
MERYEMCE...
Hastanenin koridorunda Mahşerin dört atlısı bir aşağı bir yukarıya volta atarken başım dönmeye başlamıştı. Bedirhan abi Zümrüt'ün de doğurduğunu duyduğu için gülerek yanımıza gelmişti. Dördünün haline annem, yengemle gülmekten kendimizi alamıyorduk. Hazar abimle Mustafa'm yan yana, Bedirhan abim ile Baran abim yan yana karşılıklı volta atarken arada içeriden gelen Zümrüt'ün sesiyle oldukları yerde duruyorlardı. Babam ve amcam ile karşılıklı otururken artık dayanamamıştım. Derin bir nefes alıp;
"Yeter!! vallahi durun ya. Beynim döndü sıkıntıdan doğurmak hiç istemiyorum"
Dördü de hemen koltuklara oturunca babam ve amcam gülmüştü. Ben onlara bakarken gözüm anlık koridora takılınca Başak elinde serumu omzunda hırkasıyla yavaşça yanımıza geliyordu. Bedirhan onu görünce hemen elini tutmuştu. Bedirhan abimin yanına oturunca kaşlarımı çatarak;
"Kızım sen manyak mısın? yeni doğum yapmadın mı sen, çiçek teyzeyi bıraktın kızın yanına geldin dimi. Lohusasın sen kalk odana hemen"
"Ama abla Zümrüt'ün yanında olmak istiyordum"
"İnan hiç bu halimle üşenmem seni ayağımın altına alırım Başak kalk git"
"Abla "
"Başlatma ablana kalk"
Başak ağlamaklı yerinden kalkarken bende ayağa kalktım. Önümden geçerken iki elimle yüzünü avuç içime aldım. Anlından öptükten sonra gözlerine bakarak;
"Ablan ölsün yoluna başağım senin dinlenmen lazım. Bir kaç saat önce doğurdun ablam, nazara gelirsin hadi güzel kızım yavaş yavaş annen ve kızının yanına "
"Tamam ablam gidiyorum"
Başak giderken yanımdakiler bana bakıp tebessüm etmişlerdi. Yerime tam oturuyordum ki bir hemşire doğumhaneden Zümrüt'ün çığlık sesiyle çıkmıştı. Göz göze geldiğimizde nefes nefese;
"Meryemce hocam, Medine hocam bana yardıma gelsin diyor"
"Bana ne yaaa, benim branşım kalp, kalp cerrahım kızım ben ya"
"Şey hocam, aslında Zümrüt hanım Meryemce ablam gelsin dediği için"
"Tamam buket üzerimi değiştirip hemen geliyorum"
Hızla odama gidip üzerimdekileri çıkarıp, ameliyat kıyafetlerimi giyindim. Doğumhaneye girerken Baran abimle göz göze gelince;
"Git bir sigara iç, karının bir şeyi yok korktuğu için beni çağırdı. Bak kaynanan ve kayınbaban geliyor abim hadi sakin ol"
"Ne diyeyim, ne söyleyeyim sana be kızım"
Gülerek sürgülü kapının şifresini girip içeriye girdim. Zümrüt'ün yanına geçtiğimde gözlerindeki rahatlamayı görmüştüm. Yanına geçip anlındaki teri silerken kesik kesik konuşmaya başladı;
"Ab.abla kor.korku.korkuyorum"
"Korkma ablam, sakinleş güzelim. ıkın ve doğurmaya çalış ama önce sakinleş. Kendini iyi hisseder, sakinleşip mutlu olursan rahim kasların gevşeyecek hadi ablam. Düşünsene ne güzel, yakışıklı bir oğul olacak hadi ablam"
"Ablaaaaa!!"
"Korkma buradayım, hadi Zümrüt Medine cinnet geçirmeden doğur yoksa seni ben doğurtmak zorunda kalacağım. Hamile halimle inan yapamam"
Zümrüt gülerken gelen sancıyla Medine ' hadi güzelim son kez ıkın ' dediğinde son bir gayet bir ıkınmayla doğumhanenin içini gür bir ağlama sesi doldurdu. Medinenin elinde baş aşağı duran siyah saçlara sahip bir erkek bebek, junior Baran gelmişti. Medine göbek bağını kesip Zümrüt'ün göğsünün üzerine koyduğunda birden susmuştu. Zümrüt yarı açık gözleriyle baktıktan sonra tansiyonu düştüğü için bayılmıştı. Hemşire bebeği hastanenin yeşil örtüsüne sarıp benim kucağıma bırakmıştı. Doğumhaneden çıkmadan derin bir nefes çekip;
"Hoş geldin yengem, hoş geldin Baran ve Zümrüt'ümün ilk göz ağrısı"
Kucağımda kapının önüne geldiğinde sürgülü kapı açılmıştı. Annem, yengem ve Zümrüt'ün annesi gözlerinden düşen yaşı silerken, Baran abim önüme gelmişti. Bezi biraz çekip yüzüne baktıktan sonra göz göze geldiğimizde;
" Oğlumun adı ne olsun Deli doktor"
"Ben ne bileyim abim"
İçeriden çıkan hemşireye bebeği verirken gülerek;
"Junior Baran'a iyi bakın"
Hemşire gülerek yanımızdan ayrıldığında herkes birbirine gülerek bakıyordu. Kısa bir zaman sonra Medine ile birlikte sedyede Zümrüt çıkmıştı. Yarı ayık odasına götürülürken, herkes sedyeyi takip ederek odaya gittiler. Arkalarından bakarken, gözlerim bir kaç saat önce yine aynı yerde beni bekleyen kocama takıldı. Başını hafif sol omzuna eğmiş beni izliyordu. Hızlı olmaya çalışarak hemen yanına gitmiştim. Ellerimi göğsüne koyup;
"Seni seviyorum be adam. Benim sadece 6, 7 kişilik ailem vardı. Sen bana kocaman bir aile bağışladın. "
Mustafa sol göğsünün üzerindeki elimi tutarak;
"Nefesimsin kadın, ben sana bir şey bağışlamadım sen kazandın. Beni sakın ama sakın sensiz bırakma. Seni seviyorum gül güzelim"
Ellerimi çekip azcık Mustafa'dan uzaklaşmıştım ki hiç yapmayacağı bir şey yapmıştı. Ellerini yanaklarıma koyarak beni kendine çekti. Kısa ama etkili bir şekilde dudaklarımı öpmüştü. Şaşkınca yüzüne bakarken o içimi titretecek şekilde güldükten sonra sol elimi tutup yürümeye başladı. Zümrüt'ün odasının önüne geldiğimizde Erkekler kapıdaydı. Yavaşça odaya girdiğimde Annem koltukta otururken Zümrüt'ün annesi ve Ayşe yengem Zümrüt'ün başındaydılar. Zümrüt'ün bunaldığını anlasam da bir şey diyemedim. Annem ile göz göze geldiğimizde annem hem beni oturtmak için hem de Ayşe yengeme durmasını söylemek için;
"Gel annem gel, Ayşe Meryemce çok yoruldu sanki bir baksana"
Ayşe yengem birden bana bakınca, hemen yanıma gelip elimi tuttu. Yavaş yavaş annemin yanına oturturken, annem sessizce;
"Ayşe bırak kadın ilgilensin kızıyla bunaldı Zümrüt'ümüz"
Ayşe yengem, tamam der gibi başını sallamıştı. Yengem sandalyeye oturmadan erkekleri içeriye davet etmişti. Baran, Zümrüt'ün yanına gidip yanağına elini koyup nasıl olduğunu sorduğunda yüzünün kızarmasıyla bende utanıp başımı eğmiştim. Herkes kendi arasında konuşurken, odanın kapısı bir iki çalındıktan sonra hemşire bebek yatağının içinde gök mavisi battaniyesiyle junior baran girmişti. Hemşire bebeği tekerlekli bebek yatağından alıp Zümrüt'ün kucağına bırakırken bana dönüp yarım saat sonra emzirilsin hocam diyerek odadan çıkmıştı. Annem de bebeğin yanına gittiğinde tebessümle onları izliyordum. Herkes severken Mustafa'm yanıma doğru gelip koltuğun kol kısmına hafif oturdu. Benim gibi izlerken bir elini sırtıma koymuştu. Ona baktığımda gözlerinde aşk vardı kocamın. Odada çıkan konuşmaya ikimizde dikkatimizi verdiğimizde Hazar abimde gülerek yanımıza oturdu. Babam, amcam ve Zümrüt'ün babası camın önündeki sandalyelere oturmuş onlarda gülüyordu. Bakışlarımız Baran abim ve Bedirhan abim üzerine çevirdik. Baran abim birden;
"Yarın ikimizde aynı anda gidelim kimlik çıkarmaya "
"Olur Baran"
"Bana bak Bedo"
"Söyle, oğlu güzel"
"Hee bende onu diyecektim, gelinime iyi bak"
"Hadi oradan, Gülşah'ım oğlundan bir iki saat büyük"
"Kimlikte aynı gün yazacak. Ben anlamam Bedirhan ağa"
"Baran ağa yürü git, ben adı olmayan adama kız vermem"
"Tamam o kolay adı Ahmet "
Bedirhan abim ağızını açıyordu ki Amcam kaşlarını çatarak birden;
"Hadi oradan hergele. Bana yapamadıklarını, söylemediklerini ona yapacaksın."
"Ne alakası var baba ya. Bak amcamın oğlu Hamza koyuyor yetmedi diğerin adı Mirza . Onun niyeti de mi o"
"Ben anlamam koymayacaksın"
Odada artık gülmekten karnımız yırtılacak duruma gelmiştik. Baran abim, kedini ciğerine baktığı gibi Bedirhan abime bakıyordu. Baran abi birden ben ile Mustafa'ma baktığında korkmadım desem yalan olur. Annesinin kokusunu içine çeken ufaklığı kucağından alıp yanımıza geldi. Mustafa'nın kucağına bırakıp;
"Ağam, Azrail ağam oğluma isim bul, sonra ezanını oku yoksa Gülşah sadece yeğenim olarak kalacak"
Hazar abim birden;
"Adam bir saat önce baba oldu, şimdi kayınbaba olma derdinde"
Herkes gülerken, Mustafa hafif bana doğru döndüğü için kucağındaki bebek tam yüzümün önünde duruyordu. Parmağımla battaniyeyi hafif açıp, yüzüne baktıktan sonra Zümrüt ve Baran abime bakıp;
"Bu küçük adamın da isim annesi olabilir miyim"
Odanın içinde herkes evet dedikten sonra, işaret parmağımın tersiyle yüzünü severek;
"Junior baran, senin adın Hattab Esved olsun. Hattab isminin anlamı gibi güzel konuşan, güzel nasihat veren bir insan ol. Esved isimin anlamı gibi siyah esmer oğlum."
Mustafa herkese bakıp, bir iki saat önceki gibi camın önüne geçip ezanını kulağına okuduktan sonra ismini vermişti. Babam saatine baktığında erkekleri hastanenin mescidine götürürken, bende Zümrüt'e emzirmesini söyleyerek odama geçtim. Üzerimi değiştirip sabah namazını kıldıktan sonra hastanenin bahçesine çıktım. Babamlarda geldiğinde annem ve yengemi hastanede bırakacaktık. Arabalara geçerken Hazar abim elindeki minibüsün anahtarını karnıma hafif vurup;
"Dilam olurda bir gün şaşırır da evlenirsem, birde kızım olursa Mirza Asaf'a uygun bir isim olsun"
Yanımızda olan Baran abim, Bedirhan abim ve Mustafa'mda bunu duyunca benden önce Mustafa;
"Niye Ömer Hamza değil de Mirza asaf"
"O kadar salak mıyım ben, sen hem kardeşim, hem dünürüm olacaksın, üstüne damadımda senden bir çok parçasını alacak. Mirza ismini aldığı dedesi gibi saygılı, sevgili olur senin gibi Azrail atarlı olmaz"
Hepimiz gülmeye başladığımızda ben bir taraftan da kafamı sallıyordum. Arabaya binerken, Mustafa birden;
"Hazar siz konağa geçin, ben Meryemce ile bir yere gideceğim"
"Nereye Mustafa'm, bensiz bu üç canlı kadınla"
"Lan küfür ettirme bana babamlar bakıyor, elime fırsat geçmiş karımla hayalimi yaşayacağım"
"Anasını!!!, kalede gün doğumu Azrail ağam bende geleyim mi ne olur vallahi sesimi çıkarmam"
"Hayır sen doğru eve, unutma resmi nikah Meryemce de, Baran al götür şu karımın kumasını"
Hazar abim gözlerini kısarak bana baktıktan sonra minibüse doğru yürümeye başladı. Arabalara bindiğimizde hastanenin otoparkından peş peşe çıkmıştık. Kısa süre sonra Mustafa gaza kökleyince Minibüsü sollarken, arabayı kullanan Hazar abime öpücük atmayı ihmal etmemişti. Kaleye doğru giderken bacağımın üzerindeki elimi tutup içini öpmüştü. Kaleye yaklaşırken, arabanın içinde sessiz çalan şarkının sesini açmıştı. Ben ona bakınca, Hafif sesli söylemeye başlamıştı.
"Günü gelir sende benden çekip gidersen
Gidipte birdaha gelmeyeceksen
Al ömrümü koy ömrünün üstüne
Senden gelsin ölüm başım üstüne
Yüreğini koy avcunun içine
Senden gelsin ölüm başım üstüne
Yüreğini al avcunun içine
Senden gelsin ölüm başım üstüne
Ellerini ellerimden alıp gidersen
Gidipte bir daha dönmeyeceksen
Al ömrümü koy ömrünün üstüne
Senden gelsin ölüm başım üstüne
Yüreğini koy avcunun içine
Senden gelsin ölüm başım üstüne
Yüreğini al avcunun içine
Senden gelsin ölüm başım üstüne "
Şarkı bittiğinde arabayı da park etmişti. Hala Mardin'in ışıkları yanıyordu. Sabah ayazı olduğu için arabanın içinde oturuyorduk. Göz göze ruhumuzla konuşuyorduk. Arabanın içinde sadece bizim kalp atışlarımız vardı. Mustafa elini kaldırıp yanağımı sevdikten sonra elini enseme doğru kaydırıp hafif hızla göğsüne çekmişti beni. Elimi boynuna koyduktan sonra yavaşça sol göğsüne kaydırarak koydum. Bana huzur veren sesi biraz dinledikten sonra gözlerimi kapatarak;
"Bana yaşam enerjisi veriyor bu ses"
Mustafa'm derin bir nefes çekerek iyice kendine bastırarak;
"Kokun diyorum, bu huzur veren kokun var ya, yaşamama sebep"
"Mustafa Hamza Alibeyoğlu, asi Azrail ağam ne oluyor"
"Bilmiyorum Meryemce'm galiba şu rüya beni çok etkiledi. Ben ne anladım biliyor musun Gül güzelim, beni yıkmak isteyen seninle çok çabuk yıkabilir"
Hırsla göğsünden kalkarak, ellerimi göğsünde tutmaya devam ettim. Gözlerine bakarak;
"Sen bu değilsin. Ağam sen bu kadar güçsüz olamazsın"
"Söz konusu sen olunca, sen olunca ben çok güçsüzleşiyorum, ama ne var biliyor musun"
"Ney sevgilim"
"Sen çok güçlüsün, zekan ve benim hala çözemediğim bir tarafın ve galiba benim o güçsüz tarafım sana herkesten çok güveniyor. Sen dedin ya gözlerime bakarak Allahtan başkasından korkmam diye "
" Öyle Asi ağam. Bu güçsüzlüğünün seni ezmesi değil yüceltmesi lazım. Mesela bak sana bir şey olduktan sonra benim hiç bir şekilde yumuşak karnım kalmaz. Sen benim en hassas yanımsın. Sana bir şey olduktan sonra bu koskoca Mardin cayır cayır yanarda umurumda olmaz. Mert, Dağhan ve Devran aile kurdular. Talha'nın bir annesi var. Mina'm ve Leyla'm en büyük servete sahip, Ahmet Hazar onları ölse bırakmaz. Karnımdakilerin koskoca bir ailesi var. Benim düşündüklerim bunlar benim kocaman bir ailem var, ama en kıymetlisi sensin. Sana bir şey oldu mu? senin çok sevdiğin kara gözlerim var ya bir girdap olur yakar, bu ellerim atmaca pençesi olur parçalar, sen de böyle ol. Benim yumuşak karnım sen, beni daha güçlü kılıyorsun. Sende öyle ol. Diyelim ki her şey ters gitti gerçekten öldüm. Senin gözlerin yaksın, senin ellerin pençe olsun. Sen çok güçlü bir adamsın. Sen koskoca aşiretler ağası, Azrail ağa bir lafıyla can aldıracak adam sen çok güçlüsün"
"Sana gerçekten doğumda bir şey olmaz değil mi"
"Allah bilir kocam. Bana bir şey olursa sen daha çok güçlenirsin, çünkü her yere beni taşırsın sol yanında. Kokum ve saçlarım kızımızda, deliliğim Ömer'de masumluğum Mirza da olur. Merak etme ama bir şey olmayacak. Beraber gideceğiz sen ve ağa abilerimle beşimiz. Ben içeriye girdiğimde Hazar abim Mina'yı ve Talha'yı almaya gider, Baran abim hanımları toplar gelir. Bedirhan abim fakir fukaralara bakar. Sen koskoca Asi Azrail ağa oğullarımızı giydirsin ben ayılana kadar"
"Sen, yani ben"
Elimi kocamın dudaklarına koyarak tekrar aynı yerime kedi gibi sokularak;
"Biliyorum asim, biliyorum kocam sen herkese Azrail olan adam, benim yanımda beş yaşındaki Mustafa oluyorsun. La Tahzen! Bir gün gelecek o çok sevdiğimiz damdan aşağı beraber bakacağız. O geniş avluda kocaman ailemize bakıyor olacağız, ama lütfen senin elinde baston olsun"
"Sende de gözlük olsun hala atmaca gibi gezme olur mu, he birde saçlarında beyazların olsun"
"Olur kocam. Sana bir şey itiraf edeyim mi adamım"
"Et bakalım kış güneşim"
"Beni sen durdurursun, sana bir şey olursa gözüm hiç bir şeyi hiç kimseyi görmez. Hani adam gibi adamlar sevdalarına derler ya, bir damla göz yaşına yakarım diye. Şimdi beni iyi dinle adamım güneşim benim için bir damla göz yaşını Allah döktürmesin sana, yoksa can alırım, canımı eline veririm. Olurda bir damla yaş gözüm kararır"
"Erkek adam ağlamaz, bir dakika bir dakika senin için birde göz yaşımı dökeceğim. 40 gün yaş tutarım, 41. gün evlenirim"
"Abartma istersen"
Mustafa sıkıca sarıldıktan sonra gözlerimi Mustafa'nın yatağında ilk yattığım zaman aldığım ve mübtelası olduğum odunsu ve aromatik kokuya kendimi teslim ederken gün tam anlamıyla doğmaya başladığında dudaklarımı şah damarına bastırırken, Mustafa'm o içimi eriten davudi sesiyle;
"Seyri ne hoş, cennetten bir köşe gibisi. Sefamı bozacak hüznüne düşman olurum. Vurur derdini yükünü gururla yatarım göğüs kafesinde. Ve her sabah bana şen olur"
Derin bir nefes çekip elimi boynunun sağ tarafına koyarak şah damarını parmaklarımla sevdikten sonra uykulu ve mayışmış bir sesle;
"Nerede olduğumuzun bir önemi yok. Seninle her yeri cennet bu vatanın, her çorağı kır bana. yurt bizim aşk bizim"
.............................
Anlımda hissettiğim dudaklarla gözlerimi açtım. Derin bir nefes çekerek etrafa baktığımda konağın önünde olduğumuzu anladım. Mustafa'ya baktığımda tatlı bir tebessümle elini yanağıma koyarak;
"İkimizde uyumuşuz hatun"
"Nasıl yani, saat kaç"
"Öğlen bire geliyor yavrum, Hazar aradı. Hadi sen konağa geç bende şirkete geçeyim"
"Üstün hala gömlek ve kırışık pantolonla duruyorsun, hadi gel duş al üzerini giyin"
"Yok çavreşamın, hadi Zümrüt gelmiş eve, Başakta kendi konağına geçmiş, bende daha çok geç kalmayayım"
Mustafa'nın yanağımda olan elini elimin içine alıp, öptükten sonra;
"Ben sevmedim bu çok aşık adamı hadi git asi ağa"
"İn ve kapıyı kapat deli doktor"
Arabadan gülerek inmiştim. Kapının önünde Mustafa'nın arabasının gidişini biraz izledikten sonra kapıya yanaştığımda Boran bıyık altından gülerek;
"Ablam günaydın"
"Boran istersen ağana söyleyeyim benimle dalga geçtiğini"
"Aman Ablaların en güzeli ben öyle şey yapar mıyım"
Gülerek konağın avlusuna girdiğimde konağı Hattab beyin ağlama sesi inletiyordu sanki. Üzerimi değiştirmek için odama geçtiğimde, iki emanetim odamızdaki kanepeye oturmuş sessizce oyuncaklarıyla oynuyorlardı. Yanlarına gittiğimde yavaşça elimi tutup beni koltuğa oturtmuşlardı. Tam ortaya oturduğum için ikisi de başını bacağıma koyup yüzüme bakmışlardı. İkisinin yüzünü de severek;
"Ne oldu bebeklerim kıskanmadık değil mi"
Çocuklar aynı anda;
"Yok anne ama çok ağlıyor yaa"
Ben gülmeye başladığımda onlar yüzüme bakıyorlardı. Derin bir nefes çekip;
"Niye buradasınız o zaman"
Minam yüzünü babası gibi karnıma yaslayıp gözlerini kapadığında, Talha gülerek;
"Sıkıldık annem, bizi gezmeye götürsene"
"Yarın pikniğe gideceğiz annem "
Çocuklar yattıkları yerden hızla kalkıp yüzümü öpmeye başladılar. Ellerimi ikisinin beline de koyduğumda karnımdaki hareketlilikle çok daha mutlu olmuştum. Çocuklarla vakit geçirmek istediğim için onları kütüphaneye yollamıştım. Niyetim üzerime rahat bir şeyler giyip çocuklarımla film izlemekti. Başımı açtığımda Mina benim bilgisayarımı orta sehpanın üzerine dikkatlice koyduğunda gülmüştüm. Talha bilgisayarı açarken, üzerime tişört giymiştim ki kapım çaldı. Efendim dediğimde Ayşegül yavaşça odaya girmişti. Saçlarımı sanki ilk defa görüyormuş gibi saçlarıma bakarken;
"Söyle Ayşegül'üm"
"Çok güzel ayy ablam lahanalar geldi sultan abla yardıma gelsin dedi"
"Afff yaa tamam güzelim, öğlen namazını gecikmeden kılayım hemen geliyorum. Birde Ayşegül bizimkilere meyve suyu getirir misin"
Ayşegül odadan çıktığında abdest alıp kütüphaneye geçmiştim. Çocuklara istedikleri filmi açtığımda Ayşegülde elinde tepsiyle yanımıza gelmişti. Çocuklar gülerek filmi izlemeye devam ederken bende namazımı kılmaya niyet ettim. Namazımı kıldığımda üzerime köyde giydiğim siyah şalvarı ve üzerimdeki beyaz tişörtü çıkararak iki tane bebek resimi olan açık mavi olan hamile tişörtümü giydim. Uzun siyah hırkamı giydikten sonra siyah üzerine mavi çiçekli tülbentimi takarken çocuklarıma baktım. Nasıl dikkatle filmi izliyorlardı.
Odamdan çıktığımda ayaklarım yandığı için yalın ayak terliklerimi giymiştim. Mutfağın avlusuna geçtiğimde herkes şaşkınca hızlı hızlı iş yapan Sultan ablaya bakıyordu. Birden ;
"Sultan abla bir durrr"
"Ne oldi"
"Hee şive geldiğine göre, bana bak bu kadar kişiyiz hemen bitecektir merak etme. Şimdi bak Ayşegül, Songül ve diğer kızlar Suları ısıtsınlar. Hep birlikte kırarız lahanaları sonra sen sona doğru haşlamaya başlarsın. En sonda poşetleriz o daha çabuk olur"
"Haa zeki karadenizim hayde o zaman "
Sultan abla yere hasırları serdiğinde Kader bir sürü yastık getirmişti. Boran, yanında bir sürü adamla avluya girip çuvalları dökmeye başlamıştı. Önümüzde koca yığın lahanayı gören Avşin gözlerini kocaman açarak ;
"Bu nasıl biter ki"
"Uy kızçe bu nedur ki, hayde Karadeniz hızlanmayanın babası ölsün "
"Uy ölsün da"
Sultan abla ile nasıl kırılacağını gösterdikten sonra karşılıklı hızlanmıştık. 60 kilo lahanayı kırdıktan sonra Sultan abla haşlamamın sonuna yaklaştığında;
"Biraz iç hazırla meryemce akşama saralım "
"Olur"
Mutfağa geçtiğimde içi hazırlarken annemler çoktan haşlanmışları düzeltip poşetlere koyuyorlardı. Sultan abla hafiften türkü söylemeye başladığında;
"Azcuk ses ver kız"
"Afkurma Meryemce sen söyle o zaman"
"Eyi tamam da;
Ben karadenizliyim
Karadeniz yüzliyim
Bulamasunuz beni
Duygularda gizliyim
Suyum karadenizden
Huyum karadenizden
Beğenur beğenmezsun
Buyum karadenizden
Ben karadenizliyim
Dalga dalga iziyim
Karadenizi sana
Resim resim çiziyim
Suyum karadenizden
Huyum karadenizden
Beğenur beğenmezsun
Buyum karadenizden
Ben karadenizliyim
Karadeniz doluyum
Sanata gönül vermiş
Bir ananın kızıyım
Suyum karadenizden
Huyum karadenizden
Beğenur beğenmezsun
Buyum karadenizden
Türkü bittiğinde poşetleme işi bitmişti. İçi aldığım gibi avludaki masaya geçmiştim. Hep birlikte kocaman tencere sarmayı sardığımızda bende bitmiştim. Kızlar lahanaları derin dondurucuya koyarken, Sultan abla gülerek;
"E gızlar kuymağu hak etdunuz, e fasulye kavurmasunuda"
Kadınlarla iç içe mutfak avlusundaki masaya oturduğumuzda sultan abla elinde iki tava ile gelmişti. Ağızımı açıyordum ki Ayşegül de bir tava diğer kızlarda da iki tabak fasulye turşu kavurması geldiğinde dudaklarımı yalamıştım. Yemeğe başladığımızda Sultan ablaya birden;
"Akşama gorgot çorbası yap"
"Olur karadeniz"
Annem ekmeğini kuymağa batırıp bana uzattığında ben yerken hepimize baktıktan sonra;
"Kaderim ve Selvim benim kucağımda büyüdüler, perim ve Meleğimden ayırmadım. Mustafa'ma da buranın kızını almak istedim. Birden benim güzel gelinim geldi, bir geldi tam geldi değil mi eltim"
"Öyle Mihriban yenge, inan Baran'ımdan başka oğlum olsaydı Trabzondan alırdım"
Herkes gülerken, Sultan abla hafif koluma vurup;
"Yok bu Karadeniz den başka yok Ayşe abla, kız Meryemce bir türkü söylüyordun sen neydi o"
"Hangisi"
"Bu zamanın kızları"
"He tamam;
Bahçalar da lahana
Pişurda Pişurda Pişurda
Koy sahana
Bu Zamanın Kızları
Hep oldu salahana
Kitap açtıracağum
Çaykarali hocaya
Bu Zamanın Kızları
Zor giderler kocaya
Elumde demir para
On para on para on paradur
On para
Uçakların suçi yok
Şimdi kızlar zampara
Kitap açtıracağum
Çaykarali hocaya
Bu Zamanın Kızları
Zor giderler kocaya
Karayemiş yaprağı
Yeşildur Yeşildur Yeşildur
Sari olmaz
Anam doğru söylerdi
Bunlardan kari olmaz
Kitap açtıracağum
Çaykarali hocaya
Bu Zamanın Kızları
Zor giderler kocaya
İnipte kıracağum
Derenun derenun derenun
Buzlarından
ALLAH korusun bizi
Zamane kızlarından
Kitap açtıracağum
Çaykarali hocaya
Bu Zamanın Kızları
Zor giderler kocaya"
Masadaki herkesin gülme sesi avluda yankılanırken, iyice yorulduğumu hissetmiştim. Mustafa'nın kokusuyla uyumak huzur verse de gece düzgün uyumadığım için, birde üstüne az uyuduğum için huysuz ve uykusuzdum. Bir elimi karnıma koyarak ayağa kalktığımda annem gözlerime bakarak;
"Annem ne oldu"
"Bana müsaade annem, buradaki tek hamile ben kaldım. Yorgun ve uykusuzum."
Bir iki adım atmıştım ki arkamı yavaşça dönerek;
"Hanımlar bakın yatmaya gidiyorum yaramazlık yapmayın tamam mı"
Hepsini gülerek arkamda bırakarak odaya geçtim. Yatakta uyumuş olan kızım ve oğlumun rahatsız etmemek için koltuğa oturup bacaklarımı uzatmıştım. Başımın altına yastığı koyup gözlerimi kapamıştım....
.........................
MUSTAFA HAMZA...
Şirkete geldiğimde hızla odama geçtim. Odama girdiğimde Devran camın önünde çayını içerken, bizimkiler Bedirhan, Baran ve Hazar kendi arasında deri üçlü koltukta konuşuyorlardı. Odaya girdiğimi gördüklerinde gülmemek için başlarını eğmişlerdi. Yerime oturduğumda Devran masamın önündeki koltuğa oturduğunda, bizimkilerde masaya yanaştılar.
Akın mevzusunu, Celal işini anlatmaya başladığımda gömleğimden gelen Meryemcenin kokusuyla sinirlenmem gereken yerleri gayet sakince anlatıyordum. Öğlen geldiğim için zaman çok hızlı geçiyordu. Akşama doğru Kadir ve Serdar odama uğradıklarında saatin farkına varmıştım. Önümdeki dosyayı masanın üzerine gelişi güzel atarak;
"Çıktılar mı bizimkiler"
"Baran abim ve Hazar abim şantiyeye geçtiler sonra çarşıda işleri varmış, öyle çıktılar. Bedirhan abim kendi şirketine geçti sonra oğlum benim pamuk gibi bir kızım var konağa gitmem lazım diyerek hızla çıktı"
"EE oğlum kızı oldu adamın"
Serdar kendini sinirli koltuğa atarken, Kadir gayet ciddi bir şekilde bana bakıyordu. Bir şey olduğu belliydi. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Onlara yaklaşarak;
"Hayırdır karındaşlarım"
"Abi az önce Selvi'nin abisi aradı. Bizi ziyarete gelmek istiyorlarmış"
"EEE Kadir"
"Abi şey"
"Söyle Kadir"
"Gelme sebepleri çok başkaymış abi"
"Söyle Kadir sinirleniyorum"
"Gül'ümüzü istiyorlar"
"Edepleriyle gelsinler çaylarını içsinler, sonra adam akıllı çekip gitsinler."
"Abi ben kızımı vermek istemiyorum Kadir abime de söyledim"
"Serdar ben ölmedim ve benim sözümün üstüne laf söyleyecek adamı çeker vururum. Sizin evlatlarınız benim çocuklarım onu isteyecek olanlar bana gelecek size değil"
Serdar hızla yerinden kalkıp gelip sarılmıştı. Kadir yanımıza gelip Serdar'ın kafasına vurduktan sonra oda sarılmıştı. Onları gönderdikten sonra tekrar işlerime dönmüştüm. İşlerimi toparlamaya başladığımda Devran odaya girdi. Koltuğa oturduğunda;
"Senin ne derdin var biremin"
"Ne olsun, artık şu düğünü yapsak mı "
"Anladım bakarız, yani ayarlayalım. "
Devran gülerken ceketimi aramaya başlamıştım. Odaya giren Kadir ve Serdar yüzüme boş boş bakarken;
"Bakmayın oğlum ceketim yok"
"Abi sen galiba dünden beri ceketsiz geziyorsun. Buraya gömlekle geldin"
Gülerek elime hadi demiştim. Şirketten çıkarken Boran iki araba korumayla geldiğinde kaşlarımı çatmıştım. Bizimkiler Meryemcenin asisine bindiğinde Boran yanıma geldi. Gözlerine baktığımda;
"Ağam, bizim aşiretten Şükrü ağanın oğlu savaşın aşiretinden birini vurmuş, ne olur ne olmaz diye sana gelecekler zaten "
"Gerek yok biz gidelim ama bizimkiler hissetmesin"
"Emrin olur ağam"
"Minibüsü getir"
Boran koşarak şirketin arkasına geçtiğinde, bende arabaya yanaştım. Kapıyı açıp;
"Devran siz konağa geçin ben geleceğim. Aşiret işleri"
"Ağam emin misin, bir sürü koruma var"
"Hadi giderken tatlı da alın baya çok olsun ama iki porsiyon kadayıf sarma alın."
Devran direksiyona geçtiğinde arabanın şifresini girdikten sonra onlar yola çıktıklarında Boranda gelmişti. Arkaya oturduğumda Boran olayı anlatıyordu. Boran'ın gerildiği her halinden belliydi. Midyat'a girdiğimizde saate baktığımda normalden erken geldiğimizi anlamıştım. Varlıoğlu konağının önüne geldiğimizde yanımda koltukta duran silahımı bel boşluğuma koydum. Boran kapımı açtığında yavaş bir şekilde inmiştim. Konağın kapısı sonuna kadar açıldığında avlunun ortasında diz çökmüş bir adam ve başına silah dayamış Savaş varlıoğlu. Beni görenlerin çoğu zaten korkmuştu. Herkes ayağa kalktığında;
"Varlıoğlu benden izin almadan nasıl hüküm verirsin"
"Karışma Mustafa Hamza ağa, senin aşiretinin soysuz köpeği benim sevdiğim adamlarımdan birini vurdu. "
"Olayın ne olduğunu bilmeden nasıl karar verirsin. Sen biliyorsundur ama kesin. Seni gerçekten öldürürüm Savaş varlıoğlu, senin şerefsiz adamın bu adamın hamile karısına tecavüz etmeye kalkmış ve sen karısını korumaya çalışan adamı vuracaksın hem de benden senin üzerinde bile hakkı olan ağandan izin almadan. Sen nasıl hüküm verirsin. Kimsin lan sen?, Şimdi sülaleni şuan bitirmemi istemiyorsan, bırak adamımı"
"Karışma Mustafa Hamza Alibeyoğlu, karışma."
Elimi belime koyarak arkamı döndüğümde omzunda askı olan adamı gördüğümde sinsi gülüşü canımı sıkmıştı. Bel boşluğumdaki silahımı alıp adamı omzundan ve bacaklarından vurmuştum. Adam avazı çıktığı kadar bağırırken, silahımı Savaşa çevirdim. Savaş elindeki silahı indirdiğinde;
"Çok kıymetli adamlarını öldürmemi istemiyorsan kaşınma Varlıoğlu, zaten eceli gelen it gibisin etrafımda dolanıp duruyorsun"
Savaşın bir şey demesine izin vermeden, Boran yerde diz çökmüş adamı kaldırıp, diğer adamlarıma verdiğinde bir kaç adımla Savaş'a yanaştım. Herkes iyice geriye çekildiğinde;
"Savaş kudurma adam akılı dur yoksa gözüm hiç bir şeyi görmez "
Silahımı belime koyarken konağın kapısına doğru yürümeye başladım. Kapıdan tam çıkıyordum ki;
" Ağalar ağası elinden geleni ardına koyma bu koca Midyat duysun, senin canını öldürerek almayacağım yaşadığın her gün öleceksin."
Gözlerimi kapatıp sabır çekerken, omzuma hızla biri çarptı. Arkamı döndüğümde Hazar, Savaş'ın yakasını tutarak;
"Savaş Varlıoğlu gebertirim seni, Bir tek tırnağına zarar gelsin Meryemcenin cesedini gömmem itlere veririm. "
Savaş pis bir şekilde gülünce Hazar bütün kuvvetiyle Savaşa kafa atmıştı. Yere eğiliyordu ki yanına gidip elimi omzuna koyduğumda, ters şekilde baktıktan sonra hızla konaktan çıktı. Bende bir şey demeden konaktan çıktım. Minibüse bindiğimde;
"Bu içine ettiğimin konağına ne halt yemeğe tek gelirsin Mustafa. Oğlum bu adam it, bu adam ors** çocuğu hain oğlum belden aşağı vurur senin kuyunu kazar"
"Hazar sen nasıl öğrendin"
"Konuyu değiştirme Mustafa, bu adamın planlar kurduğunu biliyoruz "
"Hazar ufak bir şeydi be kardeşim"
"Ulan bu şerefsiz ufak bir şeyle seni öldürecekti zamanında"
"Yine mi aynı konu"
"Evet Mustafa ben seni bir daha bu it yüzünden kanlar içinde görmeyeceğim."
"Hazar bizimkiler duydu mu"
"Hayır duymadı, Baran ile ayrılmıştık. Konağa geçiyordum. Boran Meriç'i aradı"
"Anladım."
"Niye bizi aramadın"
"Oğlum ikisinin de daha dün bebekleri oldu."
"Benim kimsem yoktu Mustafa'm"
"Olur mu senin daha çok büyük yükün var "
"Nasıl oğlum"
"Sana en büyük derdi bırakıyorum her zaman, Meryemce Alibeyoğlunu"
"Mustafa!!!"
"Tamam oğlum ya bir dahakine hep birlikte gideriz"
.....................
Konağa geldiğimizde Hazar koluma girmişti. Göz ucuyla baktığımda gülmemek için kendini zor tutuyordu. Avluya girdiğimizde kızlar yemek masasında son hazırlıkları yapıyorlardı. Sedirlere oturduğumuzda Mina'm koşarak yanıma geldi. Elindeki sarmayı ağızıma uzatıp;
"Asi ağam, sarma yesene annem yapmış"
Mina'mı bacağıma oturtmuştum. Elindeki sarmayı ısırdığımda, gerisini kendi ağızına atmıştı. Biraz zaman geçmişti ki Sultan abla bizi masaya buyur etmişti. Ellerimi yıkamak için odama geçiyordum ki Selvi önüme geçti. Başını önüne eğmiş vaziyette;
"Ağam"
"Söyle Selvi"
"Ağam gül akşam üzerinden beri ağlıyor, Serdar da senin dediklerini söyledi yine inanmadı"
"Tamam gelinim ben bakayım kızıma "
Odaya girmeden üst katta ki Gül'ün odasına çıktım. Odaya girdiğimde yatağında yorganın altından beni Emrah zannedip bana bağırmıştı. Odasındaki banyoya girerek ellerimi yıkadım. Odaya girdiğimde yatakta oturur vaziyette kaşlarını çatmış Emrah'ı beklediği her halinden belliydi. Beni görünce gözleri kocaman açılmıştı. Yanına gidip oturmuştum. Kollarımın arasına alıp;
"Utanmıyor musun meryemce yengen sarma sarmış, sen yemeyecek misin"
"Ağa Amcam ben "
"Amcam ben ölmedim, sen okuyacaksın istediğin mesleğini eline alacaksın. Bir gün geleceksin amca biri var babama söyleyelim diyeceksin bende Serdar'a söylemeden önce döveceğim adamı"
"Ağa amca yaa"
"Ben izin vermeden deden bile seni veremez, hadi kalk yemek yiyelim"
Gül'ü kolumun altına alarak avluya indik. Gül'ü masaya oturtup başının üzerini öptüğümde Serdar ve Selvi bana bakarken hiç onlara bakmamıştım. Yemeğe başladığımızda masada Meryemce ve Zümrüt yoktu sadece. Yemek sessizce yenirken, aklıma gelenle;
"Herkes masadayken söyleyeyim. 20 gün sonra düğünümüzü yapıyoruz fazla uzadı. Herkes hazırlığını yapsın. Zaten artık Alibeyoğlu ailesinin damadının Özel harekatçı olduğunu biliyorlar"
Herkes gülerek birbirine bakarken, ben derin bir nefes çekmiştim. Gözlerimi kapadığımda dedem geldi gözümün önüne omzumu sıvazlamıştı. Bir nefes daha çektiğimde ciğerlerim acımıştı.
Sedirlere geçtiğimizde çaylarımızı içerken, Avşin'e sessizce Meryemceyi sorduğumda öğlen geldikten sonra lahana kırdık, çok yoruldu uyuyor dediğinde kızsam da pek bir şey demedim. Konu konuyu açarken Avşin Meryemcenin mayın tarlasında yaptığını ağızından kaçırınca Devran sinirle bir anda yerinden kalktığında babam oturtmuştu. Herkes tek tek odalarına çekilirken, en son avluda Hazar, Baran ve ben kalmıştık. Bedirhan'ın gelmesiyle Meryemcenin hazırladığı kamera odasına girdik. Hazar kapıyı kilitlediğinde bende kameraları açıyordum. Akın ve Celal'in konağa nasıl girdiğinde bakmak için geri sarmaya çalıştığımda, izin vermemesi sinirlendirmişti. Görüntüyü o şekilde bırakıp bizimkilere döndüm.
"Bizimkilere söylersiniz, piknik alanının biraz aşağısındaki uçuruma getirirler Akın'ı sesi de çıkmaz ağaçların arasında "
"Oğlum çocukların pikniği var yarın"
"Daha iyi ya bir sürü çocuk genç sesinden hiç kimse fark etmez"
"Sen bilirsin ağam, ama iyi olacak bizde biraz stres atarız"
Dördümüze kahkaha attığımızda, odanın kapısı çalındı. Kameraları kapatmak için eğilmiştim ki Meryemcenin sesi geldi kapının diğer tarafından. Hemen kapıyı açtığımda kaşları çatık eli karnında içeriye girdi. Ben kapıyı kilitlerken, Meryemce uzun koltukta oturan Hazar ve Baran'a ters bakarak;
"Kalkın oradan "
Üçü de Meryemceye garip garip bakarken, arkasından sessizce uykusuz dediğimde üçü de bıyık altından gülüyordu. Meryemce koltuğun tam ortasına oturduğunda önündeki bilgisayarın klavyesine hızlı hızlı bir şeyler giriyordu. Hepimiz ekrana bakarken, bağlantı sesi gelmeye başladığında en son Şule ve Helin konuşmasını açan çocuk görüntüye geldi.
"Ammar devam et, Mustafa Hamza bey kapanış yaptığında son ayarlamaları yaparsınız"
"Emredersiniz"
Görüntü kapandığında yanına oturduğumda gözlerime bakarak;
"Ağam işlemleri kaparsınız. Ana merkez yenilendiği için yeni destek uygulamalar yapılınca bizim bağlantıyı yapmayı unutmuşlar"
"E sen nasıl anladın"
"Sistemden bana, casus girişi var diye mesaj gelince, şirketin başındaki adamla görüştüm. O dedi sistemin yenilendiğini, zaten sonra odadan girildiği anlaşılınca bağlantının yapılmadığı anlaşıldı"
"Anladım Meryemce hadi kapatalım. Bedirhan konağına geçecek, bizde odalara dağılalım. Sabah işlerimizi halledip sonra uzun bir işimiz var"
Meryemce sistemi kapatırken, bizimkiler odadan çıkmışlardı. Orta sehpa kapandığında Meryemce vakit kaybetmeden ayaklarını yanına kıvırarak yüzünü boynuma kapatmıştı. Başındaki tülbenti başından çıkardığımda iyice kedi gibi göğsüme sindiğinde bende saçlarını kokluyordum. Başının üzerini derin nefes çekerek öptükten sonra biraz benden uzaklaşıp;
"Piknik işi ne oldu ağam"
"Annem ve yengem konakta kalacaklar Zümrüt'ü görmeye gelenler için, Avşin ve Devran Talha'yı alıp Antep'e gezmeye gidecekler. Kader ve Selvi'yi Boranlar götürecek yolda Sevim ablayı alacaklar. Leyla şirkette olacak tabi Kadir ve Serdar da . Babam ve amcam konaktalar. Çocukları ve arkadaşlarını kızımla sen götüreceksin. Bizde akşama doğru yanınıza geleceğiz"
"Ah sevdam bir pikniği sordum, yarının planını döktün önüme"
"Öyle, hanım ağam leb der ben leblebiyi anlarım "
"Alemsin kocam ya"
"O değil de dünden beri aklıma takıldı, demek sen basketbol seviyorsun"
"Sadece sevmiyorum, çok iyi oynuyorum da"
"Hadi canım şaka mı, hoş niye şaşırıyorum ki boydan belli"
"Amerika da benim takımım bile var, bir kaç arkadaş neyse ben acıktım hadi gidelim yemek yiyelim"
Gülerek ayağa kalktığımda aklıma takım takılsa da sonra sormayı aklıma yazıp elimi karıma uzatmıştım. Meryemce başına tülbentini takıp elimi tutup kalkmıştı. Odadan çıktığımızda bir adım arkamdan geliyordu. Elini hafif çekip yanıma çektim. Kolumu beline koyarak şakağını öptüğümde;
"Söyle ağam söyle"
" Şey hatunum, akşam üzeri Gül'e görücü çıktı. birde 20 gün sonra Devran ve Avşin'in düğünü var"
Meryemce'm ilk anlamadığı için kafasını tamam manasında sallarken birden anlamış olacak ki ilk önce gözlerini kocaman açtıktan sonra "NE!" diye bağırınca evet manasında kafamı sallarken kollarımın arasına da aldım. Mutfağa girdiğimizde Meryemce bir taraftan bana ters bakarken, bir taraftan da dolaptaki tencerelere bakıyordu. Aradığını bulduğunda gözleri gülmüştü resmen. Buğdaylı mısırlı bir yemeği tavaya koyduğunda ocağı da açmıştı. Büyük tencereyi elinden aldığımda yanağımı öpmüştü. Yemek ısındığında beraber masaya oturmuştuk. Yemeği merak ettiğim için kaşığı elinden aldım. Bir kaşık Meryemceye kendi elimle yedirdikten sonra bir kaşıkta kendi ağızıma attım. Meryemce beğendim mi diye gözlerime bakarken;
"Ben kalkayım kendime de ısıtayım"
"Beraber yiyelim"
"Dördümüze yetmez bu büyük kase "
Çekmeceden bir kaşık alarak yemeği yemeğe başladığımızda Meryemce birden;
"Şey senden bir şey isteyebilir miyim"
"Söyle gül güzelim"
"Düğünü konakta istemiyorum, Baran abimin düğünün olduğu yerde olsun."
"Olmaz karım "
"Niye ya zaten bir sürü özel haraketcı olacak, birde güvenliği ben sağlamak istiyorum. Boranlarda rahat rahat düğünün tadını çıkarsınlar. Şu kamera şirketinin asıl işi güvenlik bir kaç adamını getirir, hem şirketin sahibiyle tanışırsın"
"Olmaz"
"Hemen olmaz deme bence"
...............................................
Sabah gözlerimi açtığımda Meryemce yanımda yoktu. Dirseklerime dayanarak odaya göz gezdirdiğimde Meryemce koltukta da yoktu. Kulağımı banyoya verdiğimde sus sesi gelmiyordu ama kütüphaneden ufak bir mırıltı geliyordu. Yataktan kalktığımda kütüphaneye doğru yürümeye başladığımda Meryemcenin sesi net bir şekilde gelmeye başladı. Aralık olan kapıyı açtığımda Meryemce arkası kapıya dönük telefonla konuşuyordu. Sessizce yaklaşıp elimi beline koyacakken;
"Oda şimdi kalktı arkamda duruyor Dağhan. Merak etme iyiyiz, sen Devran'a ne bakıyorsun. İyiyim inan ki çok iyiyim ama şaşırdım sevgili bacım olan yengem sana nasıl söylemedi bu kadar zaman"
"..."
"Tamam sustum karına bir şey demedim."
"..."
"Tamam abi kapatıyorum, Ömer'ime selam söyle söyleyebilirsen"
"...."
"Hop şampiyon sakin ol, beni dövemezsin, çünkü benim arkamda dağ gibi kocam var"
"..."
"Bende seni seviyorum abim"
Telefonu gülerek kapattığında, derin bir nefes alarak elini beline koydu. Bana döndüğünde, ağızımı açmıştım ki, çatık kaşlarla;
"Merak ediyorum ne düşündün de yavaş yavaş arkamdan yaklaştın"
"Hiç bir şey çawreşamın, "
"Ya daha kötü ya, sen beni kıskanmıyor musun"
"Ne alakası var karım ya"
"Çok alakası var. Ya başka erkeklerle konuşuyor olsaydım"
"Olur muydun ki hatun"
"Ne!!!! benden şüphe mi duyuyorsun, seni aldatacağım mı sanıyorsun"
"Ben öyle bir şey mi dedim şimdi"
"Tamam tamam ben anladım seni Asi ağa"
"Meryemce'm, ömrüne ömrümü adadığım iyi misin "
"Ben iyi değilim yani. Hep ben mi yanlış anlıyorum. Sen, jaguar kılıklı adam aynı onun gibi sinsi sinsi arkamdan yaklaştın. Ben senin avın değilim ağam, şimdi çekil önümden abdest alacağım ben"
Meryemce elini karnına koyarak, kütüphaneden çıkarken bende arkasından çıktım. Gülerek odaya girdiğimde banyonun içinden oflama sesleri geliyordu. Kapıyı çaldığımda içeriden ağlamaklı gel dediğini duyduğum da kapıyı yavaşça açtım. Göz göze geldiğimizde ;
"Yardım edebiliyor muyum karıma "
"Edebilirsin kocam"
Yanına gittiğimde şakağını öptükten sonra abdest almasına yardım ettim. Meryemcenin belinden tutarak odaya kadar eşlik ettim. O feracesini giyerken bende abdest alıp odaya geldiğimde sabah namazımızı kıldık. Uykumuz olmadığı için Meryemce üzerini giyindiğinde Mina'mın odasına çıktık. Çocukların ufak dairesine girdiğimizde Talha'nın odasının kapısı açık ve yatağı hiç bozulmamıştı. Avşin'in veya Devran'ın yanındadır diye söylenirken, Meryemce hafif fısıltıyla ya ikisinin ortasındaysa dediğinde kaşlarımı çatmıştım. Meryemce benim halime gülmemek için dudağını eliyle kapatıp kızımızın odasına girdi. Meryemce yatağın sağ tarafına geçtiğinde ben soluna geçtim. Meryemce yatağa oturup kızımızın saçını severken kızımız birden kaşları çatık;
"Anne niye uyandırıyorsun ya"
"Cadı hep sen uyandırıyorsun bizi "
"Ben çocuğum, siz anne babasınız "
"Tamam cadı tamam, kalk babası gidelim."
Meryemce elini bana uzatınca yataktan onu kaldırmıştım. Odadan çıkarken kızımıza son kez baktığımızda genç kız gibi başını yastığın altına sokmuştu
Avluya indiğimizde Ayşegül ve Songül piknik sepetlerini hazırlarken Sultan abla ve Baran'ın konağından gelen kızlar kahvaltıyı hazırlıyorlardı. Meryemce sedire oturduğunda bende odamıza girerek üzerimi değiştirdim. Tekrar avluya geldiğimde herkes masaya geçmeye başladı. Meryemceye masanın başını gösterdiğimde, tamam manasında kafasını sallamıştı. O otururken ben Baran ve Hazar konaktan çıktık..
..............................................
MERYEMCE...
Mustafalar konaktan çıktığında bizde kahvaltıya başladık. Biraz zaman geçmişti ki Zümrüt kucağında mavi battaniyesinin içinde Esved'le yanımıza geldi. Annem ve yengem kızarken ben çok mutlu olmuştum. Masaya iki adım kala Zümrüt gözlerime masum masum bakarken;
"Annem, yengem, sıkılmış Zümrüt'üm hem bende görmedim dünden beri yakışıklı oğlum Esved'i"
Zümrüt yerine geçtiğinde, Esved benim kucağımda uyuyordu. Burnumu boynuna koyup derin bir nefes çektim. Gözleri açıp masaya baktığımda babam ve amcam okuyarak bana bakıyorlardı. Kahvaltının sonuna kadar kucağımda uyan Esved'i ayağa kalkan Zümrüte uzatarak sessizce;
"Ben üzerimi değiştirip çıkacağım, hadi sende odana nazar olursun gelen misafirler görürse. Annem, yengem ve Sultan abla ne verirse ye iç ama fazla abartma tamam mı ablası"
"Tamam ağam"
"Deli kız hadi odana"
Zümrüt giderken, çocuklara baktığımda hemen anladıkları için hemen son lokmalarını ağızlarına atıp kalktılar. Çocuklar koşarak merdivenleri çıkarlarken, babam ve amcam arkalarından gülüyordu. Kafamı sağıma çevirdiğimde Devran kaşları çatık bana bakıyordu. Gözlerine bakarak;
"O kaşlarını düzelt Devran bey, zaten sana sinirim geçmedi daha"
Devran sinirle yerinden kalktığında bende kalktım yavaşça. Karşı karşıya geldiğimizde ;
"Meryemce sen nasıl gidersin o tarlaya"
"Girdim ve şuan sizinle buradayım. Tamam kabul yanlış yaptım."
Devran sıkıca sarıldığında kulağıma doğru;
"Bir gün hepimize kalp krizi geçirteceksin"
"Hadi len, size de iyi gezmeler "
Devran'dan ayrıldığımda Mina'nın elini tutup odasına çıkmaya başladık. Kızımın odasına girdiğimizde kızım hemen banyoya koşmuştu. Dolabından giyeceklerini çıkardıktan sonra ufak sırt çantasına ufak ıslak mendili ve yedek kıyafet koydum. Mina'm elini yüzünü yıkayıp yanıma gelmişti. Kızımla konuşa konuşa üzerini değiştirmiştim. Saçlarını da salık bırakarak odadan çıktık. Avluya tekrar indiğimde Mina koşarak Kader'in bacağına sarılmıştı. Kızımı avluda bırakıp odama girdim. Üzerime rahat bir şeyler giyinerek odadan çıktığımda avluda gördüğüm manzaraya baya güldüm. Boy sırasına dizilmiş çocuklar bana bakıyorlardı. Çantamı elime aldığımda Mina'm kendi sırt çantasını Kader yengesine, Mina'nın demesiyle kaderim'e bırakmıştı. Sinan elimdeki kol çantamı alıp arabaya geçmişlerdi. Devranlar biraz daha sonra çıkacakları için onlar annemlerle kahve içiyorlardı. Gülcan'a başımla haydi demiştim. Minibüse geçtiğimde Sinan arkadan çantamı uzatmıştı. Çocuklar arkaya oturduğunda, Gülcan yanıma oturmuştu. Arabayı çalıştırıyordum ki Boran arabanın camına vurduğunda, camı açtığımda gülerek;
"Hanım ağam sen önce Gülcan ablamı hastaneye bırakacaksın, sonra da çocukların arkadaşlarını alıp piknik alanına geçeceksin dimi"
"Evet Boran ne oldu"
"Sen gelene kadar biz geçmiş oluruz, senin gelmende bir saati bulur. Biz yarım saat sonra Sevim hanımı alıp direk piknik alanına geçeceğiz. Oraya gittiğimde sana konum atarım aramazsın piknik alanını"
"Akılı kardeşim benim, gerçekten çok iyi olur"
Arabayı çalıştırdığımda dikiz aynasından arkaya baktığımda Mina'm başını Sinan'ın bel boşluğuna, Sinan da elini Mina'nın beline koymuş camdan dışarıyı izliyorlardı. Konağın sokağından çıktığımızda yanımda sessizce yola bakan bacıma, emanetime baktım göz ucuyla;
"Günaydın çorbacı"
"Sensin günaydın biricik"
"Nasılsın gülüm, bir türlü yan yana gelemiyoruz."
"İyiyim canım, yani iyi olmaya çalışıyorum. Meryemce çok özledim Dağımı ve galiba seni be bacım"
"Farkındayım emanetim, bu gece gelirim yanına sende başını dizime koyarsın istediğini anlatırsın"
"Çok isterdim de biricik ama nöbetçiyim neyse ben bu sabah Dağhan'la konuştum"
"Ne güzel ne zaman gelecekmiş"
"Devran abim vurulduğu için gelmiş ama bir haftaya gelirim her halde dedi"
"Oh düğünde burada yani"
"Evet, Meryemce gelinlik işini ne yapacaksın"
"Sabah konuştum Aysel'le daha doğrusu yatağından kaldırdım. Tasarım zaten ondaydı üç güne hazırlayacak"
"Anladım gülüm"
Gülcan'ı hastanenin önüne bıraktığımda, arabayı hareket ettirmeden çantamın içindeki silahımı bacağımın altına koymuştum. Arabayı hareket ettirip yola çıkarken, Sinan Gülperi'nin çarşıda olduğunu söylemişti. Gülperi'yi almak için çarşıya sürdüğümde, Mina'm şarkı isteyince radyoyu açtığımda çarşıya girdim. Gülperi'yi fark ettiğimde arabayı önünde durdurdum. Gülperi beni fark etmediği için arkaya bindiğinde direk Sinan'ın diğer tarafına oturup Mina'nın yüzünü sevmeye başladı. Sinan'la dikiz aynasında göz göze geldiğimizde utanmış olacak ki yüzünü Mina'nın saçlarına kapatmıştı. Onun haline gülüp arabayı hareket ettirmiştim ki, telefonum çalmaya başladı. Telefonu hoperlörde açtığımda Mustafa derin bir nefes çekip;
"Etrafında niye koruma yok senin "
"Sağ ol Ağam, şu anlık hepimiz iyiyiz"
"Tamam, tamam bir şey demedim hatun. Bu arada bağlar tarafından gidersen kimlik kontrolü var, çocukların kimlikleri yanında mı"
"Yanındadır da, bir şey olmaz"
"Yanında mı? Gül güzelim az önce fark ettim kızımızın kimliği bende "
"Sen o kimliği bir makas al kes bence, dikkat ettiysen o kimlikte baba adı boş yani eski kimlik. Bende ki kimlikte Mina'nın babası Mustafa Hamza yazıyor, üstüne soy adı da Alibeyoğlu"
"Sen niye her şeye hakimsin"
"Çünkü orijinal deliyim. Hadi ağam kapat araba kullanıyorum ve çocuklar bizi dinliyor"
"Akşam üzeri görüşürüz Meryemce'm"
Telefonu kapadığımda dikiz aynasından arkaya baktığımda Gülperi ile Sinan'ın arasında Mina oturuyordu. Biraz daha gitmiştim ki Emrah birden;
"Ahhh güzelimin kapısına yaklaştık hanımağam"
Arabayı evin önünde durdurduğumda Emrah hemen kapıyı açmıştı. Saçını düzeltirken hepimiz ona gülüyorduk. Emrah kapıya doğru yürürken, bende arkaya dönerek;
"Gül peri nasılsın güzelim"
"Şeyy,ıımm iyim hanım ağam siz"
"İyi güzelim , kızıma iyi bakın tamam mı"
Gül peri bir şey diyecek gibi ağızını açmıştı ki Emrah peşinden Hilal arabaya bütün neşesiyle binmişti. Hilal birden;
"Canlarım özlediniz mi beni"
Gül hayır manasında başını sallarken, sabahtan beri sesi çıkmayan yılmaz Gül'ü kolunun altına almıştı. Arabayı çalıştırıyordum ki Hilal beni fark edince;
"Yeminle bana benziyorsun hanım ağam"
Kolumu arkaya doğru yaslayarak yan dönüp;
"Ben mi sana benziyorum Hilal"
"Evet benim gibi delisin, birde işte benim kadar güzelsin işte"
"Evet canım benim sen çok güzelsin"
Arabayı çalıştırıp yola çıktım. Arabayı kısa mesafe sonra Meleğin evinin önünde durdurduğumda kızlar arabaya binerken, Melek camın önüne gelmişti. Camı açtığımda cam film olduğu için kullananın ben olduğumu fark etmediği için gözleri kocaman açarak;
"Yengee"
"Söyle Melek "
"Şey ay aman yenge ya, ben kaynanama gideceğim kızlar akşam konağa geçsinler diyecektim"
"Olur canım"
Arabayı çalıştırdığımda Boranda tam zamanında konumu atmıştı. Konuma bakarak yola devam ederken müzik açmıştım. Radyoda Duman grubunun senden daha güzel şarkısı çalmaya başladığında Emrah'ın Meryemce sultana gelsin demesiyle hepsi bir ağızdan bağırarak söylemeye başladılar. Ben onlara gülerken önümüzdeki özel harekatları görmemle arabayı yavaşlattım. Müziği sesini kısıp, eliyle sağ tarafı gösteren özel harekatçıya başımla tamam dedikten sonra sağa çektim. Camı açtığımda üst rütbeli olduğu belliydi. Açtığım camdan içeriye baktıktan sonra;
"İyi günler hanımefendi, kimlik, ehliyet ve ruhsatı alabilir miyim"
"Tabi bir dakika, çocuklar kimlikleri verin"
Tavandaki cepten ruhsatı uzattıktan sonra çantamdan Mina'mın ve kendi kimliğimi çıkarırken ehliyetimi de kartlıktan çıkardım. Uzatıyordum ki bacağımın altında duran silahı gören özel harekatçı, kaşlarını çatarak;
"Hanım efendi bacağınızın altındakinin inşallah ruhsatı vardır"
Tebessümle cüzdanımı elime aldığımda Sinan'da kimlikleri bana uzatmıştı. Özel harekatçı elindeki kimlikleri ve ehliyeti yanındaki çocuğa uzattığında bende cüzdanımdan silahımın ruhsatını verirken keskin nişancı ruhsatını da vermiştim. Özel harekatçı ruhsatlara baktıktan sonra kocaman açılmış gözlerle;
"Hanımefendi bir dakika "
Özel harekatçı seri adımlarla ilerideki arabaya giderken, Sinan ve Emrah arabanın içinde volta atmaya başlamıştı. Mina arka ile aramızda olan camdan yanağımı öptükten sonra eli omzumda, Sinanlara dönerek;
"Sinan abim niye yürüyorsun arabada öyle"
"Prenses bak şimdi o adam gelecek arabayı bağlayacak sonra Ağa amcam gelecek bir sürü iş yani"
"Bence demez"
Sinan ağızını açıyordu ki özel harekatçı elinde kimlikler ve ruhsatlarla yanımıza gelmişti. Camdan bana uzatırken güler yüzle;
"Meryemce hanım buyurun, genel denetim biraz karışıklık var dikkatli olun"
"Kolay gelsin kardeşim Allah yardımcınız olsun"
"Sağ olun hayırlı yolculuklar"
Arabayı çalıştırıp yola çıktığımda Sinan birden;
"Yenge nasıl oldu bu şimdi"
"Bakın hepinize diyorum, vatana millete ihanet etmez sever saygılı olursanız, siciliniz de temizse size saygı duyarlar. Benim silahlarımda temizdi ama isterim ki silah tutmasın eliniz"
Çocukların eski neşesi geldiğinde yeniden şarkılar söyleyerek piknik alanına gelmiştik. Arabayı Boranların yanına doğru park etmiştim. Çocuklar neşeyle indiklerinde bende anahtarı Boran'a uzatmıştım. Mina bacağıma sarılmış kalabalığa bakıyordu. Aradığını hasırların başında görünce Selvi'm Kader'im diyerek onlara koşmuştu. Çantamı arabaya bıraktığımda Boran silahı almama izin vermedi. Şalımı omzuma alıp Kaderlerin yanına yürümeye başladığımda kadınların çoğu ayağa kalkıyordu. Utandığımdan başımı eğerek Kaderlerin yanına geçtim. Elimi selviye uzattığımda oturmama yardım ederken kulağıma;
"İstersen abla biraz bizimle otur sonra geç minibüse uzan ablam"
"Bakarım gülüm benim"
Kader elindeki böreği elime uzattığında Mina beni unutmuş koşup oynuyordu. Bir gözüm kızımda böreğimi yerken fark ettiğim şeyle daha bakmamıştım. Herkesin bir gözü Mina'nın üzerindeydi. Herkes kendi arasında konuşmaya döndüğünde bazılarının da beni konuştuğu belli oluyordu. Biraz zaman geçmişti ki gençten bir gelin yanıma gelmişti. Yanıma oturup;
"Hoş geldiniz hanımağam"
"Hoş bulduk canım ama sen buralı değilsin galiba"
"Yok hanım ağam ben tohatlıyım, köylüyüm ben. Benim koca bir gün bir ahrabanın evine gidiyoh orda görüy beni, ben görmüyom neyse anasına söylüy anlatıy oda bizim ahrabalara soruy ediy sonra babam da çile çehmeyim diye verdi. Önce araştırmahtı niyeti bizim ahrabalar dedi ki çoh güzel evi barhı var çalışıy içkisi kumarı sigarası yoh dühhanı var gızın rahat eder çile çehmez deyince verdi gelduk bura."
"Anladım canım, ismin ney "
"Benim adım Sündüz Hanım ağam"
Sündüz ile sohbet etmeye devam edecektim ki telefonum çalmaya başladı. Cebimden telefonumu çıkardığımda Gülcan'ın olduğunu görünce hemen açmıştım;
"Efendim gülüm"
"Hastaneye gelmen lazım"
"Niye yaaa"
"Acil vaka geldi durumu çok fena ve kalpte en iyi sensin"
"Tamam "
Telefonumu kapadığımda yanımda sevim ablayla konuşan Kader'e hastaneye acil gitmem gerektiğini söyleyerek kalkmıştım. Mina'mı emanet etmeme gerek yoktu, çünkü Kader Minaya herkes gibi aşırı düşkündü. Minibüsten çantamı silahımı alıp korumaların arabasına binerek çıktım. Yolda Boran'ı aramıştım arabayı gelip alması için....
.................
EMRAH ALİBEYOĞLU...
Meryemce yengem hızla piknik alanından çıktığında Sinan abimle yan yana park masasında oturuyorduk. Hilal'imle göz göze geldiğimizde Sevim teyzenin yanında oturan Gülperi ablayı işaret etmiştim. Benim zeki ve güzel sevdiğim hemen anlayıp Gül peri ablayı alıp ağaçlığa doğru yürümeye başlamıştı. Yanımda oturan Sinan abimin omzuna omzumla vurduğumda Mustafa amcam gibi suratsız olan sevgili abim;
"Ne var Emrah "
"Hadi azcık ağaçların oraya yürüyelim"
"Niye ki Emrah, bak Mina tek başına oynuyor ona bakıyorum. Annem yanına alsın gideriz"
"Abi Allah'ını seversen bir sürü koruma var bakarlar biz gidelim"
"Kardeş bizim Emrah korumaların değil ve biz boş bir adamın çocukları değiliz hatırlatırım Mustafa Hamza Alibeyoğlunun"
"Hadi dostum ama ya kızlar çoktan gittiler, tamam Minayı da alalım"
"Tamam sen al yürü Minayı ben annemlere söyleyip geliyorum. Sen şimdi iki kelimeyi bir araya getiremezsin"
"Bak o doğru adamım"
"Emrah abinim ben senin"
Sinan abim giderken bende yerde oynayan Mina'nın yanına çökmüştüm. Mina'nın saçını severken gözüm bir an Sinan abime takıldı. Git gide ağa amcama benzemeye başlamıştı. Mina elime vurup;
"Emrah abi "
"Prenses, hadi gezelim"
"Nereye gideceğiz"
"Ştt sessiz ol"
"Niye öyle sessiz konuşuyorsun, kötü pis adamlar gibi"
"Kız sus duymasınlar "
"Ben gelmem"
Mina'nın tepkisinin haklı olduğunu anladığımda sesimi düzelterek;
"Mina abim ben sana kötü adamlar gibi zarar vermem. Aferin sana, açıklayım sana Hilal ablanla Gülperi ablanın yanına gideceğiz. Bak Sinan abimde geliyor"
"Tamam o zaman Emrah abim"
Minam koşarak Sinan abimin elini tuttuğunda, içimden yengemi tekrar tekrar taktir ettim. Sessiz konuştuğumda veya sesimdeki değişiklikle insan çözmeye başlamıştı Mina. Ağaçlık alana girdiğimizde kızlar ağaç çıkıntılarında oturuyorlardı. Gülperi abla Hilal'in yanından kalktığında Mina koşarak Gülperi ablanın kucağına çıkmıştı. Sinan abimin yanına geçtiğinde bende Hilal'imin yana oturmuştum. Hilal başını ağaçlara çevirip;
"Emrah hiç gelmeseydin, yakındı bende dal verirdim yani"
"Sakin ol sincabım, Sevgili Sinancığım bebek bakıcılığı yapıyordu."
"Sen ona mı bağlasın Emrah"
"Hilal hani abim ya, birde senin o anandan dayak yiyemem kuzum"
"Kuzum ne ya, güzelim diyeceksin, çünkü güzelim"
"Hay benim egolu prensesim. Çok güzelsin, tatlısın birtanem"
"Ben işte Allahım sana çok şükür"
Hilal'imle sohbet muhabbet devam ederken, zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Sinan abim birden omzuma dokunmasıyla ona döndüm. Gülperi abla etrafa bakarken, Sinan abim çatık kaşlarla;
"Mina sizin yanınızda değil mi"
"Abi sen bakıyordun ya"
"Oğlum çiçek topluyordu, Hilal'e verecekti. Bizim yanımızdan toplaya toplaya sana doğru gelince biz dalmışız"
Hemen olduğum yerden sıçramıştım. Ağaçların etrafına bakarken aklımda Mustafa amcamdan yiyeceğim dayak vardı. Bu sefer tek değildim Sinan abimde ortağımdı. Arayarak piknik alanına girdiğimizde Sevim teyzeyle karşılaştık. Kaşları çatık bize bakarken Hilal birden;
"Annem!! anne minik minayı gördün mü"
"Az önce Kaderin kucağına oturdu, siz neredeydiniz"
Hilal kızarmaya başladığında ağızımı açıyordum ki kurtarıcım Sinan abim;
"Sevim abla minayı arıyorduk"
"Anladım oğlum, annenin yanında"
Sevim abla kızları yanına alıp kadınların yanına giderken Sinan abim kolunu omzuma atıp;
"Ah canım ne o kaynana korkun mu var"
"Ne alakası var dostum sadece saygı, tabi senin tuzun kuru, Gülperi ablanın annesi vefat etmiş, babası da amcamın on numaralı dosttu"
"Ne alakası var dostum Emrah, unutma bende çifte kavrulmuş kaynana var ananane"
Sinan abimle gülerek korumaların yanına yürümüştük...
........................
MUSTAFA HAMZA...
Sabah erkenden geldiğimiz için hızlı şekilde toplantılar, görüşmeleri hallediyorduk. Zamanda bizle yarışır vaziyette hızlı geçiyordu. Baran, Hazar'ın ve benim kendime ait işlerimiz bitince benim odada keyif kahvelerini içiyorduk. Kahvelerimiz bitmişti ki odanın kapısı açıldı. Leyla kıvırcık saçlarına yine kalem takmış yanımıza gelmişti. Elindeki bir dosyayı önüme uzattı. İmzaladığımda gülerek;
"Yorulmuş gibisin avukat hanım"
"Bir sürü dosya birikmiş Mustafa bey"
Ağızımı açıyordum ki eliyle bir dakika diyerek kulağındaki bluetooth kulaklığa dokunarak;
"Söyle Ömür"
"..."
"Olmaz ben söylemem Korkmazsan sen söylersin sayın ateşe"
"..."
"Ömür Meryemce hanıma ben söylemem gel söyle banane, kapat telefonu Mustafa Hamza beyle görüşme yapıyordum"
"..."
Leyla kaşları çatık bana;
"Kusura bakmayın Mustafa bey "
"Önemli değil Leyla, seni bıraksın adamlar biz şimdi çıkacağız tek çıkma"
"Şey benim internet üzerinden bir kaç görüşmem var sonra da bir kaçta dosya işi var, ben Meriç beyi veya Boran beyi arasam beni alabilirler mi"
"Tabi Leyla hanım sen nasıl istersen"
"Sağ olun Mustafa Hamza bey"
...........................
Şirketin kapısına çıktığımızda Hazar burnundan soluyordu. Baran koluna girerek;
"Ne oldu Hazar ağam"
"Yok bir şey bundan sonra hiç bir kadına inanmayacağım"
"OOOO sende durum fena, bana bak bu hırsla bize bırakmayı unutma olur mu"
"Lan yürü git"
Arabalar geldiğinde direksiyona ben geçerken Hazar yanıma Baran arkaya oturmuştu. Çarşıya çıktığımızda Bedirhan'ı da almıştık. Piknik alanına giderken ters istikamete giden bizim korumaların arabasına baktığımda meryemce kullanıyordu. Telefonumu çıkarıp aradığımda acil bir ameliyat çıktığını söylemişti. Hazar'ın saklı tuttuğu adamı Akın'ı ağaçlık alana getirmiş tek elini bağlamış başında duruyordu. Arabayı Akın'a doğru sürdüğümde, Akın'ın bembeyaz olduğunu görmüştüm. Arabadan inerken gömleğimin kollarını katlamaya başladım. Bedirhan ve Baran'a dönerek;
"Sizin sadece bir yumruk hakkınız var"
Bedirhan ve Baran ters ters bakarak Akın'a yaklaşmaya başladığında biraz yukarımızda kalan piknik alanına baktığımda 100 metre var yoktu. Yaptığımın biraz hata olduğunu düşünürken Akın'ın Bedirhan'a benim suçum yok demesiyle vazgeçmiştim. Akın'a yaklaştığımda arkasında duran adama ipi çöz dediğimde sadece kafasını sallamıştı. Akın serbest kalınca bacaklarıma sarılarak;
"Affet ağam affet celal çok para verdi. "
Hızla bacağıma sarılan adamı kaldırıp burnuna kafa atmıştım. Yere düştüğünde Hazar kaldırıp bir yumrukta o geçirmişti. Akın yerdeyken bir yumrukta Baran geçirdi. Akın yerden bağırmaya başlamıştı;
"Ağam affet, yapma"
Bedirhan yerde ayağa kalkmaya çalışan Akın'ın beline bir tekme atmıştı. Bedirhan sinirliydi, Bedirhan yaralıydı. Bacısı Gülşah'ı o arabaya Akın koymuştu. Bedirhan bir kere vurduğunda silahı çıkarıyordu ki Hazar elini elinin üstüne koyarak;
"Sen yapamazsın, yapılacaksa ben yaparım, zamanı geldiğinde. Sen arabaya geç bıremin"
Bedirhan arabaya geçip oturmuştu. Hazar Baran'a da arabayı gösterdiğinde Baran tamam demişti. Hazarla ikimiz aynı düşünüyorduk. Baran ve Bedirhan temiz ağalardı, onların çocukları yeni doğmuştu. Bedirhan'ın bilmediği, Baran'ın sakladığı en büyük sırdı Gülşah.
Hazar ile karşılıklı öldüresiye dövüyorduk Akın'ı. Gülşah'ı nefessiz bırakandı, Dila'nın zayıf karnını söyleyendi benim şerefsiz halamın oğlu. Hazar yorulduğunda ben dövüyordum hırsımı almamıştım. Akının yüzü kandan görünmezken birden nasıl çıkardı o kadar güçlü sesini bilmem ama " yalvarırım vurma artık ağam, öldür beni" diye bağırdığında yere bırakmıştım. Arabaya geçtiğimde ellerimin derileri soyulmuştu. Arabadaki ıslak mendille ellerimi silmiştim. Bedirhan sigara uzattığında bir ayağım dışarıda akına bakarken, yanındaki adamla göz göze geldim. Kafamla götür dediğimde hemen sırtlanmıştı. Sigaraları bitirdiğimizde arabayı çalıştırdım.
Piknik alanına girdiğimizde Boran yanımıza gelmişti. Arabadan inerken Bedirhan bir korumaya Baran ile kendini konaklarına bırakmasını söylemesiyle onlar gitmişlerdi. Gençler kendi arasında hocalarıyla futbol oynarken , biz de okul müdürünün yanına hazarla geçtik. Bir iki lafladıktan sonra göz ucuyla annesi gibi güzel olan kızımı arıyordum. Birden iri gözlerle gözlerim çakıştı. Kader'in bel boşluğuna başını koymuş beni izliyordu.
Saat ilerlemiş yavaş yavaş herkes dağılmaya başladığında, kızıma kollarımı açtığımda yüzünü Kader'in bel boşluğuna gizlemişti. Veliler, öğrenciler arabalara geçerken Boran'a Sevim abla ve kızları Sinan ve Emrahla bırakmasını söyledim. Onlar giderken kızları, gelinlerimi bizim minibüse bindirmiştim. Hazar ve Bende bindiğimizde Mina kapıda duruyordu. Meriç kucağına aldığında Mina'mın gözünden bir iki damla yaş damlayınca;
"Meriç kırarım elini bırak kızımı"
Meriç başını eğdiğinde Kader minibüsün ortasında duran kızımı hemen kucağına almıştı. Kader kucağında Mina ile oturmasıyla gözlerini kocaman açarak;
"Mina'm buz gibisin, üşüyor musun"
Mina hiç bir şey yapmadan Kader'in gözlerine bakıyordu. Elimi kaldırıp kızıma uzattığımda gözlerini sıkıca kapattığında, bir an dursam da sonra elini tutmamla buz tutmuş gibi hissetim. Konağa gidene kadar Kaderin kucağından dışarıyı izleyen kızımı izledim. Hazar da fark etmiş olacak ki oda kızımı izliyordu.
Konağın önüne geldiğimizde arabadan inerken kızıma elimi uzattığımda elime baktıktan sonra hızla kendi inmişti. Konağın kapısını açan adama bakarak içeriye koşmuştu. Avluya girdiğimizde babam ve annem sedirde oturuyordu. Mina koşarak anneme sarıldı. Annem yanına oturttuğunda babam saçını severken birden;
"Yanıyor bu çocuk"
Kader gibi hepimiz şaşırmıştık. Arabada buz gibi soğuk olan kısa süre sonra nasıl bir anda ateşlenebilir. Hepimiz Mina'nın başına toplanmıştık. Mina'm dolu gözlerle bize bakarken daha fazla dayanamadım. Bağırarak arabayı hazırlamalarını söylediğim de Mina'm sıçrayarak babamın beline daha çok sarılmıştı. Zaman geçtikçe babamın üzerindeki yeleğini sıkı sıkı tutmuş kimseyle konuşmuyordu. Kader de benim gibi dayanamamış olacak ki eteğinin cebinden telefonu çıkarıp galiba Meryemceyi aradı. Biraz bekledikten sonra ;
"Meryemce abla çıktın mı ameliyattan"
"..."
"Abla Mina çok ateşlendi"
"..."
"Tamam abla bekliyoruz"
Zaman geçtikte Mina'm babamın kucağına çıkmış yüzünü babamın boynuna kapatmıştı. Kim yaklaşsa ses çıkarmıyor fakat babamı da bırakmıyordu. Devran ve Avşin de geldiğinde Avşin'e durumu anlattığımızda Mina'yı kucağına almak istediğinde sadece kafasını hayır manasında sallamıştı. Mina'ya ne olduğunu çözemiyorduk. Meryemcenin gelmesi gecikmişti. Elime telefonu aldığımda konağın kapısı açıldı. Leyla elinde ilaç poşeti bize yanaşırken Mina babamın kucağından hemen inmişti. Leyla'nın yanına gittiğinde konuşacak derken elindeki ilaç poşetini hızla alıp yere atmıştı. Hızla yanına gittiğimde koşarak babamın kucağına çıkmıştı. Mina hırçınlaşmaya başladığında hepimiz şaşırmıştık. Mina yüzünü babamın boynuna yine kapatıyordu ki Meryemce avluya girdi. Mina annesinin geldiğini anlamış olmalı ki bir anda ona baktı. Hızla babamın kucağından atlayarak Meryemcenin bacaklarına sarılmıştı. Meryemce elini Minanın başına koymasıyla 'Hayır ya' dedikten sonra kaşlarını çatıp bana bakmıştı.
...........................
MERYEMCE...
Ameliyattan yeni çıkmıştım ki Kader'in aramasını hemen açttım. Mina'nın ateşlendiğini söylediğinde hava çarpmış olacak ki diye Leyla'yı arayıp bildiği şurupları almasını söylemiştim. Meriç Leylayı almış konağa götürdüğünü söylediğinde, bende Boran'ı aramıştım beni alması için. Yarım saat geçmişti ki Emrah, Sinan ve Boran beni almaya gelmişlerdi. Konağa yaklaştığımızda Meriç Boran'ı geçti. Leyla konağa girerken Boran önümü kesmişti. Bir şey diyecek gibiydi ama konuşamıyordu. Efendim der gibi göz kırptığımda 'sonra ablam' dediğinde bir şey demedim. Sinan ve Emrah konağa girdiklerinde bende peşlerinden avluya girdim.
Mina'nın hızla koşarak bacaklarıma sarılmasıyla elimi başına koyduğumda hırsla hayır ya demiştim. Kızım hasta değildi. Yavaşça yere oturduğumda Mina'nın gözlerine bakacakken, benim beş gün sonra 6 yaşına girecek olan kızım avazı çıktığı kadar bağırarak beni itmişti. Herkes şaşkınca bize, kızıma bakıyordu. Mina büyük adam gibi önüme geçip;
"Sen yalancısın anne!!! hani babam kötü adam değildi, hani amcalarım kimseyi dövmezdi, hani kimsenin yüzü kan olmazdı. Sen yalancısın anne!! babam kötü adam, hazar ağa kötü adam onlar kötü!!!!!! İstemiyorum evimizi, götür beni anne götür!!!"
"Mina'm bir tanem baban veya amcaların dövmemişlerdir kimseyi"
"Dövdüler, o adamı çok dövdüler. Affet dedi, yapmam bir daha dedi. Asi ağa kafa attı ona burnundan kan geldi. Yerde yüzü kan olmuştu çok yattı yerde. İstemiyorum anne götür beni"
"Mina Dila "
Mina kaşlarını iyice çattıktan sonra;
"Anne!! hulk "
"Tamam kızım tamam"
Ağızımı açıyordum ki Mina yüzünü ekşitip elini ağızına koyduğunda kusacağını anlamıştım. Elimi ağızına koyacaktım ki önüme diz çöküp kucağıma kusmaya başladı. Mina'nın saçlarının yüzüne gelmesini engellediğimde babam elinde havluyla gelmişti. Sultan ablaya sessizce su dediğimde koşarak içeriye gitmişti. Sultan abla hızla yanımıza geldiğinde Mina'nın yüzünü yıkadım. Saçını bir omzuna toplamıştım ki Hazar abim ve Mustafa bize doğru geliyorlardı. Mina fark etmiş olacak ki bağırarak;
"Gelmesinler anne!!"
Elimle durun dedikten sonra Minayı ayağa kaldırdım. Mina ayakta sadece bana bakıyordu. Üzerimi elimdeki havluya silerken Sultan abla yanıma gelmişti. Üzerimi bir poşete sildiğinde ayağa kalkmaya çalıştığımda babamda yardım etmişti Devran'la. Ayağa kalkıp Mina'nın elini tuttuğumda Avşin'den Mina'ya kıyafet istemiştim. Mina'yı bizim odanın kapısını açıp;
"Annem banyoya gir üzerini çıkar ben hemen geliyorum tamam mı"
Mina sadece kıpkırmızı gözleriyle başını tamam manasında sallamıştı. Mina odaya geçtiğinde kapıyı kapatıp avluya çıktım. Mustafa ve Hazar abim yan yana ayakta duruyordu. Parmağımı herkesin önünde Mustafa'ya sallayarak;
"Sana dedim Mina hassas dedim. Kimseyi dövme dedim. Kimi dövdün Allah aşkına kimi. Sakın kimseyi deme ellerinizin üstü soyulmuş. Şimdi sakın ama sakın odaya geleyim deme"
Mustafa salladığım işaret parmağımı sıkıca tutarak aşağı indirdiğinde bir anda bileğimden sıkıca tutmaya başladı. Gözlerinden ateş çıkaracak gibi gözlerime bakarak;
"Sakın deli doktor, sakın bana emir verme"
Bileğimi elinden kurtararak, avazım çıktığı kadar bağırdım. Ellerimi iki yanıma açarak;
"Öyle mi sana emir vermeyeyim öyle mi, sen kızımı sevmiyorsun Asi ağa. Şimdi size diyorum Mustafa Hamza Alibeyoğlu, Ahmet Hazar Hancıoğlu, Baran Alibeyoğlu Mina size gelir diye, sarılır diye beklemeyin, hele sen Azrail ağa dua et kızım bu gece kabus görmesin. O zaman görürsün sen emir vermeyi"
Arkamı döndüğümde herkes bize şaşkınca bakıyordu. Hırsla Avşin'in elindeki kıyafetleri alarak odama girdim. Mina'nın kıyafetlerini yatağın üzerine atarak banyoya girdim. Mina üzerindeki kıyafetlerini çıkarmış, iç çamaşırıyla beni bekliyordu. Üzerimdekileri çıkararak yanına geçmiştim. Mina'yı yıkamaya başladığımda çok titriyordu. Mina'yı havluya sarıp banyodan çıkardığımda gerçekten gece ateşlenmesinden korkuyordum. Mina'nın üstünü giydirdikten sonra saçlarını tararken;
"Anne ben devimi istiyorum, ona gidelim"
"Olmaz Mina gidemeyiz"
"Olur gideriz, Reisi ara gelsin beni alsın. Bir kere gitmiştim. Devimin uçağı var gelir beni kendi bile alır anne. Devimi istiyorum, hulku istiyorum"
"Mina big boy olmaz annem ne olur söz dinle"
"Olur!, seni söylerim anne"
"O zaman seni benden alır senin dediğin gibi reisle ama bir daha seni bana göstermez."
"Göstermesin, gelsin alsın beni. İstemiyorum kimseyi devimi istiyorum, Reisi istiyorum"
"Mina'm lütfen üzme beni kızım, gel saçlarını örelim sonra görüntülü arayalım olur mu"
"Olur"
Minanın saçlarını iki yandan balık sırtı örmüştüm. Mina'ya kütüphanedeki bilgisayarı açmıştım. Mina benim berjerime otururken Mina'ya ait mail adresini açıp Çınar'a arama gönderdim. Aramaya cevap vermediğinde Mustafa'nın berjerine oturarak orta sehpada olan bilgisayardan tekrar bir arama daha göndermiştim. Kısa zaman geçtikten sonra görüntü açıldı. Çınar spor salonunda boks ringinden iniyordu. Sandalyeye oturmasıyla masadaki suyu başına dikmişti. Birden Mina'nın gözlerini görmüş olacak ki içtiği su şişesini sıkarak fırlattı. Bilgisayara biraz daha yanaşıp;
"Ne oluyor orada Meryemce, Peri kızımın gözleri niye kıpkırmızı ve niye hafif titriyor"
"Tam bilmiyorum Çınar galiba Mustafa'yı adamın birini döverken görmüş"
"Sen neredeydin, ne halt yiyordun Meryemce bu kız bunları görürken, kendine gel bu sen değilsin, Nasıl bakmazsın kızıma"
"Ben hastaneye acil vaka-"
"Kapat ağızını başlatma vakana, o gerizekalı kadın, Süreyya ne halt yiyor sana niye doğum iznini vermedi."
"Çınar bir dinlesen"
"Ne dinleyeceğim seni, bir kızıma bakamıyorsun"
"Çınar, bir dakika dinle beni "
"Çık şu odadan gözüm görmesin seni, peri kızımla baş başa kalmak istiyorum"
"Yeter bir dinle yalvarırım, sana ihtiyacım var. Mina çok ateşlendi sonra da kustu"
"Atmacam sakin, peki kimi dövdü ve niye dövdü bay jaguarımız"
Ağızımı açıyordum ki bizim bu şekilde konuşmamıza alışkın olan Mina hafif bağırarak;
"Babam Akını dövdü, devim"
Ben Minaya bakarken, Çınar yanına reisi çağırdıktan sonra beni göndermişti. Mina ile onları baş başa bırakıp odadan çıktım. Avluya geldiğimde masa hazırlanıyordu. Yavaşça babam ve amcamın arasına oturdum. Mustafa'ya bakmadan başımı babamın omzuna koydum. Derin bir nefes çekip hızla başımı kaldırıp;
"Kimi dövdün ve nerede dövdün"
"Sana hesap vermeyeceğim"
"Verme ağam vermeyin sakın. Sana söyledim, Akın itini çekip vursaydınız bu kadar etkilenmezdi. Sana yapma diye yalvardığını duymuş. Mustafa ağam dövme konusunda hassas dedim "
"Niye hassas dayısının gülü dövme konusunda"
Devran avludaki herkesi merak ettiği soruyu sormuştu sanki herkes birden bana baktığında gözümü kapatıp;
"Çünkü ben daha o üç yaşındayken Amerika da öldüresiye birini dövdüm. Kırılan kemik seslerine kadar duydu. Ben o üç yaşındayken mecburen 15 günlüğüne Amerika'ya gitmem gerekiyordu. Mert'e bırakamayacağım için yanıma aldım. Oraya gidince yuva gibi bir yerde misafir kayıttı açtırdım. Mina'm yuvaya gitmeye başladığında bende toplantılarımı, ameliyatlarımı yapmaya başladım. 10 gün boyunca kızımı zor görüyordum. Son beş gün tatil amaçlı kalmıştım. Mina'm bahçede oynarken çok sessizdi. Üzerime içtiğim Meyve suyu döküldüğü için odama çıkmıştım. Üzerimi değiştirirken tülün arkasından kızımı izliyordum. Bahçe kapısına baktıktan sonra benim oturduğum yere hızla gidip oturdu. Bahçeye indiğimde o zaman beklediğim misafirlerim gelmişti. Mina birine çok düşkündü kollarını açtığında gitmemesine şaşırmıştık. Yemeği bahçeye hazırladığımda Mina yine bahçenin kapısına yürümüştü ama korkuyordu belli. Yanına gittiğimde sıkıca boynuma sarıldı. Masaya geçtiğimizde arkadaşlardan biri yuvayı sorunca Mina'm ağlamaya başladı. Bir şey olduğunu anlamıştım. Ertesi gün yuvaya gittik yani gittim. Yuvanın on günlük kamera kayıtlarını alıp eve geldim. Mina'm odasında gece uyumadığı için uyuyordu. Görüntüleri izlemeye başladığımda kan beynime sıçramıştı. Bir adam yuvanın hem servis şoförü hem de yardımcı gibi bir adam Mina'yı zorla öpmeye uğraşıyor, kucağına aldığında ağlıyor öğretmenlerde bir şey yapmıyordu. Adamı ücretini vermek için eve çağırdım. Adam eve geldiğinde kafa atıp bahçeye attım. Gözüm kararmıştı. Ne evin etrafındaki adamlar alabildi elimden ne de neyse, işte kollarını kırmıştım, yüzü kandan görünmeyecek haldeydi. Bahçe kapısına döndüğümde Mina gözleri kocaman açık bana bakıyordu. Yanına gittiğimde benden kaçtı. Mina o gece yemek yemedi, önce buz gibi oldu, eli ayağı her yeri çok soğuktu. Odaya battaniye almaya gidip geldiğimde kızım o kadar ateşlenmişti ki havale geçirecek sanmıştım. Kusmaya başladığında hemen hastaneye götürdüm. İki gün yoğum bakımda yattı ateşi düşmedi. Sonra ben yoğum bakıma girip onunla konuşurken yanımıza benim doktor bir arkadaşım geldi. Minayı kucağına alıp her şeyi ona anlattı. Şimdi Akın'ı öyle dövdüğünüzde sizi görmedi o adamı gördü, beni gördü. Gözleri karardığında can alabilecek annesini, onun o yoğum bakımda sayıkladığı gibi Cellat annesini gördü. Ben o zaman onun cellat annesiydim."
Herkes bana bakarken başımı önüme eğdim. Ne ara ağladığımı bilmiyorum ama Mustafa önüme diz çökerek gözlerime bakmaya uğraşıyordu. Babam sıkıca kollarının arasına aldığında anlımdan öpmüştü. İçim sakinleşmeye başladığında Sultan abla masaya buyur etmişti. Masaya geçtiğimizde Baran abim, Hazar abim ve Mustafa hala sedirde yan yana oturuyordu. Kızlar odaya gideceklerdi ki hayır demiştim. Biliyordum Mina bu akşam yemek yemeyecekti. Mustafalar ayağa kalkmıştı ki, bizim odanın kapısı hızla açıldı. Mina gülerek Mustafa'ya koşuyordu. Mustafa eğilip kucağına aldığında Mina sıkıca boynuna sarılmış hızlı hızlı yanaklarını öpüyordu. Masaya oturduğumuzda Mina hala Mustafa'nın kucağındaydı. Mustafa gülerek bir şeyler yediriyor oda yiyordu. Hazar abim ayağa kalkıp Mina'nın başını öptüğünde Mina Mustafa'nın yanağına elini koyarak
"Ben sizden korkmam ki, güçlü babam, kahraman babam benim"
Herkes Mina kendine geldi diye sevinirken ben korkmaya başlamıştım. Mina çok iyiydi. Herkes gülerek yemek yerken ben yiyemiyordum. Yemeğin sonuna doğru cebimdeki telefon çaldığında müsaade isteyerek sedirlerin oraya geçtim. Sedire oturduğumda arama sonlanmıştı. Arayanın kim olduğunu gördüğümde derin bir nefes alarak ben arayacaktım ki, tekrar telefonum çalmaya başladı. Hemen korkarak açmıştım;
"Efendim"
"Sadece yirmi gün sonra Mardindeyim, kızımı çok iyi sev, kokla, güzel zaman geçir olur mu? Çünkü onu senden alacağım"
..................................
sizi seviyorum...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.1k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |