MERYEMCE...
Bir haftadır Mustafa ile konuşmuyorduk. Konakta herkes beni af etmişti ama Mustafa hiç yüzüme bile bakmıyordu. Haklıydı asi'm , kendimin sevmediğini, kabul etmediğimi ben yakmıştım. Saklamıştım, güvenini kırmıştım. Oysa kendimce haklıydım, herkes ayrı ayrı teşekkür ediyordu. Mustafa iyileşti, eskiye dönmesin diye ama gel gör ki daha beter etmiştim. Herkese aynı Mustafa olmaya devam ederken, bana Azrail ağa ile yaşamak kalmıştı.
Mustafa o akşam dediği gibi ikimizde bu odayı cehenneme çevirmişti. Gece geç gelip, sabah ezanıyla odadan çıkıyordu. Aynı yatakta yatıp sarılamamak, konuşamamak canımı iyice yakmaya başlamıştı. Kevser ve Kezban halalar kızlarıyla bir haftadır konağın en mutlu insanlarıydı.
Sabah uyandığımda yine tek başıma soğuk yataktan kalkmıştım. Dün gece ya gelmedi, ya geç gelip sabah erkenden gitmişti. Yataktan yavaşça kalktığımda, fazla bir şey yiyemediğim için hafif bir günaydın tekmesi almıştım peş peşe. Banyoya girdiğimde buz gibi duşun altına girdim. Soğuk suyla kendime gelmiştim. Odada üzerimi giyinirken aynadan kendime baktım. Kolumdaki kurşun yarası geçmişti de kendi ellerimle kalbime açtığım yara hala sızlıyordu.
Üzerime ince siyah hırkamı giyinip avluya çıkmıştım. Sabah erken olduğu için, Mina'mın odasına çıktım. Yatağında yeni yeni uyanan kızım beni görünce, hızla yataktan çıkıp yanıma gelmişti. Elimden tutup, çekiştirerek yatağa oturttu. Yatağa hafif uzandığımda, hemen göğsüme yatan kızımla huzur bulmuştum. Dudaklarımı kızımın saçlarına yaslayıp, derin bir nefes çektim. Gözlerim kapalı kızıma doymaya çalışırken, Mina elini karnıma koyup;
"Anne! babam sana küstü mü"
"Evet kuzum, Nereden anladın sen"
"Şey sana hiç bakmıyor birde gülmüyor hiç"
"Anladım kızım, sen düşünme bunları olur mu"
"Anne!"
"Efendim ömrüm"
"Peki sen küstün mü babama"
"Hayır kızım ben küsmedim babana."
"Özür dilesen bir daha yapmam desen af etmez mi"
"Biz büyükler yaramazlık yaptığımızda sadece bir özürle geçmiyor annecim"
"Üzülme anne, babam seni çok seviyor"
"Biliyorum kızım biliyorum, hadi senin üzerini değiştirelim"
Mina'm başını sallamıştı sadece. Mina'mın üzerini giydirmeye başladığımda kızımı ne kadar ihmal ettiğimi anlamıştım. Ben hiç bir zaman kızımı ne kadar yorgun veya sinirli de olsam asla ihmal etmezdim. Mina'nın beline gelen saçlarını tarayıp, iki örgü halinde balıksırtı örmüştüm. Benim güzel kızım bu örgüyü çok seviyordu. Mina'm aynada kendine bakıp, hızla sarılmıştı. Yanaklarımı öptükten sonra babası gibi karnımı eğilip öptü. Mina'nın saçlarını öperken, birden kafasını kaldırıp iri iri açılmış gözleriyle;
"Anne!! buldum"
"Neyi buldun"
"Babam seni af edecek"
"Nasıl "
"Pepede bebe var ya, annesine söylüyordu bir şarkı onu söyle babama"
"Nasıl ki"
"Gözlerin gözlerime baktığımda, kelebekler uçar şuramda....hııımm gerisini unuttum anne ya"
"Tamam ben söylerim babana hadi avluya inelim olur mu ömrüm"
"Olur annecim"
Mina'nın elinden tutup, odadan çıktığımda midem bulanmaya başlamıştı. Merdivenlerin başında Mina'yı mecburen bırakıp tekrar hızla kızımın odasına girdim. Lavaboda ağzımı yıkıyordum ki, odanın dışından bir iç çekme sesi duyunca hemen banyodan çıktım. Kapının tam karşındaki duvarın dibine yere oturmuş dizlerini kendine çekmiş Mina'm sessizce ağlıyordu. Biraz zorda olsa yere oturmuştum. Mina'yı kendime çekip başını göğsüme dayamıştım. Sıkı sıkı sarılıp, başını öpmüştüm.
"Ağlama gül kokulum bir şey yok ki sadece midem bulandı"
"Ama..ama Mert dayım derdi ki sen çooook üzülünce miden bulanırmış"
"O dayın çok biliyor, ben üzülmüyorum ki annen hala senin aslan annen kuzum."
"Yaşasın aslan deli annem"
Güzel kızım rahatlamanın verdiği sevinçle ayağa kalkıp sıkıca boynuma sarılmıştı. Ben ona göstermeden göz yaşımı silerken başımın üstüne konulan öpücükle kafamı hafif yukarı kaldırdım. Devran gülerek, gözlerime bakıyordu. Devran'ın, bacağına başını yaslamış, Talha birden boynuma sarılınca, içimde tutmaya çalıştığım göz yaşlarım beni zorluyordu. Devran ikisini de avluya yollamıştı. Ayağa kalkıyordum ki, omzumdan hafif bastırıp olduğum yerde kalmamı sağlamıştı. Devran tam karşıma yere oturup beni kucağına çekmişti. Başımı onun göğsüne koyup doya doya ağlamıştım. Ben ağladıkça sırtımdaki eli beni sakinleştirmek için yavaş yavaş hareket ediyordu. Ağlama krizim geçmeye başlarken, içimi çeke çeke konuşmaya başladım.
"Devran, ben sanki bir haftadır nefessizim. O gece ve sabahı konuştu. daha konuşmadı benimle."
"Önce sakin olur musun? karnındakileri üzme. Onu da anla seni kaybetmek istemiyor. Ben kaybetmek ne demek biliyorum Fıstığım"
"Benim bir yalanım daha doğru saklama, kendime göre sizi üzmemek için yaptığım hata, aşık olduğum desteğimi kaybettirdi bana"
"Düzelecek fıstığım inan düzelecek"
"Düzelmeyecek sormadı nasılsın diye, o gece sormadı niye kanaman oldu diye sormadı"
"Meryemce nasıl sorsun çok kırdın, yıktın onu. Biz abiniz, kardeşiniz biz sensiz yapamayız. Hemen af ederiz ama o sen gidersen çok kötü olacak onu biliyor anla onu"
" Ama Devran"
"Aması yok Meryemce. Geçen gün şirkete Medine hanım geldi, hepimiz oradaydık. Bize yani kocana her şeyi anlattı. Senin deli olduğunu azcık kendini dizginle diye sana onları demiş, sonra kocana söyle demiş o seni dizginlesin diye ama sen söylemedin bile. Medine hanım bize göre en doğru şeyi yaptı ama sen söylemedin. Bak son kez söylüyorum. Dağhan baban ve benimde abim. Mert kardeşimiz. hepimizin ölene kadar eşlerimizden önceki ilk adresimiz sensin. Biz ilk sana koşacağız. Dağhan, Gülcan yengem, Mert, Nisa bacım. Ağa kızı ben hep sana geleceğiz. Sen kocana koş ona muhtaçsın sen. Meryemce o sensiz sen onsuz yapamazsınız artık. Saklama hiç bir şey. Bak şöyle düşün hepimizin annesi ve babası gibisiniz, anneler ne yapar gece yatakta yavaş yavaş kocasına evlatlarıyla ilgili dertleri söyler babada çaktırmadan halleder. Anladın mı. Bak kim ne derse desin sen değişme sadece artık evlisin ve evlatlarını kocana söyle tek başına yürüme "
"Tamam Devran'ım ikizim tamam. Anladım eşkiyam"
"Hele şükür acıktım kızım yaa, hadi kalk beni bekler avş.... şşey yani hıım Talha beni bekler"
"Tamam beklemesin Ağa kızı ay Talha'm "
Devran elimi tutup yavaşça beni yerden kaldırmıştı. Şakasına belini tutunca alt dudağımı sarkıtınca hemen kolun altına almıştı beni. Odadan çıktığımızda Devran kulağıma yaklaşarak;
"Sana bir sır vereyim, Sakın Mustafa senin üzerine şu tövbe Yarrabim Şule'yi kuma getirecek sanma"
Hiç bir şey demeden başımı Devran'ın göğsüne koymuştum. Yavaş yavaş merdivenleri inmiştik. Avluya indiğimizde kızlar masayı kuruyordu. Gülcan ve Nisa da kızlara yardım ediyorlardı. Bir adım atmıştım ki Dağhan bileğimden tutup, yanına Mertle ortasına oturtmuştu. Dağhan başını omzuma koyup kulağıma;
"Gülcan'dan bahar kokusunu alıyorum, beni sakinleştiriyor. Gülcan, binbaşı kızı beni tamamlıyor huzur veriyor ama Senden ne alıyorum bilmiyorum. Sen benim nefesimsin galiba. Aramızda kalsın Gülcan ağladığında her şeyi her yeri yıkıp geçmek isterken sen ağladığında nefessiz kalıp ölüyorum sanki güzelim. ben bir haftadır bu gözleri kırmızı görmekten bıktım."
Elimi kaldırıp sakallı yanağını severek, gözlerine bakmıştım. Ağzımı açarsam tekrar ağlayacaktım biliyordum, Sadece gülümsemiştim. Dağhan elini çekinerek karnıma koyduğunda, Mert eline vurarak;
"Bırak yeğenlerimi Binbaşı ateş"
"Ben yeğenlerini sevmiyorum güzelimi seviyorum bir kere mimar ateş"
"Abla duydun dimi, bunlar doğduğunda buna sevdirme "
"Olur mu Mert birini sana vereceğim, birini ona ben gece rahat rahat uyuyacağım"
Mert gülerek başını diğer omzuma yatırınca, ikisinde yanağını sevmiştim. Gözlerimi kapatıp, avlunun sesini dinliyordum. Şanslıydım, kocaman bir aileye sahiptim artık. O kadar güzel sesler kulağıma geliyordu. Başımı Dağhan'ın başına dayamıştım ki, birden kapı çarpılma sesiyle gözlerimi açtım. Kafamı sesin geldiği tarafa, çalışma odasının olduğu tarafa çevirdiğimde, Mustafa'nın, Azrail ağanın ateş saçan gözleriyle, göz göze gelmiştim. Hızla kafamı önüme eğdim. Başımın üzerindeki hafif ağırlıkla, kafamı kaldırdım. Babam gülerek bana bakıyordu. Ağzımı açıyordum ki, babam elini yanağıma koyarak sessizce ''az daha sabret ''demişti. Konuşmadan sadece başımı sallamıştım.
....................
Masa tamamen kurulduğunda herkes yerini almıştı. Mina ve Talha yanıma gelip onları yedirmemi istemişlerdi. Ayşegül iki sandalyeyi yanıma getirdiğinde, gözüm Şule'ye takılmıştı. Hiç iş yapmayan kız çay dağıtıyordu. Çocuklara kahvaltılarını yedirirken, annem birden sanki herkesin merak ettiği soruyu sormuş gibi herkes bana bakmıştı.
"Annem sen niye yemiyorsun"
"Bu gün doktor kontrolüm var anne onun için yemiyorum"
Gözlerimi annemden çekip masaya baktığımda herkes tatlı bir tebessümle bana bakıyordu. Başımı yanıma doğru çevirdiğimde, Mustafa hiç umursamadan kahvaltısını ediyordu. Gülcan bana bir şey diyecekken Dağhan onu susturmuştu. Ben onlara bakarken Mina ve Talha doyduklarını, korumalarla konağın dışındaki mahalle çocuklarıyla oynamak için konak dışına çıkmışlardı. İki koruma sadece Talha ve Mina'yı bekliyordu. Masadaki sohbet tatlı tatlı devam ederken biraz geriye doğru yaslanmış, onlara bakıyordum.
Yarası yeni toparlamış kolumdaki acı ile birlikte masada bir çığlık kopmuştu. Koluma baktığımda Şule tepsideki çayı koluma devirdiğini anlamıştım. Canım acıyordu ama yerimden bile kıpırdamamıştım. Herkes başıma toplandığında, Gülcan birden bileğimden tutup, ayağa kaldırdı.
"Kalk canın yanıyor bakalım şu koluna"
Gülcan resmen sürükleyerek, beni odaya götürmüştü. Odaya girdiğimizde Dağhan üzerimdeki hırka ve gömleğimi çıkarmıştı. Hiç bir şey demiyordum, annem kader ve selvi dolu olan gözleriyle bana bakıyordu. Üzerimdeki beyaz kalın askılı badiyle odadaki kanepe de oturuyordum. Gülcan koluma bakarken;
"Vayemin, yaran tam iyileşmediği için biraz kötü olmuş "
"Olsun canım bir şey olmaz geçer"
Dağhan hızla beni kollarının arasına aldığında daha fazla dayanamamıştım. Benim kolum acımıyordu ki, şuan asıl acıyan yer kalbimdi. Merak edip yanıma bile gelmemişti Mustafa. Herkes odadan çıkarken, bende banyoya geçmiştim. Çaylı olan kolumu silerken, bir taraftan göz yaşlarımı da siliyordum.
Odaya girdiğimde Mustafa dirseklerini, dizlerini dayamış öylece yere bakıyordu. Onu umursamadan dolaba yöneldim. Üzerimdeki beyaz badiyi çıkarıp yeni siyah bir badi giymiştim. Başımdaki tülbenti çıkarıp, üzerime siyah uzun tuniğimi giyinmiştim. Gözüm arada Mustafa'ya takılıyordu. Öylece duruyordu. Başıma siyah beyaz Mustafa'nın severek aldığı şifon şalı bağlayıp odadan çıkıyordum ki;
"Ben bırakayım seni "
"Teşekkür ederim ağam, Boran götürecek beni. Sana zahmet olmasın"
Mustafa'nın bir şey demesine fırsat vermeden, odadan avluya çıktım. Babam ve annem hazır bir şekilde avludaki sedirlerde oturuyordu. Babam ayağa kalktığında, yanına gittim.
"Baba seni amcamlara bırakalım mı annemle"
"EE sen hastaneye gitmiyor musun"
"Gideceğim baba boranla sizi de bırakayım işte"
"Biz seninle hastaneye gelmek istiyoruz"
"Tamam baba o zaman beraber gidelim"
...........................................
DAĞHAN SELİM...
Meryemceyi odasında bırakıp, odalarımıza dağılmıştık. Gülcan biraz geç gideceği için biraz keyif yapmak istemiştim. Gülcan yatak odasını toplarken bileğinden tutup dairemizdeki küçük oturma odasına götürmüştüm. Ben koltuğa oturduğumda onunda yanıma çekmiştim. Gülcan başını göğsüme koyup, gözlerini kapatmıştı. Ben ona bakarken kapalı gözlerle;
"Seni çok özledim toprak gözlüm"
"Bende seni özledim bahar gözlüm, Şükür azcık normal insanlar gibi evden işe, işten eve gidip geliyoruz"
"Şükür diyelim, Vatanım! ben neyi merak ettim biliyor musun"
"Neyi huzurum"
"Devran abim niye gizli göreve çekildi"
"Bilmiyorum ki gül. Hatun! bende neyi merak ediyorum biliyor musun"
"Neyi binbaşım"
"Bizim ne zaman çocuğumuz olacak "
"HImm .... şeeyyy.... ııııı...senin ... yani bizim ....afffff Toprak gözlüm yaaaa ben nereden bileyim yaaaa"
"Kızarma hatun ya! ama bu akşam derinlemesine konuşmak lazım bu işi"
"Dağhaaaaaan"
Gülcan utanmaktan renkten renge girerken, gülerek anlını öpüp yanından kalkmıştım. Yatak odasında dilsiz uşağın üzerinden ceketimi alıp daireden çıkacakken Gülcan kapının yanında durmuş bana bakıyordu. Bir adımda yanına gidip, benim için hayat olan dudaklarından kısa bir öpücük aldım. Gözlerini kocaman açıp;
"Binbaşıııı"
"Efendim Hatun! bu arada sakın bu akşama kendine nöbet yazma, gece konumuz derin"
"Dağhaaaan"
Gülerek merdivenlerden indiğimde avludaki ikiliye gözüm takılmıştı. Avşin, el hareketleriyle bir şey anlatıyor, Devran dikkatle onu dinliyordu. Ben onları izlemeye başladığımda, birden konağın her yerinde yankılanan bir kapı çarpma sesi duyuldu. Kafamı çevirdiğimde sinirle odasından avluya doğru Mustafa yürüyordu. Devran hızla Mustafa'nın yanına gitmişti. Mustafa'ya yanaştığımda gözleri cehennemi andırıyordu. Çok aşırı sinirliydi. Konaktan çıkacakken gözüme Şule takılmıştı. Elinde üzerinde dört tane çay olan bir tepsiyle annesinin yanına gidiyordu. Bu bir haftanın en mutlu insanları tartışmasız bu dörtlüydü.
Arabaya geçtiğimizde Mustafa belindeki silahı eline alıp, şoför koltuğuna oturmuştu. Silahı bacağın altına koyup, camını açtı. Boran kapının yanına geldiğinde sinirle;
" Meryemce hanım konaktan dışarıya çıkmayacak, Ayşegül ve Songül hiç bir eksiğini bırakmayacak"
"Şey ağaam "
"Ney Boran"
"Hanımağam bir saat önce konaktan, sizin arabanızla çıktı"
"Lan o konakta değil sen ne halt ediyorsun burada"
"Şey Ağam biz ikimiz gidecektik Mirza ağam ve Mihriban anam yanında olunca beni istemedi Ağam"
"Sus Boran o arabayı kullanırken, ona bir şey olsa annem veya babam ne yapabilir"
"Ağam ben"
"Tamam gerek yok "
Mustafa arabayı çalıştırıp hızla sokak aralarından gitmeye başlamıştı. Mustafa hem arabayı kullanıyor hem de kirli sakallarıyla oynuyordu. Biraz gitmiştik ki arabaya bağlı olan telefonu çalmaya başladı. Telefonu açtığında Mirza babanın sesi arabayı doldurdu.
"Ağam"
"Efendim baba"
"Neredesin "
"Şirkete gidiyoruz baba Dağhan abim ve Devranla"
"Tamam oğlum ağam böyle devam et"
"Baba bu yaşıma kadar seni kırmadım, karışma Allah rızası için "
"Tamam ağam, Sen sormazsın inadından ben söyleyeyim. Aslan parçaların çok iyiler"
"Baba ben şirkete geldim sizde konağa dönün oyalanmadan "
"Tamam ağam "
Mustafa telefonu kapadığında daha da hızlanmıştı. Şirket yolundan ters yola sapmıştı. Yol bizi bir tepeye çıkarıyordu. Arabayı ani bir frenle durdurduğunda koca Mardin ayaklarımızın altındaydı. Mustafa başını direksiyona dayayarak;
" Ben ona bir şey olacak diye canımdan can gidiyor, Ne yapacağım inanın bilmiyorum. Meryemce, sizin kıymetliniz. Siz söyleyin ben ne yapayım."
Arkaya baktığımda Devran sen konuş der gibi bakıyordu. Tekrar önüme döndüğümde, Mustafa bana bakmaya başlamıştı. Cebimden çıkardığım sigarayı ona uzatmıştım. Vakit kaybetmeden alıp yakmıştı. Mustafa gözlerini uzaklara diktiğinde bende konuşmaya karar vermiştim.
"Mustafa, sana sonuna kadar hak veriyorum fakat, Meryemceyi bu hale ben, Ömer komutan, babam ve annesi getirdik. Nedenini ve sebebini bana sorma, ama Meryemce 10 yaşından sonra büyümek zorunda kaldı. Bu hayat onun omuzlarına acımasız yükler yükledi. Selma anne çok naif bir kadındı ama Meryemce sert bir kız olsun diye yapmadığını bırakmazdı. Babam, mesleği gereği sert bir adamdı ama Meryemceye çok düşkündü yanından ayırmazdı. Sekiz yaşına kadar Urfa, Mardin ve Ankara'ya hep yanında götürürmüş. Babam ölene kadar her şeyi göstermiş ona Avukatlık mesleğinin her şeyini bilir Meryemce. Babam gibi sert biri oldu. Babam onu neredeyse evde okutacaktı. Sekiz yaşından , on yaşına kadar hep bakıcılarla kaldı Meryemce. On yaşından sonra ilk ben yaptım, anneannemin evinde attığım tokatla. dedim sen güçlüsün benim için ayakta duracaksın dedim. Babam sonra demiş güçlü durmak zorundasın Ateş ailesinin direği ve kıymetlisi sensin diye . Annesi 10 yaşından sonra hep yaz tatillerinde Trabzon'a yolladı annesi büyütsün onun gibi sert olsun diye. En son Ömer komutan askeri eğitimle büyüyecek demiş. Trabzon'a hep gidip gelmesinde daha güçlü daha sert oldu. Sonuç tek başına bizi ayakta tutan Meryemce. 27 senedir bu kız böyle değişmez."
"Değişmesin de ama beni de ortak etsin. Yalan konuşmasın hoş hiç yalan konuşmadı bana ama işte saklamasın. Ben varım artık"
"Bak Mustafa onun kafasında hep şu kural var'' Ne olursa olsun ailen, sevdiklerin için ayakta duracaksın üzmeyeceksin'' zamana bırak o sana yakındır bırakacak zaten"
"Nasıl abi, bu gün koluna çay döküldü. Bakmadı bile canı yandı bir şey demedi"
" Demez canı yansa demez, ama şunu bil Meryemce ilk defa biri için bu kadar ağlıyor. Sen toplayacaksın onu"
"Ben mi? yapmam abi özür dilemesin sadece gelsin girsin kolumun altına başka bir şey istemiyorum"
Ağzımı açıyordum ki, Devran birden ;
"Sen açıyor musun ona kollarını ki gelsin girsin o kolların altına. Neyse fazla uzadı bu muhabbet hadi şirkete"
Devran'ın dediklerine hak vermiştim. Mustafa arabayı çalıştırıp, hızla şirkete geçmiştik. Binaya girdiğimizde direk toplantı odasına girmiştik. Odada Leyla ve Mert vardı. Baran ve Bedirhan'ın gelmesini beklerken, Leylayı bacım gibi sevdiğim için takılmak istemiştim. Hazar'ı sorduğumda, Alibeyoğlu konağında olacağını söylemişti.
Herkes geldiğinde toplantı başlamıştı. İki saattir toplantıdaydık, tam ayağa kalkıyorduk ki, Mustafa'nın telefonu çalmaya başlamıştı. Hazar olduğunu söyleyip, hoperlöre vermişti.
"Efendim Hazar ağam"
"Mustafa bilmiyorum ama, Mirza baba seni aramamı istedi."
"Bir şey mi oldu ki"
"Yok, Meryemce'nin Dayıları ve dedesi anneannesi geldi."
Hepimiz sinirle ayağa kalktığımızda, Mustafa gayet sakin bir şekilde ;
"Hazar ağa"
"Söyle ağam"
"O genç olan kim biliyor musun"
"Ne bileyim lan"
"Yavuz, bana tuzak kurup, az daha Meryemcenin ölmesini sağlayac-"
Hazar telefonu kapadığında hepimiz odadan çıktık. Binadan çıktığımızda hepimiz soluğu konakta almıştık.
..........................................
MERYEMCE...
Süreyya hoca bir aylık yurtdışı seminerine gidince yerine Yaman bey hocalık ve baş hekimlik yapmaya başlamıştı. İlk görevini de benim sağlığım için zorda kalınmadıkça hastaneye çağırmamak için, rapor yazmak olmuştu. Acil ağır kalp vakası olmadıkça hastaneye gitmeyecektim. Dört kalp doktoru vardı ama Kalp cerrahı olarak iki doktorduk. Basit ameliyatlarla diğer doktor ilgilenecekti. Hastaneden çıkmadan babam Gülcan'ı görmek istedi. annem babam ve ben bir çay içmek için odasına gitmiştik. Gülcan'ın hastaları çoğalınca fazla durmadan konağa gelmiştik. Konağa girdiğimizde Ahmet amcam ile Avşin sohbet ediyorlardı. Annem üzerini değiştirmek için Ahmet amcaya tebessümle selam verip odasına çıkmıştı. Babamın kolunda Ahmet amcanın yanına gitmiştik. Babam gibi sevdiğim için sıkı sıkı sarılmıştım amcama. Avşin'e çocukları sorduğumda ılık bir duş aldırıp öğlen uykusuna yatırdığını söylemişti. Babam ve amcamdan izin alıp odama giderken, Avşin koluma girmişti. Odaya girdiğimizde Avşin yanağımı öperek;
"Meryemce, dayem koluna bakayım mı"
"Nisa ya söyle bana soğuk bir su getirsin, az sonra oda gelip abla koluna bakayım diyecek"
"Tamam işine bak ben gidip alayım kardeşcağızımı"
"Kardeş derken, neler oluyor yine"
"Şey Meryemce sen yokken, biz dördümüz kader, selvi, Nisa ve ben"
"EEEE Avşin hadi "
"Kevser ve Kezban hanımlar, Nisa'nın üzerine yürüdü"
"Sebep ney"
"Niye onların istediklerini yapmıyormuş
"Tamam Avşin git benim güzel gelinimi al gel, bende üzerimi değiştireyim"
"Sen niye böylesin kükresene ne olur. Babamın beni emanet ettiği hanım ağa sen değilsin. Ben annemi, dostumu istiyorum"
"Sen değil Mustafa ağam isteyecek, benim eski halimi ağam verecek. Ben bir hata yaptım ve cezasını çekiyorum Avşin. Biliyor musun Şuleyi bana kuma alacakmış"
"Sen nasıl bir kadınsın. Bu kadar şeye yine onun yatağında onun bekliyorsun. Kumayı kabul ettin mi"
"Tabi ki hayır. Bana git deseydi. öl deseydi ama kuma demeseydi. Çok kırıldım ben Avşin. neyse hadi sen git "
Avşin odadan çıktığında yatağın üzerindeki Asi'min gece yatarken giydiği beyaz atletini elime almıştım. Kokusunu içime çektim. Bir haftadır böyle huzur buluyordum, kıyafetlerini koklayarak. Banyoya girdiğimde soğuk suyun yine iyi geleceğine inanarak buz gibi suya girmiştim. Üzerime havluyu sarıp, odaya girdiğimde Avşin ve Nisa gülerek oturdukları kanepeden bana bakıyorlardı. Üzerimde havluyla yanlarına gidip kolumu gösterdiğimde ikisi de yüzünü ekşitmişti. Ben onların haline gülerken kapı çalmıştı. Avşin kim o deyince annem hepinizin anası, gülü dediğinde üçümüzde bir gülme almıştı. Annem elinde tatlı mavi rengi bir elbiseyle içeriye girdiğinde, Avşin gidip sarılmıştı. Nisa garipçe onlara bakınca annem;
"Nisa'm eğme başını senin de ananım. Mert benim oğlum sende benim gelinim, kızımsın"
Nisa bir şey demeden oda annemin diğer kolunun altına girmişti. Annem ikisinin başından öpüp;
"Benim güzel kızlarım, akşam için tatlı bir şeyler yapsanıza. Kader ve Selvi kurabiye ve kek yapacak. Avşin!"
"Buyur yenge"
"Senin açması baklavan güzel oluyordu yapsana akşama"
"Tamam yenge yapayım."
Kızlar odadan çıktıklarında, annem elindeki elbiseyi yatağın üzerine koymuştu. Annem koluma baktığında bende onun gözlerine bakmıştım. Gözlerinde gördüğüm merhamet ve sıcak sevgiyle;
"Annem ben alışkınım inan ki acımıyor sende üzülme"
"Ahh annem sen nasıl diyorsan bir tanem, hadi git iç çamaşırlarını giyin gel. Bu güzel elbiseyi kendi ellerimle sana giyindireceğim"
"Ben kendim giyinsem olur mu anne"
"Tamam al bakalım"
Annem yatağın üzerine koyduğu sıfır kol işlemeli gök mavisi şile bezinden olan elbiseyi verdiğinde alıp banyo da giyinmiştim. Odaya tekrar döndüğümde annem yatakta oturmuş elinde benim tarağım beni bekliyordu. Yavaşça yere bacaklarının önüne oturmuştum. Annem saçımı taramaya başladığında gözlerimi kapamıştım. Biraz zaman geçmişti ki annemin iç çekişini duyunca hemen oturduğum yerde ona doğru dönmüştüm. Elindeki tarağı elinden alıp ellerini öpmüştüm.
"Mihriban sultan niye ağlıyorsun, cennet kokulu annem ağlama"
"Sen nasıl iyi bir kızsın. Temiz kalpli bir o kadar güçlü bir kızsın annem. Sen nasıl bize geldin deli kız"
"Bilmem kader ve kısmet sultanım"
"Kısmet kızım kısmet, neyse annem bu üzerindeki elbise var ya, Mustafa'ya 5 aylık hamileydim. Baban bana almıştı. Bende sakladım benim abime benzeyen oğlumun karısına ilk hamilelinin de giydirmek için. Sende hangisine olur bilmem ilk gelinine giyindirsin"
"İlk Mirza asafı evlendiririm ben. Ömer Hamza babasına benzeyecek inat edecek evlenmeyecek galiba"
"Deli kız, hadi üzerine hırka al avluya çıkalım"
Yatağa tutunarak ayağa kalkmıştım. Üzerime dolaptan krem rengi ince hırkamı ve mavi bir tülbent almıştım. Saçlarımı ev topuzu yapıp, başıma bonemi takmıştım. Annem odadaki kanepede oturmuş beni izliyordu. Hazır olduğumda avluya çıktığımızda sadece babam ve amcam vardı. Avluda annemle yan yana yürüyerek babamların yanına giderken, babam annemle uğraşmak istemişti.
"Sultanım, senden daha çok deli doktoruma, dostuma yakıştı"
"Tabi ki yakıştırırsın Mirza ağa, senden bir tane taşıyor kızım"
"Bana da öyle geldi Mihriban yengem"
"Vay Ahmet ,gardaş sende mi ya"
"Valla Abim, yengem anam sayılır o ne derse o"
Annem babamın yanına gidip oturduğunda, kısa bir süre ailemin büyüklerinin şakalaşmasını izledim. Mutfağa gitmeye karar verdiğimde babam gerçekten bana bağırmıştı. Ufak kız çocuğu gibi hemen karşısındaki sedire oturmuştum. Babamlar eskileri yad etmeye başladıklarında, karnımın izin verdiği kadar masaya dayanıp iki elimi yumruk yapıp onları dinlemeye başlamıştım. Babamlar konudan konuya geçerken yanıma birinin oturduğunu hissettiğimde hemen kafamı o tarafa çevirdim. Hazar abim gülerek bana göz kırpmıştı. Ağzımı açacakken Hazar ağa söze girdi;
"Hanımağam bak, Benim rahmetli babam, Ünal baba , Mirza baba ve Ahmet baba biz nasılsak şimdi onlarda gençliklerinde öyleydi."
"Gerçekten mi"
"Evet, hatta bak bir keres-"
Hazar ağanın sözünü hızla konağa giren boran kesmişti. Hepimiz hızla boran'a döndüğümüzde resmen burnundan soluyordu. Hazar abim sinirle yerinden kalkıp;
"Ahıra mı giriyorsun Boran nerede edep , terbiye"
"Özür dilerim ağam, şey hanım ağam"
"Söyle Boran"
"Anneanneniz ve dedeniz geldi yanında şey var "
"Tamam al içeriye yalnız, mutfaktakilere söyle ne nisa ne mina nede Talha avluya gelmeyecek"
"Tamam Hanımım"
Boran konaktan çıktığında çok zaman geçmeden dedem, anneannem ve dayımlar konağa girmişlerdi. Hazar tanımadığı için hepsiyle tokalaşmıştı. Annem, Meryem sultanı sedirlere buyur ederken babam dedemle görüşüyordu. Babam bir ara Hazar ağama ne dediyse ağam diğer avluya geçmişti. Üzerimdeki hırkayı karnıma biraz daha çekerek dedem ve anneannem ile görüşmek için önlerine gitmiştim. Anneannem elini uzatınca karşımdaki küçüklüğümdeki Meryem sultan olduğunu anlamıştım. Soğuk ve itici . Dedemin yanına gittiğimde sıkıca sarılmıştı. Dolu gözlerle anlımdan öpmüştü. Mahmut dayım ayağa kalkıp sıkıca sarılmıştı. Yavuz ayağa kalktığında kimsenin duymayacağı bir şekilde;
"Şansını zorlama fazla"
"Seni özledim"
Ağızımı açıyordum ki belimde hissettiğim elle irkildim. Tanıdık olan lavanta kokusuyla sakinleşmiştim. Avşin kulağıma doğru;
"Boran, çocukları Songül ve Nisayı alıp Meriç ile dışarıya yolladı"
Kaşlarımı çatarak başımla mutfağı gösterdim. Avşin önde ben arkada mutfağa girmiştik. Tezgahın üzerindeki sürahiden bardağı suyu doldururken Ayşegül'e çay koymasını söyleyip mutfaktaki sandalyeye oturdum. Kader yanıma oturunca başımı onun omzuna koymuştum. Selvi elinde ufak bir kurabiye bana uzatınca kafamı hayır anlamında salladım. Avşin bana bakınca;
"Avşin, şimdi sana bir şey diyeceğim ama çığlık atma tamam mı"
"Tamam "
"İçeridekiler kim biliyor musun"
"Yok nereden bileyim"
"Anneannem, dedem ve dayılarım Mahmut ve beni yanlışlıkla öldürmeye çalışan dayım yavuz"
"Hee anam şuna bana aşık olan yavuz iti desene anam sende hee"
"He anam o işte, siz fazla geçmeyin o tarafa erkekler gelmeden "
Ayşegül çayları tepsiye koyduğunda, yavaşça elime alıp avluya gelmiştim. Çayları ikram ederken, babamla göz göze geldiğimizde bana kaşlarını çatsa da göz kırpınca yumuşamıştı. Tepsiyi masaya koyduğumda babam ve amcamın ortasına oturmuştum. Benim için en güvenli yerdi şuan burası. Yavuzun gözü benim üzerimdeydi hissediyordum. Babam, amcam ve dedem derin güzel bir sohbete girmişlerdi. Babam bir ara hafif yan oturduğunda başımı onun göğsüne koymuştum. Hafif uyku bastırırken Mahmut dayım birden;
"Atmacam nasılsın dayım"
"İyim dayı şükür siz nasılsınız yengem, çocuklar"
"İyiler atmacam, annem ve Yavuz seni görmek isteyince gelelim dedik. Yengeni de uzun zamandır anasına bırakmamıştık onu da oraya bıraktım."
"Hoş geldiniz dayım, yengemde mutlu olmuştur"
Dayım cümlesini bitirmişti ki, kaşları çatmıştı arkama bakarken. Yavuza baktığımda oda aynı şekilde arkama bakıyordu. Arkama baktığımda Hazar ağam, abim silahını beline takıyordu. Ağızımı açıyordum ki birden konakta resmen kükremişti.
"Ayşegül sandalye getir"
"Ağam kızların işi var ben getireyim "
"Otur sen yerine kızım ben alırım"
"Tamam abi"
Hazar abimin neye sinirlendiğini merak ederken, o sandalyeyi alıp tam arkama oturmuştu. Kendimi daha bir güvende hissetmiştim. Tekrar başımı babamın göğsüne koyacakken, Hazar ağam kulağıma sessizce;
"Niye bana söylemedin Dila'm yavuzun geldiğini"
"Ne yapacaktın abi"
Hazar abim ağzını açıyordu ki, yavuz yerinden kalkmıştı. Anneannem dik bir şekilde bana bakarak;
"Meryemce bizim köyün kedisi gibi sinme bir yerlere, Yavuz dayın bir şey istiyor galiba bir bak"
Ayağa kalkıyordum ki Hazar abim kulağıma doğru;
"Ayağa kalktığın gibi seni odana kilitlerim otur yerine"
Hazar abim birden ayağa kalkarak zoraki bir tebessümle;
"Sen otur kızım ben ilgileneyim dayınla"
Hazar abim, yavuz dayımla konağın üst katına çıkmışlardı. Yavuz lavaboya girdiğinde Hazar ağam yavaş yavaş yanımıza geliyordu. Hazar ağam kendi yerine tekrar oturduğunda Mahmut dayım çatık kaşlarla;
"Meryemce bu adam kim"
"Hazar ağam yani abim, Mustafa Hamza ağamın kardeşi gibi. Yavuzun düğününde ve benim düğünümde yurtdışındaydı. Temelli dönüş yaptı burada artık. Mustafa Hamza gibi oda ağa"
"Anladım. Fazla ilgili seninle ama"
"Öyledir, bilirsin Bedirhan abi ve Baran abimde böyleydi. Seninle temel abi gibi işte bunlar dört silahşörler yani"
"Ne yani böyle hafif lakap takmazsın sen "
"Ben onlara mahşerin dört atlısı diyorum dayım"
"Anladım dayım"
Ağızımı açıyordum ki yavuz gelince tekrar susmuştum. Meryem sultan beni sinirlendirmek için elinden gelini yapıyordu. Yerinden kıpırdanıp;
"Deli zekiyee"
"Efendim Meryem sultan"
"Nerede kızın, birde bir şey duydum. Mert'in kimsesiz bir kızla evlenmiş öyle mi"
"Halası ve yengeleriyle mutfakta, Evet Mert'im pırıl pırıl bir kızla evlendi. Evlendirende Mustafa Hamza beydir"
"Niye yanımıza gelmiyor"
"Yemek yiyor Meryem sultan Nisa ilgileniyor kızımla"
"Nisa kim "
"Mert'imin eşi, benim ve Dağhan abimin gelini"
"Aman neyse sen kilo mu aldın"
"Kilo almadım, Allah nasip ederse iki tane oğlum olacak"
Meryem sultan hızla kaşlarını çatarak, bir şey demek için ağzını açmıştı ki Yavuzun elinden düşen bardak hepimizin dikkatini ona çekmişti. Anneannem yerinde azcık dikleşip;
"Erken yapmışsın yoksa kuma mı alacaktı kocan üzerine deli zekiye"
"Meryem sultan, dedem ve babamların yanında konuşulacak konu mu bunlar "
Dedem, anneanneme ters bir şekilde bakınca mecburen susmak zorunda kalmıştı. Ayşegül çayları tazelediğinde konağın kapısı açılmıştı. İçeriye sırayla Dağhan, Devran, Mert, Kadir, Serdar, Bedirhan ve Baran abimler girmişti. Mustafa bir haftadır olduğu gibi yine gelmemişti. Mert, Meryem sultanın yanına gittiğinde, anneannem ayağa kalkmıştı. Mert eline eğilecekken elini çekmişti anneannem. Sinirlenmiştim, birden ;
"Mert, dedemin elini öp, Meryem sultan tersten kalkmış adamım"
Mert kapının kenarından bize bakan, Nisayı eliyle çağırmıştı. Nisa yanına gelince dedem ayağa kalkıp ikisine de sarılmıştı. Mahmut dayımda ikisine de elini uzatmıştı. Nisa'm korkusundan anneannemin yanına gitmemişti. Dağhan dedemin yanına gitmişti. Dedem elini uzatarak, beni yine mutlu etmişti. Yerimden yavaşça kalkarken bütün herkes ayağa kalkmıştı. Herkes bana bakıyordu. Birden onlara gülerek bakıp;
"İyim ağalar iyim azcık ayağa kalkmam lazım"
Odama geçerken Ayşegül'e seslenip yavaş yavaş yemekleri hazırlamalarını söylemiştim. Odama girip vitaminlerimi içip tekrar avluya geldiğimde, dedem yanını gösterince hemen yanına gitmiştim. Dedemin kolunun altına girdiğimde, anlımdan öpmüştü. Amcamla derin sohbet ederken, babam sinirle çalışma odasından çıkmıştı. Diğer sedirlerde oturan bütün abilerim, babama bakınca sadece başını hayır anlamında sallamıştı babam. Tekrar bakışlarımı abimlere çevirdiğimde hepsi kaşlarını çatmıştı. Dedemin kolunun altından kalkarken, avluya Gülcan yorgun bir şekilde girmişti. Gülcan'a göz kırpıp odama girmiştim. Telefonumu elime alıp Mustafa'yı aradım. Ağzımı açmaya fırsat kalmadan;
"Efendim Meryemce hanım"
"Ağam bu akşam eve erken gelsen olmaz mı"
"Sebep senin sevgili ailene mutlu karı kocayı mı oynayacağız"
"Hayır Mustafa Hamza umurunda olur mu bilmem ama bu kadar adamın içinde bile olsa sana ihtiyacım var ve korkuyorum. Özür dilerim ağa işinden alıkoydum. "
Telefonu kapatıp yatağın üzerine atmıştım. Avluya tekrar döndüğümde kızlar masaya son eksikleri getiriyordu. Sedirlere geçiyordum ki dikkatimi sabah ki olaydan sonra halalar ve kızları çekti, yoktular. Avşin'e yanaşıp;
"Kız ablanlar nerede "
"Cehennem olsunlar! Kezban hanımın ahiretliğine gittiler kalmaya"
"Hım anladım, Avşin acıktım ben yaa"
"Vallaha mı kız. Meryemce bir haftadır ağızına bir şey sokmadın doğru dürüst"
"Tamam işte gerçekten bu akşam tıka basa yiyeceğim"
Avşin gülerek masadaki ekmek sepetinden ufak bir ekmek verdi. Ben elimdeki ekmeği çaktırmadan ufak ufak yerken babam ile göz göze gelmiştik. Babam bana Mustafa'nın yerini gösterdiğinde başımla yok desem de Annem kaşlarını çatınca bir şey diyemedim. Babam dedem ve dayımı masaya buyur ederken dikkatimi yavuz çekti çünkü yoktu. Etrafa bakarken, konağın kapısından Başak ve Ayşe yengemin kolunda Zümrüt girmişti avluya. Zümrüt kimsenin ona bakmadığını görünce bana dil çıkarmıştı. Ben ona gülerken, Başağın Meryem sultanın yanına gittiğini görmüştüm. Bedirhan abime yaklaşıp;
"Biraz sonra Başağı yanına çağır, hem niye Ünal ağamla çiçek teyze gelmedi"
"Bizim gelinin annesine gittiler, Başağı niye yanıma çağırayım"
"Ağlarsa sorarım sana"
Başağın arkasından, ona yanaşmaya başlamıştım. Meryem sultan Başak üzerinden bana laf sokmaya başlamıştı.
"Ne o anası gebermiş, sende Deli zekiye gibi arayıp sormuyorsun. Sende mi kocan gitmesin diye hemen çocuk peydahladın."
Başak başını eğiyordu ki elimi onun omzuna koyduğumda, hemen başını kaldırmıştı. Dedeme baktığımda, Meryem sultanı susturmuştu. Herkes geldiği için son kez herkesi masaya ben buyur etmiştim. Masaya oturduğumuzda, bende Mustafa'nın yerine oturmuştum. Ayşegül çorbaları koymaya başladığında Hazar abimin gözleri parlamıştı. Baran abim ve Bedirhan abim bana baktıklarında göz kırpmıştım. Hazar abim eline kaşığı almış bir bana birde çorbaya bakıyordu. Gözüm bir an Emrah'a kaymıştı oda aynı şekilde duruyordu. Hazar abim ve Emrah aynı anda;
"Meryemce hadi kızım"
"Yenge hadi ama"
Herkes gülerken amcam dedemlere ne olduğunu anlatmıştı. Meryem sultan ve Yavuz bana garip bakıyorlardı. Hazar abim homurdanmaya başladığında Leyla birden ;
"Hazar bey ne oldu "
"Sus merinos sus, Meryemce hadi kızım"
"Neye hadi ağam"
"Delirtme beni, Meryemce"
Ben ağızımı açıyordum ki Mina koşarak Hazar ağamın yanına gelmişti. Hazar abim Mina'mı kucağına oturtmuştu. Sol eliyle Mina'nın belini tutarken gözü bendeydi. Talha Devran ve Avşin'i her zaman ki gibi yan yana oturtmuş tam ortalarına oturmuştu. Masaya afiyet olsun dediğimde hepsi başlamışlardı. Kısa bir ara Hazar ağam ve Mina'yı izleyip kaşığımı elime almıştım ki Meryem sultan ;
"Meryemce Deli zekiye öldü "
"Üzüldüm, Allah rahmet eylesin anneanne ne diyeyim"
"Sen pek severdin onu, kocası öldüğünde sende üzülmüştün."
Anneannem sahte bir gülüşle yüzüme bakıyordu. Dedeme baktığımda gözleriyle konuş demişti. Dedemde artık bıkmıştı belli. Sandalyemde oturuşumu düzeltip, hiç çorbaya süremediğim kaşığı tekrar masaya koyarak;
"Ben üzülmüştüm evet ama sen de çok sevinmiştin Meryem hanım. Çünkü senin amca uşakların vurdu Hüseyin abiyi"
"Ne dersun meryemce ağuzunu topla"
"Gonuşturma peni ne deduğumi anladun sen "
"Anlamayrum seni"
"Ne zaman anladın ki Meryem hanım, ne zaman sevdin ki beni şurada 5 senedir sana ne olduysa artık"
"Seni bir tek ben değil babanın sülalesi sevmedi"
"Onu bunu bırak madem açtın ağızını çıkar o baklayı"
"Yavuz ananın yayladaki fındık bahçesini istiyor"
"Heee şöyle imana gel Meryem sultan"
Kafamı Mahmut dayıma çevirdiğimde anneanneme çatık kaşlarla bakıyordu. ah benim saf dayım yine kandırıldı. Mahmut dayım yüzüme bakamadan başını eğmişti. Dedemin gözü benim üzerimde, anneanneme bakmadan ;
"Yeter Meryem sus artık, ben buraya mal mülk konuşmaya gelmedim. Torunlarımı, evladımın emanetlerine bakmaya geldim. Mert'im evlenmiş ona bakmaya geldim sus artık. Sen ve oğlun kendinize gelin"
"Yunus ağa ne dersun"
"Anne babam sus diyor daa"
Çorbama baktığımda soğumuştu, hoş iştahta kalmamıştı. Annem kızlara semaveri getirmelerini söylemişti. Masadan kalkıp, düzenlenen sedirlere geçmiştik. Avşin ve Devranın yanına gidiyordum ki, Dağhan Gülcan'a ne dediyse bacım kıpkırmızı olmuştu. Kafamı yana çevirdiğimde Avşin başını Devranın arkasına saklamış gülüyordu. Çocuklara baktığımda annem ufak bir kilim ve yastıkla benim odamın kenarına yer yapmış orada meyve suyuyla kek yiyorlardı.
Erkekler yanlarında eşleri kendi arasında sohbet ederken, annem ve yengem anneannemle mecburen sohbet ediyordu. Ben onların yanına geçmiştim ki, anneannem konuşmaya başladı.
"Meryemce"
"Buyur Meryem sultan"
"Seni niye sevmedim biliyor musun"
"Meryem sultan sen diyorsun ki eski defterler, kirli çamaşırlar dökülsün tamam buyur. Niye sevmedin söyle ana söyle"
" Anan gibisin abin için, kardeşin için can verirsin. İkisine de sahip çıkıyorsun"
"Annem hangi abisine sahip çıktı ki Mahmut dayım hep senin yanındaydı. Ama dur senin yüzünden köye rezil olma diye dedemin evlatlıktan red ettiği Ömer babam ay ömer dayım var dimi haklısın"
"Sen Ömer'i nasıl biliyorsun "
"Küçüklüğümde bize geldiğinde göğsünde yattığım babamdan sonra tek aşkım olan adamı tabi ki bileceğim"
"Bak anan seni de zehirlemiş"
"Beni kimse zehirlemedi anneanne, Mahmut dayım kusura bakmasın ama ondan önce benim atmaca olmamı Ömer dayım sağladı."
" Anası kılıklı ne olacak o adam anasını yok saydı"
"AAA yeter Meryem sultan o adam seni yok saymadı. neyse ne kapat şu konuyu ne kendini küçük düşür nede beni. Beni sevmedin sevme zaten anneanne. Annemin tarafından Ömer dayım, Mahmut dayım dedem seviyor. Babamın tarafı artık saygı duyuyor, gururlanmıyorum ama o adamlar bile artık bana sorup yapıyor işlerini."
"Meryemce kendine gel"
"Ne geleceğim Meryem sultan hep sizin yüzünüzden bu halim. Dedem ilk torunu erkek bekledi, ben olunca dedem, Mahmut dayım, Ömer dayım erkek gibi yetiştirdi. Babam zaten sert bir adamdı saygılı ol Meryemce güçlü ol Meryemce. Annem ah annem karadeniz gibi ol kızım dedi onun için 10 yaşımdan sonra her yaz senin yanındaydım. İş öğreteceksin diye yapmadığın eziyet kalmadı. Sevme beni Meryem sultan sevme. Bak sizin yüzünüzden hep sevdim korudum. Sert kaya gibiyim değişmedim değişmemde ama çok bocalıyorum. Ben torun olmayı Hamza dedemden öğrendim. Yeğen olmayı Ahmet amcamdan, Reşat dayıdan öğrendim. Allah rızası için sevmeyin. Beni burada ki aile var ya öyle seviyorlar ki kendimden utanıyorum Meryem sultan"
Herkes dediklerimin üzerine bana bakıyordu. Kızların olduğu tarafa gitmekten vazgeçip, nedensiz Dağhan'ın yanına giderken yavuz arkamdan ayağa kalkıp;
"Görüyorum ki çevrende kocan hariç bir sürü erkek var"
Boynumu sağa ve sola kütletip ona dönmüştüm. Arkamı abimlere dönüp;
"Yanlış görüyorsun onlar bir sürü erkek değil, onlar gerçek adamlar. Tanıştırayım. Bedirhan abim, Baran abim, Hazar abim. Bu adamlar benim buradaki öz kadar candan abilerim. Benim kılıma zarar gelecek diye Alibeyoğlu ailesi gibi içi giden abilerim. Bak şu yan yana oturan iki adam Mustafa Hamza ağamın arkasında ki yiğitleri, kardeşleri. Şunlar benim yıkılmaz kalelerim Dağhan, Devran ve Mert. Senin anlayacağın Sadece erkek diye sınıflandırma Sevgili dayıcığım"
Yavuz bir adım bana gelince, sedirin kenarında olan Devran yanıma gelip elini belime koydu. Yavuz kaşlarını iyice çatıp;
"Peki ya ne oldu senin dokunulmazlık kuralına hani erkeğe el vermiyordun. Yanına gelen adam neredeyse kucağına alacak seni"
"Yanımdaki dünya ahiret abim, altı ay büyük süt kardeşim. Hiç birinizin bilmediği, hatırlıyor musun çatı katını yaptığımda sormuştun. Burası seninse üçüncü kat kimin diye işte bu adamın. Anlayacağın benim olan her şey ailemin erkeklerinin. Etimle tırnağımla yaptığım her şey. Sen dua et Yunus dedeme bir şey olmasın"
"Niye babama bir şey olacaksa ne olacak ki"
Dedeme baktığımda önündeki masada duran suyundan bir yudum alıp, oturuşunu düzeltip hafif bir öksürükle dikkati üzerine çekti;
"Ananın toprakları, Mahmut'un dairesi fındık bahçesi ve senin dairen hariç her şeyim malım mülküm Atmacamındır. Mahmut bile biliyor. Başağın hakkı da Meryemcenin üzerine size bırakacak malım yok benim. Aile mevzumuzu burada açtınız ya helal olsun size. "
Dedem sinirle yerinden kalktı. Babamda onunla birlikte kalkmıştı. Ben onlara bakarken, babam eliyle sakin ol demişti. Babam dedeme odasına kadar eşlik etmeye başlamıştı. Yanımda hissettiğim bedenle yanıma döndüğümde Mahmut dayım gülerek bana bakıyordu. Dayımın beline sarılmıştım. Dayım ile birlikte Dağhanların yanına oturmuştuk. Annem ve yengem anneannemle karşı sedirimize oturmuştu. Dayım bana sıkı sıkı sarılmış bir eli yanağımda, masadaki abilerimle konuşuyor sohbet ediyordu. Devran ile beni ikiz diye tanımlayınca gülmeye başlamıştık. Baran abim ve Bedirhan müsaade isteyip, konaktaki odalarına zümrüt ve Başağı götürmüştü. Mahmut dayım anlımı öpüp başağın arkasından ana gibisin bunlara deyince, bizi bir gülme almıştı.
Çok zaman geçmeden Baran ve Bedirhan abim yanımıza gelmişti. Muhabbet koyulaşmaya başladığında, konağı Meryem sultanın sesi doldurdu. Yavuz ona ne dediyse iyice bilenmişti bana . Ayağa kalkıp bana doğru geliyordu. Ben yerimden kalkarken Mahmut dayım bileğimden tutmuştu. Bileğimi tutan elinden elimi kurtarıp;
"Maşası yok korkma dayım, en fazla aman boş ver"
Avlunun ortasında Anneannem ile karşı karşıya ayakta duruyorduk. Etrafıma baktığımda herkes bize bakıyordu. Arkama baktığımda babam bile hazır bekliyordu. Tekrar anneanneme baktığımda karşımda yılların deli Meryem'i duruyordu. Gözüm anlık terasta karanlıkta çok nadir sigara içen Yunus ağaya takıldı, sessiz ve dikkatle bize bakıyordu. Bu gece her şey ortaya dökülecekti. Anneannem hızla bileğimi tutarak;
"Yunus ağanın sana verdiği her şeyi Yavuz'uma vereceksin"
"Hey gidi Meryem sultan gerçek yüzünü erken gösterdin, dedem öleydi. Yok senin oğluna yer mer"
"Meryemce duydun mu beni"
"Kendini küçük düşürme Meryem sultan düşürme "
"Umurumda mı sanki"
"Büyüğümsün konuşturma beni, saygım var sana. Ben yanına bırakılan eski Meryemce değilim bilirsin"
"Ne yapacaksın "
"Yorma beni Meryem kadın yorma o yerler, Anamdan Mert'e, dedemden oğlu Ömer'e kalan yerler senin oğluna verecek yer yok bende"
Meryem sultan bileğimi sıktıkça yüzünün şekli değişiyordu. Acıya karşı dayanıklıydım ben ama canımı acıtan koskoca anneannem yer, mal mülk yüzünden beni de kendini de küçük düşürüyordu. Meryem sultan sinsi bir gülüşle;
"Deli zekiye, kocan nerede"
"Herkes kendi çöplüğünde ötsün Meryem Sultan. he kocama bir şey olursa, unutma zekiye abla kendi elleriyle vurdu amca uşağunu. Bende büyük zevkle izledim. Eski babasından kalma silahla tam anlının ortasından "
"Meryemce döverim seni. Ben senin büyüğünüm"
"Sen benim büyüğümsün öyle mi"
Cümlemi yarıda kesip gözümle herkese baktım. En son gözüm dedemde takıldı kısa bir süre sonra tekrar avluya dönerek;
"Kimse yerinden kalkmayacak ve karışmayacak. Meryem sultan istedi bende konuşacağım"
Gözlerimi hiç kırpmadan anneannemin gözlerine diktim. Bileğimi iyice sıkmaya başladığında, ben de konuşmaya başladım.
"Sen benim büyüğümsün öyle mi. Ömer dayımı dedem kovarken neredeydi senin büyüklüğün, Bu adam kendi evimde beni taciz ederken neredeydi seni büyüklüğün yada bu adam yüzünden ben ölürken ve karnımdaki bebeğim ölürken neredeydi senin büyüklüğün. Senin günahın yüzünden benim dünyaya gözlerini açamayan bebeğim ölürken yoktun yine olma Deli Meryem. Beni döveceksin öyle mi çok dövdün bunu da dövdüklerine say. Beni sana benzettiklerinde niye kızıyorum biliyor musun. Benim senin gibi üvey dayımdan çocuğum yok"
Meryem sultan elini kaldırdığında gözlerimi kapamıştım. Son kez tokat yiyeceğimi anlamıştım ama beklediğim tokat gelmemişti. Gözlerimi tam açacakken özlediğim koku burnuma dolmuştu. Gözlerimi açtığımda Mustafa, anneannemin bileğini tutmuş, sinirle yavuz ve anneanneme bakıyordu. Boşta kalan eliyle beni kolunun altına almıştı. Ben ona bakarken Mustafa konuşmaya başladı;
"Meryem hanım, sizi bilmem ama ben en kıymetlime zarar verecek insanı öldürmeye yemin etmişim. Şuan el kaldırdığınız size göre torunuzu ama bana göre sizin hiç bir şeyiniz olmayan Meryemce hanımın arkasında koskoca Alibeyoğlu ailesi var. Sahipsiz değil, kocası var onun arkasında. Değil ona vurmak, yan gözle bakmayı bile aklınızdan geçirmeyin. Sizin oğlunuz yüzünden bir kere onu kaybetme eşiğine geldik. Bir daha o duruma gelmem. Tırnağı kırılsa o duruma getiririm "
Gözlerim kararmaya başladığında, elimi zorda olsa kemerine atmayı başarmıştım. İçim çekilirken belimde hissettiğim el ile dedemin söyledikleri kulağımda yankılandı.
"Meryem, atmacama bir şey olursa, seni ve oğlunu kendi ellerimle öldürürüm"
..................................
MUSTAFA HAMZA...
Meryemce telefonda korkuyorum, sana ihtiyacım var demişti. Melihşah ağanın yanından çıkarken bunları düşünüyordum. Meryemcenin arabasını son sürat kullanıyordum. Konağa geldiğimde hemen arabadan inmiştim. Konağın kapısını hızla açacakken Meryemcenin sesi gelince yavaşça açıp içeriye girmiştim. Avluya baktığımda avlunun tam ortasında duran ikiliği herkes pür dikkat izliyordu. Deli damarı yine tutmuş, sinirli olduğu belliydi. Gözü bir şey görmeden Meryem hanıma sırasıyla saydırıyordu. Gurur kaynağım karım benim. Dikkatimi Meryemcenin bileği çekmişti, anneannesi sıkıca sıkıyordu. Çenesindeki morluk yeni geçerken, yüzüne yeni yeni bakmaya başlamıştım. Onun yüzünü mor gördükçe bana sığınmadığı aklıma geliyordu. Benim bir haftadır sarılamadığım, koklayamadığım karımın canı yanıyordu. Sabah Şule, şimdi Meryem hanım. Bir adım atmıştım ki, Meryemce Yavuz'un babasının kim olduğunu söyleyince, Meryem hanım elini kaldırmıştı ki hızla yanlarına gitmiştim. Çok sıkmadan bileğini tutmuştum. Ben konuşurken Yunus dede merdivenlerden inmeye başlamıştı. Meryemce titremeye başladığında, iyice sinirlenmiştim. Eli kemerime gidince, hemen elimi beline atmıştım. Yere yığılacağı zaman hemen tuttum. Başı geriye düştüğünde hızla kucağıma alıp odaya götürmüştüm.
Yatağın üzerine yatırıp üzerindeki hırkayı yavaşça çıkarırken elbise dikkatimi çekmişti. Annemin bana hamileyken giydiği elbiseydi. 15 yaşındayken karına vereceğim bunu diyordu. Gülerek başımı salladığımda kolu dikkatimi çekti. Sabah çay dökülen yer kıpkırmızıydı. Başındaki tülbenti ve tokasını çıkarıp üzerine örttüm.
Odadan avluya çıktığımda gözüm anneanneyi arasa da bir tane bayan yoktu avluda. Yunus dedenin yanına gidip, elini öpmüştüm. Mahmut dayı ile tokalaştığımda, yavuz'u görmezlikten geldim. Yunus dedenin karşısına oturduğumda, Ayşegül'e seslenerek kahve istemiştim.
Kahvem gelene kadar konuşmamıştım. Daha doğrusu sinirimin geçmesini beklemiştim. Ayşegül titreyen elleriyle kahveyi masaya koyar koymaz hızla mutfağa gitmişti. Kahvemden bir yudum alıp;
"Yunus dede, Mahmut dayı evime hoş geldiniz. Misafire ve yanında getirdiklerine saygıda kusur etmem. İşlerim vardı geç geldim kusura bakmayın sonuçta ağalık gibi bir görevimiz var. Size saygım ve sevgim var şükür"
"Sağ ol evladım. Allah razı olsun. Ben ve Mahmut, selmanın emanetlerini torunlarımı görmeye geldik sanıyorduk ama gördüm ki bizim hanım atmacamın canını yakmaya gelmiş"
"Merak etmeyin Yunus dede, onun canını yakmak o kadar kolay değil, Yavuz bey bir kere yakabilir. Oda yaktı ve geçti"
"Nasıl yani"
"Yavuz bey, benim arabamın frenleriyle oynamış, o günde bende arabayı Meryemceye vermiştim. Kendi arabası gibi hızla kullanmasın diye çünkü hamileydi. Arabayla kaza yaptı ve ölümden döndü Meryemce"
Mahmut dayı ve Yunus dede sinirle yavuza bakarken, ben bakmamaya çalışıyordum. Dede hışımla yerinden kalkınca, babam kolundan tutup, sakince yerine oturtmuştu. Dedeye hafif bir tebessümle;
"Merak etmeyin Yunus dede, gördüğün gibi sapa sağlam Meryemce"
"Gördüm evladım gördüm"
"Dede bana düşmez ama Meryem hanım ve Yavuz bey için artık Meryemce ölmüş bilin. Benim sizin üzebileceğiniz hanımım yok. Ben bir daha istemiyorum, yavuz veya Meryem hanım üzecek mi diye düşünmek. Anladın sen beni dede"
"Anladım oğlum çok iyi anladım. Benim tor-"
"Evet dede senin torunların kendi ayaklarının üzerinde duran kocaman yetişkinler ama artık benim onlar Mert veya Meryemce yine senin torunun senin yanına gelip gidecekler. Sonuçta evleri var orada yerleri var ama sahipsiz değiller. Meryem hanım ve oğlu öyle düşünüyorlar ama değil yani. Onların üzülmesine tahammülüm yok dede, Mahmut dayı"
Yunus dede ve Mahmut dayı gülerek başlarını sallamıştı. Yavuz huzursuzca yerinde kıpırdanınca, Mahmut dayı babasına baktı. Yunus dede ayağa kalktığında Yavuza başıyla odasını göstermişti. Yavuz'dan anladığım kadarıyla Yunus dededen korkuyordu. Yunus dede ve Yavuz giderken, babam ve amcamda omzumu sıkarak yanımızdan kalkmıştı.
Avluda sadece genç erkekler ve Mahmut dayı kalmıştı. Hazar elinde taze yapılmış çaylarla geldiğinde Mahmut dayı yerinde dikleşip;
"Mustafa Hamza"
"Buyur dayı"
"Şimdi beni çok iyi dinle sen. Meryemce, 11 yaşından sonra hiçte güzel ve kolay çocukluk geçirmedi. 11 yaşında kadar el bebek gül bebek yetişti atmacam. Sonra ne olduysa 10 yaşının sonlarında okulların kapanmasına iki ay kala Kemal enişte ve Selma getirdiler. Ondan sonra yaz tatillerine bir ay kala hep bizdeydi. Selma anneme sen yetiştir dedi ama bilmediği bir şey vardı. Anam Selma dan hırs alacaktı ve günah keçisi Meryemce olmuştu. Anam erkek çocuk düşkünüydü ve Ömer abime aşık bir kadındı. Ömer abim yavuz olayını duyunca, babamda kovdu. Ömer abim susmayacaktı çünkü . Anamda hem Ömer abime hem de Selma'ya bilendi. Çünkü Selma meryemceye hamileyken bu karnımdaki Ömer abimin çocuğudur dedi. Yavuz bir suç yapardı. Garibim suçsuz Meryemce dayak yerdi. Sonra babam Meryemceyi eğitmeye başladı, gözlerinin keskinliğini fark ettiğinde ava götürdü. Silah kullanmayı çok iyi öğrendi meğer İstanbul da Ömer abim, Kemal eniştem, Trabzon da babam ve ben askeri eğitim gibi eğitim vermişiz. Deli atmaca dediler çünkü deli atmaca Ömer abimin lakabıydı. Anam sinirlendi çünkü abime benziyordu tavırları, onun gibi birinin daha yetişmesi çok canını sıktı. Ne kadar dövdü Meryemceyi. Bakmayın o deli atmaca acıya çok dayanıklıdır inadı tuttu mu kessen kanı akmaz. annem ne kadar odun kırdı sırtında. Selma'nın gelmesi yaklaştığında dövmezdi. Anam birde çok tehdit ederdi Mert, Dağhanla ilgili. Meryemce abisine ve Mert'e çok düşkün olunca hep sustu. Selma gelir iki günde o kalırdı yine bir şey demezdi. Meryemce kendi başının çaresine bakardı. Selma ve kocası ölünce Meryemcenin okulundan sebep yazları gelirdi hep yine ama Meryemce her gelişinde daha sert gelirdi. 22 yaşına geldiği zaman köye geldi, Mert galiba askerdeydi. Babam ile Meryemce kavga etmiş, neyse bizim deli atmaca köyün sonundaki tarlaya kadar kulağında kulaklık koşmuş, tarladaki dut ağacına çıkmış, oturmuş. Zekiye abla vardı bizim köyde çok güzel bir kadındı biz bile iki defa döner bakardık. O gün Zekiye ablanın kocasını o tarlada vurmuşlar tabi bizim deli atmaca hepsini görmüştü. Köyün meydanında Zekiye abla herkese yalvarıyordu kim vurduysa söyleyin diye kimse bir şey demedi, görmedik dediler. Aradan 20 gün geçti. Bir duyduk ki zekiye abla kocasının katillini anlından vurmuş, Zekiye ablayı jandarma götürürken, Meryemcede eve geliyordu. Annem olanı biteni duyunca elinde makas Meryemceyi bekledi. Meryemce eve gelince hızla saçlarından tutup hem dövdü hem de saçlarını kesti. Meryemcenin ters tarafını hepimiz o gün gördük. Annemi kollarından tuttuğu gibi sobanın yanına fırlattı. Biz anama bakarken Meryemce kararmaya başlayan havaya inat beline silahını takıp dışarıya çıkmıştı. Anam durur mu hemen peşine oda çıktı. Köyün meydanında kolundan tuttuğu gibi Zekiye ablanın kahvenin yanındaki evinin önüne attı. Herkes başlarına topladığında Anam gür bir sesle '' kaderin deli zekiyeye benzesin, kocana doyma Meryemce" dediğinde Meryemce bütün sinirle ayağa kalkıp'' Herkes duysun bende Meryemceysem, bu zamana kadar ailem için,sevdiklerim üzülmesin diye nasıl zorluklar karşısında sustum, sakladım. Kendi başımın çaresine nasıl baktım. Yine susarım yine saklarım ve kendim başımın çaresine kimseye belli etmeden bakarım. Onlara zarar gelmesine izin vermem Meryem sultan" dedi ve ondan sonra kendi elleriyle annesini yerini tellerle çevirdi. İstanbul'a gitti evi için her şeyi yaptı. O evi kendi tek başına yaptı. O günden sonra kalmadı hiç bizim evde. Hapishanede zekiye ablaya baktı, babasının arkadaşlarıyla içeriden çıkardı bile. Meryemce ne kolay bir çocukluk ne de kolay bu yaşa geldi. Meryemce hiç genç kız olmadı. Meryemce babasının şirketini büyütmüş, yeni iş kollarında patron olmuş doktorluğunu yapmış. Meryemce etiyle tırnağıyla bu yaşına geldi ama bize sevdiklerine hiç bir şey yansıtmadı. Annem bir kaç senedir Meryemceye iyi, oda sırtını Atmacamın varlığına gücüne dayamak amacı. neyse gençler size Meryemceyi az çok anlattım, sizin görmediğiniz yeri. Bana müsaade sabah gelirim"
"Nereye dayı"
"Mert benim asker arkadaşım İsmail vardı ya ona gideceğim"
"Niye dayı burada kalın, burası senin yeğeninin yuvası"
"Hangi yüzle Mustafa Hamza"
"Meryemce sabah sizi burada görmezse hiç çekilmez bence"
"Sabah namazında sonra uyumuyor hala dimi"
"Evet, bu aralar biraz uykusu ağır bassa da"
Herkes gülerken Mahmut dayı başını tamam anlamında sallamıştı. Mahmut dayı kendi odasına doğru giderken herkes bana bakıyordu. Ayağa kalkıp ceketimi çıkarmıştım. Parmağıma takıp omzuma attığımda Hazar birden ;
"Mustafa ağam"
"Efendim sevgilim"
"Vay sen keyiflisin, konuş"
"Yarın akşam hepiniz konakta olun"
"Ne için lan ağam"
"Sabah ki olayı cezasız mı bırakacaktım. Melihşahın amca oğlunun karısı ölmüş, Şuleyi verdim akşam gelip isteyecekler. Yine halam sevinsin kuma olarak değil ikinci karısı olarak verdim. Beyler ne olursa olsun hanımım kıymetli, ee benim kıymetlimin canını yakanın canı yakarım. Bu arada adam 50 yaşında. Siz kimseye bir şey demeyin ama Baran akşama imamı getir "
Avluda kopan kahkahaya, bende gülmüştüm. Odamın önüne gelince, yavaşça kapıyı açmıştım. Odadaki kanepede oturan, Avşin dikkatimi çekmişti. Üzerimdeki ceketi dilsiz uşağın üzerine asarak, Avşin'e yaklaştım. Kaşlarını çatmış bana bakarken, gözümü kırptım konuş manasında.
"Ne zaman bitecek şu kızın cezası, üzme şu kızı. Çok değişti "
"Avşin bak-"
"Ne bakayım ağam şu kız bir haftadır sadece karnındaki çocuklar için az bir şey yemek yiyor. Yemek yemiyor, bu gün masa kurulurken çok acıktım dedi yemek yiyecekti onu da Sağ olsun anneannesi kesti. Yengem bu gün tatlı yaptırdı yesin diye onu da yiyemedi. Mustafa en çok nerede yıkılmış biliyor musun ? kuma dediğinde neyse sana ne anlatsam anlamayacaksın yine gözlerini kapadın."
Avşin sinirle arkasını dönmüş tam odadan çıkıyordu ki;
"Ben başkasına karı olacak kızı niye alayım. Benim gül gibi gül kokulu karım var ikinciye ölene kadar Allah nasip etmesin"
Avşin hızla yanıma gelip, kolumu tuttu. Gözlerime bakarak;
"Nasıl yani"
"Avşin ben aşık olduğum kadından vazgeçmem. Şuleyi Melihşah ağanın amca oğluna verdim. Sen yine bir şey bilme akşama doğru söyleyeceğim. Benim gözümün önünde, nefesim dediğim varlığın canını yakanın nefesini keseceğim"
"Nasıl keseceksin, evlendiriyorsun mutlu olur o manyak"
"50 yaşında adamla evlenince emin ol mutlu olamayacak. Hadi Avşin'im odana "
Avşin yanağımdan öpüp hızla odadan çıkmıştı. Yatağın yanındaki abajurları yakıp odanın ışıklarını söndürdüm. Yatakta yatan güzel karıma bakıp banyoya geçtim. Sıcak bir duş alıp rahatlayarak belimde havluyla odaya döndüğümde Meryemce yatakta yoktu. Kütüphaneden avluya bakacakken, ona ait berjerde gözleri kapalı, ayakları orta sehpaya uzatmış eli karnında öylece duruyordu. Biraz izledikten sonra, dolaptan bir şeyler alıp üzerimi giyindim. Kütüphaneye tekrar geldiğimde aynı onun gibi kendi Berjerime oturdum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes almıştım. Gül kokusu ciğerlerimi yakıp geçerken, Meryemcede aynı benim gibi derin bir nefes çekti. Gözümü açacaktım ki Meryemce bir şey söylemeye başladı
"Gözlerin, gözlerime baktığında, kelebekler uçar şuramda, ben bir hata yaptım sana, üzdüm seni olmadan farkında, sen gel affet beni affet..... çünkü çok seviyorum seni"
Gözlerimi açıp baktığımda hala aynı şekilde duruyordu. Karnındaki elinin üzerine elimi koyduğumda, hafif başını kaldırıp loş ışıkta gözlerime bakınca;
"Bu şarkı neydi şimdi"
"Mina dedi ağam, babama söyle barışır seninle dedi. Bende söz verdim"
"Gerçekten mi"
"Evet bir haftadır benimle konuşmadığını fark etmiş"
"Ne dedi ki"
"Babama bebenin şarkısını söyle anne dedi, Neyse ağam seni rahatsız etmeyeyim"
Meryemce yavaşça olduğu yerden kalktığında bende arkasından ayağa kalktım. Odaya girdiğimde başına tülbentini üstüne hırkasını giyip odadan çıktı. Nereye gittiğini merak ettiğim için hızla dolaptan üzerime eşofman üstümü alıp avluya çıktım. Konağın gece ışıkları yanıyordu. Mutfağa yürümüştüm belki buradadır diye, gördüğümle yanılmadığımı anlamıştım. Mutfağın kapısından ona bakarken, aklıma birden ilk vurulduğu zaman konakta kaldığı gece geldi. O gece elimde silah vardı ama şimdi elimi silah yapıp sırtına dayadım. Ağızını kapatınca çırpınmaya başladığında;
"Sen deli misin birde soruyorum delisin tabi, şimdi ağızını açacağım bağırma tamam mı"
Kafasını salladığında, tebessüm etmiştim. Işığı açıp Meryemceye döndüğümde dolu gözlerle;
"Şey ağam ben acıktım da, sen bir şey istediysen"
Tezgaha baktığımda domates, peynir ekmek vardı. Sanki evin beslemesiymiş gibi doğru dürüst bir şey yememesi canımı sıkmıştı. Kaşlarımı çatarak;
"Bunlar mı karnını doyuracak senin hamile halinle , geç masaya bekle beni"
Meryemce masaya oturduğunda, bende dolabı açıp yemekleri tezgaha çıkarmıştım. Küçük tavalara koyarak ısınmasını beklerken, dolapta gördüğüm cacığı kaseye koyup masaya koydum. Çorba ve pilav ısınınca tabaklara koyup önüne koydum. Meryemcenin karşısındaki sandalyeye oturdum. Meryemce önündeki ekmekten koparıp onu yemeğe başladığında, iyice sinirlenmiştim.
"Ne yapıyorsun! yemeği ye yemeği"
"Tamam ağam özür dilerim"
Ağızımı açıyordum ki, önündeki kaşığı eline aldığında elinin titremesi dikkatimden kaçmamıştı. Başı önünde hiç kaldırmadan çorbayı içerken, kasenin içine düşen göz yaşı çorbaya değil benim kalbime düşmüştü. Daha fazla dayanamadan hızla yerimden kalkıp, yanındaki sandalyeye oturup, kucağıma çektim. Meryemce başını boynuma koymuş için için ağlarken;
"Ağlama kurban olayım ağlama özüm, ömrüm ağlama. Ben benden bir şey saklamanı kaldıramadım. Bırak koruma beni, gülüm korkma bana bir şey olmaz. Sen benden bir şey saklama beraber yakıp yıkalım Mardin'i benim en yakın dostum, arkadaşım artık sensin. Biliyorsun bunu"
"Özür dilerim ağam çok özür dilerim"
"Dileme nefesim dileme"
"Tamam ağam söz senden bir daha bir şey saklamayacağım bırakma beni ne olur"
"Seni bırakmak mı? Bu kalp seninle attı, seninle durur ömrüm nefesim"
"Ben çok kötü oldum, benden uzaklaştığında "
"Bir daha benden bir şey gizleme ne olur, ben senin derdini de kederini de paylaşmak istiyorum. Aynı tanıdığım aşık olduğum Meryemce ol değişme ama Her şeyini benimle paylaş anladın mı Hanım ağam"
"Anladım ağam söz"
"Ağam deme bana "
"Tamam demem "
"Seni seviyorum be gül güzeli, çok özledim seni"
"Bende seni özledim ömrüme ömür katan adam"
"Karım, kadınım. Gücüm gururum. Sen bana aitsin. Bazı şeyler başka şeylere aittir. Mesela tuz denize, kuş gökyüzüne sen bana"
Meryemce kafasını kaldırıp gözlerime baktığında, yanaklarından aşağı süzülen göz yaşlarını öperek silmiştim. Güzel gözlüm bana bakarken, masada duran kaşığını alıp, yemekleri yedirmeye başlamıştım. Meryemce masada ne var ne yok yemişti. Yanından kalktığımda bana bakarken anlından öpüp masadaki tabakları alıp lavaboya koydum. Fırına yaklaşıp, Avşin'in ufak lokmalık kestiği baklavalardan tabağa koyup, masaya tekrar döndüm. Meryemce tatlıları görünce gözleri parlamıştı. Biliyordum bir haftadır ben almıyorum diye, onu yerken izlemiyorum diye hiç ağızına sürmüyordu. Tabaktan bir dilim alıp yedirmeye başladığımda gülerek, Mina'm gibi sevinerek yiyordu. Tatlılar bitince onun büyük bardağına soğuk su koyup elimi uzatmıştım. Elimi tuttuğunda, hemen kolumun altına aldım. Bir elimde su bardağı, diğer elim ile Meryemceyi kendime daha çok çekerek şakağını derin bir nefes çekerek öpmüştüm.
Odaya geldiğimizde Meryemceyi yatağa oturtup, eline suyunu vermiştim. O suyunu içerken bende üzerimdeki eşofmanımı çıkardım. Bardağı bana uzatınca, anlamıştım yine su istiyordu. Mutfağa gidip dolaptan soğuk su sürahisini alıp odaya geldiğimde, yatağa uzanmış beni bekliyordu. Bardağa suyu doldurup onda verdiğimde, o suyunu içerken bende yatağa uzandım. Meryemce bardağı yatağın yanındaki şifonyerin üzerine koyarak, hemen başını kalbimin üzerine koymuştu. Ben saçlarını severken, oda elini kaldırıp sakalımın üzerine koydu. Gül güzelinin nefesleri düzene girince uyuduğunu anlamıştım. Hafif doğrulup anlından öptüğümde telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim. Zorda olsa telefonu elime alıp tek elle açmıştım. Okuduğum mesajla iyice sinirlenmiştim.
'' Mustafa ağam o güzel karından nasıl ayrı durabiliyorsun, nasıl o güzel kokusunu içine çekmeden uyuyorsun. Azrail ağa ilgilenmeyeceksen ver bana ben çok iyi bakar, ilgilenirim siyah kuğumla...... Savaş Varlıoğlu''
Telefonu bütün sinirimle duvara fırlatmıştım. Kucağıma baktığımda bir anlık irkilse de huzurla uyuyan karımı baktım. Anlından öpüp içimden artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacağını biliyordum.....
....................................
Umarım beğenirsiniz...
Sizi seven çatlak yazar...
Allaha emanet olun...