
YAZARIN AĞIZINDAN...
Savaş çalışma odasında sabah eline ulaşan siyah büyük zarfa bakıyordu. Kahve rengi deri berjerinde oturmuş açıp açmamak arasında gidip gelirken, telefonu çalmaya başladı. Ekran da gördüğü Karaca ismiyle iyice sinirlenmişti. Telefonu açarak 'ne var ' dediğinde Karaca ağlamaklı;
"Ooo adam, o adam hamile olduğumu biliyor "
"Hangi adam"
"O İtalya'da ki adam"
"Diablo mu? bir dakika sen hamile misin"
"Evet çocuğunu taşıyorum"
"Aldırıyorsun o bebeği hemen"
"Aldıramam"
"Karaca ben senin piçine babalık yapmam"
"Sana babası ol diyen kim"
"Karaca"
"Dinle beni derdimiz bu değil şimdi. Bu gün sabah bana siyah bir zarf geldi. İçinden bir sürü kağıt ve hamilelik belgelerim ultrason kağıtlarım çıktı. "
"Ne yapacaksın"
"Beyaz işine kısa bir zaman ara ver"
"Veremem yanımdaki adamlar bu durumu bekliyor"
"Savaş"
"Karaca karışma işime "
"Karışma mı? Savaş sen manyak mısın? karın ve çocukların o adamın elinde değil mi?"
"Tamam sakin ol bana da bir mektup geldi açmadım daha "
"Aç bak sonra yanıma gel. Ben çiftlikteyim"
" Ne yapacağız çiftlikte Karaca"
"Şu ortak olan araplar gelecekler"
"Tamam"
Savaş sinirle telefonu kapadığında önündeki zarfı açtı. İçinden çıkan resimlerle nefessiz kaldı. Karısı öldürülmüştü. Çocukları bir yetimhanenin bahçesinde oturuyordu. Savaş sinirle odadan çıktığında telefonu çalmaya başladı. Ekrana baktığında gizli numaraydı. Telefonu açmadan konağından çıkarken Eşref peşinde koşmaya başlamıştı bile.
...................................
Gabriel büyük villanın kapısından girerken mutlu ve keyifliydi. Seviyordu bu evin bu şekilde kalabalık olmasını. Aile gibi bir evdi burası.
Merdivenleri çıkarken gördüğü diabloyla durdu. Adam tek kaşını kaldırarak;
"Merhaba"
"Merhaba gabriel ne yaptın."
"Her şey tamam kadın ve çocukları özel evinize yerleştirildi. Kadına her şeyi anlattığımızda sahte ölümü kabul etti. Çocuklarla belli süre o evde kalacaklar sonra Kanada'ya yerleşecekmiş"
"Kanada ne alaka"
"Kadının abisi oradaymış. Araştırdık kendi halinde bir diş doktoru"
"Tamam kadına yardım edin."
"Peki efendim"
"Şu ağa var ya hani"
"Mustafa Hamza mı?"
"Evet o, ona da ufak bir göz dağı ver bakalım. Rahman Ali öyle dedi ya"
"Onu da yaptım. Ufak bir deposu vardı onu yaktık bekçiyi de azcık sevdik."
"Tamam fazla zarar vermeyin. Tepkisine bakacağız"
"Tamam Diablo"
Gabriel odasına giderken, diablo salona yürüdü. Bahçeye çıktığında uzun masada bir tek çok sevdiği dostu Rüzgar'ın olmamasına canı sıkılmıştı. Masaya oturduğunda boynuna dolanan kollarla;
"Teşekkür ederim fındığım iyiyim "
"Hadi ama dostum kendine gel"
"Tamam dedim ama bebeğim"
Diablonun karşısında oturan Sahra çayından bir yudum aldıktan sonra;
"Kendine gel Rüzgar'ın yakında masanın başına tekrar oturacak. Ben iki gün önce konuştum. Arap işinde yanımızda olacakmış."
"Tanrıya şükür"
"Allaha şükür diyeceksin Oğlum ya"
"Tamam da şu ağanın yanına ne zaman gideceksin"
"Mustafa Hamza Alibeyoğlu yakışıklı adam. O adamın yanına gitmek için gün sayıyorum"
Diablo ağızını açmıştı ki yanlarına oturan Sahra'nın abisi Rahman Ali hin bir gülüşle;
"Benim gözüm Meryemce Alibeyoğlu da, güzel bir kadın. "
Masada gür bir kahkaha duyulmuştu.
...............................................
MERYEMCE...
Gözlerimi açtığımda oğullarımın hafif aralık dudaklarla uyuduklarını gördüğümde hırpalayarak sevmek istemiştim. Yatakta biraz oturur pozisyona geldiğimde bacağıma elini atan Mina'yı gördüğümde kahkaha atmak istedim. Mina burnunu bacağıma sürünce hafif eğilip yukarı çekerek babasının yastığına yatırdım. Babasının yastıktaki kokusunu alınca sessizce mırıldanmıştı. Onun haline gülerek saçlarını severken odanın kapısı açıldı. Başımı kapı tarafına çevirdiğimde kocam çatık olan kaşlarını düzeltip kapıyı kapattı. Gözlerine bakarken üzerindeki eşofmanı çıkartarak bana doğru adımlarken;
"Pişt aşk kokan kadın sizi sevebiliyor muyuz"
"Üzgünüm namazı kılıp çıkacağım"
"Nereye karım"
"İnci annemle, Serdar abim gelecek ya"
"Sen niye gidiyorsun ki, Eren ve Boran gidip alsın"
"Onlar benim kıymetlilerim, ailem. Onları ayağıma getirtmem"
"Sen nasıl bir kadınsın helal olsun sana. Hadi sen kıl çıkalım"
"Sen kıldın mı, bir dakika bir dakika sen nereden geliyorsun bu saatte"
"Gencay bir saat önce acil çıkmam lazım diyerek haber verince yanına gittim. Onunla konuştuk sonra o çıktıktan sonra abdest alıp mescitte namazımı kıldım"
"Allah kabul etsin kocam"
"Amin hatunum. Hadi kıl beraber çıkalım"
"Sen kal kocam, sen gelirsen bir ordu korumayla gideceğiz hiç gerek yok. İnci annem alışkın değil daha doğrusu Kerem'in adamlarına kaç sene oldu yeni alışıyor. Senin korumaların bir ordu"
"Peki karım. O zaman ben gonca gülümün yanına uzanayım"
Mustafa yatağın ayak ucu kısmından emekleyerek Mina ile aramıza uzandığında koluna vurarak;
"Beni öpmeden kızına mı sarılacaksın gerçekten "
"Hoş geldin kıskanç garım. Kızım kaç dakika ben ayakta sen yatakta konuştuk. Senin bana sırnaşman lazım"
"Yok ya artis ağa ne olacak"
Yatakta ayağa kalktığımda Mustafa kızımıza daha çok sarılıp başına dudaklarını bastırdığında bacağına tekme attım. Mustafa sesli gülmeye başladığında yataktan atlayarak banyoya girdim. Rutin işlerimi halledip abdest alarak banyodan çıktım. Mustafa benim, Mina babasının yastığında uyurken gözüm beşiğe takıldı. Oğullarımın kırk yıl sonraki hallerine baktığımda istemsizce güldüm. Feracemi üzerime giyinip başımı bağladığımda bebeklerimden biri ağlamaya başladı. Arkamı döndüğümde Mustafa ağlayan Ömer'i kucağına alırken; "Sen namazını kıl" dedi. Niyet ederek namazımı kılmaya başladığımda kulağıma kocamın Ömer'i sakinleştirme sesleri geliyordu. Namazım bittiğinde tesbih çekerken, Mirza da ağlamaya başladı. Kısaca duamı ederek arkamı döndüğümde hafif sakinleşmiş bebeklerime baktım. Mustafa ikisini de iki bacağının arasına almış elleriyle oynuyordu. Kocamın ayak ucuna oturup Ömer'i kucağıma aldığımda;
"Bak önce hep onu alıyor Mirza görüyorsun dimi, evet babacım haklısın, sevme sen bu ananı"
Ben gülerken, Mustafa Mirza ile sohbete devam ediyordu. Ömer karnını doyurduğunda gazını çıkarması için babasına verirken, Mirza'yı kucağıma aldım. Mirza sakince karnını doyururken, Ömer'in gazını çıkaran Mustafa sanki düşmanıyla kucak kucağa otururmuş gibi kaşları çatıktı. İşin garip tarafı Ömer de sanki babası gibi yüzü Mina'nın olduğu tarafa dönük kaşları çatıktı. Onların haline gülerek karnını doyurmuş bebeğimi göğsüme yatırıp gazını çıkarırken;
"Kocam"
"Efendim"
"O kucağındaki oğlun farkındasın dimi"
"Evet karım"
"O zaman niye kaşların çatık"
"Farkında değilim biliyor musun? Gencay giderken bir şeyler dedi. Aklım onlara takıldı."
"Anlatırsan dinlerim"
"Ne anlatayım ki ölen dostum dediğim adam düşmanım çıktı. Üstüne ben "
"Sen ne kocam"
"Ben korkutun derken"
"Sen şu işi bana düzgün anlatır mısın"
"Bak Erdem diye bir dostum vardı. Geçenlerde ona birini sormuştum meğer beni sorduğum adama satmış. Hakkımda ne var ne yok söylemiş yani sizi araştırıyor demiş. Bana uzak dur dedi ama kendi beni o adamın önüne atmış. Bende arkadaşlara benden selam söyleyin dedim ama adamı öldürmüşler. Gencay de sabah dedi ki zaten o adama çok borcu varmış yani karışık durumdan kurtulmak için beni satmış"
"Kimi sormuştun ki o adama. İstersen Kerem'e sor o seni satmaz"
"Sordum uzak dur dedi"
"Kimi sordun merak ettim"
"Sen sıkma canını karım, hadi sen hazırlan çık istersen"
"Tamam kocam"
Mirza'yı Mustafa'nın bacağının kenarına yatırdığımda kendince sesler çıkarmaya başlamıştı. Ömer ile hafif yerinde kayarak minik eşkıyamı göğsüne yatıran kocama baktım. Her geçen gün daha bir ağır ve düşünceli oluyordu kocam. Derin bir nefes çekip dolabın önüne gitmek yerine beşiğin etrafından dolaşarak benim yattığım taraftaki şifonyerin üzerine hafif oturdum. Elimle saçlarını severek alnına dudaklarımı bastırıp burnumdan derin bir nefes aldım. Gözlerimi kapadığımda kocamın eli yanağımı bulup;
"Ne oldu hatunum"
"Senin için malım, mülküm her şeyimden vazgeçerim."
"Dedi dün gece beni avluya atan deli kadın "
"Bak sen. Peki seviyor musun bu deli kadını"
Mustafa hafif gülerek 'bilmem' dediğinde hemen yanından kalktım. Dolaptan kıyafetlerimi elime aldığımda sırtımı kocama dönerek üzerimdeki beyaz tişörtü çıkardım. Mustafa hafif öksürdüğünde omzumun üzerinden ona baktım. Gözleri üzerimde elinde telefonu;
"Deli Kadınları Sevin Azizim
Zira En Güzel Onlar Sever!..
Deli kadınları sevin bayım
Onların içi dışı birdir..
Onlar sevgilerini
yüreğinin en derin köşesinde
yaşayan insanlardır..
Gerçek sevgidir deli kadınlar!..
Susturamazsınız onların yüreğini..
Onların yüreği deli,
aklı deli, ruhu delidir!..
...
Deli Kadınları Sevin Azizim
Zira En Güzel Onlar Sever!..
Gülüşleri bile bir başkadır
bu kadınların..
Aşık olduğu zaman
cesaretiyle hayran bırakır kendine.
Aşkı yaşadığı zaman
ruhunun her zerresine kadar yaşar..
Gülüşleri değişir,
bir başkadır deli kadınların sevişi..
Acıya en çok onlar dayanıklıdır mesela..
...
Deli Kadınları Sevin Azizim
Zira En Güzel Onlar Sever!..
Küçük çocuk gibidir severken,
yüreğindeki yaraları acımadan
kopartabilir..
Çoğu zaman kendi yarasına
tuz bastığı bile olabilir..
Üzmeyin bayım deli kadınları,
çünkü sizi en güzel onlar sever..
Sizi, siz olmadan da sever
deli kadınlar..
...
Deli Kadınları Sevin Azizim
Zira En Güzel Onlar Sever!..
Hemde öyle bir severler ki,
onun hayatında olmadığınız için
pişman olursunuz..
Her ne kadar bitmiş olsada
sizi içinde yaşatır onlar..
Canları yansa da
vazgeçmez sizi sevmekten..
Delidolu sever onlar..
Unutamaz deli kadınlar..
Sevdiği zaman yarı yolda bırakmazlar..
...
Deli Kadınları Sevin Azizim
Zira En Güzel Onlar Sever!..
Dedim ya ,aşkını yüreğinin en derin
yerinde yaşayan kadındır..
Güzel severler vesselam..
Sadakatiyle sever deli kadınlar,
siz onu terketseniz bile
sevgisini kalbinin en ücra köşesinde
yaşamaya devam ederler..
Bir yola başladıysa
sonunu bile bile
deli gibi sever bu kadınlar..
Seveceksen deli kadın sev bayım,
zira seni en güzel o sever!..
...
Velhasıl bayım,
seveceksen deli kadın sev..
Çünkü sevilmeyi en çok onlar hak eder...
Deli kadınlar iyidir...
Çünkü ne kahkahaları tutsak,
ne gözyaşları sınırlı,
ne arzuları mahpus,
ne öfkeleri prangalıdır..."
Bana dinlettiği şiirle elimdekileri bırakıp hızla yanına giderek sıkıca boynuna sarıldım. Elleri belimi bulduğunda dudaklarını boynumda hissettim. Mutluluktan içim içime sığmazken aşık olduğum ses kulaklarımı doldurdu.
"Nefesim kadın, seni sevmiyorum sana ölüyorum. "
"Bende seni seviyorum nefesim adam"
"Bence uzaklaş benden, geç kalacaksın yoksa"
Mustafa'nın dudaklarına kısa bir öpücük bırakıp tekrar ayrıldım ondan. Eşyalarımı alarak banyoya girdim. Geniş kot pantolonumu giydiğimde üzerimdeki beyaz askılı badimi çıkarmadan odaya girdim. Mustafa bebeklerimizi Mina ile arasına koymuş elindeki telefonda bir şeylere bakıyordu. Dolaptan bordo geniş cepli tuniğimi alıp giyindiğimde ne ara geldiğini hissetmediğim kocam arkamda duruyordu. Üzerimi düzeltirken, Mustafa elini omzuma koyarak ;
"Seni iki defadır kot pantolonla görüyorum. "
"Nasıl ilk defa Trabzon'a giderken ve bir kaç defa giyindim. Yakıştırmadın mı yani yakıştırmıyor musun"
"Yok geniş giyiyorsun da dar giyenleri sevmiyorum. Sen dar giymiyorsun dimi"
"Giyiyorum ama çok çok çok nadir. O kadar nadir giyiyorum ki hepsi İstanbul'da. Ben o dar pantolonları giydiğimde kimse fark bile etmez çok geniş penye tunik giyerim"
"Anladım karım"
Başıma şalımı bağlarken Mustafa'm koltuğa oturmuş beni izliyordu. Aynadan göz göze geldiğimizde her göz göze gelmemizle karnımdaki kelebekler özgürlüklerini ilan ediyorlardı. Hazır olduğuma kanaat getirdiğimde aynanın önünden telefonumu ve ufak cüzdanımı cebime koydum. Arabanın anahtarını aynanın önünde ararken odamızın kapısı çalındı. Mustafa kapıyı açtığında içeriye giren Sare teyzem ile kocama baktım. Göz kırptığında;
"Çok kötüsün"
"Teşekkürler hanım ağam. Teyzem biz misafirlerimizi almaya gidiyoruz. Bak üç torununda orada buyur"
"Hadi siz gidin"
Mustafa elindeki anahtarı sallayarak hadi dediğinde;
"Üzerinde eşofmanların var"
"Ne olmuş hadi düş önüme "
Başımı sallayarak odadan çıktığımda Sare teyzem arkamızdan gülüyordu. Hava aydınlanmaya başlamıştı. Konağın kapısına çıktığımızda bütün adamlar esas duruşa geçmişti. Eren ile göz göze geldiğimizde;
"Günaydın Eren arabayı getirir misin"
"Peki hanıme-ağam"
Eren Mustafa'dan arabanın anahtarını alarak arkaya giderken, Mustafa adamlarıyla konuşuyordu. Telefonum çalmaya başladığında cebimden aldığımda ekranda kıymetlim uçak yazısını gördüğümde hemen açtım.
"Günaydın"
"Günaydın güzel, biz yarım saat sonra inişe geçeriz. "
"Sen iyi misin"
"Hımm"
"Ne için gidiyorsun İtalya'ya"
"Toplantılar var, Çınar'la bir şey hakkında yüz yüze konuşmam lazım"
"Emin misin "
"Eminim"
Eren arabayı önümde durdurduğunda direksiyona geçmeden yolcu koltuğuna geçip oturdum. Mustafa'da direksiyona geçerek yola çıktığında derin bir nefes alıp;
"Yusuf'um"
"Yoruldum Meryem'im gerçekten çok yoruldum"
"Neden, ne oldu "
"O kadının babası ve annesi geçen gün evime gelmiş, Hüma'ya bir sürü hakaret etmiş. Üstüne babamla da atıştık gerçekler ortaya çıktığı için"
"Dinlenmeye gidiyorsun"
"Evet kızımla, onunla şey Hüma "
"Anladım. Benden bir şey istiyor musun"
"Şunların ağızını kapatsana bana bulaşmasınlar. Ben istemiyorum kızımın anneannesi ve dedesini öldürmek"
"Tamam merak etme sen"
"Yarın sabah Kadir bizimkileri gelip alacak"
"Tamam Yusuf "
"Allaha emanet ol kendine dikkat et"
"Sende abim "
"Kız kardeşim değerlim, dostum"
Telefonu kapadığımda elimin üzerindeki el ile yanıma baktım. Mustafa gülerek elini çekip kolunu kaldırdığında hemen kocamın yanına sindim. Başımı göğsüne koyduğumda kocamın eli belimi bulmuştu. Yolu izlemeye devam ederken sakince havaalanına gitmeye devam etti.
..................................................................
Havaalanının otoparkına girdiğimizde uygun bir yere park eden kocam ile göz göze geldik. Arabadan inerken Mustafa'nın telefonu çalmaya başladığında kısa bir an ekrana bakıp başını kaldırıp; "Sen yukarı çık geliyorum karım" dediğinde başımı sallayarak arabadan indim. Merdivenleri çıkarken kısa bir an arabaya baktığımda ilk defa Mustafa'nın mimiklerini okudum. Birine çok aşırı kızıyordu. Başımı sallayarak merdivenleri sakince çıkıp yolcu çıkış kapısına geçtim. Kenardan gelenlere bakarken yanıma gelen bedenle soluma döndüğümde Yusuf Ali ağanın büyük oğlu Demir'le göz göze geldik. Demir bey hafif başını eğerek;
"Hanımağam günaydın"
"Günaydın Demir bey"
"Nasılsınız"
"İyiyim, siz nasılsınız "
"Allaha şükür hanımağam. Üzerime vazife değil ama siz bu saatte niye buradasınız"
"Misafirlerim gelecek onları almaya geldim"
"Hanımağam siz tek gelmeseydiniz. Etrafınızda bir adam görmüyorum"
"Olsun gelen kişileri ayağıma getiremezdim. "
"Siz nasıl bir hanımsınız. Sizi her gördüğümde ayrı bir şekilde kendinize hayran bırakıyorsunuz "
"Teşekkür ederim. Siz neden buradasınız"
"Benim başımın belası kayınbiraderimi almaya geldim. Adam sırf bana gıcıklık olsun diye Mardin'e almış biletini"
"Nasıl yani"
"Karımın babası sizlere ömür. Bu hergele babası öldüğünde yedi yaşındaydı. Ailenin en büyük damadı ben olunca, buda biraz ablaları ve annesi yüzünden nazlı bir adam oldu."
"Ayrı seviyorsunuz galiba"
"Evlat gibi severim. Onun için enişte demesi yetiyor"
"Ne mutlu ona"
"Öyle hanımağam"
"Demir bey babanız Yusuf beye iletirsiniz Gülru'yu yarın kendim getireceğim"
"Ben onu alacaktım ama"
"Ben dün biraz yoğun bir gün geçirdim. Onun için onunla zaman geçiremedim daha doğrusu Hazar ağanın düğünü için bir şey konuşacağım onunla"
"Hanımağam göndermiyorum demeniz yeterliydi. Açıklama yapıyorsunuz"
"Abisi sensin daha tam bizim olmadı ama"
"O hep sizinmiş aslında"
Demir beye tebessüm ederken yirmi yaşlarında esmer genç bir adam yanımızda durup;
"Vay vay Demir ağa, ablamı aldatmıyorsun inşallah"
Demir bey genç adamın ensesine biraz hızlı vurup;
"Robin"
"Yalan mı hoş böyle güzel hanımefendi için değil ablam, bütün dünyanın kadınları aldatılır"
Demir bey az öncekinden biraz daha sert ensesine vurarak ağızını açmıştı ki adının Robin olduğunu öğrendiğim delikanlının omzumun üzerinden bir yere gözleri kilitlendi. Derin bir nefes alıp;
"Bu adamı her gördüğümde korkudan altıma kaçıracağım sanıyorum. Enişte fazla konuşma olur mu azrail ağa ile"
Demir bey arkama bakıp kısa bir an gülerek Robin'e dönerek elini ensesine koyduğunda;
"Enişte bize doğru yaklaşıyor"
"Sen az önce ne diyordun Robin"
"Ne, ne diyordum"
"Hanımefendiye güzel diyordun dimi"
"Evet eniştem"
"Bekle"
Mustafa yanımda durduğunda elini Demir'e uzatıp;
"Günaydın Demir"
"Günaydın ağam, nasılsınız"
"İyi Allaha şükür Demir, Robin hoş geldin, nasılsın"
"Allaha şükür iyiyim Mustafa Hamza ağam, sen nasılsınız"
Çocuğun haline gülmek istesem de kendimi tutarak başımı önüme eğmiştim. Mustafa elini çocuğun omzuna koyarak;
"Benden korkmamayı ne zaman öğreneceksin, bana yanlış yapılmazsa bir şey olmaz biliyorsun"
"Biliyorum ağam ama siz gözleriniz yani"
Çocuğun korktuğu ses tonundan o kadar belli oluyordu ki başımı kaldırdım. Demir hafif gülerek Mustafa'ya bakıp;
"Ağam bize müsaade "
"Müsaade sizin"
Robin yanımızdan bir adım uzaklaşıp bana baktıktan sonra Demir'e;
"Hanımefendiyi alsak mı gideceği yere kadar enişte "
Mustafa hafif öksürüp;
"Robin hangi hanımefendi"
"Yanınızdaki ağam. Siz gelmeden eniştemle konuşuyorlardı ağam. Yazık dedim kalmasın dimi enişte"
Demir bey öyle bir gülüyordu ki bende gülmek istedim ama Mustafa'nın bakışları hiç hoşuma gitmemişti. Mustafa Robin'e bir adım daha yaklaşıp;
"O hanım kim biliyor musun robin "
"Yo,yo, yok ağam"
"Kendi Meryemce Alibeyoğlu"
"Oha yani hanımağam mı yani sizin koca ay karınız mı"
Demir, Robin'in ensesine elini atıp;
"Teşekkürler ağam yeter buna bu korku. Bir daha dan dun konuşmaz. Hayırlı günler ağam"
Demir bey ve Robin giderken, Mustafa gülerek;
"O kadar saygılı efendi bir çocuk ki anlatamam"
"Fark ettim"
Mustafa elimi tuttuğunda etrafımızdaki adamları fark ettim. Mustafa'ya bakarak;
"Adamların neden burada biz tek araba ile gelmedik mi"
"Meryemce"
"Tamam aşkım sustum"
Mustafa'nın telefonu tekrar çaldığında;
"Bilmem gereken bir şey var mı kocam"
"Yok tabi ki ömrüm. Ben şurada konuşup geleceğim"
Başımı salladığımda o adamlarına beni işaret edip yanımdan ayrıldı. Başımı kapılara çevirdiğimde uzun zaman sonra gördüğüm aşık çifttim duygulanmamı, gururlanmamı sağladı. İnci annem kollarını açarak hemen yanıma gelip sıkıca sarılmıştı. Burnumu çok sevdiğim buğday sarı saçlarına dayayarak derin nefes çektim. Gözlerimi kapatarak çocukluğuma gittiğimde başımın üzerindeki büyük elle gülmüştüm. Başımı kaldırıp İnci annemin yanında dağ gibi duran Serdar abim, babam gülerek bana bakıyordu. Elini başımdan çekerek;
"Prensesim"
"Yakışıklım"
Serdar abim gözlerime bakarak;
"Gözlerinde bu pırıltıları görmek çok hoşuma gitti"
Başımı önüme eğdiğimde İnci annemin narin eli yanağımı okşarken; "Hüzün gözlüm kaldır başını" dediğinde gülerek başımı kaldırdım. İkisi de bana gülerken, Serdar abinin elinden çantasını alıyordum ki Serdar abim izin vermemişti. Etrafa göz gezdirdiğimde Mustafa yoktu. Elimi İnci annemin koluna koyarak; "Hadi gidelim" dediğimde üçümüz aynı anda yürümeye başladık.
Merdivenlerden otoparka inerken Serdar abim her zamanki gibi etrafı analiz ediyor, kendince bir şeyler mırıldanıyordu. Arabanın yanına geldiğimizde anahtarın kocamda olduğu aklıma gelince arkama baktım. Kaşlarımı çatarak etrafa baktığımda arabanın kapılarının açılma sesiyle tekrar arkama baktığımda Meriç yanıma gelerek anahtar elinde;
"Çıkışa gidecekmişiz hanımağam"
"Önemli bir durum mu var Meriç"
"Yok hanımağam buyur arabaya binelim"
Başımı sallayarak arabanın arka kapısını açtığımda Serdar abimle İnci annem arabaya bindiler. Meriç direksiyona geçtiği için yanına oturdum. Meriç arabayı hareket ettirdiğinde Serdar abim ve İnci annem rahatsız olduklarını anladım. Onlara dönerek;
"Eee benim kıymetlilerim nasılsınız"
Serdar abim etrafa bakarken gerginliğinin farkındaydım. İnci annem yanında oturan kocasının elini tutarak ağızını açmıştı ki Meriç bir anda durdu. Kafamı ön tarafa çevirdiğimde korumalar önümüzde duruyordu. Meriç inerken ne olduğunu soracakken kapıyı kapatıp korumaların yanına gitti. Arkamıza baktığımda siyah minibüs direksiyondaki adam Demir beyin sabah biraz uzağında olan korumasıydı. Bir şey olduğunun farkındaydım. Arabadan iniyordum ki direksiyon tarafının kapısı açılmasıyla aynı anda Mustafa'nın sesi kulaklarıma doldu.
"Eren, Demir'e söyle takip etmesin, sizde araçlara geçin"
Ne ara geldiğini anlamadığım Eren benim yarım açtığım kapıyı kapatıp eliyle arkaya teşekkür etti. Öne doğru koşarken bizim arabamızı çalıştıran Mustafa'ya baktığımda çok aşırı sinirliydi. Elimi koluna koyacakken Mustafa dikiz aynasından arkaya baktıktan sonra arabayı hareket ettirdi. Otoparkın kapısından çıkarken camı yarım açıp Boran'dan silahını aldı. Derin bir nefes alıp;
"Mustafa Hamza bey"
"Efendim"
"Ne oluyor"
"Konakta konuşalım Meryemce hanım"
Başımı arkaya çevirip tebessüm ettiğimde İnci annemin korkmuş olduğu her halinden belliydi. Serdar abi derin bir nefes alıp;
"Meryemce senin her günün böyle gergin mi"
"Yok savcım sizden kaynaklı galiba"
"Deli kız "
İnci annemde gülmeye başladığında bende güldüm. Biraz daha gitmiştik ki Mustafa hafif öksürüp;
"Kusura bakmayın hoş geldiniz, böyle bir durumla karşılamak istemezdim sizleri"
"Önemli değil, sonuçta sizi tanımak için geldik değil mi İnci hanım"
İnci annem gülerek gözlerime bakıp;
"Seni bilmem, ben kızımı görmeye geldim. Özledim hüzün gözlümü"
Serdar abim homurdanarak camdan dışarı izlemeye başladığında önüme dönmüştüm. Mustafa kaşları çatık yola bakarken omzumda hissettiğim elle tekrar arkama baktığımda İnci sultanım sessizce " seni seviyorum " dediğinde öpücük atmıştım.
Konağın olduğu tarafa döneceğimiz araya giriyorduk ki önümüzdeki korumaların arabaları durunca Mustafa da durdu. Ona baktığımda arabadan yavaşça inerken gözüme ilerideki Hazar abim takıldı. Mustafa kapıyı kapatmadan;
"Meryemce hanım sen geç direksiyona. Konağa git, bende birazdan geleceğim hadi"
"Nereye gidiyorsun"
"Meryemce Alibeyoğlu hadi"
Direksiyona hiç arabadan inmeden hemen geçtiğimde Mustafa kapıyı kapattı. Arabayı hareket ettirip korumaların arabalarını geçerken Cavit ağa dikkatimi çekti.
..............................................
Konağın önünde durduğumda korumalar kapımı açmışlardı. Ben araçtan indiğimde Serdar abim ve İnci annemde yavaşça indiler. İnci annemin yanına geçtiğimde;
"Meryem"
"Efendim İnci sultanım"
"Bu ne kadar çok koruma kızım"
"Bu buz dağının görünen kısmı bir tanem"
Kapıya doğru yürümeye başladığımızda yanımda yürüyen Serdar abim;
"Bunlar sana bakmıyor ki başına bir bela gelse görmezler "
"Sana öyle geliyor yakışıklım. Bernardonun adamları gibiler. Ağalarının korkusuna "
"Ooo"
"Yaa"
Konağın kapısından içeriye girdiğimizde İnci annem birden;
"Senin İtalya'daki evinin bahçesi gibi, bir yeşillik eksik"
"Dimi "
"Kaleni bulmuşsun prensesim"
Avluya tamamen girdiğimizde babam ve annem bize doğru gelmeye başladılar. Bakışlarımı avluda gezdirirken herkesin İnci sultana baktığını anlamıştım. Serdar abim ile babam el sıkışırken, annem ağırlığına yakışır şekilde karşıladı İnci sultanımı. Sedirlere geçerlerken yanıma gelen Avşin;
"Oğullarına bir baksana"
"Neden ne oldu ki"
"Huysuzlar"
"Mustafa'lar neye sinirli"
"Midyat'taki ufak depoyu yakmışlar, üstüne Cavit kaşınmış galiba. Hazar sinir küpü çıktı, yarım saat, bir saat önce"
"Tamam Avşin. Bebeklerimi avluya getirsene ben Serdar abiye limonlu su getireyim"
"Avludalar zaten görmedin mi"
"Aklım kocamda hanımefendi"
"Aman sevsinler, iyi ki bir kocan var"
"İyi ki var canım"
Avşin gülerek yanımdan ayrıldığında mutfağa yürüdüm. Kızlar hızlı hızlı iş yaparken, Sultan abla ile göz göze geldik. Yanına geçtiğimde elini koluma koyarak;
"Yarım saat yok Mert, Dağhan ve Gülcan gitti. "
"Tamam abla, bana serin büyük bardak bir su versene limon sıkacağım içine"
"Sıkma sen dün gelecekler dediğin için ben akşamdan suyu yaptım"
"Ay sağ ol ablam. Nisa nerede"
"Odasında Mert'i göndermeye bile çıkamadı"
"Bu salak kızı yıpratacak bende onu yıpratacağım"
"Göz kulak ol yetime"
"Tamam abla"
Sultan abla elime büyük bardak suyu verdiğinde yavaş yavaş mutfaktan çıktım. Avluya yürürken yukarıdan gençlerin konuşa konuşa inişlerini duyuyordum. Avluya girdiğimde İnci sultanım kucağına Gülşah'ı almış severken, Serdar abim babam ve amcamla muhabbeti sardırmıştı. Onlara doğru yürüdüğümde Serdar abim içten bir gülüşle;
"İlk göz ağrım"
"Abim buyur"
Serdar abi elimden bardağı alıp bir yudum almıştı ki her zaman yaptığı gibi göz kırptı. Babamın yanına oturuyordum ki oğullarım kendilerini hatırlattı. Sare teyzemin yanına gittiğimde ağlayan Mirza'yı bana uzatıp; "Senden sonra baya huysuzlar" dediğinde göğsüme yatırdığımda oğlum sessizleşti. Dudaklarımı başının üzerinde tuttuğumda kıskançlığı karnımdayken belli olan Ömer sanki canı yanarmış gibi çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Sare teyzem gülerek onu da kucağıma verdiğinde iki minik asimle avluda gezmeye başladım. Kısa zaman sonra beklediğim ses kulaklarıma neşeyle doldu.
"Anneannem gelmiş, dedoşum gelmiş"
Mina deli gibi hızla merdivenleri inerken, babam Mina yavaş dese de o bir kere ilk dede sıcaklığını gördüğü adama koşuyordu. Serdar abim ayağa kalkıp kollarını açtığında Mina beklemeden girdi o sıcaklığa. Serdar abimin boynunu o kadar sıkıyordu ki yanağını bastırıp öptükten sonra;
"Serdar dedoşum çok çok hoş geldin. incili anneannemde gelmiş"
"Evet geldim gülüşüm"
"Dedoşum ne zaman geldin. "
"Yeni geldim. "
Mina sıkıca tekrar sarıldıktan sonra;
"Beni bırak şimdi bende incili anneannemi öpeyim bak bana ellerini uzatıyor"
Serdar abim kucağından indirmeden İnci sultanıma verdiğinde Mina ona da sıkıca sarıldı. Benim gibi saçlarını koklayarak, saçlarını sevdikten sonra ;
"Hoş geldin altın saçlı kız"
"Hoş bulduk Erdem hünkarın gülüşü, nasılsın"
"İyiyim mutlu oldum siz geldiniz ya anneanne"
İnci sultanım sıkıca kızıma sarılıp kucağına oturtup saçlarını sevdi. Mina başını anneannesinin omzuna yatırıp avluyu izlemeye başladığında annem ve babamın garip şekilde izlemeleri içimde bir yeri sızlattı sanki. Derin bir nefesle annem ve babamın arkasına giderek sessizce;
"Mina Dila sizin, öyle bakmayın"
Babam elini elimin üzerine koyarak güldüğünde annem sessizce;
"Öyle duruyor ki Mina sanki sakin gibi"
"Sakin değil o şuan İnci anneannesini dinliyor. Anne birde sana bir sır vereyim mi?"
"Söyle annem"
"Aslında Mina seni daha farklı seviyor "
"Nasıl yani"
"Sen ona kızıyorsun her dediğine evet demiyorsun. İnci annem her şeyine peki diyor ve ona şımarabiliyor. Sen otoriter bir babaannesin"
"Meryemcee"
"Mesela şuan otoriter bir kaynana olduğun gibi"
Babam ile gülerken annem babamın elini elimin üzerinden çekince yanımıza gelen Avşin kahkaha atmıştı. Herkes bize bakınca Avşin elindeki battaniyeyi iki oğlumun üzerine örtüp;
"Uyuyacak gibiler"
"Onlar koku derdine huysuzmuşlar"
"Babaları kılıklılar"
..................................................
Kahvaltı masası tamamen hazır olduğunda kucağımda uyuyan oğullarımı ana kucaklarına koydum. Üzerlerini örttüğümde konağın kapısı öyle bir sert şekilde açılmıştı ki herkes gibi bende o tarafa baktığımda Mustafa gözlerinden ateş çıkararak avluya girdiğinde Bedirhan, Baran ve Hazar abim bana bakıp sus yapıyorlardı. Hazar abim hızla benim yanıma gelip kulağıma;
"Ne olduğunu sorma sakın"
"Sen söyle o zaman"
Hazar abim ağızını açmıştı ki Mustafa gür sesiyle;
"Meryemce hanım bana bir bardak su getirir misin"
"Tabi ki "
Masadan bir bardak su alıp Mustafa'ya uzatırken, parmağıyla parmağımı severek sessizce;
"Sakinleş "
"Sakinim merak etme gülüm"
"Gözlerin öyle demiyor ama"
Mustafa göz kırpınca bende gülmüştüm.
..........................................................................
MUSTAFA HAMZA...
Kahvaltı masası upuzun hazırlandığında babam ve annem herkesi masaya buyur etmişti. Meryemce mutfaktan elinde böreklerle gelirken Serdar beyin karımı izlemesine takılmıştım. Garip bir şekilde izliyordu. Bakışlarını kıskanarak masaya yerime oturduğumda Meryemce her zamanki gibi yanıma oturduğunda Mina da babam ve annemin arasına oturmuştu. Mina karşısındaki İnci hanıma gülerek;
"Anneanne biliyor musun Sare teyzebabaannem çok güzel su böreği yapıyor"
"Teyze babaanne nasıl oluyor Mina'm"
"Çünkü babamın teyzesi, teyze anne yarısı olur ya hani işte öyle de yarım babaannem."
"Mina'm zeki prensesim"
"Sen şimdi bol bol börek mi yiyorsun bende seni götürecektim."
"Evet bol bol yiyorum. Hani Serdar dedem bir yerden tepsi tepsi alıyordu ya oradan bile güzel yapıyorlar"
"Ah Mina ne kadar özlemişim senin dillerini"
"Bende senin saçlarını altın saçlı kız. Anneanne ben okula gideceğim biliyor musun"
"Sen o kadar büyüdün mü gülüşüm"
"Evet büyüdüm. Öğretmenimin adı hımm neydi he Gülşah"
Masada herkes gülerken afiyet olsun demiştim. Meryemce her zaman ki gibi az az tabağını doldurduğunda Sultan abla büyük bardak soğuk suyunu yanına getirmişti. Meryemce suyundan bir yudum alacaktı ki İnci hanım;
"Meryem o suyu içmiyorsun"
"Ama "
"Meryem dedim"
"Üffff tamam"
Meryemce tabağına azcık peynir koymuştu ki Serdar bey gür şekilde öksürdüğünde herkes gibi bende baktım. Serdar bey kaşlarını çatarak;
"O tabak az değil mi Meryem"
"İyi bence abi"
"Meryem o tabak bence az"
"Ama abi"
"Benim seni yedirmemi istemiyorsan o tabağı benim doldurduğum gibi hemen doldur"
"Peki abim peki. Ulan Kerem"
"Meryem ulan nedir "
"Doğru özür dilerim lady İnci Hünkar"
İnci hanım tek kaşını kaldırmıştı ki Meryemce tabağına masadan her şeyden azcık azcık koymaya başlamıştı. Hepimiz bizim deliye bıyık altından gülerken, yanımıza gelen Sultan abla benim kahvemi önüme bırakmıştı ki Serdar bey;
"Sultan "
"Hoş geldiniz Serdar bey nasılsınız"
"İyiyim de bu Meryemcenin hali ne, neden bu kadar zayıf"
"Yemiyor ki, hamileyken Mihriban bacımla, Mirza gardaşım sayesinde yiyordu. Talhacuğumdan sonra iyice zayıfladı. Söz dinlemiyor ki, bir kaç defa o sıvı vitamin şeyini içti "
"Öyle mi tamam önündeki çayı al ve ona büyük bardak süt getir"
"Aama ya, İnci anne"
"Meryem kes sesini amaymış, o tabak bitecek"
"Ulan Kerem canını okudum senin"
"Konuşma Meryem"
"Hünkar gelini bir şey de"
"Ne diyeyim tutacağım bir yerin kalmamış."
Meryemce bana bakınca başımı çevirdim. Şuan karşımda karım değil de Mina varmış gibiydi. Sultan abla yanımızdan ayrıldığında herkes kahvaltısını ederken Meryemce tabağındakilere kötü kötü bakarken hafif eğilip her zaman ki gibi sandalyesini kendime doğru çektim. Meryemce bana bakarken başını omzuna eğince demek istediğini anlamıştım. Kendi tabağımı bırakıp Meryemcenin tabağından yavaş yavaş yerken, büyük bardak sütü geldiğinde güzel karım hemen bir defa da içti. Meryemcenin tabağını bitirdiğimde kendi tabağımdakileri yemeğe başladım. Babam kaşlarını çatarak;
"Sultan hanım şu böreklerden Meryemcenin tabağına koysana ağam kendi tabağını şaşırıp Meryemcenin tabağından yedi hep"
Babama gözlerimi kısarak baktığımda Serdar bey;
"Bende fark ettim Mirza kardeşim. "
Meryemce yavaşça yerinden kalkıp Serdar beyin yanına yürüdü. İnci hanımın yanında durarak;
"Sen doydun mu İnci annem"
"Evet kızım doydum"
"Kalk hünkar gelini senin kocan beni kendi eliyle yedirmeden doymayacak yine"
İnci hanım eline çayını alıp gülerek sedirlere yürürken, Meryemce onun yerine oturdu. Serdar bey karşısında sanki beş yaşında çocuk varmış gibi Meryemceyi yediriyor Meryemce de ses çıkarmadan yiyordu. Kahvaltının sonuna doğru Sinan hafif öksürüp;
"Meryemce yenge"
"Efendim oğlum"
"Bu Serdar amca birine benziyor ama olma ihtimali var mı bilmem"
"Kime benzettin"
"Çınar abiye benziyor yani hepimiz benzettik"
"Çınar abinizin dayısı kendi, o kadında halası"
Aslı birden ;
"Nasıl yani"
"Zamanında Çınar abinizin dayısı yani bu ihtiyar delikanlı İnci hanıma aşık oluyor, fakat İnci hanımın annesi ve abisinden başka kimsesi olmadığı için onları ezmek istemiyor. Biraz zaman sonra konu abiye açılınca, abisi de manyağın önde gideni hayır diyor, zengin bir hımm adama kız kardeşimi vermem diyor ki kendi de çok zengin o zaman. Üstüne birde hele askerden yeni gelmiş birine asla diyor. Serdar paşamda gururuna yediremiyor ve İnci hanımı yan bahçede oturan sevdiğini kaçırıyor. Bu kaçırılma olayından sonra olanlar oluyor. Çınar abinizin babası sürükleyerek yan taraftaki naif, narin genç bir avukat olan karısı Didem hanımı kendi evine resmen hapis ediyor. Kuru bir nikahla evleniyorlar. Bir sene ne İnci annemin yüzüne bakıyor nede Serdar abimin. Tabi bir sene sonra Çınar dünyaya geliyor o zamana kadar ne Serdar abi nede dedem yani Erdem hünkar yan tarafta oturan kızını göremiyor. "
"Bir dakika ama yanlışın var Meryem"
"Nedir İnci sultanım"
"Didem ablam zaten abime aşıktı. "
"Keşke o aşkını dile getirseydi. Cevdet bey neyse, İnci sultanım ben ikisinin de günlüklerini okudum hala saklarım. Konumuz bu değil"
"Öyle kızım"
"Neyse sonra bir gece Didem hanım kucağında oğluyla babasına gidiyor. Peşine de Cevdet bey öyle de çok sağlam bir aile temelleri atılıyor"
Herkes Meryemcenin tebessümle anlattıklarını can kulağıyla dinlerken, ben karımı izliyordum. Nasıl sakin, ne kadar çocuk gibi gözleri parlıyordu. Serdar bey elindeki son lokmasına bal ve kaymak sürdüğünde Meryemce kaçıyordu ki babam ellerini omzuna koymuştu. Serdar bey ekmeği Meryemceye uzatırken Mina birden;
"Annem boğazıma bir şey oldu bir bakar mısın"
Babam söz konusu Mina olunca hemen Meryemcenin omzundan elini çekmişti. Meryemce tebessümle eliyle Serdar beye bir dakika diyerek kalkmıştı. Meryemce Mina'ya doğru bir adım atmıştı ki benim yaramaz kızım; "Anne kaç" dediğinde herkes bir anda kahkaha atmıştı. Serdar bey elindeki ekmekle ayağa kalkarak Mina'ya doğru giderek;
"Aç ağızını gülüş"
"Afff tamam "
Mina ekmeği yerken babam, Serdar beyi sedirlere davet etmişti. Yavaşça yerimden kalkıp odama doğru yürümeye başladım. Odaya girdiğimde Meryemce üzerindekileri çıkarıyordu. Arkasından beline sarılıp;
"Serdar bey ve İnci hanım sana çok düşkünler galiba"
"İnanılmaz düşkündürler. Kimse bilmez size bile söylemedim onlar benim perdenin arkasındaki ailemin büyükleri. Kemal bey ve Selma hanım varken onlar bana annelik babalık yaptı. "
"Aslında çok sert biri savcım farkındayım "
"Sakın ona savcım deme. O üzerinde takım elbisesi yoksa birde görevinin başında değilse o şekilde sınıflandırılmayı sevmez"
"Benden hoşlanmadı ama "
"Sadece senden değil, Hazar abimden de hoşlanmadı"
"Neden "
"Çünkü kız babası o"
"Nasıl yani"
"Leyla'yı çok ayrı sever. Babasının yaptıklarını bilir"
"E sen"
"Ben mi, şöyle düşün. Öz evladına uzak durmak zorundasın"
"Nasıl "
"Mustafa kuyumun dibine inmeye uğraşıyoruz ama olmuyor bekle kenardaki çıkıntıları temizleyeyim"
"Peki deli kadın"
Meryemcenin ensesine dudaklarımı bastırdığımda kollarımın arasında dönerken kapımız çaldı. Derin bir nefes alıp ağızımı açmıştım ki kapıdan 'Meryem' diyen sesle Meryemce benden uzaklaştı. Üzerine ve üzerime baktıktan sonra;
"Gel inci sultanım"
İnci hanım yavaşça içeriye girdiğinde başını hafif eğip;
"Ah özür dilerim Mustafa'nın burada olduğunu bilmiyordum"
"Önemli değil İnci annem buyur"
"Meryemce bana tülbent ve etek verir misin"
"Tabi ki anne, namaz mı kılacaksın"
"Sabah namazı kaçtı benim vicdansız oğlum yüzünden"
"Burada kıl istersen kütüphanede"
İnci hanım kısa bir an bana bakıp;
"Ayıp olmasın Mustafa'ya "
"Yok olur mu öyle şey buyurun"
Meryemce seccade verip kütüphaneye götürdü. Kütüphanenin kapısını kapatıp yanıma geldiğinde;
"İnci hanım namaz mı kılıyor"
"Evet kocam"
"Rabbim kabul etsin ama şaşırdım biliyor musun"
"Neden ki"
"Ne bileyim"
"Sana şimdi Serdar abimin yarım hafız olduğunu söylesem"
"Çok daha şaşırırım"
"İnci annem kapanamıyor. Onun çevresi onu çok aşırı zorluyor. Naiftir. kibardır. Onun için bu şekilde küçüklüğünden beri ibadetlerini yapıyor. Cevdet bey yani abisi de öyleymiş ama şartlar onu daha kötü yapmış "
"Nasıl"
"Çok uzun mevzular kocam. Sana diyorum ya benim yerimde bazen taş olsa çatlar"
"Anladım karım"
Odamızdaki koltuğa oturduğumda, Meryemce yanıma geldi. Dizimin önüne yere oturup;
"Anlat bakalım ne oldu kocam sabahtan beri"
"Bizim ufak bir depo vardı yanmış ve bekçi gibi bir adam vardı dövmüşler. Yalnız adama bir şey demişler dövenler, araştırmadan girdiği işi derin araştırsın"
"Hım, peki Cavit ağa ne iş"
"O da daha başka iş ben bu itoğlundan ağalığı aldım ya. Onu affetmemi istiyor."
"Ulan Hazar ağa"
"Ne oldu ki "
"Bana sakın soru sorma dediler"
"O dakika sinirliydim gerçekten. Misafirlerimiz var diye kendimi sıkıyordum"
"Biliyorum"
Meryemceyi elinden tutarak yanıma çekmiştim ki kütüphanenin kapısı açıldı. Meryemce'nin yanıma oturmasıyla kalkması bir oldu. Meryemcenin bu karı kocaya olan saygısına imrenmiştim. İnci hanım yavaşça yanımıza gelip;
"Rahatsız mı ettim sizi"
"Tabi ki hayır İnci hanım"
"İnci abla veya anne dersen daha rahat ederim "
"Peki İnci abla buyurun oturun. "
Ayağa kalktığımda İnci abla;
"Mustafa oturur musun"
Arkamı dönüp baktığımda İnci abla tebessümle yüzüme bakıyordu. Kalktığım yere tekrar oturduğumda yan yana oturuyorduk. İnci abla hafif boğazını temizledikten sonra;
"Meryem bana güzel buzlu suyla türk kahvesi yapar mısın"
"Kısık ateş de mi"
"Evet prensesim"
Meryemce üzerine feracesini giyinerek, başına tülbentini taktı. Ağır adımlarla odadan çıktığında İnci abla elini elimin üzerine koyarak;
"Ben uzun uzun konuşmayacağım. Serdar gidene kadar size daha doğrusu sana kan kusturacak eminim. Mustafa Hamza, karın bizim kıymetlimiz. Biz onun evlendiği gün yanında olamadık, o doğum yaptı yine yanında olamadık. Mert ve Dağhan yüzünden hep bir adım geride durmak zorunda kalıyorduk. Kemal ateş ve Selma öldü gitti, hastalıklı oğullarını Meryem'e bıraktılar. Mustafa oğlum bizim buraya gelme sebebimiz kötü bir şey değil. Biz geçte olsa aile akraba olalım diye. Serdar'ı gerçek bir kayınbaba sayabilirsin. "
"Ben sizi anlıyorum. Bir şey sorabilir miyim"
"Tabi ki oğlum"
"Meryemce hiç güzel bir çocukluk geçirmedi mi "
"Meryem'in yalnızlığı doğduğu gün başladı. "
"İstenmeyen bir çocuk muydu ki Meryemce"
"Aslında doğduğu güne kadar çok beklenen bebekti. Doğduğu gün terk edilen yani Mustafa bunlar çok derin konular. Bu konuları Meryem anlatsın sana"
"Peki teşekkür ederim. İnci abla"
"Efendim oğlum"
"Bir şey daha sorabilir miyim"
"Tabi oğlum"
"Meryemce tatlı yemezmiş"
"Evet. O eskiden tatlı delisi bir kızdı. Dokuz yaşına kadar bir çikolatalı pasta yerdi görme. Kocaman bardak vişne suyu yanına çikolatalı pasta sonra ne oldu bilmem, bir anda çikolatalı pasta yiyemez oldu. Vişne suyunu onunla içerdi onu da içmez oldu. Pastayı bıraktıktan sonra tatlıya daha çok sarmıştı. Serdar neredeyse her akşam tatlı alırdı veya gönderirdi. Bir gece fırındaki tatlısından yemek için mutfağa yukarıya çıkıyor. Mutfağa girdiğinde tatlı kutusunun boş olduğunu görünce üzülüyor, sabahta okula giderken bizim evden"
"Sizin evde mi"
"Meryem hafta içleri sabah namazından sonra bizim eve gelirdi genelde. Onun saçlarını tarar örer okula ben gönderirdim."
"Nasıl neden yani, annesi vardı sonuçta"
"Ah Mustafa oğlum Ah, Allah razı olsun senden neyse o sabah Serdar abi tatlı alsana bana dedi. babam yani kayınbabam Meryem dün akşam gönderdim ya dediğinde, oda bitmiş dedi ama uzatmamıştı. O gün akşam eve gittiğinde evde büyük toplantı varmış. Kemal bey dahil on erkekle toplantı yapıyorlar evin bahçesinde ama Meryem uyuyakalmış. Avukatlar gittikten sonra Meryem'i uyandırmış ama öyle sakince uyandırmamış"
"Nasıl uyandırıyor "
"Kuvvetli bir tokatla, Meryem de bir hırsla cevap verince zorla mutfağa götürüyor ve o çok sevdiği kadayıf dolmasının üzerine aklına gelebilecek her şeyi koyuyor ve kötüsü kurtlanmış bir baklava diliminde zorla yedirince o günden sonra ağızına hayatta sokmadı tatlı"
Ağızımı açıyordum ki İnci abla elimin üzerine koyduğu elini yanağıma koyarak;
"O doğduğu gün çok ama çok ağlamıştı. Koca abimin hastanesi onun sesiyle inliyordu. Kucağıma aldığımda bir anda sustu. O aslında hüzünlü, hüzün bakışlı bir kız çocuğu. Mustafa senden tek isteyim kırma incitme olur mu onu. O hiç ama hiç kız çocuğu olamadı."
İnci ablanın gözlerine baktığımda ağlamak için hazır gibi duruyordu. Ağızımı açıyordum ki odamızın kapısı açılmıştı. Meryemce elinde ufak gümüş tepsiyle içeriye girdiğinde;
"Hop hünkar gelini elini kocamın yanağından çek"
"Banane böyle yakışıklı damat bulmuşum"
"Anam seninkiler duymasın sonra"
İnci abla tepsiden kahvesini alırken, Meryemce diğer fincanın benim olduğunu söylemişti. Bende fincanımı aldığımda İnci abla şımaran genç kız gibi ses tonuyla;
"Benim üç damadım var kabul, ama buda oğul gibi oldu sanki"
"Eyvah eyvah bu sefer de Kerem ve Çınar duymasın"
"E Meryem sende. Öyle diyorum yakalıyorsun, böyle diyorum yakalıyorsun. Tamam itiraf ediyorum bu damat oğlumu daha çok sevdim"
"Yedim seni bu akşam Ferit'i aradığım an, arar seninkiler peş peşe"
Meryemce gülerek başını İnci ablanın dizine yasladığında kadın tek eliyle fincanı tutarken, diğer eliyle karımın başını okşamaya başladı.
Meryemce'ye göz kırpıp elimdeki bir yudum aldığım fincanı Meryemceye uzattığımda elimden almıştı. Meryemce kahvesini içerken, ayağa kalktım. Dolabı açıp takım elbisemi aldığımda Meryemce arkamdan;
"Mustafa"
"Efendim"
"Hiç seslendim sadece"
Ona bakmadan başımı salladığımda aklımda İnci ablanın anlattıkları vardı. Bu Kemal itine her geçen gün iyice bileniyordum. Önceleri imrendiğim adamdan git gide tiksiniyordum. Ne istemişti benim karımdan ahh zifiri kuyu ah neler gizli içinde...
Elimde takım elbiseyle banyoya giderken, İnci abla ve Meryemce ayağa kalktı. Banyoya girdiğimde üzerimden eşofman üstümü çıkarırken cebimdeki telefonu elime aldım. İstanbul'da yaşayan dedemin askerlik arkadaşı olan büyüğüm Ender amcayı aradım. Bir iki çalmıştı ki o sert otoriter ses kulaklarıma doldu.
"Vay hayırsız"
"Ender amca vallahi haklısın. Nasılsın iyisin inşallah"
"Allaha şükür oğlum, sen nasılsın"
"Bende iyiyim Ender amca, ben seni niye aradım biliyor musun"
"İşin düşmüştür"
"Aynen Ender amca ne kadar hayırsız olduğumu yüzüme vur"
"Ulan azrail ağa bende biliyorum çok büyük yük altındasın. Bizim Hamza göçüp gittikten sonra hepten ezildin"
"Öyle oldu Ender amca"
"Nedir derdin"
"Avukat Kemal ateş"
"İtin tekiydi, saygın avukat görünürdü ama beş para etmezdi. O öldü ama bir cevher arkasında bıraktı"
"Oğulları mı"
"Ne oğulları, bir kızı var ki. Zeki, akıllı, güçlü, zehir gibi bir kız. Kemal bu kızı sokmadığı bok yoktu. on dört yaşındaydı on sekiz gibi görünürdü. "
"Sever miydi kızını"
"Sevmek mi? adam çevresindeki itlerin içine sokardı. Böyle bir baba sevmez oğlum. Bir gece bir pavyonun kapısından içeriye ağlayarak soktuğunu hatırlıyorum"
"Pavyon mu? kızını mı satıyordu"
"Hayır, şerefsiz karısını sokmazdı öyle ortamlara ama kızını peşine sürüklerdi. Allahtan koruyucusu vardı."
"Nasıl yani"
"Buranın köklü ve zengin ailesi olan Hünkar ailesinin göz bebeği gibiydi. Hünkar'ların torunuyla birlikte dediler ama ben biliyorum öyle güzel dostlukları var ki"
"E kıza ne oldu ki"
"Seninle evlendi hırt, deden bunları gün geldiğinde beni arayıp soracağını biliyordu. Derinlerini bilmem ama çok kıymetli bir karın var onu biliyorum"
"Öyle. Öz çocuğumu abi peki Meryemce"
"Öz be öz hem de, fakat o kızın üzerinde baba gibi hakkı olan Serdar Hünkar'dır anne gibi de kıymetli eşi İnci hanımefendidir"
"Tamam abi teşekkür ederim. "
"Ne demek oğlum Allaha emanet ol"
"Sende abim"
Telefonu kapatıp üzerimi değiştirdim. Odaya girdiğimde yatağın kenarında oturan Meryemce ile bir anda irkildim. Meryemce gözlerime kırgın bir şekilde bakarak;
"Bana sorsaydın Kemal ateşi. Ben sana söylerdim zaten itin teki olduğunu ağam. "
"Meryemce ben "
"Tamam ağam. Ben babam ve amcamın Kadirlerle şirkete gittiklerini söylemek için geldim. Baran abim ve Bedirhan abim de seni çay bahçesinde bekleyeceklermiş"
Başımı tamam manasında salladığımda, Meryemce arkasını dönüp odadan çıktı. Çekmeceden silahımı belime takarak odadan çıktım. Avluya yürümeye başladığımda ana kucağındaki bebeklerimle ilgilenen Meryemceyi gördüğümde ona doğru yürürken gördüğüm şeyle yanlış bir şey yaptığımı anladım. Meryemce gözünden akan yaşları silerken durdum. Sırtı avluya dönüktü. Annemin ona seslenmesiyle gözlerini silerek gülerek arkasına döndü. Bebeklerim kendi halinde etrafa seslenirken yanlarına gittim. Meryemce yanımdan geçiyordu ki kolundan tuttum. Ben oğullarıma bakarken, o annemlere doğru bakıyordu. Kolundaki elimi yavaşça elinin içine indirirken;
"Özür dilerim Meryemce ama ben İnci annenin anlattığı bir şeye kafam takılınca "
"Bana hiç sormadın ki "
"Neyi sormadım hep zifiri karanlık kuyum dedin, dur dedin "
"Haklısın ama sıkıldığını söyleseydin keşke"
"Sıkılmadım sadece ufakta olsa yaralarını bilerek sarmak istedim. Sana hala çok ama çok güveniyorum. Seni senden dinleyeceğim günü bekliyorum sadece işte beni anla sen üzgün olunca nefesim kesiliyor"
"Anladım ağam özür dilerim seni yorduğum için "
Meryemce sertçe elini çekerek yanımdan ayrıldığında, ona döndüm. Sert adımlarla yanımdan uzaklaşırken yanıma gelen Hazar;
"Hadi gidelim Serdar bey ve Devran minibüse geçti"
"Hadi Ahmet Hazar gidelim"
"Ohaaaa lan kaç sene sonra iki adımı birden kullandın. Ne oldu ne halt yedin. Hadi söyle söyle"
"Meryemceye hata yaptım"
"Ne yaptın"
"Ender amcayı arayıp Kemal ateşi sordum"
"Tabi sen konuşurken Meryemce duydu dimi"
"Hadi yürü"
Hazar bir adım atmıştı ki Sinan yanıma geldi. Derin bir nefes alıp;
"Ağa amca hep birlikte diyoruz ki İzzet abinin yerine Beyaz suya gidelim, izin verir misin"
"Yengeniz Gülru'yu yarın götürecekmiş. On tane adam alın gidin "
"Canımsın amcam"
"Sinan dikkat edin oğlum. Babaannene söyle Sevim ablayı arasın izin istesin. Dönerken evine bırakın Hilal'i"
"Tamam ağam"
Sinan yukarıda ona bakan gençlere tamam dedikten sonra koşarak annemin yanına geçti. Bir iki adım atmıştım ki arkamdan İnci annenin sesini duyunca o tarafa baktım. Narin kibar bir şekilde yürüyerek yanıma geldi. Gözlerime bakarak;
"Gönül almak istiyorsan güllü lokumu ve kuş lokumu al ona "
"Siz nasıl anladınız"
"Kızımı tanıyorum büyük bir kırgınlık değil. Kendime kızdım ben gönderdim geriye onu odaya"
"Önemli değil İnci anne her geçen gün çok daha derin ve iyi tanıyorum karımı. İyi ki geldiniz aslında"
"Sen asıl iyi ki geldin kızımın hayatına. Hadi git Serdar bekletilmeyi sevmez"
Başımı sallayarak kapıya giderken dışarıya çıkıyordum ki Meryemce arkamdan seslendi. Ona döndüğümde elinde çakmağım, saç tellerinden olan yüzüğüm ve tesbihim vardı. Bana uzatırken;
"Unutmuşsun ağam"
Elinden alırken sol elimle hızla konağın kapısını kapatıp Meryemceyi kendime çektim. Gözlerine bakarken;
"Kurban olayım böyle bakma bana"
"Nasıl bakıyorum"
"Kırılmış, üzülmüş"
"Bu gözler sadece sana doğruları yansıtıyor. Şimdi sana kolay gelsin Mustafa Hamza ağam"
Meryemce hızla yanımdan ayrıldığında arkasından baktım. Derin bir nefes alıp kendime geldikten sonra yüzüğümü parmağıma takarken kapıyı açmıştım. Çakmağımla tesbihimi cebime koyarken minibüsün yanına geldiğimde Meriç kapımı açtı. Minibüse bindiğimde Boran beklemeden yola çıktı. Devran ve Hazar kendi arasında sessizce sohbet ederken, Serdar abinin alttan beni izlediğinin farkındaydım. Boran Bedirhan'ın çay bahçesine giderken Serdar bey etrafı inceliyordu.
Bedirhan'ın çay bahçesine arkadan yaklaştığımızda Serdar bey
"Neden arka kapısını kullanıyorsunuz"
"Çay bahçesinin özel kısmına buradan giriliyor savcım"
"Savcım demenize gerek yok abi veya amca diyebilirsiniz"
"Peki Serdar abi"
Araçtan indiğimizde Bedirhan'ın adamları ve bizimkiler hazır vaziyette bekliyordu. Peş peşe özel kısma geçtiğimizde Serdar abi tebessüm ederek;
"Böyle bir yere neden ihtiyaç duyuyorsunuz"
"Bazen özel konuşmak istediğimizde lazım oluyor. Bu arada burada telefonlarımızda çekmez"
"Ya birine bir şey olsa size nasıl ulaşılıyor"
"Dışarıdaki adamlarımızı arıyorlar"
Serdar abi masaya oturduğunda Baran elinde büyük tepsiyle yanımıza gelip kahveleri önümüze bıraktığında;
"Bedo nerede"
"Bir tane salak sıkıntı çıkarıyordu. Onunla konuşuyor"
Ağızımı açıyordum ki Serdar abi tek kaşını kaldırıp;
"Nasıl konuşuyor merak ettim görebilir miyim"
"Uygun bir dille Serdar abi"
Serdar beyin bizi incelemesine azcık sinirlenmeye başlasam da aklım Meryemcedeydi. Devran hafif öksürüp;
"Serdar abi, amcanızın katilini buldunuz mu"
"Bulduk Devran ağırlaştırılmış müebbet aldı"
"Meryemce o zaman uğraşıyordu. Küçük oğlu varmış o gelip gidiyor demişti"
"Evet saklamıştık ondan ama işte duyunca ortalık karıştı"
Biz Devran ve Serdar abinin konuşmasını dinlerken Hazar birden ;
"Serdar abi bir şey sorabilir miyim "
"Buyur Hazar"
"Geçenler de Mustafa ve Meryemce silahlı saldırıya uğradı fakat araba"
"Araba zırhlıydı değil mi"
"Evet"
"Meryemcenin bütün arabaları zırhlı olmak zorunda. Onun düşmanı çoktur. İstanbul'da dört defa silahla saldırıya uğradı zamanında"
"Kim ki onun düşmanları"
"Babasının dostları onun düşmanları şimdi. Hünkar'a yani Kerem'e zarar vermek isteyen Meryemceyi ortadan kaldırmak istiyor. "
"Neden Meryemce "
"Çünkü Meryemce dünya, güç, zeka demek. "
Baran fincanını masaya bırakıp;
"Meryemce bizim için kıymetli de sanki siz bize düşman gibisiniz"
"Düşman değilim. Kerem sizi anlattı fakat be-"
Serdar abinin sözünü Meriç kesti. Özür dileyerek Hazar'a dönüp amcasının konakta her şeyi yerle bir ettiğini söylediğinde Hazar sinirle ayağa kalktı. Bedo ve Baran Hazar ile giderken, Devran da karakola gitmesi gerektiğini söylemişti. Serdar abiyle baş başa kaldığımızda;
"Serdar abi neden düşman gibi bakıyorsun bana, bize"
"Çünkü senden hoşlanmadım Mustafa Hamza"
"Neden
"Senin gözlerindeki adam çok acımasız, çok sert bir adam. O adam Meryemceye zarar verir mi"
"Ne demek istiyorsunuz. Ona benden gelecek zarar olursa sizden önce öz be öz dayım benim elimden alır"
"Dayınıza gerek kalmaz, ben bırakmam onu size"
Kanımda gezen sinirle sabır çekerek;
"Ne zamandan beri bırakmıyorsunuz. Hangi sıkıntısında yanında oldunuz sayın savcım. Böyle tehdit eder gibi"
"Tehdit değil Mustafa gerçek. Meryemce buraya adım attı. Mert iti yüzünden vuruldu. Mina vuruldu. Evlendiniz kaçırıldı. Yavuz yüzünden ilk bebeğini kaybetti. İkizler zor doğdu ölümden döndü. Talha öldü nefessiz kaldı. Devam edeyim mi Mustafa"
"Neden şimdi geldiniz. Neden o zaman yanımızda yoktunuz"
"Dağhan yüzünden, Mert yüzünden. Ben yada biz hep yanındaydık onun ama bizi hep saklamak istedi. Onun bize bakışı farklı. O bizi kıymetli hazine gibi saklar. Şimdi geldik çünkü Meryemce bizi kaynaştırmak istiyor. Dün İnci hanımın annene sor dediğinde Meryemce istemeseydi. Direk olmaz diyecekti. Meryemce bizi istemeseydi Kerem'i seninle tanıştırmazdı. Şöyle düşün iki ateş yan yana gelirse ne olur ateş büyür. Senin ailen ateş, Hünkar'lar ayrı bir ateş. Anladın mı demek istediğimi? "
"Neden"
"Memnun değil misin damat bey"
"Yok öyle demek istemedim"
"Bak Mustafa Hamza, Meryemce gerçek ailesiyle, candan ailesini tanıştırıyor, çünkü benim kızım artık aile olmak istiyor. Tamamlanmak istiyor. Mert ve Dağhan onun kan bağı olan ailesi ve görüyorum ki benim minik kar topu kızım kardeşlerinden hançerleri tek tek sırtına yiyor. "
"Peki beni neden düşman gibi görüyorsunuz"
"Düşman gibi görmüyorum. Meryemceyi ilk defa böyle birine kayıtsız şartsız güvenirken görüyorum. Bu durum onun için beni korkutuyor. Mustafa, Meryemce o it Kemal yüzünden çok çekti. On dokuz yaşındayken babası yüzünden alkol komasına girdi. Ben o it babası yüzünden ilk göz ağrım olan kızı ölümün eşiğinden aldım. On gün hastanede yattı sonra eve gittiğinin ilk günü dayak yediğini biliyor musun? Benim kızımın içindeki zifiri karanlık kuyusu katran karası. Her şeyi oraya atar. Bir baba olarak korkuyorum aslında. Meryemce Kemal ve Selma öldükten sonra özel olarak bizimle görüştü. Her şeyi topladı ama Dağhan aslında hiç Mert'le ilgilenmedi. Meryemce cam kırıklarıyla dolu yolda hep yalın ayak yürürdü. Meryemce on yaşındaydı bir dadısı vardı bir gecenin sabahında kadın yok oldu. O olaydan sonra her yaz Trabzon'a gitti. Orada dayak yerdi ama babam izin vermezdi almamıza. Her hafta sonu babam ve Kerem gider onu görürdü. "
"Neden dayak yedi o zaman"
"On günde işleri geri kalmış, bir, iki kadeh içti de ne olmuş."
"Nasıl yani"
"Öyle Mustafa o Kemal çok ezdi onu. Mert ve Dağhan tatile giderdi Meryemce İstanbul'da işlerle uğraşırdı. "
"Babası annesi öldükten sonra mı"
"Hayır Kemal ve Selma onlarla tatile giderdi. Meryemce geriye kalırdı. Kerem'den duydum. Mert senin ablasını eve kapattığını söylüyormuş oysa ne kadar yanlış tanıyor ablasını."
"Serdar abi bir şey sorabilir miyim"
"Sor oğlum."
"Meryemce çok mu nasıl diyeyim"
"Bak Mustafa Hamza Meryemcenin hiç bayan dostu yoktur, Gülcan istisna. Kemal'in ona yaptığı tek iyiliği bu galiba. Meryemce'nin değil Türkiye, dünya da tanımadığı büyük yok gibidir. Babam hep onu uzaktan takip etmemi söylemişti. Babam öldükten sonra uzaktan uzağa hep takip ettim. Biraz zaman sonra fark ettim ki ben Meryemcenin izin verdiği yere kadar takip edebiliyormuşum. Benim yanımda hiç bir şekilde patron Meryemce olmaz. Benim yanımda nazlı kız çocuğudur o ama onu sakın ama sakın hafife alma."
"Peki bu pavyon olayı ne"
"Selma'yı ayyaşların içine sokmaz ama Meryemce gösterişli bir kız olduğu için yanında taşırdı. Bir kız evlat için ne kadar kötü bir durumdur değil mi?"
"Tabi ki. Benim kafamı o kadar karıştırdınız ki. Sabah İnci anne şimdi siz"
"Sana bir şey sorabilir miyim Mustafa"
"Tabi Serdar baba"
"Ulan Mustafa, Kerem'in dediği kadar varsın. Ben ne soracaktım ya. Mmmm tamam buldum. Mina'yı yanında pavyona götürüyorsun. Kocaman loca gibi odalar da yanında on beş, on altı yaşında kızın varken yanındaki adamlarla çeşitli kadınlarla birlikte oluyorsun. "
"Ne diyorsunuz siz"
"Meryemcenin o gözlerinin gördüklerini var sen düşün. Ne Mert'e söyledi ne de Dağhan'a "
"Karıma yani Meryemce'ye, siz nasıl yani öyle bir durumda o pavyonlara gitmesine izin verirsiniz"
"Ah Mustafa ah ben bile yeni duydum bunları. O zamanlar hep yanında taşıyor sanıyordum"
"Nasıl yanında taşımak. Ben her geçen gün o zifiri karanlık kuyuyu daha çok merak ediyorum"
"Emin ol bende. Onun her şeyini yani o zifiri karanlık kuyusunu sadece kara kutum dediği Çınar biliyormuş. Kerem bile çeyreğini biliyormuş"
"Her şeyi içinde saklıyor "
"O saklar Mustafa öyle böyle saklamaz acılarını. Ben zamanında sırtındaki kemer izlerini elimi sırtına sürmesem bilmeyecektim"
"Bu adamın öz kızı değildi bence Meryemce"
"Öz kızı bu gözlerimle gördüm."
Sinirle yerimden kalktığımda, Serdar baba yerinde durmuş beni izliyordu. Derin nefesler alırken, Serdar baba yerdeki beyaz karanfillere bakarak ;
"Meryemce buraya hiç gelmedi dimi"
"Yok da nereden anladınız"
"Gelseydi şuradaki beyaz karanfiller yüzünden oturamazdı burada. Meryemce her çiçeğe aşıktır ama karanfilleri hele de beyaz karanfillere tahammülü yoktur."
"Neden"
"Selma'nın en çok sevdiği çiçeklerdir. O zaman yani dayak yediği zaman bahçedeki beyaz karanfilleri görmüştüm. Kan ile sulamak derler ya kanıyla sulamıştı Meryemce resmen"
"Siz neden, nasıl yani niye dövmediniz onu yada neden öldürmediniz"
"Aslında çok istedim ama babam izin vermedi. Mesleğin dedi, adım dedi izin vermedi ama sonra anladım. Babam öldükten sonra "
"Nedir "
"Mustafa Hamza aslında ben görevimi tamamladım. Benden bu kadar "
"Nasıl yani"
"Aslında beni Kerem gönderdi biraz da. Meryemcenin bocaladığını fark etmiş. Sana bir anda içini açamadığı için, bunları anlatmam için"
"Ne yapmalıyım Serdar baba sen söyle. Ben bu gün onu yani Kemal ateşi birine sordum. Ben adamla konuşurken Meryemce duymuş"
"Kime sordun Kemal'i "
"Ender Özcan eski polis"
"Ah Ender tanıyorum. Peki sana bir soru sorayım. O konuşmayı yakaladıktan sonra seninle konuştu mu"
"Evet, çakmağımı, yüzüğümü bana verdi"
"O zaman Meryemcenin gönlünü almak çok kolay aslında"
"Lokum dedi İnci anne"
"Aynen öyle ama sen koyacaksın önüne, büyük bardak soğuk suyla"
"Neden"
"Sen, Mina'nın gönlünü nasıl alıyorsun"
"Başını okşayarak alıyoaaa anladım"
"Hadi beni öğle namazını kılmak için bir yere götür damat oğlum"
"Buyur Serdar baba gidelim"
Serdar baba ile özel alandan çıkarak beraber çarşıdaki camiye yürümeye başladık. Önümüzden geçen selam veriyor, hal hatır soruyordu. Caminin önüne gelmiştik ki Adar Varlıoğlu'yla karşılaştık. Adar elini bana uzattığında ne kadar o eli kırmak istesem de mecbur el sıkıştık. Adar ağa gözleri yanımda duran Serdar babada;
"Nasılsın Mustafa Hamza ağa"
"İyiyim sen nasılsın Adar ağa"
"İyiyim ağa, namaz kılmaya geldim"
"Allah kabul etsin."
Başımı sallayarak elimi elinden çekerken Adar ağa bedenini Serdar babaya doğru biraz daha dönerek;
"Sayın savcım nasılsınız"
Serdar baba kendine uzatılan ele göz ucuyla baktıktan sonra öyle soğuk bir ses tonuyla konuşmaya başladı ki ben bile ondan mı çıkıyor bu ses tonu diye ona baktım.
"Allaha şükür iyiyim. Seni sormuyorum hala şeytan gibisin. "
"Neden buradasınız. "
"Belki yaptığın itlikleri çözmeye uğraşıyorumdur"
Adar birden bana dönerek;
"Ağa önünden çekileyim de siz namazınızı kılın"
Başımı salladığımda Adar önümüzden çekilince caminin içine girdik. Serdar baba ceketinin cebinden beyaz takke çıkarıp başına taktığında onu izledim. Tekbir getirip namazını kılmaya başladığında bende yönümü kıbleye dönerek namazıma niyet ettim....
.......................................
MERYEMCE...
Mustafa konaktan çıktıktan sonra herkes bir tarafa dağılmıştı. İnci annemin yanında otururken Gülru yanıma geldiğinde İnci annem;
"Bu küçük hanım kim Meryem"
"Bu Gülru, Sinan'ın nişanlısı"
"Neyi neyi"
"Nişanlısı"
"Allah aşkına bu yaşta nişanlanmak"
"İnci anne bu kızı kaçırmak olmazdı hem sen kaç yaşında kaçtın Serdarcığına"
"Sanane deli"
Gülru sessizce gülerken, ben daha sesli gülmüştüm. Benim gülmemi duyan annem yavaşça yanıma gelip oturduğunda başımı onun omzuna yaslayarak İnci anneme baktığımda ağızımı açıyordum ki Gülru;
"Hanım ay Meryemce yenge biz beyaz suya gideceğiz ya "
"Ağa amcanızın haberi var mı"
"Sinan izin aldı Meryemce yenge"
"Evet benden ne istiyorsunuz küçük hanım"
"Mina'yı yanımıza alabilir miyiz"
"Tabi ki alabilirsiniz"
"Teşekkür ederim yenge"
Gülru kenarda bize bakan Mina'nın yanına giderken, Ömür berfe yanımıza geldiğinde;
"Kız sen gitmiyor musun"
"Yok gidemiyorum"
"Neden"
"Neden mi? ağam artık evde oturmasın demiş"
"Ne yapacakmışsın"
"Şirkete gideceğim"
"İyi düşünmüş ağam, Leyla'nın yanına mı gidiyorsun"
"Evet"
Ben onun mutsuz haline gülerken Sare teyzem yanımıza gelip İnci annemin yanına oturdu. Sare teyzem kızının saçıyla uğraşırken Ayşe yengem suratı asık yanımıza geldi. Annem hemen ;
"Ayşe'm bacım ne oldu"
"Yenge, şey hım Berfin'in senesi için mevlüt okutacaklarmış bu akşam"
"EE bacım"
"Bana da gel diyorlar. Sonuçta ben onun teyzesiydim. "
"E bacım gitsene"
"Ahmet ve Baran kesin bir dille hayır dediler. Mustafa'yı ezip geçmektir dediler. Bacılarım, teyzemler herkes orada olacak birde annemde gelecek"
"Mirza ile konuşalım"
"Yok yenge ben oğlum olan Must-"
Telefonumu elime alıp Mustafa'yı aradığımda çekmiyordu. Sinirlenip ayağa kalktığım da annem bileğimi tutarak;
"Annem bu işe girme bence"
"Yengem üzülüyor ama anne"
"Bazen susmak lazım. Sen haklısın ama Mustafa kesin bir dille hayır demiştir eminim"
"Ama amcam ve Baran abim yok demiş"
"Meryemce bu sefer hanımağa ol ve ağanın sözünü dinle"
"Peki anne"
İnci annem anlamayan gözlerle bana bakarken olayı açıklamam gerektiğini anladım. Derin bir nefes alıp kalktığım yere oturarak İnci annemin elini tutup;
"Berfin damadının ben buraya geldiğimde nişanlısıydı. "
"Öldü mü sen öyle mi evlendin Mustafa ile "
"Hımm anne bak şimdi ben buraya geldiğimde Mustafa Hamza bey Berfin adında bir kızla mecburi nişanlıydı. Düğün günü onu aldattığını öğrendi hem de acı bir şekilde"
"Nasıl acı"
"İnci annem aldattığı adam düğünü bastı. Berfin'i vurmak için silahını çektiğinde Berfin Mina'yı önüne çekti."
"Mina'yı mı? Benim gülüşüme bir şey olmadı dimi"
"Anne Mina vurulmuştu. Mina ölümden döndü"
İnci annem bir anda nefessiz kaldı. Elini göğsüne koyduğunda renginin atmasıyla Gülendam'dan su istedim. İnci annemin suyu geldiğinde bir yudum aldıktan sonra;
"Kerem ve sen benden hiç yemediğiniz dayağı yiyeceksiniz"
"Ama annesi"
"Meryem benden bunu nasıl saklarsınız."
"Sakin ol annesi"
"Meryem"
"Dinle bak her şey yerli yerinde "
"Sen o kadar acı çektin her şey yerli yerinde mi oluyor annecim"
"Ahh İnci annem ah keşke Selma senin tırnağın olsaydı"
"Beni iyice sinirlendirme. Ayşe hanım onun teyzesimiydi"
"Evet İnci anne. Ağam izin vermiyormuş"
"Kocan bir şey diyorsa vardır bir bildiği"
"Tamam sustum zaten"
İnci annem elini Ayşe yengemin koluna koyarak;
"Size sinirleniyorlar mı böyle gitmiyorsunuz diye"
"Ailemin hiç bir ferdi bana kızmaz çünkü Mustafa ağamın haklı olduğunu biliyorlar."
"E o zaman niye böyle sizi sıkıştırıyorlar"
"Çünkü annem torun kaybetmenin acısını benden çıkarıyor"
"Neden"
"Berfin'i ben söyledim yengeme"
"Anlıyorum sizi."
Kısa bir an sessizlik olmuştu ki gençlerin sesiyle hepimiz merdivenlere baktık. Ekrem abi avluya girip çocuklarla çıkıyordu ki Berfe'ye bakıp;
"Berfe kızım Leyla seni bekliyormuş, biz bırakacağız seni de"
Berfe oflayarak Ekrem abinin yanına doğru giderken, çocuklar onun haline gülüyordu. Berfe ve Ekrem abi konaktan çıkmıştı ki gençlerde sırayla bizi öperek kapıya gidiyorlardı. İnci annem tebessümle;
"Ne kadar güzel çocuklar Meryemce "
"Dimi annesi"
"Evet prensesim."
" Mustafa Hamza ağam kendi geç yaşta evlendi diye hepsini erken erken evlendiriyor"
"Nasıl yani"
"Mihriban'ı dayısının torunu Yekta ile nişanlayacağız. Gülru ve Sinan nişanlı. Yılmaz ve Gül sözlüler"
"Neeee, iyi de onlar amca çocuğu değil mi?"
"Evet "
"Meryem ne güzel bir ailen olmuş"
"Öyle dimi annesi. Bak bende iki tane kaynana var mesela"
"Nasıl Mirza beyfendi iki eşli mi"
Annem birden;
"Ölmek istemiyorsa benden başka karısı yok"
Hepimiz güldüğümüzde Zümrüt kucağında Hattab ile merdivenlerden gülerek iniyordu. Biraz zaman sonra Nisa Kader ve Selvi de yanımıza geldi. Gözüm Avşin'i ararken annem kulağıma eğilerek;
"Duşa gireceğim demişti gelir birazdan "
"Annem ya"
"Canım gelin"
......................
Sultan ablanın getirdiği çaylarla iyice muhabbetimiz derinleşirken Zümrüt elindeki telefona bir şeyler yazdıktan sonra tebessümle;
"Annem hadi hazırlan gidiyoruz"
"Nereye gelinim"
"Anne ben Baran ile konuşmuştum. Ağam ile konuşup bana dönecekti"
"EE kızım"
"Benim amcamın evi onların evinin yanında ya. Bu akşam orada kalacağız ve sadece mevlüte geçeceğiz"
"Essahtan mı annem "
"Hadi annem, Meryemce abla ağamı arayacakmışsın sen"
Yüzüne baktığımda gülüyordu. Cebimden telefonumu çıkardığımda masadaki telsizden oğullarımın sesi gelmeye başladı. Mustafa'mı ararken odama yürüyordum. Odamın kapısını kapatmıştım ki;
"Ağa karısı"
"Efendim Ağam"
"Nasılsın hala bana küs müsün"
"Beni arasın demişsin"
"Yengem ve Zümrüt'ü sen götürür müsün"
"Neden"
"Ben götürmeni istiyorum"
"Mustafa nedenini söyler misin? seni tanıyorum azda olsa artık "
"Senin götürmen yengemin ailesine ben izin vermeseydim, sizin sözünüzün hiç bir hükmü yok anlamına gelecek"
"Nasıl yani"
"Meryemce hanımağasın sen "
"İyi de Zümrüt'ün amcasının evine gidecekler"
"Meryemce Alibeyoğlu ol, ateş hanım ol, Deli atmaca ol."
"Tamam anladım"
"Meryemce'm"
"Başka bir şey yoksa Ömer ve Mirzaya bakacağım. Acıktılar da"
"Peki"
Mustafa telefonu kapadığında uyanmış oğullarımı yatağa bıraktım. Onlar beni gördükleri için etrafa bakarken, bende üzerimi değiştirmeye başladım. Siyah kumaş pantolon ve beyaz gömleğimi giyindiğimde düğmelerini iliklemeden oğullarımın karnını doyurdum. Onların gazını çıkarıp ana kucağına koyduğumda odamın kapısı çalındı. Gel dediğimde Sare teyzem yavaşça içeriye girdi. Benim önümü açık görünce ;
"Meryemce benim olduğu nasıl anladın da gel dedin"
"Senin vuruşun Mina'nın vuruşu gibi teyzem. Mina olmadığına göre sensin "
"Bak benim güzel kızıma."
"Teyzem oğullarım sende"
"Ayşe'yi ve Zümrüt'ü sen bırakacakmışsın duyduk. Bende onun için geldim"
"Benden çok siz bakıyorsunuz bu çocuklara vallahi"
"Babaannelik kolay değil hanımağam"
"Allah sizden razı olsun teyzem"
"Hepimizden olsun güzelim"
Sare teyzem önüme gelerek gömleğimin düğmelerini iliklerken;
"Sen ve kocan bir elmanın iki yarısı gibisiniz. Aynı hamurdan, aynı kökten gibisiniz. Sizi her sabah her akşam Allaha emanet ediyorum. Meryemce beni ablamdan ayrı tutmadığını fark ediyorum. Ben bu kadar"
Sare teyzeme sıkıca sarılıp başının üzerine dudaklarımı bastırdım. Biraz öyle durduktan sonra kulağına eğilerek;
"Sana bir sır vereyim mi teyzem. Benim annem beni hiç sevmedi. Bırak da anne gözüyle gördüklerimi sevindireyim. Can isteyin can vereyim. Bana teşekkür etme benim size görevim bu"
Sare teyzemden uzaklaştığımda yüzüme bakıyordu. Elini yanağıma koyduğunda ne soracağını biliyordum onun için o sormadan;
"Doğru duydun ama nedenini sorma teyzem o kadar uzun o kadar karışık ki. Kendinize bir dünür isterseniz benden yana dışardaki İnci sultan benim annemden çok annemdir"
Sare teyzem sadece başını sallamıştı. Başımı bağlayarak teyzemle ana kucağına koyduğumuz oğullarımı alıp avluya çıktık. İnci annem yanıma gelerek elimdeki Mirza Asaf'ı alırken;
"Oğullarımı sev sadece kızımı değil"
"Sevmem oğullarını "
"Neden"
"Ben kız seviyorum, kız yap kızını severim"
"Anne yaa"
"Annesinin prensesi, annesinin hüzün gözlüsü seni seviyorum biliyorsun dimi"
"Her zaman biliyorum İnci sultanım."
İnci annem yanağımı öptüğünde sedirde beni, bizi izleyen annemle kalakaldım. Kayınvalidem beni, İnci annemden kıskanmıştı. Bu bakışları hep Mustafa'nın üzerinde fark ediyorum ama kendi üzerimde hissetmek ne kadar garip. Önümde duran İnci sultana sessizce;
"Beni o ölene kadar hep gözünün önünde böyle sevdin. Bir kere bana Mihriban sultan gibi bakmadı. "
İnci annem sıkıca kollarının arasına alarak;
"Bu kadın yani annen senin gerçek annen Meryemce onun için seni benden kıskanması çok normal. Selma Meryemce ağızımı açtırma. Yaraların tazelenmiş senin hadi anneciğim yengen ve gelinini bırak gel. Bende ettiğim yeminimi yerine getireyim"
İnci annemden ayrılıp bir adım geriye giderek;
"Hangisini"
"Damadıma kendi ellerimle haşhaşlı revani yapacağım"
"Hım yap yap yesin"
"Meryemce o senin kocan farkındasın dimi"
"Hım "
"Alırım ayağımın altına"
"Bende seni şikayet ederim"
"Çınar'a mı"
"Hayır kocama"
İnci sultanla gülmeye başladığımızda annem yanımıza geldi. Anneme baktığımda ellerini iki yanağıma koyarak ikimizin farkına varmadığımız göz yaşlarımı silerken;
"Ağlama Meryemce'm sen. Annenin yüreğini yakma he kuzum"
Başımı salladığımda Kader yanımıza gelip;"
"Gelirken bana pamuk şeker alsana Meryemce abla"
"Alırım, Nisa ile ilgilensene ben gelene kadar kahvaltıda hiç hoşuma gitmedi"
"Tamam abla"
Ben konağın önüne çıktığımda tanıdık koruma olmayınca canım sıkılsa da kumral kapı gibi bir koruma önüme gelerek;
"Adım Cengizhan hanımağam. Sizin arabanız ağama gitti. "
"Ağanın arabasını getirir misin"
"Emriniz olur Hanımağam"
"Sen yeni misin"
"Hayır hanımağam ben genellikle gece de olurum"
"Neden"
"Hanımağam şey"
"Bana refakat eder misin Cengizhan"
"Şeref duyarım hanımağam, İsmail burası sizde"
Cengizhan koşarak garajların olduğu tarafa giderken, Ayşe yengem ile Zümrüt yanımıza geldi. Ayak üzerinde Hattabla oynarken, araba yanımızda durdu. Cengizhan direksiyondan inerken arka kapı yengem ve Zümrüt'e açtım. Onlar arabaya bindiğinde direksiyona geçtim. Cengizhan son emirlerini verip kapıyı açarak bana baktığında tebessümle bin demiştim. Yanıma oturduğunda yola çıktım. Dikiz aynasından arkaya baktığımda Ayşe yengem ;
"Meryemce senden Allah razı olsun"
"Neden yenge"
"Karıştırma iyi ki buradasın"
Sessizce giderken Cengizhan telefonuyla biriyle yazışıyordu. Zümrüt yolu anlatmaya başladığında gittiğimiz yollar biraz garip derece de kalabalıktı. Biraz daha gittikten sonra yol büyük bir meydana girdi. Zümrüt sağda ki büyük kapı abla dediğinde arabayı oraya sürdüm. Arabayı durdurup kapıyı açtığımda Cengizhan ne çabuk yanıma geldi anlamadım. Zümrüt ve Ayşe yengem arabadan indiğinde büyük kapı sonuna kadar açıldı. Yirmili yaşlarda güzel bir kız bize doğru gelirken bir anda durdu. Yüzüme bakarken Zümrüt hafif öksürüp;
"Elmas kendine gel"
"Bu kadın, bu kadın "
"Meryemce Alibeyoğlu kendisi"
Ayşe yengem koluma girerek beni yürütürken, kulağıma;
"Azrail hanımağa ol"
"Neden"
"Çat kaşlarını hemen"
Derin bir nefes alarak atmaca olduğumda Ayşe yengem bile dik durmuştu. Ufak konağa girdiğimizde merdivenlerden inen babam yaşındaki adam birden elini karnına koyarak;
"Hanımağam hoş geldiniz sefa getirdiniz"
"Hoş buldum"
"Ben Zümrüt'ün büyük amcası Denktaş, buyurun şöyle sedirlere geçelim"
Sedirlere oturduğumuzda yengem az ilerimizdeki başka sedire oturmuştu. Zümrüt avluya giren Cengizhan'ın elinden ufak çantasını alarak merdivenleri çıkarken zaman durdu sanki bir an. Ben hanımağaydım. Mustafa yoksa herkes bana saygı duymak zorundaydı. Derin bir nefes alarak ağızımı açıyordum ki Denktaş bey gür bir sesle kahve diyerek kapıyı bize açan kızı içeriye göndermişti. Kısa zaman sonra Denktaş beyin karısı yanımıza geldiğinde kısaca hoş geldiniz diyerek yanımızdan ayrıldı. Hanımlar uzaktan bize bakarken, Ayşe yengem yanıma gelip;
"Hanımağam ben sen buradayken bacıma geçip geleyim. "
"Akşam geçersin diye düşündüm "
"Hanımağam kısa bir zaman gidip görünüp geleyim"
"Peki"
Ayşe yengem çantasını yanına gelen Zümrüt'e bırakıp konaktan çıktığında Cengizhan'a başımla git dedim. Yengemin peşinden Cengizhan giderken Denktaş bey;
"Hanımağam sizin sadece yanınızda bir tane mi korumanız var"
"Neden sordunuz"
"Geldiğiniz mevki Savaş Varlıoğlunun aşiretine ait arsalar"
"Sizde o aşiretten misiniz"
"Hayır biz Kahramanoğlu aşiretine bağlıyız."
"O zaman sizin korumalarınızda benim Denktaş bey."
Adam yüzüme bakınca tek kaşımı kaldırıp;
"Öyle değil mi yoksa Denktaş bey"
"Evet hanımağam"
Kahvelerimiz geldiğinde fincanlara kısa bir an baktıktan sonra yavaşça ayağa kalkarak;
"Kahvenizi içmiş kadar oldum. Uğramam gereken yerler var. Bıraktığım emanetlerimi yarın aynı şekilde alırım inşallah"
Denktaş bey ayağa kalkıp hafif sesi titreyerek;
"Emriniz olur hanımağam. "
Kapıya doğru bir adım atmıştım ki avluya bir adam girdi. Belindeki silahı yanına gelen kıza verip boş bulduğu bir sandalyeye kendini atarak ;
"Mustafa Hamza ağanın arabası burada yoksa eski nişanlısının senesine mi geldi"
Zümrüt merdivenleri inerken ' Dinçer yavaş' dediğinde adam, Zümrüt'ü görünce gözleri parlayarak;
"O Baran beyin güzel karısı gelmiş"
Denktaş bey biraz daha olduğu yerde huysuzca kıpırdayınca tek kaşımı kaldırıp;
"Beyfendi kim Denktaş bey"
"Oğlum dün geldi İstanbul'dan. Orada yaşar yani bir bakıma sürgün gibi "
"Anladım kimin sürgünü diye sormak istemiyorum"
Adam ağızını açmıştı ki Dinçer denilen adam yanıma doğru gelip;
"Sen köye gelen yeni imamın karısı mısın? "
"Ben mi ?"
"Evet güzel kadınmışsın ama hiç imam karısı gibi durmuyorsun"
Başımı sallayarak Denktaş beye dönerek;
"Beyfendi gizli geldi galiba"
"Şey hanımağam"
"Anlamıştım. Zümrüt hazırlan gidiyoruz. "
Zümrüt başını sallayarak merdivenleri çıkarken, Denktaş bey;
"Hanımağam yeğenimi şey yani ağama söylemeseniz"
"Söylemeyin dediğiniz adamın kendisi şuan karşınızda bilin. Bu ne hadsizlik. Bu ne adilik. Bu it oğlun en fazla bir saat içinde Mardin'i terk etmezse olacaklardan ben sorumlu değilim. Ben ağanız gibi sadece şehirden sürgün etmem."
"Hanımağam bu akşam kalsaydı oğlum"
Ağızımı açmıştım ki kulağıma bir sürü araba sesi doldu. Peş peşe kapanan kapı sesleriyle konağın kapısı açıldı. Baran abimin gür sesi öyle bir inletti ki avluyu;
"Zümrüt çabuk çıkıyorsun bu konaktan"
Zümrüt elinde Hattabla çıkınca bir an şaşırsa da başıyla çık demişti. Zümrüt avludan çıkarken Baran abim yanıma gelerek elini karnına koyarak;
"Hanımağam arabanıza geçin, benim Denktaş amca ile kısa bir konuşmam olacak"
"Peki ben gerekenleri söylemiştim ama buyurun Baran Ağam"
Kapıya doğru giderken Cengizhan kapının yanında beni bekliyordu. Arabama gitmek yerine Baran abinin arabasına yaklaştım. Koruma kapıyı açtığında yengem arabanın içinde gelininin göz yaşlarını siliyordu. Zümrüt ağlayarak bana dönüp;
"Yenge gördün ben yeni gördüm geldiğini"
"Sakin ol Zümrüt kocan sana kızmadı ki."
"O Dinçer beni severdi ama ben vallahi Baran'dan başkasına bakmadım anne, Meryemce yenge"
Yengemle tebessümle birbirimize baktıktan sonra yengem gelinine sıkıca sarılıp başını öptüğünde, arada kalan Hattab gür bir sesle ağlayınca;
"Hadi hanımlar doğru eve. Ben gidiyorum. Çarşıdan bir şey istiyor musunuz"
"Sağ salim konağa gel yeter deli gelin"
"Ohh be yenge, İnşallah geleceğim"
Zümrüt'ün başını öpüp arabama giderken Baran abim konaktan çıktı. Eliyle görüşürüz diyerek arabasına binerken bende arabama bindim. Cengizhan yanıma gelip bindiğinde hızla yola çıkıp sert şekilde meydanda döndüğümde kenardaki adamların bana baktıklarını fark ettim. Biraz ilerlemiştik ki;
"Hanımağam bana kızdınız mı"
"Neden"
"Ben geldiğimizde Dinçer'i görünce Baran ağama haber verdim. Ayşe hanım annesine geçerken ona da söylediğimde iyi oldu. Akşam kalmak istemiyordum dedi"
"O zaman kızmama gerek yokmuş"
"Siz, yani bu kadar iyi olmak nasıl desem"
"Beni boşver sen neden gececisin"
"Şey hanımağam benim babamla sorunlarım vardı. Mustafa ağam babamı öldürmeyim diye gece evde olmamı istemezdi sonra anam öldü. Konağın yakınlarında bir küçük evim var eşim ve iki oğlumla orada yaşarım. Alışkanlık oldu şimdide. Boran ile anlaştık şimdi bazı geceler o adamların başında, bazen de ben. "
"Ben seni hiç görmedim ama geceleri bile"
"Hanımağam şey bunu bildiğinizi ağama söylemezseniz söylerim"
"Nedir"
"Ağam Boran'ı her türlü yanınızdan göndereceğinizi bildiği için hastanede kaldığınız gecelerde sizi tek başıma koruyordum. Size görünürsem, sizde beni tanırmışsınız ve beni de göndermeyin diye "
"Nasıl saklandın benden"
"Eren sağ olsun. Garip bir şekilde beni çok kamufle ediyordu. Sanki sizi çok iyi tanıyor ve hareketlerinizi çözmüş gibi. Hatta dün ağalar toplantısında dedi ki siz geldiniz de, başını eğ, şimdi bütün korumaların yüzüne bakacak dedi ve siz gerçekten öyle yaptınız"
"Ah öyle mi"
"Öyle hanım ağam"
"Tamam bunu bildiğim iyi oldu. Hadi gidelim alışveriş yapacağım. Alacaklarım var"
Cengizhan başını sallarken, hızlanmıştım.
........................................
MİHRİBAN ANNE...
Meryemce konaktan çıktığında İnci hanımla sedire oturduğumuzda Sare kucağına Ömer'i almış severken, Mirza'ya ana kucağından bakan İnci hanıma;
"Neden kucağınıza almıyorsunuz"
"Alamam ki "
"Neden "
"Çok ufak ya bir şey olursa"
"Torununuz yok mu"
"Bir sürü ama Meryemcenin oğlu bu onu kıyıp alamam ki"
"Nasıl yani"
"Ben Mina'yı da çok zor aldım kucağıma"
"Neden "
"Meryemcenin, Meryemimin hüzün gözlümün parçaları ya bir şey olur diye üzülürüm. Onu üzmek ağlatmak istemem"
"Ah İnci hanım "
"İnci derseniz sevinirim"
"Yaşınız sormak istemem ama insanlara direk isimleriyle hitap etmek istemem"
"Ben atmış dokuza gireceğim"
Avluda bir anda herkesten kaç sesi çıkınca bende gülmüştüm. İnci hanım başını eğdiğinde;
"Hiç göstermiyorsunuz İnci hanım gerçekten "
"Sizde göstermiyorsunuz Mihriban hanım, Mustafa Hamza'yı çok erken yaşta mı kucağınıza aldınız"
"Yok Mustafa doğduğunda tam yirmi iki yaşındaydım"
"Siz yani sen şimdi gerçekten sen hiç göstermiyorsun "
Avluda gür bir kahkaha sesi duyulduğunda başımı sallamıştım. İnci hanım ayağa kalktığında;
"Nereye İnci hanım"
"İnci abla de sen bence bana Mihriban"
"Olur İnci abla nereye"
"Ahtım var damadıma tatlı yapacağım"
"Ne tatlısı"
"Haşhaşlı irmik tatlısı yapacağım"
İnci hanım mutfak tarafına giderken herkes bana bakıyordu. İnci ablanın peşine gidecekken Çiçek avluya girdi. Onu buyur ettiğimde yavaş adımlarla mutfağa girdim. Mutfaktaki sandalyelerden birine oturmuştum ki avludaki herkes mutfağa gelmişti. Kader yanıma otururken, diğerleri bir işin ucundan tutmuştu.
Zaman su gibi akmış havanın biraz soğuk olması yüzünden büyük salona geçmiştik. Kızlar kahveleri ikram ederken Sare hafif öksürüp;
"İnci abla senin kaç çocuğun var"
"Benim vefat eden çocuklarımla dokuz tane çocuğum var"
Hepimiz İnci ablaya bakarken;
"Benim üç oğlum doğduktan bir iki saat sonra vefat ettiler. Doktorum bir daha doğum yapamazsın dedi. Kerem'i yetimhaneden aldığımızda çok mutlu olmuştum. Rabbim onu aldıktan sonra üç tane kız nasip etti.
Biraz zaman sonra anladık ki Kerem zaten benim oğlummuş"
"Nasıl yani "
"Şöyle Mihriban, benim ikinci oğlumun doğumundan sonra sütüm vardı. Yetimhaneden bir bebek getirdiler kayınbabam o zaman bana bunu emzir demişti. Ben ona bir sene süt gönderdim. Bir zaman sonra kayınbabam o bebeğin Kerem olduğunu söylediğinde çok mutlu olmuştum."
"Yani Kerem bey oğlum senin süt oğlun mu"
"Evet. Onun için benim gözümün ışığı derdimin dermanı oğlum çok kıymetlidir. O bana bir anne der iki cihanı bana verseler bu kadar mutlu olmam"
Hepimiz ona bakarken kenarda oturan Nisa sandalyesinden kalkıp yanıma oturdu. Başını omzuma yaslayarak;
"Ben bir şey sorabilir miyim İnci hanım"
"Tabi ki Nisacım"
"Ablama neden hüzün gözlüm diyorsunuz"
"Ah ben onun doğduğu günü biliyorum. Nasıl ağlayarak ortalığı yıkıyordu. Biliyor musunuz onun o sert kırılmaz duvarlarının arkasında, çelik gibi bakışlarının arkasında nasıl hüzünlü, masum nazlı bir kız çocuğu var. Onun için Kerem neyse Meryem de benim için öyle. Onun tek bir göz yaşına canım acır. Ben onunla kaç defa ameliyatlara girdim. Selma yani neyse o hastaneye getirdi nöbetlerde beraber olurduk onunla. Selma hemşire olmasına rağmen benimle daha çok zaman geçirdi Meryem"
"Neden Meryem diyorsunuz "
"Çünkü benim için Meryem o. Saf temiz o. Mihriban sana bir şey sorabilir miyim"
"Tabi ki"
"Sana karşı nasıl Meryem"
"Saygılı benim güzel gelinim. Bir dediğimi iki etmez."
"Onu kırmayın olur mu? Onun yaptığı her şeyin hep bir sebebi vardır"
Ağızımı açıyordum ki içeriye giren Ayşe ile şok oldum. Ayşe burnundan soluyarak karşıma oturduğunda;
"Eltim ne oldu"
"Aman yenge orası karıştı"
Nasıl dememle Ayşe anlatmaya başladı. Konular birbirini kovalarken, bizi dikkatle izleyen İnci abla eğleniyor gibiydi. Bir an onu incelerken bir şey dikkatimi çekti, sakin yapısı Meryemce'mi andırıyordu.
Başımı duvardaki saate çevirdiğimde konağımın erkeklerinin gelmeye başlaması an meselesiydi fakat Meryemce daha gelmemişti. Bu saate kadar minik aslanlarımı Kader ve Selvi doyursa da artık anne kokusu isteyecekleri belliydi.
Büyük masa hazırlanmaya başladığında erkekler sırayla salona giriyordu. Gençler kendine has şen şakrak salona girdiğinde tebessümle onlara bakmıştık. Herkes yerini almıştı ki Mustafa ve İnci ablanın eşi Serdar bey salona girdiler. Hamza ağamdan kalma ahşap kolu berjerine otururken salona giren Mina'ya kollarını açtı. Mina koşarak babasının kucağına çıktığında, baba kız birbirlerini severken Serdar bey ile İnci abla kendi arasında bir şey konuşuyorlardı.
Sultan masanın hazır olduğunu Mustafa'ya söylediğinde gür sesiyle buyurun dediğinde hepimiz yavaş yavaş masaya geçerken Mirza'm gür sesiyle;
"Ağam Meryemce nerede"
Mustafa'm derin bir nefes alıp, sakinleşmeye çalışarak;
"Hastanede işleri varmış baba "
Masaya geçtiğimizde Mina Meryemce'nin sandalyesine oturduğunda Mustafa afiyet olsun demişti. Hanımlar kendi arasında sohbet ederek yemeğini yerken, beyler de aynı şekilde Serdar beyle konuşuyorlardı. Biraz zaman geçmişti ki Serdar beyin telefonu çaldığında koskoca adam Mustafa'ma baktığında oğlum eliyle buyurun demişti. Serdar bey açarak;
"Efendim Çınar"
"..."
"Yarın sabah çıkacaktık yola biz. Kadir gelip alacaktı"
"..."
"Tamam öyle yaparız merak etme"
"..."
"Tamam oğlum"
Serdar bey telefonunu kapatarak cebine koymuştu ki Mustafa'm;
"Serdar baba"
"Efendim Mustafa"
"Sen Adar varlıoğlunu nereden tanıyorsun"
"O it zamanında babamın ve Cevdet abimin ayağına çok dolandı. Kemal ateş'in çok samimi dostuydu. Bu itin bir oğlu varmış galiba, Kemal dostluğunu sağlamlaştırmak için Meryem'i bu adamın oğluna verecekti ama babam öyle sakince konuştuğunda bu it Kemal'in sadece iki oğlu var bilir"
Hepimiz Mustafa'yı izliyorduk. Mustafa'nın boyun damarları çıkarken Mina birden;
"Serdar dedoş"
"Efendim gülüş"
"Annemin yaramaz hallerini babama anlatsana"
"Hangisini"
"Bıyıklı dedeme yapmış ya"
Hepimiz Serdar beye döndüğümüzde, İnci abla gülmeye başlamıştı bile. Serdar bey önündeki suyundan bir yudum alarak ağızını açmıştı ki salonun kapısı açıldı. Meryemce kaşları çatık içeriye girip elindeki cüzdanı masaya sertçe bırakarak koltukta sakince oturan Nisa'nın önüne gitti. Mustafa'm gibi derin bir nefes alıp gözlerini kapadı. Biraz bekledikten sonra yavaşça açıp sahte tebessümle;
"Nisa ablacığım sana bir soru soracağım "
Nisa suç işlemiş gibi sor abla der gibi başını salladığında Meryemce yüzünü ovuşturarak;
"Mert nerede kızım"
"Abla şey"
"Nisa dosdoğru söyle Mert nerede"
"Şey abla ben ona yalan söyleyemem dedim o, o Almanya'ya gitti."
"Kiminle gitti Nisa biliyor musun"
"Amcanızla abla"
Meryemce boynunu sağa ve sola yatırdıktan sonra;
"Tamam kızım. Sana kızmadım sakin ol tamam mı"
"Tamam abla"
Meryemce cebinden telefonunu çıkarıp bir iki tuşa basıp kulağına tutup biraz bekledikten sonra;
"Mert'in bütün kartlarını blok ediyorsunuz. İt kendi dönsün bakayım nasıl dönecek. Bizim şirketlere gidemeyecek zaten"
Telefonu kapadığında Serdar bey;
"Meryem ne oldu"
"Rauf amca demeye bin şahit lazım. Dört kişiyi öyle böyle dolandırmamış"
"Gerçekten mi"
"Evet. Mert'i cüzdan diye götürmüş yanında"
"Anladım kızım. Peki Mert'in sana yalan söylediğini nasıl anladın"
"Hastaneden çıkıyordum aradı beni Ankara'da işlerim uzadı abla Hazar abimin düğününe gelemeyeceğim dedi. Ben tamam dedim ama yemedim. Telefonu kapadım Ankara'daki şubeyi aradım ve devamı geldi. Şimdi benim kardeşim bana gerçeği söyleyemeyecek olduğu için"
"Meryem"
Meryemce'm başını sallayarak sandalyesine oturduğunda Mina annesine göz ucuyla bakıyordu. Meryemce fark etmiş olacak ki kızının saçlarını severek;
"Mina ne oldu kızım"
"Anne dedoşum senin yaramazlığını anlatacaktı biliyor musun"
"Hım anlatmasın dedoşun. Sen karnını doyurdun mu"
"Evet anneciğim babam ve cici annem çok yedirdiler beni"
"Tamam prensesim."
Mina rahatlamış gibi babasının kucağında biraz daha rahat oturmaya başladı. Yemek masası kaldırılıyordu ki Mustafa'm;
"Sultan abla, Meryemce hanıma bir tabak yapın yemek yemedi o "
Meryemce, kocasına öyle güzel baktı ki benim içim titredi. Masa kaldırılırken kızlar Meryemceye yemek getirmişti. Biz çaylarımızı masada içerken o sessizce yemeğini yiyordu.
Biraz zaman geçmişti ki Serdar beyin telefonu çaldı. Ekranına baktığında Meryemce;
"Bana ver o telefonu Serdar abi"
"Meryem"
"Abi uzat"
Serdar bey telefonu Meryemceye uzattığında Meryemce yarım yenmiş tabağını Gülendam'a uzatırken çalan telefonu kapatıp;
"Gülendam şekersiz bir kahve istiyorum"
Gülendam tabakla giderken tekrar çalan telefonu açarak;
"Efendim"
"..."
"Ben Meryemce, Yağız bey "
"..."
"Kes sesini Nazlı'nın dedesi olman benim için bir şey ifade etmiyor. Kerem için de bir şey ifade etmiyor. Şimdi o kulaklarını iyi aç beni dinle. Kerem tekrar evlenmiş olabilir sizi ve kimseyi ilgilendirmez. Hüma Hünkar yani Kerem Hünkar'ın kıymetli karısı sizin nazlı kızınızdan çok daha iyi anne olacaktır. Şimdi dersen ki Meryemce benimle uğraş şu dakika her şeyi tersine çeviririm. Benim dostumu ortadan kaldıracak adam annesinin karnından doğmadı. Ben daha ölmedim. Kerem kızının dedesi ve anneannesi yaşasın istiyor Yağız karsan. "
"..."
"Kes sesini zamanında kızın şimdi de sen mi? Bak ben o kadar sinirliyim ki senin sülalenden ve karından gizlediğin karın ve oğlundan başlatma bana"
"..."
"Aferin sana akıllı adamsın. Şu dakikadan sonra Kerem'in veya ailemin canını sıkacak bir şey yaptığın takdirde "
"..."
"Hayırlı akşamlar "
Meryemce telefonu kapattığında hepimiz ona bakarken, Meryemce önündeki kahvesinden bir yudum alarak telefonu Serdar beye uzattı. Serdar bey telefonunu cebine koyarken Mustafa derin bir nefes alıp;
"Meryemce hanım sizin hastane de ne işiniz vardı"
"İki tane öğrencim sizin hastaneye geldi. Hem onları görmek için hem de Naci hoca ile bir şey konuştuk. "
Mustafa başını sallarken, İnci abla;
"Hangi öğrencilerin Meryem"
"Akel Nisa Baysoy ve Mehlika Eyşan Arık "
"Sağlam öğrencilerin gelmiş sevindim senin adına. Senin etrafında öyle öğrencilerinin olması güzel"
"Öyle İnci annem. Bu sene tıp balosu burada yapılacak"
"Kuruluşun mu"
"Evet ama bu sefer büyük bütün hastanelerin doktorları"
"Meryem ben gelmem"
"Bende gitmeyi düşünmüyorum. "
İnci abla ile Meryemce gülerken, Serdar bey masaya konulan tatlılara bakıyordu. Derin bir nefes alarak;
"İnci hanım damatların ve oğulların duymasın"
"Sen söylemezsen duymaz Serdar"
"Olur söylemem"
Hanımlar gülmeye başladığımızda, erkeklere Meryemce neden olduğunu anlatmaya başlamıştı. Mustafa'm önüne bırakılan haşhaşlı revaniden bir çatal almıştı ki Meryemce telefonuyla resmini çekerek bir şeyler yaptıktan sonra gülüp telefonunu masaya bıraktı. Mustafa'm tatlısını beğeniyle bitirip İnci ablaya teşekkür ederken İnci ablanın telefonu çalmaya başladı. Hırkasının cebinden telefonunu çıkarıp ekrana baktıktan sonra; "Meryem seni geberttim. " dedikten sonra telefonu açtı. Telefonun sesi dışarıya çıkıyordu. Meryemce gülerken telefondan kalın bir erkek sesi salonda duyuldu;
"Validem oldu mu şimdi"
"Ne oldu mu Ferit"
"Daha kaç senelik damat ki senin tatlını yiyebiliyor. Hem Serdar babamdan dayak yedi mi? "
"Yemedi ama ahtım vardı Ferit"
"Banane ya ben ağlayarak yedim o tatlıdan seni Çınar abime ve Kerem abime söyleyeceğim. Bacanakları saymıyorum bile"
"Ferit oğlum iyi misin annem"
"Yok değilim anne kıskandım "
Meryemceden öyle bir kahkaha sesi geldi ki hepimiz ona bakmıştık. Meryemce nasıl rahat nasıl keyifli dertsiz kahkaha atıyordu. Gözüm Mustafa'ya kaydığında duygulanmıştım. Karısına kırılacak nadide taşmış gibi bakıyordu. Hepimiz başımızı eğmiştik.
İnci abla telefondaki konuşmayı kısa keserek kapattığında Serdar bey;
"Lisede ki gibi güldün Meryemce keşke Kerem duysaydı"
Meryemce omzunu silktiğinde nazlı kız çocuğu gibiydi. Ayağa kalkıp sıkıca sarılmak istemiştim ki Mustafa'nın elinin Meryemce'nin bacağının üzerinde olduğunu fark ettiğimde durdum.
Zaman su gibi akarken bizler koltuklara geçtiğimizde gençler salondan çıktılar. Ömür hemen peşlerinden giderken ona gülüyorduk ki Nisa yavaşça ayağa kalktı. Meryemce kucağındaki Ömer'i koltuğa bırakıp ayağa kalktığında Nisa bizim gibi Meryemce'ye baktı. Meryemce sıkıca Nisa'ya sarılıp;
"Ablacığım üzülme sakın tamam mı"
"Üzülmem ablam hiç üzülmem Sen yanımdasın neden üzüleyim ki. Fakat yoruldum abla "
"Yorulma kızım gerçekten yorulma ben tam arkandayım"
Nisa karnı el verdikçe sıkıca Meryemce'ye sarılıp odadan çıktığında, Serdar bey;
"Sen her zaman böyle güçlüsün. Ben seninle gurur duyuyorum Meryemce. Bir şey fark ettim ama Meryemce"
"Nedir abi"
"Daha bir güçlüsün "
"Güçlüyüm çünkü"
Meryemce yavaşça kalktığı yere oturup kucağına Ömer'i alarak;
"Güçlüyüm çünkü, öyle bir dağa yasladım ki sırtımı, yansa yıkılsa burnum kanamaz benim "
Salonda öyle bir sessizlik oldu ki ufacık bile bir ses yoktu. Meryemce o kadar güzel anlatmıştı ki kocasına güvenini ben gurur duymuştum. Mustafa yavaşça yerinden kalkıp salondan çıktığında anlam veremedim.
Saatler birbirini kovalarken önce Ünal beyler ve Bedirhan oğlum ayaklandılar. Çiçek İnci ablaya uzun bir zaman diliminde gelmesi için ısrar ederken, Serdar bey bütün yaşıtlarını İstanbul'daki çiftliğine davet etmişti. Devran oğlum ile Avşin odalarına gitmek için odadan çıkarken, Serdar bey ile muhabbetleri önceye dayandığı belliydi. Mustafa salondan çıktıktan çok sonra gelmişti yanımıza ama çok sessizdi. Bu sessizlik beni korkutmaya başlamıştı. Kader, Selvi sırayla odalarına geçerken, Sare'm gençleri bakar yatarım abla diyerek salondan ayrıldığında Ayşe ve Ahmet'te yanımızdan ayrıldı. Salona baktığımda herkes odasına çekilmişti. Salonda sadece Serdar bey ile sohbet eden kocam, büyük masada sessizce sohbet eden Mustafa ile Hazar birde İnci abla ile ben vardım. Meryemce beş dakika evvel minik asileri alıp odasına götürmüştü. Salondan çıkarken yatırıp geleceğim demişti. Leyla nerede diye bakarken Hazar ayağa kalkıp;
"Ben bir Leyla'ya bakayım gelecekti gelemedi bir türlü"
Hepimiz ona gülerken Serdar bey;
"Ahmet Hazar kızı, Meryemce ile istemiş olabilirsin fakat onun babası benim haberin olsun. Düğünde olmaya çalışacağım"
"Beklerim Serdar Hünkar bey"
"Bana bak bana istersen diklenme "
"Neden ki"
"Meryemce sözümden çıkmaz. Bir lafımla ayırır seni haberin olsun"
Hazar başını kaşıdıktan sonra biraz düşündü. Ağızını bir kaç defa açıp kapadıktan sonra hızlı bir şekilde salondan çıktı. Peşinden hepimiz gülmeye başladığımızda Serdar beyin; 'kızlarımın emin yerde olması güzel' demesiyle mutlu olmuştum.
Mustafa elindeki telefonda bir şeyler yaparken, Meryemceye bakmasını söyleyeceğim sırada güzel gelinim salona girdi. Üzerindeki kahve rengi hırkasına sarılarak Mirza ve Serdar beyin arasına oturdu. Bacaklarını kendine çekerek başını Mirza'mın göğsüne yasladı. Serdar bey gülerek;
"Zamanını bekliyorum"
"Emin ol bende Serdar abi"
Serdar beyle Meryemce gülerek birbirlerine baktıktan sonra Meryemce gözlerini kapadı. İnci abla ile ailelerimizden sohbet ederken, Mirza'm ile Serdar bey kendi arasında sohbet ediyordu. Bir anda sessizlik olduğunda Mirza'm;
"Saat geç olmuş Mihriban hanım Serdar abi ile İnci ablaya odalarını gösterelim"
Meryemce'ye baktığımda Mirza'nın göğsünde uyuyordu. Mirza ile gelinimize gülerek başımı salladım. İnci abla yavaş bana doğru biraz eğilerek;
"Meryem hiç sütünü sağıyor mu"
"Dolaba ara ara bırakıyor İnci abla, neden sordun ki"
"Meryem ile Mustafa biraz yalnız kalsa. Torunların birini sen al, birini ben"
"Yok sen yorulma ben bakarım asilerime "
"Olur mu öyle"
"Ben çok bakıyorum İnci abla. Benim gelinim yerinde hiç durmuyor ki"
İnci abla tebessüm ettiğinde ayağa kalktım. Mirza masada telefonuyla ilgilenen Mustafa'ya baktığında Serdar bey ayağa kalkıp masaya doğru yaklaşarak oğlumun kulağına doğru eğilerek bir şeyler dedikten sonra Mirza'ya dönerek ;
"Mirza bırak orada uyusun o deli"
"Boynu tutulur Serdar abi"
"Onu da kocası düşünsün"
"Gelin de dost da benim Serdar abi"
"Bırak bırak sonra nazlarsın kızını, hem sen gel ben sana bir sır vereceğim. "
İnci abla koluma girdiğinde, Mirza yavaşça Meryemcenin başını ufak yastığa bırakıp ayağa kalktı. Dördümüz salondan çıktığımızda Serdar bey Mirza'nın koluna girerek dama çıkan merdivenlere çıkarken İnci abla da bana hadi bizde çıkalım dediğinde başımı salladım.
Dama çıktığımızda konağın her ışığı kapalıydı. Kare sedirlere oturduğumuzda Serdar bey Mirza'ya dönerek;
"Mirza sen kızıma baba, Mihriban hanım anne olmuş Allah razı olsun. Şimdi size onun hakkında bir şeyler anlatmak istiyorum. Bunları bilmeniz ileride kızımı yargılamamanız için gerekli"
.................................
MUSTAFA HAMZA...
Annemler salondan çıktığında koltukta uyuyan karıma baktım. Bu gün kırmıştım onu. Ona güvenim sonsuzdu. Benim için dünyaya bedel olan tek varlıktı. Bu gün Cengizhan mesajla olan biteni haber verdiğinde gurur duymuştum. Hastane bahçesinde bırakır diye düşündüğüm Cengizhan'ı hep etrafında dolaştırmıştı. Karımın her adımından haberim vardı. Bana kırgındı gözlerinden anlıyordum. Bu gün duyduklarım beni iyice germişti. Ne kadar sakince uyuyan karımı izledim hiç farkında değildim.
Oturduğum yerden yavaşça kalkıp salondan çıktım. Mutfağa giden merdivenlerden hızlıca mutfağa girdim. Bu gün aldığım lokumları ve büyük su bardağı soğuk suyu alıp yukarıya çıkarken, annem ve babamla karşılaştım. Kucağında oğullarım vardı. Onlara baktığımda sadece yüzüme baktılar. Anneme kaşlarımı çatarak;
"Nereye gidiyor çocuklar anne"
"Bizimle kalsınlar bu akşam oğlum"
"Neden"
"İşte oğlum sen, sen Meryemce ile zaman geçir"
"Odamıza geçerken alırız"
"Mustafa oğlum"
"Anne onların yeri beşikleri, annesinin yanı"
"Mustafa seni ayırıyoruz gibi davranma. Sen farkında mısın ne kadar uzak kaldınız birbirinizden. Babaannen ve deden de seni alırdı yanımızdan"
"Anne ben çocuklar Meryemce'den ayrılınca üzülür diye düşündüm. Ben Meryemcenin daha Talha'yı atlattığını düşünmüyorum"
"Mustafa senin karın çok güçlü bir kadın. Hadi sen git onun yanına ağam. Çok huysuz olurlarsa size haber veririz"
Başımı sallayarak salona girdiğimde Meryemce sol elinin içine yanağını koymuş derin uyuyor gibiydi. Elimdekileri orta sehpaya bırakıp karımın yüzü hizasına yere bağdaş kurup oturdum. Başındaki tülbentinin çenesinde iğne var mı diye biraz eğilerek baktığımda iğne yoktu. Başını yavaşça açtığıma yanağını severken sessizce;
"Seni ne kadar seviyorum bir bilsen. Sana içimdeki duyguları nasıl anlatsam bilemiyorum bile. Kırıyorum, üzüyorum. İçime sokup hapsetmek istiyorum ama olmuyor. Sen bana güvendiğini ne kadar güzel anlattın ama ben, bende sana çok güveniyorum ama zifiri karanlık kuyunu her geçen gün daha da merak ediyorum. Ah nefesim olan kadınım. Her şeyim olanım. Affet kocanı. Bakışında huzur bulduğum biricik aşkım ben senin yaralarını sarmak istiyorum. İlk defa bu kadar merak ediyorum zifiri bir kuyuyu. Gözlerine, ellerine, ruhuna muhtacım! Nefes alışın, aldığın soluk olmak istiyorum. Beni her zaman her bir hücrende hissetmeni istiyorum birtanem. Ne zaman aklıma düşsen, birlikte geçirdiğimiz anlara şükrediyorum. Seni bana veren Rabbime her an dua ediyorum. Ne güzel bir aşksın benim için ve ne güzel düştün yüreğime... Gönlümde çiçekler açtıran kadın! İçimdeki duyguların sana karşı haddi hesabı yok. Bu hayatta bana verilen en büyük mükafatsın diyebilirim. Biz seninle her zaman sorunlarımızı çözdük. Sevgimizin ışığında, kırılganlıklarımızı ve sorunlarımızı bir kenara bırakmayı bildik. Sevgimizin her geçen gün büyüdüğünü hissediyorum. Sen benim en değerli varlığımsın. Geleceğim, dünüm, bugünüm, her anımsın. Kalan ömrümü seni mutlu etmeye adayacağım, çünkü sevgi ve sevmek seninle güzel! Tertemiz gönlünle ve kol kanat gerişinle her zaman sırtımı dayamaya olanak sağladın bana. Ne güzelsin sevgilim, seni yaşayabilmek ne güzel! Ömrümdeki her anımı canlandırdın, yeniden doğmama yardımcı oldun sen benim. Gönlümdeki değerini tarif edemem birtanem. Sevdik, saydık birbirimizi bunu gönlümün derinliklerinde hissedebiliyorum. Doğru insansın benim için ve bu aşkın bitmesine izin vermeyeceğini biliyorum. Her yaşım seninle güzel, ömrüme dokunuşun beni mutlu eden ve hayattan zevk almama yardım eden bir dokunuş. Öyle güzel bakıyorsun ki bana ve öyle güzel gülüyorsun ki! Gönlüm ısınıyor sevgilim, ısınan gönlüm seninle doluyor ve huzur buluyorum. Biz birbirimize sırtımızı dayadık, güvendik, sığındık sevgilim. Gönlünün en güzel yerinde olduğumu kalbimin en derinlerinde hissedebiliyorum. Karşıma çıktığın gün için Allah'a şükrediyorum ve biliyorum ki bizi birbirimiz için yarattı. Benim kokum olmadan uyuyamadığını biliyorum sevgilim"
İşaret parmağının tersiyle yanağını sevmeye devam ederken, Meryemce yavaşça gözlerini açtı. Elini sakallı yanağıma koyarak tebessümle;
"Minel habibi ilel habibi habib (Sevgiliden gelen her şey sevgilidir). Senin bana nasip olman şahsi hayatımın en değer biçilmez talihidir sevgilim. Kocam, nefesim seni çok iyi anlıyorum ama az kaldı inan ki anlatacağım. "
Bir şey demeden sıkıca sarıldığımda yüzümü kokusunun en yoğun geldiği yere, boynuna dayadığımda, ince parmakları saçlarımda gezerken, gözlerimi kapadım. Derin bir nefes alıp dudaklarımı boynuna bastırdığımda bir anda nefesinin kesildiğini hissetmiştim. Başımı yavaşça kaldırdığımda gözlerine baktım. Gözlerinin dolduğunu hissettiğimde yavaşça dudaklarına yaklaşmıştım ki salonun kapısı hızla açılarak Hazar'ın sesi kulağımıza doldu.
"Mustafa Ağam, anam ne yapıyorsunuz lan siz"
Meryemce hızla boynunu kapatıp uzandığı yerden kalktığında, bende çöktüğüm yerden kalktım. Elinde büyük mısır kasesi gülerek;
"Film izleyelim mi Mustafa'm. Leyla da uyudu"
Kolumdaki saate baktığımda gece biri gösteriyordu. Hazar'ın yakalarını tutarak kendime doğru çektiğimde ağızımı açıyordum ki Hazar'ım sessizce;
"Ben dila'mı özledim Mustafa bırak da dilamla film izleyim."
Hazar'dan biraz uzaklaştığımda yüzüne baktım. Konağa geldiği zamandan beri bir hal vardı onda ama anlam verememiştim. Baran ve Bedirhan'a sorduğumda yengesi hiç iyi şeyler yapmamış demişlerdi. Kolumu Hazar'ın omzuna atarak;
"Hazar sen iyi misin oğlum"
"Bu gün yengem Dila'nın odasındaki ne kadar kıyafeti varsa yakmış Mustafa. Sanki şimdi öldü dilam, bırak da Meryemce'nin huzurlu bacı bakışlarıyla film izleyeyim."
Arkama döndüğümde Meryemce salonda yoktu. Odaya mı gitti diye düşünürken salona kucağında bilgisayarla girdiğinde karıma güldüm. Televizyona bilgisayara bağladığında bize dönerek;
"Mustafa Hamza oğullarımız nerede"
"Annemin yanındalar, Mina'da Gülru ile yattı karım"
"Tamam ne izliyoruz. Yabancı mı, yerli mi"
Hazar ile uzun koltuğa oturduğumuzda Meryemce o kadar güzel bakıyordu ki bize. Ben karıma aşk ile bakarken Hazar birden ; "Melekler şehri" dediğinde ona baktım. Meryemce başını sallayarak bilgisayardan filmi açtığında Hazar kucağındaki kaseyi bana uzattı. Avucuma mısır aldığımda Meryemce salonun ışığını kapatıp yanıma geldi. Film başladığında Meryemce bacaklarını yanına kıvırıp başını göğsüme koydu. Hazar'a hafif sırtımı dönerek karıma sarıldığımda gözüme orta sehpanın üzerindeki lokum ve su takıldı. Hafif eğilerek kese kağıdını alarak Meryemceye uzattım. Meryemce başını kaldırıp kese kağıdını açtığında gözlerinin bir anda gülmesini loş ışıkta bile fark etmiştim. Boynuma sarıldığında beline sarıldım. Sessizce kulağıma 'iyi ki varsın kocam' dediğinde boynunu öpüp lokumlarını yemesi için ondan uzaklaştım. Meryemce koltukta bağdaş kurup yanımda lokumlarını yerken Ben onu izliyordum. En son büyük bir gül lokumunu eline almış yiyecekken Hazar elinden alıp ağızına atmıştı. Hazar gülerek lokumu yerken Meryemce kaşlarını çattı. Sehpaya eğilerek büyük bardak suyu eline aldığında içecek sanmıştım ki Hazar'a uzatarak;
"Pudra şekeri boğazına yapışmasın su iç Hazar abi"
Hazar gülerek elinden suyu alarak içtiğinde, Meryemce ona gülmüştü. Ellerini birbirine vurarak temizlerken Hazar filmi durdurup salondan çıktı. Ben karımın alnını öpmüştüm ki Hazar elinde ıslak mendil, büyük bir bardak suyla yanımıza geldi. Önce ıslak mendili uzatıp Meryemceye verdi. Karım elini silerek kirli mendili elinde tutacakken Hazar elini uzatıp istedi. Meryemce mendili uzattığında Hazar bu sefer suyu verirken;
"İçin yanar o kadar şekere hadi serin serin bunu iç dağ keçim"
Onlar birbirine gülerken hafif öksürüp;
"Hadi yerine geç karımın kuması"
"Gör gör beni kıskandı hanımağam"
"Palam şu yastığın arkasında"
Üçümüz gülerken Hazar filmi açarak yanıma gelip oturdu.
..........................................
Filmin sonu geldiğinde karımın başı göğsümde, eli her zaman ki gibi şah damarımda uyurken, Hazar yavaşça ayağa kalkıp bilgisayarı kapattı. Salonun ışığı ayarlanabilen bir ışık olduğu için loş ışığa ayarlayarak yanıma geldiğinde kısa bir an Meryemceye bakıp yanıma oturduğunda bir şey soracağı belliydi.
"Sor"
"Mustafa Hamza nasılsın dostum"
"İyiyim sen nasılsın"
"İyiyim ne olsun. "
"Hazar sor"
"Ben korkuyorum ilk defa Mustafa"
"Neyden korkuyorsun"
"Leyla'yı tamamlayamamaktan, onu kırmaktan, onu üzmekten"
Ağızımı açıyordum ki salonun kapısı yavaşça açıldığını fark ettim. Hazar'ın sırtı kapıya dönük olduğu için fark etmemişti. Leyla yavaşça bize doğru yaklaşırken;
"Leyla'ya söyledin mi peki bunu"
"Hayır, o benim meleğim o benim her şeyim. Onu bu konuyla üzmek istemiyorum. Ya benimle yaşlanmaktan pişman olursa, ya ona istediği huzuru sağlayamazsam. "
Hazar başını önüne eğmişti ki Leyla boynuna sarılıp benden utanarak varla yok arası ensesine dudaklarını bastırdı. Hazar arkasına dönerek sıkıca sarıldığında Leyla başını göğsüne koyarak hafif boğazını temizleyerek;
"Ben seninle çay içmek istiyorum.
Seni duymak,
Seni görmek,
Seni bilmek,
Seni yanımda hissetmek istiyorum.
Sana şiir okumak istiyorum,...
Yazmaktan bıktım, usandım.
Ben artık yazıları sana söylemek istiyorum.
Küçük bir evde, büyük hayaller kurmak istiyorum.
Sobanın yanında, seninle birlikte,
Üşüyen ellerimi çayın sıcaklığına bırakmak istiyorum.
Ben aslında sevmek değil, seninle yaşlanmak istiyorum.
Ben seninle birlikte, gözlerimi hayata kapatmak istiyorum.
Senin konuşmanı, senin gülümsemeni, senin varlığını,
Senin düşüncelerini, senin hayallerini bilmek istiyorum.
Küçük bir evde, büyük bir mutluluk istiyorum,
Huzur istiyorum, "huzur sensin" diyorum, susuyorum.
Biliyorum, Ben çok şey istiyorum.
O yüzden susuyorum.
Yazarak, şiirler gibi susuyorum"
"Ah be gönül yaram, ceylanım benim"
Leyla ve Hazar bana çok güzel bir görüntü veriyorlardı. Onlara mutlulukla bakarken, göğsümde kendine yer yapmaya uğraşan karımı hissettiğimde benimle birlikte onlarda ona bakmıştı. Ağızımı açıyordum ki Leyla;
"Kollarının arasındaki uyuyan dünyan iyi ki var Mustafa abi"
Karıma sıkıca sarılıp, şakağına dudaklarımı bastırıp burnumdan derin bir nefes çektim. Gözlerimi açarak;
"İYİ Kİ"
.........................................................................................
Kelime harf hatam olursa aff ola...
Allaha emanet olun...
Sizi seven çatlak yazar.... :) :)
Umarım beğenirsiniz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.1k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |