54. Bölüm

Kabul olmuş duamsın...

Aslıhan k.
ahan5354

MUSTAFA HAMZA...
Meryemce yerinden kalkıyordu ki Boran iki genci içeriye getirmişti. Boran ile beraber başları önünde yanımıza kadar gelmişlerdi. Elimi Yusuf ağanın oğlunun omzuna koyarak;
"Boran etraftaki adamları çoğaltın. Bir saat sonra Yusuf ağaya haber salın gelsin"
"Emredersiniz ağam"
Boran avludan çıktığında, çocuklara başımla oturun demiştim. Etrafıma baktığımda Meryemce yoktu. Çocuklar başları önünde otururken, elimi tekrar Yusuf ağanın oğlunun omzuna koyarak;
"Benim kim olduğumu biliyorsun ama ben senin ismini bilmiyorum delikanlı söyle bakalım."
"Ağam ben Mirhan. Yusuf ağanın oğluyum. "
"Anlat bakalım Mirhan efendi. "
Mirhan ağızını açmıştı ki Meryemce elinde tepsiyle geldi. Benim kahvemi önüme bırakırken, çocukların önüne de bir bardak su bırakmıştı. Çocuklar sakince bardakları alırken, bende önümdeki kahvemden bir yudum almıştım. Meryemce sandalye çekip kızın yanına oturmuştu. Mirhan'a baktığımda suyundan bir yudum alıp;
"Ağam ben, biz birbirimizi beş senedir seviyoruz. Ben askerden sonra Gaziantep'teki askerlik arkadaşımın yanına gide gele Ezrayı gördüm. Bir sene sonra açıldığımda Cavit ağanın kızı olduğunu öğrendiğimde içimde saklamak istedim ama olmadı ağam. Düne kadar gizli gizli sürüyordu. Dün sabah duyduğum şeyle ne olursa olsun. Ezra'yı babasına bırakmak istemedim. "
"Ne duydun ki oğlum"
"Ağam, Cavit ağa kardeşinin oğlu Kürşat ile evlendirecekmiş Ezra'mı"
"İyi de Mirhan o adam evli değil mi? hem de iki eşi var diye biliyorum ben"
"Ağam şey "
"Söyle oğlum çekinme ne varsa söyle, bende sizi daha güçlü koruyayım"
"Ağam, Ezra söylesin"
Bakışlarımı Meryemcenin yanında oturan kıza çevirdiğimde başını kaldırdı. Benim beklediğim bakışlar gözündeydi. Korkarak;
"Ağam "
"Söyle kızım"
"Ağam babam işlerini büyütüyormuş. Siz daha iyi bilirsiniz ki bizim babalarımızın gözünde hiç bir değerimiz yoktur. Evlatlarını sayarken bizleri yok sayarlar. Birde benim onbeş yaşımda Kürşat abim yüzünden başıma gelen olaydan dolayı adım çıkmasın diye beni Kürşat abime vereceğini söyledi anneme. Ben, bende "
"Tamam sakin ol kızım. "
"Ağam kurban olayım bizi babam ve Yusuf ağaya verme. Biz ölmeyi bile göze aldık"
"Tamam kızım bir dur bakalım"
Meryemceye dönerek;
"Meryemce hanım gençlere oda hazırlayalım. Ezra biraz dinlensin. "
Meryemce başını sallayarak ayağa kalktığında, Mirhan ve Ezra Meryemce'ye baktılar. Meryemce yavaş yavaş yanımızdan uzaklaşırken, Ezra uzun uzun Meryemcenin arkasından bakmıştı. Ezra ve Mirhan ikisi başı önünde dururken, cebimdeki telefonu çıkardım. Bedirhan'ı arayarak derin nefes aldım. Bir iki çaldıktan sonra;
"Geliyorum ağam "
Tebessümle başımı sallamıştım. Başımı kaldırdığımda, Hazar ve Baran merdivenlerden iniyordu. Hazar ve Baran yanımıza oturduğunda, Mirhan başını kaldırıp;
"Ağam babam "
"Mirhan böyle korkacaksan, niye kaçtınız"
"Ağam benim korkum Ezra'ya bir şey olması"
Hazar ve Baran tebessümle iki gence baktıktan sonra bana döndüler. Niye kaçtıklarını olan biteni anlattığımda, ikisi de aynı anda yüzünü ovuşturmuştu. Onların haline güldüğümde Meryemce yanımıza geldi. Ona bakmıştım ki Hazar;
"Dila bize bir kahve yapsana gece uzun belli oldu"
"Tamam Hazar ağam"
Meryemce tekrar mutfağa doğru giderken, iki genç tekrar Meryemcenin arkasından bakıyordu. Çocuklara gülmek istesem de, kendimi tutmuştum. Baran sigara paketini çıkardığında, Hazar bir tane eline alıp Mirhan'a uzattı. Mirhan bana baktıktan sonra;
"İçiyorsan iç bana bakma"
Sigaralarını yaktıklarında Bedirhan avluya girdi. Kaşları çatık yanıma oturunca;
"Ne oldu Bedo"
"Yeni yatmıştım afyonum patlamadı"
"Bir şey mi oldu ki"
"Başak biraz rahatsız. Gülşahla ilgilendim"
"Anladım geçmiş olsun "
Meryemce elinde tepsiyle yanımıza geldiğinde, tepsiyi masaya koymak yerine hepimize uzatmıştı. Bedirhan tebessümle;
"Kendine mi yapmıştın Meryemce"
"Yok ağam senin geleceğini tahmin etmiştim."
Meryemce yanıma sakince oturduğunda elimi bacağının üzerine koyarak;
"Meryemce hanım sen Ezra'ya odasını göster dinlensin. "
Meryemce tekrar ayağa kalktığında, Ezra daha fazla içinde tutamamış olacak ki;
"Siz hanım ağasınız değil mi"
"Evet canım "
"Siz, siz geldiğimizden beri çalışıyorsunuz. Bize su getirdiniz. Ağalara kahve yaptınız. Ben sizin gibi bir hanımağa görmedim hiç"
Hepimiz Ezra'ya baktığımızda;
"Şey Mustafa Hamza ağam özür dilerim "
"Yok kızım özür dileme. Sen içindekileri söyledin. Meryemce hanıma bakma sen o bizim yanımızda hep böyle dışarıda hanımağa kendi."
Kız başını salladığında beraber yanımızdan uzaklaştılar. Merdivenleri çıkarken, Hazar kahvesinden son yudumu içip;
"Ne yapacaksın ağam. Bizimle paylaşmak istediğin bir durum var mı"
"Hazar şuan hiç bir şey aklıma gelmiyor. Yusuf ağa gelsin bakacağım"
Ben düşünürken bizim odadan ağlama sesi gelmeye başladığında ayağa kalkmıştım ki Meryemce hızlı adımlarla odaya girdi. Kolumdaki saate baktığımda gece üçü gösteriyordu. Ayağa kalktığımda konağın kapısı açıldı. Yusuf ağa peşinde iki büyük oğluyla avluya girdiler. Yusuf ağanın önüne yürümüştüm ki benim yanımdan geçerek, oğlunun kolundan tutup, ayağa kaldırdı. Sağ elini vurmak için havaya kaldırdığında, bileğinden tutarak önüne geçtim. Kaşlarımı çatarak;
"Yavaş Yusuf ağa kendine gel. Kimin konağında olduğunu unutuyorsun. Benim misafirime hangi hakla vuruyorsun"
"Unutmadım ağam unutmadım. Bu it kimi sevmeyeceğini unutmuş ama. Lan puşt, lan it başka kız mı yoktu da gittin it Cavit'in kızını sevdin"
Mirhan birden gür bir sesle;
"Baba ben sevdim, abilerim ben sevdim. Suç mu sevmek, bende imkansızı sevdim. Şunu bilin Mustafa ağam ne hüküm keserse başımla gözümle, ölümse ölürüm."
Yusuf ağa bir adım daha attığında iyice sinirlenmiştim. Derin bir nefes alıp;
"Yusuf ağa geç konuşalım, dövmekle olayı çözdüğümü ne zaman gördünüz"
Yusuf ağa sedire otururken, Yusuf ağanın iki büyük oğullarının gözünde rahatlama görmüştüm. En büyükleri olan Demir, Mirhan'ın yanından geçerken, kolunu şefkatla sıkmıştı. Derin bir nefes alıp;
"Hazar Mirhan'ı odasına götürür müsün"
Hazar yanımızdan Mirhan ile kalkarken, Yusuf ağa oğlunun arkasından üzgünce baktı. Onlar üst avluya çıktıklarında Yusuf ağa bakışlarını bana çevirip;
"Ağam"
"Dur yusuf ağa sakinleş önce. Hatta buyurun yukarıdaki salona geçelim. Hava soğumaya başladı."
Hep birlikte üst kattaki büyük salona çıktık. Salona girdiğimizde Yusuf ağa oturduğu yerde derin bir nefes alıp;
"Ağam bu itoğlu Cavit berdel diyecek. Bu itin en küçük oğlu Berzan otuz yaşında. Daha altı ay evvel geldi Amerika'dan. Benim Gülru'm daha onyedisinde tek kızım canım parçası ağam"
"Dur bakalım son karar bende bana ters düşecek ağanın sonunu ne beklediğini hepsi biliyor. Yusuf ağa sende konağına dön yarın akşam bütün ağaları toplayayım kararı mı veririm. Ben tanımıyorum bu Berzan'ı. Zaten Cavit kızını kardeşinin oğluna verecekmiş, onun için kaçmış çocuklar."
"Hangi oğluna ağam"
"Kürşat'a"
"Ağam o it evli hem de iki evli. Erkek bebeğin peşine dolaşıyor diye biliyorum"
"Demek kızını da verecekmiş"
"Öyle demek ki Hazar'ım"
Hazar'a göz ucuyla baktıktan sonra, Yusuf Ağa'ya döndüm. Derin derin nefes aldıktan sonra;
"Bak Yusuf Ali ağa seni severim, yaşça büyüğümsün. Ben durumu Allah'ın izniyle çözerim de sen bu kızı gelinin gözüyle görecek misin? "
"Ağam, evet senden yaşça büyüğüm ama senin zekan ve durumundan küçüğüm. Sen şimdi kızını berdel dersen ben bir şey diyemem. Senin sorduğun soruya cevap vereyim. Ben bu kızın nasıl dillere destan bir kız olduğunu üç senedir gelinlerimden hanımlarımdan duyuyorum. O kız benim evime hayır getirir ama dediğim gibi"
"Dur bakalım Yusuf ağa, sabah bu it Cavit bir gelsin de"
Herkes başını salladığında, Hazar'ım kaşlarını çatarak;
"Yusuf ağa madem kızı seversin niye Mirhan'ın üzerine yürüdün, Mirhan'a niye kötüledin kızı"
"Hazar'ım ben ağa olabilirim ama ben babayım. Her evladım benim için değerlidir. Ben hiç bir şeyden korkmam fakat olay evlatlarıma sıçrarsa ben korkarım. İlk hanımdan olan bu oğullarım bile Mirhan ve Gülru'yu ayrı tutarlar ki ben nasıl tutmam."
"Niye ayrı tutarsınız Yusuf ağa"
"Bedirhan'ım bak oğlum, ben Hatun hanımı çok severek aldım. Benim ilk hanımım Hatun hanım Emir 'den sonra çocuğu olmayacağını duyduğunda çok üzüldü. Bana ikinci bir eş istedi. Ben yok dedikçe kavgalar ettikçe evliliğim yıkılacak duruma geldi. Hatun hanım soyun çoğalsın diyerek bana ikinci bir eş aradı. En son anamla menekşe hanımı buldular. Kabul ettim evlendim. İki ay sonra Hatun hanım ağır derecede hastalandı. Menekşe hanım sabaha kadar günlerce Hatun hanıma baktı. Mirhan'a hamile kaldığında bile bir dakika yanından ayrılmadı. Evlatlarıma ayrı sarıldı korudu kolladı. Onlar kuma olmadılar bacı oldular. Niye ayrı tutarız Demir ve Emir için iki evladından geçen bir kadını herkes ayrı tutar. Birde benim üç erkek evladımdan sonra gülüm Gülru, abileri ağızının içine bakarlar bir şey istesin diye. Mirhan iki oğluma bir abi der bu ikisi can verecek olurlar"
Hepimiz başımızı sallamıştık. Boran'ı arayacakken kapıdan içeriye elinde çaylarla Eren girdi. Çayları ikram ederken, Baran kulağıma yaklaşıp;
"Ben gideyim de Hattaba bakayım gece yatmadan ateşliydi"
"Tamam git, Bedirhan ve Hazar'ı da al istersen"
"Olur ağam"
Baran odadan çıkarken, Bedirhan ve Hazar çıkmamıştı. Çaylarımızı içerken, Yusuf ağanın oğlu Demir;
"Mustafa Hamza ağam, bu olay olmasaydı da, biz bu gün seni şirketinde ziyarete gelecektik"
"Hayırdır buyurun Demir"
"Ağam, bir şey duyduk. Bu Berzan dedikleri adam, Savaş ağa ile bir iş içindeymiş ve Kamil yanlarında görünmüş."
"Haberim var Demir, bakacağım duruma"
"Hiç şüphemiz yok ağamda bize ihtiyaç duyarsan her zaman emrindeyiz unutma ağam"
"Sağ olun Demir, Emir"
Yusuf ağa oğullarına gururla baktıktan sonra bana dönerek;
"Ağam, sormaya çekiniyorum ama Hanımağamız nasıl"
"İyi Yusuf ağa. Kendini toplamaya uğraşıyor, Allah'ın izniyle daha iyi olacak"
"Evlat acısı ağam"
Çayımdan son yudumu almıştım ki avludan gelen gürültüden sonra gür bir ses;
"Lan ağa bozuntusu çık dışarıya"
Ayağa kalktığımda Demir kaşları çatık;
"Berzan iti"
..........................................................
MERYEMCE...
Odaya girdiğimde Ömer'in canı acır gibi ağlamasıyla yanına gittim. Mirza hala uykusunda olduğu için rahattım. Ömer'i kucağıma aldığımda biraz sakinleşmişti. Koltuğa oturarak göğsüme yatırdım. Ömer'in karnını doyururken, oğlumu izliyordum. Parmağımın tersiyle yüzünü severken, minik bir tebessüm etmişti. Ufak gizli gamzesini görünce içime sokasım gelmişti. Ömer tekrar uyuklamaya başladığında sevinmiştim. Ömer doyduğunda tekrar uyumuştu. Onu beşiğe koyarken, Mirza'm elini ağızına sokmuş emiyordu. Mirza'yı kucağıma aldığımda, elini göğsüme vuruyordu. Onun elini dudaklarımın arasına alıp dururken alt dudağımı tutmuştu. Tekrar koltuğa oturduğumda, Mirza'yı doyurmaya başlamıştım. Mirza tekrar uyuduğunda onu da beşiğe koymuştum. Üzerime çeki düzen vererek avluya çıktığımda kimse yoktu. Merdivenleri çıktığımda ortalık sakindi. Salonun kapısının önüne geldiğimde içeri de üç tane yabancı adam vardı. Büyük ihtimalle Yusuf ağaydı bu adam. Mina'nın odasına girdiğimde, Talha'nın odasının kapısı açıktı. Oraya yürüyerek kapıyı açtığımda Gül'ün saçları dağılmış uyuyordu. Başını öperek, üzerini örttüm. Gül'ün yanından Mina'nın odasına girdiğimde yatakta yoktu. Odadan çıkıyordum ki banyonun kapısı açıldı. Mina elinde ufak havlusuyla odaya girdi. Annesi kılıklı gözleri yarım açık yatağa gidiyordu. Beni bir anda fark edince;
"Anne! korkutuyorsun"
"Özür dilerim prensesim, hadi gel uykun açılmasın"
Mina başını sallayarak yatağına çıktı. Üzerini örterek, başına dudaklarımı bastırdım. Kokusunu içime çekerek, içimden dua etmiştim kızım için. Saçını sevdikten sonra odadan çıktım. Üç odanın ortak kapısından üst avluya çıktım. Merdivenleri inmeye başladığımda aklımda Mirhan ve Ezra için Mustafa'nın ne hüküm vereceğini düşünerek ana avluya adım atmıştım ki konağın kapısı hızla açılmıştı. Ben daha ne olduğunu anlamadan bir adam başıma silah dayayarak, kolunu boğazıma doladı. Beraber avlunun ortasına geldiğimizde avlunun ana ışıkları yandı. Adamın yanına gelen adam boğazımı tutan adama;
"Berzan oğlum bu kadın olmaz, kadını bırak"
"Ne bırakacağım baba, lan ağa bozuntusu çık dışarıya"
Konağın bütün odalarından herkes çıkmaya başladığında, yukarıya baktım. Adam boğazımı iyice sıkmaya başladığında, sinirlenmeye başladım. Mustafa ile göz göze geldiğimizde onunda çok sinirlendiğini anlamıştım. Mustafa derin bir nefes alıp;
"Sen Berzan mısın"
"Evet, ne korktun mu insene aşağıya. Bir de bacımla, o iti koruman altına almışsın. Adamlarının arkasına mı saklanıyorsun"
"Benim lakabı mı baban sana söylemedi mi"
"Banane lan senin isminden Azrail ağamış, yürek yok sende"
Yanımızdaki adam tekrar;
"Berzan kadını bırak"
"Baba kes be sesini, senin salak kızın bir ton işi berbat etti zaten"
Mustafa yüzünde öfke dolu gülüşle;
"O tuttuğun kim biliyor musun"
"Altına aldığın çalışanlarındandır, gecenin bu saatinde kıymetli karın ortalıklarda gezecek hali yok ya "
Derin bir nefes alıp Mustafa'ya baktığımda eliyle buyur yaptıktan sonra karşımda silahını çıkarma zahmetinde bulunmayan Eren'e baktım. Berzan daha ne olduğunu anlamadan silahı elinden almıştım. Silahı Eren'e attığımda havada tutmuştu. Berzan'a kafa attığımda yere düşmüştü. Ceketinin yakalarından tutarak ayağa kaldırdığımda sağ elimle boğazını sıkarken, sol elimi Eren'e uzattım. Alyansımı çıkardığında bir kafa daha atmıştım. Berzan yere düştüğünde, ağalık yüzüğümü de Eren'e uzattığımda artık rahattım. Berzan burnunu tutarak ayağa kalktığında sağ elimle yakasından çekerek avlunun ortasına getirdim. Sol elimle ensesinden tutarak;
"Lan it soyu. Cami duvarına işeme, ölümün benim elimden olur. Ben kimim yanındaki it babana sor bakayım. Sana yapma oğlum dedikçe umursamadın. Sen önce büyüğü öyle gel. Mustafa hamza ağa sana bir kaç beden büyük gelir. Ben kimim biliyor musun? Azrail ağanın karısı, Meryemce Alibeyoğlu. "
Elimi ensesinden çekip arkamı dönmüştüm ki vazgeçip tekrar dönüp, bir kafa daha atmıştım. Berzan'ın burnundan gelen sesle, Mustafa'ya dönerek ;
"Ağam sabah sporu için teşekkürü borç bilirim."
"Ne demek hanım ağam, ben bir şey yapmadım elinize sağlık"
Başımı sallayarak Eren'e yaklaştım. Yüzüklerimi aldığımda sessizce ;
"Hanımefendi ben başını ezersiniz diye düşünüyordum. "
"Size bıraktım ama ben dediğim zaman "
"Emredersiniz"
Ben mutfağa giderken, Eren Boran ile konuşarak dışarıya çıktılar. Mutfağa girdiğimde dolaptan sütü çıkarmıştım. Sütü cezveye dökerken, ocağa koydum. Süt ısınırken, mutfağa Hazar abim girdi. Kaşları çatık yüzüme bakınca;
"Ne oldu abi"
"Alnında itin kanı var"
"Tamam abi silerim"
Hazar abim sinirle yanımdan uzaklaşıp masanın üzerindeki peçeteyi muslukta ıslattı. Bana doğru gelirken peçeteyi elinin içine koymuştu. Ben ona bakarken, mutfağa Bedirhan abim geldi. Yanıma yaklaşıp yüzüme çatık kaşlarla baktı. Hazar abim elinin içinde ısıttığı peçeteyle alnımı silerken, Bedirhan abim;
"Sağ ol Hazar sinirimi bozmuştu. "
"Sadece senin değil benimde sinirimi bozdu alnındaki itin kanı"
"İt hem de ne it. Mustafa'nın kim olduğunu neler yapabileceğini bilmiyor gelmiş köpek gibi havlıyor. Babaları bu itleri yurt dışında büyütüyor sonra gelip memlekette ağacılık oynuyorlar."
"Öyle Bedo öyle. Mustafa'yı sinir etme amaçları belli"
Cezvedeki sütü bardağa döktüğümde abimler bana bakıyorlardı. Sütten bir yudum aldığımda Hazar abim başıyla hadi demişti. Beraber avluya girdiğimizde Yusuf ağa yanında iki gençten adamla oturuyordu. Cavit ağa ve oğlu bir sedirde oturuyordu. Yavaş adımlarla Mustafa'nın yanına oturmuştum. Hazar abim yanıma oturunca, Mustafa göz ucuyla bana bakmıştı. Sütümden bir yudum daha almıştım ki Mustafa'm;
"Mirhan ve Ezra benim misafirimdir. Yarın akşam bütün ağalar toplanır kararı mı öyle bildiririm. Şimdi Yusuf ağa ve Cavit ağa konağımdan gidiyorsunuz"
Yusuf ağa ayağa kalktığında, Hamza dedem gibi uzun boylu bir adam olduğunu net görmüştüm. Bize doğru yaklaşırken, Mustafa gibi başım dik ona baktım. Yusuf ağa sert yüz ifadesiyle;
"Benden sana bir sır Hanımağam, Mustafa Hamza ağayı bilmem ama sen koskoca Hamza ağanın duasıydın. Allah sizi birbirinize bağışlasın. "
"Allah razı olsun Yusuf ağa"
Yusuf ağa ve yanındakiler bir kaç adım atmışlardı ki, Cavit yerinde kıpırdanarak;
"Yusuf ağa Gülru'n kaç yaşında"
Mustafa'ya baktığımda kaşlarını çatarak;
"Yusuf ağa çık konağımdan"
Yusuf ağa yanındakilerle yeri göğü inleterek konaktan çıkmışlardı. Mustafa yerinden kalkmadan;
"Cavit ağa yarın akşama kadar sabret kudurma. Ben sizin için iki hüküm vereceğim. Yanındaki o itin hesabı da yarın kesilecek"
"Ağam daha ne olacak hanımağam burnunu kırdı, kaşı açıldı."
"O hanımağanızın insafıydı. Şimdi beni daha fazla sinirlendirmeden kalkın ve yarın akşama kadar vukuatsız burada olun"
Cavit ağa ve oğlu avludan çıkarken, Mustafa'nın kolundaki saate baktığımda ezan okunalı yarım saat oluyordu. Yerimden kalktığımda Mustafa bileğimi tutup;
"Nereye gül güzeli"
"Mustafa ben namazı kılıp yatacağım, kahvaltıya kaldırır mısın? Başım çok ağırıyor"
Mustafa elini bileğimden çekerken;
"Tabi ki Meryemce hanım "
Arkama bakmadan babam ve amcamın geldiğini anlamıştım. Arkama dönerek onlara güldükten sonra odama doğru yürümeye başladım. Odama girdiğimde bebeklerim hala uykudaydı. Banyoya girerek abdest aldım. Ağrıyan başımla zorda olsa sabah namazını kıldıktan sonra yatağıma yüz üstü yatmıştım. Mustafa'nın yastığına sıkıca sarılıp gözlerimi kapadım.
..........................................................
Anlımda hissettiğim dudaklarla derin nefes aldığımda, aşık olduğum koku ciğerlerime dolmuştu. Gözlerimi açıyordum ki minik dudaklar yanağıma ufak bir öpücük bırakmıştı. Gözlerimi açıp, bana bakan Mina'yı göğsüme yatırdım. Mina başını sol göğsüme koyduğunda tekrar gözümü kapamıştım. Mina elini beraber yatarken koymaktan mutlu olduğu yere, yanağıma koyarak;
"Annem günaydın. Hadi kalk kahvaltı edelim"
"Edelim annesi, minik asiler nerede"
"Dışarıda Hazar amcam ve Leyloş seviyorlar. Hazar amcam galiba yine evlenme teklif edecek kardeşlerimi kullanarak"
"Hım kesin, peki büyük asim nerede"
"Babam mı o burada alnını öptü yaa"
Gözlerimi açıp baktığımda yatakta yanımızda oturuyordu. Göz göze bakarken;
"Ama bebeğim ben yatmak istiyorum "
"Ama annecim"
Mustafa kaşını birini kaldırıp;
"Sen yatmak istiyorsun demek. Mina'm prensesim hadi sen git kardeşlerine bak bizde annenle az sonra geleceğiz tamam mı"
"Tamam babacığım"
Mina yanağımı öperek yanımızdan kalkmıştı. Koşarak odadan çıkarken, Mustafa peşinden kalktı. Mustafa kapıyı kilitleyerek, yanıma doğru gelirken, yataktan kalkmıştım. Parmağını bana doğru uzatıp;
"Yerinde kal, sen yatmak istiyordun. Bende seni ilgi alakayla yatıracağım."
"Yok ben o ilgiyi biliyorum, hem ben nasıl acıktım"
"Yemez karıcığım"
"Mustafa'm canım kocam"
Mustafa bana doğru geldikçe bende geri doğru yavaş yavaş gidiyordum. Arkama bakmadığım için duvara yaslanmıştım. Mustafa serseri bir gülüşle bana jaguar gibi yaklaşırken;
"İmdat diye bağırırım"
"Kim kurtarabilir ki seni"
"Babam, hem senden intikam almak isteyebilir"
Mustafa'nın beni mutlu eden şen kahkahasını duyduğumda onun gözlerine baktım. Şu dakika canımı alsa kanım akmaz. Ömrüm olan adam sen hep gül böyle. Tam karşımda durduğunda elimi sakalına koyarak;
"Ah be adam seni ne kadar seviyorum anlatamam"
Mustafa yanağında olan elimin bileğinden tutup aşağıya indirdi. İki elimi arkadan belimde tek eliyle birleştirdi. Ben onun gözlerine bakarken;
"Neyin var rengin soldu? hasta mısın yoksa"
Mustafa o kadar yakınımda duruyordu ki konuşurken dudaklarımız hafif bir birine değiyordu. Burnumdan nefes aldığımda konuşmak istemiyordum. Mustafa cevap bekliyorum der gibi bakınca;
"Yoooooo"
"Yok senin rengin olsun"
Ben daha ne olduğunu anlamadan sağ yanağımı ısırdığında bağırmıştım. Ellerinden kurtulamıyordum. Mustafa bir kahkaha daha attıktan sonra sol yanağıma yaklaştığında;
"Yapma, yapmaaaa"
Sol yanağımı da ısırdığında bileklerimi bırakmıştı. Göğsünden iterek;
"Yaaa Mustafa ben nasıl çıkacağım dışarıya "
"Oh beee yüzüne kan geldi"
"Allahım ya, ısırmana gerek yoktu, sakalları ayyy"
"Söyle söyle "
"Sen sakallarını yanağıma sürttüğünde de kızarıyorlardı"
"Bak bunu bildiğim iyi oldu"
"Git, giiiiiiiit"
"Hazırlan gel kahvaltı edelim al yanak."
Mustafa gülerek odadan çıkarken aynada yüzüme baktığımda yanaklarım kıpkırmızıydı. Sinirle üzerimi giyinirken, Mustafa'ya yapabileceğim hain bir plan düşünüyordum.
Odamdan çıktığımda yavaş yavaş avluya yürüdüğümde Sultan ablayla karşılaştım. Yüzüme bakınca gülmeye başladı. Kaşlarım çatık ona bakınca yanıma geldi kulağıma yaklaşıp;
"Yanaklarına kan gelmiş"
"Sultan abla"
"Tülbentini azcık aşağıya çek beyimin diş izleri belli oluyor"
"Abla vallahi mi"
"Sağ taraftaki belli biraz "
"Anam sende ne göz var be"
"EE kimin ablasıyım"
"Hadi abla herkes beni bekliyor. Bu arada bebeklerim nerede"
"Hattab efendi, Mirza efendi, Ömer efendi, Seyhan hanım bizim yanımızdalar azcık rahat kahvaltı edin."
"Sağ ol ablam"
Masaya yaklaştıkça tülbetimi aşağıya çekiyordum. Masaya oturduğumda Dağhan birden kaşlarını çatarak;
"Hasta mısın? yanakların kıpkırmızı"
"Hasta değilim"
"Annem makyaj sevmezsin ki allık sürdün diyeyim"
Gülcan yerinden kalkıp yanıma geldi. Alnıma dudaklarını bastırdıktan sonra, tülbentin altından ellerini kulaklarımın arkasına koyduğunda;
"Gülcan hasta değilim "
"Evet ateşinde yok niye yanakların kıpkırmızı"
Gülcan'a biraz yaklaşıp;
"Senin yanaklarını da kızartabilirim "
Gülcan alt dudağını dişlerinin arasına alarak yerine geçti. Anneme bakıp;
"İyiyim anne. Hasta değilim. Ağam afiyet olsun desen mi acaba"
Mustafa sandalyesine yaslanarak, gülmemek için kendini sıkarken;
"Aslında ben tokum ama neyse buyurun afiyet olsun. Sabah sabah tatlı ağır geldi galiba"
Gülendam önüme çayımı koyduğunda;
"Kahve istiyorum Sultan ablaya söyle"
"Tamam ab, hanımağam"
"Gülendam "
"Tamam abla hemen gidiyorum"
Ezra sırayla hepimize bakarken, bir şey sormak istediği belliydi. Çatalıyla oynarken;
"Ezra"
"Buyurun hanımağam"
"Ne merak ettin, yani sormak istedin"
"Hanımağam çok kalabalıksınız. Kim kimin neyi? kimin annesi kim, babası kim şaşırdım. Fakat çok güzel bir ailesiniz"
Ağızımı açmıştım ki yanımda oturan Hazar abim;
"Ezra bacım öyle, O kadar güzel aileyiz ki, aramızda yılanlarımız var onlar yok mesela masada. Sahi neredeler onlar Mihriban anam"
"Teyzelerine gittiler oğlum bir saat önce kahvaltıya çağrıldılar. Ağamda gidin dedi"
"Bak gördün mü bacım"
"Gördüm Hazar ağam, bir şey sorabilir miyim hanımağam"
"Buyur sor canım "
"Şu kız kimin? saçlarıyla, konuşmasıyla herkese neşe katıyor"
Avluda elinde ballı ekmek biraz daha büyümüş olan iki akbaş olan köpekle oynayan Mina'yı göstermişti bize. Benden önce babam;
"Bu konağın neşesi dediğin gibi. Hepimizin kızı, hepimizin torunu. "
"Nasıl yani efendim"
"O Mustafa Hamza ağanın ve Hanım ağanın kızları Mina Dila Alibeyoğlu güzel kızım"
Mirhan birden;
"A bu o kız mı"
"Hangi kız"
"Şey siz bilmiyorsunuz galiba"
Mustafa birden;
"Neyi Mirhan "
"Ağam şey sizin cenazeniz olduğu gün bu küçük hanım caminin orada taşın üzerinde otururken, şey Cavit ağa kucağına alınca, bırak beni demiş, Cavit ağa bırakmamış, bir kaç defa demiş Cavit ağa bırakmayınca öyle bir tokat atmış ki avluda yankılanmış. Cavit ağa kucağından bıraktığında'' seni babama söyleyeceğim yabancı bir şey demiş, sonra babam yanına giderek benim kucağıma gelmek ister misin dediğinde sen benim babamı tanıyor musun dediğinde babam o benim ağam deyince kucağına çıkmış"
Minaya bakıp;
"Mina buraya gel"
Mina koşarak yanımıza geldiğinde kaşlarımı çatarak;
"Caminin orada ne oldu"
"Bir adam beni kucağına aldı bende ona vurdum. Beni bırakmadı, üç defa bırak dedim bırakmadı bende vurdum. Sonra böyle koca dedem gibi bir adam yanıma geldi. Beni kucağına almak istedi bende babamı tanıdığını sordum o da benim ağam deyince bana sarılmasana izin verdim. Çünkü o esnada Avşin halayengem bayılmıştı. Tek başıma oturuyordum"
"Peki sen o adama ne dedin"
"Küçük fare dedim"
"Mina çok ayıp bir daha sakın. Sana bir soru soracağım cadı kızım"
"Sor annem"
"Bir kız senin babana küçük fare dese üzülür müsün"
"Zorla bir kızı tutuyorsa üzülmem"
"Mina Dila"
"Ama anne"
"Tamam kızım tamam."
Mina Mustafa'nın kucağına çıktığında, Ezra derin bir nefes alıp;
"Hanım ağam bana söyler misin kim kim diye"
Ağızımı açmıştım ki Emrah gülerek;
"Ezra ablam bence kendini hiç yorma derim. Bak şu hanım annem, bu bey babam. Masanın başındaki ağam yanındaki hanımağamız gerisini bende tanımıyorum. Yakında bizim konağa muhtarlık verecekler. Ağam bence kapının girişine bir odaların krokisiyle, büyük çerçeve soy ağacı yazalım"
Biz gülmeye başladığımızda, Mina babasının kucağından inerek yanıma geldi. Elini koluma koyarak;
"Bak şimdi Ezra abla, bunlar benim babaannelerim Mihriban ve Ayşe. Bunlar benim dedelerim Mirza ve Ahmet. Kadir amcam ve Kader yengem evli çocukları Sinan abim ve Yılmaz abim şimdi yengemin karnında Ezelimiz var. Bak serdar amcamla, Selvi yengemin çocukları gül ablam ve Emrah abim. Melek halamın ve Ali eniştemin kızları Mihriban ve Aslı ablam. Peri halamla Kenan eniştem evli onların kızı da küçük Seyhan. Baran amcam zümrüt yengemin bebekleri Esved. Bedo amcam Başak teyzemle evli ama teyzem burada yok. Bak onlar benim dayılarım Devran, Dağhan ve Mert. Dağhan dayımla Gülcan teyze yengem evli, onlarında kızı olacak. Mert dayımla Nisa yengem evli onlarında oğlu olacak. Devran dayımla Avşin hala yengem onlarda evli. Bizim kocaman ailemiz bunlar he birde şey var."
Mina herkesi parmağıyla tek tek göstermişti. Gözlerim Devran'a takıldığında başını eğmişti. Ona bakarken, Mina Hazar ve Leyla'nın arasına geçerek;
"Bunlar da Hazar amcam ve Leyloş teyzem. Hazar amcam, Leyla teyzeme evlenme teklif ediyor ama teyzem nayın diyor dimi anne"
"Evet annem öyle diyor teyzen"
Mina yanımıza gelmişti ki Devran içinde tutamadan;
"Mina birini unuttun"
"Unutmadım devo dayım. Talha'yı kağıda yazsak olmaz, söylesek kelime bitmez. O hepimizin kalbine ımmm neydi he altın nakışla yazıldı. O hem senin değil babam ve annemin oğluydu. Bizler dört kardeşiz. Ben, eşkıyam, Ömer Hamza ve Mirza Asaf. Ben de sizde unutmazsınız bence"
Herkes Mina'nın dediklerine hak verirken Devran'ın gözleri gülmüştü. Gözlerim Devran'dayken, Mustafa'nın hafif öksürmesiyle ona dönmüştüm. Mina babasının koluna başını dayamış aşağıdan yukarıya bakıyordu. Onu böyle görmek çok hoşuma gidiyordu. Mustafa kolunu Mina'ya dolayarak;
"Şimdi beni dinleyin. Yarın akşam buradaki toplantı çok hararetli geçebilir. Onun için hepiniz yarın akşam üzeri çiftliğe gideceksiniz"
"Meryemce de gelecek mi ağam"
"Hayır anne gelmeyecek o ve kızım konakta kalacaklar"
"Vallahi yengem ağamla evlendikten sonra yaşlandı"
"Emrah"
"Tamam sustum çok muhterem ağa bey amcam"
Masada tekrar bir gülme olunca, Mirhan ve Ezra başları eğik duruyorlardı. Onlara baktıktan sonra ağızımı açmıştım ki konağın kapısı açıldı. Boran yanımıza gelip;
"Ağam dün geceden beri sürekli beni görmekten sıkıldın biliyorum ama pars bey kapıda"
"Al içeriye gelsin"
Boran avludan çıktığında, çocuklar bana bakıyordu. Yanımda duran Gülendam'a odamdan çantamı getirmesini istedim. Gülendam odama doğru giderken, Pars avluya girdi. Mustafa'nın yanında durup;
"Afiyet olsun rahatsız ettim, Meryemce hanım dosyalar"
"Tamam anneleri babaları imzalasın. Ne zaman yolculuk "
"Sen ne zaman dersen ister bu akşam ister yarın akşam"
"Tamam saati bildirirsiniz. Yarın çıkarlar"
Pars dosyaları imzalatmak için Kadirlerin yanına geçtiğinde Gülendam yanıma gelmişti. Kol çantamın içinden kartlığımı çıkarıp, çantamı gönderdim. Pars yanıma geldiğinde dosyaları önüme koydu. Ben imzalarken;
"Sorumluluk kim aldı"
"Şey"
"Şahin aldı değil mi"
"Evet zaten sizin için duruyor bu sabah iki ameliyatı iki gün sonraya erteledi"
"Anladım. Şimdi o sinirlidir. Neyse Pars benim ev temizlensin"
"Temizlendi sabah merak etme. Ortak eve geçilecek zaten. "
"Ev Mina'nın düzenine girecek"
"Her şey temizlendi merak etme"
"Tamam pasaportlar sizde biliyorum."
Pars başını salladığında, kartlıktan bir kart çıkarıp;
"Bunu al şahin onaylasın. "
"Tamam "
Pars konaktan çıktığında Emrah yerinden kalkıp;
"Biz gerçekten gidiyor muyuz"
"Evet hazırlığınızı yapın, dediğim gibi burada olduğundan daha çok korumayla gezeceksiniz. Bu gidişiniz nasıl geçerse o şekilde dönüşler olur benden yana. Şunu da unutmayın her an sizi görebilirim ben "
"Tamam yengem sen nasıl dersen"
Çocuklar hızla yerlerinden kalktığında, gülerek onlara bakıyordum. Odalarına geçtiklerinde masaya dönerek;
"Merak etmeyin, istediğimiz an onları görebileceksiniz. Ben onları öyle boş göndermem. Sadece onların hepsinin sizden ayrı gezmesi lazım"
Herkes bana başını salladığında, mutlu olmuştum. Dağhan ve Devran ayağa kalkıp;
"Bize müsaade çıkalım, iki saat sonra Ankaraya gideceğiz. "
"Hayırdır abi"
"Mustafa'm bir kaç toplantı işte"
"Anladım ne zaman dönüş"
"Yarın sabah burada oluruz inşallah"
Gülcan ve Avşin kocalarının arkasından odalarına doğru giderken onları izliyordum. Sultan ablaya kahve dediğimde hemen demişti. Kızlar masayı toplarken, herkes kendi arasında konuşuyordu. Ben Ezra'ya baktığımda bacağımın üzerinde hissettiğim elle yanıma baktım. Mustafa bana doğru yaklaştığında azcık ona doğru eğildim. Mustafa derin bir nefes alıp;
"Karım ben yeni bir okula yazılmak istiyorum ama velim sen ol"
"Allah seni Mustafa'm ya. Olur yavrum nerede okumak istersin."
"Meryemcem bir şey soracağım""
"Sor kocam"
"Bu şahin mi ? çınar mı ? başkan mı her neyse"
"Bu ara değil vallahi en yakın zamanda sana anlatacağım. A'dan z'ye her şeyi eksiksiz. Benim karanlık tarafım sana aydınlansın istiyorum. "
"Sen öyle diyorsan ben yine susarım"
"Bana güveniyorsun değil mi"
"Sonuna kadar. Bilirim başımı eğecek bir şey yapmazsın"
"Bende sana güveniyorum kocam"
"Ben şirkete geçeceğim bir şey istersen ararsın al yanak"
"Pis gıcık ağa kalk git üzerini değiştir, gömleğine çay damlamış"
Kahveler geldiğinde keyifle içerken, Hazar abim ;
"Bu ikinci kahven"
Bedirhan abim, Baran abim ve Mustafa aynı anda;
"Sen daha ne gördün ki, birde mesleğine başlasın o zaman gör"
Masada herkes gülmeye başlamıştı. Hazar abim Mardin'e ayak bastığında hamile olduğum için azaltmıştım kahvemi, onun için benim ne kadar kahve içtiğimi bilmiyordu.
Masa toplandığında herkes bir yere dağılmıştı. Ayağa kalktığımda Peri kucağında Seyhan ile yanıma gelip;
"Yengem ben gidiyorum, Kenan işe geçerken eve bırakacak. Bir şey diyor musun"
"Yok birtanem görüşürüz"
Peri yanağımı öpüp yanımdan uzaklaşmıştı. Bir iki adım atmıştım ki Gülcan, Dağhan ve Devran merdivenleri inip yanıma geldi. Gülcan koluma girip;
"Bu iki tsk mensubunu hava alanına bırakayım oradan hastaneye geçeceğim. Çocukların raporlarını ayarlıyayım"
"Tamam ne diyeyim. Akıllı bacım"
Onlarda konaktan çıktıklarında sedirde bebeklerimi seven annemlerin yanına oturdum. Annemin kucağındaki Mirza mızıldanmaya başladığında acıktıklarını anladım. Mirza'yı kucağıma aldığımda, babası kılıklı Ömer, Ayşe yengemin kucağında ağlamaya başladı. Bana bakan Ezra'ya;
"Canım bana yardım eder misin"
Heyecanla yerinden kalkıp;
"Söyleyin hanım ağam hemen yapayım"
"Sakin ol önce canım benim. "
"Tamam hanım ağam"
"Şimdi annemin kucağındaki ince ince ağlayan Ömer beyi alıp benimle odama gelir misin"
"Hanımağam sen bebeğine dokunmama izin mi veriyorsun"
"Niye izin vermeyeyim"
"Onlar ağalar ağasının oğlu, o sizin çocuğunuz"
"Onlar bebek canım. Onlar ne Mustafa'nın oğulları diye pırlantadan yapılmış, ne de benim çocuklarım diye altından. Onlar insan yavrusu, işte. Bak şu Mina'yı, ben hastanedeyken kimler baktı anlatamam. Bir gün güvenlikçinin kucağında buldum. Bir gün temizlikçilerin odasında uyurken buldum. Benim kıymetlim o olduğu halde böyle, oğullarımın canı yanmıyorsa, kötü davranmıyorlarsa herkes bakabilir bebeklerime ben insan ayırt etmem. Ben hanımağayım diye emirler vermem ben rica ederim"
"Ben sizin gibi hiç ağa karısı görmedim. Dün bana kendi ellerinizle yatak açtınız. Ağalara kahve yaptınız. Benim annemin kahvaltısı yatağına gider. Mesela gece dörtte çalışanları kaldırır yemek hazırlatırdı. Siz dün"
"Hadi Ezra ablaları çok acıktı oğullarım."
Ezra dikkatle yengemin kucağından bebeğimi aldığında, anneme bakarak;
"Annee"
"Meryemce yürü git"
Ben önden yürürken, Mirza elini göğsüme vuruyordu. Ona gülerken, odanın kapısına geldiğimde Mustafa ile kapıda karşılaştık. Yanımda duran Ezra'nın kucağındaki Ömer ve benim kucağımdaki Mirza'ya baktıktan sonra bir adım daha bana yaklaştı. Elini enseme koyarak kendine çekti. Dudakları alnıma bastırıp burnundan derin bir nefes çekerek öpmüştü. Elini yanağıma getirip gözlerime bakarak;
"Ben çıkıyorum, Mirhan'ı babam ve amcam alıp gidecekler. Akşam bizden önce gelirler büyük ihtimalle. Mina ve Avşin'de babamlarla çiftliğe gidecekler."
"Tamam bende Ezra ile asicikleri doyurayım. Belki dinlenirim azcık"
"Tamam dikkat et kendine"
Mustafa yanağımı sevdikten sonra yanımızdan ayrıldı. Odama girdiğimde bir iki adım atmıştım ki Ezra kapının önünden bana bakıyordu. Mirza'yı göğsüme yatırıp, tek elimle tutarak;
"Bak Ezra ablası orada tutarsan oğlumu hasta olur işte. Hadi gel"
"Özür dilerim hanımağam"
Ezra odaya girip kapıyı kapadı. Ben yatağa oturduğumda Ezra dikkatlice yatağa yatırdı bebeğimi. Yatağın yanında ayakta durmaya devam ederken;
"Ezra benim yanımda böyle durma otur canım yanıma. Ben avluda annemlerle tek sıkılma diye yanıma aldım. Şimdi Kader ve Selvi buraya geldikleri günden beri alışkanlık olan kahve muhabbetini yapacaklar, tabi Melek'te yanlarında. Nisa'm Mert daha çıkmadığı için kocasıyla, Zümrüt Hattabı uyuttuktan sonra odasını toplar, işleri varsa halleder."
"Anladım ama siz nasıl izin veriyorsunuz"
"Neye canım"
"Hepsi ayrı"
"Hepsinin kendine göre işleri muhabbetleri var canım benim. Onun için herkesin kendine ait alanı olmak zorunda"
Ezra şaşkın gözlerle bana bakarken, kucağımda doyan Mirza'mı omzuma yatırdım. Sırtına hafif vururken, gazını çıkarmıştı. Beşiğine koyduğumda etrafa bakıyordu. Mirza'nın yüzünün yakınına başımdaki tülbenti koyduğumda, Ezra başıma bakıyordu. Elimi başıma koyduğumda bonenin kaydığını fark etmiştim. Ezra'ya tebessüm ettikten sonra Ömer'i kucağıma aldım. Ezra derin bir nefes aldıktan sonra;
"Saçlarınız simsiyah hanımağam, uzun mu saçınız"
"Uzun belime kadar canım"
"Aynı siyah bir güle benziyorsunuz"
"Öyle mi? neyse anlat bakalım Ezra hanım"
"Şey ne anlatayım Hanımağam"
"Aklına ne geliyorsa"
"Hanım ağam kaç yaşındasınız"
"Ben mi, otuz sekize gireceğim yakın bir tarihte"
"Hiç, hiç göstermiyorsunuz. Antep'te güzelliğiniz bütün kadınların dillerinde, birde herkese nasip olmazdı Mustafa Hamza ağanın karısı olmak. Mesela şey karaca hanımın yıllarca dillerde ağama olan aşkı ama işte şey. "
"Karaca hanım Mustafa Hamza'ya aşık mıydı"
"Şey evet hanım ağam. Siz nasıl diyeyim böyle bir melek gibisiniz, değerli bir taş gibi parlıyorsunuz. Ben sizin gibi güzel bir kadın görmedim. Bence siz peçe takmalısınız"
"Yok canım estağfurullah. Beni güzel görmen senin çok güzel gören gözlerin. Ben o kadarda güzel değilim. Biraz klişe olacak ama Allah insana iç güzelliği, kalp, ahlak güzelliği versin"
"Amin hanım ağam amin"
Ezra'ya güldükten sonra kucağımda karnını doyuran oğluma baktığımda, etrafa bakıyordu. Onu da beşiğe koyduğumda, Ezranın karşısına bağdaş kurup;
"Ben sana bir şey soracağım güzelim"
"Sorun hanım ağam"
"Onbeş yaşında başına ne geldi ki adının çıkmasın diye seni vereceklerdi"
"Şey hanım ağam, benim babam bizi sevmese de saymasa da okumamızı istedi. Ben o zaman lise ikideydim. O gün babamlar başka köye gideceklerdi beni de okuldan Kürşat abim alacaktı. Okulun kapısına çıktığımda kimse yoktu. Hava karanlık olduğu için hızlı hızlı konağa geldim. Konakta çalışan kadınlardan başka kimse yoktu. O gece Kürşat abim içerek arkadaşlarıyla konağa geldiler. Gece acıktığım için avluya indiğimde bunlar avludaydı. Ekmeğimi alıp yukarıya çıkarken bunlara bakmamıştım bile. O gece kürşat abimin ilk karısının abisi bana "
"Ştt sakin tamam ağlama. Özür dilerim çok özür dilerim "
Ezra'nın elini tuttuğumda, elimi öperek;
"Ben bunu bir gece çok zorlanarak Mirhan'ıma anlattım hanım ağam saklarsınız değil mi"
"Tabi saklarım. Her zamanda arkanda olurum canım benim üzülme tamam mı"
Ezra'ya sarıldığımda o anlatmaya başlamıştı. Ezra, Cavit ağanın ikinci karısından olan üç çocuğundan en büyüğü ve tek kızıymış. Kız olduğu için değersiz, kıymetsizmiş onu içinde Kürşat denen adama üçüncü eş diye para karşılığı verecekmiş.
Sinirlenmemeye, sakin olmaya çalışırken kapım çaldı. Ben gel dediğimde Ezra gözlerini tülbentine sildikten sonra başını önüne eğdi. Mert hızla bir giriş yaptığında Ezra'yı görünce yavaşlamıştı. Yanıma gelerek başımın üzerine dudaklarını bastırdıktan sonra;
"Ablam, annem"
"Canım"
"Ablamm"
"Ne oldu prensim söyle"
"Ah ablam bee huzuru güzel ablam "
"Söyle prensim ne oldu"
"Ben birazdan çıkacağım, Nisa biraz keyifsiz bir bakar mısın diyecektim"
"Neyi var kuzumun"
"Korkuları var ablam. Bende dedim ki huzurum huzuru olsun"
"Tamam aklın kalmasın canım. Ben birazdan yanına gider sakinleştiririm. Hadi sen işine git"
Mert sıkıca sarıldıktan sonra;
"Bütün kalbimle söylüyorum, seni seviyorum, iyi ki varsın. Tekrar tekrar özür dilerim"
"Bütün kalbimle söylüyorum, seni seviyorum, iyi ki varsın. Affettim seni canım ilk oğlum"
Mert gülerek odadan çıktığında, Ezra kaşları çatık;
"Hanım ağam"
"Mert, Dağhan ve Devran benim gerçekten kardeşim. Dağhan babamın ilk eşinden olan karısı"
"Hanım ağam sizde de mi kuma var"
"Hayır canım babam onun annesinden boşandıktan sonra benim annemle evleniyor"
"Hım anladım."
"Mert ve benim annem aynı kadın. Devran ise benim süt kardeşim. Konak dışında çok az kişi bilir. Devran, Avşin ile evlenince bize damat geldi biliniyor, Dağhan da benim dostumla evlenen damat diye biliniyor"
"Ya!!!"
"Yaa"
"Biliyor musun hanımağam, Devran bey babamlar için tehlike arz ediyormuş"
"Nasıl yani"
"Tam bilmiyorum Berzan abim, Kürşat abim babam, Savaş ağa ve Antep'ten buradan bir kaç tane ufak ağa büyük bir işe girmişler. Atabek ağa öldükten sonra baya işleri büyütmüşler. Bu olayı Devran bey duyarsa işleri çıkmaza girermiş"
"Anladım sen yine bu olayı duymamış gibi yap yoksa başın iyice ağrır. Hadi kalk benim asiciklerim uyurken, öğlen çayı içelim herkes gelmiştir"
Ezra ile yataktan kalktığımızda, ben aynanın önüne geçerek başımı düzeltiyordum. Aynadan ona baktığımda, duvardaki resmime bakıyordu. Belimi aynanın konsoluna dayayarak;
"Ne oldu canım"
"Hanım ağam şey Azrail ağam size çok mu aşık"
"Bilmem akşam ona sor istersen"
"Hiiii soramam ki ayıp, koskoca Mustafa Hamza ağa, ağalar ağası"
"Hadi çıkalım küçük kız"
Avluya çıktığımda herkes avludaydı. Ezra ile sedirlere giderken, Nisa hemen ayağa kalktı. Ezra oturunca, Nisa belime sarılıp;
"Ablaa!"
"Canım ne oldu, sen ağladın mı"
"Abla ben şey "
"Korkma Nisa söz doğumuna ben gireceğim. Yanında olacağım hatta dur ben bir tane daha çocuk yapayım seninle doğurayım"
"Abla yaaa"
"Ablan sevsin seni. Korkma kız yoksa seni hepimiz mi doğurtsak "
"Mihriban anne yaaa"
"Meryemce uğraşma, minik kızımla"
"Tamam anne bir şey demedik. Gülcan gelmedi mi daha"
"Yok yenge"
"Bu kız niye doğum izini almıyor ya"
"Meryemce "
"He annem"
"Sen doğum izini aldın mı "
"Anne sen bana ne bakıyorsun benim lakabım deli doktor. Ben doğum izini aldığım gün doğurdum"
Avluda herkes gülerken, Ezra bize garip bakıyordu. Çayımdan bir yudum almıştım ki Ayşe yengem;
"Meryemce"
"Buyur yengem"
"Sen bir keyifli ve neşelisin Allah bozmasın da hayırdır"
"Sabah spor yaptım ondandır"
"Yenge"
"Selvim"
"Senin sporun adam dövmek mi? "
"Olabilir neden olmasın"
Avluda herkes tekrar gülerken, annem sedirdeki ufak yastığı bana atınca yüzüme çarpmıştı. Anneme baktığımda gülüyordu. Ben yerdeki yastığı alıp kucağıma koyduğumda Ezra;
"Ben çok şaşırıyorum. Bu konak çok değişik farklı bir yer"
"Nasıl yani ezracım"
"Ben ufaktım, babaannem anneme sadece hafif omzuna dokunup az öteye git dediği için, büyük anam babama ve dedeme şikayet etmişti. O gece babaannem avluda uyumuştu. "
"Şimdi annem bana yastık attığı için, akşam ağama şikayet mi etmeliyim?"
"Yok da Hanımağam şey"
"Bak güzelim benim hanımağalığım dışarda, gördüğün gibi yenge diyende var, abla diyende var. Ben bu iki kadının kızıyım geliniyim"
"Anladım hanımağam"
Sohbet sohbeti açtığında zaman geçmişti. Ayağa kalktığımda konağın kapısı açılıp sertçe kapandığında hepimiz oraya baktık. Sinan sinirle avlunun ortasına geldiğinde gözleri benim üzerimdeydi. Bir adım ona doğru atınca, Sinan hızla gelip belime sarılmıştı. Sağ elimle saçlarını severken sessizce ;
"Oğlum ne oldu sana"
"Yenge seninle azcık dertleşebilir miyiz"
"Tabi ki, sen odana git üzerini değiştir ben odamda olacağım"
Sinan başını sallayarak benden uzaklaşıp odasına doğru yürürken, tekrar sedire yaklaşıp;
"Ben odama geçiyorum, Sinan benimle bir şey konuşacakmış, sonra azcık dinlenirim"
"Tamam anneciğim"
Odama doğru yürürken, annemin arkamdan dua okuduğunu biliyordum. Odama girdiğimde bebeklerim hala uyuyorlardı. Koltuğa oturup başımı arkaya yaslamıştım ki odamın kapısı açıldı. Sinan üzerine eşofmanlarını giyerek, yanıma gelmişti. Yanıma oturduğunda;
"Anlat bakalım Sinan efendi"
"Yenge ben nerede yanlış, hata yaptım da bunları duydum ve gördüm"
"Konuyu bilsem fikir yürütebilirim bence"
"Yengem Gülperi'yi biliyorsun. Bu gün yanına gittim. Bahçede bankta otururken dedim ki yarından sonra okula bir on gün gelmeyeceğim. İyi ne yapayım Sinan dedi bana. O teneffüs bir şey demedim, bir iki teneffüs sonra yanına gittim. Öğle arası olduğu için telefonla konuşuyordu. Bir iki adım arkasından yaklaşıp ağızımı açmıştım ki duyduklarımla"
"Ne duydun yakışıklım"
"Gülperi babasının piyonuymuş. Bende diyorum ki bu adam niye bize hiç kızmıyor. Adamın amacı kızı bize gelsin gitsin konakta ne oluyor, öğrensin. Ben bu gün sabah bahçede onu gördüm. Ben daha ağızımı açmadan Ezra ve Mirhan abinin bizde olduğunu sordu"
"Duymuştur Sinan"
"Yok yenge yok, sen ne duyduğumu sordun dimi. Bizimle aynı sınıfta olan bir teyzesinin oğlu var, meğer onunla birlikteymiş, aile arasında nişanlanmışlar bile"
"Sinan'ım yengem siz ne yaşıyorsunuz. Ne demek nişanlıymış, hani aynı okulu kazanmak için çalışıyordunuz"
"Yenge beni kandırmış"
"Ah yavrum, başka bir şey var sende bunlarla yıkılacak çocuk değilsin seni yıpratan bir şey var"
"Var yenge, bu gün bu kulaklar neler duydu, neler öğrendi bilemezsin"
"Söyleyecek misin yavrum"
"Yenge ben zor elini tutarken, yenge"
"Sinan gel dizime yat. Pars'a söylerim sana bir kaç tane Amerikalı kız bulsun"
"Yenge yaaa"
Sinan gözlerime baktığında dizlerime vurdum. Sinan başını dizime koyunca, ellerimle saçlarını severek;
"Vardır bunda bir hayır paşam sıkıntı yapma. Yarın belki daha erken gideceksiniz tatiline odaklan. Birde Sinan çocukların en büyüğü olarak hep yanlarında ol. "
"Biz gerçekten gidiyor muyuz yenge ya"
"Evet canım"
"E yenge bizde fazla dil yok bir şey yok kaybolmayalım"
"Yok oğlum etrafınızda herkes Türk olacak. Zaten buradaki gibi bir kaç tane kadın çalışan. Pars, Ertuğrul ve Yasin sizinle olacak. Hepinizin odası aynı katta olacak. Siz ne isterseniz yerine gelecek ve gittin ev benim yani sizin unutmayın. Sadece sana diyeceğim bazı zamanlar mesela film izliyorsunuz, sinema odasının kapısı kapanır, sizinle birlikte bir adam daha kalacak belki görmezsiniz. Belki de görürsünüz. "
"Kim bu adam"
"O adam benim hocam, dostum, hani başkan diyorum ya o adam. "
"Biz niye görmeyeyiz o adamı"
"O fazla konuşmayı sevmez ama bir baktın sizinle her gün vakit geçirdi. Değişik bir adamdır."
"Amcam gördü mü bu adamı"
"Amcası kılıklı, yok görmedi. Bir iki ay sonra buraya gelecek ve amcanla tanışacak. Ortak ya onlar"
"Doğru hastane işi için"
"Evet paşam"
"Yengem dizin baya rahatmış, amcama bak sen "
"Serseriye bak sen "
"Yenge azcık uyusam rahatsız olur musun"
"Uyu bakalım"
Sinan gözlerini kapadığında, yüzünü hafif bana çevirmişti. Yüzüne dikkatle baktığımda, gerçekten git gide Mustafa'ya benzemeye başlamıştı. Saçlarını biraz daha sevdiğimde uyuduğunu anlamıştım. Cebimden telefonumu çıkarıp, rehbere girdim. Sevdiğimin isminin üzerinde parmağımı kaydırdım. Kulağıma tuttuğumda bir iki çalışta sevdiğim ses kulaklarıma doldu.
"Habibim"
"Kocam "
"Yavrum, sevgilim"
"Şey seninle konuşmak istediğim bir konu var "
"Tamam dur arabayı park edeyim yüz yüze konuşalım"
"Sen geldin mi"
"Kapat gülüm geliyorum"
Telefonu kapadığımda biraz zaman geçmişti ki Mustafa yavaşça odaya girdi. Tebessümle olan yüzü Sinan'ı görünce kaşları çatılsa da hala gülüyordu. Bacaklarımın önüne diz çöküp, Sinan'ın saçlarını sevip alnını öptüğünde Sinan gözlerini açtı. Kendine çeki düzen vererek oturmuştu. Mustafa ona gülerek, o yüzünü ovuşturduktan sonra;
"Amca çok çok özür dilerim"
"Yatsaydın oğlum bir şey demedim "
"Yok amcam yok, vallahi özür dilerim"
"Sinan ne oluyor sana, bir şey demedim sürekli özür diliyorsun"
Sinan bana bakınca, anlatamayacağını anlamıştım. Elimi yüzüne koyup, göz kırptıktan sonra;
"Bir şey yok ağam, Sinan bana aşkını ilan etti bende neden olmasın dedim. Kabul ettim"
"Öyle mi bak sen"
"Öyle tabi, hem onun için Gülperi'yi bile bıraktı dimi Sinan"
"Evet yengelerin gülü"
Mustafa kravatını çıkarıp attıktan sonra ikimizin ortasına oturdu. Bir kolunun altına beni, bir kolunun altına Sinan'ı alıp;
"Sinan"
"Buyur ağa amcam"
"Aşkını ilan edip, hala yenge mi diyorsun"
"Yok ya!!! iltifat edeyim, güzel şekilde hitap edeyim kır kafamı sonra. Ben meryemce aşkımı dedem gibi içimde yaşar, onun gibi o nasıl kızım diyorsa, bende yengem derim"
"Bak sen zeki oğlum benim. Söyle bakalım niye çöktün sen ve niye özür diliyorsun"
"Amcam ben Gülperi den ayrıldım. Ayrılma sebebim bana kalsın. Özür diliyorum ben ailemize hain sokmuşum haberim olmamış"
"Açık anlatsan mı oğlum"
"Amca bu kızın babası var ya Saruhan, Cavit ağa ve Savaş ağa ile ortak bir işe girmişler. Bu kızda bu gün teyzesinin oğluyla konuşurken duydum. Alibeyoğullarından bile büyük olacağız diyordu o kız"
"Bu gün duyduk, babana telefonda demiş ki sabrettim ama oğlunu çek kızımın etrafından demiş. Babanda birde ben bu adamla dünür olmayı düşünüyordum dedi"
"Hiç düşünmesin, benim ailem kıymetli en çokta ağam, amcam kıymetli. Aileme gelecek kız sana, idolüm olan adama yakışacak, dört dörtlük kız olacak. Amca bak yaşım on sekiz oldu ya"
"Evet"
"Sen ağasın baksana bir kız, hemen nişan yaparım. Okul askerlikten sonra düğün"
"Bana bak önce okul, meslek sonra evlenmek "
"Aklında bulunsun"
"Yürü git serseri"
"Fena mı dede olursun"
"Sinan bak oğlum tatile gideceksin kaşınma"
Sinan elini hafif göğsüme vurup ayağa kalktığında bir kaç adım attıktan sonra durdu. Cebinden telefonunu çıkarıp;
"Resminizi çekebilir miyim çok güzel görünüyorsunuz"
"Çek serseri çek"
Sinan bizim resmimizi çekip, odadan çıkıyordu ki, omzundan bize bakıp;
"Amca"
"Söyle"
"Bak unutma ne dersen, kimi istersen kabulüm. Yap yeğenine bir kıyak"
"Sinan çık kıracağım bacağını"
Sinan gülerek odadan çıktığında Mustafa hemen dizime yatmıştı. Ona gülmeye başladığımda, yüzünü karnıma yaslamıştı. Saçlarını severken;
"Seni dinliyorum gül güzelim, sevgilim"
"Daha çok uyuyacak gibisin"
"Normal değil mi? hadi dinliyorum. "
"Ezra dedi ki Berzan, Savaş, Cavit sonra Barlas diye bir ağa buradan ufak bir kaç ağa ve adamları galiba büyük bir işe girmişler. Devran duyarsa herkes arapsaçına dönermiş"
"Biliyorum karım, uyuşturucu, silah kaçakçılığı ve bir takım illegal işler"
"Ben duyunca sana söyleyeyim istedim"
"İyi yaptın sevgilim"
"Sen nasıl böyle sakinsin. Bu bence sana ihanet değil mi"
"Onlar oynuyorlar hayatım, ufak zaferler onların daha çok hata yapmasını sağlayacak. Unutma ki herkesin zayıf karnı vardır"
"Doğru ama şunu unutma yılanın başını küçükken ezeceksin"
"Hanım elinin hamuruyla ağa işine karışma kır dizini, çocuklarına bak"
"Bak sen, kalk dizimden marabaya bak"
"Ne oldu hanım ağam"
"Bir şey yok bir tanem. Sen konakta mısın, şirkete geçecek misin"
"Ne oldu ki hatun"
"Sen konaktaysan ben ertelediğim buluşmayı yapayım artık"
"Tamam sen git, bende Kadir ve Serdar'ı arayayım gitmem uyurum azcık"
"Tamam gidiyorum ben üzerimi değiştirip"
Mustafa'nın yanından kalktığımda oda ayağa kalkmıştı. Ben dolabın önüne geçtiğimde, o kütüphaneye girdi. Ben üzerimi değiştirirken o içeride telefonla konuşuyordu. Üzerime rahat eşofman takımı giyerek başımı yaptıktan sonra kütüphaneye girdim. Mustafa arkası kapıya dönük ayakta bir dosyaya bakıyordu. Arkasından beline sarıldığımda, boynunu öptüm. Arkasına dönüp sıkıca sarıldığında elimi cebine sokarak araba anahtarını aldım. Tekrar boynunu öpüp kapıya doğru bir iki adım atmıştım ki Mustafa beni belimden tutup havaya kaldırmıştı.
"Dur Mustafa bırakk"
"Edepsiz seni. Ağanın cebinden anahtar yürütmek? ne edepsiz oldun sen"
"Dur gıdıklama tamam bir daha yapmam."
"Cezana bir çarpı daha attım. "
"Biriktir toptan alırsın"
"Bak sen hatunuma. Bu arada Meryemce evlendiğimiz zamankinden dahada zayıfladın."
"Bırak gideyim"
Mustafa kucağında kapıya kadar götürmüştü. Dirseğiyle kapıyı açtıktan sonra kapının önüne bıraktı beni. Ben ona bakarken, koltuğun üzerine bıraktığım telefonumu ve cüzdanımı bana uzattı. Elinden alıyordum ki bileğimden çekip alnımı öptükten sonra;
"Dikkat et seni seviyorum"
"Bende"
Avluda oturan herkese elimi kaldırıp, kapıya doğru yürümeye başladım. Kapıya çıktığımda Boran önüme geldi. Arabanın yanına gittiğimde;
"Hanımağam yanına birini vereyim"
"Bu anahtarı ağana ver yürüyerek gideceğim. Kimseyi de istemiyorum yanıma"
"Hanım ağam ama ağam"
"Boran ali"
"Tamam hanım ağam tamam"
Yürümeye başladığımda cebimdeki telefonu çıkardım. Kulaklığımı taktıktan sonra Yasin'i aradım. Bir iki çaldıktan sonra;
"Söyle lilyum prenses"
"Yasin'in telefonu sende ne arıyor"
"Eğitim var, bende içeride onları izliyordum. Sen nereye gidiyorsun"
"Ben, ben şeye gidiyorum"
"Sakin ol atmacam"
"Tamam sakinim. Hadi görüşürüz"
Mezarlığa yürürken, ellerimi ısıtmaya uğraşıyordum. Etrafa bakıp sakinleşmeye çalışarak, yürüdüm. Mezarlığa girdiğimde ayaklarım geri geri giderken, Hamza dedemin mezarlığını gördüm. Yanındaki yeni mezarlıkla derin derin nefesler aldım. Boğazımı sıvazlayarak mezarlığın kenarına oturdum. Elimle toprağını severken, göz yaşlarım benden bağımsız akmaya başladılar. Göz yaşlarım toprağa düşerken;
"Bak ben geldim annem. Seni ne kadar özledim be oğlum. Nefessiz kaldım annem, bebeğim ilk beşiğimi ilk kucağım, ilk nefesim ilklerim hep seninle oğlum. Ben anneliği seninle tattım oğlum. O gün bana gitme dediğinde gittim için, o gün beni çağırdığında gelemediğim için, duyamadığım için özür dilerim cennet kokulum. Beni anneni affet. Orada üşümüyorsun bilirim. Biz artık eskisi gibi olacağız söz annem, ben artık ağlamayacağım. "
Nefesim kesildiği için derin nefes almıştım ki omzumda hissettiğim elle sağ tarafıma baktım. Mustafa'yı yanımda görünce hızla yerimden kalkıp, sıkıca sarıldım. Hıçkırıklarımı, göz yaşlarımı onun boynuna, sırtımı yasladığım sığındığım adamın göğsüne bıraktım.
Mustafa elini başıma koymuş sakinleşmemi bekliyordu. Biraz zaman geçmişti ki;
"Dönelim mi sevgilim"
"Dönelim sevgilim dönelim kocam"
Mustafa beni kolunun altına almış, yürüyerek mezarlığın çıkışına giderken, karşımızdan üç adam bize doğru geliyordu. Mustafa benden biraz uzaklaşıp, elimi tuttu. Bir kaç adım atmıştı ki adamların biri Mustafa 'ya elini uzatıp el sıkışırken;
"Ağam bir şey mi oldu bu saatte"
"Ne olabilir Saruhan. Asıl siz hayırdır bu saat burada belinizde silahlarla"
"Şey öylesine ağam "
"Öylesine mezarlık gezmeye mi geldiniz. Saruhan aslında dikkat edin buraya iki ayağınızla gelin. Bir yanlış olur dört koluyla gelmek zorunda kalırsanız dönüşü olmuyor bilmeni isterim"
Adam bembeyaz olduğunda yanından geçip arabaya bindik. Mustafa arabayı çalıştırdığında arabayı hızlı bir şekilde hareket ettirdiğinde ona baktım. Direksiyonu o kadar çok sıkıyordu ki, parmak boğumları bembeyazdı. Hız ibresine baktığımda yükseldikçe yükseliyordu. Elimi koluna koyarak;
"Ne oluyor, bu ne hız "
"Sen, sen nasıl tek başına çıkarsın konaktan, niye etrafında koruma yok senin"
"Ne oluyor dedim"
"O adamlar oraya öylesine gelmedi, büyük ihtimalle sana zarar vermek için geldi"
"Mustafa Hamza Alibeyoğlu sana bir şey soracağım"
"Sor"
"Sen nereden biliyorsun etrafımda koruma olmadığını"
"Boran'a sordum kimseyi istemediğini söyledi"
"Mustafa mezarlık koruma kaynıyordu ki"
"Nasıl yani"
"Ben konaktan çıktıktan sonra Yasin'i aradım. Böyle bir günde, bu kadar sıkıntı içinde açık hedef olamazdım. Konaktan bizimkilerle çıkmak istemedim"
"Akıllı karım, akıllı bıdığım"
"Özür dile hemen"
"Niye"
"Bana bağırdın sen, beni üzdün özür dile"
"Özür dilerim karım, şey"
"Tamam tamam affettim. Bir kilo kadayıfa fit olurum"
Mustafa gülerek burnumu sıkmıştı. Arabayı yavaşlattığında, konağın önüne gelmiştik. Arabadan indiğimde Boran hemen konağın kapısını açtı. Mustafa ile peş peşe avluya girdiğimizde, masa kurulmaya başlamıştı. Annem ile göz göze geldiğimizde üzerimi gösterip, odama yürüdüm. Odama girdiğimde kapı kapanmadan hemen açılmıştı. Arkama bakamadan Mina'm bacaklarıma sarıldı. Gülerek ona döndüğümde;
"Anne, anne"
"Söyle gözümün nuru"
"Avşin halam bu gün çok kustu. Birde lavaboya girdi sonra ağlayarak çıktı. Hasta mı olmuştur anne, dayım yok yaa"
"Sen git halanı bana çağır bakayım "
"Peki anne"
Mina odadan çıkarken, siyah şalvarımı, üzerine giydiğim siyah badimi giyindim. Bordo hırkamı üzerime giyerken, Avşin odaya girdi. Kaşlarımı çatarak;
"Evet seni dinliyorum "
"Ben, ben bu gün test yaptım"
"Sonuç"
"Şey ben hamileyim"
"Allah'ım sana çok şükür. Ne yapacaksın telefonda mı söyleyeceksin"
"Yok gelsin öyle"
"Bir dakika, bir dakika. Siz ikiniz yani şey bebek cenazeden önceyse, ilaç kullandın. Baktıralım"
"Şey değil bebek yeni yani, ben şey ne aman be"
"Tamam sus çık odamdan. Edepsiz, görümceyim ben"
"Ay görende diyecek ki nasıl yapılıyor bilmiyor. Bu arada hala mı? görümce mi?"
"C şıkı hanımağa emrediyorum terk et odamı"
Avşin ile gülerek peş peşe avluya çıktık. Annem sedirde ayaklarını uzatmış ayağında Ömer, kucağında Mirza oturuyordu. Annemin kucağından Mirza'yı alırken babam yanımıza gelmişti. Annem birden;
"Gör Mirza efendi gör, nasıl gelinin var çocukları bana bıraktı kocasıyla anlaşılmasın diye ayrı ayrı konaktan çıktılar"
"Bak sen edepsiz, yol yordam bilmeyen geline. Mihriban, gelinin bakamıyorsa biz büyütelim torunları"
"Ne bakacağım bunun çocuklarına ben. Kırsın bacaklarını otursun bebeklerine baksın"
Avluda herkes bizim üçümüzü izlerken, Selvi yanımıza gelerek;
"Dert etmeyin ben bakarım oğullarıma "
Ben aileme baktığımda iyice mutlu olmuştum. Babam başımı öpünce Ezra ile göz göze geldik. Şaşkınca bana bakıyordu. Onun haline gülerek;
"Mustafa Hamza ağam"
"Buyur Meryemce hanım"
"Kayınvalidem bana bu gün yastık attı. Başıma vurdu."
"Annemin vurduğu yerde gül biter"
Ezra öksürmeye başladığında Avşin su uzatmıştı. Ezra suyu içtikten sonra sessizce;
"Hanımağam kurban olayım odada size sorduğumu ağama sormayın"
"Olur sormam. Gördün mü ne demek istediğimi"
"Gördüm hanım ağam siz koca duvarlar arkasında çok güzel geniş bir ailesiniz. Aileniz hiç bozulmasın"
Sultan abla masaya buyur ettiğinde, yavaş yavaş yerimize oturduk. Mustafa masanın başında otururken yanımdaki boşluğa canım sıkılmıştı. Etrafa bakarken, bacağımda hissettiğim elle Mustafa'ya baktığımda;
"Kumasız yapamıyor musun"
"Yok nerede o, işte mi"
"Yok gelir birazdan "
Önüme döndüğümde cebimdeki telefona mesaj geldi. Alıp baktığımda Hazar abimden olduğunu görünce hemen açtım. Okurken gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum. { Masada birini bulduğumu söyleyeceğim. Bir plan yaptım kumam olduğun için ortak olmak zorundasın teyze olmak istiyorsan. Aslında azcık da dünür olmak istiyorsan }...
Başımı kaldırdığımda Hazar abim gülerek merdivenleri iniyordu. Mustafa'm, Hazar abimi görünce afiyet olsun demişti. Hazar abim yanıma oturup;
"Geç kaldım kusura bakmayın. "
Çorbamdan bir kaşık almıştım ki, hazar abim kulağıma yaklaşıp sessizce;
"O zaman kaçan kovalanır, var mısın kumam"
"Her zaman kumam"
Hazar abim çorbasına döndüğünde bende çorbamı yemeğe devam ediyordum. Çorbalar bitmiş ana yemeğe geçtiğimizde, Hazar abim hafif öksürdükten sonra;
"Mirza baba, Ahmet baba benim size ve annelerime söylemek istediğim bir şey var"
"Buyur oğlum"
"Ağam benim Sivas'ta oturan Nuran halamı biliyorsunuz"
"Evet oğlum hayırdır"
"Az önce arayıp, soyunu yürütmek için artık evlenmelisin dedi. Hancıoğlu aşireti, Alibeyoğlu mu olacak dedi. Bana bir kız bulmuş. Bir kaç gün sonra gidip bakacağım kıza. Anası babası yokmuş. Beğenirsem buraya getireceğim. Halamların yanında kalıyormuş zaten"
"Tamam oğlum sen git gör, bizde ona göre hazırlık yaparız. Hazar istersen Mihriban ve Ayşe gelsin seninle"
"Yok Mirza baba ben gider bakarım"
"Tamam evlat sen bilirsin"
Yemeğe devam ederken, Leyla yavaşça yerinden kalktı. Bebeklerin içinde olduğu oyun parkının yanına gitti. Uyanık olan Hattabı kucağına aldı. Üzüldüğü mimiklerinden belli oluyordu. Hattabı severken, kızlar Hazar abime sessizce söylenirken, kaşlarımı çatmıştım. Hazar abim yerinden kalkıyordu ki ayağına bastım. Tekrar hafif kalktığı yere oturmuştu.
Yemekler yenmiş, sedirlerde kahveleri içerken, Mustafa ve Baran abim kenarda Hazar abimi sorguya çekiyorlardı. Mustafa ve Baran abimin bakışları benim üzerimde durunca başımı eğmiştim. Mustafa ve abimler bize doğru gelirken, etrafı yağmur gibi kurşun sesleri sarmıştı. Mustafalar silahlarına davranıp kapıya çıkarken, annemler bebeklerin yanına geçmişlerdi. Herkes birbirine sarılırken, Mina'm yoktu. Dışarıdan kurşun sesleri gelirken, ben delirmek üzereydim. Az önce burada oynuyordu. Avlunun içinde koşmaya başladığımda, babam birden kolumu tuttu. Nefessiz kalan ciğerime derin bir nefes çekip;
"Baba Mina yok "
"Nasıl yok"
Babam saniyelik avluyu taradıktan sonra, babamla aramaya başladık. Aklım dışarıda kalbim Mina'yı bulma derdindeyken, dışarıdan Eren'in bağırarak " Keskin nişancı var ağamı içeriye alın" dediğini duyduğumda;
"Baba kızımı bul "
Babam benim ne demek istediğimi anlamamıştı. Ben Mustafa'nın çalışma odasına koşmaya başlamıştım. Hızla çalışma odasına girip, Mustafa'nın koyduğu keskin nişancı tüfeğimi dolaptan aldım. Dayımın nişanlı verdiği kurşunların yanındaki normal kurşunları alarak odadan çıktım. Dama çıkıp yere yattım. Gece görüşlü dürbünü takıp, keskin nişancıyı buldum. Acemi olduğu hedefsiz sıkmasından belliydi. Zaman kaybetmeden sağ omuzuna nişan alıp ömür boyu silah kullanamayacak hale getirmek için bastım tetiğe. Bütün adamları tek tek silah kullanamaz hale getirirken, birini fark ettim. Bir kadın arabadan olan biteni izliyordu. Derin bir nefes alıp gece dürbününden netleştirerek baktığımda gördüğüm kadınla sinirle derin nefes almıştım. Mustafa'nın adamları o tarafa doğru giderken, yere uzandım. Kalbimin atışını net duyuyordum....
........................
MUSTAFA HAMZA...
Bize bu hainliği kim yaptığını bulunması için Boranlara emir vererek içeriye giriyordum ki Eren takıldı gözüme. Sol elinden kanlar damlarken, bütün adamları kontrol ediyordu. Dört defa önüme geçmişti. Dördüncü kurşun koluna gelmişti. Keskin nişancı olduğunu o fark etmişti. Başımı sallayarak avluya girdiğimde annem sıkıca bana sarılmıştı. Ben herkesi gözümle taradıktan sonra babamı fark ettim. Hızlı hızlı bir şey arıyordu. Gür bir sesle;
"Baba ne oldu, ne arıyorsun"
"Oğlum, şey Mina yok. Kurşun seslerinden sonra yok oldu sanki"
Hepimiz konağı aramak için etrafa dağılmıştık. Bizim odaya doğru gidiyordum ki sedirin masasının örtüsü sallanıyordu. Herkes beni fark etmiş olacak ki bana bakıyorlardı. Masanın yanına gelerek diz çöktüm. Örtüyü kaldırıp altına baktığımda yanılmadığımı anladım. Mina masanın altında sıkıca gözlerini kapamış, bacaklarını karnına çekip sarılmış sadece '' Allahım lütfen '' diyordu. Elimi elinin üzerine koyarak;
"Babacığım, prensesim gel bana "
Mina gözlerini kocaman açarak emekleyerek bana gelmişti. Kucağıma alarak ayağa kalktığımda sıkıca boynuma sarılıyordu. Sedire oturduğumuzda hala boynumu sıkıca tutuyordu. Elimle saçlarını severek;
"Bir tanem, ömrüm hadi bana bak babam"
"Baba lütfen bizi bırakma, lütfen sana bir şey olmasın"
"Sakin ol prensesim bana bir şey olmaz inşallah. Ben buradayım bak, hepimiz buradayız"
Mina'nın kolları gevşediğinde bacağıma oturttum. Başına öptükten sonra, Mina sakalıma elini koyarak;
"Olmaz dimi baba? sende ölmezsin dimi? beni bırakmazsın dimi?"
Mina'ya sıkıca sarıldığımda, başta annem olmak üzere bütün hanımlar ağlıyordu. Mina korkuyordu ve bu beni çok daha sinir ediyordu. Mina'nın saçını öperek;
"Korkma babacığım, seni hiç bırakmam taki "
"Allah derse gel o zaman dimi babacığım"
"Evet kızım seni hiç bırakmam. Ben seni herkesten daha çok seviyorum. Ben nerede olursam olayım. Seni duyar yanına gelirim bebeğim. Hadi sil göz yaşlarını minik çawreşamın "
Mina'yı tekrar bacağıma oturttuğumda gözlerini siliyordu. Başını göğsüme yaslamış öyle dururken kimse konuşmuyordu. Biraz zaman geçmişti ki Meryemce elinde tüfeğiyle yanımıza geldi. Babamlar elindeki tüfeği görünce, ayağa kalkmışlardı ama ben biliyordum. O silahları durduran Meryemce'nin desteğiydi. Tüfeği masaya koyduğunda Mina'nın başını öptükten sonra gür sesle Eren'i çağrınca, dakika olmamıştı konağın kapısı açıldı. Eren hala kanayan koluyla içeriye girdiğinde Meryemce önünde durdu. Elini sol koluna atıp sıkmaya başladı. Eren'in yüzünde bir değişiklik olmadan;
"Buyurun Hanımağam"
"Kurşun içeride gel bakalım hayalet"
Eren gözlerine baktığında, Meryemce bir şey demeden kolunu bırakıp odasına yürümeye başladı. Odasına tam giriyordu ki;
"Anne, süt verebilir misiniz bebeklerime"
"Tamam kızım sen çocuğa bak, hala elinden kan akıyor"
"Tamam merak etme anne şimdi bakacağım"
Meryemce odasına girdiğinde Eren bana bakıyordu. Eren'in kolundan hafif tutarak odaya götürdüm. Odaya girdiğimizde Eren sedyeye oturdu. Meryemce ceketini çıkar dediğinde, Eren normal çıkardığında Baran birden;
"Canına acımaz mısın yavaş olsana oğlum"
"Olur Baran ağa"
Ceketi çıkarıp yanına koyduğunda, Meryemce makasla gömleğin kolunu kesti. Eldivenlerini geçirip yaraya bakarken, babam, amcam ve Mert odadaki koltuğa oturduklarında, Baran, Hazar ile ayakta duruyorduk. Herkes avluda otururken, Mina koşarak odaya girdi. Mina'nın etkileneceğini düşünerek;
"Babacığım sen avluya git abinlerin yanına"
Mina başını hayır manasında sallarken, Meryemce gülerek;
"Bırak Mustafa ağam kalsın"
"Meryemce hanım az önce çok korktu."
"O sana bir şey olacak diye korktu. Mina benimle İstanbul'da ve Amerika da çok ameliyata girip izledi. Etkilenmez"
Biz Mina'ya bakarken, Mina bana öpücük atıp, Eren'in yanına gitti. Elini yumruk yapıp Eren'e uzattığında Eren gülerek yumruğuna yumrukla vurmuştu. Mina gülerek;
"Eren korkma tamam mı? ben senin elini tutacağım"
"Korkmam peri kızı sen yanımdasın ya ama bence sen dışarı çıkmalısın"
"Çok mu kan akacak "
"si bella bambina ( evet güzel bebeğim)"
"Anne anlamadım ne dedi Eren abi"
"Evet güzel bebeğim dedi ama artık git dışarıya abinlerin yanına"
Mina başını sallayarak gittiğinde, biz Meryemceye bakıyorduk. Meryemce neşteri eline alınca odanın kapısından Bedirhan göründü. Bizim üçümüze sıkıca sarıldığında bizde karşılık vermiştik. Bedirhan yüzüme bakınca sonra demiştim. Meryemce tekrar elindeki neşteri koluna yaklaştırdığında;
"Meryemce hanım kurşun içeride diyorsun uyuşturmuyorsun"
"Bir şey olmaz"
"Adamın canı çok yanar "
Cümlem bitmeden meryemce kolunu iki taraflı kesmişti. Eren'in yüzünde bir acıma ifadesi yoktu. Meryemce dikkatle kolundan kurşunu çıkarmaya uğraşırken;
"Mustafa sormak istediğinizi sorabilirsiniz konuşur Eren"
"Buyurun evet Mustafa ağam"
"Nasıl oldu Eren"
"Ağam biz çay içiyorduk bir anda daha ne olduğunu anlamadan tek taraflı altı ayrı noktadan kurşun yağmaya başladı. Siz çıktıktan sonra yedinci nokta belirdi. Keskin nişancıydı fakat yeni yetme olduğu saçma sapan, hedef almadan atışlarından belliydi. Dört defa size doğru gelen üç kurşunu engelledim ama dördüncü koluma geldi. Biraz zaman sonra yedi ayrı noktaya yedi nokta atışla Meryemce hanım adamları sağ omzundan geçen bütün damarları vurdu. Adamları Boran, Meriç ve Sait sizin deponuza götürdü. Birde ağam biri kaçtı gördüğüm kadarıyla kadındı."
"Tamam Eren. Bu arada dört defa kendini benim, bizim önümüze attın "
"Görevim benim"
Meryemce kurşunu çıkardığında, Eren'in eline bıraktı. Sağ eliyle tutup, havaya kaldırdı. Eren'in yüzünde öyle bir gülüş peydah olmuştu ki, Yasin'in dediğini görmüştüm. Cani bir adam vardı bakışlarında. Meryemceye dönerek;
"Io taglierò il cane (Köpeği keseceğim)"
"fantasma sadico (sadist hayalet)"
"questo è il mio lavoro ( bu benim işim)"
"Rahat dur dikeceğim"
Meryemce dikmeye başladığında babam;
"Meryemce sen o adamları o tüfekle mi vurdun"
"Evet babacığım"
"Peki bu koruma, niye yabancı konuştu seninle"
Meryemce ağızını açtığında ben ondan önce davrandım.
"Baba Yasin beyi biliyorsun ya, ondan istediğim bir adam bu. Onun için yaşadığı ülkeye kaçıyor konuşması"
"Anlıyor musunuz peki"
"Bizde İtalyanca yok ama gelinin konuşuyor baba"
"Meryemce kızım sen kaç dil biliyorsun"
"Baba ben şey, ben ilk okul beşten beri yabancı dil öğrenirim."
"Söyle kızım kaç dil biliyorsun"
" İngilizceyi saymıyorum baba, İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Rusça, Arapça, Almanca, Bulgarca, Farsça azcık Japonca, çince hintçe. Bu kadar babacığım"
"Allah'tan bir şey bilmiyorsun kızım"
"Baba ben beş yaşındaydım ilkokul birinci sınıftaydım. Kemal bey yani babam öyle yapmıştı. Zaten annem ve babam çoğunlukla İngilizce konuşturmak istiyorlardı. Üçüncü sınıfta ana dilim gibi İngilizce konuşuyordum"
"Abla peki bir şey soracağım "
"Sor canım"
"Benim üstüme niye o kadar düşmediler, şey hatırlıyorum sen çok ders çalışırdın."
"Söyleyeyim mi"
"Söyle ablam"
"Sen çocukluğunu yaşamalıydın öyle diyordu baban "
"Abla sen benimle dalga geçiyorsun "
"Yok Mert ciddiyim, Eren bitti."
"Sağ olun hanımefendi"
Eren odadan çıktığında Meryemce peşinden gidip kapıyı kapadı. Biz ona bakarken;
"Bu işi yapanı size söyleyeyim. O kaçan kadın Behçet ağanın kızı Karaca "
"Nasıl yani"
"Ben bilmem adamları yaralanınca bırakıp, çekti gitti. Bir dakika ağam özür dilerim elimin hamuruyla ağa işine karıştım değil mi"
"Öyle hanım ağam"
Meryemce tatlı bir tebessümle odadan çıktığında herkes bana bakıyordu. Babam ve amcam düşünür gibi başlarını önüne eğince;
"Hadi avluya çıkalım"
Hepsi benim konuşup, yorum yapmayacağımı bildiği için uzatmadan peş peşe çıktık. Sedirlere oturduğumuzda Mina, Meryemceye yalvarıyordu. Mina'yı yanıma çağırdığımda, hemen koşarak bana gelmişti. bacağıma oturtup;
"Ne oldu babam bana söyle"
"Ben bu akşam gitmek istiyorum abimlerle babam"
"Kızım bu saatte uçak yoktur ki"
"Babacığım vardır, hadi anne lütfen"
Meryemce annemin yanında bize bakarken, Mina'nın bu ısrarı hoşuma gitmişti. Yarın ki toplantı belli ki çok zor geçecek en iyisi kıymetlilerimin burada olmamasıydı. Derin bir nefes alıp;
"Meryemce hanım gidebilirler mi"
"İki saat içinde giderler, tabi siz isterseniz."
"Tamam gönder çocukları. Yarın aklımın onlarda kalmasını istemiyorum"
Çocuklar bana bakınca, Meryemce yerinden kalkarak;
"Gidin çantalarınıza bakın eksik var mı? gidiyorsunuz "
Çocuklar koşarak odalarına giderken, Meryemce eline telefonunu alıp, bana odamızı göstermişti. Odamıza girecekken, kamera odasına girmiştik. Kapıyı kilitleyerek koltuğa oturduk. Meryemce kameraları açarken, bana döndü. Gözlerime bakıp;
"Emin misin gerçekten"
"Eminim Meryemce aklım çok bölünmesin aklımı toplayabileyim. Ben aynı acıları tekrar yaşamak istemiyorum. Bu tatil benim işime geldi"
"Tamam"
Meryemce bilgisayara bir şeyler girdikten sonra ekranda avize işaretinden sonra ses gelmeye başladı. Kısa zaman sonra ekrana Yasin geldi. Meryemce derin bir nefes alıp;
"Hayırlı geceler nasılsınız"
"İyiyiz de siz nasılsınız"
"Önemli bir şey değil geldi ve geçti. Ne zaman çıkacaksınız"
"Her şey hazır çocukları bekliyoruz. İzinler her şey hazır yani"
"Uçak geldi mi ki?"
Yasin'in duruşu birden dikleşince, Meryemce'ye başka biri cevap verdi.
"Uçak burada, sen ne zaman dersen iki saat içinde giderim"
"O zaman gel çocukları al ve git"
"Sahibin bay Alibeyoğlu yanında mı"
"Yanımda oturuyor "
"İyi geceler bay Alibeyoğlu"
"İyi geceler"
"Ben Çınar Karaaslan. Yüz yüze en kısa zamanda tanışacağız. Evlatlarına gözüm gibi bakacağıma emin olabilirsin. On gün sonra sapasağlam kapında olacaklar. Bana güvenebilirsin"
"Ben önce Allah'a sonra karıma güveniyorum. Yüzünü gözlerini görmediğim kimseye güvenmem"
Yerimden kalkıp kapıyı açtım. Meryemceye baktığımda sadece görüşürüz diye kapatmıştı. Ben odadan çıkıp avluya geçtim. Herkes bana bakarken;
"Böyle yapmak zorundayım. hiç olmazsa onlar emin yerde olsunlar"
Babam yanıma gelerek;
"Sen en doğrusunu yaptın oğlum. Hepimiz seninle hem fikiriz."
.........................
Bir saat su gibi geçmişti. Çocuklarım hazır şekilde sedirlerde oturuyorlardı. Mina normal kıyafetlerle hala oynuyordu. Meryemce bir saattir odada bebeklerimizle ilgileniyordu. Mina'yı kucağıma aldığımda, sıkıca boynuma sarılmıştı. Kızımın saçlarını öperken, Boran avluya girerek;
"Ağam, Pars ve Yasin bey geldiler"
"Al içeriye"
Boran avludan çıktığında, Mina sıkıca boynuma sarılıp;
"Seni çok çok seviyorum babacığım. "
"Bende seni seviyorum prensesim"
"Babacığım bizi düşünme tamam mı? "
"Babalar düşünür kızım"
"Kızlarda babalarını düşünür kendine dikkat et canım asiciğim"
Mina'ya sıkıca sarıldığımda, şükretmiştim kızım var diye. Hazar ve Baran Mina'nın başından öptüklerinde iyice sıkıp öpmüştüm. Hiç bırakmak istemiyordum. Avluya Pars ve Yasin girdiğinde, Meryemce de avluya girdi. Elindeki kahverengi deri ufak valizi bırakıp;
"Pars al çanta mı"
"Ahaa sende mi geliyorsun, ee bebekler"
"Yasin Allah aşkına ne içti bu"
"Kafa buluyor, şimdi biz eğlenmeye gidiyoruz ya çocuk gibi seviniyor yazık"
Meryemce gülünce ikisi de başını eğmişti. Çocuklar herkesle görüştükten sonra önüme geldiler. Kucağımda Mina ile sarılıp öpmüştüm. En son Sinan'ı öperken kulağıma;
"Bak gidiyorum bana kız bul ağam"
"Ulan hergele yürü git ama dur hepsi gitsin sen gitme"
"Oldu ağam görüşürüz."
Çocukların hepsi Pars ve Yasin'in arkasına dizildiğinde Mina'yı kucağımdan bırakmaya zorlanmıştım. Mina'yı yere bırakınca, hafif kaşlarını çatarak;
"Baba!"
"Efendim nazlı kızım"
"Şimdi dedelerim, amcalarım, dayım bize on lira verin"
"Niye ki kızım"
"Harçlık yola çıkıyoruz"
Mina'nın dediğine gülerek, çocuklara yüzer lira vermiştik. Mina hepimizi sırayla öptükten sonra, elindeki parayı cebine koyarak Meryemcenin önüne geçti. Ellerinin birini beline koyduktan sonra bir elini Meryemceye uzatarak;
"Anneciğim şey kimdi yaa ımmm neydi yaa"
"Mina geç kalıyorsunuz prensesim"
"Dur anne yaa ımmm neydi yaa"
Pars gülerek;
"Mina baban ney"
"He sağ ol parscığım, evet anneciğim ağanın eli tutulmazmış öyle dediler"
Avlu bizim kahkahalarımızla çınlarken, elimi cebime atmıştım ki;
"Babam sen değil, bizi gönderen Atmaca deli doktor, hadi anneciğim narin elin cebine gitsin"
Meryemce gülerek hırkasının cebinden iki kart çıkardı. Eğilerek kartları Mina'ya uzatarak;
"Al bakalım küçük hanım limitsiz kartlar, Pars hesaplar açılsın. Çocukların hesap kartlarını verirsiniz."
"Kartlar dönüşte sana mı gelecek kasaya mı"
"Bana gelsin. Hadi hayırlı yolculuklar"
Hep beraber kapıya çıkmıştık. Çocuklar siyah minibüse binerken, biri gözüme takıldı. Arabalar konağın önünden giderken, yanımda duran Meryemcenin kolunu sıkmaya başladım. Konağa geriye girdiğimizde, Meryemceyi önüme çekerek;
"O dört çiftliği alan sensin dimi? O bekar sahibe sensin dimi"
Yalan söylemeyeceğini biliyordum. Sadece evet derse benden çekeceği vardı. Biraz daha kolunu sıkarak;
"Konuş, mala mülke ihtiyacın mı var Meryemce hanım"
"Evet ben aldım. Hayır benim mala mülke değil sana ihtiyacım var. Ben nakit sevmiyorum, benim her yerde evlerim çiftliklerim var. Bir tek Mardin'de yoktu bende onu aldım. Hem o çiftlikler çok güzeldi."
"Meryemce Alibeyoğlu"
"Ağam yapma, senin yok mu gizli tuttuğun malın mülkün"
Ağızımı açıyordum ki babam Meryemce ve benim ensemden tutup, kafalarımızı birbirine değdirdi. Meryemce ile göz göze geldiğimizde;
"Bakın görüyor musunuz? bunlar iki asi, inatçı keçi köprüde karşılaşmışlar. Dua edelim ki bu iki keçi o köprüyü sağlam inşa ettiler. Hadi asi Azrail ağa, hadi deli Azrail hanım ağa odanıza, herkes odasına hadi."
Avlu yavaş yavaş boşalmaya başladığında biz hala öyle duruyorduk. Aynı anda derin bir nefes alarak sessizce;
"Kabul olmuş duam, iyi ki varsın sevgilim"
......................................
İNŞALLAH BEĞENİRSİNİZ...
KELİME VE HARF HATASI OLURSA AFF OLA...
ALLAHA EMANET OLUN...
SİZİ SEVEN ÇATLAK YAZAR... :):)

Bölüm : 26.07.2025 23:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Aslıhan k. / Deli ve Asi / Kabul olmuş duamsın...
Aslıhan k.
Deli ve Asi

31.1k Okunma

3.32k Oy

0 Takip
79
Bölümlü Kitap
Bir deli bir asi...Yeni başlangıç Mardin...Yanlışlıklar...Deli doktor...Siyah inci gibi gözler...Çawreşamın...Bay asi...Sende gitme...Onun kalbinde sen varken...Biri var haram bana... Deli atmaca...Sensin benim alınyazım...Gül güzelim...Asi deli...Gönlümün ağası...Canın olayım...Ömrüme ömür olan adam...Seni özledim deli kadın...Yeryüzünde kanatsız melek...Bir eşi olmalı insanın...Oğlan bizim kız bizim...Hanım ağa...Mustafa'm albatros kuşu...Masum ağa, güçlü hanım ağa...Küçük asilerim...Ağalar ağası azrail ağa...Kış güneşim...Neredesin dilemin neredesin delalamın... Beni bırakma...Sen bana aitsin karım...Sana aşık, sana meftun...Ne mükemmel şey seni sevmek...Eşim değil kocam...Azrail ağanın karısı...Asi siyah jaguar'ım..Gönlümün ilk kıblesi...Fırtına ağa...Kocasının, Hamza ağanın ruhu...Ruhum kadın...Beni ihtiyar eyledin...Mahşerin dört atlısıÖzel bölüm " Lilyum prenses"...Bayan ateş...Baba bırakma beni...Özel bölüm "Dev ve Mina"Azrail ağanın azrail karısı...Düğün dernek...Elimi bırakma...Hoş geldiniz aslan parçalarım..Gitti canımın cananı...Sessiz gül güzelim...Fırtına olup esen Azrail ağaÖzel bölüm " kabul olan duam"...Kabul olmuş duamsın...Gizli hazinem...Sizin ağanız benim kocam...Bu can sana mecbur...Senden daha güzel...İyi ki kalbimde...Sen benim kızımsın...Kızım iyi ki...Bir dünya insan, bir insan dünyam...Özel bölüm " baba ne olur"...Huzurlu ilk kahramanım...Sen ateş ben azrail...O hüzünlü bir kız çocuğu...Kuyunun ışığı...Güneş olmadan...Onun beklediği Mustafa'sıyım...Ağa düğünü...Sen bizim kocaman çınar ağacımızsın...Sensiz hep eksikmişim...Aslanın karısı da aslandır...Karım bir aslan...Benim nadide çiçeğimsin...Tırnağın taşa değse...Benim en değerli hazinemMerhaba tekrardan....Beni dinler misiniz
Hikayeyi Paylaş
Loading...