42. Bölüm

Özel bölüm " Lilyum prenses"...

Aslıhan k.
ahan5354

Lilyum prenses...

MERYEMCE...
29. yaş günüme hava alanında Fransa uçağımı bekleyerek giriyordum. Sebep; Süreyya hanım 6 ay evvel gizli bir şekilde beni kayıt ettirdiği sağlık kuruluşunun toplantısına gitmem gerekiyormuş. Hava alanının bekleme salonunda elimde telefonum maillerime bakıyordum. İçimden sağlık kuruluşuna ve Süreyya cadısına resmen sövüyordum. Telefonumu cebime koyuyordum ki çalmaya başlamıştı. Elime aldığımda alt dudağımı ısırarak açtım.
"Karam neredesin? Gülcan ablam, leyloş ve savcı bey seni bekliyoruz"
"Mert'im, adamım ben iki gün yurt dışında olacağım. Saat 5'te uçağım var"
"Abla nasıl yoksun ya, bu gün senin doğum günün ya "
"Ne yapayım Mert, ne yapayım. Süreyya cadısının kayıt ettirdiği sağlık kuruluşun acil toplantısı var, birde başkan benimle yüz yüze tanışmak istiyormuş dedi. Acilmiş adamım . Sultan ablada üç beş parça kıyafet bile zor yetiştirdi, söylemedi mi"
"Tamam abla tamam, her zaman işin önemli senin. Ben, Dağhan abim biz neyiz ki"
Ağızımı açıyordum ki Mert yüzüme kapamıştı telefonu. Şakaklarımı ovarken telefonum tekrar çalmaya başladığında, sinirle kucağımdan almıştım. Gizli numara olduğunu gördüğümde iyice sinirlenip;
"Ne var"
"Hop yavaş fıstığım, ne oldu niye sinirlisin"
"Ah Devran'ım, eşkıyam bu gün benim doğum günüm ve ben Atatürk hava limanında Fransa uçağını bekliyorum."
"Ne uçağı kızım ya! "
" Fransa da bazı doktorların dahil olacağı acil bir toplantıya gidiyorum"
"Kıymetlim dikkat et kendine. Meryemce bir şey için aradım seni, Melek "
"Hay senin Meleğine, ben iki gün yokum diye ona da iki gün rapor yazdım"
"Seviyorum seni, hadi öptüm seni, devriyeye çıkacağız"
"Bende eşkıyam bende "
Telefonu kapadığımda Mert'in gönlünü almak için arayacaktım ki, Gülümden gelen mesajla içim huzur dolmuştu; {Özel ve güzel Asi deli abim, babamın tek sahip olduğu oğlu, benim kıymetli kardeşim. İyi ki doğdun. Kardeşim, dostum biriciğim, her şeyim bizi merak etme. Seni seviyoruz....}
Ekrana gülerek bakarken, tekrar çalan telefonla derin nefes almıştım. İçim garip olarak açtığım da;
"Güzelim, nefesim iyi ki iyi ki doğdun. Bana can, Mert'e abla oldun"
"Sağ ol baba yarım"
"Güzelim, neyin var senin, Mert'inde sesi bozuktu. Az önce aradım baya sinirliydi "
"Sinirlidir, çünkü ablasının doğum günü fakat ablası onun kucağında değil, hava alanında uçak bekliyor"
"Ne hava alanı, ne uçağı"
"Süreyya cadısı ömrümü yedi yeminle, Fransa'ya gidiyorum"
"Ben o kadının"
" Neyse askerim, uçak için anons yapılıyor"
"Tamam güzelim hadi kendine dikkat et, bende araziye çıkıyorum şimdi"
"Dikkat et"
Dağhan'ın telefonu kapatıp, elimdeki ufak valizle uçağa geçtim. Koltuk numarama baktığımda cam tarafı olmasına sevinmiştim. Biletleri kuruluş ayarladığı için, toplu alınan biletlerin konumuna bakılmıyordu. Koltuğa oturduğumda kol çantamdan kulaklığımı çıkardığımda, yanıma telefonla konuşarak oturan kızla iki elimle yüzümü sıvazlamıştım. Görmemiş gibi yapmak gibi bir lüksüm yoktu. Telefonu kız kapatıp;
"Ah Meryemce hanım ben yurt dışında sizi temsi-"
"Ahsen dedeman "
"Siz be-"
"Ben çalışanlarımı unutmam. Yüzleri, sesleri ve hatalarını asla unutmam"
Kızın titrediğini hissettiğimde;
"Sakin ol dedeman "
"Peki efendim"
"Fransa da ne işin var senin, duruşmaların yoğun olduğu zamanda"
"Kısa bir tatil efendim, Leyla hanımdan senelik iznimi istedim o da verdi sağ olsun"
"İyi tatiller ama niye Fransa"
"Şey hanım efendi erkek arkadaşım şuan orada onun yanına gidiyorum"
"Yeni galiba senin gittiğine göre, normalde erkekler gelir diye tahmin ediyorum"
"Ahmet Hazar beni daha fark etmedi hanım efendi"
"Anladım neyse beni ilgilendirmiyor, sadece hatırlatayım, disiplinsizliğe hataya tahammüllüm yok"
"Emredersiniz hanımefendi"
Ahsen hanımın varlığına sinirlenerek, kulaklığımı tekrar çantama attım. Hostes yanımıza gelip kemerlerimizi bağlamamızı söylediğinde umursamadan camdan dışarıyı izlemeye başladım. uçak havalanmaya başladığında derin bir iç çektim.
Ne ara gözlerimi kapatmıştım anlamadım. Gözlerimi Ahsen'in korkarak koluma dokunmasıyla açmıştım. Hafif bir tebessümle yanımdan uzaklaşmıştı. Çantamı alıp uçaktan indiğimde kolumdaki saate bakmıştım. Saat 20:30 gösterdiğine göre bu soğuk memlekette saat 19:30 toplantıya iki saate vardı daha. Elimdeki çantanın saplarını sıkı sıkı tutarak taksi çevirmiştim. Fransa'ya ne zaman gelsem hep kaldığım en güzel oteli olan shangri la hotel Paris'e geçmiştim. Taksiden indiğimde hızlı bir şekilde otele girmiştim. Resepsiyona geçtiğimde bedenini haddinden fazla sergileyen çalışan beni görünce yüzünde tiksinir gibi bir ifadeyle;
"Do you speak english ( İngilizce biliyor musunuz)"
Kızın tavrına sinirlenerek, yurt dışında genelde kullandığın İngilizceyi es geçip Fransızca olarak;
"Non je parle français ( Hayır Fransızca biliyorum)"
Kız bir anda zorla yutkunarak;
"Autant pour moi madame, je suis dêsolêe. ( hanımefendi çok üzgünüm, özür dilerim)
"Ne vous inquiêter pas ce n'est pas un probleme. J'aimerais avoir une chambre.( Endişelenme önemli değil. bir oda istiyorum)"
"Aucun probleme madame. Je vais aller regarder les chambers encore disponible. ( sorun değil hanımefendi. hala müsait odalara bakacağım)"
"J'aimerais une süite de luxe et pas une simple chambre.( Lüks bir süit istiyorum. tek kişilik oda değil)"
"Três bien, puis-je avoir votre nom s'il vous plait? (Pekala isminizi alabilir miyim lütfen)"
"Meryemce Ateş"
"Voici les clês de votre chambre Madame Meryema ateş.( işte odanızın anahtarları bayan Meryemce ateş)"
Odama çıktığımda hemen sabahtan beri başımda duran eşarbımı çıkardım. Saçlarımı tokasından kurtarıp, odadaki mini buzdolabından su aldım. Su şişesini açıp içtikten sonra kendimi yatağa bırakarak, gözlerimi kapamıştım ki Süreyya cadısını aramam gerektiğini hatırlayıp hemen çantamdan telefonumu çıkardım. Bir iki çaldıktan sonra Süreyya nefes nefese açmıştı.
"Söyle Meryemce"
"Nerede bu toplantı, hangi otelde"
"Shagri la hotelde kendi süitinde"
"Çok güzel o yaşlı bunakla aynı otelde mi kalıyorum "
"Sen o otelde nasıl kalabiliyorsun "
"Afff hocam kapatmam lazım, sen oda numarasını öğren ve mesajla bildir bana"
Süreyyanın bir şey demesine izin vermeden telefonu yüzüne kapamıştım. Ufak valizimden küf yeşili tuniğimi ve beyaz pantolonumu giyerek başımı yaptım. Elime sadece telefonumu ve anahtarlarımı almıştım. Vaktim olduğu için yavaş yavaş merdivenlerden aşağı inerek otelin restaurantına geçtim. Garsondan bir fincan kahve istediğimde tebessümle hemen yanımdan uzaklaştı. Masanın üzerinde olan telefonuma gelen mesajla Süreyyadan geldiğini anladığım için hiç bakmadım. Masamın az ötesinde dört takım elbiseli adam hafif sesli bir şekilde konuşuyorlardı. Konuştukları dil İngilizce olsa da aksanlarından farklı ülkelerin insanları olduğu belliydi. Aralarındaki sohbet midemi bulandırınca fazla durmadan kalkmıştım. Merdiven çıkmak istemediğim için yavaşça asansörün önüne geçmiştim. Asansörü beklerken takım elbiseli olan dört adamda yanımda durmaya başlamışlardı. Elimdeki telefonuma bakmaya başladığımda aralarındaki muhabbet bana döndüğünde iyice sinirlenmiştim. Telefonumu tuniğimin cebine koyduğumda sert bakışlı olan adam galiba alman yavaşça bana yanaşıp;
"Good night beautiful lady ( iyi geceler güzel bayan)"
"Good night, (iyi geceler)"
"You know English very well (Çok güzel ingilizce biliyorsun)"
"yes I know (Evet biliyorum)"
"Do you know German? (almanca biliyor musun?)"
"No, I do not know (Hayır bilmiyorum)"
"I am sorry for you (üzüldüm senin için )"
"Why is that ( Neden)"
Adam biraz daha yanıma yaklaşıp almanca ;
"Es wäre schön, heute Nacht mit dir zu schlafen (seninle yatmak daha güzel olurdu bu gece)"
Anlamamış gibi yapmak hoşuma gitmişti. Sonuçta Fransa gibi bir şehirde nezarete girmeye niyetim yoktu. Adamın yüzüne boş boş bakarak kafamı anlamıyor demek için sallamıştım. Ağızımı açıyordum ki Alman adamın yanına bir adam gelmişti. Asansöre alman hariç üç adamla binmiştim. Telefonumu tekrar elime alıp Mert'ime mesaj çekecektim ki, İtalyan olduğunu tahmin ettiğim adam ceketini daracık asansörde düzelterek yanıma yaklaştı. Sabır çekerek yüzüne baktığımda tebessüm etmişti. Sinirle kafamı iki tarafa sallarken diğer iki adam dikkatimi çekti. Çok önemli bir konu konuştukları belliydi. Telefonuma tekrar dikkatimi verdiğimde ensemde hissettiğim nefesle hemen yanıma bakmıştım. Adam tekrar gülünce yumruklarımı sıkmıştım. Fark ettiğim şeyle asansörün kat paneline çıkacağım kata basmıştım. Asansör yukarı çıkmaya başladığında adam derin bir nefes daha çekerek;
"Beautiful lady"
Cevap vermeyince biraz daha yanaşıp;
"I know you speak English (İngilizce bildiğini biliyorum)"
Ters bir şekilde baktıktan sonra, bir adım geriye çekilerek;
"What can I do (Ne yapabilirim)"
"Frustrated and Beautiful, Why did you come to France?(sinirli ve güzel, Fransa'ya niye geldin)"
"Patience my goodness, for work( Sabır Allahım, iş için)"
"Beautiful lady, do you know Italian? (Güzel bayan, italyanca biliyor musun)"
"No, I don't know, stay away from me (Hayır bilmiyorum, uzak dur benden)"
Adam elini koluma koyup, göz kırptıktan sonra İtalyanca hem konuşurken hem de asansörü durdurmuştu;
"Mi piacerebbe avere una pazza notte con te a Parigi. (Seninle paris'te çılgın bir gece geçirmek isterdim)"
Adamın kolunu hızla kolumdan iterek, kaşlarımı çattım. Derin bir nefes alarak;
"I don't understand you, LAN ANGUT( Anlamıyorum seni, LAN ANGUT)"
"You are Turkish (Sen türksün )"
"Yeah ,( evet)"
İtalyan biraz daha haddini aşarak, elini yanağıma koyuyordu ki bileğini yakaladığımda konuşmaya başladı.
"Ah, voi donne turche, state facendo l'amore. Il tuo gusto è perfetto La tua pelle è pazza, siamo uomini italiani. (Ah siz türk kadınları, çok güzel sevişiyorsunuz. Tadınız mükemmel. Teniniz çıldırtıyor biz italyan erkeklerini.)"
Adama kafa atıyordum ki asansör bir anda çalışmaya başladı. Herkesle birlikte bende şaşırmıştım. Bir anda asansör durunca, adamlar bana bakıyordu. Kapılar açılınca istediğim kata gelmiştim. Asansörden inerken adamlarda peşimden inmişti. Anlaşılan bu adamlarda doktordu. Odanın önüne geldiğimizde adamlar bana bakarken, odanın kapısı açıldı. Kaşları çatık bir koruma bize baktıktan sonra elindeki tabletten bir kaç şeyi işaretlerken burnundan soluyordu. Koruma ağızını açıyordu ki Alman olan yılışıkta yanımıza geldi. Derin nefes alıp sabır çekerken, koruma tablete bir kere daha baktıktan sonra sırayla;
"Helmut Meyer , Mario Valetını, Dimitrios Petrov, Garen Fraçois"
Dört adam içeriye girdikten sonra koruma sertçe kapıyı kapadı. Ağızımı açıyordum ki hızla bana döndü. Tablete bakmadan tebessümle;
"Hoş geldiniz Meryemce hanım, ben Ertuğrul. Başkan bey biraz gecikeceği için siz odanıza geçin dinlenin. Ben başkan bey gelince sizi çağıracağım"
Koruma başıyla bana arka tarafımı gösterdiğinde, arkama bakmıştım. Kafam ne kadar doluydu ki başkanın süitti benim odamın hemen karşısındaydı. Kafamı sallayarak odama geçtim. Odama girdiğimde kapıyı kapatmıştım ki odamın her yerinde lilyum buketleri vardı. Sinirle terasa çıkıyordum ki yatağımın üzerindeki tek lilyum dikkatimi çekti. Yatağıma yaklaşıp lilyumu elime alırken yanındaki siyah karbon kağıdına beyaz kalemle çok güzel bir el yazısı not vardı. Kartı elime aldığımda üzerindeki yazı çok garibime gitmişti.
''Bu narin çiçeklerin kokusu ve zarifliği seni simgeliyor benim için''
Kartı yatağımın üzerine atıp, tek lilyumu elime aldım. Bir sapığım eksikti diye söylenerek terasa çıkıyordum ki odamın kapısı çaldı. Elimde lilyum ile kapıyı açtığımda adının Ertuğrul olduğunu öğrendiğim koruma elimdeki lilyuma tebessüm ettikten sonra hemen başını önüne eğerek;
"Hanım efendi başkan geldi buyurun"
Kafamı tamam manasında salladıktan sonra lilyumu odama koyup üzerimi düzeltim. Odamdan çıkıyordum ki koruma hafif bir öksürükle;
"Anahtarınızı bana verin isterseniz hanım efendi"
"Sebep "
"Uğraşmayın diye hanım efendi"
"Gerek yok"
Telefonumla anahtarımı cebime atıp kapıyı kapadım. Ertuğrul odanın kapısını bana açtığında başkanın süitine girdim. Odanın ortasına geldiğimde masada, asansördeki adamlardan hariç bir adam daha vardı. Masaya yaklaştığımda Ertuğrul hemen yanıma gelip oturmam için bir sandalye çekmişti. Ertuğrul'a tebessüm ettiğimde biraz başını eğmişti. Odada dikkatimi çeken başka olayda odada dört tane daha koruma olmasıydı.
Masaya baktığımda beş adam masanın başında otururken, bende diğer ucunda oturuyordum. Yanımdaki sandalyenin önünde masada bir sürü dosya vardı, demek ki ihtiyar benim yanıma oturacaktı. Masanın üzerindeki su bardağından su içmeye başladığımda odanın kapısı açıldı. Kafamı o tarafa çevirdiğimde baya açık bir kadın beş adama da içki servisi yapıyordu. Sinirle önümdeki suyumdan bir yudum daha almıştım ki Ertuğrul dumanı üzerinde tüten türk kahvesini önüme koymuştu. Teşekkür etmek için ağızımı açıyordum ki salon ile yatak odasını ayıran sürgülü kapı açıldığında hepimiz o tarafa baktık. Gömleğini ilikleyerek içeriye giren adamla resmen şoka girmiştim. Masadaki adamlar saygılarından yerlerinden kalkarken, ben bacaklarımı hissetmediğim için sadece bakabiliyordum.
Çınar Karaaslan, psikopat beyin cerrahı, okuldaki 6 aylık uygulama dersi hocamız ve benim iki sene boyunca her Türkiye ye geldiğinde özellikle benim asistanlığını yapmamı isteyen başımın belası hocam. Bütün öğrencilerin korkulu rüyası çoğu kızın hayalini süsleyen yakışıklı genç doktor. Adamın hayatında çizdiği tek kural, tek ilkesi ya yaşam ya ölüm...
Çınar hocam namı diyar çka sağlık kuruluşunu başkanı, masaya otururken önümdeki kahvemden bir yudum almıştım ki, ellerini masaya dayayarak adamları yerine oturtmuştu. Sağ tarafıma masanın başına oturduğunda yan gözle bana baktıktan sonra önündeki dosyaları açtı. Çınar bey hastanelerle ilgili sorunları, eğitim programları, projelerini bazen İngilizce bazen Fransızca bazen de İtalyanca anlatırken ben sadece en son 24 yaşımda hava alanında gördüğüm hocamı pür dikkat izliyordum.
Zaman geçiyor önüme gelen kahvelerden sadece ilk yudumları içebiliyordum, gerisini çünkü konuşma esnasında Çınar bey içiyordu. Masadaki adamların ülkelerindeki, Çınarın sahip olduğu hastanelerinin başındaki adamlar olduğunu anlamıştım. Adamlar sıkıntılarını, sorunlarını anlatırken sıkıldığım için derin ve sesli bir nefes aldığımda herkes bana bakmıştı. Başımı yaramazlık yapan kız çocuğu gibi eğiyordum ki, Çınar bey masadaki adamların anlamaması için Türkçe gür bir sesle;
"Sorun ne Asistan"
"Bir sorun yok hocam"
"Bende öyle düşünmüştüm"
Başımı yine de eğdiğimde önüme iki dosya uzatmıştı. başım eğik şekilde ona baktığımda sessizce sadece imzala demişti. Önümdeki dosyayı açtığımda Ateş grubunun sözleşmelerini görmüştüm. 22 yaşımda girdiğim en büyük iş meğer Çınar'la girmişim. Lojistik ve mimarlık işini bizimle yapmış. Süreyya başkan seninle görüşmek istiyor dediğinde, Çınar'ın asıl amacı sözleşmeleri yenilemek ve kendini bana göstermekmiş meğerse...
Süreyya başkana doktor gönderdi zannederken, Çınar ortağını istemiş aslında. Ben dosyalara imzalarını atarken, konuşulacak konu ve gündem bitmiş olacak ki sessizlik olmuştu. Kafamı kaldırmıştım ki adının Thomas olduğunu öğrendiğim Fransız yönetici bakışlarıyla beni itici bulduğunu yansıtıyordu. Elimi masanın üzerine koyduğumda kalkmak için niyetlenmiştim ki, Thomas bey;
" Monsieur Çinar, est-ce que cette femme est turc ? (Bay Çinar, bu kadın Türk mü?)"
"Oui Thomas. Pourquoi tu demandes ça ?(Evet Thomas. Bunu neden soruyorsun?)"
"cette femme ne nous comprend pas.(bizi anlamıyor bu kadın)"
" Docteur Ateș ? Bien sûr qu'elle nous comprends. Elle sait parler français, espagnol, ialien, russe, arabe et allemand. ( doktor Ateş? Elbette bizi anlıyor. Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Rusça, Arapça ve Almanca bilmektedir.)"
"Cette femme ? Alors pourquoi elle nous regarde comme ça ?(Bu kadın mı? Öyleyse neden bize öyle bakıyor?)"
"il était surpris de me voir. Je ne vous en dirai plus, vous direz au revoir à votre travail demain (beni gördüğüne şaşırdı. Size daha fazla anlatmayacağım, yarın işinize elveda diyeceksiniz )"
"Monsieur Çınar, Pourquoi je devrais dire adieu à mon travail ? ( Bay çınar, Neden işime hoşçakal demeliyim?)"
"Tu as mal parlé à mon assistante et je n'ai pas besoin de quelqu'un comme toi. Les gars, la réunion est finie vous pouvez sortir. (Asistanımla çok kötü konuştunuz ve sizin gibi birine ihtiyacım yok, toplantı bitti.)"
.......
Adamlar çıktığında üzerimi düzeltip masadan kalkmıştım. Ayağa kalktığımda süitte sadece ikimiz vardık. Kapıya yaklaştığımda arkam Çınar beye dönük elimi kapı koluna uzatmıştım ki;
"Dört buçuk sene sana çok şey katmış Atmaca hanım"
Tatlı bir tebessümle omzumun üzerinden ona bakarak;
"Size de şakaklarınıza bir kaç beyaz katmış hocam"
"Şuan burada sadece ikimiz varız, ya Çınar ya Şahin "
"Peki Çınar görüşürüz"
"Yarın uçağın kaçta "
"Akşam üzeri 5'te gidiyorum"
"İptal et beraber döneriz, şimdi çık dışarı"
Kafamı sallayarak odadan koridora çıktım. Odamın önüne geldiğimde kapının önündeki Ertuğrul ismindeki koruma tebessüm etmişti. Odamın kapısını açtığımda mis gibi lilyum kokusunu içime çektim. Kapımı kapatıp içeriye girdim. Ufak valizimin yanına geçip kıyafetlerimi alıp banyoya girdim. Ilık bir duştan sonra yatsı namazımı kıldım. Yatmak istemediğim için Leylanın otellerde kaldığımda gece yatarken başıma takmam için aldığı renkli, büyük fiyonklu boneyi başıma taktım. Üzerime giyindiğim kahve rengi uzun hırkam bile birlikte terasa çıktım.

Terasa çıktığımda hasır üçlü koltuğa oturup, bacaklarımı karnıma topladım. Başımı dizlerimin üzerine koyarak kollarımı bacaklarıma sardım. Başım dizimde ışıl ışıl parlayan eyfel kulesini izlemeye başladım. Derin nefes alıp gözlerimi kapatıp bitmiş olan doğum günümü düşünüyordum. İlk defa ayrıydım Mert'ten, ailemden uzaktım. Gözümden düşen yaşları silerek gözlerimi kapadım. Uyku beni içine çekmeye başladığında omzumdaki sıcaklıkla kafamı kaldırdım. Sol tarafıma baktığımda yanıma oturan bir Çınar beklemiyordum. Ben ona şaşkınca bakarken, o kaşlarını çatarak ;
"Ayaklarını aşağı indir yada yanına diğer tarafına topla. Bu şekilde oturanlar ya güçsüz aciz, ya kirlenmiş ne yapacağını bilmeyen yada neyse sen özel, güçlü bir kızsın. Bir hiç gibi oturma "
"Çınar ben"
"Kes sesini atmaca"
Bakışları bacaklarıma inince hemen bacaklarımı sağ tarafıma toplamıştım. Omzumdaki Çınarın hırkasına biraz daha sığındığımda, Çınar biraz daha geriye yaslanıp kolunu koltuğun sırt kısmına uzattı. Derin bir nefes çekip;
"Davut kara gelecek mi buraya"
"Hayır gelmeyecek Şahin, burada olduğumdan haberi yok "
"Anladım, hiç hoşlanmıyorum o adamdan"
"Biliyorum, oysa senin yüzünden tanıştık onunla"
Çınar yan gözle bana bakıp, hiç kimsenin görmediği benim bir iki kere rastladığım tebessümle;
"Bu soğuk şehirde, seninle ikinci izleyişim Eyfeli"
"Biliyorum, yine bu oteldeydik, sen beni zorla asistan diye bir toplantı için getirmiştin. Niye o zaman başkan olduğunu söylemedin bana"
"Gerek yoktu çünkü, seni hiç bir zaman kuruluşta istemedim. Sonra bir baktım Süreyya seni kayıt ettirmiş, çok sinirlendim ama sana çok güvendim. Sen benim öğrencimsin. Sana söyleseydim"
"EEE"
"Korkacaktın, benden çekindiğini biliyorum. Birde seni çka da istemedim seninle ticaret yapıyorduk"
"Çınar ben n-"
"Sus, kapat çeneni ve başını o gece gibi omzuma koy kokuna çok ihtiyacım var"
Biraz yanına yanaşıp, başımı omzuna koyacaktım ki aklıma gelen ile hızla yüzümü ona döndüm. Ne var der gibi bakarken;
"Sen nasıl girdin içeriye, ya başım açık olsaydı."
Yüzüme bakmadan gözleri eyfel kulesinde ağızını açıyordu ki terasın onun odasının olduğu tarafından Ertuğrul bir tepsi üzerinde türk kahveleriyle geldi. Yüzüme bakmadan hemen bırakıp yanımızdan uzaklaşmıştı. Önümdeki kahvemden bir yudum aldığımda Çınar fincanları değiştirip içmeye başladı. Derin bir nefes çekip;
"Oradan bakılınca salağa mı benziyorum. Sana bu odanın verilmesini ben söyledim. Asansörde sana söylenenleri biliyorum ve yarın gereği yapılacak bu şehirde sorun çıksın istemedim. Bu katta ikimizden başka kimse yok. Gelelim senin dediklerine Meryemce sana ve senin değerlerine saygım çok büyük. Terasa çıkarken yada otellerde başını yatarken bile açık tutmayacağını biliyorum"
"Nasıl biliyorsun?"
"Seni herkesten çok iyi tanıyorum, Dağhan'ı, Devran'ı, mimarımız Mert'i, Gülcan'ı ve Leyla'yı Trabzondaki aileni, evini. 22 yaşında o uygulama dersinde, herkes benden çekinirken sen zekan ile diklenirken, üstüne yetmedi bildiğinin tüm dillerde sessizce hakaret etmeye başladığında benim hayatıma renk kattın. Benim hayatımın odak noktası oldun. Normalde sadece 2 gün olan uygulama dersini 6 aya ben çıkardım. Asistanlık programını ben istedim. "
"Seni anlamıyorum "
"Senin gibi zeki bir kız güldürme beni yoksa asansördeki gibi anlamıyor gibi mi yapıyorsun. Beni iyi dinle Meryemce ateş 22 yaşından beri o dersin sınıfından çıktığımdan beri senin attığın her adımı biliyorum. O asker adamın sana emanet ettiği kızı Gülcan eroğlunu yani her şeyi küçük hanım."
"Bana küçük hanım deme"
"Olur demem atmaca hanım"
Nedensiz güvenerek dört buçuk sene önceki gibi, o zaman ki gibi ağlayarak sessizce başımı omzuna yaslamıştım. Çınar tamamen rahatça geriye yaslandığında sakince üzerimdeki hırkayla biraz daha omzumu kapadı. İkimizde sessizliği dinlerken, yanağıma sürülen tüy kadar hafif fakat soğuk bir şeyle gözlerimi açtığımda, gözümün önünde tek lilyum duruyordu. Başımın üzerindeki Çınarın çenesiyle ağızımı açıyordum ki, derin bir nefes çekerek;
"İyi ki doğdun beyaz lilyumum , iyi ki dünyaya geldin lilyum prensesim. Beyaz lilyum saflık, beyaz lilyum temizlik, beyaz lilyum asalet demektir. Beyaz lilyum iffet ve erdemliği temsil eder. Bu kalp bu bedende olduğu sürece benim için beyaz lilyum sensin ve sen her zaman benimsin. İlerde evlenecek olsan da ben her zaman bir adım ötende olacağım. Ben senin, sen benim her zaman hayatımda olacaksın"
"Niye lilyum, yani beyaz lilyum"
"Çünkü lilyum kokusu ba-"
Çınar'ın cümlesini cebinde çalan telefonu kesmişti. Telefonu kulağına koyduğunda yanından kalkıyordum ki hırkamın ucundan tutup yanına tekrar oturttu. Telefondaki kimse dinledikten sonra sadece tamam diyerek telefonu kapamıştı. Ben ona bakarken, o gözlerime bakarak cebinden çıkardı anahtarı bana uzattı.
"Hadi kalk, önce biraz içmem gerek sonra sana senin bendeki yerini önemini anlatayım. Bende sana olan sevgini sonra Gerçek Çınar karaaslanı anlatayım."
Çınar anlatırken ben sadece elimdeki anahtarı bakıyordum. Anahtarın hangi arabaya ait olduğunu biliyordum. Üretimi bile sınırlı olan bir arabaydı. Gözlerimi kocaman açarak Çınar'a;
"Nasıl sen bu arabayı bana mı bırakıyorsun, bana mı veriyorsun bu yavruyu kullanmam için"
Çınar'ın ilk defa sesli güldüğünü duymuştum. Ben şaşkınca ona bakarken o başını evet manasında sallayarak;
"Evet sana veriyorum, nasıl hızlı ve dikkatli kullandığını biliyorum, ayrıca artık benim neyim varsa yarısı senindir. Onun için elindeki senin"
"Ssc ultimate Aero'nu bana mı veriyorsun, ben mi kullanacağım"
"Evet lilyum prenses, sana veriyorum. Hadi üzerini değiştir çıkalım. Bak ayıkken söylüyorum, sana anlatacaklarımı iyi dinle bir daha söylemem, anlatmam ve hiç bir zaman bu akşam gibi iyi davranmam. "
"Ama"
"Aması yok bileceksin lilyumun sen olduğunu, seni nasıl sevdiğimi kısaca benim için yaşamaksın sen anladın mı?"
"Anladım Şahin, anladım "
"Kalk o zaman hemen "

.............................................................................

Bölüm : 26.07.2025 17:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Aslıhan k. / Deli ve Asi / Özel bölüm ' Lilyum prenses'...
Aslıhan k.
Deli ve Asi

31.1k Okunma

3.32k Oy

0 Takip
79
Bölümlü Kitap
Bir deli bir asi...Yeni başlangıç Mardin...Yanlışlıklar...Deli doktor...Siyah inci gibi gözler...Çawreşamın...Bay asi...Sende gitme...Onun kalbinde sen varken...Biri var haram bana... Deli atmaca...Sensin benim alınyazım...Gül güzelim...Asi deli...Gönlümün ağası...Canın olayım...Ömrüme ömür olan adam...Seni özledim deli kadın...Yeryüzünde kanatsız melek...Bir eşi olmalı insanın...Oğlan bizim kız bizim...Hanım ağa...Mustafa'm albatros kuşu...Masum ağa, güçlü hanım ağa...Küçük asilerim...Ağalar ağası azrail ağa...Kış güneşim...Neredesin dilemin neredesin delalamın... Beni bırakma...Sen bana aitsin karım...Sana aşık, sana meftun...Ne mükemmel şey seni sevmek...Eşim değil kocam...Azrail ağanın karısı...Asi siyah jaguar'ım..Gönlümün ilk kıblesi...Fırtına ağa...Kocasının, Hamza ağanın ruhu...Ruhum kadın...Beni ihtiyar eyledin...Mahşerin dört atlısıÖzel bölüm " Lilyum prenses"...Bayan ateş...Baba bırakma beni...Özel bölüm "Dev ve Mina"Azrail ağanın azrail karısı...Düğün dernek...Elimi bırakma...Hoş geldiniz aslan parçalarım..Gitti canımın cananı...Sessiz gül güzelim...Fırtına olup esen Azrail ağaÖzel bölüm " kabul olan duam"...Kabul olmuş duamsın...Gizli hazinem...Sizin ağanız benim kocam...Bu can sana mecbur...Senden daha güzel...İyi ki kalbimde...Sen benim kızımsın...Kızım iyi ki...Bir dünya insan, bir insan dünyam...Özel bölüm " baba ne olur"...Huzurlu ilk kahramanım...Sen ateş ben azrail...O hüzünlü bir kız çocuğu...Kuyunun ışığı...Güneş olmadan...Onun beklediği Mustafa'sıyım...Ağa düğünü...Sen bizim kocaman çınar ağacımızsın...Sensiz hep eksikmişim...Aslanın karısı da aslandır...Karım bir aslan...Benim nadide çiçeğimsin...Tırnağın taşa değse...Benim en değerli hazinemMerhaba tekrardan....Beni dinler misiniz
Hikayeyi Paylaş
Loading...