Yeni Üyelik
27.
Bölüm

Kış güneşim...

@ahan5354

MERYEMCE...
Özlediğim koku, özlediğim yer. Gözlerimi açtığımda Mina'nın ufacık elini gördüm. Mustafa'nın sağ göğsün üzerine elini koymuş, uyuyordu. Benim başım da sevdiğim seste, Mustafa'nın kalbinin üzerindeydi. Azcık doğrulup, önce elmacık kemiğini, sonra boynunu öpüp yanından kalktım. Saate baktığımda daha yeni yedi olacaktı. Yatağa oturur vaziyette gelip Mustafa ve Mina'yı izlemeye başladım. Sabah namazında erkeklerle namazı mescitte kılmak için yukarı çıkmıştı. Ne ara gelip yanımıza yattı bilmiyorum. Sakallarını sevmeye başladığımda, midem bulanmaya başlamıştı. Hızla banyoya gidip yüzümü yıkayıp, derin nefesler aldım. Kusmadan kendimi rahatlatmıştım. Odaya gidip gündelik kıyafetlerimi giyinmiştim. Salaş kahve rengi büyük çiçekli elbise ve aynı renkte tülbentimi , ayaklarım yanıyor gibi sıcak olduğu için yalın ayak terliklerimi giyip odadan çıktım. Mutfağa geldiğimde kızlar kendi arasında sessizce türkü söylüyorlardı. Onların söylediği türküye bende eşlik ederek arkalarından yanaştım. Hızla bana dönüp sarılmışlardı. Kızlar hemen bana sabah gelen kaynatılmış sütten bir bardak verdiler. Ayşegül gülerek yanıma gelmişti. Göz kırpıp ne olduğunu sorduğumda, gülerek;
"Karnın çok güzel gözükmeye başlamış abla"
"Öyle mi dersin Ayşegül'üm"
"Evet çok tatlısınız abla"
"Asıl siz tatlısınız Songül'üm"
Elimdeki sütüm bittiğinde kızlara mısır unu sorduğum da ikisinin de yüzü gülmüştü. Ocağın başına geçip tavaları üzerine koymuştum. Kızlar salondaki masaya kahvaltılıkları taşımaya başladığında bende kuymak tavalarının altını kısmıştım. Talha ve Mina'ya çikolatalı süt yapmak için cezveyi elime alıp ocağa koydum. Kader ve Selvi mutfağa geldiklerinde beni görünce arkamdan sarılıp yanağımı öpmüşlerdi. Onlara sarıldıktan sonra salona göndermiştim. Süt bardaklarını tepsiye koyup mutfağın önünden geçen Avşin'in eline tutuşturunca yüzüme tatlı bir tebessümle bakıp;
"Seni verene şükür daye Meryemcem hoş geldin"
"Hadi Avşin halacığım"
Avşin beni sinir ederken kendi sinir olmuştu. Kaşları çatık salona geçiyordu ki, bana baktı. Elime gül demek için dudaklarımı güler şekille getirdiğimde gülerek girmişti salona. Mutfağa tekrar girdiğimde kızlara ufak bir masa kurmaya başlamıştım. Masa bitmişti ki karnımda birleşen ellere baktım. Asker desenli alyansıyla Gülcan'ımdı. Ellerinin arasında dönüp sıkıca sarılmıştım. Ayrıldığımızda Gülcan yüzü asık bir şekilde bana baktı. Elimi çenesine koyarak, göz göze gelmemizi sağladım.
"Hayırdır gülüm"
"Dağhan'ı görevinden uzaklaştırmışlar. Bu sabah İstanbul'a gitti. Duruma göre bende izin alıp yanına gitmek istiyorum"
Mutfak etrafına bakıp;
"Emin misin uzaklaştırıldığına"
"Nasıl vayemin"
"Düşün bence, ama şimdi değil. Ben, sen ve karnımdakiler çok acıktılar. seni bile yerim"
Gülcan'ın eline menemen tabaklarını olan tepsiyi vererek salona yollamıştım. Kızlar mutfağa geldiğinde kendi masalarını görünce, tekrar sarılmışlardı. Tavaları almak için uzanacaktım ki, özlediğim sesi, çok uzun zaman sonra duyduğum için arkam ona dönük öyle kalmıştım. Kızlara selam verip tam çıkıyordu ki arkamı döndüm.
"Demek vay delikanlı gönlün yine sevdi öyle mi"
"Meryemcem, meleğim"
"Eşkiyam hayırdır"
"Uzun mevzu, sonra konuşuruz olur mu. Şimdi karakola gidiyorum ve seni seviyorum"
Devran arkasını dönüp gidiyordu ki arkasından koştum, daha doğrusu koşmaya çalıştım. Kolundan tuttuğumda gülerek yüzüme baktı. Kaşımı havaya kaldırıp;
"Ne oluyoruz, bana Talhayı emanet etmedin. Öpmedin, sarılmadın."
"Talha için gözüm arkada kalmıyor ki meleğim"
"Devran"
"Meryemce'm hayatıma gelmiş en kıymetli varlığım kardeşim, ömrüm bacım. Zorlama ama şunu bil belki de artık seni üzmez bu abin, eşkıyan he ne dersin"
Devran, tebessümle bakarken, birden yüzümü avuçların arasına alıp anlımı öpmüştü. Bir anda sıkıca sarıldığında, içim garip olmuştu. Başımın üzerini öptüğünde ondan geri çekilip;
"Sen ne yaparsan yap, ben hep senin yanında, arkanda olacağım. Her zaman meleğin olup o çıkmazdan alacağım. hadi işine git"
"İyikimsin can bacım"
Devran konaktan çıktığında hızla olmaya çalışarak mutfağa girdim. Ayşegül yanıma gelip, salonda Songül çayları koymaya başladığını söylediğinde elime tavaları alıp salona çıkmaya başladım. Ayşegül diğer tavayı diğer başa koyarken bende babam ve Mustafa'nın önüne doğru tavayı koydum. Yerime oturduğumda Emrah'ın dediğiyle ona baktım.
"Allah'ım sana şükür, Sinan abi kıble ne tarafaydı"
"Niye ki Emrah"
"Şükür namazı kılacağım konağın, güler yüzü gelmiş beş gündür Mustafa amcamdan ne zaman dayak yiyeceğim diye bekliyordum"
"Bence biraz daha susmazsan amcam cebinde ki çakmağını atmakla işe başlayacak, Bu arada hoş geldin Meryemce yengem"
"Hoş bulduk Sinancım"
Masa Sinan ve Emrah'ın konuşmasına gülerken, yüzüme garip garip bakan Melihşah ağa içindeki geçenleri daha fazla tutmamış olacak ki;
"Mustafa ağam, yanına oturan dün gece Varlıoğlu adar'a posta koyan hanımağa mı "
Mustafa ile birlikte herkes tatlı bir tebessümle Melihşah ağaya bakıyordu. Mustafa başını sallayarak, biraz daha geriye yaslandı. Ben ne söyleyecek diye beklerken, o dizimdeki elimi tutup önce gözüme baktı. Tekrar Melihşah ağaya dönerek;
"Melihşah, Meryemce hanım aile içinde, kız, gelin, yenge gördüğün gibi. Dışarıda hanımağa olmaya çalışıyor. Hastanede de işinin ehli cerrahtır."
"Desene Hamza ağa gerçekten Mizgin anneyi gördü hanımağamızda"
"Belki de kim bilir, neyse soğutmadan yemek lazım bunu "
Mustafa ekmeğini kuymağa batırdığında dikkatimi Mina çekmişti. Annem yedirmek istiyor ama Mina hanım kafasını çeviriyordu. Önüne baktığımda Talha'nın sütü duruyor, Mina hanım çoktan içmişti. Çikolatalı sütü bittiği için de doydu zannediyordu. Yemeyeceğini anladığımda hafif sinirlenmiştim.
"Mina"
" Hee"
"Yemak diyirum"
"İstemeyrum"
"Gız pişe diysin da ne diysin"
"Ya pırak peni ana"
"Ağuzun kayay"
"Boğaldum ha boğaldum"
"Göya dedi pişe, gız ye oni"
En son cümleyi kaşlarımı çatarak söylediğim için yemeğe başlamıştı. Kafamı kaldırıp masaya baktığımda herkes bana bakıyordu. Mustafa bir bana bakmıştı, bir de Minaya. Minam bana garip bir şekilde bakınca, göz kırparak yanıma çağırdım. Yanıma gelip birden elini karnıma koyunca önce utansam da benim kızım kıymetli olduğu için elinin üstüne elimi koyup;
"Ne oldu anneciğim"
"Dayımlar eşkıyalar diyor, amcamlar yiğitler diyor, babaannemler yeni Minalar diyor yengemlerle, ben melekler diyordum Talha da öyle. Babamı bir kere bana anlattı oda aslanlarım diyor."
"EEE annem "
"Sence ne buradakiler"
"Elyın kızım "
Masada bir kahkaha kopmuştu. Kafamı kaldırıp baktığımda Melihşah ağa bile gülüyordu. Kahkaha kesildiğin de Minaya tekrar baktım. Benden bir cevap bekliyordu.
"Sen ne olmasını istersin"
"Gelsinler benim için fark etmez"
"O zaman söyleyeyim annem, Ömer Hamza ve Mirza Asaf geliyor annem"
Kafamı kaldırdığımda babam ve amcamın gözleri dolmuş bana bakıyorlardı. Annem elindeki reçelli ekmeği zorla bana uzatıp, gözündeki yaşı silmişti. Masada göz gezdirmeye başladığımda herkes tatlı bir tebessümle bana bakıyordu. Gözüm bir ara halalara takıldığında, gözlerinde bana meydan okuyan bir ifade vardı. Hiç umursamadan babama baktım. Ayağa kalktığında bende kalkıp yanına gitmiştim. Kolların arasına alıp sıkıca sarılmıştı. Yerlerimize geçtiğimizde masadaki bütün ağalar adamlarını aramış nazar değmesin diye ihtiyaç sahiplerine erzak dağıtılmasını söylüyordu. Mustafa'ya baktığımda gözlerini kapatıp hafif gülmüştü. Kızlar masayı toplamaya başladığında, herkes yavaş yavaş dağılıyordu. Odama geldiğimde telefonum çalıyordu. Elime alıp baktığımda sevinmiştim. Arayan hem talebem hem de Bozkurt abinin oğluydu.
"Efendim Ozan'ım"
"Hocam, nasılsın"
"İyim paşam hayırdır"
"Şey buraya bir okula eğitime geldim. Seni görebilir miyim Medine ablanın yanında yoksa, konağına mı gelmeliyim"
"Deli oğlan bu gün hastaneye geçmeyeceğim. Beş günlük eğitim den yeni geldim. On beş gün izinliyim. Yoruldum hocan artık yaşlı"
"Sen mi güldürme beni hocam yaa "
"Bak şimdi paşam sen işlerini hallet, sonra taksiye bin "
"Gerek yok, hocam kendi arabam var "
"Deli tamam, birine sor Alibeyoğlu konağı nerede diye gösterirler ama bana haber ver"
"Tamam hocaların en tatlı ve serti"
"Hadi paşam hadi "
Telefonu kapadığımda avluya çıktığımda hala ozana gülüyordum. Mina'm ve Talha'm avluda koşarken beni görünce hemen yanıma geldiler. Heyecanla çiftliğe gideceklerini ilk defa kendilerinin olan atlara bineceklerini anlatıyorlardı. Ben diz çöküp onları dinlemiştim. Hocaları gelince hemen adamın yanına gitmişlerdi. Bana baş selamı vererek çıkıyordu ki peşine dört adam da çıkmıştı peşinden. Mustafa çocukları tek bırakmayacaktı tabi ki başımı sallayarak bizim kızların yanına gitmiştim. Avşinler Gülcan'ı kandırmaya uğraşıyordu. Bedirhan ağaların konağında kadınlar arasında toplantı varmış, onsuz gitmeyeceklerini söylüyorlardı. Ben onların haline gülerken Kader;
"Meryemce abla sen gelmezsin dimi halalar gelecek"
"Tabi ki gelmem zaten benim çarşıda işim var. Şimdi geleceğim yok hanımağam öyle yok böyle hiç gerek yok. Ama siz bu inadı götürün kafası dağılsın yazık kocasıda gitmiş sabah yine"
"Meryemce canım kaşınma istersen "
"Ne o vayemin Hamile hamile beni mi döveceksin. Hem yazık değil mi beni-"
"Yazık tabi yeğenlerime "
"Yok kız yazık değil mi benim kocama diyecektim"
"Allah senii, delii"
Gülcan tamam deyince hepsi hazırlanmak için odalarına dağılmıştı. Kader giderken akşama Görümcelerimiz melek ve perini geleceğini söylemişti. Yavaş yavaş çalışma odasına çıktığımda içeri de Hazar ağam ve Mustafa vardı. Arkaları kapıya dönük önlerindeki projeye bakıyorlardı. Kapıya omzumu yaslayarak;
"Kolay gelsin"
Arkasını dönüp gülerek eli ile yanına çağırmıştı. Yanına gidince önündeki projeyi gösterip;
"Ne diyorsun ortak ödenek çıkar mı? Ateş holdingden"
Hazar abim gülerek bize bakarken, ben de masadaki projeyi dosyaları alıp Mustafa'nın yerine oturmuştum. Masanın önündeki koltuklara oturmuş bana bakıyorlardı."
"Bilmiyorum o gizli patronu tanıyorum manyağın önde gideni ama belki size verir ödenek kibar ağalarsınız hele siz Hazar ağa zaten avukatlarını manyak etmeyi nasıl başardınız merak ediyorum"
"Bir şey yapmadım inan Meryemce sadece biraz kızmış olabilirim"
"Biliyorum ağamda sana ne kızın arkadaş çevresinden"
"O da o bara gitmeseydi"
Mustafa birden şaşırarak lafa girmişti.
"Peşine adam mı taktın Hazar "
"Evet Mustafa ağam, sanki sen yapmadın mı"
"Yok ben direk hastaneden işlerimi hallediyordum"
"Tamam anlaşıldı. proje işini zaten Mert işleme koymuştur. Hazar ağam sende istiyorsan Leylayı önce yaralarını iyileştirmen lazım"
"Nasıl yani"
"O da sana kalmış, ben çıkıyorum ağam siz konakta mısınız"
"Yok şirkete geçiyoruz. Az önce Melihşah ağa gitti. bizde buna bakıyorduk."
Odadan beraber çıkmıştık. Onlar konaktan çıkarken bende odaya gidip üzerimi değiştirmiştim. poligona gidecektim. Avluya geldiğimde annemler sinirle hazır bekliyorlardı. Annemin yanına gidip;
"Ne olmuş benim Mihriban sultanıma ve tabi ki Ayşe sultanıma"
"Ne olacak annem, Boran yok şuan. Bizi götürecek adam yok, birde sadece Mustafa ağanın minibüsü var araba diye. O babanlara dedik ki bizi de bekleyin"
"Annem sakin ben götürürüm."
"Sen o minibüsü kullanabiliyor musun"
"Biliyorum annem biliyorum"
Annemleri avluda bırakıp kapıya çıkmıştım. Boran ve kamil az ötede bir şey konuşuyorlardı. Boran beni fark edince hemen yanıma koşup gelmişti.
"Buyur hanımağam"
"Mustafa ağanın minibüsünü getir annemleri önce Ahmet ağaların konağına götüreceğim sonra Bedirhan ağalara "
"Hanımağam sen yalnız git-"
"Kes sesini ve getir bana Minibüsü"
"Ama Meryemce abla artık biraz dikkatli olmamız lazım"
"Boran geliyor benimkiler ben gidip alayım mı "
"Tamam hanımağam tamam"
Avluya seslenmiştim gelmeleri için. Annemler yanıma gelince, avludaki çanta mı almaya tekrar konağa girmiştim. Ayşegül ve Songül sedirlerin yastıklarını düzeltiyorlardı. Ayşegül bana bakıp;
"Meryemce abla sen Bedirhan ağalardan dönecek misin"
"Oturmayacağım oradan çarşıya ineceğim bir kaç saatlik işim var. ne oldu"
"Tamam ablam"
"Ne oldu, çarşıdan size bir şey alayım mı"
"Gerçekten alır mısın abla "
"Alırım tabi ki söyle bakalım"
"Hımm"
"Bakın ben çıkıyorum siz düşünün benim cebime mesaj çekin olur mu"
"Olur ablam"
Kızları avluda mutlu bırakıp dışarı çıkmıştım. Boran bana şoför tarafının kapısını açmıştı. Yerime otururken boran yüzüme bakıyordu. Camı açıp sessizce ' ağana benim seni zorladığımı söyle bana kızsın" Başını sallamıştı. Boran bana güveniyordu ama işte Azrail ağadan korkuyordu. Arabayı çalıştırıp yola çıkmıştım. Güneş gözlüklerimi gözüme takıp yola bakarken, bir taraftan Avşin ve Gülcan'ın atışmasını dinliyordum. Yanımda oturan annem ve yengeme baktığımda bana tebessümle bakıyorlardı. Silahım aklıma gelince çantadan çıkarıp bacağımın arasına koymuştum. Baran ağaların konağına geldiğimizde Ayşe yengem arabadan inip konağına girdi. Bunaldığım için camı açtığımda korumalar birden hazır ol vaziyete gelmişlerdi. Onların haline gülüp, birini elimle çağırdım. Hemen koşarak arabanın yanına geldi.
"İsmin ne "
"Ali hanımağam"
"Bana bir bardak soğuk su getirir misin "
"Emrin olur hemen hanımağam"
Ali konağa koşarak girdiğinde, bende arabadan inmiştim. Konağın kapısına doğru yürümeye başladığımda bir kaç koruma arkamdan geliyordu. Bu duruma çok zor alışacaktım. Konağın kapısındaki taşa oturduğumda Ali elinde koca bardakla yanıma geldi. Bardağı bana verirken elinin titrediğini fark ettiğimde, bardağı alıp;
"Hasta mısın Ali"
"Yoo,yok hanımağam"
"Elin niye titriyor"
"Şey size su"
"Ali bende sizin gibi insanım, benden ne çekin nede kork "
Ali ve bütün korumalar tebessüm etmişlerdi. Büyük bardak suyu üç yudumla içmiştim. Ayağa kalktığımda Ayşe yengem ve Zümrütte çıkmışlardı. Zümrüt beni görünce hemen boynuma sarılmıştı. Onu ve yengemi arabaya bindirip kendi tarafıma geçerken bir korumanın kendince sessiz konuşuyorum zannetse de dediğini duymuştum. Cümlesi bitmeden yanına gidip cevap vermiştim.
"Allah eşleri bir yaratırmış, bak aynı Mustafa ağa gibi önce onları bindirdi. Allah eksikliklerini vermesin."
"Amin kardeşim"
Adamın yanından ayrıldığımda, şok olmuştu. Şoför koltuğuna geçip, arabayı kullanmaya başladım. Asfalt yola geçtiğimizde biraz hızımı artırmıştım. Arabaya bağlı olan telefonum çalmaya başladı. Gülcan birden ;
"Ahaaa da ağamda arıyor"
"Gülcan"
"Tamam sustum hanımağam "
Telefonu açtığımda ilkten bir derin nefes alışı duyduğumda, dikiz aynasından Gülcan'a bakmıştım.
"Hanımağam, yine asi kocanızı, ağanızı takmamışsınız"
"Ama ağam beni biliyorsun, ölürsek ölürüz nedir yani"
"Tamam, bir şey demedim. Annemler yanında mı"
"Evet konağın bütün hatunları araba da"
"Tamam Meryemce hanım, Bedirhanlarda oturmayacaksın dimi"
"Evet ağam çarşıya ineceğim bir mahsuru mu var"
" Yok sadece artık"
"Biliyorum artık sadece Alibeyoğlu ağası değilsin doğal olarak bende değilim. afff ben ne güzel deli doktordum yaa"
" Merak etme sen bizim için seni sevenler için hala deli doktorsun. üzülme yani."
Telefonu kapadığımda arabadaki herkes sessizce gülüyordu. Ağzımı açıyordum ki Bedirhan ağaların konağına gelmiştim. Annemler arabadan indiklerinde bende arabayı az kenara çekip iniyordum ki Korumalardan biri;
" Lan Boran az daha aşağı çek arabayı, Mirza ağamlar çıkacak birazdan"
"Olur ne kadar çekeyim"
"Ananı,ayy ağamm siz ben şey sizi"
"Tama sakin , araba azcık böyle dursun ben Başak hanımı ve Çiçek hanımı görüp çıkacağım"
"Dursun hanımağam dursun "
"Yada sen az aşağı çek bir yere götürme"
Anahtarları o korumaya verip konağa girmiştim. Annemler daha kimse toplanmadan avluda soluklanıyorlardı. Başak beni görünce hamilelikten iyice sulu gözlü olduğu için ağlamaya başladı. Başağa sarılıp başını öpmüştüm. Başak beni çocuğum gibi tuniğimin ucunu tutmuş benimle geziyordu. Bedirhan'ın annesi Çiçek hanım ile ayak üstü biraz konuşup, gelecek olan misafirlere yakalanmadan konaktan çıktım. Kapıda ayakta duran babam, amcam ve Bedirhan'ın babası Ünal bey ile ayak üstü sohbet ediyorlardı. Başımı düzeltip babam ve amcamın koluna girmiştim. Ünal bey tebessümle başını eğip selam vermişti. Benden büyük adamların benim önümde sırf sıfatım için eğilecek gibi olması kanıma dokunuyordu. Allahtan yakınımdaki büyükler yapmıyordu bunu. Babamın omzuna başımı koyup;
"Mirza ağam, Ahmet ağam "
"Sevgili deliciğim "
"Buyurun babacığım"
Babam gülerek yüzüme baktığında amcam;
"Canım kızım sen ne arıyorsun burada"
"Amca annemleri getirdim. Birde Ünal ağanın konağında kız kardeşim var ya"
"Doğru, vardı dimi"
Babamlar ile sohbet ederken, Ünal ağa babamların arabasını istemişti. Araba geldiğinde babam ve amcam binmişlerdi. Ünal ağanın yanındaki koruma anahtarımı bana verdiğinde elimde tutamayıp düşürmüştüm. Eğilip yerden alırken arabadan sızan sıvı canımı sıkmıştı. Doğrulduğumda arabayı getiren korumaya baktığımda aşırı telaşlıydı. Cam açık Ünal ağaya bir şeyler diyen babama ;
"Ağam nereye gideceksiniz"
"Konağa kızım"
"İnin arabadan baba, ben sizi bırakırım konağa "
"Biz gideriz kızım"
"İnin arabadan babaa"
Baba kelimesi ağızımdan sert çıkınca Ünal ağa bile şaşırarak bakmıştı. Babamlar arabadan inip yanıma gelmişlerdi. Kaşlarımı çatarak;
"Şu adamı tutun, sen şu arabanın kaputunu aç"
Korumalar dediklerimi yaparken, diğer koruma kaputu açtı. Kaputtan bir şey anlamamıştım. Yere eğilecektim ki korumanın biri yanıma gelip;
"Ağam ben anlarım siz durun"
Koruma yere uzanıp arabanın altına bakmaya başladı. Koruma yerden kalktığında;
"Frenlerle oynanmış dimi"
"Evet hanım ağam ama siz nasıl anladınız"
"Ben nasıl anladım boş ver şu adama sorun ne olduğunu niye yaptığını beni yormayın "
Korumalar adama sormak için depoya götürürken babam ve amcam benim minibüse biniyorlardı. Arabaya bindiğimizde babam bana bakınca, hemen eline eğilmiştim. Babam anlamadığı için hemen elini çekti.
"Baba, amca çok özür dilerim size bağırmak istemedim"
"Ah Meryemcem sen nasıl bir kızsın."
"Sizi seven baba, ben babam ile fazla yaşamadım. Amca sevgisi fazla yok gördünüz. ama sen ve amcam size bir şey olacak sandım bir anda"
"Tamam korkma hadi bizi götür bakalım hanımağam"
"Hanımağa mı o nerede, burada kızınız var babam"
Arabayı çalıştırdığımda, telefonum çalmıştı. Baktığımda Mustafaydı. Telefonu açıp babama verdim. Babam Mustafa ile konuşup sakinleştirmişti. Babamları konağa bırakıp, yoluma devam etmiştim. Yolda giderken artık benimde bir şeyler yapma zamanım gelmişti. Yasin'i aramıştım.
"Buyur Meryemce"
"Yasin reis nasılsın"
"İyim deli ortak"
"Yürü git be, neyse bana 200 kişilik koruma ordusu eğitmen lazım"
"Ne zamana biliyorsun, eğitimleri çürüğü falan"
"Şimdi başla benim ne zaman isteyeceğim belli olmaz"
"Tamam Meryemce, şey sana bir şey diyeceğim"
"Söyle Yasin"
"Davut kara, iflas etti. Kafes dövüşü yaptırıyor yine"
"Beter olsun, neyse bana nasıl adamlar yetiştireceksin biliyor musun"
"Nasıl"
"Bak başları Ertuğrul olacak"
"Sen bana diyorsun ki Psikopat, canavar yetiştir"
"Aynen öyle zaten ben bu adamları senden istediğimde sadece Ertuğrul, devil, Abraham, samuel ve sandra bana gelecek diğerlerini bunlar yönetecek zaten"
"Kızım ne yaptın yarı eğitmenlerimi istedin. Sen mardin de katliyam yapacaksın her halde"
"Yok merak etme , zaten bu adamlar benim sevdiklerimi koruyacak. benim istediklerim, özgür olacaklar benim yanımda "
" Tamam deli bacım tamam"
"Selam söyle benimkilere"
" Olur bu arada senin bu işin patronu olduğunu duyunca çok sevindiler"
"Ben sana ödenek sağladım, ben sana ortak değildim sen yaptın. O şirket senin ben sadece öylesine .Bir de lütfen kimse duymasın"
"Allah razı olsun, hadi ben gidiyorum azcık bir sorun varda "
"Fazla hırpalama adamı ay sorunu"
"Delisin"
Telefonu kapadığımda arabamı park etmiştim. Arabandan inip poligona girmiştim. İçeriye girdiğimde kendime boş bir kabin buldum. Kendi silahımı çıkarıp, kulağımda kulaklığı taktım. Bütün sinirimi atmaya başlamıştım. Hedeflerin hepsini delik teşik etmiştim. Saate baktığımda baya zaman geçtiğini anlamıştım. Silahımı alıp poligondan çıkarken, telefonumu elime alıp arabaya bindim. Gülcan mesaj çekip konağa geldiklerini, perinin kızıyla olan bir resim yollayıp seni bekliyoruz yazmış. Arabayı çalıştırdığımda Ayşegül'ün istediklerini almak için markete sürdüm. Her şeyi halledip tekrar arabaya binip yola çıkmıştım. Konağın yakınlarına geldiğimde Gül arıyordu. Açtığımda ağlayarak;
"Yenge neredesin"
"Geliyorum kızım ne oldu amcan niye bağırıyor"
"Yenge yetiş, konak karıştı. Amcam Melek halamın kızı Mihriban ablamı öldürecek "
Konağa geldiğimde hızla inmiştim. Kapıdaki koruma kapıyı hızla açmıştı. Konağa girdiğimde Mustafa, Mihriban'ı resmen sürükleyerek konağın ortasına getirdi. Mihriban hem ağlıyor hem de anlatmaya uğraşıyordu. Mustafa elini kaldırmış tam tokat atacakken, hemen önüne geçmiştim. Herkes bir ağızdan Meryemce dediğinde Mustafa yüzüme baktı. Ağzıma gelen metalik kan tadıyla midem bulansa da kaşlarımı çatarak;
"Ağam ne yapıyorsun, ben önüne geçmeseydim yeğenine vuracaktın"
"Sen karışma, bu.. bu Mihriban hanım okuldan bir adamla çıkmış herkes görmüş. Birde utanmadan beraber hastaneye gitmişler. Helin ve Şule görüp resim çekip atmışlar. Al bak resimlerine "
Resimlere bakınca iyice kudurmuştum. Karşımda dört tane kızgın boğa vardı. Mihriban'ı bu sinirli ağaların önünden alıp kenarda ağlayan Meleğin yanına oturttum. Annem bana bakarken, Melek korkarak kolumu tuttu.
"Meryemce abla kızım böyle bir şey yapmaz. Bunlar İdil'in yaptığını kızımdan çıkarmak istiyorlar. Ali ye bak nasıl uzaktan bakıyor biz kızımıza güveniyoruz ama abim"
"Tamam sakin olur musun "
Konakta herkes bana bakarken, helin ve Şulenin kolundan tutup ortaya getirdim. Mustafa yanıma gelince, kafamla karışma dedim. Nerede gördüklerini sordum. Bana kendince ne gördüklerini anlattılar. Mustafaların yanına gittiğim de bütün herkes bana bakıyordu. Kevser hala birden ;
"Boşuna uğraşma, gelin hanım Mustafa ağa onu ya kuma verecek ya da "
"Kapa o ağızını, resimdeki çocuk nerede"
"Ne yapacaksın"
"Ağam, sana saygısızlık yapmak istemiyorum nerede çocuk"
"Arkada sıra daha ona gelmedi"
"Söyle buraya getirsinler çocuğu"
"İşime karışma Meryemce "
Bir adım avlun ortasına gelip, sinirle;
"Kamill!!!!!! arkadaki çocuğu buraya getirrr"
Mustafa kolumu tuttuğunda, kolumu çekmiştim. Kamil çocuğu getirirken Mustafaya döndüm;
"Yine anlamadan dinlemeden infaz neysee"
Kamil Ozanın kolunu sıkıca tutmuş yanımıza getiriyordu. Kamil, Ozan'ın kolundan itecekken ;
"Kamil elini ayağını kırmayayım. Bırak çocuğu"
Kamil şaşkınca bana bakarken, Ozan bana doğru geliyordu. Üzerindeki ince ceketinin iç cebinden mendil çıkarmıştı. Önümde durup dudağımı silerken biraz yüksek sesle;
"Ah kıymetli hocam yaa"
"Ah çocuk, Konağı soracak şu kızımı buldun"
"Ne yapayım, Mihriban'ın soyadından sen ile bir bağlantısı vardır diye düşündüm. Eğitim onların sınıfındaydı. Bende ona sorduğumda, bana hastaneye kadar eşlik etti. Arabayla hastaneye geçtik, arabadan inerken bana konağı tarif edip, Sinan galiba abisiymiş onun yanına gitmişti. Medine ablanın yanına gittim. Onun ile konuşup evin adresini aldım. Kaç zamandır onları da görmüyordum senin beni yolladığın eğitim yüzünden. Neyse arabaya daha binmeden burada buldum kendimi. Yani anlayacağın hocam kimseye sormama gerek kalmadı"
"Ozan kıracağım kafanı, Bozkurt abiyi aradın mı"
"Yok hocam neredeee"
"Tamam sen ara onu sonra konuşuruz. Mustafa ağalara kendini düzgün tanıştır ve Mihriban'dan özür dilersin "
"Emrin olur hocam"
Herkes bana bakarken, annemlerin yanına gitmiştim. Mihriban yanıma gelip boyuma sarılmıştı. Boynumdaki elini tutup önüme çektim. Yüzünü severek;
"Bana sakın anlatma kuzum. Git bak Ozan abin de orada onun yanında dayına anlat. Onlara da kızma, kırılma idil ablanın yaptıklarından sonra "
"Tamam yengem"
Ayağa kalktığımda bir tek halalar ve kızları memnun olmamıştı sonuçtan. Bunların suyu kaynarken konağa koşarak Minalar girmişti. Mina'm beni es geçip Talha ile Avşine sarılınca şaka yollu;
"Mina'm senin annen benim"
"Biliyorum annem ama Avşin Halam ona sarılmamızı istiyor"
"Tamam annem, o zaman kıymetli Avşin halan üzerini değiştirsin"
Mustafa'nın yanına gittiğimde, onlara olan sinirimi yatıştırmaya çalışarak;
"Mustafa ağam, Bedirhan ağam, Baran ağam ve Hazar ağam sizinle konuşabilir miyiz"
Hepsi kafasını sallayarak, çalışma odasına gidiyorlardı. Bende peşlerinden odaya girmiştim. Mustafa yerine bana verince;
"Hayır siz oturun"
Hepsi yerine oturunca daha fazla dayanamadım.;
"Farkındayım birbirinizin ailesini kendi aileniz gibi görüyorsunuz ama unutmayın ki bu çocuklar bu ortam da büyüyorlar. İdil yaptı diye Mihriban veya Gül aynısını yapar diye beklemeyin. Onlar sizin evlatlarınız, yeğenleriniz yapmayın dinleyin. Şule ve Helin kuyruk acısıyla sizi ayakta yemişler. Duydunuz mu hastane bahçesinde Sinan varmış. Sinan'a sordunuz mu? yok dimi ne hakla. Yapmayın sevgili ağalarım yapmayın, kurban olayım bu kızlar sizin. Onlara nasıl yaklaşırsanız öyle gelecekler size. Mihriban Mustafa'dan çok korkuyor ama belki Baran abi senden korkmuyor. Derdini belki gelip sana anlatacak, yapmayın."
Hepsi başını önlerine eğmiş düşünmeye başlamışlardı. Boş koltuğa oturup asıl dertlerine tuz basmıştım
"Babam ve amcama bir şey olmadı. Ben oradaydım siz yoksanız ben varım bundan sonra biraz daha dikkatli oluruz. Ne demişler olacak ve öleceğe çare olmaz. Hırs ve sinirinizi günahsızlardan çıkarmayın. Bak mesela ben bu gün poligona gittim. Bana bakın olmamış şeyler için kıymetlilerinizi üzmeyin. Ben biliyorum sizin için, dışarıdakiler için ve Ateş ailesi için çok kıymetliyim. Ben öldüğümde ne yapacaksınız. dik ayakta durmanız lazım"
"Ne ölmesi"
"Şeyy,, Mustafa ağam farzı misal yani, hadi avluya çıkın. Mustafa ağam git kardeşinden yeğeninden özür dile, benim odundan dileme o alışkındır "
Ağaların hepsi gülerek ;
"Niye"
"O bozkurt abinin oğlu, yani bozkurt abinin on sekiz yaşındayken kucağına aldığı oğlu. Bozkurt abinin 17 yaşındaki sevgilisi doğumda ölmüş. Medine sonradan hayatlarına dahil oldu. Odundur hiç bir şeyi umursamaz. Ben 26 yaşındayken bu 12 yaşındaydı. Antep'te bana aşkını ilan etmişti. Ozan'ı ben okutuyorum. Doktor çıkacak işte."
Mustafalar odadan çıkarken bende odama geçmiştim. Duşa girdim. Soğuk su beni kendime getirmişti. Üzerime rahat bir şeyler giyinip avluya çıkmıştım. Bütün erkekler Ozan'ı ortasına almış, soru soruyorlardı. Ozan beni fark edince, ayağa kalkmaya niyetlendi. Elimle otur dediğimde gülerek oturmuştu. Yanına oturduğumda, bana doğru dönerek dudağımı tutunca Mustafa öksürdü. Ozan Mustafa ya dönerek ;
"Mustafa amca, siz yokken ben yanındaydım. Şuanda doktor olarak annem gibi sevdiğim kıymetli hocamın dudağına bakacağım"
Konakta herkes Ozana bakarken, o bana bakarak;
"Hocam, sanki içten hafif intihap yapacak gibi"
"Az sonra ben sana kalp masajı yapmamı istemiyorsan. Mustafa amcandan özür dile"
"Yok yaa benim aslan gibi"
"Baban yok canım "
"Nerede ki "
"Şuan yok ve ben hamileyim şu adamın elinden almam seni"
Herkes bize bakarken, Ozan gülerek başını salladı. Ozan bizimkilerle azcık daha sohbet edip ayağa kalkmıştı. Ozan'a yemeğe kalmasını teklif ettiğimde Medine ve Bozkurt abiyle bu akşam biraz zaman geçirip, sabah Ankara'ya gideceğini söyleyince bir şey dememiştim. Herkesle görüşüp kapıya çıktığımızda ,Kamil yanımıza gelip özür dilemişti. Ozan giderken bende içeriye girdim. Kızlar masayı hazırlıyorlardı.
......
Masaya geçtiğimizde Mustafa eliyle afiyet olsun dediğinde bizde başlamıştık. Kendi aramızda sohbet ederken Boran avluya girip 'ağam' deyince hepimiz ona dönüp baktık. Devran'ı buradaki ekibinden bir kaç kişi konağa getirdiğinde şok olmuştum. Hızla ayağa kalkıp yanına gitmiştim. Benim ağzına içki sürmeyen Devran'ım, melekten sonra nasıl dağıttıysa, öyle dağıtmıştı. Sanki içmiş gibi yürürken, dengesini sağlayamıyordu.
Ekiptekilerin anlattığına göre, bir atı kurtarmak isterken, at aniden kaçınca iki taraftan gelen sakinleştirici iğnenin hedefi Devran olmuş. Devran bana yaslanarak, tekrar masaya geçmiştik. Devranın, başı omzumda , kapanan gözlerine inat uyanık durmaya çalışıyordu. Kafamı biraz Devran'a dönerek;
"Devran, Sen odana geç istersen dinlenirsin"
"İyiyim fıstığın inan ki"
Ben onun haline çaktırmadan gülerken, Emrah birden;
"Yalnız Devran amca sende de ne bünye varmış ya , o iğneyi atlara yapınca bayılıyorlar. Senin maşallahın var hem de iki iğne yemiş halin bu"
Emrah'ın dediğine masadaki herkes gülmüştü. Devran kafasını azcık omzumdan kaldırıp, Emrah'a tebessüm edip tekrar yerine koydu kafasını. Birden aklıma gelen şeyle;
"Yalnız Devran geçen sene yurt dışındaki uyuşturucu işinde de yine sen kurban olmuştun. Sende ki şans düşman başına"
"Meryemceee, açtırma ağızımı. Ben ne bileyim görev için girdiğim hapishanede yemeğe hap attıklarını. Birde vicdansızzlar benimkine üç tane atmışlardı."
Devran'ın azcık dili dolanınca gülümsemeden edememiştik. Emrah hap lafını duyunca, daha da merak ve heyecanla;
"Devran amca sizin meslekte yok yok yani aksiyona bak yaa"
Mustafa, Emrah'ın saçlarını karıştırıp, sahte bir kızgınlıkla;
"Sen önce okulu bitir, okulu sonra ben sana aksiyonlu meslekler öneririm"
Yemekleri yedikten sonra masadan kalkarken, Devran elimi tutup sedirlere oturtmuştu. Başını omzuma koyup mırıl mırıl bana bir şeyler söylüyordu. Ben anlamadığım için kafamı biraz daha ona yatırdım. Çaylar içilirken Devran inatla yanımızda durmuş muhabbeti dinliyordu. Herkes yavaş yavaş odasına çekilmişti. Avluda Mustafa, ben, Avşin ve Devran kalmıştık. Gülcan'a yanımız da otur dediğimizde, sabah İstanbul'a gideceği için dairesine geçmişti. Devran artık iyice ne dediğini bilmemeye başlamıştı. Avşin çocukları kendi odasına yatırmış, yanımıza gelmişti. Mustafa çok yorgunum deyince, gözlerimle Devranı gösterip odaya yollamıştım. Devran'ın başını sedire yaslayıp ayağa kalkmıştım. Kahve yapmaya mutfağa gidecektim ki, başımın dönmesiyle masaya tutundum. Avşin yanıma gelip;
"Meryemce'm sen uyu güzelim. Bak suratın sap sarı olmuş. Ben Devran, şeyy yani Devran beye kahve yapıp odasına götürürüm. Aklın kalmasın, zaten bu gün çok yoruldun."
İkisini ne kadar tek bırakmamak istemesem de Avşin haklıydı. Fazla direnmeden odama giderken birden durup arkama baktım. Avşin, Devranın elini tutmuş ayağa kaldırmıştı. Onlar mutfağa giderken bende odama girmiştim. Mustafa, Yatağa sırt üzerine yatmış bir eli de başında uyuyordu. Üzerime penye bebek resimli geceliğimi giyip yanına uzanmıştım. Gözümü kapamıştım ki Mustafa başını boynuma koyup sıkıca sarılmıştı. Uykusunun arasında boynuma bir öpücük kondurup;
"Şimdi bütün yorgunluğum gitti, huzurlu uyurum"
Ona gülerek kendimi uykuya teslim etmiştim....
.....................................................
AVŞİN.....
Mutfağa geldiğimizde Devranı ufak masanın yanındaki sandalyeye oturtmuştum. Ben kahveyi yaparken, başını ellerin arasını almış şakaklarını ovalıyordu. Elimde büyük kahve fincanıyla ona döndüğümde gözüm gözlerine kaydı. Kan çanağına dönmüş gözlerine. Kahveyi önüne koyduğumda yüzüme baktı.
"Başın mı ağrıyor, ağrı kesici getireyim mi"
"Niye umurundayım senin, niye bu kadar iyisin bana karşı be, ağa kızı."
"Devran ben"
"Ne sen ? ne. Benim karım, sevdiğim meleğim öldü tamam mı ? İstemiyorum başka kimseyi, yetmiyor gücüm "
Kurduğu cümlesinin sonuna doğru sesi kısıldı ama benim canımı yakmaya yetmişti. Babamı kaybettikten sonra Devran vardı. Sabahları onu görmek istediğim, gece oğlun yanına gelip üzerimi örtmesini istediğimi anladım. Gözümden düşen yaşları elimin tersiyle silip, masada duran fincanı onun önüne biraz daha koydum. Kafasını kaldırıp elimi tuttu. Elimi kalbimin üzerine koyup;
"Bana kahve lazım değil, benim buram acıyor, elin altında altı senedir yok olduğunu sandığım yer acıyor. Benim kalbimde biri varken sen oraya taht kurmaya çalışıyorsun. Avşin, umman gözlüm yapma yorma beni"
O konuşurken ben sadece yüzüne bakıyordum. Elimi kalbinin üzerinden çekerek, masadaki bardağı dudağına götürmüştüm. Ayağa kalktığında sendelese de, bir eliyle masadan destek alıp kaynar kahveyi bir dikişte içmişti. Mutfaktan çıkmak için bir adım atınca, düşecek gibi olmuştu. Hemen yanına gidip kolunu tutmuştum. Durup bana baktığında yine gözlerimiz kilitlenmişti. Kolunu kaldırıp tek koluyla sarılmıştı. Burnunu saçlarıma koyup koklamıştı mutfaktan çıkarken. Merdivenlere geldiğimizde bir adım atmıştık ki boşta kalan elini kaldırıp şarkı söylemeye başladı;
" Vay delikanlı gönlüm vay, sen bu kurşunu yine mi yedin, hani aşk bize gurbetti , yine mi sevdin"
Birden telaşla elim ile dudaklarını kapatıp;
"Şşştt herkes uyuyor ayıp"
Dediğimde elimin içini öpüp, elimi dudaklarından çekmişti. Elini uzatıp baş parmağıyla dudağımı severek;
"Asıl sana şşştt, asıl sana ayıp. ben sana ne yaparsam yapayım yanımdasın. Yine de çok seviyorsun, huzur veriyorsun. Yoksan bile kalbime girerek yanımda oluyorsun. Sana ayıp kömür karası saçına yandığım."
"Sen bu gün çok konuştun, sabah hatırlayınca pişman olacağın şeyleri söyleme olur mu"
"Yarın hiç birini hatırlamayacağım. Bırak da içimdekileri sana dökeyim. Kaldıkça beni zehirliyor be Min dixwast bejim hevale ji te hez dikim delale tu rewiya wek xezale dil bi xwe re bir çü( Sevgilim demek isterdim, seni seviyorum biriciğim demek .. Yolcu ceylanlar gibi yüreğimi alıp ta götürdün)"
Devran'ı zorla da olsa odasına sokmuştum. Yatağa oturttuğumda üzerindeki yeleğini de çıkarıp kenara atmıştım. Yere eğilip ayağındaki ayakkabılarını çıkarıp kenara koymuştum. Benim yaptığım her şeyi dikkatle izlemişti. Başını yastığa koyup, üzerine pikesini örtmüştüm. Yanından uzaklaşıyordum ki bileğimden tutup;
"Wer, nece delalımın( gel, gitme değerlim) ben uyuyana kadar burada kalsana masal perisi"
Yatağa oturduğumda, yanıma oturdu. Benim gibi ayaklarını yataktan sarkıtıp, bana döndü. Elini çeneme koyup, gözlerine bakmamı sağladı.;
"Avşin, Hayran wan çaven temme( hayranım o gözlerine). Lingemi hereji durite dilemin cemteye ( ayaklarım senden uzağa gitse de kalbim hep seninle) Avşin'im"
"Eeeff..fenndimm Devran"
"Seni seviyorum, Bunu sana söyleyebilecek cesareti şimdi bulabildim. Çünkü yarın hiç birini hatırlamayacağım. Bunu unutacağım masal perisi"
Benim gözlerimden yaşlar dökülürken, o başını yan şekilde dizime koymuştu. Ben korkarak saçlarını severken Devran'a seslenmiştim. Dizimde tam yüzüme bakar şekille geldiğinde saçlarını geriye doğru severken gözlerine baktım."
"Devran, Ez te pir hezdikim, şahiya dilemin( seni seviyorum, kalbimin dermanı) Yarın bunu da unut olur mu?"
Devran gözlerini sıkıp tekrar açmıştı tamam manasında. Gözlerini kapatırken elimi tutup yanağına koymuştu. Devran'ın nefes alış verişi düzene girince uyduğunu anlamıştım. Eğilip anlından öpüp, yavaşça başını yastığa koymuştum. Gözümdeki yaşları silip odadan çıktım. Odama geldiğimde iki meleğimde yatakta uyuyordu. Ortalarına girip uzandığımda Talha kokumu almış olacak ki bana doğru dönerek;
"Aşkım annem" demişti. Kollarımın arasına alıp ağlayarak kendimi uykuya teslim etmiştim.
..........................
MUSTAFA HAMZA...
Bu gün Melihşah ağanın daveti üzerine onun çiftliğine gidecektik. Bütün ağalar eşleriyle gidecekti fakat bizim gelinler hamile oldukları için, Zümrüt ve Başak rahatsızlanmıştı. Biz çiftlikte bir gece kalacağız diye onları konağa getirmiştik. Diyarbakıra ayrı arabalarla gitmek yerine benim minibüse gidecektik. Bedirhan ve Baran ile hazarı bekliyorduk. Biz kahvelerimizi içene kadar Hazar avluya gelmişti. Bedirhan, Hazar ve Baran'ın en yakın korumaları da bizi arkadan takip edecekti. Çıkmak için ayağa kalktığımızda bayanlar gülmeye başlamıştı. Sebep Meryemceydi onun gelmeme gibi bir lüksü yoktu. Meryemce uyuklar vaziyette babamın omzuna yaslanmış bekliyordu. Boran arabanın hazır olduğunu söylediğinde ayağa kalkmıştık. Bir adım atmıştık ki babam arkamdan;
"Mustafa ağam bir şey unuttun"
Babama dönüp baktığımda masum masum uyuyordu Meryemce. Tekrar geriye dönerek Meryemceyi ayağa kaldırmıştım. Meryemce ile arabaya geçmiştik. Ben oturduğumda Meryemce hemen başını omzuma koyup uyumaya devam etti. Meryemcenin uykusu açılmaya başladığında çenesi de açılmıştı.
"Ben niye geliyorum ağam yaa, bak bu ağaların hanımları da hamile "
"Ama Meryemce Başak nazik biri"
"Niye Bedirhan ağa ben değil miyim"
"Allahını seversen Deli doktor nazik misin"
"Baran ağaaaa"
"Tamam sustum hanımağam "
Hepimiz gülmeye başlamıştık. Biz kendi aramızda sohbet ederken Meryemce sıkılmış olacakki ;
"Boran camları açsana bayılacağım şimdi"
"Hemen ağam"
Camları açarken araba kırmızı ışıkta durmuştu. Yol kenarında simit satan bir çocuk dikkatimi çekmişti. Ben ona bakarken Meryemce dikkati üzerine çekti.
"Boran koş bana simit al"
Boran dikiz aynasından gülerek bana baktığında başımla onayladım. Boran arabayı yoldan çıkarıp kenara çekmişti. Boran arabadan indiğinde Baran ve Bedo da inmişti. Ben onlar nereye gidiyor diye bakarken Boran arabaya binmişti. Meryemce simitleri kucağına alıp tam yiyecekti ki durdu. Bana baktı;
"Ben kilo alıyorum dimi ağam"
"Olsun hanımağam Her şekilde benimsin"
Hazar hafif bir öksürükle ;
"Sen bu enerjiyle çabuk zayıflarsın Meryemce"
"Hımm, hayatta olursam "
Hazar ve ben Meryemcenin dediğiyle ona bakmıştık. Ağızındaki simitle;
"Yani Ömer Hamza ağa ve Mirza asaf ağa yüzünden yaşadığımı bilirsem "
Meryemce yerinde huzursuz dışarıya bakmaya başladı. Baran ve Bedirhan ellerinde ayran ve tatlı ile arabaya binmişti. Meryemce tatlı kutusunu gördüğünde ;
"Aslan ağalar seviyorum yaa sizi"
Meryemce kucağına aldığı tatlı kutusuyla aşk yaşarken, bizde kendi aramızda konuşmaya başlamıştık. Boran'a sakin git dediğim için orta şeritte gidiyorduk. Meryemce benden suyunu istediğinde tam veriyordum ki Boran saniyelik arabanın kontrolünü kaybedince biraz yüksek sesle;
"Ne oluyor Boran"
"Ağam, Savaş Varlıoğlu çok yakın geçti. Dikkatimi dağıttı"
"Tamam dikkatli ol"
Sinirle Meryemceye baktığımda kafasından bir şey geçiyordu sanki. Biz tekrardan sohbetimize döndüğümüzde Meryemce birden;
"Ağam ben Boranın yanına oturayım mı"
"Hayır Meryemce"
"Lütfen, hem tatlı yüzünden midem bulandı. hem Camlar film kim bilecek benim önde oturduğumu"
"Tamam, tamam . Boran kenara çek"
Boran kenara çektiğinde gayet sakince yanımızdan inip öne geçmişti. Biz sohbetimize döndüğümüzde arabanın biraz hızlandığını anlamıştım. Araba birden sağ ve sola gidince Boran arabayı kenara çekip durmuştu. Arka kapıyı açıp inmiştim. Savaş'ın arabası yan şekilde yolun ortasın da duruyordu. Savaş adamlarına bağırken ben bizimkileri arabaya tekrar bindirmiştim. Meryemce arkaya geçmiş sakince oturuyordu. Araba hareket etmeye başladığında Meryemce çantasından çıkardığı bez mendille silah temizliyordu. Hazar Meryemceyi hiç silah kullanırken görmediği için çok garip bakıyordu. Meryemce Silahı söktüğü gibi toplamaya başladı. Meryemce elindeki silahı Baran'a uzatarak;
"Boran'ın silahını versene abi söyle susturucuyu torpidoya koydum"
Hepimiz birden Meryemce ye baktığımızda, yaramazlık yaparken yakalanan çocuk gibi camdan dışarıya bakmaya başladı. Birden kolundan tutup bana bakmasını sağladım. Başını hemen eğmiş yüzüme bakmıyordu.
"Sen yaptın dimi, Savaşın arabasının tekerleğine kurşunu sen sıktın"
"Evet, Salak bir arabayı kontrol altında tutamadı."
"Meryemcee"
"Ama Mustafa be-"
"Sus cezalısın, dönüşte seni tüfeğinle bir yere götürecektim. Hani dedin ya kullanmayı özledim diye onun için. Şimdi sana onu kullandırtmayacağım ama bana kullanmayı öğreteceksin"
"Tamam ama ona kurşun al benim kurşunları kullanamazsın"
"Niye ki çantada neredeyse 500 tane kurşun var"
"Benim kurşunlar nişanlı"
"Nasıl nişanlı"
"Bekle nerede benim tüfek çantası"
"Arkada"
Meryemce, Boran'a durmasını söyleyip arkaya geçmişti. Hazar ne olduğunu bilmediği için bize bakıyordu. Hazar'ı daha merakta bırakmamak için;
"Sabah dedin ya o tüfek çantası ne diye"
"Evet "
"O bir m21 kesin nişancı silahı, o tüfek Meryemcenin"
"Şaka yapıyorum de"
"Deli Hazar o bakma sakin sakin durduğunda memleketinde deli atmaca diyorlar ona "
"Nasıl Mustafa ağam"
"Karışık hazar zamanla Meryemceyi tanırsın ben daha yeni yeni bilmediğim yönleri huylarını "öğreniyorum"
Biz konuşurken Meryemce elinde bir tane kurşunla arabaya bindi. Kurşunu bana uzattığında kızgın olduğum için yüzüne bakmamıştım. Kurşunu aldığımda arka kısmında büyük a harfi vardı. Baranlara da vermiştim. Onlar da bakarken, Meryemce konuşmaya başladı.
"Ömer dayım benim kurşunlarımı özel yaptırıyor, ben vurduğumda kayıtlı olduğu için hemen anlaşılıyor benim yaptığım yani Trabzon da öyleydi. Sen şimdi birine sıksan ve onun üzerinden çıksın seri numarasından beni bulurlar"
"Ömer komutan manyak mı Meryemce"
"Senin komutanındı bana mı soruyorsun"
"Neyse Diyarbakır'a kadar bizimle konuşma dışarıyı izle. Cezalısın"
Meryemce dışarıyı izlerken başını cama dayamıştı. Biraz daha gitmiştik ki, Baran gözleriyle Meryemceyi gösterdiğinde uyuduğunu anlamıştım. Ona biraz yanaşıp kollarımın arasına alıp başını göğsüme dayadım. Biz konuşmaya devam ederken Melihşah'ın ormanlığa yakın çiftliğini Meryemcenin görmesi için uyandırmak istemiştim. Meryemce uyanıp gözlerime bakınca, masum uykulu gözlerine tekrar aşık olmuştum.
..........................................
MERYEMCE...
Melihşah ağanın konağına geldiğimizde, arabadan en son ben inmiştim. Konağın kapısındaki adamlar kapıyı sonuna kadar açınca, Mustafa elimi tutup azcık arkasına doğru almıştı. Mustafa'nın yanından Bedirhan abim, diğer yanında Hazar abim. Benim ve Mustafa'nın arkasına doğru Baran abim vardı. Benim etrafımı dört erkek çevirmiş gibiydi. Avluya doğru yürürken anlaşılan Behçet ağa ilk gelendi. Melihşah ağa bize doğru gelirken Mustafa gerilmiş gibiydi. Melihşah ağa beni görünce birden yüzünde bir tebessüm peydahlanmıştı. Mustafa fark etmiş olacak ki tuttuğu elimi sıkmaya başladı. Hazar abiye yanaşıp;
"Bu adam, teyzenin oğlu niye Meryemceyi görünce güldü"
"Kıskanma ağam, Mardin, Urfa, Antep ve Diyarbakır'ın arasındaki tek hanımağa arkandaki kadın. Ben yeni duydum, Bu arkandaki hanım evlendiğinizin ilk haftası Behram ağanın ameliyatından çıkıp iki adam dövmüş, Ferman ağada bunu buna söylemiş. Melihşah gururlandı anlayacağın. Dilam ayy Meryemce, Mizgin anneyi de geçti."
Mustafa tam ağzını açıyordu ki Melihşah ağa yanımıza gelip elini uzatmıştı. Erkekler tokalaşınca, ben hafif başımı eğerek selam vermiştim. Avludaki hasır koltuklara oturmuştuk. Saat daha erken olduğu için, erkek çalışanlar çay kahve ikram ediyorlardı. Canım sıkılmaya başladığında, Mustafa ve yanında inci gibi dizilmiş diğerlerine baktım. Ağalar yavaş yavaş konağa girerken, hafif eğilerek ;
"Mustafa ağam, Boran'ı alsam konağın etrafında dolaşsam"
"Olmaz Meryemce, yanımda otur. Zaten bu ağalar niye eşlerini getirmediyse"
"Ağam iyi misin? açık hava bile boğdu yaa"
Benim gerildiğimi anlayan abilerim, Mustafa ile kavga etmemi istemediklerinden, lafa hemen Hazar abi girdi.;
"Meriç, Sait, Selçuk ve Boran'ı al fazla uzaklaşmadan gez Meryemce tamam mı? en fazla bir saat"
"Tamam Hazar ağam"
Ayağa kalktığımda , Mustafa elini beline atacaktı ki kafamı salladım. Konağın kapısına geldiğimde arkama baktığımda, mahşerin dört atlısı çoktan elinde telefonlar mesaj çekiyorlardı. Kapıya çıktığımda dördünün adamı da yanıma gelmişlerdi. Ben yürümeye başladığımda Boran yanımda yürürken, diğer üçü iki adım arkamdan geliyordu. Bir anda durup arkaya baktım. Sait, Selçuk ve Meriç durmuş başları eğikti.
"Ne yapıyorsunuz siz"
"Şeyy ağam senin yanında nasıl yürüyelim, Boran yürüyor ya"
Bakın böyle diyerek yanlarına gittim. Şimdi beşimiz gülerek yürümeye başlamıştık. Hazar ağanın adamı Meriç duyduğu şeyi nasıl sorsam diye kıvranırken, Boran anlamıştı. Ne soracağını benim hastanede dövdüğüm adamı anlatıyorlardı. Sait ve Selçuk o zaman hastanede oldukları için üçü birden anlatıyordu. Konuşa konuşa konağın arkasındaki fıstık tarlasına geldiğimizde dikkatimi bir şey çekmişti. Yanımdaki adamlara elimle siz durun deyip, tarlaya girdim. Onlar bana bakarken ben tarlayı geziyordum. Yerdeki yarım izmaritler ve yerdeki bot izleri canımı sıkmıştı. Bir kaç adım daha attığımda tarlanın içinde iki koruma, üzeri değişik giyimli bir adamla konuşuyorlardı. Bu korumaları sanki tanıyorum gibi gelmişti ama nereden diye düşünürken, Boran'ın el sallamasıyla tarladan çıktım. Boranların yanına geçerek tekrar yürüyerek konağa girmiştik. Konağa girdiğimizde Savaş ve Atabek ağanın gelmiş olduğunu anladım. Onlardan uzak, mutfağa yakın sedirlere oturmuştum. Konağın kadınları avluya masa hazırlamaya başladıklarında bende öylesine oturuyordum. Biraz daha bakınırken orta yaşlı tatlı bir kadın yanıma gelip;
"Sen aşağı köyden gelecek olan kız mısın? niye burada oturuyorsun. Çabuk geç mutfağa"
Canım sıkıldığı için hiç bozmadan, gülerek mutfağa geçtim. Bir sürü genç kız mutfakta resmen koşturuyordu. Beni masaya oturtup, önüme de salatalık malzemeyi yığdılar . Ben salata yapmaya başladığımda beni mutfağa getiren kadın konuşuyordu. Melihşah ağanın annesi kızını doğururken ölmüştü. Babası de geçenlerde öldüğü için konakta tek kalmış. Eğer Hazar ağanın kız kardeşi yaşasaydı. Bu konağa hanımağa olacakmış. Kadın bunları hem anlatıyordu, hem de kızlara emir yağdırıyordu. Genç kızlardan bir tanesi yaşlı kadına;
"Güldeste ana hanımağayı gördün mü"
"Yok kız nerede hanımağa konağın etrafını dolaşmaya çıkmış"
"Ana çok güzel bir kadınmış, birde çok merhametliymiş. Benim amca kızı Mardin'de Songül yanına gidince görmüş"
"Anam ne bileyim görürüz elbet bu gece buradalar zaten hiç kadın yok bir tek o kalmış "
Ben onların sohbetlerine gülerken, heyecanla bir kız içeriye girdi. Kızın rengi bembeyaz olmuştu. Adının güldeste olduğunu öğrendiğim kadın;
"Ne oldu havin"
"Ana, Ağaların ağası Mustafa ağa çok sinirli, Melihşah ağam gözleriyle içeriye gönderdi beni"
"Niye kız bir şey mi yaptın"
"Yok ana, hanımağa kayıp"
Kadın olduğu yerde dövünmeye başladığında, bir taraftan da söyleniyordu.
"Eyvah ki eyvah Melihşah dediydi. O ağanın siniri yakıp kavururmuş Azrail ağamış anam olun lakabı"
Mutfakta herkes ne yapacağız diye düşünürken, mutfağın kapısına doğru gelen dörtlüyü görmüştüm. Salatalığı elime alıp ikiye ayırmıştım. Orta tezgaha hafif eğilip bekledim mutfağa girmelerini. Ben salatalığı yerken, kadınlar mahşerin dört atlısını görünce hemen ayağa kalktılar. Dördünde gözünde gördüğüm rahatlamayla iyice çocuklaşmıştım. Gül deste abla ağzını açıyordu ki;
"Bütün konağı ayağa kaldırana kadar, beni arasaydın ağam yada sakince mutfağa Boran'ı yollasaydın."
"Hangi telefon hanımağam, benim ceketimin cebinde kalan telefonun mu "
"AAA o sende mi kalmış ağam özür dilerim. Şu öndeki tatlı abla bana yardım eder misin deyince"
"Sende geldin dimi"
"Evet ağam"
Mustafa ve diğerleri bana gülerken, mutfaktaki kadınlar bana şaşkınca bakıyorlardı. Mustafalar tebessümle mutfaktan çıkarken, Mustafa bana kafasıyla hadi demeyi ihmal etmemişti. Kadınlar bana bir şeyler diyecekken elimi havaya kaldırıp susturdum.
"Sakin kimse size bir şey demez merak etmeyin"
"Ama hanım ağam ben sizi "
"Ne olmuş, demin şu güzel kızın dediği gibi ben konakta da mutfaktan çıkıyorum genellikle, birde bu aralar çok yiyorum."
Kadınlar gülerken ben mutfaktan çıktım. Avluya geldiğimde kızlarda peşimde masaya bir şeyler getirmeye devam ediyorlardı. Avludaki hasır koltuğa oturacaktım ki Melihşah bizi masaya buyur etmişti. Masaya geçerken bir tane bile kadın olmaması beni germişti. Mustafa bu durumu anlamış olacak ki benim karşıma Bedirhan abimi kendi karşısına Baran abimi oturtmuştu. Yanıma başka bir ağa oturmasın diye Hazar abim de yanıma oturmuştu. Ben önümdeki çorbayla oynamaya başladığımda, Melihşah ağa;
"Hanım ağa beğenmediyseniz"
"Yok olur mu öyle şey, sadece yemek istemedim"
Çorbadan bir kaşık almıştım ki midem bulanmaya başladı. Yanımda oturan Mustafa'nın dizine elimi koymuştum. Bana baktığında elimle midemi tuttum. Bana bir şey diyecekken Çorba kaselerini toplamak için bir kız gelmişti. Ben kıza dönerek ;
"Şey canım bu kaseyi de alır mısın? ama bana yemek getirme olur mu"
"Olur mu hanım ağam "
"Olur gülüm ama bana süt getirir misin tarçınlı"
"Hemen ab ayy hanım ağam"
"Dur ben geleyeyim "
Mustafa'ya baktığımda gülmüştü. Ayağa kalktığımda herkes bana bakıyordu. Hazar abim ayağa kalkıp bana yol verdiğinde tam bir adım atmıştım ki, Savaş'ın dedikleriyle elimi Mustafa'nın omzuna koymuştum.
"Senin yerin o mutfak değil, sen hanım ağasın emretmen lazım. Onlar senin emrinde, onlar sadece biz ağalara, siz hanımlara kulluk etmek için var. Ama görüyorum ki Mustafa ağa sana bu konuda eğitim verememiş"
"Ben hanımağalığı Ağanız Mustafa ağa yokken yaparım. Şuan bulunduğum mevki eşine eşlik eden bir hanımım. Allah değilim ki kulluk edenim olsun veya sultan. Ben insanım insan ve senin hiç olarak gördüğün kadınlar senin arkanı topluyorlar ve o kadınlar sana zamanı geldiğinde senin çocuğunu doğuruyor. Eğitim işine gelince, Ağanız bak üstüne basarak söylüyorum senin bile ağan olan adam Mustafa Hamza Alibeyoğlu bana eğitim vermesine gerek kalmadı Mevla zaten bizi eş olarak aynı karakterde kıldı."
Sinir olmuş bir şekilde mutfağa doğru yürümeye başladım. Mutfağın kapısından içeriye girecekken içerideki kızların konuşması bana Ayşegül ve Songül'ü hatırlattı.
"Vallahi dedikleri kadar var melek gibi bizi bir savundu ki O ağaya görmeniz lazımdı güldeste ana"
"He vallahi Güldeste ana görmedin mi, nasıl geldi bizimle yemek hazırladı."
"Bana da gülüm dedi"
Ben mutfağa girdiğimde süt söylediğim kız beni görünce;
"Hii anam, hanımım ben unuttum yine yaa"
"Tamam sakin şimdi bana cezve verin bir de sütü, Benim karnımda iki tane eşkiya var ablaları ve çok süt istiyorlar"
Kızlar beni bir sandalyeye oturtup, sütü ısıtmaya başladılar. Ben otururken kızlardan en küçüğü karnıma bakıyordu. Birden bana doğru yaklaşmaya başladı ve yanımda durdu. Kızın elini tutup karnıma koydum. Gözlerine bakarak;
"Evet orada iki tane eşkiya var"
"Nasıl anladın hanımım onu düşündüğümü"
"Ben anlarım"
Ayağa kalkıp tezgahın üzerinde duran büyük süt bardağımı alıp, avluya gitmek yerine konağın arka kapısına çıktım. Hırkamın cebinden telefonumu çıkarıp Boran'ı aradım. Konağın arkasına geldiğinde iki basamaklı merdivende oturuyordum. Beni görünce gülerek yanıma oturmuştu.
"Abla, sen çok farklısın yaa"
"Biliyorum, hadi seninle bir şey yapacağız"
"Ne yapacağız abla"
"Bak şimdi ön kapıdan konağa gireceğim. Mustafa ağan soracak nere-"
"Ağam, Hanımağamın midesi bulandı beni konağın arkasına çıkmış beni de yanına çağırdı. Buradan içeriye girdik, diyeceğim ama niye"
"Korumalara bakmam lazım"
"Niye ablam"
"Anlatacağım paşam merak etme"
Konağın ön kapısına geldiğimde akşam üzeri fark ettiğim korumalar, kapının önünde duruyordu. Kapıdan içeriye girdiğimizde Mustafa kaşları çatarak sorduğunda Boran hiç bozuntuya vermeden cevap vermişti. Boran kapıya çıktığında bende tek başıma bir hasır koltukta oturmuştum. Kahveler çaylar içilirken, çalışan kızlardan biri beni yukarıya çağırmıştı. Odaya girdiğimde üç kız, Mustafa ve benim kalacağım iki odalı daire gibi geniş yeri hazırlıyorlardı. Odaya girdiğimde başımdaki şalı açtım. Saçlarımı tokasından çözdüğümde belimden aşağı inen saçlarımı gören kızlar ayy demişlerdi. Arkamı dönerek üçüne de göz kırpmıştım. Yatak odasına girip Mustafayı aramıştım. Mustafa odaya çıkmadan salon gibi olan yerdeki kızlara yere bir yatak daha açmalarını söyledim. Mustafa odaya girdiğinde kızlar hemen başlarını eğmişti. Elini tutup yatak odasına götürdüm. Kapıyı kapatırken kızların kıkırtısı içime neşe doldurmuştu. Mustafa yatağın kenarına oturmuş bana bakıyordu. Yanına gidip saçlarını severken;
"Abimlerde bu odada yatsınlar salonda"
"Sebeb hanım ağam"
"Lütfen ya ağam. Ne olur Mustafa'm"
" Tamam, Melihşah'a söylerim. Umarım geçerli bir sebebin vardır deli hatun"
"Ne sebebi yaa, abimler benden uzakta dursun istemiyorum"
"Tamam sakin ol sen yine sinirlendin ve çok güzelleştin benim dişi halim gibisin. Ben odadan çıkayım şimdi dışarıdaki kızlara ayıp olmasın"
Mustafa gülerek kapıyı açmıştı ki hemen yüzü ciddi bir ifadeyle başını eğerek odadan çıktı. Ben arkasından üzerime rahat olabilmek için eşofman tarzında rahat takımımı giyinip başıma tekrar şalımı bağladım. Terasa doğru bir merdiven buldum. Telefonumu çıkarıp Boranı aramıştım. Diğer korumaları alıp yanıma gelmesini söylediğim de terasa tam geliyorlardı ki ben olduğumu anlamadan silahı bana doğrultu. Boran'a biraz yaklaşıp;
"Vur sende rahatla bende "
Dördü de gülmeye başladığında terasa doğru çıktık. Çocuklar niye terasa çıktık gibi bir şeyler söylemeye başladıklarında, fıstık tarlasını gösterdim. Hazar ağanın adamı Meriç tam da ağası gibi tepki vermişti.;
"Hay anasını, hanımım bu ne"
Ben Meriç'e gülerken, diğerleri onu susturmaya uğraşıyordu. Boran üçünü de susturup;
"Abla bunlar ne "
"Hain Boran, şimdi saat 3 veya 4 gibi konağa girecekler en derin uykudayken. Şimdi dediğim saatlere yakın benim tüfekle buraya çıkıyorsunuz. Siz dördünüze bir şey olursa ben bu Diyarbakır'dan eksik dönersem gebertirim sizi"
"Tamam ablam"
Boran bana abla dedikçe diğerleri garip bakıyorlardı. Biraz daha onlara yaklaşarak;
"Biz böyle beşimiz olduğumuzda veya yanımda sadece siz varsanız sizde abla diyebilirsiniz. Bu arada Meriç, Songül'ün resmini cüzdanın iç tarafına koy Mustafa ağan fark ederse vurur seni. Daha Boranı hazmedemedi"
"Aman hanımağam sizde ne göz var ya"
"Hadi dediğimi unutmayın, bende aşağı ineyim kim iş birliği yapmış bu adamlarla. Bakalım hangi ağa veya ağalar konakta kalmayacak"
Boran ve diğerleri birden;
"Senden korkulur hanımağam nasıl yani"
"EE benim iki abim ve dayım asker ve ben zaten azcık erkek gibi yetişince "
Merdivenlere yönelip aşağı inmiştim. Mustafanın yanına gidip oturduğumda Savaş ve Atabek ağa yiyecek gibi bakınca görüş alanını sevgili abilerim kapamıştı. Konu yardım projesindeki destek veren firmaya yani benim şirketime gelince kulak misafiri olmak istedim. Savaş projeye giremediği için kötüledikçe Mustafalar diğer yaptığım işlerden bahsediyor ve ağzını kapatıyordu. Mutfak tarafından Boranlar yukarı çıkarken göz ucuyla baktığımda tüfekte ellerindeydi. Çok zaman geçmeden telefonuma mesaj gelmişti. Yukarıda olduklarını, Savaş ve Atabek ağanın adamlarının yarım saat arayla arkaya gittiklerini yazmışlardı. Saat biraz geç olmaya başladığında Atabek ağa Savaş ağayı kendi konağında ağırlamak istediğini söyleyip konaktan çıktılar. Ağalar yavaş yavaş odalarına geçerken bizde ayağa kalkıp Melihşah ağaya iyi geceler deyip yukarı çıkmaya başladık. Baran abi birden;
"Bizim oda nerede acaba"
"Ben biliyorum abi hadi gelin"
"Kız burada misafirsin ama maşallah yine biz abinleri düşündün"
Ben ona gülerken odanın önüne gelmiştik. Odanın kapısını açıp elimle içeriye doğru buyurun dediğimde hepsi birden Mustafa'ya baktı. O da gülerek başını sallayıp eli ile içeriyi gösterdi. Odaya girdiklerinde yüzüme bakıyorlardı. Dördünün de önüne gelip;
"Şaşırmayın sizde burada yatacaksınız"
Hepsi gülerek başını sallamışlardı. Yatak odasına girdiğimde Mustafa arkamdan gelip belime sarılmıştı. Çenesini omzuma koyup;
"Ben de içeride yatabilir miyim"
"Emin misin ağam"
"Evet, biz küçükken dedemin konağında bir odamız vardı. böyle aynı odada yatardık."
"Tamam ağam tamam, üzerini değiştir. İçeriye söyle müsait olduklarında sizinle bir şey konuşacağım"
Mustafa üzerine eşofmanlarını giyinip, odaya girdi. Biraz zaman sonra içeriden beni çağırınca başıma tülbentimi takıp salona geçtim. Ellerinde sigara paketleri balkona çıkacaklardı. Birden ;
"Onlar burada içilmeyecek "
Hepsi tamam anlamında başını sallayıp bana vermişlerdi paketlerini. Masanın üzerine koyup balkonun kapısını açtım. Hava biraz serin olunca kızmışlardı bana. Yerdeki yatağın üzerine oturup koltuğa yapılmış yatağın üzerinde oturan abilerime ve sevdiğime baktım. Elimi Mustafa'nın dize koyarak;
"Şimdi beni iyi dinleyin bu gece sigara içmiyorsunuz. Işığı kapatacağım ve yavaşça çok çıkmadan fıstık bahçesine bakacaksınız."
Işığı kapatırken içerisi biraz fazla karanlık olmuştu. Mustafa elimi tutup kolun altına aldı. Balkona fazla çıkmadan fıstık bahçesine baktığımızda Hazar abim birden ;
"Ohaa orada ne oluyor"
Geriye çekilip karanlıkta yine aynı yerlerimize oturmuştuk. Hazar abim tekrar bakıp yanımıza geldi.
"Ne oluyor lan"
"Yavaş abi yaaa, bir sus anlatayım anladığımı"
"Çabuk anlat deli doktor "
"Hemen Baran abi, bunlar hain, bu akşam kan dökecekler. Bir taşta iki kuş hem kendilerini gösterecekler hem de Savaş ve Atabek ağaya itlik yapacaklar. Bunlar bu konakta bir ağayı öldürecekler ve Mustafayı ağalıktan edip, Melihşah ağayı da iş birliği yaptığını öne sürecekler ve başa ya Atabek yada Savaş geçmek için"
Mustafa birden koltuktan kayarak yanıma oturdu. Beni kolunun altına alarak, üç dostuna doğru dönmüş oldu. Başımdan öpüp;
"Ben söyleyeyim hangi ağalar olduğunu, en yaşlılarımız Behram ve Behçet ağayı. Oğulları zaten ateş topu gibiler"
"Evet yani olabilir, neyse bu gece sigara içmiyorsunuz"
"Ee Baldız hanım bizim adamlar, bunlar acımaz kimseye"
"Onlar çoktan terasta yerlerini aldılar. "
"Meryemcee"
"Hadi ağalar hadi, Uyumaya çalışın gece eğlence var. Birde uyandığınızda beni aramak gibi bir hataya düşmeyin. Sizin dikkat dağınıklığınızdan faydalanmasınlar"
Odaya geçtiğimde başımdan tülbentimi çıkarıp saçlarımı açmıştım. Yavaşça perdeyi açıp camdan dışarıya bakmaya başladım. Biraz zaman geçmiştik ki, odanın kapısı açıldı. Arkamı dönmeden kokusu gelmişti. Mustafa arkamdan sarılıp şakağımı öpüp. Dudaklarını kulağıma getirip;
"Meryemce'm hiç bir zaman arkamdan, yanımdan ayrılma. Mizgin hanım gibi."
Mustafa tekrar öpüp biraz uzaklaştığında;
"Benim silahım da senin yanında dursun. Dikkatli olun tamam mı"
" Ama sen Meryemce"
"Bana bir şey olmaz"
"Tamam sen öyle diyorsan"
Mustafa kapıyı biraz açık bırakıp, odadan çıkmıştı. Azcık daha camdan bakıp yatağa oturdum. Düşünmeye başladım. Elimi karnıma koydum. Minik asilerime uslu durun dedikten sonra azcık uyumak istedim ama uyuyamadım. Saat iki gibi odadan çıkmıştım. Mahşerin dört atlısı çok tatlı uyuyorlardı. Terasa çıktığımda Boran diğerleri sessizce sohbet ediyorlardı. Yanlarına gidip oturmuştum. Biraz yanlarında oturup ayağa kalkmıştım. Tarlaya baktığımda yavaş yavaş içeriye girmeye başlamışlardı. Konağın kapısına baktığımda oradaki korumaları etkisiz hale getirmişlerdi. Boranlara dönerek;
"Başlıyoruz"
.................................................
MUSTAFA HAMZA...
Gözlerimizi avludaki bağırış ve silah seslerine açtık. Silahlarımızı alıp odadan çıkarken, Meryemcenin odasının kapısını çekmiştim. Avluya indiğimizde tahmin ettiğim gibi Behram ve Behçet ağa yerde diz çökmüş başında iki tane vatan haini vardı. Melihşah avluya girdiğinde sinirle bir adım atıp;
"Ne istiyorsunuz şerefsizler"
"Bak Melihşah ağa babanın dostunun ölümüne nasılda çanak tutacaksın"
"Ne diyorsunuz lan it"
Behçet ve Behram ağanın başındaki yüzleri kapalı itler tam tetikleri çekmişlerdi ki iki el silah sesi duyuldu. Karşıma baktığımda Berham ağa ve Behçet ağa yerde gözleri kapalı duruyorlardı. Melihşah ve ben hızla gidip ağaları yerden kaldırıp yanımıza aldık. Çok geçmeden konağın her yerinden silah sesleri gelmeye başladı. Gözüm bir ara yüzleri kapalı olan iki adama takıldı. Adamlar silah tutukları elin omzunu tutup kıvranıyorlardı. Konağa kim girse yaralanıp düşüyordu. Hepimiz bir kaç adam indirmiştik. Avluya baktığımızda baya yaralı adam vardı. Boranlar koşarak aşağı inmişlerdi. Adamların silahlarını topladıklarında, konağın kapısından Melihşahın baş adamı Alparslan girdi. Koşarak Melihşahın yanına geldi;
"Ağam, Numan komutan geldi"
"Tam zamanı dimi, hadi çık gelsinler ne yapayım"
Bütün ağalar Melihşaha bakarken ben dönerek ;
"Hayırdır Melihşah"
"Mustafa ağam, Bu komutan deli Numan, Hatay'dan sürgün yemiş buraya geldi.Bu akşam hepimiz nezaret hanedeyiz"
Silahları belimize koyacakken dediği komutan içeriye girmişti. Kaşları çatık uykusuz olduğu belli oluyordu. Komutan ile aramızda yaralı hainler vardı. Komutan birden ;
"Siz ağa bozuntuları bize haber verecektiniz, ama siz her şeyin en iyisini bilirsiniz dimi. İyi ama akıllısınız adamları öldürmediniz"
Ağzımı açıyordum ki, herkes gibi benim de dikkatimi komutanın yere çömelmesi çekti. Komutan yanındaki askerinden çakısını istediğinde iyice merakla ona baktım. Adamın yüzünde hiç bir mimik oynamadan, yüzü kapalı omzundan yaralı olan adamın omzundaki kurşunu çıkardı. Kurşunu eline alıp cebinden çıkardığı mendille kurşunu sildi. Kurşunu yukarı doğru kaldırıp arkasına baktı. Birden bize bakıp, yüzündeki mutlu olmuş tebessümle
"Bunu kim vurdu bu adam mı? Melihşah ağa keskin nişancın nerede"
Hepimiz şaşırmış bakarken birden Meryemcenin gece dediği aklıma geldi. beni aramayın ve düşünmeyin demişti. Melihşah bir adım öne çıkarak;
" Numan komutan ne keskin nişancısı"
Numan komutan eliyle bir dakika deyip, cebinden metal bir parça çıkardı. Havaya attığında bir silah sesi duyuldu. Metal parça yere düştüğün de bütün ağalar şaşkınca bakıyordu. Komutan yanındaki askerine dönüp;
"Rapora Melihşah ağanın konağına gece bir şüphe ile geldiğimiz sırada çatışmaya girdiğimizi yazıyorsunuz. hepsini hastaneye götürün ama kurşun çıkardığım ve diğer omzundan m21le vurulan adamı bizim revire alıyorsunuz. Sincanlıya benim yolladığımı söylüyorsun asker"
"Emredersin komutanım."
Askerler çıkarken Numan komutan elindeki metal parçaya bakıyordu. Bütün ağalar komutana bakarken, Numan komutanın üzerinde kırmızı bir nokta gezmeye başladı. Melihşah birden konağın içinde bir keskin nişancı olduğunu anlamıştı. Melihşah tam adamını çağıracakken, kolundan tuttum. Numan komutan birden merdivenlere doğru bakmaya başladı. Hepimiz o yöne döndüğümüzde Meryemce elindeki tüfekle aşağı indi. Numan komutan;
"Allah'ına kurban Atmaca, geri dönmüşsün"
"Sende görüyorum ki yine sürgün yemişsin"
"Kız deli atmaca, çok konuşma"
"Kurşunlar diyorum"
"O işi hallettim, sen merak etme. Ömer Ateş'e selam olarak yollayacağım"
"Aman durma"
"Mardin'e sürüldüğümde ziyaretine gelirim"
"Sürülmene gerek yok, Eşkiyan orada"
"Vayy askerime neyse Kendine dikkat et kızım Allaha emanet"
Numan komutan çıktığında, bütün ağalar Meryemceye bakıyorlardı. Meryemcenin rengi hiç hoşuma gitmemişti. Yanımıza geldiğinde kucağına tüfeğini alıp;
"Boran kadınların kapılarını kilitlemiştim, git aç. Birde gelirken bana tüfeğin çantasını getir temizleyeceğim."
Ağalar Meryemcenin karşısına hasır koltuklara oturmuşlardı. Meryemce tüfeğini parçalarken Boran elinde tüfek çantası ve büyük bir su bardağıyla gelmişti. Meryemce suyunu içip, ağalara döndü.
"Ağalar içinizdeki hain ağalara dikkat edin. Bu adamlar böyle ciğeri beş para etmez adamlarla görüşüp sizi kumpasa düşürüyor. Akşam üzeri Melihşah ağanın fıstık tarlasında bu adamları gördüm. Savaş ve Atabek ağanın planı siz büyük ağalarımızı ortadan kaldırıp, evlatlarınızı Mustafa ve Melihşah ağanın üzerine salmaktı. Ben haddim olmadan belki önünüze geçtim. Özür dilerim."
Ağalar iyice şaşırmış Meryemceye bakıyorlardı. Meryemce tüfeğini temizleyip, Boran'a uzatmıştı. Boran çantasına koyup çıkacakken yanıma geldi. Biraz daha yanaşıp kulağıma;
"Ağam çatıda çok korktu Meryemce hanımım, o çatışmada senin kalbinin üzerinde kırmızı bir nokta gezmeye başladığında ne yapacağını şaşırdı. Sonra o kargaşada o adamı da indirdi. Şimdi gidiyorum o adamı yerinden almaya "
"Tamam Boran, gidin bizim depoya bırakıp gelin sabah burada olun"
"Tamam ağam"
Boran diğer adamlarla konaktan çıktığında, Meryemce de yerinden müsaade isteyip kalkmıştı. Bir adım atıyordu ki birden yanında oturan Bedirhanın omzunu tuttuğunu gördüm. Biraz kendini toplayıp bir adım attığında gözünü kapamıştı. Yere düşecekken hemen yakalamıştım. O kadar gerginlikten sonra rahatlamayla iyi bile dayanmıştı. Kucağıma alıp odaya çıkarmıştım. Yatağa yatırıp anlını öptüm. Avluya tekrar geldiğimde ağalar konuşuyorlardı. Behram ağa beni görünce;
"Ağam, rahmetli deden hiç bir zaman yanılmadı. Hanımağamız sana ve aşiretine yaraşır bir hanımdır Allah nazardan saklasın. Hanımağamıza can borcumuz var "
Behçet ağa yerinden kalkıp yanıma gelmişti. Ayrılmadan kulağıma;
"İster kabul et ister etme ağam, Hanımağamız benim kızımdır artık. Ona can borcum vardır. Senin olmadığın yerde bilirim ki Bedirhan ağa, Baran ağa ve Hazar ağa var ama beni de aşiretimi de unutma her zaman arkasındayım hanımağamın"
Behçet ağada yerine geçtiğinde, ağalara Savaş ve Atabek ağayı takip etmeyi önerdiğimde hepsi kafası ile onaylamıştı. Biraz daha konuşup odalara geçecektik ki ezanın okunmasıyla Melihşah ağa bizi geniş bir salona almıştı. Cemaat halinde sabah namazımızı kılıp çıkıyorduk ki Melihşah ağa, bütün ağalara dönerek;
"Mustafa ağanın olmadığı yerde, Hanımağamızın sözü dedikleri Mustafa ağanın sözüdür bilesiniz ağalar"
Ağalar tebessümle kafalarını sallarken Hazar birden;
"Ağalar, maden öyle dersiniz. Bu gece olanlardan Savaş ağa ve Atabek ağaya bahsetmeyin yani Meryemce hanımın yaptıklarından "
Bütün ağalar tamam dedikten sonra odalara dağılmıştık. Odaya geldiğimizde Meryemceye kapıdan bakıp tekrar bizimkilerin yanına geçtim. Sigaramı yakıp bizimkilerin yanına oturdum. Baran sigarasından bir nefes alıp;
"Mustafa bir şey diyeceğim"
"Söyle amcamın oğlu"
"Biz orada çatışırken şükret Meryemce seni görmedi"
"Niye ki"
"Üzerinde kırmızı bir nokta vardı"
"Ne noktası lan Baran"
"Bedo uzaktan Mustafa'yı indireceklerdi. Önüne geçecektim ki birden nokta kayboldu."
"Çüşşşş , nasıl "
"Vallahi kör oluyorsunuz elinizde silah varken Hazar"
"Sakin beyler Meryemce uyanacak, Baran Meryemce niye bayıldı. O adam beni vuracakken Meryemce adamı indirdi. Şimdi Boran ve senin Sait Mardin'e götürüyor. Sabah gelecekler"
"Ulan siz karı koca ne pis bir şey oldunuz. Mübarek tencere kapak oldular"
Hazarın dediğine gülmüştük. Bizimkileri salonda bırakıp, yatak odasına geçtim. Meryemce yatakta çok tatlı uyuyordu. Yanına sırt üstü uzandığımda kokumu almış olacak ki hemen başını göğsüme koydu. Gülerek saçlarını sevmeye başladığımda, uykusunda mırıldanmaya başladı. Ne dediğini duymak için azcık yaklaşmaya çalıştım. Seni seviyorum adamım beni affet dediğinde gülmüştüm. Affet dediğinde rüyasında bir şey gördüğünü anlayıp sıkıca sarılmıştım. Meryemcenin kokusuyla kendimi uykuya teslim etmiştim.
Sabah gözlerimi açtığımda Meryemce üzerini giyinmiş, yatakta oturuyordu. Bende onun gibi kalktım sırtımı yatak başlığına dayadım oturdum. Meryemce baktığımda kaşlarını çatmış yan şekilde bana bakıyordu. Üzülmüş gibiydi. Kaşımın birini kaldırıp;
"Piştt hayırdır sinirli hatun"
"Sen çok kötü bir adam oldun, beni sevmiyorsun sen "
"Niye, nasıl sevmiyorum Gül güzeli"
"Seni... seni hiç affetmeyeceğim"
"Ne oldu kış güneşi rüya mı gördün söyle işte"
"Sen benim nasıl cehenneme gitmeme razı olursun. Beni niye uyandırmadın sabah namazına "
"Ama sen, ben seni aff yaa"
"Sus yaaa küstüm sana, konuşma benimle. Benim için sabah namazı kıymetli bilmiyor musun"
Meryemce sinirle yataktan kalktığında, kapıda çalmıştı. Meryemce kapıyı açtığında, Hazar bize bakıyordu.
"Meryemce, Abim ne oldu. Bir şey mi dedi bu ağa olacak ağam"
"Bir şey yok. Ben aşağı iniyorum . Boran aşağıda mı"
" O yok bizim Meriç'e söyle ne istiyorsan "
"Tamam Hazar ağa"
Meryemce hızla Hazarın yanından geçti. Odanın diğer kapısı da çarpılınca, bende yataktan çıktım. Salona geldiğimde Üçü de şaşkınca bana baktı. Baran birden ;
"Deli doktor neye delirdi"
"Namaza uyandırmadım diye . O sabah namazına çok değer veriyor. Sabah namazı onun için yoklama. sabah namazında olmayan bütün gün hep kaçar diyor"
Hepsi kafasını salladığında bende sıkıntıyla yüzümü sıvazladım.
Avluya indiğimizde ağalar kahvaltı masası hazırlanırken, sabah kahvesini içip sohbet ediyorlardı. Bizimkiler ağaların yanına giderken ben konağın kapısına çıktım. Boran, bizimkilerin adamlarıyla elinde çayı sohbet ediyordu. Boran ile göz göze geldiğimizde adamı soracağımı anladığında başıyla hallettim dedi. Tekrar avluya girdiğimde, Savaş ve Atabek sinirli olmaları gerekirken baya rahattılar. Masaya geçtiğimizde bütün ağalar yerine geçmişti. Yanımıza gelen gençten kıza ;
"Hanımağanızı mutfaktan çağır mısın kızım "
"Ağam hanımağamız mutfakta değil ki, bir saat önce mutfağa geldi. Büyük bardak süt ve az bir şey ekmek alıp arka bahçedeki gül bahçesine geçti sonra görmedim."
Telefonumu çıkarıp aradığımda, telefonu cebimde çalınca iyice sinir olmuştum. Ayağa kalkıp Boran'ı çağırmıştım. Ona Meryemceyi sorduğumda, sabahtan beri görmediğini söyledi. Diğer adamlarda aynısını söylediğinde Baran yukarıya odaya çıkmıştı. Balkondan odada olmadığını söylediğinde, hızla gül bahçesine gittim. Bahçe de gezerken yerde devrilmiş süt bardağı ve ekmek parçasını gördüm. Bahçenin fıstık bahçesine açılan kapısının aralık olduğunu görünce oraya gittim. Kapıyı iyice açtığımda yerde büyük pamuk parçası vardı. Elime aldığımda eterli olduğunu kokusundan anlamıştım. Geriye dönüyordum ki yerde Meryemcenin Tülbentini gördüm. Tülbenti elime alıp avluya döndüğümde, Hazar, Bedirhan ve Baran baya sinirle bana bakıyorlardı. Hazar'ın bakışlarını tanımıştım. Dila'nı ölü halde bulduğundaki haline bürünmüştü. Bizim konağın kapısına geldiği gibi ben duruyordum şuan karşısında , elimde tülbentle. Üçü hızla yanıma gelip resmen kükremişti.
"Nerede Meryemce"
"Meryemce yok, kaçırılmış"

......................................................................

Umarım beğenirsiniz...

Sizi seven çatlak yazarınız....

Allaha emanet olun....

Loading...
0%