
MERYEMCE...
Sapsarı burçakların arasında yürürken kulağıma gelen Talha'nın sesiyle kendi etrafımda dönmeye başladım. Güneş ışığıyla parlayan başakların arasında gördüm yeşil gözlümü. Ona doğru koşarken gülen yüzüyle bana bakıyordu. Yanına gittiğimde siyah kocaman bir kayanın üzerinde oturuyordu. Yanına oturduğumda hemen belime sarıldı. Sıkıca sarılıp başını göğsüme yaslarken saçlarını öptüm. Saçlarından yayılan gül kokusuyla gözlerimi kapadığımda sesi kulaklarımı doldurdu.
"Annem, papatya gülüşlü annem "
"Talha'm oğlum"
"Bak beni özledin bende geldim. "
"İyi ki geldin annem"
"Anne sen iyileştikçe ben burada çok mutlu oluyorum. Sen hep gül, seni kimsenin üzmesine izin verme."
"Vermem annem"
"Hadi gel gidelim seninle anne, sana bir şey göstereceğim"
"Ben gelemem ki ama"
"Gel tut elimi, gelmezsen veremeyiz sana onu "
"Kimi annem"
"Gel anneee"
Talha taştan inip elimi tuttuğunda yavaşça oturduğum yerden kalktım. Beraber yürümeye başladığımızda yanımıza Dila geldi. Sol koluma girdiğinde ona baktım. Güldüğünde yüzü parlıyordu. Ben Dila'nın yüzünü izlerken, Talha elimi çekiştirdi. Ona baktığımda sağ elinin işaret parmağıyla karşıyı gösterdi. Başımı o tarafa çevirdiğimde kocaman bir çınar ağacının altında hasır sallanan bir beşik ve yanında beş yaşlarında erkek çocuğu vardı. Çocuk beşiği sallarken beni fark ettiğinde koşarak bana gelmeye başladığında anlam veremedin, fakat çocuk bana doğru gelirken yere diz çöküp kollarımı açtım. Kucağıma girip minik kollarını boynuma dolayarak; "Anne" dediğinde çocuktan biraz uzaklaşıp elimi yanağına koyduğumda içim acımıştı. Tanıdık gözler, tanıdık yüz hatları vardı. Burnunun üzerine minik bir öpücük bıraktıktan sonra;
"Sen kimsin, adın ne "
"Ben turna, senin oğlunun. Beni unuttun mu sen"
"Nasıl yani"
Minik çocuk tekrar boynuma sarıldığında başımı kaldırdım. Dila'nın kucağındaki Talha'm gülerek;
"Babamızın ilk oğlu, sana ilk veda eden kardeşimiz anne. Babam vermiş Turna adını ona biliyor musun"
Turna'ya sıkıca sarıldığımda gülerek ' gül güzeli annem' demişti. İçime sokacak kadar sarıldığımda, Turna'mdan babasının kokusu burnuma doldu. Gözlerimi kapadığımda kulağıma tatlı tatlı konuşma sesleri gelirken tekrar açtım. Ne ara ayağa kalktığımı bilmeden karşıma baktım. Çınar ağacının altındaki beşikten bebek ağlama sesi geldiğinde oraya gittim. Beşiğin içindeki bebeği kucağıma alacakken bir el bileğimi tuttu. Başımı kaldırdığımda Mizgin ve Belkıs teyze yüzüme baktı. Mizgin sultan gözlerime bakarak;
"Şimdi değil gelinim, şimdi değil. "
"Bu bebek benim mi"
"Evet senin ama şimdi değil."
"Ağlıyor ama bebeğim"
"Kızın ağlıyor"
"Kızım mı babaanne"
"Evet babaannem kızın ama şimdi olmaz"
"Neden ama"
"Şimdi alırsan nefessiz kalacaksın. Karar ver nefesin mi yoksa Afra'n mı"
"Ama ben"
"Bekle Meryemce bekle, kızın senin olacak ama az bekle"
"Neyi bekleyeceğim."
Mizgin sultan kucağına siyah saçlı bebeği aldığında, Önce Dila sonra Belkıs anne başını sevdiler. Kucağında bebeğimle üç hanım ve oğullarım giderken, bir adım atmıştım ki biri belime sarıldı. Güçlü kollar arasında arkama döndüğümde kendimi geniş göğüse yasladım. Bir el saçımı severken, sesi kulağıma doldu.
"Benim güzel gelinim, Meryemcem sabır en güzel şey. Mustafa'm çok zorlanacak önce onun yanında olmalısın. Ona destek olmalısın. Azrail asi ağanın herkesten önce sana, senin huzuruna ihtiyacı olacak "
Ellerimi Hamza dedemin göğsüne koyduğumda, yüzümü avuç içlerine alıp parmaklarıyla göz yaşlarımı sildi. Alnıma bir buse kondurup gözlerime bakarak;
"Şimdi sen herkese iyi geldin. Sen herkesi ama herkesi birlik ettin. Mustafa'm senin için üzülüyor bırak senin için essin gürlesin. O senin tek sahibin unutma"
"Unutmam dede"
"Meryemce gücünü çabuk topla, kalk ayağa. Kalk ayağaaaaa"
"Dedeeeeeee
Gözümü açtığımda kulağıma ezan sesi gelmeye başladı. Yatakta oturduğumda yanımda kocam yoktu. Başımı beşiğe çevirdiğimde oğullarım mışıl mışıl uyuyordu. Banyoyu dinlediğimde hiç bir ses yoktu. Yataktan kalktığımda kütüphaneden de ses gelmiyordu. Dolabımı açtığımda, odamızın da kapısı açıldı. Mustafa kaşları çatık içeriye bir adım atmıştı ki göz göze geldik. Kapıyı kapatıp bana doğru gelirken;
"Günaydın gül güzelim"
"Günaydın kocam, neredeydin"
"Çalışma odasındaydım hatun"
"Neden bir sorun mu var"
"Adamlarla toplantı yaptık "
"Bu saatte mi"
Mustafa kollarının arasına aldığında;
"Bir tanem iyi misin"
"Ben, ben rüya gördüm"
"Ne gördün, hayır olsun canım"
"Dedemi gördüm, Dila'yı gördüm"
Mustafa alnımı öperek;
"Anladım kuzum"
"Senin neyin var, sinirli gibisin"
"Konuşuruz sonra sevgilim. Hadi namazımızı kılalım"
Başımı salladığımda;
"Ama bir dakika dün Mert'e ne oldu canım"
"Bilmem dedi ya iki arkadaş arasında kaldım diye"
"Meryemce Alibeyoğlu "
"Efendim kocacığım"
"Cığım hımmmm daha yeni başlıyoruz dedin"
"Püffff tamam pes. Benim arkasından çekildiğimi, tek kaldığını duyan, ona bilenen itler yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Bak kendini af ettirmek için yanıma geldi. Ben kardeşimi tanıyorum. Mustafa, Mert çok büyük bir işe girdi. Mert onun için masun, cici çocuğu oynayacak ama artık yemiş görünmeyeceğim"
"Nasıl yani "
"Bende daha çözemedim kocam. Biraz zaman sonra ortaya çıkacak eminim"
Mustafa'nın kollarının arasından çıkıyordum ki kolumu sıkıca tutup;
"Meryemce sana burada söylüyorum. Artık sana Mert konusunda saygım yok, bir kere daha sana karşılık verirse, el kaldırırsa gözüm ne seni nede Dağhan'ı görür"
"Peki kocam"
"Nasıl yani"
"Sen ne dersen o kocam"
Mustafa'nın kollarından ayrılıp banyoya girdiğimde, rahatlamış gibiydim. Abdest alıp odaya girdiğimde Mustafa duvardaki resmime bakıyordu. Yanına gittiğimde bana dönerek;
"Diyorum ki bir kaç gün sonra yada Hazar'ın düğününden sonra bu duvarı yıktırayım. Zaten arkası boş oda oraya katayım. Giyinme odası olsun"
"Olur çok güzel olur hem de. Senin spor odan o odanın yanında değil mi"
"Evet gülüm"
"Tamam oraya da odadan bir kapı açalım"
"Aslında mantıklı"
"O zaman dur biraz daha düşünelim öyle"
Mustafa başını sallayarak banyoya yürürken, bende seccadeleri yere serdim. Geceliğimin üzerine geniş namaz feracemi giyerken, kocam banyodan çıktı. Başıma beyaz tülbentimi takarken Mustafa elimi tuttu. Aynanın önünden bir çengelli iğne alıp tülbentimi iğneledikten sonra arkasını bana dönerek seccadesine geçti. Hemen arkasındaki seccadeye geçip sabah namazına niyet ettim.
Namazımızı bitirdiğimizde kocam ellerini dua için açtığında hemen arkasına geçtim. Sağ yanağımı sol kürek kemiğine yaslayarak ellerimi ellerinin içine koymaya çalışırken güldüğünü hissetmiştim. Hafif sırtını ısırdığımda biraz daha sesli gülerek;
"Allahım evlatlarıma hayırlı, mutlu, huzurlu bir ömür nasip et. Kardeşlerime, ailemin her ferdine sağlık sıhhat ihsan et. Eyy yüce mevlam sen deli karıma akıl, fikir ihsan eyle. Rabbim karımı hanım hanımcık, edepli, oturmasını kalkmasını bilen hanım et "
Kocam gülerken gür bir sesle amin dediğimde bileğimden hızla çekip nasıl yaptıysa kucağına yatırmıştı beni. Hafif eğilip burnumun üzerini öpüp;
"Sen çok tatlısın hatunum"
"Sende çok baharatlısın kocam"
"Çok delisin "
"Çok asisin"
"Hadi kalk üzerini değiştir kahve içmeye gidelim"
"Senin ne sıkıntın var söyleyecek misin"
"Bize yani bütün ağalara bir tuzak kuruldu. Bir iki saate kalmaz çözeceğim"
"Yardım edebileceğim bir şey olursa "
"Söylerim deli hatun söylerim"
Mustafa'nın kucağından ayağa kalktığımda kocam oturduğu yerde seccadeleri topluyordu. Üzerimi değiştirirken, yanıma gelip alnımı öperek avluya çıktı. Başıma gül kurusu rengi tülbentimi takıp oğullarıma baktım. Mışıl mışıl uyuyorlardı. Üzerlerini hafif örtüp odamdan çıkarken telsizi elime aldım. Odamdan çıktığımda kocam sedirde oturmuş hafif aydınlanmış gök yüzünü seyrediyordu. Yanına oturup koluna girdiğimde yüzüme baktı. Alnıma dudaklarını bastırdığında;
"Seni gökyüzüne bakarken gördüm de aklıma özdemir asaf'ın sözü geldi"
"Hangi sözü"
"Gök yüzüne bakmayanların kalbi çabuk kirlenir"
"Ben hep yani sen gelmeden bu saatlerde dama çıkar gökyüzüne bakardım. Burnumdan derin bir nefes alıp gözlerimi kapatırdım. "
"Şimdi niye yapmıyorsun"
"Çünkü gözlerimi açtığımda ciğerlerime şifa olan hava senin nefesinden geliyor. Bedenime huzur, senin sıcaklığından geliyor. Gözlerimi kapatıp öylece durduğumda olan rahatlık, güç senin narin parmaklarınla şah damarımdan bedenime yayılıyor güzelim"
Mustafa'ya sıkıca sarılıp gözlerimi kapadığımda hafif öksürük duyunca başımı kaldırdım. Gülendam tebessümle;
"Günaydın Meryemce abla, günaydın beyim"
"Günaydın Gülendam"
"Bir şey ister misiniz "
"İki sade kahve güzelim"
"Tamam ablam hemen "
Gülendam yanımızdan ayrıldığında tekrar yüzümü kocamın boynuna sakladığımda belimde birleşen elleriyle derin bir nefes alıp şah damarını öptüm.
..........................................................................
SİNAN...
Sabah namazından sonra odamda volta atıyordum. Bu gün Gülru'm gelecekti. Bu akşam kalacaktı. Üzerimi giyinip telefonumu elime aldım. Derin bir nefes alarak odamda ki berjere oturup Gülru'ya mesaj çektim.
"Günaydın Gülru'm"
"Günaydın Sinan"
"İyi misin sen? uykunu alamadın mı"
"Alamadım yengem uyandırmasa pijamayla arabaya biniyordum neredeyse"
"Ah kıyamam sana Gülru"
"Kıydılar. Babamda arabada şuan ben uyumaya devam ediyorum.
Gelince görüşürüz Nişanlım.. :) "
"Görüşürüz menekşe gözlüm :)"
Odadan çıktığımda ağır adımlarla merdivenlere inerken yengem ve amcamı gördüm. Bastığım basamağa oturup onları izledim. Yan yana oturmuş kahve içerek sohbet ediyorlardı. Biraz zaman sonra amcam, Meryemce yengemin ensesine elini koyup kendine çekerek alnını öptüğünde başımı eğdim. Ne kadar zaman sonra amcamı böyle görmek her geçen gün beni mutlu etse de biraz da korkutuyordu.
Oturduğum yerden kalkıp yukarı çıkıyordum ki arkamdan yengemin adımı söylemesiyle o tarafa döndüm. Yengem eliyle gel dediğinde amcam başını sallıyordu. Merdivenleri yavaşça inerek yanlarına gittiğimde tam karşılarına oturduğumda yengem ayağa kalktı. Mutfak tarafına giderken amcam göz kırpıp;
"Günaydın oğlum"
"Günaydın amca. Özür dilerim rahatsız etmek istemedim sizi"
"Yok oğlum ne rahatsızlığı. Senin neyin var keyifsiz gibisin"
"Yusuf babam niye geliyor amca"
"Sizinle alakalı değil oğlum. Demir abin babanla Gaziantep'e gidecekler. Yusuf ağayı da ben çağırdım oğlum"
"Anladım amca"
Amcam kahvesinden son yudumu almıştı ki yengem elinde tepsiyle yanımıza geldi. Üç kahve fincanının birini benim önüme bıraktığında;
"Yenge hım"
"Afiyet olsun oğlum"
Yengem yanıma oturduğunda amcam kaşlarını çattı. Yengem amcamın haline gülerken;
"Yenge aklıma bir şey takılıyor"
"Sor ne takılıyorsa paşam"
"Buraya yani Mardin'e hiç gelmeseydin. Ne yapacaktın"
"Ben Mardin'e hiç ayak basmasaydım şuan Amerika'ya temelli yerleşmiştim"
"Şey amcam bu diyeceğime kızacak ama"
"Söyle bakayım. Kızarsa ben korurum seni"
"Çınar abi şey dedi"
"Ne dedi"
"Mina devlet önünde babasız görünmesin diye"
"Soyadlarımızı değiştirecektik. Çınar'ın kağıt üzerinde karısı görünecektim. Buraya geldim Mina amcana baba dediği için elim kolum bağlandı. Amcan birde Berfin'le nişanlı olunca Çınar'la konuşmuştum. Mina'yı amcanıza verecektim. "
"Yani gerçek bir nikahla değil sadece öyle görünecektin"
"Zaten gerçek anlamda Çınar'la evlenebilmemiz mümkün değil. "
"Anladım yenge"
Yengem tebessümle bana bakarken masanın üzerinde duran elini amcam tutunca amcama baktık. Amcam kaşları çatık, boyun damarları haddinden fazla şişmişti. Hafif boğazını temizleyerek;
"Hünkarın dediği nikah bu nikah mıydı"
"Evet ağam"
"Anladım. Bu konuyu kapatın"
Yengemle başımızı salladığımızda, amcam yengeme yanını gösterdi. Yengem amcamın yanına oturduğunda amcam sıkıca sarılıp şakağına dudaklarını bastırdığında içimden mutlulukları için dua etmiştim. Amcam gözlerini bana çevirip;
"Sinan emin misin amcam o doğum gününe gitmek istediğine"
"Eminim amca. Gülru da yanımda olacak. "
"Hayırlısı oğlum. "
Amcam ile yengem kendi arasında sohbet ederken, telefonumu elime aldım. Mesaj kısmına geçerek; "Menekşem neredesiniz" diye yazdıktan sonra cevap beklerken başımı kaldırdığımda yengem hafif tebessümle arkamı gösterdi. Yavaşça yerimden kalkıp arkamı döndüğümde siyah kalın askılı elbisesinin üzerine beyaz biraz uzun ince hırkasıyla Gülru'm uykulu ayakta duruyordu. Amcam, Demir abim ve Yusuf babamla görüşüp sedire buyur ettiğinde Gülru yavaşça yanıma gelip;
"Nasılsın Sinan"
"Ben iyiyim de sen baya uykusuzsun"
"Evet "
"Ben sana gece kaç kere yat dedim"
"Ama ne güzel anlatıyordun "
Ağızımı açıyordum ki yengem mutfak tarafından elinde kahve ile gelirken Gülru tebessümle;
"Kim der ki Meryemce yengem koskoca profesör şuraya bak Sinan"
"Yengem çok farklı bir hanım"
Gülru yengeme doğru bir adım atmıştı ki Meryemce yengem;
"Gülru, Sinan gidip baksanıza Ömer ve Mirza uyandı mı? Telsiz bozulmuş galiba"
Gülru ile yengemlerin odasına yürürken;
"Sinan sana demeyi unuttum. Ben dün akşam babamla konuştum. Sen istiyorsan, Mustafa ağa da arkandaysa ben sana form alırım dedi"
"Çok güzel, Yusuf babaya söyle ben alacağım formları "
"Tamam söylerim Sinan. Bende seninle aynı bölümü yazmak istiyorum"
"Mimarlık mı"
"Evet istemez misin"
"İsterim Gülru'm, isterim tabi ki"
Odaya girerken menekşe gözlüm utanarak başını eğdi. Beşiğin yanına giderken Gülru duvardaki yengemin resmine bakarak;
"Sinan"
"Efendim "
"Bizimde yani seni yani beni"
"Gülüm sakin ol"
"Bende senin resmini istiyorum"
"Neden "
"Odam yani telefonumda olsun"
"Yok mu sende resmim"
"Yok sahi senin niye sosyal hesabın yok"
"Sevmiyorum ama sen istiyorsan "
"Yok benimde yok ki abilerim kızar diye"
"Tamam istersen ikimiz için bir tane aç kullan"
"Gerçekten mi"
"Gerçekten"
Gülru yanıma gelip uyanmış olan Ömer'i kucağına aldığında, Mirza'yı kucağıma almadan cebimden telefonumu çıkarıp Gülru'nun hırkasının cebine bıraktım. Gülru çocuk gibi sevinip menekşelerini açarken nefesim kesildi sandım. O kapıya doğru giderken, Mirza'yı kucağıma aldım. Kucağımda kapıya geldiğimde menekşem beni bekliyordu. Zorda olsa odanın kapısını kapatıp avluya yürürken merdivenlerden inen Mina önümüze geldi. Kaşlarını çatarak ellerini beline koyup;
"Sen niye geldin"
"Hilal'in doğum gününe gideceğiz ya Mina"
"Hım, sen uzaklaşsana abimden "
"Mina baştan mı alıyoruz "
"Şaka yaptım tatlım. Sen iyi ki geldin "
"Mina sana bir sır vereyim mi"
"Hhıhıhı"
"Bu akşam ben burada kalacağım. Seninle, Sinan abini alıp damda konuşuruz bu akşam olur mu"
"Düşünürüz nişanlım"
Mina gülerek yanımızdan ayrıldığında Gülru'ya dönerek;
"Seni seviyor"
"Seviyor ama bazen kıskançlığına engel olamıyor. Bazen beni rakip görüyor"
"Mina'nın sevgisi çok mükemmel bir şey "
"Farkındayım"
Menekşem önde ben arkasında sedirlerin oraya geldiğimizde Reşat dayımla, Ünal amcanın da geldiğini gördüm. Mirza'yı kucağımdan Yusuf babam alırken, Ömer'i Ünal amca almıştı. Mina'ya sıkı sıkıya sarılmış Reşat dayım göz kırpınca gülmüştüm. Gülru sedirlere yengemin yanına oturduğunda bende amcamın yanına oturdum. Gülru cebindeki benim telefonumu eline aldığında ne yapacak diye baktım. Ekran kilidini açamayınca üzüldüğünü anladım. Şifrenin "Gülru'm" olduğunu ona söyleyebilirdim fakat avluda büyüklerimiz olduğu için nasıl yapsam diye düşünürken o büyüklerin yanında soramayacağı için tekrar cebine koyuyordu ki;
"Gülru"
"Efendim"
"485786"
Menekşem gülerek başını salladığında ağa amcam ve yengem aynı anda " Gülru'm" dediğinde yerin yarılmasını ve beni içine çekmesini dilemiştim. Amcam ve yengemin neden bu kadar zeki olduklarını düşünerek Gülru ile birlikte başımızı eğdiğimizde, avluda hafif gülme sesleri kulağıma gelmişti.
............................................
MUSTAFA HAMZA...
Kahvaltı masasına geçtiğimizde Demir ve Kadir geç kalmamak için çıkmışlardı. Gençler kahvaltıda sıkılmasın diye onların masasını mutfak tarafında hazırlatmıştım. Masada sadece prensesim oturuyordu. Masanın yarısında hanımlar yarısında beyler oturmuştu. Afiyet olsun dediğimde masada bir eksik Meryemceydi. Çayımdan bir yudum almıştım ki Meryemce kucağında Ömer Hamza ile masaya oturdu. Annem kaşını çatarak;
"Ne oldu annem şimdi bu çocuğa "
"Gazdan hafif sancısı var anne"
"Anladım annem. Mirza nerede "
"Ömür hanım el koydu yan tarafta "
Hanımlar sessizce gülerken, Boran ali yanımıza geldi. Eli karnında yanımda durunca;
"Konuş"
"Ağam şey Karaca hanım Mardin çıkışında büyük çay bahçesi var ya orada ayarlamış yemeği"
"Saat kaçta"
"Öğlen birde ağam"
"Tamam adamın ismini öğrendin mi"
"Ağam sen masada"
"Yabancı yok. Farkındaysan bizim hepimiz bu dertten tövbe ya Rabbim"
"Tamam ağam İstanbul'da yaşayan bir tefeci ağam. Ala vere ile insanları borçlandırıyor. Karaca hanımda bütün ağaların asistanlarını ayartmış. Bütün ağaların sinir harbinden faydalanarak herkese imzalatmış kağıtları"
"Sen kimden öğrendin"
"Ağam senin ve Kadir ağalarımın asistanlarını evinden aldık. Onlar hemen döküldü zaten"
"Adamın adını öğrendiniz mi"
"Evet ağam. Abdullah yıldırmaz. Ağam toplantının başında adamı olacakmış sonlara doğru gelecekmiş adam"
"Emin misin Abdullah Yıldırmaz olduğuna"
"Evet ağam dediğim gibi o da gelecekmiş"
"Gelsin bakalım. "
Boran yanımızdan ayrıldığında Mert yüzüme bakıyordu. Boş bardağımı yanımda duran Asiye'ye vererek;
"Mert bir şey mi söyleyeceksin"
"Mustafa ağam o adam çok pis bir adamdır. Bizim bir arkadaşı saçma bir şekilde zayıflığından faydalanıp borçlandırmıştı. "
Dayımlar bir bana birde Mert'e baktıktan sonra Ünal amcam;
"Ağam ne yapacağız. Bu Karaca babasından büyük işler yapıyor"
"Ben yapacağımı biliyorum. Ağız tadıyla kahvaltımızı edelim, hadi buyurun"
Herkes başını salladığında biraz da olsa içim rahatlamıştı. Herkes keyifle kahvaltısına devam ederken mutfak tarafından gençlerin şen kahkahaları bizi bile güldürüyordu. Başımı masaya çevirdiğimde sessizce annemin yanında oturan Mina dikkatimi çekti. Eli karnında konuşmaları dinliyordu. Yanıma çağıracaktım ki dayımın Atabek'in amca oğlunun yaptığı bir yanlışı söylemesiyle kan beynime sıçradı. Kahvaltının sonuna doğru son keyif çaylarını içerken aklımda Karacaya vereceğim cezayı ölçüp tartıyordum. Sedirlere geçmeden Sultan abladan kahve isterken Meryemce'nin telefonu çaldı. Ona baktığımda saygısı gereği izin istemek için yüzüme bakınca göz kırptığımda telefonu masadan alarak açtı. Telefonu yüzüne doğru tuttuğunda avluda bir kadın sesi duyuldu.
"Meryem'im günaydın"
"Günaydın İnci sultanım "
"Nasılsın Meryem'im"
"İyiyim sultanım sen nasılsın"
"İyiyim hüzün gözlüm. Ben seni niye aradım biliyor musun"
"Nedir emret"
"Ne emretmesi kızım"
"Buyur sultanım söyle"
"Biz Serdar'ımla yarın ya sabah ya da akşama doğru sana geleceğiz oradan İtalya yapacağız. Kayınvalidene sor bakayım müsait misiniz"
"Tabi Sultanım sorarım. Sana bir iki saat sonra haber veririm"
"Tamam prensesim. "
Meryemce telefonu kapattığında tebessümle anneme dönerek;
"Anne bu arayan kadın koskoca profesör ama gel gör ki evinden içeriye girdiğinde ev hanımı. Bu konağın büyüğü sensin diye sana sormamı istedi"
"Bu kadın kim ki annem"
"Bu kadın Kerem'in annesi"
"Osmanlı kadını edepli, saygı, gelenek görenek biliyor demek ki."
Annem bana bakarak;
"Ağam müsait misin ? bu durumdan dolayı bir şey diyemedim"
"Misafirlerimizi en iyi şekilde ağırlayın anne"
"Tamam ağam. Meryemce'm ara annem sende hocanı"
"Tamam anne birazdan ararım"
Sultan abla kahveleri getirdiğinde Meryemce müsaade isteyerek ayağa kalktığında Ömer Hamza iyice ağlamaya başlamıştı. Meryemce ağlayan oğlumuzla odamıza giderken, avluya Devran girdi. Kaşları çatık bize selam verdikten sonra Avşin'in yanına oturdu. Göz kırpıp hayırdır dediğimde;
"Mesleğimle alakalı ağam"
"Anladım"
"Sen dikkat et etrafına Mustafa Hamza ağa"
"Anladım Devran sonra konuşalım "
Devran başını sallayarak oturduğu yerden kalktığında Avşin de kalktı. Ayakta yanında duran Avşin'in gömleğinin kenarından hafif çekerek merdivenlere giderken babam hafif tebessümle arkalarından bakıyordu. Sedirlere geçtiğimizde hanımlar sultan ablaya yardım ederek hızlı bir şekilde kahvaltı masasını toplamıştı. Gençler hazır bir şekilde avluya geldiklerinde, Ömür kucağında uyuyan Mirza ile bizim odaya gidiyordu. Meriç çocukların yanına geldiğinde;
"Çocuklar olur ki adamlar gitmeliyiz dediğinde ikiletmeden hemen konağa geliyorsunuz. "
Gençler başlarını sallayarak kapıya doğru giderken, sabahtan beri sesi soluğu çıkmayan prensesim yanıma geldi. Kucağıma gelmek isteyince hemen kucağıma almıştım. Alnını çeneme yaslayınca sabahtan beri neyi olduğunu soracakken Reşat dayım;
"Mina'm neyin var "
"Bir şeyim yok reşo dede"
"Keyifsiz gibisin"
"İyiyim ki. Babamın yanına gelmek istedim. "
Dayım, Mina'nın saçını severken, Yusuf ağa cebinden bir kaç tane para şeklinde paketlenmiş çikolatayı Mina'ma uzatınca;
"Aaa dede ağa ben onları yiyemem ki"
"Neden zeytin sultan "
"Çünkü benim karnım ağrıyor"
Elimi Mina'nın karnına koyduğumda yüzünü boynuma koymuştu. Ah nazlı kızım benim. Kulağına biraz yaklaşıp;
"Niye karnın ağrıyor babam"
"Şey kızma ama "
"Söyle, benimle pazarlık yapma Mina hanım"
"Bende söylemem "
"Mina Dila Alibeyoğlu"
"Ayyy annem gibi dedin tamam söylüyorum"
"Söyle bakayım"
"Aç karnına sabah azcık soğuk şerbet içtim baba"
"Mina"
"Ben "
Mina'yı kucağımdan indirdiğimde gözlerime masum masum bakarken gözlerimi ondan kaçırıp;
"Doğru annenin yanına gidiyorsun Mina"
"Baba"
"Mina "
"Peki babacığım"
Mina ellerini önünde birleştirip bizim odaya doğru giderken, Leyla yanımıza geldi. Hazar'a sessizce bakabilir misin dediğinde Hazar yavaşça ayağa kalkıp onunla bir köşeye geçtiler. Yavaşça yerimden kalkıp odamıza doğru giderken, Ömür Berfe yanıma gelip;
"Hamza abi, Meryemce yengem sana söyler ama yine bende söyleyeyim. Biz bu gün Leyla abla, Mina ile alış verişe gideceğiz"
"Mina hasta galiba ona bakmaya gidiyorum"
"Soğuk şerbet mevzusu dimi"
"Sen gördün de bir şey demedin mi Ömür"
"Yok abi bana da kahvaltının sonuna doğru söyledi. Yengemin yanına gitmesini söylediğimde annem çok kızar dedi. Bende sana gelmesini söyledim bu sefer babam daha çok çok kızar dedi. "
"Anladım bakayım ben ona"
Ömür başını sallayarak Leyla'nın yanına giderken, odamın kapısının önüne geldim. Kapıyı yavaşça açtığımda içeriden sadece Meryemcenin sesi geliyordu.
"Mina sen böyle şeyler kesinlikle yapmıyordun. Aç karnına soğuk şerbet içmek nedir kızım"
"Ama anne"
"Aması yok Mina cezalısın. Leyla ile seni alış verişe göndermiyorum"
"Anne çok tatlıydı"
"Minaaaaaaa"
"Özür dilerim anne"
"Yürü mutfağa yemek yemeğe"
"Anne karnım çok ağrıyor "
Meryemce kızımızı kucağına alıp geniş koltuğa oturup karnını severken göz göze geldik. Karıma tebessüm ettiğimde Mina alnını Meryemcenin göğsüne yaslayarak;
"Anne babam bana çok kızdı"
Meryemce bana göz kırpıp;
"Neden kızdı annem baban sana "
"Ben soğuk şerbet içtim ya yani ondan kızdı"
"O zaman bak ne yapalım baban sana sinirli ya "
"Evet "
"Yarın akşam İnci anneannen gelecek seni onunla birlikte İtalya'ya göndereyim. Makarna dayın herkes, devinde orada. Bir kaç gün git babanın siniri geçer o zamana kadar "
"Yok olmaz ben babamı bırakmam. Bir köşede otururum. Yemeklerime dikkat ederim babamda beni af eder"
Meryemce'ye yaklaşıp önce karımın sonra Mina'nın başına birer öpücük kondurup kızımı kucağıma alıp Meryemcenin yanına oturdum. Mina'nın karnına elimi koyup ovalarken;
"Mina bu son kızım. Bir daha aç karnına soğuk meyve suyu, şerbet içtiğini duyarsam sana çok ama çok kızarım. "
"Özür dilerim baba"
"Özür dileme birtanem ben sana bir şey olacak diye çok üzülüyorum"
"Söz daha yaramazlık yapmayacağım. "
"Mina yaramazlık yap ama kendine zarar getirme birtanem"
"Söz, bir daha hasta olmam"
"Karnın ağrıyor mu peki şimdi"
"Azcık baba"
"O zaman doğru kahvaltı etmeye bir şey yemedin. "
"Tamam baba"
Mina'm koşarak odadan çıkarken her zaman ki gibi kapıyı güzelce kapamıştı. Meryemce'm yüzüme bakarken;
"Ne oldu güzelim"
"Hiç sen ne yapacaksın toplantıda"
"Ağayım sevgilim ben, sen düşünme. Hadi sende gel hatta beraber gidelim"
"Mustafa'm nasıl geleyim Mina'm hasta gibi, Ömer'in sıkıntısı var. "
"Bazen çocuktan farkım yok değil mi"
"Sen her an beni yanında istiyorsun sevgilim ondan"
"Meryemce o kadın sana neden hüzün gözlüm diyor"
"Şimdi konuşmasak"
"Peki karım"
Meryemceyi kollarımın arasına aldığımda;
"Mustafa aklıma geldi. Bu gün arabam gelecek. Çocuklar iyi olursa seni oradan almaya gelebilir miyim"
"Tabi olabilir, konuşuruz gün içinde canım"
"Bir tanesin kocam "
"Sende cici kız sende"
Meryemce'nin başına dudaklarımı bastırıp burnumdan derin bir nefes aldığımda güçlenmiş gibi hissediyordum. Ayağa kalktığımda Meryemce de ayağa kalktı. Üzerime dolaptan takım alacakken Meryemce elini koluma koyup başıyla yatağın üzerini gösterdiğinde içimden rabbime şükretmiştim. Üzerimdeki tişortu çıkardığımda halime güldüm. Ben kendimi bildim bileli daha doğrusu ağa olduğumdan beri şu avluya hiç rahat kıyafetlerle çıkmadım hafta sonları hariç. Meryemce üzerindeki badisini çıkarırken sırtına baktım. Kim derdi ki o sırtta bıçak yarası var diye. Üzerime gömleğimi giyerken yanına yaklaştım. Elimi kürek kemiğine koyduğumda yavaşça bana döndü. Birbirimizin içini görmek ister gibi gözlerimizin en derinlerine bakarken;
"Meryemce"
"Söyle Mustafa "
"Ne zaman içini dökeceksin bana"
"Nereden çıktı şimdi ağam bu soru"
"Meryemce şu sırtındaki her yükü bana bırak ben taşıyayım. Sen gurur duyduğum mesleğini yap. Anne, evlat, gelin, yenge, teyze, hala ol ama o gözlerinde gördüğüm taş gibi duran kadın olma"
"Ben ateş olmaya, atmaca olmaya alışkınım. Ben sana zamanı geldiğinde her yükümü, her karanlığımı anlatacağım ama şimdi değil, hazır değilim. Sana bir şey diyeyim mi kocam"
"Söyle garım"
"Bir gün içimdeki, damarımdaki zehiri sana akıttığımd-"
Meryemcenin sözünü kapının çalınması kesti. Meryemce ağızını açıyordu ki kapının dışından Hazar'ın; "Ağam hadi yaaa" demesi üzerine sinirle;
"Geliyorum Hazar bekle"
Meryemce yanımdan geçerken kolunu tutarak;
"Benim yanıma gelene kadar hiç ama hiç yaşamadın dimi doya doya"
Meryemce gözlerime bakarak;
"Senin yanında sakin limana demir atmış yıkık bir gemi gibiyim. Senin gölgende çok büyük savaş vererek dinlenen savaşçı gibiyim. Senin varlığında denize kavuşmuş balık gibiyim. Senin huzurunda, konağında kendini güvende hisseden ceylan gibiyim. Sen varsan nefes alıyorum, sen varsan rahatım huzurluyum. Bırak sorma, kurcalama ben zaten sırtımı sana yaslayarak verdiğim savaşları anlatacağım. Bırak sorma ben zaten kendi kırıklarımı onardığımda sana odalarımı gezmene izin vereceğim. Benim en önemlisi senin yanında zifiri karanlık kuyumun etrafı çiçeklendi ama o kuyu taşarsa bir anda, hepimiz hele de ben yitip giderim. Bırak yavaş yavaş, az az aksın aramızdan gitsin boşalsın"
Meryemce'ye sadece başımı sallamakla yetindim. O banyoya girerken, ben arkasından sadece bakmıştım. Bende çocukluğumu, gençliğimi yaşamadım. Bende hep büyük yükler altındaydım. Hamza ağam öldükten sonra daha da yüklerim, sorumluluklarım arttı ama Meryemce sanki doğduğu gün yüklenmiş gibi bütün yükleri.
Başımı sallayarak üzerimi giyinip odadan çıkıyordum ki Meryemce banyodan çıktı. Elimi kapının kulpuna koyup yüzüne bakarak;
"O Çınar denilen adamla gerçekten evlenmeyecektin ama herkes seni evli bilecekti öyle mi"
"Öyle"
"Görmeden hoşlanmıyorum o adamdan "
"O da senden hoşlanmıyor zaten."
"Meryemce"
"Söyle kocam, söyle her şeyim olan adam, söyle"
"O adam ile aranda ne var"
"Çok şey var, o adam"
Meryemcenin sözünü dışarıdan Hazar'ın bağırması, içeriden Ömer'in ağlaması kesince Meryemce kahkaha atarak;
"Görmüyor musun adam Allah bile her şeyin zamanı var diyor bize. Hadi Asi Azrail ağam toplantına git"
"Peki, güç öpücüğü alabiliyor muyum"
"Üzgünüm dışarıda biricik kumam, içeride oğlumuz izin vermiyor"
Başımı sallayarak odadan çıkarken, belime silahımı takıyordum. Kapıyı kapatarak avluya yürürken erkekler kalkmıştı. Babamın yanına giderken dayımlar konaktan çıkıyordu. Babamın yanına oturarak;
"Akşam Gencay gelecek baba. Sen konaktasın dimi"
"Evet ağam hayırdır"
"Baba bu toplantıda biraz gerilim artabilir. "
"Aklın kalmasın oğlum"
"Tamam "
Babamın yanından hızlı bir şekilde kalkıp dışarıya çıktım. Havalar git gide bozmaya başlamıştı. Minibüse bindiğimde dayım, Ünal amcam, Yusuf ağa kendi arabasında olduğu için Hazar ile baş başa kalınca;
"Oğlum seni gebertirim "
"Ne yaptım"
Boran arabayı çalıştırdığında, Eren aradaki camı kapadı. Hazar ile kaşlarımız çatık birbirimize bakarken, Hazar kahkaha atmaya başladı.
"Kumamla baş başa kalamadığınız için mi bu tip"
"Hazar kaşınma"
"Neyin var senin"
"Karaca'nın ne yapmak istediğinin farkında mısın"
"Farkındayım amacı seni elde etmek salak kızın"
"Bunun ailesinde böyle insan yok kime benzedi bu merak ediyorum. Kendi babasını bile dolandırdı farkında mısın"
"Asıl bombayı toplantıda Savaş öğrenecek"
"Neyi benim bilmediğim ne biliyorsun "
"Aynı kağıtlardan Savaş'a da imzalatmış"
"Eğlenceli, sinirli bir toplantı geçecek desene"
"Öyle Azrail ağam"
"Düğün için senin otelimi ayarlıyorsun yoksa başka mekan mı"
"Benim otel ağam."
"Güvenliği sağlam yap Hazar. "
"Oğlum ağa olan sensin ben damadım sen bak güvenliğe "
"Ona da peki Hazar bey"
"Leyla ve Ömür alış verişe gitti. "
"Haberim var "
Hazar karşımdaki koltuktan kalkıp yanıma oturduğunda;
"Ne oldu sana Mustafa bir gergin gibisin"
"Gece çalışma odasından odaya döndüğümde elimi yüzümü yıkayıp koltuğa uzandım. Gözlerimi kapadığımda kısa zaman içinde uykuya geçtim ve kabus gördüm. Karaca, Helin ve Şule Meryemceyi öldürmüşler başında gülüyorlardı. Meryemcenin yanına yaklaştığımda iri kıyım bir adam benden önce Meryemceyi kucağına alıp bana baktı. Kaşları çatık; "Sana güvendi, güvendim. Sen onu yordun, yıprattın. Benim Meryemce sana, size vermeyeceğim artık". Adam konağın kapısından çıkarken kapıda Kerem hünkar, Bernardo denilen adam ve bir adam daha kaşları haddinden fazla çatık bana hayal kırıklığıyla bakıyorlardı."
"Allah hayra çevirsin dostum. Sen galiba rahatsız yerde yattığın için böyle oldu galiba"
"Neyse Hazar kapatalım konuyu. Meryemceyi benden alacak olan olursa perde arkasındaki Azraili getirmekten çekinmem"
Hazar'la yol boyunca daha konuşmadık. Karaca'nın ayarladığı yere geldiğimiz de arabaları geniş otoparka çekmiştik. Araçtan indiğimizde bütün ağaların arabaları peş peşe otoparka girdi. Ağır adımlarla açık mekana kurulan uzun masanın başına geçip oturdum. Bütün ağalar yerini alırken Behçet ağa sinir ve utanmaktan kıpkırmızıydı. En büyük oğlu Poyraz, babasının yanında otururken bir gözü bendeydi. Bu adama ayrı bir saygım vardı. Hiç kimseyle bağlı, desteği olmadan fıstık fabrikası kurmuş ve yurt dışına ticaret yapıyordu. Birde bir lafımla bütün aşireti tepe takla edecek söze ve güce sahipti. Beni abisi gibi gördüğü için farklı bir hukuku vardı. Garsonlar çayları ikram etmeye başladıklarında Savaş sinirle yerine gelip oturmuştu. Masanın bütün boş sandalyelerini sahipleri doldurduğunda, Karaca ağır adımlarla mekanın içinden dışarıya çıktı. Behçet ağa elini kalbinin üzerine koyduğunda bir şey olacak sanmıştım. Karaca babasının yanına giderek elini omzuna koyduğunda Poyraz'ın ona bakmasıyla hemen elini çekti. Savaş gür bir sesle adını söylediğinde Karaca keskin bir dönüşle ona baktığında;
"Karaca hepimizi adama borçlandırmayı nasıl becerdin bilmiyorum ama hemen bu saçmalığa son ver hemen"
"Kesmeyeceğim. Beni o adama daha büyük borcum var"
Ağızımı açıyordum ki Poyraz gözleriyle benden izin istediğinde sustum. Poyraz elini masaya hızla vurup;
"Ulan senin ne borcun var o adama. Bir imza ile nasıl babamı kandırırsın. Sana yapacağımı biliyorum az sabret"
Karaca yerine oturduğunda bir kaç siyah araba otopark alanına girdiğinde, Karaca oturduğu yerinden tekrar kalkarak arabalara doğru giderken dayım;
"Behçet ağa benim bildiğim senin Poyraz'dan sonra üç tane daha aslan parçası oğlun var. Bu hadsizlik daha otuzuna gelmemiş kızın yüzünden buradayız. "
"Reşat ağa ne yapayım benim şirketimi vermiş."
"Kızına veremediğin terbiye ve ahlak ortada"
Poyraz, Karaca yüzünden dilinin bağlı olması canını sıkmış olacak ki elini masada yumruk şekilde dayıma bakıyordu. Derin bir nefesle;
"Reşat ağa tamam yeter. Şimdi derdimiz bu hepimizin boşluğundan yararlanıp imzalatılan kağıtlar. Bu itlerin sahibi gelsin bakacağız dertleri neymiş"
Herkes önündeki çayından yudum aldığında masanın diğer başına sarışın uzun boylu bir adam gelip oturdu. Tek kaşını kaldırıp ;
"Merhaba beyler, görüyorum ki hepiniz sinirlisiniz. Ben kendimi tanıtayım. Ben büyük Abdullah yıldırmaz'ın sağ kolu en değer verdiği adamı Yüksel sevican. Şimdi birazdan burada olacak Abdullah bey. Karar sizin imzaladığınız kağıt sayısı kadar ya bir milyon verirsiniz yada imzanız olan kağıtları yürürlüğe koyacağım"
Başımı sağa sola çevirirken karşımda oturan adam;
"Mustafa Hamza bey çok mu sinirlendiniz"
"O kadar sinirliyim ki, sahibin olan it buraya gelsin toplu sıkacağım kafanıza"
"O kadar kolay değil benim kafama sıkmak. Senin namın bana veya bize işlemez Azrail asi ağa"
"Bakalım, görelim"
Başımı sallayarak soluma baktığımda mekanın sahibi kenarda titreyerek duruyordu. Onun haline biraz tebessümle bakıp;
"Herkese kahve getir Tefo"
"Emredersssiniz ağaaam"
Tevfik içeriye girdiğinde tekrar bakışlarımı karşımdaki adama çevirdim....
......................................................
MERYEMCE...
Mustafa yanımdan ayrıldığında ağlayan Ömer'imle azcık ilgilendikten sonra tekrar uyumuştu. Şifonyerin üzerindeki telefonumu elime alarak kütüphaneye geçiyordum ki kapım çalındı. Kim olduğunu sorduğumda Leyla neşeli sesiyle ben dediğinde gülerek gel demiştim. Leyla'nın peşine Ömür de odaya girdi. Ömür Berfe gülerek yanıma geldiğinde kolumun altına aldım. Leyla elini beline koyarak kapının önünde;
"Alış verişe gidiyoruz. Mina'yı alıyorum"
"Nefesii, nefesimin Karnı ağrıyordu Leyla"
"Ya bir şey olmaz alayım kızları gideyim işte"
"Kim kim gidiyorsunuz ki"
"Yanındaki minik hanım ve prenses. Çocuklar konaktan çoktan çıktılar. Nisa ve Mert odalarına çekildi. Mihriban anne, Sare anne ve Ayşe anne avluda kahve içiyorlar. Avşin ile Devran abi odalarındalar. Kader, Selvi ve Zümrüt orta dam da dedikodu yapıyorlar"
"Anladım tamam yeter. Mina'ya bir kaç tane eşofman takımı alsana. Mina gözümün önünde dursun "
"Ya bırak gelsin kötü olursa hemen alış verişe son veririm"
"Tamam bekle hazırlayayım kızımı"
"Ben hazırlarım, sen izin ver yeter"
"Senin derdin ne"
"Kuaföre gideceğim"
"Şimdi anladım. Fazla kısaltma saçlarını, güzelde örsünler saçını "
"Yine yıkayınca çıkan boyadan boyatayım mı"
"Hayır, babası keser bizi, güzel örsünler sadece"
"Peki"
"Berfe'ye güzel ciciler alın"
"Olur alırım, zaten Hazar'ım ayrı, Mustafa abim ayrı harçlık verdiler"
"OOO bende vereyim mi"
"Sen servet verirsin gerek yok"
"Mina'nın kartını vere-"
"Yok ben alırım, hem Mustafa abim onun içinde para verdi"
"Leyla yalan konuşmayı niye beceremiyorsun merak ediyorum"
"Off bırak işte kızlarımla güzel bir gün geçireyim"
"O zaman sana bir ödül vereyim "
"Nedir"
"Hamburger yedir kızlara tabi temiz bir yer olduğuna emin ol"
"Vallahi mi"
"Evet hadi vazgeçmeden koş bence"
Leyla hızla odadan çıktığında Ömür yüzüme baktı. Ellerimi yanaklarına koyarak;
"Neyin var güzelim"
"Bir şey yok yengem, senin neyin var"
"İyiyim kuzum bir şey yok "
"Sen iyi olduğunda abimde iyi onu anladım masada"
"Hadi küçük hanım sende yetiş feminist olan hanımefendiye. Ömür"
"Efendim yengem"
"Senden bir şey isteyebilir miyim"
"Nedir "
"Bu gün mağazaları gezerken Hazar abinin düğünü için kendine bir elbise bak."
"Olmaz yenge, dolabımdan "
"Ömür"
"Peki yenge"
"Söz dinle yengesinin güzeli"
"Peki yengem"
"Ömür aklına yatmazsa bir kıyafet, akşam sipariş ederiz canım"
"Nasıl "
"Hadi Ömür hadi yürü yetiş Leyloşa"
Ömür sıkıca sarılıp yanaklarımı öperken;
"Görüşürüz yengeciğim"
"Görüşürüz yengem. Allaha emanet olun"
Ömür de odadan çıktığında kütüphaneye girdim. Az önce fark ettiğim şeyle nefesim kesilmişti. Benim nefesim Minaydı. Rüyamda babaannemin dediği nefesim. "Allahım sen kızımı bana bağışla. Söz sabırla bekleyeceğim"
Kütüphanedeki Beyaz berjer yerine siyah, kocamın berjerine oturdum. Camdan dışarıya baktığımda Leyla kızları önüne katmış konaktan çıkıyorlardı. Oğullarım uyurken genç kızlığımdaki gibi, Kemal ateşin evindeki en sevdiğim siyah berjere oturur gibi oturup bacaklarımı yanıma topladım. Elime telefonumu alıp İnci sultanımı görüntülü aradım. Bir iki çaldıktan sonra;
"Sultanım"
"Hüzün gözlüm, güzel kızım "
"Sultanım, kayınvalidemle konuştum. Başımızla beraber dediler"
"Tamam kızım. Sabah Kerem, Hüma ile Nazlı'yı alıp İtalya'ya geçecekler. Bizi sabah Mardin'e bırakırlar"
"Tamam sultanım. Onlar niye gidiyorlar"
"Toplantıları varmış orada onun için"
"Anladım sultanım"
"Meryemce, Kerem ile Serdar dün kavga ettiler"
"Neden?"
"Hüma ile gizli gizli nikah kıymışlar ona kızdı "
"Kızı istemiyor musunuz"
"Yok kız çok iyi. O kadar güzel ki anlatamam. Ben çok mutlu oldum ama Serdar çok kızdı"
"Neden ama "
"Niye nikahta yokmuş diye"
"Serdar abim yaaa"
"Meryem'im evlendin artık ama "
"İnci sultanım sonra konuşalım bu konuyu"
"Tamam güzelim. O kadar özledim ki seni"
"Bende seni"
Telefonu gülerek kapadığımda yanımdaki berjere koymadan şahin yazılı numarayı normal aradım. Bir iki defa çaldıktan sonra;
"Efendim lilyum prensesim"
"Nasılsın Çınar'ım"
"Sen bana Çınar'ım dediğine göre bir şey var"
"Yok öylesine sesini duyayım dedim"
"Hım anladım. Mert dayak yemiş "
"Hım Fevziler dövmüş"
"Neden dövmüşler "
"Fevziler Rauflara uşaklık yapıyor ya"
"Evet öyleydi doğru"
"Siz ne yapıyorsunuz. "
"Ben senin odanda uzandım. Duvardaki resminle bakışıyordum"
"Anladım. Çınar "
"Efendim "
"Mustafa senden hoşlanmıyormuş"
"Bende bayılmıyorum ona"
"Beni ikinizin arasında bırakma ne olur"
"Bırakmam lilyum prenses bırakmam. Onu ortadan kaldırırım aramızda olmazsın"
"Bende sana küserim"
"Ah sen olmasan hiç biri kalmaz piyasada ama neyse. Ali Reha ve Cansel yere göğe sığdıramıyor asi ağayı"
"Sende sevme yakından tanıyınca"
"Ben ondan hoşlanmam, sevmem. Benim saramadığımı o sarıyor ve bu beni sinir ediyor"
"Hadi görüşürüz Çınar kendine kızıma ve kardeşlerime dikkat et"
"Kardeşler derken"
"Yanındakiler işte"
"Anladım. Yusuf geliyor"
"Duydum. Halanla konuşuyordum seni aramadan önce"
"Dayım çok kızmış dün duydun mu"
"Duydum, niye kızdığını biliyor musun"
"Biliyorum, nasıl nikaha çağırmazsın beni, Çınar'ı ve Meryemceyi demiş bağıra bağıra"
"Dayınız ve halanıza aşığım"
"Bende, Hadi görüşürüz kendini üzme "
"Olur, kocam var bana bir şey olmaz"
"Hay senin kocana da sana da"
"Farkında mısın en son seninle böyle Japonya da bambu korosunda yürürken konuştuk"
"Asistan kapat ağızını ve telefonu "
Telefonu kapadığımda oturduğum yerden kalktım. Üzerimi değiştirip beşikte uyuyan oğullarıma bakarak odamdan çıktım. Avluda oturan annemlerin yanına oturduğumda Sare teyzem;
"Kız gelin "
"Efendim teyzem"
"Kalk bize güzel okkalı bir kahve yap"
"Olur hemen yapayım"
Hızla yerimden kalkarken yanımıza gelen Ayşegül'e;
"Sen doğru benim odama gidiyorsun. Odamdaki koltuğa oturup bacaklarını uzatıp oğullarıma bakıyorsun uyuyorlar zaten"
"Aman Meryemce ablam ne yaptın ya"
"Yürü kız Ayşe"
Ayşegül başını sallayarak benim odama giderken, elindeki tepsiyi aldım. Mutfağa girdiğimde akşam yemeği için yemek yapılırken, ada tezgahta olan ocağa geçerek kahveyi yapmaya başladım. Sultan abla ile göz göze geldiğimizde ;
"Sultan abla"
"Efendim karadeniz"
"Sabah kahvaltıya Serdar abim ve İnci sultan gelecek "
"Uy ailene sokuyorsun onları"
"Onlarda benim ailem"
"İstanbul'da bir kere Gülcan'ın Mert'in veya Dağhan'ın yanına getirmedin onları"
"Abla yorma beni, sonra konuşalım "
"Tamam karadenizim, sen nasıl istersen öyle yaparım."
"Sabah gelecekler abla ama kaçta gelirler bilmiyorum. Akşam kalacaklar"
"Tamam karadenizim merak etme"
"Allah razı olsun abla"
Kahveleri tepsiye koyup ağır adımlarla mutfak avlusundan çıkarken, içimdeki mutluluk yüzüme yansımıştı. Sultan abla haklıydı. Ben hiç onları dediği gibi bizimkilerin yanına getirmemiştim. Benim huzur bulduğum ailemdi onlar. Derin bir nefes alıp avluya girdiğimde Kader, Selvi ve Zümrüt annemlerin yanında ellerinde yeni başladıkları pembe pembe örgülerle oturuyorlardı. Onlar örerken onlara gülerek kahveleri masaya bıraktığımda tam oturuyordum ki Ekrem abi elinde asi arabamın anahtarıyla yanıma geldi. Elinden aldığımda;
"Bu arabanın anahtarını iki takım elbiseli adam getirdi. Asi ağam ile görüşeceklermiş."
"Adlarını söylediler mi?"
"Silvan siva"
"Anladım abi Silvano ve Emran mı?"
"Ah Karadeniz"
"Tamam abi gelsinler "
Ekrem abi başını kaşıyarak kapıya giderken, bende annemlerin yanındaki sedire oturdum. Annemler kahvelerinden bir yudum almışlardı ki içeriye uzun boyuyla Bernardo'nun sağ kolu Silvano ve Emran avluya girdiler. Emran yanıma geldiğinde ayağa kalktım. Emran tebessümle eğilip;
"Nasılsınız hanımefendi"
"İyiyim Emran sen "
"Sağlığınıza duacıyım. Sizi tebessümle gördüm daha iyi oldum"
"Teşekkür ederim delikanlı"
Emran gülerken Silvano elindeki dosyaları masaya bırakıp bir kere bile annemlere bakmadan;
"Hanımefendi, kocanıza anlaşmaları getirdim. Kerem beyin önerdiği bir iş daha varmış onun anlaşmasını da getirdim. Dün gece İstanbuldaydım da, gece görüştük Hünkar beyle"
"Tamam Mustafa Hamza beye vereceğim. O Bernardo'ya ulaşacaktır"
"Peki Hanımefendi"
"Ne o keyifsizsin"
"Bu kadar adam sizin güzel yüzünüzü nasıl rahatlıkla görebiliyor"
"Emin ol Silvano ben kapıdan dışarıya çıktığımda başlarını eğiyorlar"
"Eren nerede"
"Kocamın yanında"
"Hım anladım. Ben o gelene kadar kalabilirim"
"Gerek yok ben birazdan çıkacağım zaten"
"Eşlik edeyim size"
"Kahve ikram edeyim size"
"Yok sağ olun hanım efendi"
"Silvano"
"Efendim"
"Ben iyiyim kimse beni üzmüyor merak etme. Kimse dimdik yüzüme bakıp rahatsız etmiyor"
"Sana bakmasınlar hanımefendi"
"Olur söylerim"
İki deli geldikleri gibi giderken, arkalarından gülüyordum. Sedire tekrar oturduğumda annem gülerek bana bakıyordu. Başımı omzuna yasladığımda ;
"Sana bakılmasına niye taktı bunlar kızım"
"Boş ver annem. EE kızlar şimdi bana ölçülerinizi veriyorsunuz. Avşin'in düğünündeki gibi kıyafetleriniz gelsin bir kaç güne. "
Her hanımdan ayrı ses çıkarken, başımı kaldırıp Sare teyzeme bakarak;
"Sana yeşil renk yakışır teyze, şöyle zümrüt yeşili"
"Meryemce nasıl yani"
"Bakın hanımlar, ben şimdi kocamı ve kumamı almaya gideceğim. Sizde bana akşama kadar internetten elbise modelleri bakıyorsunuz. Bende size bu akşam sipariş ediyorum onları. Bu arada beden ölçülerinizi de yazıyorsunuz."
Ayağa kalkarken annemin sağ yanağını öperken sessizce;
"Senin yüzün hep gülsün annem. Sare teyzem Avşin'in düğünündeki gibi siyah elbise giyecek diye kara kara düşünüyorsun biliyorum. Leyla ile gece konuştuk Berfe'ye elbise bakacak bu gün. Sen bana istediklerini, sıkıntılarını söyle rabbim ömür, güç, fırsat versin ben yerine getiririm"
Başımı kaldırıp elimi sol yanağına koyarak göz kırptığımda;
"Ah benim kocasının desteği, güzel karısı iyi ki varsın"
"Hadi gaynanalar Ömer Sare hatunda, Mirza sende. Bende gideyim kocam ile aşk, kumamla da dalaşayım"
Hanımlar gülerken, annem eline aldığı terliği bana çoktan atmıştı. Odama girdiğimde koltukta uyan Ayşegül'ü gördüğümde sessiz oldum. Dolaptaki ince battaniyeyi alarak üzerini örttüm. Dolaptan geniş, ispanyol paça kot pantolonumu çıkarıp, üzerine beyaz badi ve kahve rengi dizlerime gelen hırkamı üzerine attım. Ayağıma giymek için siyah beyaz ayakkabı çıkardım. Eşyalarımı alarak banyoya girdim. Üzerimi giyinip tekrar odaya girdiğimde aynanın önüne geçtim. Saçımı toplayarak başıma da kot desenli şalımı taktım. Cüzdanımı ufak portföy çantama, telefonumu hırkamın cebine koyarak odamdan çıkarken kenarda duran telsizi elime aldım. Avluya çıktığımda herkes bana bakıyordu. Kader birden;
"Sen, sen kot pantolon giyiyor muydun yenge"
"Geniş böyle giyiyordum normal hayatımda. Burada hanım ağa olunca biraz daha dikkat ettim. Sen dua et bunların dar olanını giymeyeyim. "
"Nasıl yani yenge"
"Aman boş ver kuzum şaka yaptım. "
"Sen öyle diyorsan "
"Hadi gidiyorum ben kocamı almaya"
"Hadi hayırlı günler "
Telsizi anneme bırakıp kapıya doğru yürürken, cebimdeki telefon çalmaya başladı. Telefonu cebimden alıp baktığımda Medine'ydi. Kapıya çıkıp kenarda duran arabamın uzaktan kumandasıyla kilidini açtığımda Ekrem abi kapıyı açmıştı. Yürürken telefonu açıp;
"Buyur Medine"
"Kulağıma ne geldi Gaziantep'ten"
"Ne geldi"
"Karaca hanım var ya"
....................................................................
SİNAN...
Meriç abi bizi Bedirhan abinin çay bahçesine getirdiğinde minibüsten peş peşe aşağı indik. Emrah bizi bırakıp koşarak cafe bölümüne giderken, Aslı da onu takip ediyordu. Onlara gülerken Yekta abi sağ tarafına Ruken ablayı, sol tarafına Mihriban'ı almıştı. Yılmaz, üzerini düzelten Gül'e sevgiyle bakarken, yanımda duran menekşe gözlüm tedirgin etrafa bakıyordu. Biraz daha ona yaklaştığımda;
"Sinan içeride arkadaşlarının yanına gidebilirsin tamam mı ? Ben Ruken ablayla otururum"
Ağızımı açtığımda yanımıza gelen Sevim teyze;
"Çocuklar ne bekliyorsunuz, hadi içeriye gelin"
Mihriban öne çıkarak; " geliyoruz Sevim teyze " dediğinde bir adım atmıştım ki menekşe gözlüm elimi tuttu. Sağ omzumdan ona baktığımda gözlerinde gördüğüm saf güven duygusu beni çok mutlu etmişti. Peş peşe içeriye girdiğimizde Aslı uzun masanın yanında bizi bekliyordu. Onun yanına giderek oturduğumuzda Meriç abi de hediyeleri Sevim teyzeye veriyordu. Yekta abi ile karşılıkla oturduğumuzda Gül, Gülru'nun yanına oturmuştu. Gül'ün yanına oturan Yılmaz karşısındaki ayakta duran Mihriban'a takılırken Ruken ablaya göz kırptığında Aslı ablasını Yekta abinin yanına oturttu. Ruken abla da Mihriban abisiyle arasında dursun diye hemen yanına oturdu. Aslı, Hilal'in yanına gittiğinde Biz kendi aramızda sohbet ediyorduk. Yekta abi ile akşam damda oturalım mı diye konuşurken, gözüm mekanın kenarında nişanlısıyla konuşan Gülperi'ye takıldı. Çocuğun kaşları çatık, sağ elinin işaret parmağını masaya vurarak ona bir şey anlatıyordu. Derin bir nefes çekerek omuzuma konulan başa başımı yasladım. Yekta abi durumu fark etmiş olacak ki hafif omzunun üzerinden arkaya kısa bir an baktıktan sonra;
"Bakma aslanım bakma. Herkes kendi ektiğini biçer. Ne diyor kuran'ı kerimde; 'Sizin hayır sandığınız şer; Şer sandığınız şeyde hayır vardı ALLAH (C.C) bilir siz bilmezsiniz.' Yanındaki güzel hanımefendi her şeyin olacak emin ol"
Gülru, başını hafif geriye doğru yatırıp alnını yanağıma yasladı. Koluma da girince iyice huzur bulmuştum. Yekta abi büyük olmasına rağmen yanında eli masada duran Mihriban'ı bana gösterip izin istediğinde hafif yan dönerek izin vermiştim.
........................
Zaman su gibi akarken Hilal'in yanına giden kızlarla masa da Yekta abi, Yılmaz, ben, Ruken abla ve Gülru'm kaldık. Ruken abla, Gülru'nun yanına geldiğinde, menekşem elini bileğimden çekmeden Ruken ablayla sessizce sohbet ediyordu. Yılmaz da Yekta abinin yanına geldiğinde muhabbet nasıl olduysa futbola dönmüştü. Biz futbol konuşurken Sevim teyze bize pasta ile meyve suyu getirmişti.
Zaman akmaya devam ederken, Mihriban, Aslı ve Emrah masaya tekrar geldiğinde cafenin girişinde kısa bir uğultu oldu. Kısacık zaman sonra mekana Meryemce yengem girdiğinde ben bile gurur duymuştum. Bize gülerek Sevim ablanın yanına giderken Yekta abim;
"Sinan, nasıl emin, Mustafa ağam gibi yürüyor Meryemce yengem"
"Yekta abi sanki rabbim onu amcam için, amcamın hamurundan yaratmış gibi"
"Sanki"
Yengem Sevim ablanın yanından kalkıp yanımıza geldiğinde Yekta abim yerinden kalkıyordu ki elini Yekta abimin omzuna koyarak;
"Otur Yekta otur"
"Ama hanı yani Meryemce yenge"
"Olsun, ben hem hediyesini getirdim, hem de amcanız akşam için Hilal için izin istememi söylemişti"
Emrah hemen araya girerek;
"Sincabıma ne aldın ve izin verdi mi zalım kaynana"
"Güzel şık bir kolye aldım üzerinde gizli şekilde E Harfi olan. Sen konakta kalmaman şartıyla izin verdi. Bende dedim ki 'Sevim abla sen merak etme, Emrah bu akşam Mustafa amcasıyla beraber çiftliğe gidecek dedim"
"Amcamla çiftlik mi? Yenge kurban olayım beni gönderme. Hadi kaynanama de ki Hilal gelmesin"
"Gelmesin mi"
Bu sesin yengemden çıkmadığına emin olduğumuzda hepimiz Emrah'a baktık. Emrah beyaza dönerken, Hilal yengemin yanında tek kaşını kaldırıp;
"Ben gelmeyeyim öyle mi Emrah, ben gelmeyeyim."
Emrah cevap vermek için ağızını açıyordu ki Hilal elini kaldırıp onu susturduktan sonra;
"Sus, sus tamam Emrah. Konuştukça batıyorsun. Kendini böyle dibe çekmeyi nasıl başarıyorsun merak konusu, neyse madem istenmiyorum. Ben gidiyorum, sende yerin dibine gir bir zahmet canım isterse çıkartırım"
"Ama sincabım"
"Sus"
Hilal hiddetle yanımızdan ayrılırken yengem kısa bir an Hilal'in arkasından baktıktan sonra Emrah'a dönerek;
"Bir gün şu dilin yüzünden başın fena belaya girecek"
Masada hepimiz " bence de " dediğimizde Emrah koşarak Hilal'in peşinden gitti. Yengem bana dönerek;
"Meriç ne zaman isterlerse gidebiliriz dedi"
"Tamam yenge şu deli gidip Hilal'in gönlünü alsın çıkarız, bizde sıkıldık"
"Size bir kıyak geçeğim mi"
"Nasıl yani"
Yengem sağ bileğime bakıp;
"Meriç'e söyleyeceğim bir iki saat lunaparka gidin. "
Masada ki herkes "Sinema yenge " dediğinde eliyle bir dakika dedikten sonra cebinden telefonunu çıkarıp bir iki tuşa bastıktan sonra kulağına tuttu. Biraz bekledikten sonra;
"Mustafa Hamza ağam çocukların yanındayım. "
"....."
"Bende onu diyecektim. Bunlar sinema diyor gönderebilir miyim"
"...."
"Ne demek hayır"
"....."
"Anladım tamam. Birazdan geliyorum yanına. Eren konumu attı bana"
"......"
"Tamam ağam"
Yengem telefonu kapatıp kısa bir an bize baktıktan sonra;
"Bir iki saat sonra buradan çıkacakmışsınız. Emrah isterse Hilal ile konağa gelebilirmiş, sizin için amcanın zaten gece bir planı varmış. Siz doğru konağa gidecekmişsiniz"
"Tamam yenge"
"Hadi gideyim ağamı kötü ağalardan kurtarayım"
Yengem gülerek yanımızdan ayrıldığında Yekta abi tebessümle;
"Çok iyi bir kadın ya"
Ağızımı açıyordum ki Gülru;
"Çokta korkusuz"
Bizimkiler başını sallarken Gülru konaklarında olanı anlatmaya başladığında hiç şaşırmamıştık. Emrah kısa zaman sonra yanımıza geldiğinde Hilal'i akşam Sevim ablanın getireceğini söylediğinde ayağa kalkıyorduk ki Gülperi yanında bizim sınıftan bir kaç kız ve erkekle yanımıza geldi. Elini masaya koyarak;
"Görüyorum ki senin aşkın yalanmış Sinan Alibeyoğlu. Ayrılanı ne kadar oldu hemen Yusuf ağanın şımarık ay pardon ezik kızıyla nişanlanmışsın"
"Gülperi git"
"Niye gideyim ki, biliyor musun iyi ki seni bırakmışım. Şuraya bak arkadaşlarının yanına gelemeyecek kadar şu eziğin sözünü dinliyorsun. "
Sabır çekerken, Gülperi kısa bir an Yekta abinin yanında oturan Mihriban'a bakıp kahkaha atarak;
"Ya sen Mihriban, babam ve ağa dayın seni kaç yaş büyük adama resmen satmış. Allahım iyi ki iyi ki sizin aileye dahil olmadım"
Gülru ayağa kalkıp saçını geriye atarak;
"Her zaman edepli olmak. Kenarda durup sakin durup, hanımefendi gibi olmak eziklikse ben eziğim. Adamlık ve delikanlılık büyük bir toplumda senin nişanlın gibi azarlamaksa iyi ki iyi ki Sinan'ım benim sözümü dinliyor"
Gülperi ağızını açtığında tam arkasında duran yengemi görünce şok oldum. Elini Gülperi'nin omzuna koyarak kendisine bakmasını sağlamıştı. Gülperi yengemden bir adım uzaklaştığında;
"Gülperi, bak güzelim bazen yaptıklarımızın veya ailemizin sözünü dinlemek bize kesilen bir cezadır. Şimdi Sinan ve Gülru'ya yada Mihriban'a ağır kelimeler kullanarak kendi cezanı onlara kesme. Senin onların hayatında bir görevin vardı. Sen görevini tamamladın. Şimdi herkes kendi hayatını kendi dersleriyle devam edecek. "
"Hanım ağam "
Yengem kaşlarını hafif çatarak elini susması için kaldırıp;
"Kesme sözümü. Sana benden son söz, şu masada gördüğün her genç oldukları aileden ve durumdan çok mutlu. O iyi ki istemediğin aileye dahil olmak bence insana onur ve gurur verir."
Gülperi başını eğdiğinde Meryemce yengem;
"Gençler hadi kalkın konağa "
Ayağa kalktığımızda yengem de bizimle yürüyordu. Cafeden çıkarken Emrah ;
"Kız yenge sen ne arıyorsun burada, neredeyse bir saat oluyor gideli"
"Ben bir saattir bir arkadaşımla burada sohbet ediyordum. Uzaktan da sizi izliyordum. Gülperi gelince bir de dediklerini okuduğumda yanınıza gelmek istedim. "
Yekta abi birden " okumak derken" dediğinde, abime yaklaşıp;
"Yengem dudak okuyabiliyor hatta mi-"
"Sinan hadi minibüse paşam hadi"
Yengem minibüsün kapısını açarak elini içeriye doğru uzattığında gülerek bindim. Sırayla herkes binerken yengem tebessümle bizi izliyordu. Herkes yerine geçtiğinde yengem Meriç abiye dönerek direk eve gitmemizi söylemişti. Minibüsün önündeki arabayı görünce 'yok artık' dediğimde herkes bana bakınca Emrah baktığım yere bakıp;
"A yengemin arabası gelmiş "
Yekta abi arabaya bakarak; " Ne güzel, Meryemce yengem hakkını veriyordur eminim" dediğinde hepimiz başımızı salladık. Biz yola çıktığımızda yengem telefonla konuşuyordu. Normal sohbete dönmüş konağa giderken, Meriç abi sağ şerite geçtiğinde;
"Şimdi herkes sol tarafa baksın, Azrail ağanın atmaca deli karısı geçecek"
Hepimiz sol tarafa baktığımızda yengem rüzgar gibi yanımızdan geçti.
İşte Mustafa Hamza ağa yakışır hanım ağa...
.........................................................
MUSTAFA HAMZA...
Tefo kahveleri getirdiğinde herkes kendi aralarında Karaca ile konuşan adama bakıyordu. Sinirle yerimden kalktığımda Meryemce'm arayarak çocukları söylediğinde izin vermedim. Bu itlerin ne halt edecekleri belli olmayacağı için izin vermemiştim. Gece gençlere damı hazırlatıp sinemayı ayaklarına getirecektim. Masaya tekrar geldiğimde Behçet ağa sinirle kızına bakarken Yüksel denilen it bana yarım ağız güldükten sonra cebinde çalan telefonunu çıkardı. Kulağına koyarak dinledikten sonra sadece tamam bekliyorum dedi. Biraz sonra iki siyah jeep otoparka girdi. İçinden inen adamlarla Yüksel denilen adam yerini en arkada inen adama bıraktı. Adam gözlüğünü çıkarmasıyla teninin beyazlaması aynı anda oldu. Yerine oturmadan yanıma gelerek;
"Mustafa Hamza bey nasılsınız"
"İyiydim Abdullah, it adamın konuşana kadar. Yerine geç otur öyle konuş çünkü biraz daha karşımda durursan seninle başlayacağım öldürmeye"
İstanbul'da zamanında benim verdiğim parayla geçinen it büyümüş ayağıma dolanıyordu. Abdullah yerine oturup;
"Mustafa Hamza bey ben bu itin dediği yani Karaca hanım yani"
"İki kelimeyi bir araya getiremiyorsun sonra gelmiş ayağıma dolanıyorsun. İmzalanan bütün kağıtları yırtıyorsun bende sizin canınızı bağışlıyorum"
Abdullah ağızını açamadan ayakta yanında duran it olan adamı Yüksel;
"Abdullah abi kağıtlar çoktan işleme girdi şirkette, yırtsan da geriye dönmez. Hepsi yazılı olanları vermek zorunda "
"Kes sesini Yüksel zaten araştırmadan adam mı dolandırıyorsun"
Yüksel denilen adam başını sinirle önüne eğdiğinde, Karaca haddinden fazla keyifliydi. Derin bir nefes alıp;
"Karaca senin cezanı sonra keseceğim. Seni adam yerine koyarak bu masaya oturtan babana da yapacağımı biliyorum. Abdullah ara şirketini düzelt bu durumu"
"Ben, ben yapacağım Mustafa Hamza bey merak etme "
"Şimdi yapacaksın"
Abdullah ecel terleri dökerek şirketini aradığında, önündeki kağıtları yırtıyordu. Telefonda ki adamıyla konuştukça ten rengi beyazdan mora dönüyordu. Hızla telefonu masaya vurup;
"Mustafa Hamza bey işleme girmiş bütün imzalanan kağıtlar buradakiler sizin asıl kağıtlar değilmiş şey"
Hızla yerimden kalkarak;
"Sana bir saat müsaade bütün kağıtları iptal ettin ettin, etmedin bütün adamlarınla seni bu Mardin'e gömerim"
Karaca arkasına yaslandığında Poyraz kardeşine ters bir şekilde bakarak;
"Senin bu yaptığın iş var ya salak Karaca, senin siciline işleteceğim"
"Yapamazsın. "
"Yaparım şu o çok övdüğün şirkete girmeni engelleyeceğim"
"Poyraz abi yapamazsın"
"Öyle de bir yapacağım ki, zaten duyduğum kadarıyla aldıkları adamın bütün sicilini araştırıyorlarmış. Seve seve yazacağım siciline aileni dolandırdığını "
Karaca hiddetle yerinden kalktığında Savaş derin bir nefes alıp;
"Şu yurtdışındaki acayip amblemi olan şirket mi"
"Evet bir daha ki aya şirketin ceosunun asistanıyla görüşeceğim"
Hazar bir anda kahkaha atarak;
"Asistanla görüşmek için randevu mu aldın"
"Evet Hazar ağa"
"Nasıl bir şirketse artık"
Mekanın sahibi yanıma gelerek ;
"Mustafa Hamza ağam yemek servisi açayım mı size "
"Aç Tefo aç, bazıları son yemeklerini yesin"
Tefo koşarak içeriye geçtiğinde kulakları patlatacak güçte bir egzoz sesi etrafı inletmeye başladı. Kısa süre sonra rüzgar gibi karım yoldan geçti. Hızla otoparka girip arabayı kaydırıp bizim arabanın yanına park ettiğinde Eren'in sessizce " bebeleri pistten alalım, mekanın sahibi geri geldi" dediğinde ona döndüm. Başını eğerek tekrar sessizce 'özür dilerim ağam' dediğinde başımı önemli değil diye salladım. Meryemce arabadan indiğinde bütün adamlar esas duruşa geçmişti. Üzerini düzeltip bize doğru gelirken, Hazar yerinden kalktı. Boran yanıma bir sandalye koyduğunda Hazar'ım tekrar yerine oturdu. Konakta ki gibi Hazar ile benim arama yavaşça oturduğunda;
"Meryemce hanım hoş geldiniz"
"Hoş bulduk ama galiba toplantı bitmemiş, ben içeriye geçeyim isterseniz"
"Evet bitmedi fakat içeriye geçmenize gerek yok. Sizin yeriniz benim yanım. Birazdan yemek servisi yapılacak, yemek mi kahve mi"
"Kahve istiyorum Mustafa Hamza ağam"
Başımı salladığımda Boran yanımızdan ayrıldı. Bakışlarımı Abdullah'a çevirdiğimde göz ucuyla Meryemceye bakıyordu. Tek kaşımı kaldırdığımda başını önüne eğerek telefonunu eline aldı. Hızla yanındaki adama başıyla kalk dediğinde adam hemen kalktı. Telefonu kulağında yanındaki adama hiddetle bir şeyler anlatıyordu. Birden yüksek bir şekilde; 'bittik biz bittik' dediğini duymuştum. Meryemce etrafa bakarken dayım;
"Burası eskiden Bedirhan'ındı hanımağam"
"Öyle mi"
"Evet "
"Çok ferah bir yer"
Başımı salladığımda, Karaca gür bir sesle;
"Hanımağamız neden geldi Mustafa Hamza ağa"
Meryemce ellerini masada birleştirip;
"Ben buradayım Karaca hanım bana sorabilirsin"
"O zaman ağalar toplantısında ne işiniz var hanımağa"
"Gelmek istedim geldim. Dağıtılanları toplamak içindir belki"
"Siz kendi işinizi yapabiliyor musunuz hanımağa"
"Ben mi"
"Evet siz, eminim siz el bebek, gül bebek büyümüşsünüzdür. Arabayı nasıl buraya park ettiğini gördük."
"Kaç yaşındasın Karaca hanım"
"Otuz yaşıma gireceğim yarın"
"Anladım"
Meryemce arkasına yaslandığında Boran kahvesini önüne koyarken;
"Hanım ağam tatlı var yer misiniz"
Meryemce'nin gözleri parlayarak;
"Menü var mı"
"Var hanım ağam hemen getireyim"
Boran yan masadan bir menü Meryemce'ye uzattığında, keyifle açıp baktıktan sonra masaya göz gezdirip;
"Boran ali masada iki hanımız, Karaca hanıma şıllık tatlısı, bana da künefe getirir misin"
Herkes Meryemce'ye bakarken, Hazar gülmemek için dudaklarını içten ısırıyordu. Boran kendini sıkarak;
"Tamam hanım ağam künefe size, şıllık karaca hanıma"
"Evet Boran Ali"
Boran giderken kimseden ses çıkmıyordu. Karaca kıpkırmızı dururken masanın altında elimi Meryemcenin bacağının üzerine koydum. Meryemce göz ucuyla bana baktığında, bir şey diyecek gibiydi. Hafif ona doğru eğildiğimde;
"Ne oldu Mustafa'm "
"Ben bu iti tanıyorum. Adam olmuş da ayağıma dolanıyor tam bir saat verdim. İşleme koyulan belgeleri kaldırması için"
"Kaldırmıyor mu peki"
"Beceremiyor salak. Yanındakiler de bunu aldatmış"
"Ooo zor o iş. Peki sana yardım edebilir miyim "
Ağızımı açmıştım ki Hazar hafif Meryemce'ye doğru eğilip;
"Nasıl yapacaksın ki Meryemce. "
"Ağam tamam derse yarım saat geçmeden her şey tersine döner"
Hazar'la ikimiz ona bakarken, o tebessümle;
"Bu adam zamanında Kemal beyin yanında köpekti. Beş altı sene önce de iki sene Kerem'e uşaklık yaptı. Kerem'i dolandırmaya çalışırken yakalandığında öldürecekti Kerem bunu sonra bağışladı. Kurduğu şirketi de biliyorum ufak bir şey ama bütün pislikler orada mevcut istersen elimin hamuruyla karışırım işine ağam"
Meryemcenin anlatışına o kadar dalmışım ki, yanımıza gelen Boran Meryemcenin künefesini önüne bırakmıştı. Meryemce tebessümle tabağına bakarken, yemek servisleri açılıyordu. Göz ucuyla Karaca'ya baktığımda tatlıyı istememişti. Meryemce tatlısını yerken Melihşah;
"Hanım ağam bir şey sorabilir miyim"
"Buyurun "
"Tatlı çok mu seviyorsunuz. "
"On dört yaşıma kadar çok seviyordum. Bir olaydan sonra yiyememiştim. Bir seneye yakındır tekrar yemeğe başladım"
"Anladım kusura bakmayın böyle sordum"
"Önemli değil, her insan merak ettiğini sorar ama fazla merakta kediyi canından edermiş ya hani"
"Doğru dediniz hanım ağam"
Meryemce tatlısından yerken masaya gelen Abdullah ve adamı Yüksel kedi gibi yerine otururken;
"Ne oldu Abdullah"
"Mustafa Hamza bey haber bekliyorum şuan şirkete ulaşamıyorum da"
"Son şansın Abdullah"
Abdullah Meryemce'ye kısa bir an baktıktan sonra;
"Meryemce hanım nasılsınız"
Meryemce başını kaldırıp, çatalını tabağının kenarına bırakarak arkasına yaslandı. Kaşlarını çatarak hafif boğazını temizleyerek;
"İyiyim Yıldırmaz, sen nasılsın"
"Sağlığınıza sakinliğinize duacıyım"
Meryemce başını salladığında herkesin merakını gidermek için;
"Meryemce hanım nereden tanışıyorsunuz"
"Beyefendi benim bir dostumun eski adamlarındandı"
"Anladım"
...................
Yemekler yenmiş tekrar çay içilirken herkes, asıl mevzuyu unutmuş bana dertlerini anlatmaya başlamıştı. Meryemce sakince konuları dinliyordu. Dayım bir ara karıma sıkıldın mı der gibi göz kırptığında Meryemce tebessüm ederek hayır demişti. Abdullah denen adam birden ayağa kalkıp;
"Mustafa Hamza bey şirkete ulaşamıyorum. Ben, olayı çözüp size dönüş sağlayacağım. İstanbul'a gitmem gerekiyor çözmek için yoksa hepinizin malı ve mülkü bize geçecek"
Hızla ayağa kalktığımda Eren ve Boran Yüksel ve Abdullah'ın omzuna elini koyup tekrar yerine oturttu. Yüksel bana bakarken, Abdullah göz ucuyla Meryemce'ye bakıyordu. Meryemce elinde masada duran çakmağımı yakıp söndürüyordu. Abdullah'ın yanına giderek silahımı başına dayayarak;
"Ara şirketini"
Abdullah telefonu eline almıştı ki çalmaya başladı. Telefonu açarak hoperlöre aldı.
"Abdullah bey"
"Konuş "
"Abdullah bey şirketin önce bilgi işlemi çöktü sonra sonra "
"Ne oldu"
"Şirket artık yok Abdullah bey. Bir kaç adam geldi. Bize on dakika içinde eşyalarımızı alıp çıkmamızı söylediler. Hepimiz dışarıya çıkarken biri sizin odanıza girip kasanızdan Yüksel abinin büyük işinin belgelerini alıp onları yakıp şirketi onunla tutuşturdular"
"Anladım, anladım ateşle oynamayacaktık. Koca azrail ağa namlı bir adamla aşık atarsak olacak buydu. "
"Ne yapalım Abdullah bey"
"Kapat telefonu"
Abdullah telefonu kapattığında silahı başından indirdim. Abdullah ayağa kalkıp;
"Duydunuz ağalar hiç bir belge işlem kalmadı. Sizi sıkıntıya soktuğumuz için çok özür dilerim"
Abdullah ve Yüksel başları önünde yanımızdan ayrıldığında telefonum çalmaya başladı. Cebimden çıkarıp baktığımda Kerem Hünkar yazıyordu. Kısa bir an Meryemceye baktıktan sonra açtım.
"Efendim "
"Biz dost olduk sanıyordum. Meryemce haber vermese canını sıktıklarını duymayacağım dostum"
"Nasıl yani"
"Hiç bir kağıt kalmadı merak etme. Bir sıkıntı oldu mu bir alo demen yeterli"
"Sen mi "
"Ben acımazsız Kerem Hünkar. "
Telefonu kapadığımda yerime oturup;
"Duydunuz hiç bir belge evrak kalmamış, arayan dostumdu. Gözleriyle görmüş rahatlayabilirsiniz"
Herkes rahatlayarak ayağa kalktı. Rahatlamış bir şekilde vedalaşarak yanımızdan ayrılırken Poyraz yanıma gelerek;
"Ağam bu önümüzdeki hafta sonu Hazar ağamın düğünü varmış, bende iki hafta sonra oğluma sünnet yapacağım. Bütün ağaları bir gece babamın konağında ağırlamak istiyorum. Gelirseniz bana onur verirsiniz"
"Nasip konuşuruz tekrardan Poyrazım"
"Baş üstüne ağam"
Herkes giderken masaya baktığımda Ünal amcam, dayım, Yusuf ağa, Hazar, Meryemce vardı. Mekan sahibine hesap diyerek hadi demiştim. Boran içeriye gittiğinde bende Meryemcelerin yanına gittim. Meryemce direksiyona geçerken Dayımda bizim yanımıza doğru gelmişti. Meryemce direksiyonda bizi beklerken, dayım yanına oturmuştu. Hazar ile arkaya geçtiğimizde, Boranlarda minibüse geçti. Meryemce arabayı çalıştırdığında telefonunu, araba kitine koydu. Bir şeyler yapıp;
"Dayıcım kemerini takar mısın"
Dayım kemerini takarken, harekete geçtik. Meryemce yavaşça otoparka çıktığımızda aracı ters yöne çevirip gaza bastığında dayım kapının kolunu sıkıca tutmuştu. Meryemce kesin bir manevrayla geriye döndüğünde, tek eliyle araba kullanıyordu. Sol şerit de hızlı giderken önümüzdeki sıra sıra dizilmiş ağaların araçlarını görünce Meryemce yavaşlamak yerine gaza bastığında;
"Meryemce hanım durmalısın"
Meryemce yavaşlayarak araç kuyruğunun önüne doğru sürmeye devam ederken Eren ve dayımın minibüsü arkamızdan geliyordu. Araç konvoyunun önündeki Özel hareket timini görünce Meryemce de durdu. Ağalarda kimliklerini beklerken araçtan inmişlerdi. Bizde yavaş yavaş inerken Meryemce eline çantasını alıp indiğinde görevli özel harekatçı bize doğru gelerek, kimliklerimizi istedi. Meryemce kimliğini çıkarırken dikkatimi çeken kocaman ağa topluluğunda iki hanım vardı. Biri karım, biri Karacaydı. Babasının koluna girmiş korktuğu her halinden belliydi. Meryemce kimliğini verirken;
"Ne için bu arama"
Görevli Meryemcenin kimliğine bakarak;
"Meryemce hanım, uyuşturucu kaçakçılığı varmış araçları arayacağız"
"Tabi ki buyurun ben göstereyim. Benim aracımın özel bölümleri vardır"
"Teşekkür ederim biz bakarız"
Görevli Meryemcenin aracına giderken, Meryemce benim ve Hazar'ın ortasında durduğunda, kıskançlığından beslenen Karaca, korkusundan eser kalmadan;
"Korktun mu hanım ağam. Tabi sen el bebek gül bebek büyüdüğün için"
"Ben mi el bebek gül bebek büyüdüm"
"Evet baksana hemen Hazar ağa ve Mustafa Hamza ağanın arasına girdin"
"Dedi babasının ceketini arkasından tutan yaramaz kız Karaca. Bana söylesene onsekiz yaşında ne yapıyordun"
"Ben mi üniversite sınavına hazırlanıyordum."
"Anladım Karaca, ben onsekiz yaşımda ikinci üniversitemi kazanmıştım. Birde sayısını bilmediğim dil kursuna gidiyordum. Birde erkek kardeşimin mimarlık işlerini yapıyordum. Birde babamın iş arkadaşlarına asistanlık yapıyordum koskoca hastanenin başhekimine asistanlık yaparken. Sence kim el bebek gül bebek bakmak lazım"
Bütün ağalar pür dikkat Meryemce'ye bakarken bir ses duyuldu arkamızdan;
"Ancak ikiniz evlenebilirdiniz bu dünyada "
Herkesle birlikte Meryemceyle bende döndüm. Gördüğüm adamla güldüm. Ankara'da az ekmeğini yemediğim babamın askerlik arkadaşı Metin abiydi. Metin abi Ankara'da bir kaç senedir özel göreve çekilen bir özel harekatçıydı. Bize doğru gelirken, Meryemce pür dikkat yüzüne bakıyordu. Metin abi başını sallayarak ona göz kırptığında Meryemce de benimle birlikte yürümeye başladı. Metin abi elimi sıkarak;
"Mustafa Hamza ağam"
"Metin abi nasılsın"
"İyiyim oğlum, birini almaya geldik. Bu görevde çıkınca azcık zaman geçireyim dedim"
"İyi yaptın amirim. Karımı tanıyorsun galiba"
"Tanımaz mıyım? Mirza kadar çok değer verdiğim bir arkadaşımın manevi kızıdır. Serdar Hünkar'ın değerlisidir. Nasıl deli biri olduğunu bilirim. "
Meryemce tebessüm ettiğinde, Metin abi;
"Sıkıldın mı doktor"
"Metin amirim, sal bizi gidelim"
"Tamam tamam, araçlar temiz zaten. Kimlikleri araştırırken ikinizin adını peş peşe duyunca geleyim dedim"
Meryemce kimliğimizi elinden alırken Metin abi tebessümle;
"Hala anlatmadın o temmuz gecesi nasıl İstanbul'a gittiniz"
Meryemce elini havaya kaldırıp sonra der gibi sallayarak yanımızdan uzaklaştı. Metin abiyle ayak üstü sohbet ederken, ağalar ve dayımda kendi minibüsüne geçti. Metin abiyle vedalaşıp Meryemcenin yanına oturdum. Meryemce arabayı çalıştırdığında yanımızdaki araçların geçmesini beklerken, camını açarak arkamızdaki Eren'e eliyle sende geç dediğinde Eren minibüsü hemen çalıştırıp yanımızdan geçip gitti. Etrafımızda araç kalmayınca Hazar elini Meryemce'nin koltuğunun kenarına koyarak başını benim koltuğuma yaslayıp;
"De hayde"
"Gideceğiz dur abi"
Meryemce arabayı hareket ettirip Metin abiye doğru sürerek yanında durdu. Benim olduğum tarafın camını açarak;
"Metin amir yarın burada olur musun"
"Sanmam Meryemce"
"Yarın Serdar abim gelecek yanına gelsin istersen diyecektim"
"Ben buraya gelmeden İstanbul'da gördüm. "
Meryemce eliyle bir dakika dedikten sonra torpido gözünü açarak ahşap bir kutu çıkardı. Kapağını açarak içinden dört tane puro çıkardığında Hazar da benim gibi karıma bakıyordu. Metin abiye uzatarak;
"Çınar'dan say "
"Delisin"
"Hadi Allaha emanet ol amirim"
"Sizde "
Meryemce gaza yüklendiğinde inanılmaz egzoz sesi etrafı inletirken, bir anda yola çıktı. Meryemce son sürat giderken;
"Mustafa"
"Söyle Meryemce"
"Bu Karaca elimde kalacak haberin olsun"
"Senin değil babasının kalacak bırak. Yavaşla istersen biraz"
"Yavaş gidiyorum zaten"
"İkiyüz on nasıl yavaş olabilir. Azrail ağanın azrail karısı kafandakini söyle bana"
"Karaca hamileymiş, bak bu Şule gibi yapacak ben sana diyeyim"
"Hamile olduğundan haberim var"
"Nasıl yani"
"Sonra karım, sakinliğini koru sen boş ver. Bir it kendi mezarını kazıyor"
"Anladım, bu gün Bernardonun adamı geldi. Dosyaları yani anlaşmaları bizim odaya bıraktım"
Başımı salladığımda Meryemce yavaşlayarak yola devam ediyordu. Hazar elini omzuma koyarak;
"Ağam elimi tutar mısın"
"Neden "
"Korkuyorum. Eskiden trafik canavarların resimleri olurdu ya hanım ağamızı dikiz aynasından öyle görüyorum"
Meryemce ile gülmeye başladığımızda Hazar derin bir nefes bırakıp;
"Sen hep gül be kızım"
Meryemce başını tamam manasında sallarken, bacağındaki elini tutarak dudaklarıma götürdüm. İki defa öptüğümde Hazar'ın hafif öksürmesiyle omzumda duran elini sıkınca;
"Hee şöyle karına ve eşine eşit davran"
Meryemce ağaların yanından geçerken gayet sakin geçmişti. Yol bizi konağa götürürken, Eren'in bizden önce konağın önünde olmasına şaşırmıştım. Meryemce arabayı Boran'ın üzerine doğru sürdüğünde adamların Meryemce'ye saygıyla bakıyordu. Arabanın ön tarafı Boran'ın bacaklarına değerek durduğunda Boran saygıyla başını eğdi. Arabadan indiğimizde Boran Meryemcenin yanına geldiğinde;
"Bu gün beni güzel tamamladın. Arabayı al ve Eren'i gideceği yere kadar götür"
"Nasıl yani"
"Arabayı kullan hadi"
Boran direksiyona geçtiğinde üçümüz peş peşe konağa girdiğimizde avluda Dağhan ve Gülcan'ı görünce şaşırdım. Meryemce eskisi gibi onlara fazla içten gülmeden;
"Hoş geldiniz"
"Hoş bulduk güzelim"
Meryemce ağır adımlarla giderken ellerini teyzeme göstermişti. Odamıza girdiğinde bende karımı takip ettim. Meryemce başını açarken odamızın kapısını kapattığımda bana döndü. Elindeki şalı yatağın üzerine atarak, hızla gelip boynuma sarılınca, hemen sıkıca sarıldım. Boynuna dudaklarımı bastırdığımda;
"Kızmadın dimi işine karıştım diye"
Meryemcenin boynunu öperek başımı kaldırıp gözlerine baktım. Burnumu burnuna sürterek;
"Yok kızmadım. Hatta iyi de oldu yoksa öldürecektim onların hepsini gerçekten. Aklımın almadığı ne zaman Kerem'e haber verdin"
"Sabah adını duyduğumda hemen iletişime geçtim"
"İyi oldu. Hadi oğullarımızın yanına gidelim"
"Tamam dur üzerimi değiştireyim"
Meryemce banyoya girip elini yüzünü yıkayarak odaya tekrar girdiğinde ben banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkadığımda aynaya baktım. Gözümün önüne gelen rüya ile tekrar sinirlenmiştim. Elime hızla havluyu alıp odaya girdiğimde peşimden kapanan kapıyla Meryemce aynanın önünde sıçramıştı. Göz göze geldiğimizde derin bir nefes alıp;
"Hadi çıkalım gül güzelim"
"Hadi kocam"
Meryemce yanıma gelip yanağımı öptüğünde, kendime çekerek dudaklarına uzun bir buse kondurdum. Nefessiz kaldığımızda geriye çekilerek;
"Seni hissetmek istedim. Hep sen mi isteyeceksin"
"Ben hep buradayım kocam, ağam, ilk aşkım son sevdam"
"Ahh Meryemce sen ateş ben azrail olduktan sonra bu aşk Mardin'i yakar"
"Bu Mardin benim gerçekten ateş atmaca olduğumu görürse gerçekten yanar zaten"
Meryemce'ye sıkıca sarılıp yavaş yavaş kapıya yürüdüm. Kapıyı açtığımda ayrılmıştık. Meryemcenin şakağına dudaklarımı bastırıp peş peşe avluya yürüdük. Meryemce teyzemin yanına oturduğunda hemen Ömer'i teyzemden aldı. Oğlumuzu koklayarak göğsüne yatırdığında telefonumu çıkarıp resmini çekecekken Hazar telefonunu bana uzattığında ekrandaki resme baktığımda kaşlarımı çattım. Hazar da kaşını çatarak;
"Kıskanç ağa sen çekene kadar oooo"
"Ulan"
"O benim kıymetli, tek bacım"
"Tamam bir şey demedim ama sil sen yinede"
Hazar öylemi diyerek resimi bana göndermeden sildiğinde;
"Lann"
"Ne oldu şimdi çek resmini karının"
"Ulan var ya"
"Ne oldu, ne oldu "
"Bir şey yok, elbet elime düşersin"
Meryemce teyzemle konuşmaya başladığında iyice sinirlenmiştim. Dağhan'a dönerek;
"Ne yaptınız Dağhan, Bingöl işini"
"Karar verdik kalacağız orada"
"Ne kadar zaman"
"Şu anlık beş sene diyorlar"
"Senin için iyiyse "
"Öyle "
Dağhan ile Mert kendi arasında konuşurken, Devran ile bizim serserilerde avluya indi. Biraz zaman geçmişti ki Avşin ile güzel kızlarımda inmişti avluya. Kolumdaki saate baktığımda akşam üzeri beşi gösteriyordu. Meryemce'ye baktığımda yanında oturan Ruken'e Ömer'i veriyordu. Ruken korkarak oğlumuzu tutarken, yanına oturan Gülruyla kendine biraz daha güvenmiş gibiydi. Meryemce ayağa kalktığında Dağhan gür bir sesle adını söylediğinde hafif kaşlarını çatarak;
"Efendim Dağhan"
"Biz şimdi beş senelik kalmaya niyet ettik ya"
"Hayırlısı olsun. Anladığım kadarıyla benden bir şey isteyeceksin"
"Evet, bize verilen lojmandaki ev Gülcan'a küçük geldi. "
"Ev mi alayım size "
"Yok ev alma. Hani dini nikahta mehir diye verdiğim babamdan kalan tek evim var ya hani"
"Tamam ne olmuş ona"
"Onu bir kaç aya satar mısın senin çevren var. Sen onu satsan bizde orada alalım ev"
"Dağhan baktığınız evin fiyatı ne kadar"
"Bir kere beni anlama kızım ya"
"Söyle ne kadar"
"Serdar'ın çocukluk arkadaşı emlakçı. dört artı bir güzel bir ev"
"Dağhan evin fiyatı ne kadar dedim "
"Beşyüz bin "
"Tamam"
Meryemce hırkasının cebinden telefonunu çıkarıp tekrar sedire oturduğunda babam ve amcam da yanımıza geldi. Meryemce telefonu kulağına koyarak biraz bekledikten sonra
"Sevcan merhaba nasılsın"
"..."
"Bende iyiyim Sevcan, Adil Aral bey yerinde mi"
"..."
"Tamam bekliyorum acele etme"
Meryemce Emrah'a eliyle kalem ve kağıt getirmesini söylemişti. Meryemce karşında oturan Mert ve Dağhan'a bakarken, Emrah kağıt ve kalemi Meryemceye verdi. Biraz zaman sonra;
"Merhaba Aral nasılsın"
"..."
"İyiyim Allahıma çok şükür. Ben seni niye aradım biliyor musun"
"..."
"Olabilir neyse kafamı karıştırma. Şimdi Kemal ateşin oğlu Dağhan'a bıraktığı evi var ya onu normal Türk lirası bir milyona Şar şirketine satıyorsun. Beklemeden hemen yatır hesabına"
"..."
"Tamam bekliyorum"
Gülcan telefonunu eline aldığında, kısa zaman sonra tebessümle Meryemceye öpücük attığında paranın hesaba yattığı belli olmuştu. Meryemce değişik bir tebessümle onlara baktıktan sonra telefondaki adama teşekkür ederek görüşmeyi bitirdi. Önündeki kağıda bir şeyler yazarak cebine koyduktan sonra kalemi Emrah'a uzattı. Meryemce yavaşça yerinden kalktığında Dağhan da ayağa kalkıyordu ki Meryemce elini hafif havaya kaldırıp;
"Dağhan halsiz gibiyim sarıldın sayıyorum"
"Deli kız tamam tamam"
Meryemce mutfağa doğru giderken, konağın kapısından içeriye Leyla, Berfe ve Mina girdi. Mina bana doğru koşarken saçlarında bir değişiklik vardı. Kollarımın arasına aldığımda saçları örülüydü fakat kısa bir örgüydü. Korkmasın diye yavaşça saçını severken gerçekten haddinden fazla kısaydı. Derin bir nefes alarak Meryemceye sesleniyordum ki Hazar gür bir sesle;
"Leyla, Mina'nın saçlarına ne oldu"
"Kestirdim Hazar "
"Bu kadar kısa mı kestirdin. "
"Meryemce'nin haberi vardı"
Hazar öyle bir Meryemce dedi ki, karım koşarak avluya girdi. Mina sıkıca boynuma sarılmış sessizce kulağıma;
"Baba bağırmasın amcam saçım içine katlı şekilde örülü. Hemen aşkım amcamı sustur hemen hemen"
Mina'yı kucağımdan indirip saçını severek Hazar'a seslenirken beni duymuyordu. Meryemce, Leyla'yı kolunun altına almış ikisi kaşları çatık Hazar'ın söylenmelerini dinliyorlardı. Leyla, sedire oturduğunda Meryemce yanımıza geldi. Mina'nın başına minik bir öpücük kondurup;
"Üzgünüm anneciğim"
"Tamam anne"
Meryemce, Mina'nın örülü saçlarını açarak saldığında minicik boyuna karşılık belinden dört parmak aşağıda duruyordu. Mina elinin tersiyle saçlarını geriye savurduğunda Meryemce;
"Hazar ağa sus "
"Ne susacağım. Benim başak gibi salınan saçları olan kızımın saçları kısacık kalmış"
Meryemce elindeki tokaları Hazar'ın önüne koyup;
"Bir saatin var bu uzun saçları aynı şekilde örmek için yoksa mutfaktaki pala ile geliyorum. Bu arada hemen özür dile karından"
Meryemce Hazar'ın önünden çekilirken, Mina yavaşça masanın üzerinde duran tokalarını aldı. Koşarak Gülru'nun önüne giderken, Leyla merdivenleri çıkıyordu. Hazar'ın yanına giderek sessizce;
"Eşin olan beni idare ettin sağ ol kardeşim. Hadi git karının gönlünü al. Bir daha da sakın ama sakın karına bu kadar milletin içinde bağırma"
"Ulan sana gıcık oldum bu gün azrail ağa hep senin yüzünden"
Hazar giderken, kızlar masayı kuruyorlardı. Ayşegül elinde tabaklarla Meryemcenin arkasından gelirken;
"Ayşe hemen elindeki tabakları, Selvi yengene ver ve doğru mutfağa bir daha seni bu avluda iş yaparken görmeyeceğim. "
Ayşegül elindekileri Selvi'ye verip hemen önüme geldi. Ağlamaklı;
"Ağam kurban olayım bir hata mı yaptım. Beni artık görmek istemiyor musun"
"Evet seni doğuma kadar iş yaparken görmek istemiyorum"
"Ama ağam"
"Ayşegül bebeğine bir şey olsun istemezsin değil mi kızım"
Ayşegül saygısı gereği başını eğip hayır manasında salladığında tebessüm ederek;
"Sana bundan sonra yeni görev veriyorum. "
Ayşegül başını tebessümle kaldırıp;
"Nedir ağam söyle"
"Kendine iyi bakmak, torunumu üzmemek ve sabahları bana kahve yapmak başka işin yok. Sultan abla ne derse o tamam mı ? bak ne kadar görevin var artık"
"Tamam ağam Allah razı olsun. Rabbim seni başımızdan eksik etmesin"
Ayşegül gülerek yanımızdan ayrılırken, elinde salata tabağıyla bana bakan karıma göz kırptım.
..........................................................
Akşam yemeği için masanın son eksikleri tamamlanırken, konak ahali kendi halinde sohbetteydi. Dağhan'ın yarın çok erkenden Gülcan ile tekrar gideceklerini söylemelerinin üzerine Mert de sabah erkenden Ankara'ya gitmesi gerektiğini söylediğinde Meryemce sadece kısaca Dağhan'a hayırlı olsun, Mert'e kendine dikkat et demişti.
Masa tamamen hazırlandığında konağın kapısı açıldı. Boran'ın arkasından Gencay ceketini düzelterek içeriye girdi. Bana doğru gelirken ayağa kalktığımda Hazar da merdivenlerden avluya iniyordu. Gencay bizden bir yaş büyük olmasına rağmen daha büyük gösteriyordu. Avlunun ortasında sıkıca sarıldığımızda gözümün önünden bütün üniversite zamanı geçti. Ayrılacakken Hazar ikimize birden sarılıp; "Ulan ne çabuk büyüdünüz" dediğinde hepimiz gülmüştük. Gencay benden ayrılıp babamlarla görüşürken, gözlerim karımı aradı. Anneme soracakken Mina'm koşarak yanıma geldi. Kucağıma aldığımda;
"Ömerin biraz sancısı varmış babacığım annem onu uyutup gelecekmiş, sana afiyet olsun dememi istedi"
"Bana eşlik eder misin peki prensesim"
"Tabi ki canımcım babam"
Mina Meryemcenin sandalyesine oturduğunda, Gencay'ın masaya oturmasını bekledim. Gencay sol tarafıma oturduğunda, diğerleri de yerine oturdu. Sultan abla çorbaları önümüze koymaya başladığında Mina sandalyesinde ayağa kalktı. Masada bir şeye uzanamadığını anladığımda Hazar'la aynı anda belini tuttuk. Güzel prensesim eline bir tane salatalık turşusu aldığında tebessümle ona bakarken, Gencay;
"Ağam yaşlanmışsın"
"Sende yaşlanmışsın Gencay. Gözlerinin kenarları ve sakallarındaki beyazlar da bana haklılığımı destekliyor"
"Ne yapayım Mustafa Ağam, bende var dört tane minik cadı tabi üstüne birde nazlı çıt kırıldım karım. Ömrümü yiyorlar. Biri diyor baba harçlık, biri diyor baba kitap, biri diyor baba park, biri diyor baba bez mama üst baş. AAaa tabi hanımı unutmamak lazım. Gencay ilgilenmiyorsun benimle. Şimdi söyle ağam ben yaşlanmayayım da kim yaşlansın"
Avluda Gencay'ın söylediklerine herkes gülerken, ben tebessümle bakıyordum. Gencay elini masadaki elimin bileğine koyarak;
"Tabi senin yükün daha çoktur, sana lafım yok"
Başımı sallarken, Mina sandalyesinden indi. Benimle birlikte herkes ona bakarken, o yavaş adımlarla Gencay ile benim arama gelerek elini bana uzatınca hemen kucağıma aldım. Boynuma sarılıp yüzünü boynuma gizleyerek öylece dururken, Gencay;
"Bu küçük hanım kim Mustafa, yeğenin mi?"
"İlk göz ağrım, babalığımı tattıranım. Belki de senin dört kızının bütün nazı bunda toplanmıştır"
"Nasıl, sen ne ara evlendin oğlum. Beni nasıl çağırmazsın"
"Maillerini sen değil de asistanın bakarsa"
"E ne zaman peki"
"Sen Cüneyt'le Tunus'a gitmiştiniz"
"E bu prenses senin nasıl kızın peki"
"Allah tarafından gönderilen kızım"
"Çok güzel bir kızın var ağam"
Başımı sallarken, Mina'nın boynumdaki elleri gevşediğinde Leyla yavaşça yerinden kalkıp kucağımdan alırken Gencay;
"Eşin mi"
Hazar içtiği suda boğulurken;
"Leyla benim kız kardeşim ve Hazar'ın dini nikahlı karısı. Haftaya bu gün kınası olacak inşallah"
"Vay seni de kaybettik he Hazar"
Hazar, kucağında Mina ile uzaklaşan Leyla'nın arkasından kısa bir an baktıktan sonra;
"Siz kaybettiniz, o buldu"
Masada herkes gülerken, Gencay ile göz göze geldik. Dilinde bir şey olduğu belliydi. Elimi omzuna koyarak;
"Mina Dila kızım, karımın evlat edindiği meleğim. Ben ilk ona aşık oldum, sonra Meryemce hanıma yani Meryemce hanım ile evlendim"
"Anladım kardeşim. Böyle bir sorumluluk her babayiğitin harcı değil Mustafa'm. Allah razı olsun karından "
Hepimiz başımızı sallarken, Leyla yavaşça masaya kucağında battaniyesine sarılı oğlumla oturduğunda Hazar hemen kucağına alıp;
"Gencay bak damadım, tanış Mirza Asaf. Mustafa'nın bir a olan oğlu. Bundan bir tane daha var oda bir b"
"O ne demek Hazar"
"Bunlar ikiz Gencay. Hani iki aynı şeyi ayırmak için bir a, bir b denir ya ondan dedim"
Avluda öyle bir gür sesle kahkaha duyulmuştu ki bende kayıtsız kalmadım. Hepimiz gülerken kapı kapanma sesi geldiğinde hafif arkama dönüp baktığımda Sultan abla elinde boş biberonla bizim odadan çıktı.
Yemeğimize devam ederken Gencay, az çok kardeşlerimi, Baran'ı Bedirhan'ı resimlerden tanıdığı için Dağhan, Devran ve Mert'e bakarken onun haline gülerek;
"Dağhan, Devran ve Mert karımın kardeşleri. Devran, özel harekatta baş komiser. Dağhan, Binbaşı. Mert ise Mimardır."
"Mert beyi simayen tanıyorum zaten. Dağhan ve Devran beyin meslekleri de oldukça ağır"
Dağhan ve Devran başını sallarken, Gencay;
"Size bir şey sorabilir miyim peki"
Dağhan başını sallarken, Devran oldukça ciddi bir ses tonuyla 'tabi ki ' dediğinde;
"Darbe gecesini ne yaptınız yani neredeydiniz"
Devran ağızını açıyordu ki yanıma oturan Meryemce ile derin nefes almıştım ki Gencay gür bir sesle; 'yok artık' dediğinde ona baktık. Gencay önündeki sudan bir yudum alarak;
"Doktor hanım siz"
"Hoş geldiniz Gencay bey değil mi?"
"Evet benim, Mustafa'ya sizin gibi bir hanım, yani zaten konuşamıyorum bile"
Meryemce normal bir yüz ifadesiyle başını sallarken Hazar;
"Gencay dilin mi tutuldu oğlum"
" O temmuz gecesi vardı ya o gece Ankara'dan İstanbul'a dönecektik. Yanımda Cüneyt yola çıktık. Biraz gittik ki Allah'ın işi arabam bozuldu. Aracı bizim tamirciye bırakıp uçak bileti falan aradık yok hiç bilet bulamadık. Neyse Taksiyle konuştuk bizi İstanbul'a götürecekti. Cüneyt'in karısı, benim hanım hamileydi o zaman. Yola çıktığımızda her yer karışmıştı. Şoför bizi otobanın ortasında arabadan indirip bıraktı kaçtı mı. Cüneyt ile ıssız yolun kenarında kaldık mı? Bariyerleri geçtik çimenlere oturduk. Tepemizden uçaklar geçiyor, Cüneyt'in karısı arayarak ağlayarak gel der. Bizim hanım ağlayarak; ' ölüyoruz burada ölsen de gel' diyor. Yola çıktık yürüyerek İstanbul'a gidiyoruz. Yanımızdan geçen tanklar, askeri kamyonlar yarım saat yürümüştük ki, yanımızda siyah range rover durdu. Cüneyt belindeki silahına elini koymuştu ki arabanın camı açıldı ve içindeki hanımefendi, Karınızdı ağam"
Hepimiz Meryemceye baktığımızda Meryemce sadece bana bakıyordu. Elimi masanın altından karımın bacağına koyduğumda elimin üzerine elini koymuştu. Bu gün Metin abinin ne demek istediğini anlamıştım. Gencay'a dönerek;
"E Cengiz"
"Eee si yanında iri kıyım bir adam vardı. Elindeki puroyu dışarıya atarak; " canınıza mı susadınız beyler" dediğinde Cüneyt tersleyecekken hanımefendi ciddi bir ses tonuyla; "gideceğiniz yere kadar götürelim buyurun" dediğinde Cüneyt tersleyerek; " İstanbul'a kadar mı bırakacaksınız hanımefendi" dediğinde gayet sakin şekilde başını salladığında aklıma karım gelince kabul etmiştim. Arabaya bindiğimizde hanımefendi hızlı bir şekilde yola devam ederken, bacağının kenarındaki silahı gördüğümde ilkten korkmuştum. Biraz gittik ki önümüzü askerler kesti. Aracı durdurup camı açtığında iki asker kimlikleri istediğinde hanımefendi ve o iri kıyım adam kimliklerini gösterdiğinde askerler sadece başını sallayarak; "Saygı değer profesörlerimiz, yönetime asker el koydu. Durmadan yolunuza devam edin" dediğinde tamam diyerek askerlerin yanından geçerek biraz daha gittikten sonra dinlenme tesisine girdik. Hanım efendi araçtan inerek hızlı bir şekilde kahve ve yiyecek bir şeyler alıp arabaya bindiğinde, ana yola çıkmadan tesisin arkasından ara bir yola girdi ve dört saat sonra İstanbul'daydık. Cüneyt'le aynı site de oturuyoruz biliyorsun. Kapının önüne kadar getirmişti bizi. O zaman fırsatımız olmamıştı ama nasipmiş demek Allah razı olsun sizden hanımefendi "
"Hanımefendi değil Meryemce adım Gencay bey"
"Peki Meryemce, o yanınızdaki bey kimdi pe-"
Gencay'ın cümlesini Mert'in sert bir sesle Meryemce'ye; "Abla o gece evde değil miydin" sorusu kesmişti. Meryemce yan gözle Mert'e bakarken, Dağhan 'da tek kaşını kaldırıp bakmasıyla Devran hafif öksürerek;
"O gece Meryemce bir hocasını almak için Ankara'ya gelmişti. Sabah kahvaltı etmiştik. Sen İsviçre'deydin. Leyla Antalya'daydı. Gülcan Bingöl'deydi. Gece durumlar karışınca o gece girdiği dinlenme tesisinden sonra bizim arkadaşlar eşlik etmişti sivil arabayla ara sokaklardan İstanbul'a kadar. Açıklayıcı oldu mu gençler yani benim haberim vardı Meryemce den"
Dağhan kaşlarını çatarak Devran'a dönerek;
"Sen nasıl izin verirsin o zaman yola çıkmasına"
"Güvenim sonsuz olduğu için izin verdim. İstanbul'da tek başına kalan kızının yanına gitmesi gerekiyordu. Eve girene kadar saat başı hem kız kardeşimden hem de ekipten haber alıyordum. Ben uzak durmama rağmen elim az da olsa onun üzerindeydi Devrem"
Devren, Mert ve Dağhan'a sertçe cevaplar verirken, Meryemce gözlerini kırpmadan Devran'a bakarken, Gencay hafif bana yaklaşıp;
"Bunlar nasıl kardeş dostum"
"Devran, Meryemce hanımın bir yaş büyük süt abisi"
"Sana bir şey diyeyim mi tam tanımıyorum ama karını şu ikisinden uzak tut bakışları yıkar cinsten"
"Onlar bencil bizde yeni öğreniyoruz"
Gencay bakışlarını karıma çevirip;
"Tamda sana layık bir kadın. O gece sert duruşu, konuşmaları, tavırları, mimikleri Rabbim sana bağışlasın"
Bakışlarımı karıma çevirdiğimde, oda bana dönmüştü o an. Derin bir nefes alıp gür sesimle amin demiştim.
.................................................................
Yemekler yenmiş, annem, yengem, Sare teyzem bebekleri alıp salona geçtiğinde babamlarda onların yanına geçmişti. Devran yorgun olduğunu söyleyerek Avşin'le odalarına çekildiğinde Dağhan ve Mert sabah çok erken çıkacakları için onlarda Gülcan ve Nisa'yı alıp odalarına gittiler. Kader ayağa kalktığında Selvi de müsaade istemişti. Başımı salladığımda gözlerinde gördüğüm saygıyla ikisine de gülmüştüm. Avluya baktığımda gençler geniş bir sedirlerde saygıyla kıpır kıpır bizim odanın olduğu tarafa bakıyorlardı. Bedirhan ve Başak, minik Gülşah'ımızı da anneme bıraktıkları için rahattı. Leyla ve Başak sohbet ederken, Zümrüt nerede diye bakıyordum ki elinde büyük tepsiyle mutfak tarafından bize doğru geliyordu. Kahveleri kiram ederken, Gencay koluma hafif vurup;
"Şu gençler ne kadar güzeller değil mi? Hepsi yeğenin mi?"
Parmağımla göstererek;
"Mihriban ve Aslı kız kardeşimden yeğenim. Sinan, Yılmaz, Kadir'in oğulları, Gül ve Emrah Serdar'ın çocukları. "
"Diğerleri kim"
"Bak şu saçını geriye hafif atan teyzemin kızı Ömür, yanındaki esmer çocuk dayımın torunu Yekta, ona benzeyen güzellik kız kardeşi Ruken. Şu minik tatlı bir o kadar eğlenceli kız Emrah'ın arkadaşı Hilal. Sinan'ın arkasında sandalyeye oturan Gülru"
"Sende bir hal var söyle bakayım ona göre kahvemi içeceğim"
"Nasıl tanıyorsun ama beni, Yekta cici damadım. Mihriban'la nişanlayacağız. Gülru, Sinan'ın nişanlısı. Hilal nasipse ilerde benim fırlama yeğenim Emrah'ın inşallah bozmazsa bizim fırlama. Hilal'i Emrah'a alacağız."
"Ben bir şey görüyorum ama korkuyorum söylemeye"
"Yılmaz ve Gül'ü görüyorsun. Çıban başı o zaten. İlk o sesini duyurdu ben amcamın kızına aşık oldum diye"
"Ve sen öldürmedin yeğenini"
Gencay'a gülerek başımı sallarken, o başıyla yine gençleri göstererek;
"Onların bir karın ağrısı var galiba"
"Farkındayım ama karımı bekliyorlar"
"Nasıl yani"
"Bana bir şey diyeceklerse yada yapmak isterlerse Meryemce ile iletiyorlar"
"Karını çok seviyorlar"
"Sadece gençler değil ailemin her ferdi ayrı sever Meryemceyi. Bazen ona çok şaka yapan Hazar'ı bile kıskanıyorum"
"Nasıl şaka yapıyor ki bizim sulu"
"Meryemce azcık bana yaklaşsın, sana okulda ne yapıyorsa aynısını Meryemceye yapıyor"
"Metresim mi diyor "
"Yok öyle bir şey demiyor ölmemek için tabi"
Gencay öyle bir kahkaha atmıştı ki herkes ona baktı. Hazar ve Baran yanımıza oturduğunda Kadir ve Serdar da yanımıza yaklaştı. Bedirhan da onları takip ederek yanımıza oturdu. Leyla ile göz göze geldiğimizde;
"Kızlarım gelin sizde"
Kızlar tebessümle yerlerinden kalkıp yanımıza geldiklerinde, Baran Bedirhan'ı yanından az öte itti. Başak ve Zümrüt ikisinin arasına oturduğunda Leyla, Hazar'a biraz garip baksa da sessizce yanına oturmuştu. Gençler sessizce bize bakarken, Boran'ı yanımıza çağırdım. Boran yanımıza geldiğinde;
"Şurayı ayarlayın, gençlerle birlikte oturacağız"
Boran başını sallarken, gençler sevinmişti. Kısa zaman sonra büyük kare bir masanın etrafında gençlerle birlikte otururken, herkes kaçamak gözlerle bizim odanın olduğu tarafa bakıyordu. Kolumdaki saat akşam onu gösterdiğinde, ayağa kalkıyordum ki Meryemce üzerini düzelterek bizim odadan çıktı. Bize doğru gelirken düşünceli olduğu belliydi. Tebessümle yanıma oturduğunda Emrah hemen;
"Ağa amca"
"Efendim Emrah"
"Hani sen bize demiştin ki bizde genç olacağız"
Ağızımı açıyordum ki Hazar ile Bedirhan aynı anda; " biz genç değil miyiz lan hırt" dediğinde Meryemce hafif eğilip Hazar'ın yüzüne bakıp;
"Sen kendini genç mi sanıyorsun Hazar ağam"
"Evet kumam gencim güzelim seni üzerim. Hem ben gençliğimin baharındayım"
"Hımm fark ettim ama sonbaharında galiba"
Masada herkes kahkaha atarken, Hazar ters bir şekilde Meryemceye baktıktan sonra hızla yerinden kalktı. Meryemcenin üzerindeki penyeden olan geniş tuniğinin kolundan tutarak ayağa kaldırdı. Meryemce biraz kenara çekilip Hazar'a yer verdiğinde zaman kaybetmeden yanıma oturduğunda hemen Leyla'nın kolundan tutup yanına çekti. Herkes gülerken Meryemce yavaşça Leyla'nın yerine oturduğunda göz göze geldik. Gencay şaşkınca Meryemceye bakarken, Yekta hafif öksürüp;
"Ağam, bizim için damı hazırlatıyormuşsun. Biz diyoruz ki müsaaden varsa sizinle bir oyun oynayalım"
"Nedir"
"Doğruluk mu cesaret mi oyunu oynayabilir miyiz? sizinle ama"
Gencay kahkaha atarak;
"Yakışıklı oğlum tabi oynarlar. Ağan ve Hazar amcanın en sevdiği oyun bu. Üniversite de herkes daha doğrusu bütün kızlar bu ikisi bu oyunu oynasın diye can atardı"
Hazar'la aynı anda 'Gencay' dediğimizde Leyla Hazar'ın kolunun altından çıkarak Meryemce'ye yaslandı. Yektaya başımı salladığımda, Sinan şişe almak için mutfak tarafına giderken, Hilal ile göz göze geldiğimizde;
"Hilal"
"Buyurun ağam"
"Sana bir şey sorabilir miyim"
"Tabi ki ağam"
"Sen bu kadar zayıfsın"
"Evet ağam"
"O kadar şeyi nasıl yiyorsun. Emrah senin için minik sincabım çok yemek yiyor dedi de"
Hilal yanında oturan Emrah'a ters bir şekilde bakıp tekrar bana dönerek;
"Aslında çoğunlukla iştahsızım ağam. Bir dilim ekmekle bir bütün gün geçiririm. Size benim çok yediğimi söyleyenin ağızı hiç boş kalmıyor ağam. Geçen gün okulun kantinine ortak olmak gibi planı vardı diyenin"
Herkes gülerken Sinan elinde şişe ile geldi. Emrah şişeği alıp çevirdiğinde, şişe Yılmaz ile Meryemcenin arasında durduğunda Yılmaz elini alnına koyarak;
"Ağa yengem"
"Canım"
"Doğruluk mu cesaret mi"
"Doğruluk oğlum"
"Hımmmm şuan elinde sihirli değnek olsa nerede olmak isterdin"
"Sihirli değneğe gerek yok şu dakika istediğim yere giderim fakat ben zaten bu yaşıma kadar olmak istediğim yerdeyim. "
Gençlerin bakışları bizim aramızda gidip gelirken, Yılmaz şişeği çevirdiğinde Baran ile Bedirhan'ın arasında durunca Bedirhan;
"Doğruluk mu cesaret mi"
"Doğruluk Bremin"
"İlk aşkın"
"Bedo"
Hepimiz Bedirhan'a bakarken Zümrüt başını Baran'ın omzuna koyarak;
"Kız kardeşin Gülşah İnan Bedirhan abi"
Hepimiz Bedirhan'a bakarken, bedom gülerek şişeği çevirdiğinde şişe Gencay ve benim aramda durunca Gencay hin bir gülüşle;
"Ağam"
"Gencay dur sen sorma ben söyleyeyim Doğruluk"
"Azcık terletiyorum seni o zaman"
"Gencay sor"
"Soruyorum bak"
"Sor"
"İlk öptüğün kız ve nerede nasıl öptün"
Herkesin bana baktığının farkındaydım. Gencay'a ters bir şekilde bakıp;
"Burada yeğenlerim var Gencay sorduğun soruya bak"
"Genciz oğlum şimdi"
"Sen dur elbet seni kızların ve karının yanında yakalarım"
"Cevap ağam"
"Tamam veriyorum"
Derin bir nefes alıp ben yanıyorsam, Hazar'ı da yanıma çekecektim.
"Okulun bahçesinde yine oynadığımız bu oyun içinde Türkan soyan'ı öpmüştüm. Hazar'ında kız kardeşinin öptüğü oyundu"
Gencay şişeği çevirdiğinde şişe Sinan ve karımın, gözümün nurun arasında kalmıştı. Tebessümle karıma bakarken Sinan;
"Yengem Doğruluk mu Cesaret mi"
"Cesaret"
Sinan etrafa biraz baktıktan sonra üst avlunun demir parmaklıklarına bakarak;
"Üst avlunun demirlerinde on tane mekik çek"
Meryemce yerinden kalktığında;
"Sinan ne biçim şey bu"
Sinan başını eğdiğinde Meryemce koşarak merdivenleri çıkarken herkesle birlikte bende ayağa kalktım. Meryemce üst kata çıktığında yapamaz derken önce kendini aşağıya sallandırdı. Kadınlar ve kızlar hafif bir çığlık attığında, Meryemce ayaklarını demirlere geçirip mekik çekmeye başladı. İçimde sayarken Meryemce on mekikten sonra ellerini aşağıya doğru bıraktığında sadece ayaklarıyla demirleri tutmuş baş aşağı duruyordu. Ayağı kaysa baş üstü düşecekti. Bir kaç hızlı adımla merdivenlere gidiyordum ki Meryemce kendini yukarıya çekerek demir parmaklıkları tuttu. Bacaklarını aşağıya sallandırdığında gür sesimle;
"Sakın atlayayım deme Meryemce Alibeyoğlu"
Meryemce o kadar yüksekten kendini aşağıya bıraktığında tam önümde dimdik durdu. Kaşlarımı çatarak yüzüne bakarken aynı bakışları karşımda görüyordum. Arkamı dönerek masaya doğru yürürken Sinan ayağa kalktığında;
"Sinan hadi oğlum dama çıkın çok güzel iki film seçtim size "
"Amca özür dilerim"
"Dileme, yengen deli "
Sinan bütün gençleri toplayarak giderken, Meryemce Berfe'ye 'sen nereye' dediğinde 'onlarla olmak daha eğlenceli yengem' diyerek gitmişti.
Hepimiz aynı yerlerimize oturduğumuzda sohbet etmeye başlamıştık. Zaman su gibi giderken Gencay hafif bana yaklaşıp;
"Kaç metreden aşağıya atladı"
"Beş metreden"
"Mustafa bir şey olmasın"
"Umuyorum olmaz"
"Meryemce hanıma yaptığının hırsını alayım mı şu sulu Hazar'dan"
"Nasıl"
"Bekle ve gör"
Gencay hafif öksürüp;
"Hazar bir şey soracağım"
"Sor "
"Hani sen son sene Türkan'ın kız kardeşi Tülay'la bir gece Bolu'da ki dağ evinde kalmaya gitmiştin. Orada ne oldu ki okulda yüzüne bile bakamadı senin"
Gencay kıs kıs gülerken Hazar, hafif gözlerini kısarak tahmin ettiğimi söylemesin diye dua ederken;
"Mustafa ile Türkan'ı tek bırakmak için alıp götürdüm onu. Yani onunla dağ evine gittim"
"Anladım kardeşim "
Leyla, gözleri Hazar'da başını Meryemcenin omzuna yasladığında, Meryemce sıkıca Leyla'ya sarıldı.
...........................................................
Zaman su gibi akmış herkes odasına giderken, kolumdaki saat gece ikiyi gösteriyordu. Avluda Hazar, Leyla, Meryemce ve ben kalmıştık. Hazar ayağa kalkıp Leyla'nın elini tutacakken, Leyla ayağa kalkıp;
"Sen benimle evlenmek istiyorsan bence bu hafta bu konakta hatta gözüme bile gözükme. Tülay'ın soyadı soyan mı gerçekten"
"Evet"
"Çok güzel iki aşifteyi de tanıyorum. Meryemce hanım inaç yapının müdürleri"
Meryemce gözlerini açarak Leyla'ya bakarken, bizim feminist avukat bombayı ortaya atıp gitmişti. Hazar kısa bir an Leyla'nın arkasından baktıktan sonra bana dönerek;
"Ağa seni sevmiyorum"
"Ben ne yaptım"
"Gencay'ı davet ettin daha ne yapacaksın. Ben belki vuslat göremeden ulan ağa ulan ağa"
Hazar koşarak merdivenleri çıkarken, annem ve teyzem kucağında bebeklerimizle bize doğru geliyorlardı. Meryemce ayağa kalkıp ikisini birden kucağına aldığında, annem ve teyzem karımın alnını öperek yanımızdan ayrıldı. Meryemce odaya doğru giderken, peşine gitmeye başladım. Bir adımla önüne geçip odamızın kapısını açtığımda yavaşça içeriye girdi. Oğullarımızı zorda olsa yatağa yatırdı. Aslanlarım tavana bakarken, Meryemce kızımızın üzerini örtüp bana döndü. Göz göze geldiğimizde;
"Sen hiç zahmet etme ağam"
"Nasıl yani Meryemcem"
"Bu geceyi avluda geçireceksin hayde"
"Meryemce"
"Eskiden bizim hemşirelere gülerdim yıllar öncesini nasıl hatırlıyorlar diye. Ben kendim hiç unutmam zaten. Sen bana kına gecemizin olduğu gece Türkan'dan bile güzelsin demiştin. Hadi ağa hadi"
Meryemce arkamdan iterek kapı dışarıya atmıştı. İçimden Gencay'a söverek sedire oturdum. Sedire bacaklarımı uzatıp, kollarımı göğsümde bağlayarak gözlerimi kapadım. Düşünmeye başladığımda kulağıma Hazar ve Leyla'nın sesi geldi. Mutfak tarafında olduklarını anlamıştım. Boran gece ışıklarını yaktığı için loş avluda olmak iyi olmuştu. Leyla ve Hazar'ın merdivenleri çıktığını uzaklaşan seslerden anlamıştım. Hazar'ın şeytan tüyü her zaman ki gibi iş başındaydı. Etraf hepten sessizleştiğinde hafif olduğum yerde kaydım. Uyku tam beni içine alıyordu ki saçlarımda hissettiğim parmaklarla derin nefes aldım. Meryemce yanımdaydı. Saçlarımı severek;
"Otuz sekiz, otuz dokuz yıllık hayatımda bir kere olsun kimseyi kıskanmadım. Sen söz konusu olduğunda deliriyorum hoş akıllı olduğum söylenemez ya. Kocam, sevgilim her şeyim "
Meryemcenin parmakları dudaklarımı bulduğunda gözlerimi açıyordum ki Meryemce tekrar konuşmaya başladı.
"Benim hayatımda hiç arzuladığım, istediğim erkek olmadı. Senin dudakların benim dudaklarımı bulsun istiyorum. Kalbinin sesini hep ben duyayım istiyorum. Parmakların hep benim elimi sarsın istiyorum. Ben aşkı da, sahiplenmeyi sende gördüm. Mardin'e gelene kadar herkes gibi yaşamak için havaya, yemeğe ve suya ihtiyacım vardı. Sen bu gönlüme bir girdin ki senin kucaklamana, gülüşüne ve öpücüğüne ihtiyacım var. Seni seviyorum."
Gözlerimi açıyordum ki başını omzuma yasladı. Parmağı her zaman ki gibi şah damarımı bulduğunda gözlerimi açtım. Yüzümü görmediği için gök yüzüne bakarken o sessizce uykulu sesle;
"Parmağımın ucundaki atış bana her şey anlamına geliyor. Kokun huzurum, nefesin gücüm. Sen benim için her-"
Cümlesini tamamlayamadan uyumuştu. Sıkıca sarılıp alnına dudaklarımı bastırdığımda, dudaklarını boynuma bastırıp öptükten sonra ;
"Hadi götür beni yatağıma, gidelim mabedimize"
"Sen çok fenasın hatun"
"Hadi yatamadım sensiz "
Meryemceyi kucağıma alarak ayağa kalktığımda, avlunun mutfak tarafında babamla göz göze geldik. Göz kırptığında saygımla başımı eğerek odamıza doğru yürüdüm. Zorlanmadan kapımızı açarak içeriye girdim. Meryemcenin zayıflaması durmuştu fakat çok zayıf kalmıştı. Ayağımla kapıyı kapatıp yatağa doğru yürüyerek yavaşça kızımın yanına karımı bıraktım. İkisinin üzerini örtüp, banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayarak odaya girdiğimde cennetimin iki meleği birbirine sarılmış uyuyorlardı. Derin bir nefes alarak onlara baktım.
"Benim her şeyim, tek servetim Meryemce ve Mina Dila. Gurur kaynaklarım, mutluluk sebebim. İlk aşklarım, gül koklu nefesim.."
.....................................................
Kelime harf hatam olursa aff ola...
Allaha emanet olun...
Sizi seven çatlak yazar.... :) :)
Umarım beğenirsiniz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.1k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |