorum."
Ağızımı açıyordum ki Serdar abinin arkasından Hünkarın sesi geldi.
"Korkma baba o senin cenazede gördüğün kız değil artık. Dostum sen sadece gözlemle, ben araştıracağım. "
"Tamam Allaha emanet herkese selam "
"Tamam kızım kendine dikkat et abim"
"Olur serdar abim olur"
Telefonu kapatıp, tülbentimi iğneledim. Telefonumu cebime koyarak odamdan çıktığımda masada bir tek ben eksiktim. Biraz hızlı adımlarla masaya yaklaştığımda Mustafa afiyet olsun demişti. Sandalyeme oturduğumda çocukların masada olması çok hoşuma gitmişti. Kahvaltının ortalarına doğru Mert'in telefonu çalmıştı. Mert cebinden çıkarıp baktıktan sonra Mustafa'dan müsaade alarak yerinden kalkıp masadan uzaklaştı. Göz ucuyla Mert'i takip ediyordum. Tavırlarından bir şey gizlediği, tedirgin olduğu belliydi. Telefonu kapatıp masaya yaklaşırken, önünden geçen Mina'yı biraz itince iyice sinirlendim. Masaya yerine oturduğunda ağızımı açıyordum ki Mina Mert'in yanına geldi. Elini koluna koyup;
"Mert dayı, hani bana geçen söz verdiğin bebek vardı ya onu ne zaman alacaksın"
Mert biraz gür bir sesle rahatsız olmuş gibi;
"Tamam Mina bakacağım bir ara"
Mina başını sallayarak fakat üzülüp Mert'in yanından ayrıldı. Bebeklerin yanına gidip hepsini sevmeye, onların yanında oynamaya başladığında;
"Sultan abla, Eren'e söyler misin yanıma gelsin"
Sultan abla mutfak tarafına gittiğinde, Mert'e kısa bir an baktım. Nisa ona ne dediyse, Nisa'ya sen karışma dediğini dudaklarından okudum. Eren yanıma geldiğinde;
"Mina'yı al yanına, gidin Mert'ten hangi bebeği istediyse alın gelin"
"Peki hanımağam başka bir şey var mı"
"Yok hatta bekle çocukları okula bırak, Cansel'de alacaklarını alsın"
"Emriniz olur hanımağam"
"Mina mutfakta normal bir meyve suyu içsin. "
Mina koşarak Eren'in elini tuttu. Eren ile Mina'm gözden kaybolduğunda Mert;
"Abla ben alacaktım bir ara"
"Bir ara"
"Evet abla"
"Mert"
"Efendim ablam"
"Sana iki soru soracağım. Birincisi, iki aydır dikkat ettiğim bir şey "
"Sor ablam"
"Yalansız cevap ama kıvırmadan"
"Sor ablam ne zaman kıvırdım"
"İkizler doğduktan sonra Mina ile eskisi kadar niye ilgilenmiyorsun"
"Abla şimdi ikizlerle, Mina bir mi"
"Nasıl yani"
"Ömer ve Mirza senin"
"Kes Mert ben cevabı mı aldım. İkinci soruyu sorayım, Benden bir şey gizliyor musun"
"Asla abla. Hiç bir şey saklamam senden bilirsin"
"Bilirim oğlum çok iyi bilirim"
Mert, çayından içerken, Kadir'e gözüm takıldı. Serdar ile bir şey konuşuyorlardı. Kadir birden bana bakınca gözlerine baktım. Sinirliydi Serdar ve Kadir. Ağızımı açıp soracakken Leyla'nın telefonu çaldı. Leyla masadan telefonunu alırken, Mustafa tebessümle başını sallamıştı. Leyla telefonu açıp;
"Benim"
"................"
"Yağız soylu amcamın oğlu Sait amirim"
"...................."
"Benim haberim yok amirim. Ben bir kaç aydır Mardin de ikamet ediyorum. "
"...................."
"Dün konuştuk amirim"
".............."
"Şey beni, evet yanımda"
Leyla telefonu bana uzatmıştı. Telefonu aldığımda masada herkes bana bakmaya başladı. Sesimi düzeltmek için hafif boğazımı temizledim.
"Efendim Sait amirim"
"Meryemce nasılsın"
"İyiyim Sait amirim, sen nasılsın"
"Sabah buraya gelene kadar iyiydim. Yağız soylu yol kenarında altın vuruş yaparak canına kıymış "
"O mu kıymış ama abi su testisi su yolunda demişler"
"Senden mi"
"Yok amirim, benim geçen ay onun yüzünden olan soruşturmam bitti. İş bittikten sonra bir şey yapmam"
"Meryemce "
"Ama öyle amirim"
"Leyla'yı telefonda tehdit ettiğini duymuş bir kaç arkadaşı"
"Amirim, Leyla benim avukatım olmaktan önce bacım ama böyle bir şeyde yapmam. Ben önünü keser hayatı zindan ederim ne zaman cana kıydım"
"İyi Meryemce tamam. Seni böylesine uslandıran adamı görmek isterim. Neyse bu gün karakola gitsin Leyla ben bilgilendireceğim bir ifade versin. "
"Tamam amirim"
Telefonu kapadığımda herkes bana bakıyordu. Tebessümle;
"Leyla'nın amcasının oğlu ölmüş de ben mi bir şey yaptım diye sordu"
Masada herkes yok artık derken, Mustafa ve Baran abim bana bakınca yanımdaki hafif kıpırdanmayı hissettim. Derin bir nefes alıp;
"Mustafa Hamza ağam, bitmedi mi çeyiz hazırlığınız. Ben iki hafta sonra kızımızı alalım diyoruz abim ölüm Hazar ile"
"Olur benim çiftliğimde büyük güzel bir düğün yapalım. "
"Yalnız ağam kız çıkarmayı bu konaktan yapmayacağız. Benim evimden yapacağız. O zaman hepiniz erkek tarafı olun. Ben, Mert, Gülcan kız tarafı olacağız. Kırmızı kurdelesini ben bağlayacağım"
"Olur hanım ağam sen nasıl istersen"
Masada herkes alkışla birlikte gülerken yanımda oturan Hazar abime kimseye belli etmeden yaklaşıp;
"Madem öldürttün. Bana söyleseydin de ortada kalmasaydı. Şimdi uğraş dur"
"Sen onun için vermedin mi telefondaki adresini"
"Ah abi ah"
Hazar abim gülerken bir şey diyecektim ki, bacağımın üzerindeki elle soluma baktım. Mustafa gözleriyle yaklaş dediğinde ona yaklaştım. Kulağıma eğilerek;
"Mert ne demek istedi az önce"
"Sen orada mısın kocam"
"Evet oradayım"
"Mina benim değil, İkizler benim çocuğum onlar benim öz yeğenim demeye getirdi."
"Yani ben doğru anladım. Meryemce bu Mert çok değişti"
"Değişmedi aynı sadece siz yeni fark ediyorsunuz yaptıklarını"
"Sana hep vuruyor muydu yani"
"Hayır o zaman ilk defa vurmuştu. Neyse kocam boş ver akşam gelirken bana kadayıf dolması alsana "
"Allahım tamam hatun sen iste"
Kahvaltı masası toplanmaya başladığında, Ayşegül ve Songül kahve getirmişti. Kahvemden bir yudum almıştım ki Dağhan;
"Meryemce "
"Efendim "
"Haftaya bir aylığına belki daha fazla bir zaman için Tunceli'ye gidiyorum"
"EEE düğün ne olacak"
"Ona geliriz canım sende"
"Eee o zaman "
"Gülcan'ı da götüreceğim."
"Orada doğurmasın"
"Doğursun ne olacak ki"
"Hiç ne olsun. Hayır o gelemez"
"Meryemce canım benim "
"Tamam al git karını bir şey olursa kaç saatlik yol geliriz annemlerle"
"Ah benim aslan bacım. Bu arada beş buçuk saat"
"Tamam Dağhan tamam"
Kahvelerimiz bitmiş erkekler ayağa kalktığında, Mina koşarak yanımıza geliyordu ki ayağa takılınca yere düştü. Mustafa bir adım atmıştı ki Kadir Mina'yı kucağına alıp;
"Bir şey oldu mu amcam"
"Azcık elimin içi ve dizim acıdı"
Kadir, Mina'nın ellerini öpüp;
"Sen abinlerle bebek almaya gitme"
"Niye amca yaa"
"Sen benimle gel"
"Nereye gideceğiz ki"
"Diyarbakır'a gideceğiz. Nişanlını biz alır geliriz "
"Gerçekten mi amcam "
"Gerçekten bebeğim ama Sinan abine söyleme okuldan onları biz alırız"
Mina sevinip Kadir'in boynuna sarıldığında, Serdar gülmüştü. Kader Mina'nın elinden tutup odasına götürürken, Mustafa da odamıza geçmişti. Annem, yengem, Sare teyzem sedire geçtiklerinde, Zümrüt kucağındaki Hattab beyi yengeme verdi. Selvi, Gülcan ve Nisa ile mutfak tarafına geçmişlerdi. Baran abim, Serdar, Devran ve Dağhan beraber çıktıklarında Mert bir işim var diyerek onlarla gitmemişti. Kısa zaman sonra o da avludan çıktığında babam ve amcam gülerek annemlere bakıp;
"Bizde aşağı köye gidiyoruz akşama misafirler gelmeden geliriz Mihriban sultan "
"Olur Mirza'm"
Babamlar da çıkınca Avşin ve Berfe Ömür hazırlanmış bir şekilde avluya indiler. Göz kırpıp nereye dediğimde Avşin elini karnına koyarak doktora dedi. Tebessüm ettiğimde Ömür'le birlikte bana güldürler. Sedirlere geçip oturmuştum ki Mirza ve Ömer ağlamaya başladığında, ikisini Sare teyzemin yardımıyla kucağıma aldım. Onlarla odamın önüne gelmiştim ki Mustafa'nın içeriden bağırma sesleri geliyordu. Zorda olsa kapıyı çaldım. Mustafa hırsla kapıyı hızlı açtığında bir anda irkildim. Mustafa beni görünce;
"Gel hatunum, sen gir ben çıkıyorum"
"Mustafa Hamza Alibeyoğlu, bana söylemek istediğin bir şey var mı? Sabah namazında ve şimdi "
"Meryemce'm seni seviyorum"
"Bende seni ama hayırdır delikanlı"
Mustafa kahkaha attığında, kucağımda kıpırdanıp duran bebeklerim bir anda durdular. Mustafa Mirzayı kucağına alıp odaya geçtiğinde bende Ömer'le birlikte içeriye girip kapıyı kapadım. Yatağa oturduğumda;
"Aşiret işleri gerçekten bir şey yok."
"İyi öyle olsun yakışıklı"
"Hadi şirkete geç kaldım. Kendine dikkat et. Akşama sadece tatlı mı istiyorsun"
"Şey"
"Ney"
"Horoz şekeri"
"Onlar boyalı başka bir şey iste"
"O zaman çikolatalı hım neyse boş ver tatlı al gel"
Mustafa başımı öpüp oğlumuzu yanıma bıraktı. Mustafa odadan çıktığında oğullarımın karnını doyurup onlarla birlikte odadan çıktım. Nisa beni fark edip hemen yanıma geldi. Mirza'mı kucağına alırken;
"Abla, Mert seni kızdıracak bir şey mi yapıyor ki öyle sordun sabah"
"Bilmem öylesine sordum kızım"
"Abla azda olsa seni tanıyorum boşuna sormazsın"
"Sence var mı öyle bir şey"
"Bilmem ki abla bana bir şey söylemiyor. İki üç gün sonra İstanbul'a gidecekmiş"
"Anladım tini mini hanım gelinim"
"Ablam ya"
Sedire yaklaştığımızda Sare teyzem kucağımdaki Ömer'i alıp severken, annem de Nisa'dan Mirza'yı aldı. Onlar bebek severken, bende yanımıza gelen Asiye'den kahve istemiştim. Nisa odasına dinlenmeye gittiğinde herkes bir yere dağılmıştı. Herkes bir şeyin ucundan tutarken, kahvelerimiz gelmişti. Kahvemi alırken Asiye den bilgisayarımı istedim. Kahvemden bir yudum almıştım ki Asiye'm bilgisayarımı önüme bıraktı. Bilgisayarımı açtığımda Sultan abla yanıma gelip;
"Karadeniz her şey hazır, gelinler Zümrüt hariç hepsi odalarına çekildi. Bir şey istiyor musun"
"Asiye ufak fincanla getirdi kahve mi "
"Tamam büyük fincan şekersiz yapıp yollarım"
Başımı salladığımda o giderken, Zümrüt yanımıza gelip oğlunu alıp yanımızdan ayrıldığında annem ve sare teyzem bebeklerimi ana kucağına koydu. Onlara baktığımda uyuyorlardı. Onları gözümle sevip biraz sesli; "Sizi verene şükür, gönül görene şükür, ben bildim ferikti, horoz verene şükür" dediğimde annemler kahkaha atmışlardı. Onlar normal sohbetlerine daldığında bende yarın sabah gireceğim ameliyatın raporlarına bakıyordum. Raporlarla işim bittiğinde doktorların isimlerine bakarken bir isim dikkatimi çekti.
Üroloji Abil Eflah Aral; aslan öğrencim. Seninle uzun zaman sonra aynı ameliyata girmek ne kadar gurur verecek bana. Çınar az başımın etini yememişti kurula almak için. Eflah'ın başka planları vardı. Ah deli çocuk nasıl özledim seni.
Hastane işlerini bitirdiğimde baş hekime başka tahliller istediğimi bildirmek için mail atıp şirket işine bakmaya başladım.
Zaman ne çabuk geçti bilmem bilgisayardan başımı oğullarımın sesiyle kaldırdım. Annemle göz göze geldiğimizde ;
"Annem kendini kaybettin iş yüzünden "
"Anne yarınki ameliyat çok uzun ve çetin olacak "
"Gözlerinin altı her geçen dakika kızardı kızım. Gece de uyumadın."
"Gece uyurum anne"
"Kızım kalk git öğlen namazını kıl doğru uyumaya. Zaten akşam bir sürü misafir var, git dinlen"
"Anne Mirza Asaf ve Ömer Hamza"
"Ne olmuş, Meryemce alacağım ayağımın altına yürü git yat. Kaç gündür düşünmekten tükendiğinin farkındayım yürü hadi"
Başımı sallayarak bilgisayarımı alıp odama yürümeye başladım. Odaya girdiğimde hemen bilgisayarı kapatıp kütüphaneye bıraktım. Banyoya girip abdest aldıktan sonra namazımı kıldım. Yatağa uzandığımda uyku beni bekletmedi.
................................................................
MUSTAFA HAMZA...
Kurşunlanma olayından sonra dört gün zehir gibi geçmişti. Sanki her şey üst üste gelmişti. Yusuf ağa kurulan tuzak, dayıma kurulan oyun son anda engellenmişti. Dört gün boyunca Yusuf ağa, dayım ile ince eleyip sıkı dokuduk ve bize kurulan tuzakları Saruhan'ın yaptığını öğrenmiştik.
Meryemcenin arabasının zırhlı olması çok güzel bir durumdu bir o kadarda merak konusuydu hepimizin arasında. Dağhan ve Devran niye öyle olduğu hakkında bir fikirleri olmasa da Mert sadece ablam işte diyerek umursamamıştı. Mert'teki değişim Dağhan ve Devran'ı da sinir etmeye başlamıştı. Dağhan bir haller var dediğinde Devran'ın bir anda ' Meryemcenin canını sıkmasın devrem' dediğine 'merak etme izin vermem.' diyerek karşılık verdi.
Dün Meryemcenin masada bacağıma vurmasıyla karımın limitinin dolduğunu anlamıştım. Benimle dik dik konuşmasıyla keyiflenmiştim. Yemekten sonra salonda haberi olmayanlar için dayım ile Yusuf ağaya kurulan tuzakları anlatmıştım. Annem ve Sare teyzem az daha dayımın öleceğini bilmiyorlardı ve bilmelerini istemedim. Salondan çıktığımızda Eren ile Cansel çalışıyorlardı. Hepimiz hayran bir şekilde Cansel'i izlemiştik. Nasıl çalışkan bir kızdı. Meryemcenin kızı.
Melek için kestiğim cezayı annemin istemesiyle kesmiştim.
Mina'mın gece hastalanması, bebeklerimiz, Hazarlar her yere yetmeye çalışan benim karım. Benim dünyam olan hatunum.
Şirketten çıktığımda bizimkiler çoktan konağa gitmişti. Ben karımın istediği tatlıyı almak için Boran ile tatlıcıya gittim. Şirkete sabah geldiğimde tatlıcıyı arayarak taze yapmasını istemiştim. Tatlıları alıp konağa geldiğimizde kapının önündeki kalabalık korumalardan dayımların ve Yusuf ağaların geldiğini anlamıştım. Eren kapımı açtığında yavaşça indim. Meriç kapımı açtığında içerideki kalabalık hoşuma gitmişti. Avluya doğru yürürken hanımların bir tarafta oturduklarını, erkeklerin bir tarafta oturduğunu fark ettim. Tatlı uğultu kulaklarımı doldururken bir kaç adım atmıştım ki Mina elinde sarma ile koşarak bana doğru gelirken eğilip kollarımı açtım. Mina kucağıma atlayınca sıkıca sarılıp doğruldum. Mina ucunu yediği sarmayı bana uzatınca ısırmıştım. Kızım yanaklarımı öperken, dayımların yanına oturdum. Dayım gülerek;
"Söz konusu Mina olunca her şeyi siliyorsun dimi"
"Prensesim benim için kıymetli, Rabbim başka kız verse de ilk göz ağrım bu çawreşamın olacak. Bir baba diyor ya Reşat ağa her şey siliniyor. O Meryemce hanıma ve bana Rabbimin emaneti ona candan bakmazsam olmaz."
Herkes başını salladığında, Mina elini yanağıma koyarak;
"Baba biliyor musun Reşat dedem bana gümüş tarak almış "
"Öyle mi ne güzel, peki Kadir amcan"
"Oo bana üç tane bebek aldı. Birde biz giderken bana su böreğiyle ıpılık çay ısmarladı"
"Bak sen"
"Baba, şey Yusuf dede ağa var ya bana Gülru ablamın atı varmış, onun yavrusu olacakmış onu bana hediye etti. Ben atı gördüm. İzin verir misin alabilir miyim"
"Kızım sana hediye etmiş, doğduğunda biraz da büyüdü mü Yusuf dede ağa sana haber verir gider alırsın"
"Seni çok seviyorum babam. Şimdi benim üç tane atım oldu"
"Nasıl üç tane"
"Hazar aşkım amcam bana Talha'nın atını verdi"
"Hım ne güzel benim bile bir tane atım var"
"Benimkilerin biri senin olsun baba"
Kızımın şakağını öptüğümde;
"Baba biz yukarıda damda yemek yiyeceğiz. Niye"
"Rahat rahat konuşun diye "
"Ama sen bizimi düşündün babam"
Başımı salladığımda Mina hızla kucağımdan indi. Mina koşarak mutfak tarafına giderken arkasından seslendim. Mina bana bakınca;
"Benim her yerde gözüm var. Öyle çok güzel soğuk meyve suları içmiyorsun"
"Offff sen ne pis baba oldun. Asi azrail baba küstüm"
Mina koşmayı bırakıp yürüyerek giderken, herkes kızıma gülüyordu. Göz ucuyla avluda gözlerimi gezdirdiğimde karımı göremedim. Ayağa kalktığımda herkes sohbetine devam ediyordu Ağır adımlarla odamıza girdiğimde yatakta yatan karımla nefesim kesildi. Ah nede güzel uyuyorsun be cennetim kadın. Yatağa biraz yaklaştığımda yanaklarının biraz kızarık olması canımı sıktı. Hemen ceketimi çıkarıp yatağa oturdum. Elimi alnına, sonra yanaklarına koydum. Ateşi olmadığını anlayınca içim rahat etti. Saçlarını sevip şakağına dudaklarımı bastırınca elini sakallı yanağıma koyarak uykulu sesiyle;
"Kocam ne zaman geldin"
"Yarım saat oldu nefesim. Sen niye uyuyorsun "
"Dün uyumadık, dört gündür diken üzerindeyim. Birde üzerine yarın bu saatlerde ameliyattan çıkmış olur muyum bilmem. Çok zor bir ameliyat"
"Sabah erken mi gideceksin Karım"
"Erken gideceğim kocam, ne oldu ki"
"Ben seni götürürüm"
"Yok gerek yok sabahın köründe yorulma"
"Ne demek yorulma sana hizmet benim için zevk"
"Yok kocam, zaten tek gitmeyeceğim. Boran, Eren, Meriç, Sait beni bırakıp dönecekler"
"Bir gece kalacaksın dimi"
"Evet kalmak zorundayım. Ameliyat uzun, zor bir ameliyat. Ameliyat sonrasında olası komplikasyon yüzünden. Merak etme kocam bir şey olsa uçarak geleceğini ikimizde biliyoruz"
"Işınlanmayı bulabilirim o dakika"
"Ah kocam yaa"
"Hadi sultanım hadi hatun. Misafirler sabah kahvaltısına kalacaklar sen şu yataktan kalkmadıkça"
Meryemce yatakta hızla oturup;
"Geldiler mi"
"Evet"
"EEE annem beni kaldırmadı ya"
"Benim annem mi"
"Yok benim kaynanam"
"Tamam o zaman benim annem olsaydı hafif kızabilirdim senin kaynanansa boynum kıldan ince"
"Mustafa yaaa"
"Hadi kalk , kalk "
Meryemce yataktan kalktığında kalbim çok hızlı atmaya başlamıştı. Kalın askılı badi ve kısa şortuyla banyoya geçerken bende dolaba döndüm. Ona çok yakıştırdığım mavi üzeri beyaz çiçekli, göğüs altından bağcıklı elbisesini yatağın üzerine bıraktım. Diğer dolaptan örme beyaz babetlerini çıkardığımda Meryemce banyodan çıktı. Bana gülerek yanıma geldiğinde;
"Sende mavi gömlek giy o zaman"
"Olur hatunum"
Meryemce ile beraber giyinmeye başladığımızda, aklıma gelen fikirle;
"Kar'ım diyorum ki bu odaya arka tarafa doğru bir ek açtırayım giyinme odası yapalım sığmıyoruz"
"Bana kalabalıksın mı diyorsun"
"Hayır hatun dolaba sığmıyoruz ya "
"Ben çok mu kıyafet koyuyorum onu mu diyorsun? fazla mı geldim sana vay be evde oturuyorum ya tabi gözüne battım dimi "
"Meryemce"
"Sus Meryemce deme"
"Aşkım"
"Aşkım da deme aklıma geldiği iyi oldu. Kimdi o kırmızılı kadın"
"Hangi kırmızılı kadın"
"Esmer olan hani mavi gözlü "
"Tanımıyorum "
"Ne demek tanımıyorum. Senin tanımadığın kadınlarla ne işin var azrail ağa"
"Meryemce'm karım, gönlümün süsü, ömrüm iyi misin"
"Ben hastayım yani"
Meryemceyi kolundan çekip ateşine baktıktan sonra, yanağını öperek ;
"Sultanım, bebeğim, hatunum hangi kadın"
"Rüyamdaki sarıldığın esmer mavi gözlü kadın"
Gülmeye başladığımda Meryemce kaşlarını çattı. Gülmemi zorda olsa durdurdum. Meryemcenin alnını öpüp ;
"Hadi çıkalım karım ben gece rüyanda kadına derim ki ; benim gönlüm ömürlük kapalı kadın, başım bağlı sen git derim"
Meryemce gülmeye başladığında elinden tutup odadan çıkardım. Avluya bir kaç adım kala elimizi bıraktık. Yan yana yürüyerek masaya yaklaştık. Ben yerime oturduğumda Meryemce yerine oturmadan;
"Hoş geldiniz, kusura bakmayın sizi karşılayamadım. "
Meryemce yerine oturduğunda dayımın rahmetli büyük oğlunun hanımı Berçem yengem tebessümle başını salladı. Afiyet olsun diyerek elimi buyurun der gibi yaptım. Herkes yemeğini yerken, hanımlar kendi arasında kaldıkları yerden sohbetlerine devam ederken, Meryemce;
"Sultan abla sabah sana dediğimi getir"
Sultan abla yüzünü biraz acayip yaptıktan sonra mutfak tarafına gitti. Biraz zaman geçmişti ki elinde iki büyük bardakla geldi. Sultan abla önce su gibi berrak biraz yoğun bir şey olan bardağı Meryemceye uzattı. Meryemce üç yudumda içtiğinde midesinin bulandığı yüzünden belli olmuştu. Diğer bardağı aldığında içi buz dolu bir bardak su olduğu anladım. Meryemce onu içerken biraz rahatlamış gibiydi. Sultan abla gittiğinde önündeki çorbasından bir kaşık almıştı ki Demir boğazını temizleyerek Meryemceye seslendiğinde Meryemce tebessümle başını kaldırıp;
"Efendim "
"Ben teşekkür ederim."
"Ne için"
"Biz büyük bir iş aldık. Tahir bey çok iyi karşıladı. Kerem Hünkar bey ayrı bir iş teklif etti. "
"Öyle mi çok sevindim. Bazen birilerinden bağlantısız bir şeyler yapmak insana çok iyi gelir"
"Kadir abimle sağlam basıyoruz Allah şükür zaten biz kendi yerimizden yürüteceğiz."
"Nasıl yani"
"Yani şöyle yine aynı pozisyonlarımızda olacağız yani şirket içinde ufak şirket gibi"
"Harikasınız bence böylelikle eski işleri de yürütebileceksiniz"
"Evet zaten sizin görevlendirdiğiniz bir müdür gelip iki günde İstanbul'daki şirketi düzeltti"
"Ne güzel önünüz açık, yurt dışına da çıkarsınız sürekli"
Demir başını salladığında Kadir gözüme baktı. Bir şey söylemek istediği belliydi. Başımı salladığımda ;
"Hanımağam"
"Efendim Kadir"
"Ben yani bizim dikkatimizi bir şey çekti"
"Nedir"
"Senin yani bayan ateş veya hanımefendi nasıl desem"
"Açık sorabilirsin Kadir"
"Biz yemek yerken iki kişi geldi. Tahir bey ve Hünkar beyle ayak üstü konuştular. Biraz zaman sonra esmer bir adam bizi sorunca Hünkar bey Hanımefendinin ortakları dedi. Adamlar birden neredeyse esas duruşa geçecek gibiydi. Masadan kalkarken de biri geldi. Bizi sordu bayan ateş arkasında dedi sadece Tahir bey"
"Ben şirket hayatına geçtiğimde gülmem, sertim. Gevşek yalan konuşan insandan nefret ederim. Benim güvenim çok önemlidir. En kötü olayı bile yüzüme karşı mertçe söylerlerse hak veririm. Arkadan iş çevirip beni uyuttuklarını sananlara da hakkını veririm. Mesela Tahir beyin bana saygısı bir toplantı sayesindedir. Ben doğruluğu, ahlaklı olmayı, dürüstlüğü severim. Yani işin kısa özü şuan bana o şekilde saygı duymaları için çok çabaladım. Beni çoğu insan kanlı canlı görmemiştir. Hünkar ile çocukluk arkadaşıyım mesela kardeşim Mert bilmez bizim çocukluk arkadaşı olduğumuzu. Aslında bayan ateş ismi Kemal bey yani babam yüzündendir. On bir yaşımda başladım babamla toplantılar, görüşmeler her gelen veya beni tanıyan bayan ateş dedi. Az uyumadım o toplantı masalarında."
Masadaki herkes Meryemcenin sert bir o kadar sakince anlattıklarını dinliyordu. Konuşan kadın doktor Meryemce değil iş kadını Meryemceydi.
..............................................
SİNAN...
Amcam bizim aşağıda büyüklerin yanında sıkılacağımızı düşündüğü için bizi ayırmıştı. Masa hazır olduğunda Yılmaz ve ben masaya oturduk. Gülru hemen yanıma oturunca, hafif ona döndüm. Menekşe gözleriyle gözlerimin tam içine bakarken, birden aklıma Mina geldi. Etrafa bakarken ileride sedirlerde Yekta abim ile Mihrinin arasında oturduğunu gördüm. Mihri'ye bakarken hafif gülüyor, bakışları Yekta abime dönünce amcam gibi gözleriyle yiyecek gibi duruyordu. Gülru hafif bana yaklaşıp;
"Mina biraz daha orada durursa Yekta abiye saldıracak gibi Sinan"
"Fark ettim Gülru gidip alayım mı "
"Sen bekle Sinan"
Gülru yanımdan hafif kalkıp bir kaç adım atmıştı ki Mina Gülru'yu fark etti. Kaşları çatık yerinden kalkıp Gülru'ya doğru yürüdü. Mina yanına geldiğinde;
"Gülru "
"Efendim prenses"
"Ben sevmedim bu abiyi"
"Sen beni de sevmedin önce ama "
"Ben seni sevmiyorum ki"
"Öyle mi üzüldüm oysa beni seviyorsun sanmıştım"
"Ben sana bayılıyorum tatlım"
Gülru Mina'nın elinden tutup masaya geldiklerinde Mina kendi yerine oturmuştu. Gülru yanıma oturduğunda Mina gülerek masadaki sarmadan ağızına bir tane attı. Gül ve Yekta abimin kız kardeşi Ruken abla masaya oturdular. Emrah ortalıklarda yok derken, yeni kardeşimiz olan Cansel, Emrah'ın kolundan tutmuş çekiştirerek masaya oturttu. Emrah kulağındaki telefonu cebine koyduktan sonra;
"Kurban olayım Cansel sonraki hayatımda gel. Benim kalbimde minik sincabım Hilal'ım var"
"Ay merak etme seni Hilal'den ayırmam. Zaten"
Cansel'in cümlesini tam karşımıza oturan Yekta abim ile Mihri kesti. Songül ablam ve Gülendam ablam yemekleri kenara koyup gittiği için kızlar yemekleri koyacaktı. Emrah önündeki çorbasından bir yudum alıp;
"Eee amcamın kızı Cansel söyle zaten ne"
"Zaten benim hayatımda biri var. Çok yakışıklı, gözleri Gülru yengeye benziyor ama onunkiler çok koyu yeşil minik hareleri var"
"İtalyan mı kız"
"Hayır Türk oğlu Türk"
Cansel konuşacakken Ruken abla ve Yekta abinin şaşkınca baktıklarını fark ettiğimde;
"Abi, Cansel yengemin kızı yani"
"Nasıl"
Cansel önündeki suyundan bir yudum içip tebessüm ederek;
"Şöyle Yekta abi benim beş yaşımdan beri annem Meryemce "
"Anladım, Mina gibi candan kızısın yani "
Cansel başını sallarken, Emrah yine biraz daha sabırsızlıkla;
"Amcam kızı taksit taksit söyleme da "
"Off Emrah ya, İstanbul'da oturuyor. Biz biraz ayrıyız onun okulu yeni bitti"
"Üniversiteyi nereyi düşünüyor"
"Emrah o zaten üniversite bitirdi"
"Peki sevgili amca kızım Cansel yengemin haberi var mı"
"Var ondan hiç bir şey gizlemem. Annemin güveni benim için çok önemli"
Hepimiz Cansel'e bakarken, Ruken abla birden;
"Şey biz geldiğimizde hanımağamız avluda yoktu çağırsak gelmez mi"
"Yemekten sonra çağırırız gelir eminim"
"Kızmaz mı"
"Kim abla"
"Hanımağamız"
Biz hayır manasında başımızı salladığımızda Cansel telefonuyla bir şeyler yapıyordu. Aramızdaki konu değişmişti ki merdivenlerden mavi elbisesiyle yengem göründü. Gülerek bize yaklaştığında Yekta abimin içtiği su genzine kaçmış olacak ki öksürüyordu. Yengem masanın yanına geldiğinde;
"Afiyet olsun gençler. Aşağıda hiç hoşlanmadığım konulardan konuşuyorlardı. Bende dedim ki Yekta ve Ruken ile tanışayım"
Ruken abla ile Yekta abi gözlerini kırpmadan yengeme bakarlarken Cansel;
"Anne hazır gelmişken bana oradan sarma versene"
"Olur kızım ver tabağını"
Cansel tabağını uzattığında yengem alıp biraz sarma koyduktan sonra ona uzattı. Ruken ablamla, Yekta abimin bitmiş tabaklarını alıp yemek koyup önlerine bıraktığında Ruken abla birden;
"Siz siz aman ay"
Yengem gülerek;
"Merhaba Ruken, Yekta hoş geldiniz. "
"Merhaba hanımağam hoşbulduk"
"Lütfen hanımağa demeyin azrail ağa yokken ben sevmem. Yenge diyebilirsiniz, abla diyebilirsiniz"
Yekta abim ve Ruken abla başını salladığında yengem tekrar gülmüştü. Yine gelirim diyerek yengem gittiğinde Yekta abim birden;
"Ağam, hanımağamızı konaktan dışarıya nasıl çıkarıyor"
"Emin ol Yekta abi hiç istemiyor yengem çıksın ama maalesef yengem deli bir kalp cerrahı."
"Hiç gocunmadan bize yemek verdi ve gitti"
"Ah o nasıl iyi biri bir bilseniz."
Bizimkiler başını sallarken, Cansel'in telefonu çaldı. Gözleri parlayarak yanımızdan ayrıldığında Mina bir anda üff dediğinde hepimiz ona baktık. Mina nasıl başardıysa tek kaşını kaldırıp, Yekta abime bakarak;
"Sen kimsin"
"Ben mi? Yekta'yım"
"Sen niye bizimle oturuyorsun"
"Dedem sizinle oturmamı söyledi."
"Deden kim ki"
"Reşat ağa tanıyor musun çirkin kız"
"Bana çirkin dedi Sinan abi ya"
Hepimiz gülerken, Mina sandalyede ayağa kalktığında Ruken abla tebessümle;
"Sen hanımağamızın kızısın dimi"
"Hayır ben babamın kızıyım, bir tek annemin değil"
Mina sandalyeden yere atladığında, Gülru ayağa kalktı. Mina'yı kucağına alıp;
"Niye huzursuzsun Mina Dila"
"Ben şu kızla, abiyi kıskandım Gülru'm"
"Kıskanma prenses ne güzel bak biz ayrı oturup konuşabiliyoruz"
"Hım ben aşağıya iniyorum"
Mina, Gülru'nun kucağından iniyordu ki Yekta abim;
"Kucağıma alabilir miyim seni eğer izin verirsen"
"Niye alacaksın ki"
"Sana bir şey anlatacağım Asi ağanın asi kızı"
"Buradayken anlat"
"Anlattığım senin hoşuna giderse seni almama izin verecek misin"
"Bakarız"
Yekta abim gülerek;
"Bak sen bizi kıskanma zaten Ruken ablan okula gidiyor, bende arada gelip giderim. Hem ben seni gezmeye götürebilirim"
"Ben tek başıma da gidebilirim"
"Peki sen beni niye istemiyorsun"
"Bak babam Gülru ile Sinan abimi nişanladı. Gül ablamla Yılmaz abimi sözledi. ama sen benim Mihrimi sevmiyorsun. Onlar seviyor sen sevmiyorsun. Üzersin sana çok kızarım"
"Bak bayan bilmiş, Ben senin Mihrini ilk defa babamın mevlütün de gördüm. Orada da sadece gözlerini gördüm. Ne güzel gri gözleri vardı. O zaman benim hayatımda biri vardı Betül diye."
"Ay Yektacığım o kıza ne oldu"
"Ağızını yerim senin, ayrıldım "
"Niye ki"
"Çok yaramaz bir kızdı. Bende bıraktım onu"
"Ay yazık olmuş, niye bıraktın"
"O zaman o kıza bakarken, gözümün önünde hep gri gözlü bir kız dolaşıyordu"
"Ay sen benim ablamı seviyor musun"
"Galiba seviyorum prenses"
"Tamam inandım sana beni kucağına alabilirsin"
Yekta abim oturduğu yerden kalkıp, Mina'yı Gülru'nun kucağından aldı. Mihri ile biraz ilerdeki sedire gittiklerinde, Gül çay dağıtıyordu bize. Çayımı elime aldığımda kolumun üzerinde bir el hissedince sağ tarafıma baktım. Gülru'm tebessümle;
"Ne güzel dimi Sinan"
"Evet ne güzel. Nasıl saklamış içinde Mihriyi"
"Oda var da, Mihrinin Yekta abiyi sevdiğini bilmiyorsun galiba"
Ben, Gülru'nun gülen yüzüne bakarken, o tebessümle anlatmaya devam ediyordu. Biraz zaman sonra Mina bana koştu. Kucağıma aldığımda hemen gözlerini kapadı. Ben Mina'nın saçlarını severken, Yekta abim ve Mihri peşine diğerleri geldi. Masaya oturduklarında Yekta abim;
"Bu nasıl bir kız, fena bir şey ne var ne yok beş dakikada söyletti bana"
Mihriban Yekta abime hafif yandan bakarak;
"Sen onun annesiyle bir sohbet et o zaman anlarsın"
Biz gülmeye başladığımızda, Cansel yanımıza geldi. Yüzü biraz asıktı. Aşağıya inmeye karar verdiğimizde herkes ayağa kalktı.
...........................................................
MUSTAFA HAMZA...
Masada yemekten sonra tatlılarımızla çay içmeye geçtiğimizde Berçem yengem az önce yukarıya çıkan Meryemcenin arkasından biraz baktıktan sonra;
"Mustafa Hamza ağam"
"Buyur Berçem yenge"
"Gördüğüm zamandan beri dikkat ediyorum da hanımağamızın hal ve hareketleri aynı sana benziyor. Nasıl desem bir şey anlatırken ellerini, mimiklerini senin gibi kullanıyor"
"Galiba yenge herkes öyle diyor"
Herkes gülerek başını sallarken, dikkatimi Mert çekti. Sabah ki gibi köşede telefonla konuşuyordu. Yanımda oturan Hazar'a gözümle Mert'i gösterdiğimde başını salladı.
Sedirlere geçtiğimizde Meryemce yanımıza gelmişti. Asiye önüne çayı ve istediğin tatlıyı koyduğunda Meryemce bana bakıp güldükten sonra;
"Bir şey sorabilir miyim Mustafa Hamza ağam"
"Tabi ki Meryemce hanım"
"Berçem yenge, Reşat ağa aman dayımın büyük gelini ama eşi"
"Anladım. Kaya abim dört sene evvel vefat etti. "
Meryemce gözlerini hafif kısıp nasıl diye sorduğunda onun bakışına gülmek istemiştim ama kendimi sıktım. Yanaklarımı içten ısırıp;
"Aşiret içi bir durumdan dolayı değil. Trafik kazasında vefat etti"
"Hım anladım. Özür dilerim böyle nasıl desem"
Herkes Meryemcenin kendini sıkmasına tebessümle baktıktan sonra annem ağızını açıyordu ki Berçem yengem;
"Doktorlar için ruhsuz derler. Sen nasıl böylesin"
"Ben çok soğuk, ruhsuz, çok dik bir doktor olabiliyorum yada çok despot bir iş kadını ama kimliklerimin içine girdiğimde oluyor öyle Berçem yenge. Kimliklerimden sıyrıldığımda her şey bir anda değişiyor"
Meryemceyi bilenler başını sallarken, Yusuf ağa çayından bir yudum alıp;
"Hanım ağam siz çok farklısınız gerçekten hastane de, Melihşah'ın konağında elinizdeki tüfeğinizle, benim konağımda. Böyle nasıl desem yer yüzünde sizden bir tane daha var mı merak ediyorum. Efsunlu gibisiniz. Dilinizle, elinizle, sanki her şeyi düzeltirsiniz gibi. "
Meryemce başını önüne eğdiğinde, Yusuf ağaya hak versem de karımı çok kıskanmıştım. Benim dünyam karım. Meryemce birden dayıma bakıp;
"Dayı nasıl yani nerede trafik kazası yaptı Kaya bey"
"Ankara'da Yekta'nın yanından dönerken. O zaman Yekta orada okuyordu. "
Meryemce anladım der gibi başını salladığında Berçem yengem birden;
"Baba işte o doktor çok soğuktu. Ben öyle suratsız bir doktor görmemiştim"
Babam, Kadir, dayım başını salladığında, Hazar araya girerek;
"Hangi doktor Reşat ağa"
"Hazar'ım o zaman apar topar Ankara'ya gittik. Biz gittiğimizde Kaya'yı ameliyata almışlardı. Mirza, Kadir, Berçem ameliyathanenin önünde bekliyorduk. Kısa bir zaman sonra iri yarı bir adam ameliyathaneye koşarak girdi. Beş dakika geçmeden içeriden iki doktoru kapının önüne resmen attı. Doktorlar bizimle birlikte beklemeye başladılar. Doktorlar kendi arasında bir şey konuşuyorlardı ama mevzu neydi bilmiyorduk. Fark ettiğimiz bir şey vardı ki korkuyorlardı. Dört saat geçmişti ki o kapı gibi doktor ameliyathaneden çıktı. Bize bakmadan doktorlara odasına gitmesini söyledikten sonra bize dönüp doktorların beyin dokusuna bir zarar verdiklerini, genel olarak ameliyatın güzel geçtiğini fakat hayati tehlikesinin devam ettiğini söyledi. Yoğun bakıma aldılar iki gün uyutacaklarını söyledikten sonra yanımızdan ayrıldı. Biz yoğun bakımın önüne geçtiğimiz de o adam o iki doktoru koridorda bir dövdü. Ne güvenlik, ne başka biri bakmadı bile. Gece yarısı Kaya'nın kalbi durdu. Bu doktor soluksuz geldi. Çok uğraştı ama kaybettik Kaya'yı. Yoğun bakımdan çıktığında iki kaşının arasında koyu mor bir damar belirdi. Bize vefat ettiğini söylediğinde sesindeki ton öyle soğuk bir tonduk ki içim üşüdü Hazar. Adam bizim yanımızdan ayrıldığında biz yıkılmıştık. Cenazeyi almak için hastanede işlemleri yaparken bu doktor elinde bir kaç kağıtla geldi. Adam doktorları bizim ağızımızdan şikayet etmişti. Ben imzaladım. Bir iki ay sonra doktorların meslekten men edildiğini, doktorların şahsi bir para cezasına çarpıldığını öğrendik. "
"Vay adama bak"
"Öyle Hazar ağa. Adam asabi, agresif acayip bir adamdı ama kalıbının adamıydı. Bir sene sonra Yekta öğrenmiş o doktorun o hastanenin sahibi ve Beyin cerrahı olduğunu"
Biz dayımı pür dikkat dinlerken, Meryemce boğazını temizleyerek;
"Beyin cerrahı Çınar Karaaslan. O adamın hataya hiç ama hiç tahammülü yoktur. Kendisi hocamdır. Asabi, sinirli, aklınıza gelebilecek en sert, soğuk doktordur. Fakat mesleği söz konusuysa düşmanı bile olsa çok ciddiyetle mesleğini icra eder"
"Çok farklı bir adamdı kızım"
"Fazla konuşmaz, çok az yer, çok az uyur. Şimdi hatırladım, demek ki o zaman iki gün sonra olsaydı o ameliyat, ben girecektim o ameliyata. Ben Ankara'ya gittiğimde dört sene evvel Çınar hocam mahkeme ve müfettişlerle uğraşıyordu."
Dayım bir şey soracakken, Mert'in telefonu çaldı. Ekrana baktıktan sonra müsaade isteyerek açtı. O konuşurken biraz Meryemceye yaklaşıp kulağına;
"Bak o zaman olsaydı"
"Ney o zaman olsaydı"
"Sen orada olsaydın, ben aşiret toplantısı için Diyarbakır'da olmasaydım. Orada olsaydım. "
"Olsaydı, gelseydi olmuyor ağam. Nasip babamın kalp krizineymiş"
"Öyle gülüm, sen niye durgunlaştın."
Meryemce ağızını açmıştı ki, Mert elindeki telefonu ablasına uzattı. Meryemce yüzüne baktığında sessizce 'Tevfik bey ' dedi. Meryemce kaşlarını çatarak elinden aldı telefonu;
"Tevfik şimdi bu saatte iş konuşmuyorum. Müsait bir zamanda canım isterse sana dönerim"
Meryemce karşıdaki adamın konuşmasına fırsat tanımadan yüzüne kapadı. Mert'e dönerek ;
"Tevfik adıcan ile sen nasıl konuşabiliyorsun"
"Ortak olsaydık"
"Mert"
"Babamın arkadaşıydı abla. "
"O şirketi Kemal bey yönetmiyor, ben yönetiyorum Mert ve ben her baba, babamızın arkadaşıyla ortak iş yapılmayacağını, yapılsa da sonuçlarını sana kötü bir şekilde biteceğini gösterdiğimi hatırlıyorum açıklayıcı oldu sanıyorum Mert Ateş. Şunu da söyleyeyim kafandan geçenleri sil"
Mert başını sallayarak gittiğinde, Meryemce ayağa kalktı. Bana göz ucuyla ana kucağında uyuklayan oğullarımızı gösterdiğinde başımı salladım. Meryemce bir eline Mirza'yı bir eline Ömer'in ana kucağını alarak odamıza doğru yürüdü. Odaya girdiğinde hanımlar ayağa kalktı. Annem salona geçtiklerini söyleyerek yanımızdan ayrıldılar. Biz avluda kaldığımızda kurşunlanma olayını konuşuyorduk ki Demir'in telefonu çalmaya başladı. Müsaade ettiğimde telefonunu açtı.
"Efendim"
"....."
"Buyurun Musa bey"
"...."
"Karataşlarla ortaklıkları yok muydu onların"
"...."
"Tabi ki seve seve yaparız. Ortağım Kadir Alibeyoğluyla konuşurum. "
"......"
"Tabi ki bir kaç gün sonra buyurun gelin konuşalım. "
"......"
"Nerede isterseniz, Kadir bey Mardin'de ben Diyarbakır'dayım"
"......"
"Haberleşiriz o zaman Musa bey"
Demir telefonu kapadığında, Kadir'e bakıp;
"Kadir abi, hani bu Nevşehir'deki iş vardı ya hani bizim selahattinler konuşuyordu"
"Evet "
"Onlar karataşlarla ortak iş yapacaklardı. Adamlar bize teklif ediyorlar projelerimizi çok beğenmişler"
"Hadi canım"
Kadir'in sevinci o kadar hoşuma gitmişti ki, keyifim yerime gelmişti. Mert onlarla işi konuşurken, kafasındaki düşünceleri silmek istediği o kadar belliydi ki.
Zaman su gibi akıp gitmiş, saat ilerlemişti. Dayım ve Yusuf ağa kalkalım yol uzun dediklerinde izin vermedim. Sultan ablaya kahve dediğimde mecbur kabul etmişlerdi. Kahveler geldiğinde hanımlarda avluya indiler. Sedirlere oturduklarında çocuklarda avluya indi. Mina'yı baktığımda Sinan yattığını söyledi. Onlarda bir kenara oturmuştu ki Eren avluya girdi. Önüme gelerek ;
"Ağam, bu saate rahatsız ettim ama bir adam var hanımmm hanımağamızla görüşmek istiyor"
Ağızımı açmıştım ki Meryemce avluya girdi. Eren Meryemce'ye dönerek;
"Bir bey geldi hanımağam"
"Gelsin Eren. Bu arada Eren artık Mustafa ağa konağa adım attığı dakikadan sonra benimle görüşmek isteyen hiç kimse dinlenmeyecek anladın umarım"
"Anladım efendim"
Eren çıkarken, Meryemce sultan abladan su istemişti. Meryemce annemlerin yanına doğru yürümeye başladığında babam yaşlarında bir adam Eren'le avluya girdi. Eren hafif öksürdüğünde arkası bize, avluya dönük Meryemce arkasını döndü. Meryemce'nin çenesinin dalgalandığını görmüştüm. Bir kaç adım atıp kollarını göğsünün üzerinde bağladı. Hafif gözlerini kısarak;
"Zeki Karataş hangi rüzgar attı seni buraya "
"Rüzgar değil, ateşin savurdu diyelim bayan ateş"
"Ne istiyorsun ailemin içindesin ona göre konuş"
"Dört gündür, batmaya başladım. Elimde ne var ne yok gidiyor. Malım mülküm her şeyi bu gün sattım"
"Benden ne istiyorsun"
"Yardım et, müşterilerim hepsi anlaşmalarını iptal etti. İnşaatlarım durdu. Beni kendi himayene alsan"
"Benim Mimarlık işinin başında erkek kardeşim var zaten"
"Hanımefendi, lütfen "
"Zeki yarın sabah iflas ettiğini duyur, şirketini alacak bir sürü adam çıkar. Kardeşimin işlerini kötülemenin bir cezası olacaktı. Sana Kemal ateş olmadığımı söylemiştim Zeki. Şimdi çıkıp gidersen sadece iflas ettiğini söyleyeceksin. Gitmezsen bir sürü dava açılacak sana karar senin"
"Mert'in senin kardeşi-"
"Kes sesini Zeki. Bilmiyorum sakın deme. Senin Mert'i çok iyi tanıdığını biliyorum "
"Sen bunları"
"Zeki çık ve git sinirleniyorum sonu hiç iyi olmayacak senin için"
"Seni geb-"
"Sakın tehdit etme şu köşede oturan adam seni çiğ çiğ yer ve ben zevkle seni izlerim"
"Kocan mı beni yiyecek"
"Kocamın lakabını söylememi ister misin"
"İlgilenmiyorum senin gibi bir kadını avucunun içine almışsa çok kuvvetli, güçlü biri olmalı. "
"Zeki ya şimdi git sadece iflas et, yada kal ben senin kayın babanı arayayım. Bak benim için en eğlenceli yer olur bu "
"Sende benim kayın babamı arayacak yürek yok ki"
"Bekle ve gör"
Meryemce cebinden telefonunu çıkardı. Bir kaç bir şey yaptıktan sonra arama sesi avluda yankılandı. Uzun çalmanın sonunda telefon açıldı. Gür bir ses alo dediğinde;
"Hakim Seymen Üngör bu saate rahatsız ettim ama "
"Sen, ah Kemal Ateş'in hiç bir zaman hak etmeyeceği aslan, güçlü adaletli kızı. Sen istediğini yapmakta özgürsün aslan kızım"
"Seymen bey bu sizin bir damadınız var ya hani it olan"
"Zeki mi? ne yaptı yine"
"Evet şuan gelmiş beni, beni ailemin içinde tehdit ediyor. Serpil hanım olmasa"
Telefondaki adam kahkahasının arasında 'seni' diyordu sadece. Meryemce tebessüm ederken telefondaki adam;
"Zeki, Meryemce hanımı rahat bırak. Sen onun karşısında dev bir ateş parçasının önündeki minicik çöp parçasısın. Şimdi hemen İstanbul'a dön"
Adam şaşkınca Meryemce'ye bakarken, karım Eren'e başıyla götür demişti. Onlar çıkarken Meryemce;
"Seymen bey teşekkür ederim"
"Ben teşekkür ederim Meryemce darp etmeden haber verdiğin için. Serpil bir aydır evde zaten Meryemce. Boşanacaklar Serpil kesin karar verdi. O zaman kızımın bu itten dayak yediğini çözmeseydin"
"Ben bir şey yapmadım Seymen bey"
"Meryemce "
"Efendim "
"Kocanın elleri öpülmesi lazım biliyorsun dimi"
"Seymen bey sesinizi duyuyor daha doğrusu herkes duyuyor"
"Ve senin yanakların sinir ve utanmaktan kızarıyor"
"Seymen abi "
"Oh Allaha şükür abi dedin. Bu arada bir iki saatliğine İstanbul'a gel eski kurtlar sohbetini özledi. Baroda geçen gün seni konuştuk"
"Ben gelemem ikizlerim var"
"Neyin var"
"İki oğlum var"
"Allahım sen ne büyüksün"
"Seymen abi bir kaç ay sonra hepinize uçak kiralıyorum ancak sığarsınız"
"Tamam konuşalım o zaman Meryemce"
"Her zaman başımla beraber, Hayırlı akşamlar. Bu arada görüntüleri ve darp raporunu imzalarım dördünü de"
"Sabah elimde olur mu Meryemce "
"Olur Seymen abi "
"Tamam Meryemce hayırlı akşamlar. Seni uslandıran beyfendiye saygılar"
Meryemce telefonu gülerek kapattığında, arkasını bize dönüp utanarak annemin yanına doğru bir iki adım atmıştı ki dayım;
"Sen az önce namı buralara kadar gelen acımasız hakim Seymen'le konuştun"
"Öyle mi ? ben babam yüzünden yani sayesinde girip çıkmadığım yer yoktu."
"Hanımağam babanı kaç yaşında kaybettin ki"
"Ben yirmi yaşımın sonundaydım Yusuf ağa"
"E nasıl yani"
"Dediğim gibi ben on bir yaşımdan beri babamın ofisinde olurdum her boş vaktim de. On beş yaşıma geldiğimde haftada iki gün baroya giderdim. Bu yaşımdayım tanımadığım hakim, avukat, savcı yoktur. İşin doğrusu hep bir şekilde tanınıyorum. "
Herkes başını salladığında Meryemce annemin yanına oturdu. Başını annemin omzuna koyduğunda aklıma bir şey takıldı. Başımı sallayarak konuşan dayıma dikkatimi verecekken Dağhan ve Mert çok garip bir şekilde Meryemceye bakıyorlardı. Ne olduğunu soracakken, Sultan abla yanıma gelip odaların hazır olduğunu söyledi. Başımla tamam dediğimde, herkes müsaade isteyerek kalkıp odalarına geçti.
Kısa zaman sonra avluda babam,amcam, ben, Baran, Hazar, Devran, Dağhan ve Mert kalmıştık. Meryemce odaya mı geçti diye düşünürken, elinde büyük su bardağı avluya geldi. Bize iyi geceler diyerek odamıza doğru bir adım atmıştı ki Dağhan gür sesiyle birden Meryemce dediğinde Meryemce olduğu yerde sıçradı. Tek kaşımı kaldırıp Dağhan'a baktığımda Meryemce gelip aramızda durdu. Dağhan'a dönerek;
"Efendim"
"O adam ne demek istedi Meryemce"
"Hangi adam"
"O hakim mi ne"
"He anladım. Belki bizim bilmediğimiz bir şey biliyordur. Yalnız sen adamın sadece o dediğine mi takıldın gerçekten. Fakat görüyorum ki Mert'te aynı yere takılmış "
"Başka neye takılabilirdik ki"
"Boş ver Dağhan, takılmayın Mert. Neyse bana müsaade uyumam lazım. Hayırlı geceler"
Meryemce yanımızdan ayrıldığında babam ve amcam, Dağhan ve Mert'e garip bakıp yanımızdan ayrıldılar. Mert abisine baktığında Dağhan;
"Tamam git yarın gel "
"Nereye gidiyor ki"
"İstanbul'da biriyle görüşecekmiş de"
"Anladım"
Mert avludan çıktığında sedire oturup, ayakta duran Dağhan abime;
"Ben kocası olarak nereye takıldım biliyor musun Dağhan"
"Nereye Mustafa"
"On beş yaşındaki çocuk, hem de kız çocuğu nasıl veya niçin avukatların, hakimlerin yanındaydı."
"Babam onunla olmaktan hoşlanırdı. Beş yaşındayken bile babamla şehirler arası toplantılara giderdi"
"Olabilir abi ben sadece aklıma takılan şeyi söyledim"
Devran, başını salladığında bende ona baktım. Onun kafası da belli ki oraya takılmıştı. Dağhan abim müsaade isteyerek yanımızdan ayrıldığında, herkes dağılmıştı. Gece gideceğimiz için avluda otururken boş avluyu izlemeye başladım. Kısa zaman sonra yanıma ilk gelen Hazar oldu. Yanıma oturduğunda dalgın olduğu belliydi peşinden gelen Leyla'yı fark etmedi. Omzumla omzuna vurduğumda yüzüme baktı. Göz kırpıp hayırdır der gibi bakınca arkasını gösterdim. Hazar arkasını döndüğünde Leyla'yı gördü. Yerinden kalkıp kollarının arasına alıp;
"Ne oldu merinosum"
"Nereye gidiyorsunuz"
"Hım hava alacağız, sen niye ayaktasın"
"Bende hava almaya çıktım. Seni görünce seslendim duymadın. Peşine geldim"
"Anladım huzur gözlüm. Hadi sen direk benim odama git Mirza amcaya yakalanmadan bende bir iki saate gelirim olur mu"
Leyla uslu bir çocuk gibi başını salladığında Hazar alnından öpmüştü. Başımı eğip içimden ne kadar güzel olduklarını geçirdim. Leyla gittiğinde, Hazar yanıma oturdu. Başımı kaldırdığımda;
"Mustafa, bir şey söyleyebilir miyim "
"Tabi "
"Mert biraz değişti farkında mısın"
"Meryemce sabah kahvaltıda yeni fark ediyorsunuz o hep öyleydi dedi"
"Onu bilmem de ben ona karşı hep bir adım geriydim. O tokat mevzusundan beri iyice sinir oluyorum"
Ağızımı açmıştım ki yanımıza oturan Baran sigarasını yakıp;
"Tokat olayından beri bende biraz Mert'e karşı biraz soğudum. Meryemce onun için şu avluda nasıl ağladığını biliyoruz"
Hazar kaşlarını çatıp;
"Mert yüzünden niye ağladı ki"
"Uzun hikaye benim bacımın iftirasına kurban gidiyordu"
Baran sigara uzattığında Hazar'la almıştık. Sigaramı yakmıştım ki Bedirhan avluya girip yanımıza geldiğinde ayağa kalkmıştık. Bedirhan bize oturun bir sigara da ben içeyim dediği için tekrar oturduk. Bedirhan sigarasından bir nefes alıp ;
"Mustafa ben bu akşam öyle bir şey duydum ki neredeyse ölmüş adamı bulup öldürmek istedim"
"Ne duydun, kiminle ilgili"
"Meryemce on altı yaşındayken babasından dedesinin evinde öyle bir dayak yemiş ki kimse elinden alamamış"
"Nasıl yani"
"Başak anlattı. Okulların ara tatilinde köye gitmişler. Akşam çocuklar sobanın yanında, büyükler de salon gibi bir yerdeymişler. Mert kar yağıyor diye dışarıya çıkmak istemiş, Meryemce izin vermemiş, belki bu muhabbet bir saat sürmüş. O arada Başak ve Meryemceyi içeriden çağırmışlar. Kızlar içeriye geçtiğinde Mert fırsattan istifade evden çıkmış. Tabi karın yoğunluğunu kestirememiş evin kenarındaki hafif uçurum gibi yerden aşağıya düşmüş. Meryemce evde Başakla aramışlar, Mert yok neyse herkes durumu öğreniyor evden dışarıya çıkıyorlar. Birazaramadan sonra babası Mert'in ağlamasını duyuyor, gidip çıkarıyor olduğu yerden. Eve geliyorlar üst baş sırılsıklam. Mert'i kurutuyorlar. Meryemce, Mert'e sadece ben sana devamını getiremiyor babası öyle dövmüş ki sobanın demiriyle kimse elinden alamamış. Üstüne it herif kapıya atmış. Uzun bir süre kapıda kalmış"
Hazar ve Baran kürtçe küfürleri sıralarken, içim üşüdü. Benim karımı daha ufacık çocukken kapıya atmış o karda. Ben şu betona oturdu diye içim gitmişti. Derin bir nefes alıp odamızın olduğu tarafa baktım.
Ah benim zifiri karanlığında neler saklayan karım. Ah benim her defasında gölgemde dinlenen karım. Neler var içinde, neler var saklı gönlünde.
Ayağa kalktığımda bizimkileri de kaldırdım. Kapıya doğru yürürken arkamızdan ;
"Tabi, tabi Merak etme Asi ağam, siz stres atarken hanımağa konakta. Herkes güvende sen merak etme "
Dördümüz arkamıza baktığımızda Meryemce başını sağ omzuna eğmiş bize gülerek bakıyordu. Bizimkilerin yanından ona doğru yürüdüm. Yanına gittiğimde kollarımı açtım. Hiç durmadan başını göğsüme yasladı. Sıkıca sarılıp kulağına sessizce;
"İyi ki Mardin'de, iyi ki konakta, İyi ki hayatımız da, İyi ki kalbimde"
..................................
YAZARIN AĞIZINDAN...
Mustafa Hamza ağa karısını öpüp konaktan dostlarıyla ayrıldığında, çok uzak yerlerde bir evin salonunda hakkında bilgiler okunuyordu. Adam camdan dışarıya bakarak;
"Demek Asi azrail lakabı. Takibe devam edin. Birde şu kadınla çocuklarını bir yere bırakın. Kocasından istediğimiz para geldi mi Gabriel"
"Yok diablo, Fransa'daki ve Almanya'daki mülklerini satışa çıkarmış"
"Bu adamın şu azrail'le bir düşmanlığı mı var dedin"
"Evet, bizim Cesur dedi adamın karısına haddinden fazla mailler atıyormuş hepsi de adamın karısını taciz edici"
"Bu adam niye öldürmüyor Bu Savaş denilen sıçanı"
"En büyük olduğu için, Kendi aralarında kan dökülmeyecek dendiği için. "
"Gabriel adamın karısını taciz ediyormuş. Adamı ibret için diri diri yakması lazım"
"Yakmaktan beter ediyor"
"Nasıl"
" Bu adam elini nereye atsa kuruyor. Adamın en sadık, sağlam adamı sağ kolu Azrail denilen adamın en sadık adamı. Bu mülklerin satılmamasının sebebi yine bu ağa"
"Yok artık"
"Arap işine bilerek giriyor. Dostlarınız Rahman Ali ve prenses Sahra hanımda yolladık bu dosyayı"
Adam başını çevirdiğinde, içeriye beklediği misafirleri gelmişti. Çok samimi canını vereceği dostları Rahman Ali ve Sahra tebessümle koltuğa oturduklarında, adam sağlam adamına eliyle çıkmasını söyledi. Gabriel çıkıp arkasından sürgülü kapıyı kapadı. Rahman Ali masanın üzerindeki tuğla kalındaki dosyayı kucağına alıp açtığında gülmüştü. Karşısında oturan diğer iki dostuna güldükten sonra ayakta duran dostu diabloya;
"Bu adam mı yani"
"Evet bu adam"
"Neye girdiğini bilmiyor bu adam"
Karşı koltukta oturan kendisinin önce gelen iki dostundan biri önündeki kahvesinden bir yudum içip;
"İyi oku hakkındaki yazılanları adam korkusuz, cesur bir adam. Gözü kara, acıması yok. Bir gece herkes uyuduktan sonra neler yaptığını bütün Mardin konuşuyor"
"Karısı güzelmiş"
"Sahra, adamın karısı için yapmayacağı şey yok"
Ayakta duran diablo yerine oturduğunda masadaki viskisini yudumlayarak;
"Ben çok heyecanlanıyorum bu asi adamla tanışmak için"
"Niye heyecanlanıyorsun ki"
"Çünkü önüme bizim Rüzgar hariç hiç böyle, korkusuzu, cesuru çıkmamıştı."
......................................................................
Kelime ve harf hatam varsa aff ola...
Allaha emanet olun...
Umarım severek, keyifle okunuz...
Sizi seven çatlak yazar.. :):):)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.1k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |