
MİNA DİLA...
Babam ve annemler konaktan gittiklerinde sedirde oturan babaanneme koştum. Hemencik beni kucağına alıp sıkıca sarıldığında pamuk gibi yanağını öptüm. Babaannem saçlarımı severken ondan gelen tatlı sütlaç gibi kokusunu içime çekiyordum.
Babaannem yanındaki Ayşe babaannemle konuşurken birden masanın üzerindeki telsizden kardeşlerimin ağlama sesini duyunca babaannemin kucağından kalkıyordum ki sıkıca beni sarıp; 'Selvim gidin minik asilere bakın' dedi. Selvi yengem ve Leyloşum beraber annemlerin odasına giderken babaannem başımı öpüp saçlarımı sevmeye devam etti. Gözlerimi kapattığımda babaannem kulağıma sessizce; 'Yemek yiyeceğiz annem uyuma ' dediğinde başımı kaldırdım. Elimi pamuk gibi yanağına koyup;
"Güzel babaannem"
"Güzel gözümün nuru"
"Sen beni ne güzel seviyorsun babaanne"
"Çünkü sen benim nazıyla, aklıyla, sevgisiyle bir tanecik kızımsın. Seni abilerinden, ablalarından ve kardeşlerinden daha çok seviyorum. Sen benim için her şeyden kıymetlisin"
"Sende benim için babaannem"
Babaannem sıkıca sarılıp göğsüne yasladığında bende ona sarılmaya uğraştım. Başımı hafif kaldırıp çenesini öptüğümde yanımıza dedem geldi. Saçlarımı sevip;
"Mina'm"
"Efendim dede"
"Hadi git ablanları abinleri aşağıya çağır gelsinler."
"Tamam dede"
Babaannemin kucağından yavaşça kayarak indiğimde Selvi yengem kucağında bir kardeşimle bana gülmüştü. Merdivenleri koşarak çıkarken dedem arkamdan yavaş diye bağırdığında hemen durdum. Basamakta durup aşağıya baktığımda bağıran dedem değil Baran amcam olduğunu anladım. Kaşları çatık parmağını sallarken başımı yana yatırıp güldüğümde o da bana gülmüştü. Arkamı dönüp yavaşça merdivenleri çıktım. Salonda oturan abimleri ve ablamları çağırırken Sinan abimin olmadığını fark ettim. Gül ablama sorduğumda odasında olduğunu söyledi. Salondan çıkıp abimin odasının önüne gittim. Kapısı kapalıydı. İki defa kapıyı çaldığımda ses gelmeyince geri dönüyordum ki kapı açıldı. Sinan abim hızla kapıyı açıp "Ne var " dediğinde bir adım geriye gidip başımı eğdiğimde abim yere eğilip elimi tutarak;
"Özür dilerim senin geldiğini anlamadım. Çok özür dilerim"
"Abi neye kızdın sen "
"Birine kızdım abim. Sen neden gelmiştin"
"Dedem yemeğe gelsin dedi"
"Tamam gideriz ama seninle konuşmak isteyen biri var önce onu arayalım mı"
"Kim o"
"Tabi ki nişanlın"
"Hadi, hadi arayalım"
Abim kenardaki sedire oturduğunda hemen yanına oturdum. Başımı koluna yasladığında abim görüntülü arıyordu. Bir defa, iki defa, üç defa çalmıştı ki Gülru'nun gülen yüzünü gördüm. Başımı kaldırıp;
"Gülru"
"Mina'm nasılsın prensesim"
"Ben çok iyiyim tatlım sen nasılsın"
"Bende iyiyim kelebeğim"
"Sen benimle konuşmak istemişsin, neden"
"Evet sana bir şey soracaktım"
"Sor Gülrucuğum"
"Sana hırka örecek Hatun annem, ne renk istersin"
"Ay hangi annen o"
Gülru başını sallayarak telefonu yanında oturan büyük annesine çevirdi. O güzel yüzlü annesi gözlükleri burnunun ucunda;
"Rukenamın nasılsın"
"Aaa sen ne dedin bana büyük annesi"
"Gülen yüzüm demek "
"Teşekkür ederim ama sen daha güzel gülüyorsun. Sen bana hırka mı öreceksin büyük annesi"
"Evet eğer istersen, severek öreceğim"
"Yorulmaz mısın? gözlerin acımaz mı?"
"Sana yapacağım ya şifa olur bana o hırkayı örmek "
"O zaman senin canın bana ne yakıştırırsa o renk olsun büyük annesi"
"O zaman sana bembeyaz hırka öreceğim"
"Bende sana geldiğinde kocaman sarılacağım olur mu"
"Olur Xezalamın"
"O ne demek"
"Ceylanım demek"
"Hım tamam"
Gülru telefonu kendine çevirdiğinde;
"Gülru senin güzel gözlü annende vardı ya o yok mu "
"O da burada "
"Onu da görebilir miyim"
"Tabi ki"
Gülru telefonu diğer yanına çevirdiğinde gözleri güzel olan annesi;
"Efendim Minacığım"
"Büyük güzel gülen annesini gördüm. Seni görmezsem çok ayıp olurdu. Seni de görmek istedim. Nasılsın güzel gözlü annesi"
"İyiyim şirinim. Sen nasılsın"
"Çok iyiyim sizi gördüm çok daha mutlu oldum"
"Bizde seni gördüğümüze çok mutlu olduk. Bu güzel dillerini gördüğümüzde daha mutlu oluyoruz"
Başımı eğdiğimde Gülruların güldüklerini duymuştum. Yüzümü abimin göğsüne sakladığımda Sinan abim tek koluyla sarılırken;
"Menekşe anne nasılsınız"
"Allaha şükür oğlum sen nasılsın"
"Allaha şükür iyiyim Menekşe anne"
"Rabbim daha iyi huzurlu etsin oğlum"
"Amin anne, Hatun anne siz nasılsınız"
"İyiyim paşa oğlum. Gözünüz aydın, kız kardeşin dünyaya gelmiş"
"Allah razı olsun Hatun anne, Allaha şükür sağlıkla dünyaya geldi"
"Çok şükür oğlum. Kader hanım nasıl"
"Annemde iyi, bir sıkıntısı yok"
"Aman aman Rabbim daha iyi etsin. En yakın zamanda ziyarete geleceğiz"
"Buyurun annelerim, her zaman bekleriz"
"Allah razı olsun oğlum. Hadi Allaha emanet olun. Selam söyle herkese. Gülru benim odama git gözlük kutumu bak"
Sessizlik olunca başımı kaldırdım. Göz ucuyla ekrana baktığımda Gülru telefonla salondan çıktı. Bir odaya girip;
"Sinan'ım"
"Menekşem nasılsın."
"İyiyim ama biraz yorgunum. Bu gün bütün yengelerimle çarşıya çıktık. Sen ne yaptın bu gün"
"Dersler çok yoğun bu ara. Kafam kazan gibi"
"Bir bitki çayı iç dinlen Sinan"
"Tamam nişanlım."
"Hadi akşam konuşuruz. Seni ve bizi yine gizli dinleyen minik kelebeğimi seviyorum"
Sinan abim hafif gülerek;
"Kelebeğinde seni çok seviyormuş Gülrusu"
"Allaha emanetsiniz"
Sinan abim telefonu kapadığında başımı tamamen kaldırıp yüzüne baktım. Sinan abim yanağımı öpüp;
"Sen aşağıya in, ben hemen geleceğim"
"Peki abi"
Sinan abimin yanından ayrılıp merdivenlerin başına gelmiştim ki Yekta eniştemi gördüm. Hemen beni kucağına alarak;
"Bende seni arıyordum Rukenamın"
"Aaa bana gülen yüzüm dedin sen"
"Kız sen kürtçe mi öğrenmeye başladın"
"Yok eniştecik ya, az önce Gülru'nun büyük annesi söyledi bana"
"Bak sen, sen en çok benim gülen yüzümsün"
"Ben herkesin olsam olmaz mı"
"Yok öyle artık hep benimsin. Ali seni bana emanet etti."
"AA sen Ali dayımla arkadaştın dimi Yektacım"
"Evet minik kuzum"
Yekta eniştemle konuşarak avluya inmiştik. Beraber masaya yaklaşırken dedemin kaşları o kadar çatıktı ki bir an korktum. Yekta eniştemin yanağını öpüp beni yere bırakmasını söyledim. Yekta eniştem beni yavaşça yere bırakıp sandalyesine oturduğunda bende Baran amcamın yanına gittim. Baran amcam beni kucağına alıp dedemle kendi arasındaki sandalyeye oturttu. Dedem afiyet olsun dediğinde herkes sakin ve sessizce çorbasını içerken, herkese biraz baktıktan sonra elime kaşığımı almıştım ki Bedirhan amcam;
"Mina Dila"
"Efendim Bedo amca"
"Seni üzen mutsuz eden bir şey mi oldu prensesim"
"Yok olmadı ki"
"Peki neden bize biraz baktın. Kaşığını alırken mutsuz gibiydin"
"Şey annem yok ya masa da onun için"
"Nasıl yani üzülüyor musun annen yok diye"
"Hayır, hayır. Ben eskiden yani siz yokken eski evimizde olduğumuzda bazı geceler annem eve gelmezdi. O zamanlar ya Mert dayımla ya da tek başıma kalırdım. Sultan anneannem olsa da kendimi çok yalnız hisseder korkardım. Leyloşum sonra annem evde olmadığında bizim evimizde kalmaya başlamıştı ama yine de annemi ister ve beklerdim. "
Anlatmaya devam edecekken çorbamdan bir kaşık bana içiren dedeme bakıp hafif kaşlarımı çattım. O bana güzelce gülünce bende ona güldüm. Baran amcam saçımı severek;
"Neden öyle hissederdin peki prensesim"
"Çünkü annem yokken beni ve Leyloşu üzecekler sanıyordum, onun için de çok korkuyordum. Şimdi öyle bir şey hissetmiyorum Baran amca. Leyloşumun bir sürü abisi, ablası oldu. Aslında bir annesi birde babası oldu. Size baktım çünkü bende artık öyle hissetmiyorum. Annem olmasa da yanımda kocaman güzel ailem var. Annem gelsin diye beklemiyorum ben"
Baran amcam başımın üzerini öperek burnundan derin nefes aldıktan sonra;
"Hiç hissetme Mina. Sen hepimizin nazlı güzel gülüsün. Leyla da bizim gelinimiz, kız kardeşimiz. Ne sana ne de ona kimse bir şey yapamaz. Kimsenin sizi üzmesine izin vermeyiz"
"Biliyorum ki"
Dedem beni kucağına aldığında;
"Dede sen neye kızdın kaşların çok çatıktı"
Dedem ağızını açmıştı ki konağın kapısı açıldı. Efidenin babası bize doğru yaklaşıp;
"Baran bey bir adam var sizinle görüşmek istiyor ama ben içeride değil dışarıda görmenizden yanayım"
"Kimmiş"
"Zümrüt hanımefendinin amcasıymış"
Baran amcam kaşlarını çatarak hızla oturduğu yerden kalkıp dışarı yürürken Bedo amcam ve Ahmet dedem de peşinden gitti.
........................................................
MERYEMCE...
Öğle namazını kılmak için odama doğru giderken sabah ki çay olayından sonra herkes diken üzerindeydi. Namazımı kılıp odamdan çıkıyordum ki kapım çalındı. Kapımı yavaşça açtığımda Eren;
"Hanımefendi rahatsız ettim"
"Yok Eren ne rahatsızlığı, bende dışarıya çıkıyordum"
"Mustafa ağam üzerinize hırkanızı almanızı ve ayağınıza spor ayakkabılarınızı giymenizi söyledi. Bütün ağalar ve karıları köyü gezeceklermiş."
"Neden "
"Akşam için konak hazırlanacakmış ve Behçet ağa at ve hayvan çiftliğini gösterecekmiş"
"Mustafa Hamza nerede"
"Aşağıda hanımefendi"
"Eren odayı"
"Siz çıktıktan sonra odaya ufak kameraları koyup her ihtimale karşı kilitleyeceğim"
"Yasin'in aslanları sizi seviyorum"
"Bizde sizi hanımefendi"
Odaya geriye dönerek hırkamı giyindim. Ayağıma siyah spor ayakkabılarımı giyerken odamın kapısı açıldı. Başımı kaldırdığımda Hazar abim;
"Hadi seni almaya geldim"
"Tamam abi geldim"
Hazar abimle odadan çıktığımızda ikimizde sessizdik. Ana avluya indiğimizde Mustafa elini bana doğru uzatınca hemen tuttum. Beraber konaktan çıktığımızda sağ tarafımda elimi tutan kocamı göz ucuyla izledim. Yanımda huysuz aslan gibi etrafa bakarken başımı sol tarafıma çevirdim. Hazar abim yanında yürüyen Reşat dayımla kürtçe konuşuyorlardı. Hanımlar arkamızda yürürken biraz Mustafa'ma yaklaşıp;
"Bende arkada yürüyebilir miyim ? "
"Hayır, yanımda yürüyeceksin. "
"Tamam "
Mustafa ona selam veren herkese çok ciddi başıyla selam verirken, içim üşüdü. Yanımda yürüyen adamdan korkarken elimin içindeki sıcaklıkla biraz olsun rahattım. Çiftliğe girdiğimizde gördüğüm hayvanlarla sevinmiştim. Koyun, kuzu, keçi, tavuk bir sürü hayvan. Çiftlik çalışanları kocamın eline yaklaşınca bir adım uzaklaştığımda kocam elini uzatmıştı. O adamlarla konuşurken yanıma gelen Bekir ağanın karısı;
"Hanımağam gözleriniz parlıyor"
"Hayvan çok severim"
" Gerçekten mi"
"Evet"
"Ahırlara girelim isterseniz diyeceğim ama"
"Girelim sıkıntı değil. "
Bütün hanımlarla ineklerin olduğu ahıra girdiğimizde etrafa bakarken süt sağan kadınlar bir anda önüme geldiler. Kadınlar ellerini üstlerine silerken;
"Estağfurullah işinize devam edin"
Kadınlar şaşkınca bana bakarken ahıra giren Karaca ve annesiyle sinirlendim. Nazgül hanım kızı gibi kibirle kadınlara emirlerini yağdırırken Mustafalar da ahıra girdi. Çalışan kadınlar hepten bembeyaz olduğunda yanımda duran çalışan hanıma;
"İşinize devam edebilirsiniz. Biz girdik diye rahatsız olmayın"
"Aman hanımağam"
Ağızımı açmıştım ki Karaca ahırın ortasından;
"Hanımağa sen inek nasıl sağılır bilir misin"
"Sen biliyorsun galiba Karaca Yalçınkaya"
"Bilirim tabi"
"O zaman önce sen sağ, bende denerim sağmayı"
Karaca bir anda afalladığında haline gülmek istesem de bekledim. Yanımdaki Afşar ağanın karısı Belen hanım çalışan kadına; 'Karaca hanımıza kova verin' dediğinde kadın ikiletmeden hemen elindeki kovayı Karaca'ya götürdü. Karaca ağır adımlarla ahırın sonundaki hayvanın yanına gittiğinde gülmek istemiştim. Derin nefes alarak;
"Karaca o hayvanı mı sağacaksın"
"Evet"
"Emin misin"
"Eminim, neden olamaz mı?"
"Ya olur da onu sağman bence çok imkansız."
"Neden beceremez miyim"
"Becerirsin ama o sana süt verir mi bilmem"
"Neden vermesin ki"
Ahırdaki herkes bıyık altından gülerken bir adım daha yaklaşıp;
"Çünkü o hayvan bir tosun yani öküz. Karaca oysa senin hemen anlaman lazımdı hayvandakinin meme olmadığını"
Karaca kıpkırmızı bana bakarken Nazgül hanım kızını kurtarmak için;
"Hanımağam siz sağında biz görelim o zaman"
Karaca'nın yanına giderken ne bastığım yer umurumdaydı nede koku. Karaca'nın elindeki kovayı alıp hayvanların memelerine bakarken hangisinin sağılmadığını anlamıştım. Sarı ineğin yanına yaklaştığımda çalışan kadına;
"Hayvanın ismi var mı"
"Şey hanım ağam var"
"Nedir"
"Oyalı adı"
Hayvanın sırtını severek bir taraftan da konuşuyordum. Belen hanım yanıma gelip ufak iskemleyi bana uzattığında oturdum. İneği sağmaya başladığımda bir taraftan kısa süreleri okuyarak sakinleştiriyordum. Sütünü sağıp ayağa kalktığımda kocam ile göz göze geldik. Göz kırptığında çocuk gibi sevinmiştim. Çalışan kadın yanıma gelip kocaman açtığı gözleriyle;
"Hanım ağam siz bu hayvana ne yaptınız"
"Ne yaptım ki"
"Bu hayvan fazla süt vermezdi birde çok huysuz bir hayvandır kendi. Çok dua ettim sizi tepmesin diye"
"Eğer sağarken kulağına kısa süreleri okuyup sakinleştirirsen, sütü de bereketli olur"
"Allah razı olsun hanımağam"
"Cümlemizden "
Belen hanım ile ahırdan çıkarken yanımıza gelen Bekir ağanın karısı Reyhan hanım;
"Siz nasıl yani nereden biliyorsunuz inek sağmasını hanımağam"
"Çocukluğumdan biliyorum. Anneannem ve anneannemin kız kardeşinin inekleri vardı"
"Ne güzel"
"Öyle "
Çiftlikte gezerken kocama doğru yürüyordum ki yanımızdan ağlayarak geçen kadın dikkatimi çekti. Hafif seslendiğimde kadın başını kaldırdı. Yanına yürürken;
"Nedir sizi böyle ağlatan"
"Şey hanım ağam, benim bir koyunum vardı. Dün doğum yaptı ama kuzu ters gelirken rahmi dışarı çıktı. Veteniner gelip rahmi içeriye koydu ama az önce öldü hanımağam. Şimdi kuzusu tek kaldı, diğer koyunlarda sahiplenmiyor"
"Anladım. Yeni doğum yapan koyununuz var mı"
"Var hanımağam"
"Tamam şimdi o koyunun yününe sürün kuzuyu. Koyun kendi kokusunu alırsa hemen sahiplenir ama sahiplenmezse biberonla besleyin"
"Olur mu ki hanımağam"
"Olur tabi ki "
Kadın geriye ahıra gittiğinde sağ tarafıma bir anda dönmüştüm ki yüzüm kocamın göğsüne değdi. Başımı hafif kaldırıp kocama baktığımda gözlerinde gördüğüm hüzün duygusuyla biraz daha kocama sokulup sessizce;
"Ne oldu Mustafa Hamza ağam"
"O koyunun kuzusu ters geldiği için rahmi dışarı mı çıkmış?"
"Evet Mustafa Hamza ağam"
"Bu günde ölmüş mü?"
"Evet ağam "
"Ya senin de"
"Mustafa Hamza ağam karınız bir koyun değil"
"Evet farkındayım karım bir aslan"
Mustafa ile beraber yan yana yürürken çiftliğin ortasındaki büyük alana gelmiştik ki gördüğüm Eren'le hemen yanıma çağırdım. Eren koşarak yanıma geldiğinde;
"Buyur hanımağam"
"Alkol bulur musun"
Eren'in gözünden geçen pırıltıyı görünce, onunla şakalaşmak için;
"Viski, Rakı, Votka sen seç"
"Ben en iyisi tıbbi alkol bulayım"
"Bak o en güzeli"
Eren yanımızdan ayrıldığında hanımların arasına yürüdüm. Öğlen yemeği için çalışanlar burada arı gibi çalışırken Karaca ve Nazgül hanım hiç bir şeye karışmıyorlardı. Belen hanım yerini bana verince başımla hayır diyerek yere oturduğumda herkes şaşkınca bana baktı. Yerde bağdaş kurarak etrafa bakarken Eren yanıma geldi. Kaşlarımı çatarak;
"Ne çabuk buldun"
"Ağamın arabasındaki ilk yardım çantasına koymuştuk "
"Tamam elime dökeceksin"
"Emredersiniz hanım ağam"
Ayağa kalktığımda köşeye geçip Eren elime alkolü dökerken;
"Az sonra size at biner misiniz diye soracaklar ama hayvan çok huysuz bir arap atı"
"Kim yaptırıyor"
"Ahırda bir şey yapmışsınız onun hırsını alacak Karaca hanım"
"Tamam sıkıntı değil ne asi atı adama çevirdim ben merak etme"
"Ama bu biraz daha hırçınmış "
"Tamam sıkıntı değil"
Eren yanımdan uzaklaşırken bende hanımların yanına yürüdüm. Mustafalarla karşılıklı otururken Karaca bir anda ayağa kalkıp;
"Hanımağamız güzel at biniyormuşsunuz"
"Evet binerim"
"Bir at yarışı yapsak kabul eder misiniz"
"Tamam istediğin atı getir "
Karaca yanındaki seyise başıyla git dediğinde adam koşarak yanımızdan ayrıldı. Biraz zaman sonra simsiyah bir arap atı ile geldi. Ben ata yaklaştıkça at huysuzluğunu belli ediyordu. Mustafa atı fark etmiş olacak ki;
"Meryemce hanım o ata binmeyeceksiniz"
"Ağam müsaade varsa binmek istiyorum"
"Hayır Meryemce hanım, o atı hiç kimse ehlileştiremedi. "
"Hırçın bir at mı ağam"
"Üzerinde kimseyi istemez"
"Bakalım ağam bir dakika altı üstü üzerinden düşeriz"
Mustafa ağızını açmıştı ki Hazar abim kaşlarını çatarak;
"Hanım ağam, Azrail ağanın sözünü dinleseniz mi"
Başımı hayır manasında sallarken, hanımların hepsi bembeyaz olmuş korkuyla bana bakıyordu. Seyis atın eyerini üzerine bıraktığında kişneyerek şaha kalktığında Mustafa ayağa kalktı. Ayağımı eyere koyup kendimi yukarıya çektim. At huysuzlanmaya başladığında elimle başını severken at iyice sinirlenince hoşuma gitmişti. At bir anda tamamen dimdik şaha kalktığında Mustafa ile göz göze geldiğimizde çok sinirlendiğini anladım. Atın yönünü terse çevirip deh dediğimde at öyle hızla koşmaya başladı ki. Rüzgar yüzüme vurdukça keyif almaya eğlenmeye başladım. Atla dört nala koşarken bir şey fark ettim. At aslında tutsak kalmaktan huysuz olmuş bir hayvandı. Ne kadar koşarsa o kadar uysallaşıyordu. Çiftlikten baya uzaklaşmıştım ki at bir anda şaha kalktı. Etrafa baktığımda çiftlik çok uzak duruyordu. Atın yönünü çiftliğe çevirdiğimde at bir anda huysuzlaştı. Atın üzerine biraz uzanıp boynunu severek hadi dediğimde at tekrar şaha kalkıp dört nala koşmaya başladı. Rüzgar şalımı savurdukça kendimi huzurlu hissediyordum. Çiftliğin çitlerini atlayarak başladığım yere döndüğümde atın üzerinden;
"Behçet ağa bu atın sahibi var mı"
"Yok hanım ağam, kimse sahiplenmedi bu atı"
"Tamam, Mustafa Hamza ağam bana bu atı alır mısın"
"Alırım hanımağam alırım"
Attan atladığımda herkes şaşkınca bakıyordu. Hanımların yanına yürürken Mustafa seyise atı söylemişti. Çocuk gibi sevinip Reyhan hanımın yanına oturduğumda Karaca o kadar sinirliydi ki. Hanımların çoğu onun haline gülerken önüme gelen kahveyi geri göndermiştim. Biraz zaman sonra Afşar ağanın karısı Belen hanım gür sesiyle;
"Karaca neden sinirlisin"
"İşinize bakın Belen hanım"
" Karaca unutma, adam dediğin sevdiği kadını başka kadınlarla kıskandırmaz. Sevdiği kadınla başka kadınları kıskandırır. Mustafa Hamza ağam da baya güzel yapıyor bunu. Rabbim sevginizi daim etsin hanımağam"
"Amin Allah razı olsun Belen hanım"
Öğlen yemeği hazırlandığında masalar birdi. Mustafa'm afiyet olsun dediğinde herkes kısık seslerle sohbet ediyordu. Sabah ki çay olayından dolayı hala midem bulansa da kocamın daha fazla bana kızmasını göz önüne alamadığım için azcık yemiştim. Yanımda oturan Belen hanım hafif bana yaklaşıp;
"Çok az yiyorsunuz hanımağam"
"Neden bu kadar benimle alakadar oluyorsunuz Belen hanım"
"Sizi rahatsız mı ediyorum"
"Hayır bilakis farklı hissettiriyorsunuz. Sadece neden "
"Ağam yani kocam Afşar ağam size eşlik etmemi, rahatınızdan emin olmamı istiyor"
"Zorla mı yani"
"Hayır, hayır beni yanlış anladınız. Nazgül hain, çiğ büyütülmüş bir kadındır. Kendisi benim uzaktan amca kızımdır. Sabah size yaptığı terbiyesizlik aslında ölüm fermanı ama ağam düğün üzeri susuyorum demiş"
"Anladım teşekkür ederim"
"Rica ederim hanım ağam. Anlatıldığından da fazlasınız"
Belen hanımın yüzüne bakarken sol tarafımda oturan Bekir ağanın hanımı Reyhan hanım bize yaklaşıp;
"Bence de Belen bacım"
"Reyhan abla az önce ata hükmeden hanımağayla hiç alakası var mı Allaha sen"
"Yok bacım yok"
İki kadına bakarken gülmek istesem de başımı eğmiştim. Onlar kendi arasında başka konuda konuşurken masada duyulan gür öksürükle hepimiz başımızı sol tarafa çevirdik. Mustafa Hamza'm ayağa kalkmış;
"Meryemce hanım namazınız"
"Evet ağam haklısınız"
Yerimden kalkarken Nazgül hanım birden;
" Siz namaz da mı kılıyorsunuz"
"Rabbim biz insanlara kuranı kerimde bildiriyor. Bakara Suresindeki bir ayeti kerime şöyle diyor; "Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır." (bakara süresi 45.) Rabbim kabul buyursun namazımı kılıyorum. "
Mustafa'nın yanına yürüdüğümde gözlerindeki gurur beni çok mutlu etmişti. Beraber yan yana çiftlik evine girdiğimizde bize doğru gelen Hazar abimle;
"Sen nereden geliyorsun"
"Rabbimin huzurundan, hayırdır sen geç kalmışsın"
"Mustafa burada pala bulabilir miyiz"
"Bak hemen başladılar. Hazar sen çık dışarıya, sen de geç namazımızı kılalım"
Mustafa ile bir odaya girip beraber namazımızı kıldık. Secdede duamı ederken kenarda beni bekleyen kocama baktım. Huzurlu adamım.
..................................................
Akşam üzeri konağa geldiğimizde hep yürüdüğümüz için çok yorulmuştum aslında. Kendimi odama attığımda üzerimdeki ahırın kokusuyla rahatsız olmuştum. Banyoya girip duş aldığımda biraz tedirgin olmuştum. Banyoda üzerimi giyinip odaya girdiğimde yatakta oturan Mustafa ile bir anda olduğum yerde sıçradım. Kaşlarını çatan kocama;
"Korktum. Ne oldu, ne arıyorsun burada"
"Merak ettim sen inmeyince"
"Üzerim ahır kokuyordu"
"Bu gün beni çok kızdırdın"
"Ne yaptım ki"
"O at kaç kişiyi çiğnedi bir fikrin var mı"
"Ama beni çiğnemedi"
"Meryemce"
"Ama ya"
"Sus Meryemce"
"Atı aldın mı"
"Aldım"
"Aslan kocam yaa"
Mustafa kollarını bana açtığında hemen yerime sindim. Odunsu kokusunu derin derin içime çekerken;
"Ne oldu hanım ağam"
"Karnım çok aç ama bu konakta yemek istemiyorum"
"Miden bulanıyor dimi"
"Hem de ne kadar. Her yediğim lokma mideme taş gibi oturuyor"
"Tamam karım hadi ben çıkıyorum sen başını bağla gel olur mu"
"Olur kocam olur"
Mustafa odadan çıktığında hemen başımı bağlayarak odadan çıktım. Merdivenlerden inerken biraz üşümüştüm. Orta kattaki avluya yemek masaları hazırlanırken gençten bir kadın dikkatimi çekti. Belen hanımdan sabah kahvaltı da öğrendiğim kadarıyla Karaca'nın en küçük abisinin karısıydı. Bir hizmetçi gibi koşturuyordu. Bizim yuvamızda hepimiz iş yapıyorduk ama bize annem asla böyle davranmıyordu. Ağır ağır merdivenleri inerken avluya gitmek yerine konağın arka kapısından dışarıya çıktım. Bir kaç koruma burada dururken beni görünce hemen hazır vaziyete geçtiler. Konağın arkasına doğru yürümeye başladığımda mahalle kadınları kenarda sohbet ediyorlardı. Biraz daha yürümüştüm ki yanıma gelen Eren'le ;
"Nasıl öğrendin"
"Korumalar hemen Mustafa Hamza ağama haber verdiler. Beni gönderdi ve fazla açılmasın hanımefendin söyle dedi"
"Biraz gezelim Eren. O konak huzursuz bir konak"
"Fark ettim hanımefendi"
Eren yanımda sessizce yürürken köylü kadınlar bizi göz ucuyla izliyorlardı. Biraz daha yürüdükten sonra geri dönüyorduk ki bir evin kapısından yaşlı bir teyze çıktı. Elinde bastonu;
"Kız bana bak hele"
"Buyur teyzecim"
"Senin boyun uzun baya, benim gözü kör olasıca gelinim bu gün bana gelip işlerimi yapacaktı ama bana gelmek yerine Yalçınkaya konağına gitti. Sen bana yardım edersin"
"Ne istiyorsun teyzecim"
"Sobam yanacak, birde perdem var takılacak. Bana yardım etsene kızım"
"Tabi ki"
Eren yüzüme bakarken göz kırpıp;
"Hadi gel kardeşim sen sobasını yak teyzenin bende perdesini takayım"
"Olur hanımmm, ablacım olur"
Eren ile kadının evine girdiğimizde ikimizde gülüyorduk. Eren sobayı yakarken, bende perdesini asmıştım. On dakika bile olmadan ben merdivenden indiğimde Eren kapıya bir sürü odun getirmişti bile. Evden çıkıyorduk ki kadın elinde tepsiyle önümüze çıktı. Eren bir adım gerimde dururken;
"Teyze bunlar ne"
"Yoruldunuz be kızım. Reyhan şerbeti ve poğaçam var. Bunları yiyin öyle gidersiniz"
"Olur teyzem yiyelim. "
Eren başını hayır manasında sallarken gözlerimle sediri işaret ettim. Eren inat edip yemezken ben yumuşacık poğaçaları mideme indirmiştim. İki şerbeti içtiğimde kadın;
"Oh kızım sen çok mu açtın"
"Evet teyzem ya"
"Dur kuzum sana yine getireyim"
Kadın içeriye gittiğinde Eren yanıma gelip;
"Ya içinde bir şey varsa hanımefendi"
"Eren kadın öyle biri değil belli. Beni tanımıyor musun"
"Yine de ben yemeyeceğim. Size afiyet olsun."
"Eyvallah hayalet"
Kadın tepsiyle yanıma geldiğinde;
"Al bak peynirde getirdim sana"
"Allah razı olsun teyzem"
"Ye kızım ye sen baya aç kalmışsın belli"
"Öyle teyze"
"Ye anam ye, bak ayva reçeli de koydum. Bu kardeşin yemez mi"
"Yok yemez o teyzecim."
"Aman yemesin, sen ye anam"
Poğaçaları yerken kadına dönerek;
"Teyze sen tek mi yaşıyorsun"
"Evet kızım. Bir oğlum var oda dört sokak aşağıda oturur. Sana da dediğim gibi benim aklı bir karış hava da olan gelinim Yalçınkaya konağına gitti. Oysa bu gün bana temizliğe gelecekti. Sabah bir duydu ki hanım ağa buraya gelmiş, onu görecekmiş"
"Görüp ne yapacakmış ki teyze"
"Ben ne bilem kızım. O kadında senin benim gibi bir Allah kulu değil mi dedim. Çok güzelmiş kaynana dedi bana."
"Hiç güzel değil teyze ben gördüm."
"Hemi kızım gördün mü"
"Gördüm, gördüm"
"Sen daha güzelsin"
"Allah razı olsun teyzem sen öyle görüyorsun"
"Ne edepli kızsın. Buraya neden geldin"
"Gezmeye geldim teyzem. Kardeşimle geziyorduk sen yakaladın bizi"
"Gez kızım gez. "
Tepsidekiler bittiğinde utanmıştım. Kadın yüzümü severek;
"Az bekle beni, sana bir şey vereceğim. Sakın gitme hemi"
"Tamam bekliyorum"
Kadın içeriye girdiğinde Eren'e dönerek ağızımı açmıştım ki;
"Aklınız kalmasın. Her şeyin on mislini buraya göndereceğim. Hanım efendi yalnız siz baya açmışsınız"
"Sabahtan beri çok zor yedim Eren"
"Mide ilacı alıp geleyim mi"
"Yok Eren sağ ol"
Ayağa kalktığımda kadın elinde bohçayla yanımıza geldi. Elindekini bana uzatıp;
"Sen bu yaşlı kadının değersiz hediyelerini, bunları kabul et Hanımağam"
"Ama siz"
"Sabah seni ağamın yanında gördüm. Rabbim sizi ne güzel bir yazmış. Seni kapıda gördüğümde gerçekten denildiği kadar alçak gönüllü, merhametli misin merak ettim. Rabbim sana süt emziren anadan Allah razı olsun. Sana kim verdiyse bu edebi Rabbim o mübarek kadını iki cihanda mutlu etsin"
"Amin teyzem amin"
Kadının elindeki bohçayı aldığımda çok duygulanmıştım. Eren ile köy evinden çıktığımızda kucağımdaki bohçayı kokluyordum. Behçet ağanın konağına girdiğimde herkes bana bakıyordu. Elimdeki bohçayla sedirlerde oturan kadınların yanına yürüdüm. Sedire oturup önümdeki masanın üzerine bohçayı bıraktım. O kadar garip, tuhaf bir duygu içindeydim. Yavaşça bohçayı açtığımda içinden çıkanlarla içimden ağlamak geldi. Turuncu lif, el örmesi erkek çorabıyla, kadın patiği, kırmızı yazma, kenarı dantelli havlu, bir çift kenarı dantelli yastık kılıfı ve etaminden seccade.
Yanımdaki bütün ağa kadınları bana bakarken, dağıttığım bohçayı topladım. Konağın kapısının yanında duran Eren'e başımla al bunları dediğimde hemen yanıma geldi. Masanın üzerinden kucağına almıştı ki; 'Arabaya götür' dedim. Eren geriye yürüyerek konaktan çıktığında karşımda oturan Nazgül hanım; "Neredeyse ağlayacaksınız hanım ağam" dediğinde ağızımı açıyordum ki yanımda oturan Belen hanım;
"Sen hiç bir zaman anlamayacaksın, şuan hanımağamızda olan duyguyu"
"Neden ki Belen abla"
"Çünkü sen koskoca Behçet ağanın anasının çeyizini yakmış gelinisin "
"O olay yanlışlıkla oldu Belen abla"
"Sus Nazgül"
Nazgül hanım kıpkırmızı susarken sağ tarafımda oturan Ağah ağanın karısı Avbanu hanım;
"Hanımağam bir şey sorabilir miyim"
"Tabi ki Avbanu hanım"
"Siz sever misiniz öyle örme şeyler"
"El işleri, emek verilen her şeyi o kadar çok severim ki. Zamanında bana öyle hediye getiren hasta yakınlarım olurdu. Mina'mın çeyizine koydum çoğunu"
"O zaman müsaade ederseniz konağıma döndüğümde size hediye göndermek isterim"
"Kendi el emeğinizi ve ufak bir şey gönderirseniz tabi ki kabul ederim"
"Size bir tane tülbent de göndersem gerçekten kabul eder, takar mısınız"
"Tabi ki takarım. Emek veriyorsunuz, zaman harcayıp, göz nurunuz katıyorsunuz"
Kadın tebessümle yüzüme bakarken Belen hanım birden;
"Hanımağa size bir şey de ben sorabilir miyim"
"Tabi ki "
"Kızınız yani nasıl desem şey"
"Dilinize ne geliyorsa öyle sorun"
"Nasıl yani yetimhaneden mi aldınız"
"Hayır kızım kendi geldi diyebiliriz. O benim rabbimin en güzel hediyesi ve emaneti. Onun minik ayakları bereketli, elleri şifalı meleğim. Rabbim herkese onun gibi evlat nasip etsin. "
Kadınlar tebessümle başını sallarken çaprazımda duran kadın;
"Hanımağam ben Şanlıurfa ağalarından Behrem ağanın karısı Meran, dünden beri sizi izliyorum. O kadar sakin, o kadar farklı duruyorsunuz ki oysa ben sizin hamileyken düğünde adam dövdüğünüzü gördüm. Nasıl oluyor bu hal"
"İnsanları çabuk çözerim. Normalde asla ve asla sakin ve sessiz biri değilim. Kocama eşlik için geldiğim için böyleyim"
Kadınlar gayet ciddi başını salladıklarında masanın köşesine gelen Behçet ağanın ufak gelini ağızını açıyordu ki Nazgül hanım kibirle;
"Ne geldin laf mı dinliyorsun. Mutfağa git kadınlara yardım etsene"
"Ana ediyorum, zaten sizi yani masaya davet etmemi söylediler"
"Tamam çekil"
Küçük gelin yanımızdan ayrıldığında hanımlar yavaş yavaş kalktılar. Kadınlara elimle müsaade ettiğimde onlar yürümeye başladığında ayağa kalktım. Belen hanım yanımda benimle yürürken;
"Derya bu aileye dışarıdan gelen tek gelin. Sizin de fark ettiğiniz gibi Karaca ve Nazgül hiç huzur vermezler. Büyük gelinler koruyup kollarlar onu ama işte gördüğünüz üzere tek bulduklarında canını okur ana kız."
Başımı sallayarak merdivenleri çıkıp orta kattaki avluda masaya doğru yürürken Mustafa dikkatimi çekti. Sol dirseğini masaya yaslamış, kaşları haddinden fazla çatık öylece dururken yanındaki herkesin ondan çok korktuğu belliydi. Yerime oturmak yerine kocama yürümeye başladığımda koca avlu bir anda sanki susmuştu. Kocamın yanına geçip elimi omzuna koyup bütün ağalara afiyet olsun dediğimde hepsi başıyla teşekkür etmişti. Mustafa'nın omzunu hafif sıkarken biraz olsun rahatladığını anlamıştım. Başını bana doğru çevirip gözlerime bakınca gözlerimle güldüm.
Kocamın yanından ayrılıp kadınların masasının başına oturdum. Çalışan kadınlar çorbaları koyarken masaya göz gezdirdim. Herkes eksiksiz masadayken sadece bir kişi eksikti. Behçet ağanın ilk üç gelini masada otururken en küçük gelin masada yoktu. Çorbalar tam olduğunda Mustafa afiyet olsun demişti ama ben kadınlara izin vermedim. Kadınlar bana bakarken Mustafa iki defa öksürmüştü ama hiç oralı olmamıştım. Biraz zaman sonra Hazar abim birden;
"Hanımağam, kadınlara izin verseniz de başlasalar."
"Masam tam değil Hazar ağa. Masam ne zaman tam olur ancak o zaman, size afiyet olsun"
"Anladım hanımağam"
Behçet ağanın büyük gelini ayağa kalktığında gür sesimle; 'Otur yerine ' dedim. Gelin bir anda yerinde sıçradığında bakışlarımı yanımda oturan Nazgül hanıma çevirerek;
"Ne bekliyorsun Nazgül hanım, kalk ve eksik olan insanı masaya davet et, Karaca sende kalk çorbaları tazele ve kaseler temiz kase olacak"
Ana kız yüzüme boş boş bakarken bir anda gür sesimle "Hadi" diye bağırdığımda herkes yerlerinde sıçradı. Nazgül hanım sinirle yerinden kalkıp merdivenleri inerken Karaca kaseleri topluyordu. Kısa zaman sonra Nazgül hanım Derya ile yanımıza geldiğinde;
"Derya sen yerine geç, Nazgül hanım kızınıza yardım edin."
"Ben mi"
"Evet siz"
"Ben koskoca bu konağın hanımağasıyım. Siz kendi konağınızda misafirlerinize çorba koyuyor musunuz? Ben hizmetçi miyim"
"Evet siz bu konağın hanımağasısınız. Ben hepinizin hanımağasıyım ve siz ben değilsiniz. Şimdi cümlemi ikiletmeden dediğimi yap. Hiç bir şey beceremeyen kızına yardım et"
Çorbalar tamamlandığında en son kaseyi benim önüme bırakan Karaca'ya elimle istemiyorum dedim. Karaca umursamadan yerine oturduğunda afiyet olsun demiştim. Hanımlar bir gözleri bende yemek yerken, ben öylece masaya bakıyordum. Ana yemeğe geçildiğinde önümdeki soğumuş çorba kasesi alındı. Başımı kaldırıp baktığımda çalışan kadınlardan biriydi. Servis tabağını önüme bırakıyordu ki onu da istemiyorum dedim. Hanımlar huzursuz olduğunda umursamadım.
Yemek faslı bitmiş ufak ikramlarla çay içilirken Karaca çaprazıma oturup karşısındaki iki kadına güldükten sonra;
"Heja sen kuman Hevi'nin oğullarıyla ilgileniyormuşsun, tabi Hevi'nde Barlas ağayla ilgileniyormuş"
Adının Heja olduğunu öğrendiğim kadın başını önüne eğdiğinde, yanındaki esmer zayıfça kadın elini tuttu. Kadın yanındaki kadına yandan baktığında ona seslendim. Kadın bir anda başını kaldırdığında gözlerindeki tükenmişlik, kırgınlık beni sarsmıştı. Derin nefes alarak;
"Kızlarınız var galiba"
"Evet hanım ağam ellerinizden öper üç tane kızım var"
"Anladım, Hevi hanım sizin "
"Benim iki oğlum var hanım ağam"
"Rabbim evlatlarınızı size bağışlasın ve hayırlı evlat olsunlar. Heja hanım size üzülmek yakışmadı. Bu coğrafyanın en değerli konusu erkek evlat konusu. Kız doğurduğumuzda bizi değersiz, bir hiç gibi gören erkekler bilmiyor ki cinsiyeti erkekler belirliyor. Size söylemek istediğim bu değil. Kız evlat kıymetlidir, kız evlat nimettir. Peygamber efendimiz kız çocuklarınızı hor görmeyin zira ben kız babasıyım diyor. Kız çocuğu sadece evlat değil babalarına annelerine cennet anahtarıdır. İçinde kız çocuğu bulunan eve gökten her gün rahmet iner. Melekler o evi gece gündüz hiç durmadan ziyaret ederler ve ana, babasına sevap yazarlar diyor gül peygamberimiz. Onun için kız çocuğu olan insan sevinmelidir. Kız çocukları babalarının her şeyidir"
Herkes beni dinlerken Karaca ve annesi yerlerinde huzursuzca kıpırdanıyordu. Önüme bırakılan kahveye uzanacakken Karaca hafif öksürüp;
"Ne yazık ki sizin kızınız yok"
"Mina'm benim ilk evladım, nazlı kızım"
"Biraz büyüdüğünde evlatlık kızınız ayaklar altında ezilirken, Mustafa Hamza'nın oğulları tutulduğunda böyle kızım diyebilecek misin merak ediyorum hanımağa"
"Öncelikle Mustafa Hamza değil, Mustafa Hamza ağam diyeceksin. İkincisi benim göz bebeğimden çok güzel boy abdesti almış olacaksın ki kızımı söylerken yüz ifaden rahatsızdı. Şimdi gelelim asıl mevzuya Mina benim sütümle karnını doyurmuş evladımdır. Vücudun süt salgılaması beyinle olduğu için ben kızımı bir kaç defa doyurdum. Bekarken süt verdiğim için sadece benim kızım fakat Mustafa Hamza için benden bile üstündür. İleride kızımı olmaz ya hani, herkes ezer ama babası, ilk aşkım dediği adam ezmez. Ona Allah'ın emaneti diyerek gözünden sakınan adam oğullarının kellesini alır ama kızına toz kondurmaz. Ağam için oğulları gümüşse kızı altındır. "
"Hiç kendini demedin, sen bile oğullarını ayrı tutuyorsun"
"Ben mi? bak ben kızımın bir damla göz yaşına gözümü kırpmadan can alırım ki senden alacağım bir can var ayağını denk al. Ben daha kızımı o lokanta da korkutmanın hesabını sana sormadım ama dur sadece bir kere değil sen benim kızımı iki defa ağlattın Karaca. "
................................
ALLAHA EMANET OLUN...
Kelime ve yazım hatam varsa aff ola...
Sizi seven çatlak....
Sizi çok seviyorum iyi ki benim güzel ailem oldunuz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.1k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |