
MERYEMCE...
Behçet ağanın kalp ameliyatından sonra torununun sünnet düğününün bir hafta ileriye alınmasıyla Hazar abim de balayını uzatmaya karar vermişti. Hazar abim o kadar yerinden memnundu ki ulaşmak isteyen onu değil Leyla'yı arıyordu. Ameliyattan sonra benim için en güzel olay tabi ki Çınar'ın günde beş saat hastaneye gitmeme izin vermesi olmuştu. Mustafa sabah önce Mina'yı sonra beni hastaneye bir baba gibi bırakıp şirkete geçiyordu. Aslı'nın münazara öğretmeninin o sabah Mardin'i terk ettiği duyuldu. Mesleğini kötüye kullanıp kirleten insanlardan nefret ediyordum. O sabah Ali kızından her şeyi öğrenip kahvaltı masasında ayağa kalkıp; "Ağam, babam ve annem iyice hadlerini size ve kızlarıma karşı aşmışlar özür dilerim' dediğinde Mustafa başını yavaşça Ali'ye çevirip kaşları çatık haddinden fazla gür ve sert sesiyle; "Artık kendi başına çarşıdaki evinizde hayatınıza devam edeceksiniz. Benim senin ailenin üzeceği ne kız kardeşim, ne yeğenlerim nede damadım var." dedi. Ali tebessümle başını sallayarak yerine oturduğunda Kadir hafif öksürüp abisinden izin aldıktan sonra; "Ali sen en iyisi ailenin şirketinden hakkını al ve bizim Demir'le olan şirketin muhasebesinin başına geç. Senden iyi muhasebeci mi bulacağız " dediğinde Ali başını hızla kaldırıp Kadir'e baktığında Serdar gülerek; "Evet, Ali enişteye inme indi. " dediğinde biz gülerken Mustafa kahvaltısına devam ediyordu. En son o gece öğretmeni bulmaya gitmeden kızına uçurtma yaparken gülmüştü. İki haftadır hep kaşları çatık, hep sert kaya gibiydi. O sabah kızlar bizim konaktan okula gideceklerken Aslı'yı gür sesiyle yanına çağırıp; "Bir daha benden veya aileden bir şey gizlersen veya gizlerseniz birinizin bir hatasını hepinize keserim. " dedi.
Mustafa her geçen gün daha fazla değişiyor ve sinirli bir adama dönüşüyordu. Tek farkı vardı sinirini hiç birimize yansıtmadan kaya gibi sert duruyordu. Odamızda benimle bile tek tük konuşuyordu. Onun bu halleri beni gererken dün gece Hazar abime; ' artık çık gel' diye kısa ve net konuşmasıyla gerilmiştim. İki haftadır onun mimiklerini çözmeye uğraşırken onun poker yüzü işimi zorlaştırıyordu. Eren'e de sorduğumda onunda bana bir şey anlatmaması iyice çileden çıkmama sebep olmuştu. İki gece önce acil Midyat'a gitmesi gerektiği için konaktan ayrıldıktan tam iki saat sonra silahlı saldırıya uğradığını duyduğumuzda çıldıracak gibi olmuştum. Mina birinden babasının başına geleni duyduğunda büyük insan gibi eline ne geçtiyse atmaya başlamıştı. Kafam o kadar karışmıştı ki. Bir tarafım Mustafa'nın yanına gitmek istese de ağlayarak babasını isteyen kızımı sakinleştirmeye uğraşıyordum. Mina susmadan avludaki sedirde hıçkırarak ağlamaya devam ederken gerilmeye, sinirlenmeye başlamıştım. Babama Mustafa'nın yanına gideceğimi söylemek için yanına yaklaşmıştım ki konağın kapısında Mustafa göründü. Mina babasını fark edince ona koşarken, Mustafa yere eğilerek kızımızı kucağına aldı. Mustafa kimseye bakmadan kızı kucağında sedire oturup onu sakinleştirene kadar kimseye konuşma hakkı tanımadı. Mina babasının boynuna yüzünü gizlemiş eli sakallı yanağında içini çekerek uyumuştu. Kucağında uyan kızımızı almak için önüne gitmiştim ki eliyle beni durdurdu. Yavaşça ayağa kalkıp kızımızla odamıza gitti. On dakikalık bir süreden sonra üzerinde eşofmanları avluya yanımıza geldi. Gözlerime bakarak kaşları çatık kahve yapmamı rica etmişti. Kahveyi yapıp yanlarına gittiğimde herkes yüzüne bakıyordu. Kahveyi önüne koyarken annem bana bakınca ; "Mustafa Hamza ağam anlatacak mısın ?" dedim. Kısa bir an gözlerime bakıp sadece kısaca hayır dedikten sonra "Herkes odalarına çekilebilir" demişti. Hiç bir şey olmamış gibi davranmasıyla hiç yüzüne bakmadan iyi geceler diyerek odama geçtim.
...............................
Gözlerimi ağlama sesiyle açtığımda duvardaki saat ezana daha yarım saat olduğunu gösteriyordu. Beşiğe baktığımda Ömer mışıl mışıl uyurken Mirza beşikte yoktu. Yatakta oturduğumda kütüphaneden kucağında Mirza ile odaya giren Mustafa ile ayağa kalktım. Mustafa'ya yaklaşıp oğlumu kucağıma aldığımda kısacık zaman sonra oğlum sustu. Mirza'yı kucağıma yatırıp koltuğa oturduğumda Mustafa da yere bacağımın yanına oturdu. Başını dizime yaslayarak öyle yüzüme bakarken Mirza'yı doyurmaya başladım. Oğlum karnını doyururken;
"Karım bunlar karnındayken daha mı iyiydi"
"Neden"
"Hep ağlıyorlar, seni uykusuz bırakıyorlar"
"Anne olmak kolay değil, her ne kadar halalarına göre anne olamasam da"
"Bu gün gelecekler haberin olsun"
"Gelmesinler."
"Gelecekler "
"E hani Şule'yi evlendirecektin"
"Resmi nikahtan boşanmadan vermeyeceğim"
"Tamam"
"Hala bana sinirli misin "
"Evet"
"Neden"
"Anlatmıyorsun, hani biz dosttuk"
"Öyleyiz karım ama beni düşünme. "
"Konuş anlat ne oluyor. İki gün önce sadece kızınla ilgilendin. Hepimiz yüreğimiz ağızımızda seni bekledik ve sen sadece herkes yatabilir dedin. Mustafa o gece üzerindeki beyaz gömleğin her yerinde kan vardı. "
"Meryemce ezan okunuyor. Abdest alıp namazımızı kılalım"
Mustafa yerden hızla kalkıp banyoya giderken elini göğsüme vuran oğluma baktığımda yüzüme bakıyordu. Kucağımda biraz kaldırıp burnumu boynuna yaslayarak derin nefes aldığımda gözlerimi kapadım. Huzur kokulu evladım, evlatlarım. Mirza ile ayağa kalkıp yatağımın üzerine bırakıp yanına yastıkları koydum. Yataktan biraz uzaklaşmıştım ki Ömer uyandı. Benim asi babasının direk kopyası olan oğlum olduğu yerde dönüp dururken onu izledim. Kısacık zaman sonra ağlamaya başladığında beşiğin yanına gittim. Ömer'i kucağıma alıp yatağın yanına oturdum. Ömer'imle azcık sohbet ettikten sonra karnını doyurması için göğsüme yaklaştırdığımda kurt gibi aç olduğunu anladığımda istemsiz kahkaha attım. Ömer karnını doyururken banyodan odaya giren Mustafa'ya göz ucuyla baktım. Salavat çekerek seccadesini yere sererek tekbir getirdiğinde Ömer'in emmesi kısa bir an durdu. Etrafa bakmaya çalışırken işaret parmağımın tersini yanağına sürerek; "Evet o gür ses babana ait. " dedim. Ömer sanki tamam anladım der gibi başını tekrar göğsüme çevirip karnını doyurmaya devam etti. Onu tebessümle izlerken Mustafa yanıma oturunca;
"Allah kabul etsin ağam"
"Amin hanım ağam. Meryemce'm sevgilim"
"Efendim Mustafa Hamza"
"Çocukları ve Mina'yı alıp baş başa kahvaltıya gidelim mi?"
"Dedi sadece benim peşime en az yirmi gizli koruma takan Azrail ağa"
"Tamam sevgilim hadi gidelim mutfağa ve sana menemen yapayım"
"Dedi geçen sabah çok uykum var, söyle sultan abla yapsın diyen Asi ağa"
"O zaman sen oğullarımızı Sare teyzeme bırak gel seninle çok yakından ilgileneyim."
Bir anda ne diyeceğimi düşünürken Mustafa'm günler sonra öyle içten, öyle huzurla kahkaha atarak yatağa uzandığında onu izledim. Başı Mirza'nın bacaklarının yanına geldiğinde oğlumuzun ayağından tutup yavaşça aşağıya çekti. Kucağına alıp göğsüne yatırdığında hala içten gülüyordu. Ömer'i de yanlarına bırakıp banyoya geçtim. Abdest alıp odaya girdiğimde Mustafa gözlerini kapamış göğsüne yatırdığı iki oğlunun nefeslerini dinliyordu. Üzerime feracemi giyip namazıma niyetlendiğimde huzur bulup sakinleşmiştim.
Namazımı eda edip dua ettikten sonra arkama döndüğümde nasıl bıraktıysam öyle duruyorlardı. Yavaşça yerimden kalkıp yatağın yanına yürüdüm. Oğullarımın başını sevdikten sonra Mustafa'nın alnına dudaklarımı bastırıp baharatlı odunsu kokusunu içime çekerken;
"Seni seviyorum her şeyim "
"Bende seni seviyorum Mustafa Hamza'm"
"Seni sevmek varlığını bilmek bana güç veriyor. Ne olduğunu ne yaptığımı merak etme, bana güven ve sağlam yürü güzel karım"
Ağızımı açmıştım ki odamızın kapısı çalındı. Mustafa'nın üzerinde oğullarımız olduğu için yerimden kalkıp üzerimi düzelterek kapıyı açmaya gittim. Kapıyı açtığımda Boran beni görünce hızla başını önüne eğerek;
"Hanım ağam özür dilerim. Ağam, ağam nerede"
"Sana da günaydın Boran. "
Boran başı önünde tebessümle sessizce günaydın dediğinde Mustafa yanımıza geldi. Bana tebessümle başıyla içeriye geç dediğinde oğullarımızın yanına geçtim. Oğullarımı beşiğe bırakıp yatağımı toplamıştım. Yatak örtüsünü yatağın üzerine sererken odamızın kapısı öyle sertçe kapanmıştı ki Ömer ve Mirza ağlamaya başladı. Ben onların yanına geçip sakinleştirmek için uğraşırken Mustafa üzerindeki eşofmanlarını sanki yırtarcasına çıkarırken;
"Mustafa "
"Efendim"
"Problem nedir"
"Diyarbakır'a gidiyorum. İki aile var senelerdir bir su kanalı yüzünden kaç kişinin canını yaktılar. Uzun zamandır sessizdiler. Dün gece ailelerden birini konağının önünde vurmuşlar."
"Anladım"
"Hazar'lar geldiğinde konağına yerleştirin. Ben belki sabaha karşı belki yarın akşam gelirim"
"Tamam bu gün ve yarın Mina okuluna gitmesin istersen, yani aklın kalacaksa. Yarın cuma zaten"
"Gerek yok Mina okulundan, arkadaşlarından ayrı kalmayacak. Okulda zaten çalışan, yardımcı, temizlik görevlisi gibi beş kişi var. Sadece hepiniz dikkatli olun. "
"Tamam kocam"
"Meryemce sen gitme ama hastaneye. "
"Tamam gitmem"
"Meryemce bu gün ve yarın akşama kadar ne kadar süt sağarsan sağ."
"Neden ki"
"Yarın akşam Gaziantep'e kızım ve oğullarım gelmeyecek."
"Onlar bensiz üç gün durmazlar ki"
"Duracaklar, durmak zorundalar. Ben o itlerin içine üç meleğimi, nefeslerimi sokmayacağım"
"Ama"
"Aması, maması yok. Sen beni çok iyi anlarsın karım"
"Tamam Mustafa Hamza tamam"
"Meryemce "
"Efendim"
"Ağa karısı olarak ne yengem, ne Yusuf ağanın hanımları nede Çiçek teyzeyle Leyla gelecek"
"Neden ama ben hep tek kalıyorum"
"Hiç biri yanında öyle gergin ortamlara karılarını getirmezler. Leyla taze gelin diye ben getirmem ve izin vermem"
"Tamam millet karısını göz önüne çıkarmıyor, benim suçum günahım ney"
"Hanım ağasın. Hamza ağaya kız, azrail ağaya karısın. "
"Mustafa git "
Mustafa yanıma yaklaşıp şakağımı öperek sıkıca sarıldığında elimi yanağına koydum. Gözlerime bakarak;
"Sen istediğin her şeyi yapmakta özgürsün. "
"Tamam"
"Asma gül yüzünü aslan karım."
"Hadi hazırlan geç kalma. Aklın kalmasın hanım ağan konakta bu gün"
Mustafa başını sallayarak tekrar başımı öpüp dolabın önüne geçti. O kendine siyah takımını çıkarırken, dolabın diğer tarafından beyaz gömleğini askısıyla elime alıp ona uzattım. Kütüphanede giyinerek odaya tekrar döndüğünde aynanın önünde duran silahını alarak beline taktı. Yanına yaklaştığımda alnıma derin bir buse kondurup; "Sen iyi ki hayatımdasın huzurum" dedikten sonra odadan çıktı. Oğullarımı ana kucaklarına koyarak yatağın yanına yere koydum. Üzerlerine battaniyelerini serip banyoya geçtim. Banyoyu temizlemeye başladığımda oğullarımın çığlıklarıyla onlarla konuşmaya devam ediyordum. İsimlerini gülerek söylediğimde onlarda bana gülerek çığlık atıyorlardı. Banyoda işim bitmişti ki odamızın kapısı çalındı. Gel diyecekken Ömer'in yüksek çığlığıyla kahkaha atmıştım. Mina üzerine giyinmek istedikleri elinde odama girmişti. Uykulu uykulu kapıyı kapatıp bize doğru yürürken bir kaç adımla yanına gidip kucağıma aldım. Mina başını omzuma koyduğunda;
"Uykun mu var güzelim"
"Anne çok uykum var "
"Neden bir tanem"
"Gül ablam, Yılmaz abimle telefonla konuşuyorlardı. Onları dinlemek istedim, birde Gül ablamla beraber uyumak istedim."
"Ah kızım neden dinlemek istedin ki"
"Abim ablama komik şeyler anlatıyordu. Amcamlar kızıyor ya, yan yana oturmalarına "
"Anladım. Hadi yüzünü yıkayalım."
Mina'yla banyoya girdik. Kızımın elini yüzünü yıkamasını izlediğimde havlumu ona uzattım. Benim çirkin kızım başını hayır manasında sallayarak Mustafa'nın gri havlusuyla yüzünü kurutunca;
"Mina"
"Babam yok ya anne özledim onu"
"Babanın olmadığını nereden biliyorsun"
"Sultan anneannemle, Ayşegül ablam konuşuyordu"
"Anladım prensesim"
Mina'yı kucağıma alıp odama girdiğimizde minik asilerimin tatlı çığlıkları odayı dolduruyordu. Kucağımda kızımla koltuğa oturup prensesimin üzerini giydirdim. Saçlarını tarayıp ördükten sonra saçlarını koklayarak öptüğümde Mina'm yüzünü boynuma yasladı. Kızıma sıkıca sarıldığımda asilerim gür sesleriyle birden çığlık attılar. Kardeşlerinin yanına gittiğinde Mina'nın çıkardığı pijamalarını katladım. Oğullarımın ana kucaklarını zorda olsa alarak Mina'm ile odadan çıktık. Avluya girdiğimizde sedirde oturan Nisa'nın yanına oğullarımı bıraktım. Nisa'nın başını öptükten sonra;
"Nasılsın güzelim"
"Abla ben iyiyim de Mert benim canımı sıkmaya başladı."
"Ne oldu "
"Abla Mert Almanya'ya gitti. Bütün yaptığı projeleri yandı ya. Bir de çok sinirli. Bizim ortak hesabımızdaki paranın hepsini çekmek istedi ben izin vermeyince"
"Tamam Nisa'm sen izin ver. O parayı çeksin. Ben zaten sadece senin adına bir hesaba gelin geldiğin zamandan beri bir ödeme yapıyorum"
"Abla"
"Nisa, beni iyi dinle, ben sabrediyorum ama Mert'e çok büyük bir ders vereceğim. Ben ona çocuk dedikçe iyice şımardı. Bir iki ay sonra ben yapacağımı biliyorum. "
"Abla şey, sana bir şey daha diyeceğim"
"Söyle kızım"
"Ben Hazar abimlerin düğününden beri içimde tutuyorum ama dayanamıyorum"
"Söyle kızım"
"Gülcan yengem oğlanı doğur bizim yanımıza gel dedi. Burada sığıntı gibi kalma dedi. "
"Başka"
"Mert onların evinin altındaki daireyi satın alırmış. Dağhan abim konuşurmuş. Ev zaten iki katlı bahçe içinde müstakil evmiş"
"Tamam kızım, gitmek istiyor musun peki"
"Hayır abla, benim oğlum, Deniz alp'im halasının yanında büyüyecek. Ben sana çok güveniyorum. Biliyorum ki Mert'i en acı şekilde büyüteceksin ama sonu ne olursa olsun, Ben ölene kadar senin dizinin dibinde olmak istiyorum. Siz beni istemezseniz o zaman alır oğlumu giderim."
"Hiç bir yere gitmiyorsun. Oğullarımın sana ihtiyaçları olacak minik yengesi"
Nisa'nın başına tekrar bir buse kondurup arkamı dönmüştüm ki Kader'in acı çeker şekilde merdivenden indiğini fark ettim. Eli karnında bana doğru gelirken bende hızla önüne gittim. Kader elimi tutarak;
"Abla"
"Kader'im ne oldu"
"Abla benim çok sancım var"
"Hastaneye gidelim mi"
"Sende gel ama"
"Tamam bende geleceğim"
Kadir koşarak yanımıza geldiğinde;
"Kadir arabayı hazırlayın. Ezel hanım gelmek istiyor galiba"
Herkes koşturmaya başladığında Mina ile göz göze geldik. Mina koşarak yanıma geldi. Yere diz çökerek kollarımın arasına aldığımda elini yanağıma koyarak;
"Ezel mi gelecek anne"
"Galiba, en güzel ablası"
"Hadi git git, üzerini giyin ve Ezelciğimi alın gelin. Beni düşünmeye Selvi yengem benimle ilgilenir"
"Mina"
"Sen benim deli doktor annemsin. Güçlü annem kolay gelsin. Ben uslu uslu okuluma giderim"
"İyi ki benim kızımsın"
Mina'nın başını öperek hızla odama gidip başıma sadece şal bağlayarak cüzdanımı ve telefonumu alarak odamdan çıktım. Herkes avluda toplanmış Kader'i sakinleştirmeye uğraşırken Nisa Kader'e uzaktan dua okuyordu. Onların yanına yürümeye başladığımda babam Kader'in yanına gitti. Elini Kader'in yanağına koyarak;
"Kader'im, güzel kızım. Sen yeniden dünyaya gel baban hemen yanına gelecek. Korkma babacığım tamam mı"
Kader başını aşağı yukarıya sallayarak tamam demişti. Kader, Kadir'le birlikte konaktan çıkarken annem de onları takip etti. Babamın yanından geçerken göz göze geldiğimizde, babam bakışlarını benden çektiğinde yanında durup;
"Konak sana emanet baba"
"Tamam hanım ağam"
"Baba"
"Efendim Meryemce"
"Ben bilmeden seni kıracak, üzecek bir şey mi yaptım. "
"Meryemce'm, minik ruhlu kızım. Ben sana tam babalık yapamıyorum ve bunu hissetmek beni yoruyor prenses kızım. Hadi bekletme git Meryemce"
"Baba, sen benim ilk aşk diye sevdiğim babamsın."
Babam sıkıca bana sarılınca yüzümü boynuna saklayarak burnumdan derin nefes aldıktan sonra babamın kulağına; "Sen benim gerçek babamsın. Seni bütün kızlarından daha çok seviyorum. En çok beni sev baba, çünkü ben Kemal ateşten hiç baba sevgisi görmedim" diyerek yanından uzaklaştım.
Arabaya bindiğimde Kadir arabayı kullanırken, Serdar yanındaydı. Kadir hızla yola çıktığında annemle ortamızda oturan Kader'in terli yüzünü elimle silerek;
"İyi misin Kader'im"
"Abla sancım çok "
"Kasılmalar sıklaştı mı ablam"
Kader alt dudağını ısırıp başını salladığında şakağını öperken, dikiz aynasından ara ara karısına bakan Kadir'e tebessüm ettim. Kadir dolu dolu gözlerle bana bakıp; "Ablam, yengem abime haber verir misin" dediğinde başımı salladım. Cebimden telefonumu çıkarıp Mustafa'yı aradım. Uzun uzun çaldıktan sonra kapatıyordum ki ;
"Efendim "
"Ağam biz hastaneye gidiyoruz. Kader doğuruyor"
"Tamam, beni haberdar edin."
"Peki ağam"
"Allaha emanetsiniz "
Telefonu kapadığımda Kader birden hafif sesli bağırdığında, Kadir hızlanmıştı.
Hastaneye girdiğimizde Kader artık bağırmamak için kendini sıkıyordu. Doğumhaneye girerken Kader bir anda sıkıca elimi tutarak kendine çekti beni. Gözlerime bakıp ağlayarak;
"Ab,abla ben, ben en son yılllyılmaz'ı doğurdum. Beeenn çok çok korkuyorum"
"Tamam güzelim. Seni hazırlasınlar hemen geliyorum"
Kader'in elinden zorda olsa elimi kurtarıp içeriye gönderdim. Doğumhanenin kapısında annem, Kadir ve Serdar vardı. Annem koltuğa oturduğunda;
"Anne, konağa söyle aceleyle unuttuk. Doğum çantasını getirsinler. Kadir sende Kader'in ailesine haber ver oğlum"
"Hemen abla"
"Serdar ben doğuma hazırlana kadar bu garip yengene ufakta olsa bir kahve getirsene"
"Hemen garip yengem"
Hazırlanmak için annemlerin yanından uzaklaşıp odama gittim. Hızla odama girip üzerimi giyinip tekrar doğumhaneye yürüdüm. Serdar elindeki porselen kahve fincanını bana verirken;
"Allaha emanetsiniz garip yengem."
Fincan ile doğumhaneye girdiğimde Medine başını sallayarak;
"O ne deli"
"Sabah kahvemi içmemiştim."
"Allah'ın delisi"
Kahvemi üç yudumda içip Kader'in yanına gittiğimde sıkıca elimi tuttu. Yüzündeki terleri silerken duvardaki saate baktığımda sabah sekize geliyordu. Kader var gücüyle attığı çığlıklarla doğurmaya uğraşırken, ona sakinleşsin diye bir şeyler söylüyordum. Medine göz ucuyla bize bakarken tebessümle doğumu yönetiyordu. Ne kadar zamandır doğumdaydık hiç farkında değilken bir anda doğumhaneyi nazlı bir ağlama sesi doldurdu. Medine ayaklarından baş aşağı siyah saçlarıyla Ezel hanımın poposuna vuruyordu. Kader ağlayarak "Ezel'im" dedikten sonra tansiyonu düştüğü için bayılmıştı. Hemşireler küçük hanımı temizledikten sonra yeşil bezin içindeki Ezel'i benim kucağıma bıraktığında Medine gülerek; "Gözün aydın en güzel yenge" dedi. Ezel ile bakışarak doğumhaneden çıktım. Önümdeki son sürgülü kapı açıldığında annem önüme geldi. Beraber yüzüne baktığımızda annemin sesi titreyerek;
"Babaannesin ahu gözlüsü, hoş geldin meleğim. "
Annem ile göz göze geldiğimizde ikimizde sevinçten ağlarken yanımıza gelen Kadir aşırı heyecanlı olduğu için, kucağımdaki minik kuzusunu fark etmeden;
"Yenge bir şey mi oldu, neden ağlıyorsunuz."
Biz ona bakarken Serdar onu biraz yana iterek kucağımdaki meleğe bakarak; "Amcam sen nesin ya, ne kadar güzelsin sen" dediğinde Kadir birden bakışlarını kucağıma çevirdi. Bir adımla tamamen önüme geçerek gözündeki yaşları elinin tersiyle silip;
"Babacığım hoş geldin. Seni verene kurban olurum."
Kadir birden önümde diz çöktüğünde bir adım geriye giderek;
"Ne yapıyorsun Kadir, kalk ayağa kardeşim."
"Senin ayağının uğuru, senin huzurun kimse bilmiyor. İlk defa şimdi söyleyeceğim. Bu bebeği sen verdin bize. Ben Kader'imin hamile haberini almadan rüyamda gördüm seni. Sen verdin bu bebeği benim kucağıma. Rabbime çok şükür önce seni sonra kızımı bize bağışladı."
Onlara bir şey diyemeden arkamı dönüp ağlayarak yeni doğum ünitesine girdim. Hemşireye kızımızı verirken; "Adını Zeynep Ezel yazın" dedikten sonra oradan çıktım. Ağır adımlarla gözümdeki yaşları silerken Kader'in odasına yürüdüm. Odanın önüne geldiğimde Kadir ve Serdar bir adamla sohbet ediyorlardı. Odaya bir adım atmıştım ki içeride bir kaç kişi vardı. Önüme gelen iki kadın elime uzanınca annem başıyla izin ver dediğinde mecburen izin verdim. Kadın elimi öperek geriye çekildiğinde Kader'in yanına yürüdüm. Alnını öptüğümde kapalı gözlerini açarak yorgun bir tebessümle;
"Nerede benim buruşuk kızım"
"Üzerini giydirip getirecekler Zeynep Ezel hanımı"
"Zeynep mi?"
"Evet, babasının süsü demek"
"Abla, yengem "
"Söyle canım benim"
"Kurban olayım kızımı sende emzir olur mu ?"
"Neden ki"
"Kadir'im bir Gül vakası daha kaldıramaz"
Odadakiler gülerken odanın kapısı açıldı. Hemşire tekerlekli bebek beşiğiyle içeriye girdiğinde, herkes görmek için bir adım attığında hemşire tebessümle; "Bu küçük hanım acıkmış annesi" diyerek Kader'in yanına bıraktı. Hemşire çıkarken Leyla odaya girdi. Ben ona şaşkınca bakarken odada kulağıma gelen bir kaç kürtçe cümle ile arkamı dönmüştüm. Leyla boynuma sarılıp yanağımı öperken, Kader yavaşça annemin kucağına bıraktığı Ezel'i göğsüne yatırırken;
"Kendinize gelin. Leyla gel bak yeğenine"
Leyla, Kader'in yanına giderken, annem yanıma gelip elini koluma koyup;
"Güzel gelinim, gözümün ışığı Meryemcem. Herkese abla, yenge olan huzurlu meleğim. Sen şimdi konağa dön annem. Kadir ve ben buradayım bu akşam. "
"Tamam anne Leyla'yı alıp konağa geçerim"
"Tamam kuzum"
Leyla yanımıza gelip annemin yanağını öperken annem kolunu kaldırıp alnını öptü. Leyla annemin omzuna başını yasladığında;
"Leyla kuzum bu akşam konakta kalın Hazar ile. Yarın sabah seni konağına yerleştiririz"
"Tamam annem de, Hazar zaten belki sabah geliriz dedi"
"Hadi ayak altında dolaşmayın, hadi gidin bakalım"
Leyla ile odadan çıktığımızda Kadir kaşları çatık biriyle konuşuyordu. Yanına yaklaştığımda babam da yanımıza geldi. Serdar yanıma gelip Leyla ile şakalaşırken Kadir birden; "Müdür bey tamam geleceğim" diyerek telefonu kapadı. Babam ne olduğunu sorduğunda Kadir gür ve haddinden fazla sinirli;
"Sinan bir çocukla kavga etmiş müdür bey gelin dedi. Çocuğun babası da orada olacakmış"
"Ben giderim oğlum"
"Hayır baba ben gideceğim"
Birden elimi kaldırıp;
"Sen burada duruyorsun, baba sende kızının yanında dur ben gider bakarım oğlum kiminle kavga etmiş"
"Yenge ben giderdim"
"Kadir sen dur burada, Serdar sana zahmet bu taze gelini konağa götürür müsün"
"Ah tabi ki bu taze gelini konağa bırakır, benim hatunu alıp gelirim garip yengem"
Babam elimi sıkıp göz kırptığında mutlu oldum. Serdar ve Leyla ile hastaneden çıktığımızda onlar Serdar'ın arabasına yürürken, bende getirilen arabama bindim. Kısa sürede hastaneden okula geldiğimde uygun bir yere park ettim. Elimde cüzdanım ve telefonumla okulun bahçesine girdim. Bina'ya yürürken öğrenciler teneffüste oldukları için beni fark eden Aslı, Gül ve Mihriban önüme geldi. Yüzümdeki ciddi ifadeden dolayı tam önümde durup yüzüme baktıklarında;
"Müdür'ün odası nerede"
"Sinan abim, Gülperi'nin teyzesinin oğlunu dövmüş sınıfta ama ben inanmıyorum hanımağam"
"Tamam kızlar, Yılmaz ve Emrah nerede"
"Onlar kütüphaneye gitti. Bilgi yarışması var da"
"Tamam kızlar ben gideyim bakalım"
"Tamam yenge"
Kızların yanından ayrılıp binaya girdiğimde nöbetçi öğrenci yanıma geldi.
"Merhaba neden gelmiştiniz. Kimi göreceksiniz şey kayıt etmem gerekiyor da"
"Anladım. Adım Meryemce Alibeyoğlu. Müdür beyle görüşecektim. "
"Siz, tamam buyurun kayıt ederim ben sizi"
Kıza tebessüm ederek müdürün odasının önünde durup kapıyı çaldım. İçeriden her hangi bir ses gelmeyince tekrar çaldım. Geçte olsa içeriden gel sesini duyunca içeriye girdim. İki adam müdür masasının önünde otururken iki genç ayakta duruyordu. Yüz ifadelerine baktığımda yanındaki çocuk çaktırmadan sinsi sinsi gülerken Sinan'a baktım. Sinan yakalarından tutulmuş silkelenmişti. Tekrar sağ taraf da duran çocuğa baktığımda sadece burnu kanamış. Sinan'ın önüne gittiğimde yakalarını düzeltip müdüre döndüm. Kaşlarımı çatarak;
"Nedir sorun"
"Siz kimsiniz"
"Sinan'ın yengesi Meryemce alibeyoğlu"
Müdür eliyle köşede ki sandalyeyi göstererek buyurun dediğinde yavaşça oturdum. Sinan'a göz ucuyla baktığımda ellerini yanında yumruk yapmış dik dik müdüre bakıyordu. Başımı sallayarak müdüre döndüm.
"Sizi dinliyorum nedir sorun"
"Sinan durduk yere Ural'a sataşmış sonrada kafa atmış. "
"Sınıfta kim varmış bu olay olurken"
"İkisi varmış sonra kavgaları koridora taşınmış"
İki adamı izlerken hallerinden bir iş çevirdikleri belliydi. Derin bir nefes alıp tekrar müdüre döndüğümde adam hafif öksürüp;
"Sinan disipline gidecek"
"Ural "
"Onun suçu yok ki düzeni bozan Sinan"
"Tamam o zaman bir dakika, Sinan ne olduğunu bana anlatır mısın"
"Tabi ki yenge, ben sınıfta sınava hazırlanıyordum. Ural yanımdan geçerken koluma çarptı. Bir şey demedim. Biraz zaman sonra yanıma Mihriban gelip bana Gülru'yla ilgili bir şey sordu. Biraz konuştuktan sonra gitti. Ural saçma sapan laf sokmaya başladığında muhatap olmamak için sessiz dururken sınıfa Gülperi girdi. Gülperi ile kavga etmeye başladıklarında sınıftan çıkıyordum ki Ural yanıma gelip; "Ne o eski sevgiline laf söyledim diye kaçıyor musun? hangisi daha iyi hayatında Gülperi mi? yoksa Gülru mu "dediğinde sinirlendim yine de bir şey yapmadım. Yakalarımdan tutup silkeledi beni, yine bir şey yapmadan bekledim ama ağızına Gülru'nun adını tekrar alınca kafa atıp kendimden uzaklaştırdım"
"Yani sınıfta Gülperi vardı "
"Evet "
"Müdür bey Gülperi gelsin hemen"
"Meryemce hanım"
"Hemen dedim"
Müdür nöbetçi öğrenciyle Gülperi'yi getirmesini söylediğinde Gülperi'nin babası tek kaşını kaldırıp Sinan'a ters ters bakarak;
"Bir bırakmadın kızımın peşini"
Sinan bana bakınca;
"O ağızını kapat yoksa sonu hiç iyi olmayacak"
Gülperi'nin babası önüne dönünce müdür hafif öksürüp, çay kahve ne içersiniz dediğinde hayır manasında başımı salladım. Kısa zaman sonra içeriye giren Gülperi işin doğrusunu anlattığında babasının sessizce ben sana sorarım dediğini duymuştum. Ayağa kalkıp;
"Şimdi o disipline Ural ve Gülperi'yi gönderiyorsunuz. "
"Ama Meryemce hanım şey "
"Müdür bey ya siz görevinizi yapın yada "
"Meryemce hanım tatlıya bağlayalım. Hemen Ural ve Gülperi özür dilesinler Sinan bey oğlumdan"
"Tamam ben anladım sizi. Özür dile Ural, Sinan'dan "
Ural yarım ağızla özür dilediğinde Gülperi ağızını açıyordu ki Sinan elini kaldırıp onu susturdu. Müsaade isteyerek odadan çıkarken bende peşinden çıktım. Biraz ilerledikten sonra bana doğru dönerek tam karşımda durdu. Sinan kaşlarını çatarak;
"Yenge özür dilerim seni de buraya getirdim"
"Ne özürü güzel oğlum. Sen merak etme ben yapacağımı biliyorum."
"Ne yapacaksın ki"
"Boş ver neyse ben sana bir şey söyleyeyim de keyfin yerine gelsin. Alibeyoğlu ailesinin en büyük abisi kız kardeşin dünyaya geldi"
"Ezel mi doğdu yenge"
"Evet"
Sinan sıkıca bana sarılınca saçlarını karıştırdım. Sinan benden biraz uzaklaşıp;
"Nasıl güzel mi yenge"
"Evet çok güzel"
"Yenge "
"Hadi doğru sen sınıfına"
"Tamam yenge"
Sinan sınıfına çıkarken bende binadan çıktım. Okul bahçesindeyken telefonum çaldı. Bahçedeki ağacın altındaki banka oturup arayana baktım. Başak ikinci defa beni arayınca hemen açtım.
"Başak ne oldu prensesim"
"Bir şey yok abla özledim seni de bir bakayım dedim"
"İyi yaptın ama sesindeki neşeyi alıyorum hadi söyle söyle ne oldu"
"Abla Gülşah hani şimdi on bir aylık oldu ya"
"Evet güzelim"
"Hım abla şimdi ben sütü kesmek zorunda kalmıştım ya"
"EE"
"Ya abla bilirsin ben senden bir şey gizlemem"
"Evet "
"Abla ben hamileyim"
"Neysin "
"Çok yeniymiş beş haftalıkmış, ya ablaa"
"Rabbim hayırlı etsin güzelim."
"Amin abla, akşam Bedirhan'a söyleyeceğim"
"Söyle, ya dur söyleme"
"Neden ki"
"Hazar abim depresyona girer sonra geç kaldım diye"
"İlahi Meryemce sultan ya"
"Hadi benim işim var. Ünal amca ya Çiçek yengeye selam söyle. Ne zaman söylersen haberim olsun"
"Olur ablam. İyi ki varsın"
"Sende prensesim"
Başakla telefonu kapatmıştık ki teneffüs zili çaldı. Oturduğum nokta bahçede biraz kör noktaya kalıyordu. Benim güzel evlatlarım Sinan'ın peşine bahçeye çıktıklarında onları izlemeye başladım. Edepli, saygılı kendi halinde sohbet ederlerken önce Gülperi sonra teyzesinin oğlu bahçeye çıktı. Bizimkilerin oraya doğru giderlerken biraz daha dikkat kesildim. Onlara yakın bir yere oturdukların da aralarındaki sözlü kavgayı fark ettiğimde bakışlarımı okul kapısından dışarıya çıkan iki adama çevirdim. Gülperi'nin babası hırsla Sinan'ıma doğru yürürken bende yerimden kalktım. Ağaçların arkasından çocukların arkasına geçtiğimde Gülru'nun babası elini kaldırmıştı ki bileğini tuttum. Adam gözlerime bakarken yanındaki adam bir adım geriye çekildi. Çocuklar şaşkınca bana bakarken sinirime engel olamadan adamın çenesine yumruk attım. Adam yere düştüğünde;
"Seni gördüğüm ilk günden beri hadsiz, karaktersiz bir adam olduğunun farkındayım. Yaşını taşı düşmanlık yapacağın kişiler bu çocuklar değil. Kızını ve yeğenin olacak şu ciğeri beş para etmez adamı çocuklarımdan uzak tut. Ben uzak tutarsam hiç ama hiç iyi olmaz. "
Adam yerden kalkıp yanındaki adamla yanımdan hırsla geçip gittiğinde çocuklar yanıma gelip bir ağızdan konuşacakları zaman elimle susturdum. Her birinin yüzüne tebessümle bakıp; "Akşam konakta görüşürüz." dedikten sonra yakınımda olan Aslı'nın yanağını severek okulun bahçesinden çıktım. Arabaya binip yola çıktığımda sinirlerim iyice gerilmişti. Konağa giderken iki tarafı düz arazi olan bir yerden geçiyordum ki bir anda önümü iki araba kesti. Arkama baktığımda iki araba daha vardı. Mustafa'ya söz verdiğim için uslu uslu duracaktım. Takım elbiseli iki adam önümdeki arabadan inip bana doğru gelirken sadece durdum. Adamların biri geçenlerde Karaca'yı sıkıştıran adamdı. Arabanın camını tıklatıp;
"İnmenizi rica edecektim."
"Neden"
"Çünkü kaç saattir sizin gelmenizi bekliyoruz."
Arabanın kontağını kapatıp kapımı açtım. Ağır ağrı sağ taraftaki araziye doğru yürürken ilerideki altı tane siyah minibüs ve bir sürü adamı fark ettim. Durmadan yanımdaki iki adama eşlik ederken yanımda yürüyen Karaca'yı sıkıştıran adam;
"Hiç mi korkmuyorsun "
"Allahtan başkasından korkmam"
Minibüsleri geçtiğimizde Savaş, Ekrem ve Karaca tenleri bembeyaz elleri arkadan bağlı adamların yanında duruyordu. Onların haline içimden gülerek;
"Beni neden buraya getirdiniz"
"Ne o korktun mu şimdi"
"Hayır çocuk vızıltısı çekemeyeceğim onun için. Konağıma gitmem gerekiyor"
"Nasıl bu kadar korkusuz ve rahat olabiliyorsun"
"Az önce dediğim gibi önce Allah'a sonra kocama güveniyorum"
Adamlar yüzüme boş boş bakarken kenarda duran büyük kayanın üzerine oturup bacak bacak üzerine attım. Başımı sol taraf da elleri arkasında tutulmuş Eşref'e çevirdiğimde, o kafası karışık etrafa bakarken göz göze geldik. Ona çaktırmadan göz kırptığımda gururla bir anda dikleşti. Önümdeki Savaş ve Ekrem'e baktığımda biraz korku ve gerginlikle adamlara bakıyorlardı. Karaca ise başı önünde ağlamaklı dururken başımı hafif sallayarak;
"Onları burada neden durdurdunuz ilgilenmiyorum. Fakat beni neden durdurdunuz. Ben bunlar gibi boş işlerle uğraşmıyorum. Şimdi benimle derdiniz ne onu söyleyin"
"Kadın şimdi seni öldürsem kimsenin ruhu duymaz, gelmiş bana dikleniyorsun. Sabah yürek mi yedin "
"Yok sakatat bana göre değil genelde kahve içerim"
"Bana bak kadın o Azrail olan kocana söyle, sahiplerimizin ayaklarına dolanmasınlar"
"Sahiplerin kim bilmiyorum ama sende onlara söyle yürekleri varsa kocamın karşısına çıksınlar. Hep haber hep haber. Adam olsunlar mertçe karşısına çıksınlar. Şimdi şu üç fareyi de bırakın. Başlarına bir şey gelecek sonra kocam uğraşacak. "
"Bak kadın sen bizi tanımıyorsun. Sahiplerimiz sizi diri diri yakar da kimse kurtaramaz"
"Sen tanıyor musun sahibini"
"Biz onları tanımıyoruz ama onlar büyük patronlar onların yüzünü en yakın adamları görür. "
"İsimleri yok mu patronlarının"
"Rüzgar ve diablo "
"Tamam onlara söyle kocamın ayağına gelip konuşsunlar. Böyle adamlarla haber göndermesinler. Kocam çoluk çocukla uğraşacak yaşı geçti. Şimdi itlerini arabamın önünden çek konağına gideceğim"
Arabama doğru yürürken, aracın önündeki arabalar çekiliyordu. Arabamın yanına geldiğimde önümde araba yoktu. Direksiyona geçip beklemeden yola çıktım. Konağın önüne gelmiştim ki telefonum çalmaya başladı. Arayana baktığımda Mustafa'nın adını görünce bir anda gerildim. Bekletmeden açtığımda konuşmasına fırsat vermeden;
"İnan ki sözünü dinledim. Onlar önümü kesince çıkmadım ama sonra çıktım."
"Tamam sakin ol. Sen iyisin dimi"
"İyiyim hatta konağın önündeyim. Sen ne yaptın"
"Yusuf ağanın konağına geçiyoruz. Burada işler arap saçına döndü. Hazar da yanımda ya sabaha karşı geliriz ya da yarın öğlene doğru. Senin önünü kesip ne dediler"
"Dinlemedim ki. Diablo ve Rüzgar diye birinin sana selamı varmış bende dedim ki adam gibi kocamın ayağına gelsinler."
"Tamam deli karım tamam"
"Mustafa'm"
"Efendim hatunum"
"Sen iyi misin gerçekten"
"Çok sinirliyim. Bir şeytanlık dönüyor ama çözemiyorum. Melihşah üzerine dönen bir şeyler var. Bende Diyarbakır aşiretlerini topluyorum. Şuraya bak bir olay için geldim, başka olaylarda çıktı."
"Anladım. Benim yapabileceğim bir şey var mı"
"Hanımağa olman yeterli sevgilim"
"Peki kocam"
Mustafa ile telefonu kapatıp arabadan indim. Konağa yürürken adamlar başlarıyla selam veriyordu. Ekrem abim kapıyı açtığında Mustafa'yı düşünerek konağa girdim. Avluya yürümeye başladığımda Ayşe yengem ve Sare teyzem önüme gelip telaşla aynı anda " neredesin sen " dediklerinde iki elimi birden kaldırıp;
"Hayırdır hanımlar"
"Ablam iki saat önce çıktı geliyor dedi ama sen gelmedin. Yanında adamda yokmuş"
"Teyzem sakin olun. Lise de biraz olay olmuş oraya gittim. Ayşe yengem, annem bu akşam yok, akşam yemeklerini sen ayarlarsın"
"Tabi ki gelinim merak etme. Sen git oğullarınla ilgilen azcık"
"Tamam yengecim"
Başımı sallayarak odama doğru bir adım atmıştım ki konağın kapısının açılmasıyla sertçe kapanması bir oldu. Hepimiz oraya baktığımızda Ömür ağlayarak üzerime doğru geldi. Sıkıca belime sarılıp yüzünü göğsüme saklayarak için için ağlıyordu. Sıkıca ona sarılıp başının üzerine dudaklarımı bastırıp öyle dururken teyzem yanımıza gelip; "Annecim ne oldu sana" dediğinde iyice sesli, hıçkırarak ağlamaya başladı. Elimi kaldırıp teyzeme dur dediğimde yanımıza gelen Devran elini Ömür'ün başına koyup;
"Ömür, abim neyin var kim ağlattı seni"
Ömür'ün hıçkırıkları avluda yankılanırken biraz geri çekilip kulağına sessizce;
"Biraz daha ağlamaya devam edersen annen hastalanacak ve sen daha çok üzüleceksin. Odama gidip konuşalım mı?"
Ömür kendini geriye çekerek bana bakınca elimle göz yaşlarını silerek;
"Hadi git yüzünü yıka ve yanıma gel"
Ömür başını sallayarak odasına yürürken herkes bana bakıyordu. Ağlayan teyzemin yüzünden göz yaşlarını silerek;
"Ağlama teyzem, neden ağlıyorsun ki"
"Bu kız hep kimsesizdi Meryemce ve önüne gelen onu hep kırıyor"
"Tamam teyzem ben konuşurum. Sen merak etme artık onu kimsenin kırmasına izin vermem"
"Hadi sende git odana dinlen biraz"
Yengem mutfağa, Sare teyzem odasına yürürken karşımda duran Devran ve Avşin'e baktım. Devran yüzümü iki elinin arasına alarak alnıma ufak bir öpücük kondurup geri çekildi. Yüzüne baktığımda;
"Aman aman sen cici yenge mi oldun. Benim meleğim her geçen gün daha mı kalabalıklaşıyorsun. Sen her geçen gün huzurlu mu oluyorsun"
"Allah razı olsun Devran'ım. Sende hem enişte hem amca oldun. Senin de gözün aydın olsun"
"Allah razı olsun meleğim. Bizde şimdi gidip göreceğiz ve sonra minik prensesimizi okuldan alıp börek yemeğe gideceğiz"
"Tamam dikkat edin kendinize. Bu akşam Mustafa yok konakta"
"Tamam emrin olur hanımağam"
"Devran ya"
"Can bacım."
Devran tekrar şakağımı öpüp yanında duran Avşin'in elini tuttuğunda Avşin nispet yapar gibi ellerini gösterip;
"Biz gidiyoruz deli görümce"
"Dikkat et kızım ve kardeşime"
"Kız benim koca benim sanane deli görümce. Sen işine bak"
"Devran bu karını yolarım ben haberin olsun"
"Tamam kızlar beni bu kadar sevmeyin ya"
Avşin ile Devran'a baktığımızda bizim bakışımıza kahkaha atmıştı. Devran Avşin'i çekerek kapıya giderken odama girdim. Odamdaki koltukta uyuyan Nisa'yı görünce kapımı yavaşça kapadım. Onun yanına doğru giderken gözlerini açtı. Yattığı yerden kalkmak için uğraşırken hemen yanına gidip yardım ettim. Yanına oturduğumda başını omzuma koyup;
"Abla senin kokunda huzur var biliyor musun"
"Herkes öyle diyor ablasının prensesi"
"Abla Mert parayı çekti bu gün"
"Tamam kızım üzülme. Ne demişler; Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir. Az kaldı kızım az kaldı"
Nisa başını sallarken kapım çalındı. Gel dediğimde Leyla ve Ömür içeriye girdi. Ömür şişmiş burnuyla yanıma gelip dizimin dibine oturdu. Başını dizime yasladığında Leyla bir şey söylemek için kıvranıyordu. Derin bir nefesten sonra;
"Söyle Leyla söyle"
"Beni az önce Gülcan aradı."
"Neden"
"Ağır konuştu"
"Sana mı"
"Evet"
"Ne dedi, neymiş derdi"
"Dinle"
Leyla telefonuyla uğraştıktan sonra konuşmayı ses kaydı yaptığını gösterdi. Başımla aç dediğimde Leyla ilk defa bana emin misin dedi. Başımı tekrar salladım. Leyla açtığında kısa hışırtıdan sonra;
"Leyla neredesin"
"Evde yani konaktayım Gülcan hayırdır"
"Meryemce nerede"
"Sinan'ın okulunda bir sorun olmuş oraya gitti"
"Neden şaşırmadım acaba. Hepten köle gibi kendini kaybetti Alibeyoğlu ailesinin derdine. Hani mesleğe başlamıştı. Leyla yeni evlendin sana bir şey demiyorum ama farkında değil misin? Meryemce senin ilk tanıdığın Meryemce mi? hepten kendini her şeyden sıyırdı. Nasıl yaparsın bilmiyorum ama onu kendine getir ulaşamıyorum ona. Bir sürü iş var yapılacak ama hanım efendi, kocasının ailesiyle uğraşıyor"
"Gülcan zamanında bu aile seni hemen kabul etmedi mi? onlar daha ablam hastaneden çıktığı gün dini nikahını kıyıp mutlu etmedi mi? ne oldu şimdi ne değişti."
"Ne mi değişti. Farkında değilsin ama o yeni ailesiyle daha çok ilgileniyor. Babamın malını mülkünü sattık ama ne güzel işler yatırımlar yaptık ama ben uğraşamıyorum. O yapıyordu onları. Şimdi bana bıraktı bütün parayı üstüne yaa of Leyla Meryemce benimle ilgilenmiyor"
"Senin tam olarak derdin ne, ne istiyorsun Gülcan"
"Anlasana hiç bir şeye yetişemiyorum. Meryemce yanımda olmalıydı. Bana akıl verip her şeyi o yapmalıydı. "
"Sen kendine yardımcı mı arıyorsun"
"Evet"
"Parayla yapan çok o işleri. Paran yoksa söyle ben vereyim parasını Gülcan"
"Leyla kendine gel. Nisa'ya da dedim yanıma gelecek. Bir sen görmüyorsun gerçeği Meryemce değişti."
"Neyi değişti ya neyi değişti. Hala aynı ablam, hala her şeyi herkesi düşünüyor. O çok mutlu, siz niye görmüyorsunuz. Sizin derdiniz Meryemce bizim işlerimizi yapsın, bizi bizden çok düşünsün her şeyi önümüze sersin. Biz rahat edelim, yok öyle artık. Onun düşünmesi gereken kocası, evlatları var. "
"Her şey zaten, o Mina ile başladı. O zaman engel olacaktık ona"
"Yok artık sende mi Mina'yı hor görmeye başladın. Sana bir şey diyeyim mi sizin hiç biriniz gerçek ablamı görmek istemiyorsunuz. O da insan, o da nefes alıyor yaşamaya hakkı var. Ne kadar mutlu, huzurlu neşeli. Onun istediği biraz huzur ve sevgi ama siz nereden anlayacaksınız. Bir daha beni bu şekilde sakın arama sakın. Bu arada bende ki avukatlık vekaletini hemen geriye çek ben uğraşmayacağım senin işlerinle"
"Sen bilirsin"
Leyla telefonunu cebine koyduğunda;
"Leyla bana bir kahve yapar mısın? Nisa'm sende düşünme bunları. Bak on sekiz, on dokuz senelik arkadaşım benim için neler demiş sen düşün. Mert'in tanımadığı yerdeee neyse prensesim sen boş ver"
Nisa hamileliğinin verdiği duygusallıkla içini çeke çeke ağlamaya başladığında Ömür de alnını dizime yaslayarak ona eşlik etmeye başladı. Onları severken karşımda ayakta duran Leyla'ma;
"Kuzum sen de ağlayacak mısın"
"Yok ablam ya ben taze gelinim hem senin yanında neden ağlayayım kocam var benim"
"Evet ama fark ettin mi Mardin'e gelir gelmez ilk aşkının yanına koştu"
Odada herkes gülmeye başladığında içim rahat etmişti. Leyla, Nisa ile odadan çıktığında Ömür yanıma oturdu. Ellerini dizinin üzerinde aşağı yukarı sürerken;
"Dinliyorum güzelim"
"Abla ben, yani ben var ya"
"Evet kuzum sen iyi ki varsın"
"Abla ben iki aydır biriyle görüşüyorum ama dayım ve abimin kızacağı biriyle"
"Kim bu şanslı adam Ömür"
"Abla o adam şey Melihşah ağa hani "
"Tamam anladım güzelim ama sanki biraz senden yaşça büyük değil mi?"
"Bak sende yaşa taktın"
"Ben fikrimi söyledim ama sen sevdikten, anlaştıktan sonra bir şey diyemem ki. "
"Ablam biz"
"Sen bu gün neden ağladın peki"
"Bana bu sabah günaydın mesajı yazdı. Cevap verecekken aradı sesimi duydu. Fakat bir kaç saat önce ayrılmalıyız dedi. Senin üzülmeni yıpranmanı istemiyorum dedi. Ben mesajla cevap vermek yerine aradığımda önce bir dakika dedi bir odaya geçti. Melihşah sesi titreyerek seni gerçekten seviyorum hatta aşık oldum ama bitirmeliyiz. Ağlamanı üzülmeni istemiyorum. Bana bir tuzak kuruldu ama benim o tuzaktan çıkmam imkansız. Ben kendimi kurtarırken dayını bitirmem gerekir ve ben bunu istemiyorum dedi. Konuşmama fırsat vermeden telefonu yüzüme kapattı. Geriye aradığımda telefonu tamamen kapalıydı"
Ömür sıkıca boynuma sarıldığında konuşmadan saçlarını sevmeye başladım. O ağladıkça ne olduğunu merak ediyordum. Biraz zaman sonra ağladığı yerde uykuya yenik düşen Ömür'ü koltuğa uzattım. Üzerine bir pike örtüp telefonumu elime aldım. Kütüphaneye geçerek Diyarbakır'da ne oluyorsa bana anlatması için Eren'i aradım.
.....................................................
BEDİRHAN...
Şirketten çıktığımda korumalar etrafımdaydı. Kolumdaki saat öğleden sonra üçü gösterirken konağıma gidiyordum. Mustafa bir sorun için gittiği Diyarbakır da işler iyice sarpa sarması yüzünden sabaha karşı gelirim büyük ihtimalle dediği için, gece geç saate kadar kalmak için Baran'ın yanına Alibeyoğlu konağına gidecektim. Kendi konağıma geldiğimde çalışanlardan İdris kapımı açtı. Konağa girdiğimde avluda kahvesini içen babamın yanına gittim. Kardeşim Barış yerini bana verirken köşe sedirde oturan kardeşlerim Tunç ve Okan da yanımıza geldi. Barış yanıma oturduğunda elimi onun omzuna koydum. Barış saygıyla bana bakarken babam adımı seslenerek ona bakmamı sağladı.
"Buyur baba"
"Mustafa Diyarbakır'a geçmiş, sorun büyük müymüş"
"Sinirliydi öğlen konuştuğumda, normalde akşam dönecektim burada her şey arapsaçına döndü Bedo dedi. Sabaha karşı gelirim herhalde dedi"
"Kimse farkında değil ama Mustafa eski Mustafa olmaya başladı. Kimin kellesini alacak inan merak ediyorum. Behçet'in torununun sünnetinden sonra ağalığı tamamen sana bıraktığımı söyleyeceğim. Büyük ağalar toplantısına sen gideceksin. Ben artık tamamen torunlarımla, gelinlerimle zaman geçirmek istiyorum Bedirhan'ım. Ağalık tamamen sana geçtiğinde kardeşine, dostuna iyice sırt verirsin"
"Baba tamamen köşene çekilemezsin. Benim her zaman akıl danışacağım adam olacaksın son nefesime kadar "
"Her zaman ilk göz ağrım."
Barış'ın oğlu yanımıza geldiğinde onu kucağıma alıp severken Tunç'un olduğu yerde kıpırdanmaya başladığının farkındaydım. Okan, Tunç'a ters ters baktıktan sonra onun yanından kalkıp yanıma geldi. Ben ona efendim der gibi göz kırptığımda;
"Abi, benim hanımı annesine götüreceğim"
"EEE"
"Hani senin arabayı alsam diyecektim"
"Senin arabaya ne oldu Okan"
"Gülme ama"
"Söyle gülmeyeceğim"
"Bu gün geri geri çıkıyordum, kenardaki duvarı görmedim"
"Okan oğlum benim arabayı al ama şoför götürsün seni olmaz mı"
" Abi yaa"
"Tamam senden kıymetli değil, canınıza bir şey olmasın. "
Okan gülerek karşıma oturduğunda annem kucağında prenses kızımla avluya geldi. Ben kızımı izlerken annem babamın yanına oturdu. Gülşah etrafa bakmaya başladığında birden beni gördüğünü gülüşünden anladım. Heyecanlı gibi önce bir çığlık attıktan sonra "Bab.bab.baba" dediğinde içim neşe ile dolmuştu. Annem kızım ilk baba dediği günden beri ne zaman söylese sanki ilk defa söylüyormuş gibi gözleri doluyordu. Barış gülerek;
"Abi benim iki oğlum var, Okan'ın Allah bağışlarsa bir tane oğlu var. Tunç abime rabbim daha nasip etmedi. Fakat neden senin bu cadı kızın hepimizin göz bebeği ve annem neden hep ağlıyor her seferinde uyuz oluyorum bu duruma"
"Çünkü hepiniz onda Gülşah ablanızı görüyorsunuz. Annem kızını yeniden büyütüyor. Barış bu değil ki sizin evlatlarınız dışlandı."
"Biliyorum abi farkındayız ama Tunç abim benim ve Okan gibi düşünmüyor bunu fark et"
"Ne demek istiyorsun"
"Bizim Sibel duymuş, Başak yengem ve kıza takmış durumda "
"Nasıl"
"Başak yengem bu gün öğlen bir ara çarşıya gitti hatta ben götürdüm. Ben konağa döndükten sonra Okan'a söyledim bir bahaneyle gidip almasını. Yengem tek gelsin istemedim. Okan da yengemi arayarak ben dememişim gibi; 'Yenge bende çarşıdayım. Barış abimden duydum çarşıdaymışsın. İstersen işin bittiğinde gelip seni de alayım dedi'. Başak yengem de çok iyi olur demiş. Bir iki saat sonra Başak yengem gelip alabilirsin beni diye aradı. Okan beklemeden gitti aldı geldi. Yengem gelince o kadar mutlu gözüküyordu ki benim Sibel ile Filiz birbirine sarılınca ne olduğunu soracakken, Selda yengem yerinden hızla kalkıp gittiğinde Tunç abim karısının peşinden biraz baktıktan sonra birden Sibel ve Filiz'e sinirle 'Nasıl anlaşıyorsunuz, bu her şeye karışan köylüyle' dedi. Okan bir şey diyecekken bileğinden sıkıp susturdum. Bedirhan abi, Tunç abim hepten zıvanadan çıkıyor. Geçen gün Selda yengeme tokat atacakmış, Başak yengem Selda yengemi arkasına aldığında; 'Senin hakkından geleceğim az sabret' dedikten sonra konaktan çekip gitmiş ama asıl herkesin sinir olduğu durum Selda yengem parmağını sallayarak; 'Bir daha benimle kocamın arasına girme.' demiş"
"Tamam Barış sus. "
"Başak yengem sana söylemedi mi"
"Ne zaman bana derdini söylüyor ki "
"Onun için babam da annem de hepimiz ayrı seviyoruz onu. O kadar sakin, mutlu bir gelin ki aslında. Sana bir şey itiraf edeyim mi abi"
"Söyle bakayım"
"Bir aylık gelindi sende şirketteydin. Sibel gömleğimi yakmış benden korkusuna Başak yaptı ütüleri dediğinde avluda onu gördüm. Baya bağırdım ama ne oldu biliyor musun sakince tamam abi özür dilerim dedi. Konaktan çıktığımda akşam senden dayak yiyeceğim sandım. Akşam konağa geldiğimde hep seni takip ettim. Her hareketinde şimdi hesap soracak, şimdi dövecek diye diye odalara çekildik. Sibel suçunu itiraf ettiğinde sabaha kadar uyamadım. Sabah kahvaltıda yengemi mutfakta yakaladığımda önce hemen özür diledim sonra dedim ki; 'Sen beni abime şikayet etmedin mi' dediğimde ' Yok Barış abi neden edeyim ki, abim değil misin ama bir daha önce bana sor olur mu' dedi"
Birden Barış'ın ensesine vurup biraz sıktıktan sonra kulağına sessizce;
"Sen benim karıma, göz bebeğime nasıl bağırırsın lan hırt"
"Abi geçti gitti ama"
"Sus lan bir daha sakın hem yetim, hem öksüz. İnan gebertirim"
"Tamam be ağam"
Barış'ı kolumun altına alıp biraz sıktığımda Okan yanıma gelip oturmuştu. Okan'ı da diğer kolumun altına aldığımda annem bize imrenerek bakıyordu. Gülşah eliyle bana gel gel yapmaya başladığında ayağa kalkacaktım ki Sibel annemin kucağından alıp bana getirdi. Kızımı kucağıma oturtup şakağına düşmüş ipek gibi kıvrılmış saçını severken elini yanağıma koyup yine heceleyerek baba dediğinde alnını öptüm. Barış ve Okan saçını severken kaşlarımı çattım. Onlar gülerek sessizce babamdan edep ederek;
"Görmemişin kızı olmuş, amcasıyız bu kızın farkında mısın dostum"
Onlara bir şey demeden kızımla ayağa kalktım. Merdivenleri çıkarken Gülşah'ım hem baba diyor, hem de gömleğimin yakalarıyla uğraşıyordu. Odamın önüne geldiğimde bir iki tıklattıktan sonra içeriye girdim. Başak odamızdaki ufak oturma odasında koltukta oturuyordu. Ağladığı her halinden belliydi. Gülşah'ı kenardaki oyun parkına bıraktığımda kızım oynarken yanına oturdum. Kolumun altına alarak şakağını öpüp;
"Nazlı karım neden gelip hoş geldin demedin bana"
"Geldiğini duymadım ki"
"Söz bir daha avluda bağırıp Başak hatun ben geldim diyeceğim"
"Babamda seni vursun sonra"
"Ben ağa olayım bir şey demez"
"Babam konağın kapısından girdikten sonra benim ağalığım biter ben sizin babanızım diyor sence sana ağalık yaptırır mı aile içinde o ağalık şekli Mustafa ağama aitmiş "
"Tamam kabul kaybettim sevgilim. Şimdi bu kaptan mağara adamına söyle kim ağlattı benim sevgilimi"
Başak tamamen bana dönerek sol elini yanağıma koyarak;
"Sevimli kaptan mağara adamım sana şimdi ne söylersem çok mutlu olursun"
"Sen ne söylersen söyle ben hep mutlu olurum bereketli başağım. Sen bana önce neden ağladın onu söyle"
Başak ağızını açmıştı ki avluda bir gürültü koptu. Annemin Tunç diye bağırmasıyla hızla odamdan çıktım. Merdivenleri hızla inerken Tunç beni görünce;
"İlk ben evlendim neden ağalık onun oldu ki, baba ağalık benim hakkımdı. "
"Tunç kendine gel. Benim en büyük oğlum Bedirhan ve daha ufaklığınızdan biliyordunuz ki ağalık abinin olacaktı, şimdi ne değişti"
"Benim çocuğum olmadığı için Okan ve Barış'tan aşağı gördünüz beni. Benim karım eve gelmek için beklerken bu gün biri götürdü, diğeri gitti aldı şu köylü kızını"
Tunç'un parmağıyla gösterdiği yere baktığımızda Başak merdivenleri yavaş yavaş iniyordu. Babama saygımdan sadece dinliyordum. Biliyordum babam karımı ezdirmeyecekti. Tunç'a biraz daha yaklaştığımda hızla bana döndü. Kaşlarını çatarak;
"Neden senin kızın seviliyor, neden senin karın değer görüyor. Bir kere büyük yenge bilinmedi Selda. Benim karımın suçu neydi, söyle bana İnan aşiretinin yeni ağası"
Derin nefes alıp babama baktığımda konuş dediğinde o da sıkılmıştı Tunç'un bu hallerinden. Tunç'a bir adım daha yaklaşıp;
"Tunç kendine gel senin karını hepimiz el üstünde tuttuk. Hiç bir zaman ve hala bir dediği iki oluyor mu?. Sen bana söyle, Selda babama anneme gideceğim dediğinde kim hayır dedi. Senin karına kendim demedim mi tedavi görün bebek için. Yetmedi isterseniz evlat edinin demedim mi? Şimdi bu ne kendini bilmezlik. Karımla ne alıp veremediğiniz var sizin"
Selda Tunç'un yanına geldiğinde;
"Selda ne oluyor"
"Abi Tunç hazmedemiyor artık. Başak bizi burada istemiyor"
"Selda yalanı sevmem bilirsin doğru konuş"
"İki gündür hepsi bizden bir şey saklıyor. Annemler fısır fısır konuşuyorlar. Başağın odasında annemi duydum, kapı arasından dediklerini duydum. Annem gayet keyifle onları da o odadan çıkarırız. Ufak bir tadilatla oda biraz daha büyür genişler dedi"
Anneme baktığımda o da şaşkınca Selda'ya bakıyordu. Başağın ağladığını duyduğumda arkamı döndüm. Başını hayır manasında sallarken önüme dönüyordum ki babamın anneme ne demek oluyor bu diye bağırmasıyla annem ağızını açmıştı ki Filiz bir anda; 'Okan yengemi tut' diye bağırdı. Okan'ın kucağına bayılan Başak'la kan beynime sıçramıştı. Okan hepimize bana bile sertçe baktıktan sonra merdivenlerin son iki basamağını inip kenardaki sedire Başağı yatırdı. Filiz elinde kolonyayla gelip Başakla ilgilenirken Sibel kucağında kızımla yanımıza geldi. Annem, Başak uyansın diye uğraşırken Sibel;
"Ah Selda yenge ah, Başak yengem iki gündür sizden sen ve Tunç abiden gizli bizimle konuşması, üzülmeyin diye. Off ben niye söyleyeceğim bunu ya. Bedirhan abi Başak yengem hamile, Selda yengem ve Tunç abim çocuğa hasret kaldıkları için edep diyerek sessiz köşelerde konuşuyordu bizimle. Annemin odayı boşaltırız dediği küçük oturma odanızla Gülşah'ın odasını değiştiririz demesi ondandı. Her zaman ki gibi şu kızın burnundan getirdiniz"
Babam gür sesiyle Tunç'a bağırdığında Gülşah dedesinin sesinden korkmuş ağlamaya başladı. Sibel'in kucağından kızımı alıp sakinleştirmeye uğraşırken babam;
"Tunç, Selda hemen çiftliğe gidiyorsunuz. Kendinize gelmeden konağa gelmeyeceksiniz"
Babamın benden uzaklaştırmak istediğini anladığımda;
"Yok öyle baba. Bundan sonra Tunç'la ne sen nede ben ilgileneceğiz. Tunç yarından sonra Mustafa Hamza'ya hesap verecek. Mustafa sana üç gün önce ne dedi Tunç"
"Abi"
"Abin olduğumu hatırladın yani. Mustafa sana ne dedi ya düzel ya da ben seni düzelteyim. Sana ne dedi; 'Başağın eniştesiyim, abisiyim. Eğer gönlü kırılırsa o öksüzün, senin kemiklerini kırarım' demedi mi?"
"Dedi"
"Tamam bu duyduklarımı, bu olanları koruyamadığım için dayak yiyecek olsam da ben kendim anlatacağım."
"Abi kurban olayım. "
"Kes sesini Tunç, Filiz Başak ve Gülşah'ın bir kaç parça eşyasını ayarla, ablasının yanına götüreceğim onu"
Tunç korkuyla sedire oturduğunda babam yüzüme bakıyordu. Okan ve Barış yanıma geldiler. Filiz birden;
"Bedirhan abi ya hanım ağamız duyarsa bu olanları"
"Duysun Filiz kendim anlatacağım. Tunç ve Selda kimsesiz sandılar Başağı ama onun sağlam bir ablası var, eniştesi var. Başak ailesinden gördüğü edeple saygıyla çoğu şeyi sinesine çekmiş ama yok öyle. Ben kocası olabilirim ama onun ailesine karşı görevlerim var. "
Babam ve annem başını sallamaya başladığında, Selda ve Tunç sedirde oturuyorlardı. Gülşah başını omzuma koymuş öyle dururken Başak kendine gelmeye başladı. Annem güzel karımın yüzünü severken Başak birden olduğu yerde hızlı oturduğunda;
"Yavaş Başak, yavaş otur"
"Tamam Bedirhan"
"Kalk hazırlan alibeyoğlu konağına gidiyoruz. Bir kaç gün ablanın yanında kal"
"Neden "
"Kalk hadi"
Başak yavaşça yerinden kalktığında Filiz ve Sibel beraber onunla merdivenleri çıkmaya başladı. Tunç ve Selda yanımızdan ayrılıp odalarına giderken babam yanıma geldi. Gülşah'a elini uzattığında benim şımarık kızım çığlık atar gibi heceleyerek dede dedi. Babam gülerek kızımı kucağına alırken;
"Gel dedesinin yaka iğnesi. Gönlümün bülbülü. "
"Dede"
"Ay parçam"
Gülşah babamın sakallarıyla oynarken, babam gözleri kızımın gülen yüzünde;
"Allah hayırlı etsin Bedirhan ağa"
"Neyi baba"
"Bedirhan, Sibel bir şey söyledi az önce"
"Ne dedi baba"
"Bedirhan, Başak kızım hamileymiş ya"
"Öyle miymiş baba"
Okan ve Barış gülmeye başladığında annem yanıma gelip elini koluma koyunca ona baktım. Annem tebessümle başını evet diye sallarken, içimdeki neşe ile, heyecanla merdivenleri koşarak çıkarken arkamdan babam bile kahkaha atıyordu. Merdivenin başında bir anda durup arkama baktım. Babam ile göz göze geldiğimizde;
"Baba"
"Efendim"
"Ben ikinci defa baba mı oluyorum şimdi"
"Yok ben dedelikte kıdem atladım"
"He tamam baba Allah hayırlı etsin"
Odaya girdiğimde Başak eli karnında yatağın kenarında oturuyordu. Yanına gidip oturduğumda bana döndü. Gözleri dolu dolu yanağımı öpüp;
"Ben söyleyecektim kaptan mağara adamı ama bayıldım"
"Ne söyleyecektin ki ben bir şey duymadım. "
"Gerçekten mi "
"Evet senin o güzel dudaklarından dökülsün ne söyleyeceksen"
"Sen ne iyi adamsın be kocam"
"Tazmanya canavarına, kaptan mağara adamına ne oldu"
"Onlar benim kocamın içindeler bir kere"
"E hadi söyle"
"Baba olmak bence en çok sana yakışıyor. Rabbim nasip ederse bir evladımız daha olacak Bedirhan. "
"Eşim olman, şimdiye kadar sahip olduğum bir armağandı, ancak çocuklarımın annesi olman bir nimet. Bana dünyanın en değerli ikinci hediyesini verdin. Seni çok seviyorum kadınım."
....................................................
MUSTAFA HAMZA...
Meryemcenin yanından ayrıldığımda canım iyice sıkılmıştı. Minibüse bindiğimizde telefonum çaldı. Ekranda gördüğüm Hazar ismiyle hemen açtım. Mardin'e girmekte olduğunu söylediğinde bende Diyarbakır'a gittiğimi söyledim. Hazar onu beklememi söylediğinde peşimden gel dediğimde Hazar sinirle tamam diyerek telefonu kapadı. Boran direksiyona geçtiğinde Eren yanına oturdu. Yola çıktığımızda Eren ile dikiz aynasından göz göze geldiğimizde ;
"Konuş aslanım"
"Ağam geçen gün ki silahlı saldırıyı yapanlar aradaki piyonlar. Ufak tefek kendini büyük gören adamlar"
"Diğer iş ne oldu peki Boran Ali"
"Ağam Mardin ve Diyarbakır da toplamda dört büyük depo alınmış. Silah ve malları oraya dolduruyorlar. Seni diablo ve Rahman aliyle karşı karşıya getirdiklerinde anlaşırsanız hemen sevkiyatlar olmaya başladığında malları ve silahları koyacaklarmış. Ekrem ağa bu gün işlerini halledeceğin ailelerden bence en haksızı olan Şemet ağaya destek veriyor. Biraz da onun yüzünden bu olay patlak verdi ağam"
"Peki Melihşah bir şey demedi mi bu olaya, nasıl ağalık yapıyor Melihşah"
"Ağam Melihşah ağanın haberi yok ki, Ekrem ağa saçma sapan bir derdin üzerinde gidiyormuş. Öyle böyle kin gütmüyormuş. İçlerindeki adamımız Beritan dedi ki; 'Melihşah ağaya saçma sapan iğrenç bir plan kurulmuş ne zaman çıkar bilmiyorum' dedi. Ömür hanımı istediler ve sen hayır deyince iyice kudurmuş dedi."
"Beritan sağlam adam dimi Boran"
"Ayşegül'ün uzaktan dayı oğlu ağam. Ayşegül'e ayrı bir sevgisi var bana yamuk yapmaz. Ağam ben Melihşah ağanın adamı Seyfullah'tan şüpheleniyorum"
"Alparslan'a ne oldu?"
"Alparslan'dan sonraki adamı Seyfullah ama öyle bir düzenek kurmuşlar ki kimse farkında değil"
Ağızımı açıyordum ki Eren sessizce bir şeyler mırıldanınca;
"Eren duymadım"
"Hanımefendi olsaydı, sadece yarım saatte çözerdi adamı. Bende çözerim de ağam ama buradaki it adamlar karı gibi çok kıvrak. Dansöz gibiler "
"Eren gözün adamın üzerinde olsun bakalım ne çıkacak"
Yolun devamında başka bir konuşma olmamıştı. Konağın önüne geldiğimizde adamlar kapıyı açarken yavaşça indim. Melihşah'ın konağının kapısı açıldığında avluya girdiğimde, koca avluda iki ailenin büyükleri ve torunları oturuyordu. Benim geldiğimi gören herkes ayağa kalktığında elimle oturttum. Yerime yavaşça oturduğumda iki aile birbirine ters ters bakarken Melihşah adamlarından birine benim için kahve söylemişti. Adam koşarak mutfak tarafına giderken birbirine bakan aileyi izledim. Şemet ağanın ve Fırat ağanın iki büyük oğlu eski kan davasında ölmüştü. Fırat ağa her zaman sulhtan yana olsa da Şemet ağa her zaman kandan besleniyordu.
Önüme kahvem konduğunda hafif öksürüp;
"Melihşah nedir durum"
Melihşah ağızını açıyordu ki Şemet ağanın en büyük torunu ayağa kalkıp;
"Ben anlatayım Mustafa Hamza ağam"
Sol tarafta duran Şemet ağanın yanından ayağa kalkan gence;
"Sana sormadım otur yerine"
"Beni dinlemek zorundasın"
"Otur yerine dedim"
Genç oturduğunda Melihşah tam karşımda hafif dik durup;
"Üç aydır iki aile arasında yüksek bir gerilim var. Her iki hafta da bir yan yana olan tarlada kavga çıkıyor. Ben ortak bir yol bulduğumda bu sefer başka bir yerden husumet çıkarıyorlar. Dün gece de Şemet ağanın en küçük oğlu Aydoğan, Fırat ağanın en küçük torunu Suat'ı dizinden vurmuş"
Bakışlarımı Fırat ağaya çevirdiğimde her zamanki gibi ağırlığından, edebinden taviz vermeden kendini biraz dikleştirip;
"Ağam, ben bu kan davasına iki oğul verdim. Çoğu torunum Şemet ağanın ailesi yüzünden yara aldı. Her seferinde sustum ama Suat'ım artık aksayarak yürüyecek. Gencecik delikanlı, benim torunum daha kundakta babasını kaybetti. "
Ağızımı açmıştım ki Şemet ağanın büyük torunu birden ayağa tekrar kalkıp;
"Azrail ağa bu aileyi ya bitireceksin yada bizi. Bu Fırat ağa yüzünden babamı, amcamı ve dayımı kaybettim. Su kanalı bizim hakkımız. Sen şimdi kararını hükmünü ver bu Fırat ağanın ailesini bizim aşirete kat"
Kafamı yavaşça Şemet ağa tarafına çevirdiğimde herkes bir anda geri yaslandı. Şemet ağanın büyük torunu yüzüme bakarken;
"Bak seni bir daha uyarmayacağım. Kanın deli akıyor gençsin diye bir şey demedim ama haddini aşma. Zamanında deden de beni toy zannedip senin gibi diklenmiş hadsiz hadsiz karşımda konuşmuştu. Sana son kez söylüyorum otur yerine"
Hızla sandalyesine oturduğunda Fırat ağanın en büyük torunu olan ziraatçı Fırat Ali elini hafif havaya kaldırdığında ona bakmadan konuş dedim. Yavaşça yerinden kalkıp;
"Ağam bunların derdi ne su, nede hasat, mal mülk. Bunların derdi canımızı yakmak"
"Nasıl yani"
Fırat konuşmadan yerine oturduğunda hadsiz torunun bıyık altından güldüğünü fark ettim. Kan iyice beynime yürümeye başladığında elimi sertçe masaya vurup;
"Hepiniz konaklarınıza dönün. Melihşah bütün Diyarbakır ağalarını topla. Akşam vereceğim bunların kararlarını şimdi çekilin önümden"
İki aile yerlerinden kalkıp giderken konağa Yusuf Ali ağa girdi. Ayağa kalktığımda el sıkışıp tekrar yerlerimize oturduk. Melihşah'ın çalışanları iç avluya kahvaltı hazırlamaya başladığında ayakta telefonuyla uğraşan Melihşah'ı yanıma çağırdım. Yanımda ayakta durup;
"Nedir bunların asıl derdi"
"Şemet'in büyük torunu it, Fırat Ali'yle bir derdi vardı. Geçenlerde bir şeyler olmuş Seyfullah gitti. Yeliz ve Fırat Ali'nin kız kardeşi Bade'yi bir kaç saat tutmuşlar dedi Seyfullah. "
"Kıza bir şey yapmış mı it"
"Mustafa Hamza ağam bana öyle bir şey söylenmedi. Sadece tutulmuş kızlar. Su kanalı mevzusundan dedi Seyfullah "
"Melihşah bana Fırat Ali'yi getir "
"Tamam Alparslan'a söylüyorum"
Melihşah konak kapısına bir adım atmıştı ki dayım ve Osman ağa avluya girdi. Melihşah onlara selam verip dışarıya çıktığında Osman ağa ve dayımla tokalaştık. Ayağa kalkmışken kahvaltı masasına geçtik. Melihşah peşinde Hazar ve Sermiyat ağayla yanımıza geldi. Hazar herkese baş selamı vererek konaktaki gibi yanıma oturduğunda Sermiyat ağa tam Yusuf Ali ağanın yanına oturdu. Afiyet olsun dediğimde Alparslan içeriye girdi. Karşımda durup ellerini karnının üzerinde birleştirip Fırat Ali'nin geldiğini söylediğinde başımla gelsin dedim. Alparslan çıkarken Fırat Ali içeriye girdi. Karşımda hepten ufalmış gibi dururken;
"Otur Fırat Ali"
"Yok Azrail ağam ne haddime "
"Otur dedim"
Fırat Ali yavaşça oturduğunda önümdeki çayımdan içip;
"Anlat Fırat Ali onların bu kadar serbest konuşması ve sizin ailenin suskun olmasının sebebi nedir"
"Ağam "
"Fırat bir daha sormam, akşamda vereceğim karardan sonra yanlış bir karar verdiğimi fark edersem senin kafanı kendi ellerimle koparırım"
"Ağam kurban olayım. Ben zaten içimde ki ateşle yanıyorum. Ben her geçen gün yaşarken ölüyorum"
Ağızımı açıyordum ki cebimdeki telefonum çalmaya başladı. Ceketimin cebinden çıkarıp ekrana baktığımda Meryemce olduğunu anlayınca hemen açtım. Kader'in doğurmaya gideceğini söylediğinde ne kadar mutlu olsam da tepki veremedim. Kısa kesip kapadığımda karşımda kendini sıkmaktan kan çanağına dönen gözlerle bana bakan Fırat'a gür sesimle bağırarak konuş dedim. Fırat koskoca delikanlı ağlayarak;
"Ağam benim sevdiğim kız, amcamın ilk ve son göz nuru Yeliz'i Şemet ağanın büyük torunu, sana saygısızlık yapan şerefsiz geçen gece Yeliz ve Bade'yi konağa gelirken alıkoymuşlar ağam. Biz biz ağam"
Fırat Ali karşımda ufaldıkça ufalarak ağlamaya devam ederken iyice sinirlenip;
"Siz neden bana haber göndermediniz"
"Ağam bu it senin namusları temizlensin diye onlara vereceğini söyledi. Vallahi mal mülk umurumuzda değil. Varım yoğum, canım her şeyimi alsınlar ama ağam benim kız kardeşim Bade ile Yeliz'im. Ağam ellerindeki resimlerini her türlü yayacaklarını "
"Anladım Fırat Ali şimdi çık git, akşam Bade ve Yeliz'i buraya getirin"
"Ağam ikisi de kendini odasına kilitledi. Ne yiyorlar ne içiyorlar ağam. Ben razıyım bacımı da sevdiğim kızında kanı sana helaldir. Kurban olayım onlara verme onları"
"Git Fırat Ali ve akşam üçünüzü burada karşımda göreceğim"
"Emrin olur ağam"
Fırat Ali yanımızdan ayrıldığında karşımda duran Melihşah'a ;
"Bu nasıl ağalık, bu nasıl köylüsünü bilmemek Melihşah. Baban böyle mi yönetti bu aşireti. "
"Ağam bunlar nasıl yani, bir şey dönüyor benim üzerime anlamıyorum. Karşında boynum kıldan ince, Seyfullah bu olayı bana böyle anlatmadı"
"Tamam sus. "
Herkes sessizce çayını içerken ilk sessizliği Osman ağa bozdu;
"Ağam"
"Buyur Osman ağa"
"Benim büyük torunu bilirsin Selçuk, büyük oğlum Yiğit'in oğlu"
"Senin şirketi elinden alan babayiğit mi?"
"Evet ağam, bu bizim babayiğit Bade'yi seviyor bir senedir. İstemeye gidecektik hazırlandık o akşam Fırat ağa vazgeçtik dedi kabul etmedi. Selçuk bu mevzunun içini bildiği için diretiyor kaç gündür o zaman. "
"Sen kızı sever misin"
"Sevmek ne kelime ağam, kızı sen bile evlat diye içine sokmak istersin. Konaktaki hanımların hepsi ayrı sever Bade'yi. Bize bir anda red cevabı gelince herkes şaşırdı. Hanımlar konaklarına gitti kapı duvardı. Fırat'ı ayağıma çağırdım gelmedi, ben gittim yüzüme çıkmadı. Bunların hepsi utanmaktan başka bir şey değil ağam."
"Bu akşam sen torununu getir"
"Emrin olur ağam"
Yusuf Ali ağa önündeki bardağını azcık ileriye iterken;
"Cavit ağanın soyundan ne beklersin Osman ağa. Şemetler hep adilik, kanla beslenen köpekler. Demir Şemet'in büyük torunu Üzeyir ve Mete'nin kanı bozuk itler olduğunu söylüyordu. Kendi kızı için benim gelinim için dediklerini unutmadım daha. İçimde bir yerlerde hala gebertme hissi duruyor"
Sermiyat ağa başını sallayarak;
"Sende ne güzel ağızının payını vermiştin ağam"
"Benim evimin gülüdür gelinim. Geçen günde güzel tatlı bir haber verdiler "
Hepimiz aynı anda hayırlı olsun dedikten sonra başka bir şey konuşulmamıştı. Genel bir kaç konuyla ilgili fikirlerimi anlattığımda hepsi kabul etmişti. Saat öğlene doğru gelirken konağın kapısı sertçe açıldığında hepimiz ayağa kalktık. Genç üzeri perişan bir kadın avluya ağlayarak girdiğinde ona doğru yürüdük. Hepimiz ona bakarken kadın sadece Mustafa ağam diyerek yanıma geldi. Bir anda yere dizlerinin üzerine çöküp bacaklarıma sarıldığında adamlar kadını kollarından tutup ayağa kaldırdılar. Melihşah dikkatimi çekti. Kadına biraz şaşkınca biraz sinirle bakıyordu. Sabır çekerek;
"Konuş kimsin, neden ağlıyorsun"
"İki ay önce ailemden şiddet gördüğüm için Melihşah ağa bana sahip çıkıp, konağını bana açtı. Fakat o gece herkes yattıktan sonra Melihşah ağa bana zorla sahip oldu. "
"İki ay önce mi"
"Evet ağam "
"Neden bana değil de Melihşah ağaya geldin"
"Ağam"
"Sus, Melihşah kadını bir odaya alsınlar. Bu konak tarafsız bölge olmaktan çıktı. Yusuf Ali ağa konağına haber sal, bütün ağalar senin konağında toplanacak"
"Emrin olur ağam. Ben o zaman konağıma geçiyorum. Ne zaman isterseniz hazır bekliyorum"
"Tamam Yusuf ağa"
Yusuf ağa konaktan ayrılırken Osman ağa ve Sermiyat ağa da müsaade isteyerek konaktan ayrıldılar. Dayım ile göz göze geldiğimizde halindeki ezilmeyle kaşlarımı iyice çattım. Dayım yanıma gelip;
"Ağam seninle biraz konuşmamız mümkün mü"
"Tabi gel Reşat ağa konaktan ayrılmadan konuşalım"
Ben önde dayım arkamdan merdivenleri çıkarken Melihşah dikkatimi çekti. Telefondakine bir dakika diyerek bir odaya girdi. Dama tamamen çıktığımızda hasır koltuklara oturduğumuzda kenarda telefonla konuşan Hazar yanımıza geldi. Üçümüz sedirlere oturduğumuzda dayım;
"Mustafa ağam, iki ay önce sende biliyorsun ki Melihşah bir hafta bende kaldı ve ben bu kadını biliyorum"
"Nasıl biliyorsun "
"İki ay önce Melihşahı konağın arka kapısından Yekta aldı. Kimse anlamasın diye de Yekta arka sokaktaki arkadaşının yanına gelmiş gibi görünmüştü dolaylı yoldan. Yanlarında hatta Berfe Ömür de vardı. Melihşah'ın bize geldiğini sadece sağ kolu Alpaslan biliyordu. O zaman herkes bütün adamları Melihşah'ın her sene aynı gün bir haftalık bağ evine kendini kapattığını bilir. Bu kadının geldiği gün işte Melihşah bizim konağa geldi"
"Emin misin bu kadın aynı gün geldiğine"
"Evet eminim çünkü Ömür kadının durumunu öğrendiğinde bana yalvardı. Biz sahip çıkalım, Diyarbakır'daki kadınlarla kalsın dedi."
"İki ay önce sizin gizli gizli görüşüp ortak olduğunuz ortaya çıkarsa her şey saçma sapan bir yola girecek. Ekrem, kendi ve Cavit'in bütün mallarını sizin alacağınız öğrenirse her şey ama her şey biter"
"Farkındayım ağam ne yapacağız"
"Düşüneceğim Reşat ağa"
"Tamam ağam. Bilirim dayınım diye bana gelmeyeceksin onun için hadi gidelim demeyeceğim. Kendi konağıma geçiyorum, akşam Yusuf Ali ağada görüşürüz "
"Tamam dayı"
"Dayısının aslanı, aslanları. Hadi Allaha emanet olun"
Dayım yerinden yavaşça kalkıyordu ki Melihşah yanımıza geldi. Melihşahın yanından geçerken hafif omzunu sıkıp bir şeyler söyledikten sonra yanımızdan ayrıldı. Melihşah tam karşıma oturup dirseklerini dizini yaslayarak, avuçlarının içine yüzünü sakladı. Biraz öyle durduktan sonra başını kaldırdığında gözlerinde gördüğüm çaresizlik, umutsuzluk benim canımı iyice sıkarken daha çok sinirlendim. Ağızımı açıyordum ki dama koşarak çıkan Boran ile ayağa kalktım. Kısa bir soluklanmadan sonra;
"Ağam Karaca hanımı, Savaş ağa ve Ekrem ağayı siyah giyimli, silahlı adamlar alıkoymuş. Kısa zaman sonra öğrendik ki hanım ağamızı da almışlar. Hanım ağam hepsine ağızının payını verip oradan ayrılmış, hiç kimse dokunmamış bile hatta duyduğumuz adam dedi ki hanım ağam öyle aslan gibi geldi, bir kayanın üzerine oturdu. Herkese posta koyup aynı geldiği gibi bir çizik dahi almadan arabasına binip konağa gitti dedi. Ekrem ağa ve Savaş ağayı hafif sevmişler galiba. "
"Kimmiş adamlar"
"Diablo ve Rüzgar denilen adamın adamlarıymış, senin için ayaklarımıza dolanmasın demişler. Hanımağam mertlerse yürekleri varsa kocamın ayağına kendileri gelsin itlerini göndermesin demiş"
"Tamam Boran gidebilirsin"
Boran merdivenleri inerken içimden karımı severken, bir taraftan da gurur duyuyordum. Tek başına bir ordunun sahip olduğu yüreğe sahip karım benim. Yerime oturduğumda Melihşah yüzüme bakıp;
"Ağam vallahi kadını sadece geldiği zaman gördüm. Bir saat sonra konaktan ayrıldım. Geldiğimde kadın gitmişti zaten"
"Melihşah Ekrem ağa ile bir sıkıntın var mı?"
"Ağa olduğu zamandan beri ayağıma dolanıyor. Bir, iki aydır daha çok bana ayak bağı oluyor ama derdini bilmiyorum"
"Ona dikkat et ve adamlarını sağlam takip et kimseye güvenme. Ben kendimin ve Ünal ağanın ve Hazar ağanın adamlarını ayıkladım. Sen de gözlemle"
"Adamlarımın hepsi sağlam"
"Benim Kamil de sağlamdı. Adam karımı öldürecekti. Zamanı geldiğinde senin de sevdiğine zarar verirlerse ne yapacaksın"
"Diri diri derisini yüzerim yapacak olanın. Onun gözünden akacak yaşa adam keserim. "
"Onun için daha çok dikkatli olmalısın. Reşat ağa ile yaptığın ortaklık elinde patlarsa o zaman senin için hayat her şekilde zindan, zehir olur."
"Ağam ben"
"Melihşah dayımın güvenini sarsarsan ve saçma bir durumda bulunursan hem canından hem de yüreğindekinden olursun"
"Ağam"
"Hazar hadi kalkalım"
Hazar ile Melihşah'ın konağından çıktığımızda Hazar birden;
"Meryemceyi ara"
Başımı sallayarak karımı aradığımda alo diyemeden ne var ne yok anlatmaya başladığında içim rahatlamıştı. Huzurlu karımla kısacık konuşup arabaya yürüyordum ki Hazar kolumu tuttu. Yürümek istediğini anladığımda beraber sessizce yürürken Hazar hafif öksürüp;
"İtin sevdiği bir kız mı var"
"Hangi itin"
"Melihşah'ın"
"Neden soruyorsun, olmasın mı?"
"Ne bileyim lan, ama olsun. Tek başına kaldı hepten eniştem öldükten sonra"
"Doğru haklısın"
"Kız kim tanıyor musun? Melihşahı kıran üzen biri olmasa bari. Melihşah her sene bacımın öldüğü gün kendini bir hafta bağ evine kapatırdı. Bak ilk defa gitmemiş"
"Gitti ama dayımdan döndükten sonra."
"Mustafa kızı tanıyor musun gidip konuşalım. Melihşah sert görünür ama farklı bir adamdır. "
"Tamam konağa döndüğümüzde üst avluya çıkarsın. Sare teyzemin odasının yanındaki odanın kapısını tıklat. Ömür çıkacak odadan onunla konuşursun"
"Tamam konuşurum ben öMÜÇÜŞŞŞŞŞŞ, Ömür'üm ne alaka lan"
"İki aydır seviyeli uslu uslu görüşüyorlar Hazar"
"Yemin et"
"Evet"
"Ulan ben bu adama tekrar bacımı vermem"
"Ulan neden vermiyorsun. O zaman toydun, şimdi istediğimizi burnundan fitil fitil getirerek yaparız ama önce bana açılsın bu konu. Melihşah'ın o kadar dikkati dağınıktı ki benim anladığımı anlamadı bile"
"Fark ettim"
Kendi aramızda konuşmamız bitmiş sessizce etrafımızda bir ordu adamla Yusuf ağanın konağına yürüyorduk. Mahalleye girmiş ağır ağır yürürken ufak bir kapıdan çıkan Gülru'yu fark ettim. Kapının önünde peşinden çıkan kız elindeki kağıdı ona vermeye çalışırken, gelinim sinirli sinirli bir şeyler diyordu ki kalabalık korumayı görünce başını eğmişti. Yanımda yürüyen Eren'e başımla kenara çekil dediğimde Eren bir iki adım geri kaldı. Tam Gülru'nun yanında durduğumda yanındaki kız bir anda ağam dediğinde Gülru yavaşça başını bana doğru çevirdi. Kaşlarım çatık baktığımda ; "Ağa amca" dedi. Karşındaki kız elindeki kağıdı arkasına saklamıştı ki;
"Kağıdı alabilir miyim"
"Ağam "
"Kağıdı alayım"
Genç kız kağıdı bana uzatıp başını eğdiğinde yanımda duran Gülru'ya başımla hadi dedim. Gülru yanımda hırkasının kollarını avcunun için almış çekiştirirken elimdeki zarfa baktım. Derin nefes alıp;
"Bu mektubu sen mi yazdın, sana mı geldi"
"Şey ağam"
"Gülru"
"Bana gelen dördüncü mektup ağam. Ben hiç birini okumadım vallahi"
"Tamam Gülru"
Zarf elimde Yusuf ağanın konağına geldiğimizde adamlar kapımızı açtı. Avluya girdiğimizde Yusuf ağa merdivenlerden inerek önüme gelmişti ki Gülru ağlamaklı izin istediğinde;
"Kahve yap bize Gülru"
"Tamam ağam "
Gülru mutfağa giderken, Yusuf ağa ile Hazar'la yukarıdaki salona çıktık. Salona girdiğimde Yusuf ağa her zamanki gibi yerini bana gösterince oturdum. Elimdeki zarfı dizime vururken Hazar sessizce; "Bence açma " dediğinde Yusuf ağa hafif öksürüp;
"Ağam seni kızdıracak bir şey mi oldu"
"Gülru az önce nereye gitmişti Yusuf ağa"
"Komşu bir arkadaşı çağırmış, bizim hanım zorla gönderdi. "
"Neden zorla gönderiyorsunuz Gülru'yu istemediği yere"
"Ağam"
Elimdeki zarfı yavaşça açtığımda Demir ve Emir içeriye girdi. Karşımdaki üçlü koltuğa oturup sessizce beni izlerlerken zarfın içindeki mektubu aldım. Dörde katlanmış beyaz kağıdı açtığımda satırları okudukça sinirim kaynadıkça kaynadı. Mektubu ceketimin iç cebine koyarak karşımda oturan Demir'e;
"Bu akşam ki toplantıya söyleyin o Şemet'in en küçük torunu Mete de gelsin"
"Ağam bir şey mi oldu"
Ağızımı açmıştım ki Gülru elinde tepsiyle salona girdi. Başı önünde ağladığı her halinden belli tam karşıma gelip fincanımı önümdeki sehpaya bıraktı. Diğerlerine de ikram edip salondan çıkıyordu ki ona seslendim. Yavaşça bana dönüp başı önünde; 'Efendim ağam' dediğinde;
"Abinlerin yanına otur "
Gülru Demir ve Emir'in tam ortasına oturduğunda;
"Sen bu mektupların kimden geldiğini biliyor musun"
"Şey ağam bu mektuplar"
"Korkma Gülru"
"Ağam, Şemet ağa var, Melihşah ağanın aşiretinden bir aile. Onun küçük torunuymuş. Ben tanımam bilmem ama o kızla hep bana mektup yolluyor ama vallahi hiç birini okumadım. "
"Ne zamandan beri bu mektup işi var"
"Ağam şey Sinan yani sizin hükmünüzden önce. Hatta siz yengemle geldiğinizin ertesi günü yine haber gönderdiğinde Aysima'ya 'Bana haber göndermekten vazgeçsin. Ben nişanlandım 'dedim. Ağam vallahi sizin adınızı, Sinan'ın adını yere düşürecek hiç bir şey yapmadım"
Gülru karşımda ağlamaya başladığında dikkatimi Demir ve Emir çekti. Kendilerine göre bana belli etmemeye çalışsalar da fark etmiştim. Gülru'nun arkasından ellerini sırtına koymuşlardı. Derin nefes alıp;
"Ağlama benim sana inancım tam. Mektubu ben okudum. Senin hiç bir şeyden haberinin olmadığı belli. "
"Ağam"
"Tamam şimdi sen çık ama bu olayı yani mektup olayını Sinan'a anlatma."
"Tamam ağam"
Gülru ayağa kalktığında Hazar birden;
"Gülru"
"Efendim Hazar ağam"
"Ne ağası kız, ben dışarıdakilere ağayım sana amca."
"Efendim Hazar amca"
"Kahveleri sen mi yaptın yoksa yardımcı kızlar mı?"
"Ben yaptım Hazar amca"
"Vay ben gerçekten yaşlanmışım. Şuraya bak Sinan büyüdü ve nişanlısı bana kahve yaptı"
Salondaki herkes tebessümle başını sallarken Gülru kapıya doğru bir adım atmıştı ki bir anda dönüp;
"Ağam"
"Efendim Gülru"
"Yengem aman hanımağam gelecek mi?"
"Hayır Gülru yengen gelmeyecek. Bir şey mi oldu"
"Şey ben onu özledim de birde annemler sordurdu"
"Yok gelmeyecek "
"Tamam ağam afiyet olsun"
Gülru salondan çıktığında kahvelerimizi sessizlikte içerken aklıma Meryemcem geldi. Burnumdan derin nefes alarak kahvemden son yudumumu içerken, Hazar ile konuşan Yusuf ağaya kulak verdim.
...............................................................
Zaman su gibi akmış akşam yemeği hazırlanmaya başlamıştı. Yusuf ağanın konağına önce dayım geldi. Kısa zaman sonra peş peşe Sermiyat ağa, Osman ağa ve Melihşah geldi. Akşam yemeği masasına oturduğumuzda Osman ağanın torunu Selçuk yanıma gelip elimi öptüğünde omzunu sıktım. Eğilmiş şekilde başını kaldırıp yüzüme baktığında;
"Selçuk senin babayiğit delikanlı olduğunu bilirdim, duyardım da bu kadar değişeceğine ihtimal vermezdim. Nasılsın aslanım"
"Allaha şükür ağam, sağlığına duacıyız. "
"Allah razı olsun aslanım, geç buyur dedenin yanına"
Selçuk dedesinin yanına geçtiğinde afiyet olsun demiştim. Sessizlikte yemek yerken Ekrem ağa konağa geldi. Yanıma gelip özür dilediğinde elimle yerine geçmesini söyledim. Ekrem ağanın elmacık kemiğindeki morlukla;
"Yüzüne ne oldu Ekrem ağa"
"Ufak bir sıkıntı çıkmıştı ağam onu hallederken oldu"
"Nedir o ufak sıkıntı"
"Önemli değil ama ufacık bir sorundu ağam. Bu arada ağam en yakın zamanda sizi hayırlı bir iş için rahatsız etmek istiyorum"
Derin bir nefes alıp başımı salladığımda Hazar mevzuyu bildiği için masanın üzerindeki elini yumruk yaptı.
Yemekler bitip kahveler içildikten sonra Yusuf ağanın kapalı avlu dediği yere geçtik. Bütün ağalarda sağ tarafıma oturduğunda Fırat ağanın ailesiyle, Şemet ağanın ailesi de gelmişti. Çaylar dağıtılırken Şemet ağanın büyük torunu Üzeyir ve Mete kendi arasında bir şey konuşuyordu. Hafif öksürdüğümde herkesin dikkatini kendi üzerime çekerek;
"Şimdi ilk mevzumuz olan Fırat ağa ile Şemet ağanın su kanalı problemini ortadan kaldıralım. Şemet ağa artık bütün su senindir. Fırat ağalar sol tarafından akan Osman ağanın su kanalını kullanacak. Zaten bildiğim kadarıyla Osman ağanın o tarlasının ve bir kaç tarlanın ziraatçısı Fırat Ali. Kabul ettin mi Osman ağa"
"Emrin, hükmün başımla beraber ağam"
"Şemet ağa şafak vakti iki torunun onları öldürmemi istemiyorlarsa tası tarağı toplayarak Diyarbakır'ı terk edecekler, bunu kabul ettin mi Şemet ağa"
Üzeyir ve Mete aynı anda ayağa kalkıp' Etmiyoruz ağa' diyerek bağırdığında onlara bakmadan Şemet ağaya 'Etmiyor musunuz Şemet ağa' dediğimde önümde ezilip büzülmeye başladığında;
"Tamam etmiyorsanız, herkes bilsin duysun bundan sonra Şemet ağanın ailesinin Diyarbakır da bir tane malı, mülkü yoktur. Hepsi yarından itibaren Osman ağanın malı mülküdür. Şemet ağanın ailesiyle ilgini ne karar, ne olay olacaksa Osman ağa karar verecek. Emrine, söylediklerini itaatsizlik, yalandan yere olay çıkarıp, dik başlılık yaparsa ailenin her hangi bir ferdi. Bizzat karşısında beni bulur. Beş dakika yüzümü görür. Benim ne demek istediğimi büyüklerin hepsi anladı. Küçüklerinize tane tane anlatırsınız. Üzeyir ve Mete Sermiyat ağanın fıstık fabrikasında çalışacak. İt gibi orada burada gezmeyecekler. Sermiyat ağa en ufak serserilikte keseceğin cezayı sadece söylemen yeterli"
"Emrin başımla beraber. Benim fıstık fabrikamda işçilerin usta başı Fırat ağanın torunu, görevine döner dönmez ilgilenecektir"
"Tamam Sermiyat ağa. "
Üzeyir ve Mete elleri yumruk olmuş yan yan bana bakarken, içimden akılları varsa taşkınlık yapsınlar diyordum. Başımı toplantının başından beri, başı önünde sessizce sırasını bekleyen Fırat Ali'ye çevirdim. Adını seslendiğimde başını kaldırıp bana baktığında ;
"Bade ve Yeliz nerede"
"Dış avludalar ağam"
"Git getir hemen "
Fırat Ali yerinden kalkıp dış avluya geçtiğinde Üzeyir iğrenç bir gülüşle kapıya bakıyordu. Birazcık zaman sonra Fırat Ali yanında iki hanımefendiyle yanımıza geldiklerinde;
"Fırat ağa"
"Buyur ağam"
"Osman ağa geçen gün sana haber göndermiş sende olmaz demişsin. Şimdi ben torunun Bade'yi Osman ağanın torunu Selçuk'a istiyorum."
Fırat ağa başını önüne eğmişti ki başımı yan taraf da ayakta duran Bade'ye çevirdim. Ona seslendiğimde başını kaldırdığında içim gitmişti. Ağlamaktan gözleri kıpkırmızıydı.
"Bade"
"Buyur ağam"
"Senin gönlün var mı Selçuk da"
"Şey ağam"
"Bana açık yüreklilikle söyle"
"Şey ağam, var"
"Tamam, Fırat ağa Allahın emriyle istiyorum veriyor musun"
"Verdim gitti ağam"
Bade şaşkınca bana bakarken, başımı yanımda oturan Hazar'a çevirdim. Hazar hafif öksürüp;
"Mustafa Hamza ağam"
"Buyur Hazar ağa"
"Bende duyduğum ve öğrendiğim bir durumla senden bir şey isteyeceğim"
"Buyur Hazar ağam"
"Çocukluktan beri Fırat Ali'nin gönlü amcasının kızı Yeliz'deymiş. Bir it yüzünden hanım kızımız gönlünde yatan sevdiğini kendinden uzaklaştırmış, bir şerefsizde olmayan resimleri yüzünden. Ben Fırat Ali'nin ağası olarak Allah'ın emri peygamber efendimizin kavliyle dedesinden Yeliz'i istesem ayıp etmiş olur muyum"
"Hazar ağa sana düşmez bence bu isteme. Şimdi Fırat ağa da kendinden torununu isteyemeyeceğine göre, Osman ağa ve Sermiyat ağa Fırat Ali'nin ağası olarak isterler. Fırat ağa da kızın gönül rızasını sorar, gönlü varsa gerçekten gözümün nuru dediği torunu Yeliz'i, sırtımı dayadığım yiğidim dedi Fırat Ali'ye verir bence, öyle değil mi Fırat ağa"
Fırat ağa başını kaldırıp minnetle başını evet manasında sallayarak cevap verdiğinde Yeliz'e baktım. Yeliz başını yavaşça kaldırıp kısacık bir süre yanında ayakta duran sevdiği adama baktı. Fırat Ali de göz ucuyla ona baktığında o gözlerde gördüğüm saf aşkla sevgiyle başımı önüme eğdim. Hafif bir öksürükten sonra tekrar kaldırıp; "Osman ağa, Sermiyat ağa ne diyorsunuz" dediğimde ikisi de gurur duyarız demişti. Yeliz yanıma gelip yanımda dizleri üzerine çöküp oturdu. Başımı ona çevirdiğimde;
"Ağam, Allah razı olsun fakat "
"Fakatı yok Yeliz. Sizi kandırmışlar hep. Gönlünde yoksa Fırat Ali şimdi söyle, yoksa kaçmanın, saklanmanın bir anlamı yok. Ben yalan yanlış bir karar vermem. Şimdi ya konuş ya da sus karar senin. Seni hiç bir şekilde zorlamayacağım. "
Yeliz yerinden kalkıp yavaşça Fırat Ali'nin yanına gitti. Hafifçe serçe parmağını tutup dedesi Fırat ağaya hafif sessizce; 'benim gönlüm var dede' demişti. Fırat ağa başını sallayarak Osman ağaya döndü. Osman ağa tebessümle;
"En yakın zamanda Sermiyat ağa, Yusuf ağa ve ben kapını çalacağım. Ben iki defa çalacağım Fırat ağa"
"Başımla Osman ağam"
İki aile ayağa kalkmıştı ki Üzeyir silahını çıkardı. Herkes ters ters Üzeyir'e bakarken yerimden kalkıp bir iki adımda yanına gittiğimde silahı elinden aldım. İlk tokadı attığımda yere düştü gerisini hatırlamıyordum. Yorulduğumu anladığımda Üzeyir yerde baygın yatarken Şemet ağaya dönerek;
"Şemet ağa sabahtan beri saygısızlığına bir şey demedim ama sende bilirsin ki benim bulunduğum ortamda silah çıkmaz. Bu yerdeki hadsiz köpeği öldürmediysem son ufacık bir şans vermek için en ufacık hatasında onunda senin de nefesini keserim bilgin olsun."
Şemet ağa korkuyla başını sallarken yakalarından kendime çekerek sessizce;
"Mete, onun bende ki şansı bir kirpik teli kadar ince. En ufak bir hatasında gelinime mektup yazmaya cesaret eden yüreğini söker köpeklere yediririm. Duydun ve anladın beni umarım. Gözüm kulağım burada haberiniz olsun. Ailenden bir tane birini bırakmam. Şimdi al yerdeki itini ve verdiğim kararlara uyum sağla. Unutma son şansın"
Şemet ağa ve ailesi avludan çıkarken Fırat ağa da ailesiyle ayağa kalkmıştı ki Yusuf ağa biraz bekleyin öyle çıkın dediğinde ana avluya geçtiler. Taze yeni çay dağıtılırken Ekrem ağa Melihşah ağaya göz ucuyla bakıp bıyık altından gülüyordu. Melihşah ağa ise biraz düşünceli daha çok mutsuz kenarda Sermiyat ağa ile konuşuyordu. Yusuf ağa yanımıza geldiğinde herkes yerine otururken önüme bırakılan kahve ile başımı kaldırdım. Demir sessizce afiyet olsun ağam diyerek yerine geçerken hafif gür sesle kadını getirmelerini söylediğimde Melihşah ağanın omuzları iyice düşerek yerine sindi. Kapının kenarındaki adam dışarıya çıktığında Ekrem göz ucuyla Melihşah'a bakıp onun halinden daha çok keyif almaya başlamıştı. Kadın içeriye girdiğinde Melihşah bir an hiddetlense de yerinde oturmaya devam etti. Kadına konuş dediğimde sabah ki söylediklerine ekledikçe ekliyor, Ekrem ağa hariç bütün ağalar da kadına inanmaz gözlerle bakıyordu. Melihşah ağa da dayımla olan ortaklığı ortaya çıkmasın diye susarken herkesin gözünde konuşmadığı için suçlu o görünüyordu.
Kadının anlatması bitmişti ki Yusuf ağanın bir adamı yanıma gelip müsaade istedi. Konuşması için ona döndüğümde hafif nefesini toplayarak, dışarıda bir kadın olduğunu ve benimle konuşmak istediği bir konu olduğunu söylemişti. Başımı sallayarak gelsin dediğimde hemen koşarak avludan çıktı. Birazcık zaman sonra kadın içeriye girip bana doğru yürürken, Alparslan ağası Melihşah'ın kulağına bir şey söylüyordu. Melihşah başını sallarken haddinden fazla sinirli gözüküyordu. Kadın tam yanıma gelerek;
"Mustafa Hamza bey, siz beni tanımazsınız ama Melihşah bey beni ve rahmetli abimi çok iyi tanır. İki ay önce cuma gecesi abimin ağır rahatsızlanması sonucu apar topar Melihşah abiyi Urfa'ya çağırdım. Beni kırmadan yanımıza geldi. Abimle beraber ilgilendik. Abim iki gün içinde vefat edince, o zamanda yanımız da oldu. "
"Kanıtın var mı senin yani sizin yanınızda olduğuna dair"
"Evet var. Sol kolunda bileğine yakın bir kesik vardır. Cenazeden sonraki gün abimin yatağını odasından çıkarırken camın kenarındaki cam kesti. Biraz derin bir yara olduğu için izin kaldığına eminim. Bu kadın Melihşah abime iftira atıyor"
" Melihşah ağa sol bileğini göster bize"
Melihşah ağa hepimize bileğini gösterirken, herkes başını sallıyordu. Kadın ile göz göze geldiğimizde başını eğmişti. Yusuf ağanın adamına kadına bir şey ikram etmesi için emir verdiğimde kadın ile adam avludan çıktılar. Karşımdaki kadına bakarak ağızımı açmıştım ki Eren destursuz Melihşah ağanın adamı Seyfullah'ı önüme attığında;
"Bu ne saygısızlık Eren"
"Ağam affına sığınıyorum ama bu adamı geldiğim dakikadan beri takip ediyorum. Hal ve hareketlerindeki dengesizlik sinirimi bozdu. Bende dostum Boran'la kısacık bir araştırma yaptım, bir kaç saat içinde. Bu itin size itiraf etmesi gereken gerçekler var, değil mi lan kıvrak yılan"
Seyfullah yerinden kalkıp bacaklarımı tutarak;
"Ağam kurban olayım her şeyi noktasına kadar anlatacağım yeter ki bu adama verme beni"
"Konuş"
"Azrail ağam ben gençliğimden beri Atabek şimdi de Ekrem ağama köpeklik yaparım. Ekrem ağam, Atabek ağanın yerine geçince gözünü Melihşah ağanın malına mülküne dikti. Sizin gözünüzde onun itibarını yerle bir etmek için sizin en nefret ettiğiniz olayı, tecavüzü kullanacaktı. Bu kadını da iki ay önce Melihşah ağanın konağına soktu. Biz biliyorduk ki Melihşah ağa her sene aynı gün konağın arka kapısından çıkar, bir hafta eve gelmezdi. O günü kullanarak iki aydır bu plan sürüyordu. Şemet ağayı bilerek dün gaza getirip Fırat ağanın torununu vurdurdu. Sen buraya gelince de her şey sahnelenmeye başladı ağam. Melihşah ağanın hiç bir suçu yoktur ağam"
"Eren bu adamı Alparslan'a bırak"
Eren, Seyfullah'ı resmen sürüyerek kapalı avludan çıkarıyordu ki konağın dışından duyduğum gür egzoz sesiyle hafif gülüp başımı sallamıştım. Kısacık zaman sonra kapalı avlunun girişinde elinde ufak çantasıyla Meryemce göründü. Yanıma doğru yürüdükçe Hazar'ın sessizce 'abisinin dağ keçisi, inatçı cadı ' diye sevmeleriyle göz ucuyla ona baktım. Yanımıza tamamen geldiğinde bütün ağaların ayağa kalkmasıyla karıma duyulan saygı çok hoşuma gitmişti. Meryemce tamamen yanıma gelip;
"Ağam özür dilerim ama bende emir kuluyum"
"Kimden geldi emir Meryemce hanım"
"Kızınız Mina Dila hanım, bu akşam sizsiz yatmak istemiyormuş"
"Toplantı bitmekte buyurun oturun Meryemce hanım"
Meryemce benim yanıma oturduğunda Hazar da yanına oturdu. Başımı tekrar kadına çevirip;
"Her şey ortaya çıktığına göre kararımı vereceğim. Adın ne senin kadın"
"Şilan Azrail ağam. Kurban olayım ölüm deme. Ekrem ağa beni zorladı"
"Herkes duysun hükmüm bellidir. Bir hafta sonra Ekrem ağa Şilan'ı nikahına alacaktır."
Kadın sinsi sinsi güldüğünde Ekrem ağa yerinden kalkıp; 'asla' dedi. Kaşlarımı iyice çattığımda Ekrem ağa başını tamam manasında salladı. Arkama yaslanarak;
"Behçet ağanın sünnet düğününe Şilan'la geleceksin Ekrem ağa."
"Emrin olur ağam"
"Bir de kapıma artık evlendiğin için hayırlı bir iş için gelmene gerek yok. Aslına bakarsan benim kapım sana hayırlı iş için en başından kapalıydı."
Ekrem ağa başını tamam manasında salladığında toplantıyı bitirmiştim. Ekrem ağa kadınla konaktan ayrıldığında Yusuf ağa hepimize kahve içelim dedi. Kahveler geldiğinde Melihşah ağaya dönerek;
"Nereden aklına geldi kadını bulmak"
"Benim aklıma gelmedi. Kadın gökten zembille indi bence Mustafa Hamza ağam"
Biz Melihşah ağayla bakışırken dayım ortaklığı diğer ağalara söylemek zorunda kalmıştı. Kadın yanımıza geldiğinde hiç birimize bakmadan;
"Mustafa Hamza bey ben görevimi tamamladım. Melihşah beye borcum vardı. Bu olayları da duyunca yardım etmek istedim. "
Kadın yanımızdan ayrıldığında hiç birimiz bir şey anlamamıştık. Olaylar üzerinde ufak bir konuşma yaptıktan sonra ayağa kalktık. Kapalı avludan ana avluya girdiğimizde Leyla Yusuf ağanın hanımlarıyla sohbet ediyordu. Leyla ve hanımlar ayağa kalktığında üst merdivenden Gülru ile Ömür indi. Ömür dayıma sıkıca sarıldığında, Leyla da Hazar'ın yanına geldi. Hazar, Leyla'nın elini tuttuğunda dayım; "Şimdi sizi bilmem ağalar ama ben Behçet ağanın torununun sünnet düğününe hanımımı getirmeyeceğim. Kızı Karaca'ya asla güvenmiyorum" dediğinde Osman ağa, Sermiyat ağa ve Yusuf ağada haklısın dedikten sonra peş peşe güvenmediklerini ve hanımlarını getirmeyeceklerini söylediğinde göz ucuyla hatunuma baktım. Neredeyse beş yaşında çocuk gibi ağlayacaktı. Başını eğdiğinde Hazar kısa bir an Leyla'ya baktıktan sonra; "Bende Leyla'yı getirmeyeceğim." dediğinde gül güzelim öyle bir nefes almıştı ki elini sıkıca tuttum. Başını kaldırdığında kısacık bir an ona baktıktan sonra; "Hanımağamız bize eşlik edecek" dedim. Meryemce elimi sıkınca;
"Bize müsaade Yusuf ağa, yarın akşam benim konaktan çıkarız"
"Emrin olur ağam. Hepimizin buluşma noktası senin konak olsun ağam"
"Olur Yusuf ağa"
Biz kapıya çıktığımızda Meryemce konakta Yusuf ağanın hanımlarıyla konuşuyordu. Osman ağa, Sermiyat ağa yanımızdan ayrıldığında Melihşah göz ucuyla Ömür'ü belli bir süre izledikten sonra müsaade isteyerek o da yanımızdan ayrıldı. Dayımda bizimle vedalaşıp yanımızdan ayrıldığında Ömür de benden müsaade isteyerek yanımızda duran Meryemcenin arabasına bindi. Hazar Leyla'ya sende geç dediğinde o da Ömür'ün yanına oturdu. Yusuf ağa ile ayak üstü sohbet ederken Meryemce yanımıza geldiğinde Yusuf ağa ile görüşüp Meryemcenin arabasına geçtik. Direksiyona Meryemce geçip yola çıktığında Hazar bir kolunu Ömür'e, bir kolunu da Leyla'ya sarmıştı. Biraz gitmişti ki Meryemce araç kitindeki telefonundan Eren'i arayarak hızlanacağını söylemişti. Eren tamam dedikten sonra Meryemce hızlandı. Biraz gitmişti ki Meryemcenin ibre yükseldikçe yükseliyor ama karım çok sessizdi. Biraz gittikten sonra telefonu çalmaya başladı. Baktığımızda görüntülü aramaydı. Meryemce tebessümle açtığında ekrana gelen kadınla şok olduk. Bir saat önce Melihşahı kurtaran kadındı.
"Hanımefendi "
"Nazgül"
"Uzun zaman olmuştu gül cemalinizi görmeyeli"
"Nasılsın Nazgül"
"Allaha şükür varlığınıza duacıyım"
"Baban nasıl"
"Aslan gibi önce Allaha şükür, sonra parmaklarınıza sağlık"
"Yardımın için teşekkür ederim"
"Ne demek hanım efendi lafı bile olmaz. Melihşah bey geçenlerde bizim çocukları büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştı bilmeden. Bana da ona yardım etme şansı verdiğiniz için ben çok teşekkür ederim"
"Rica ederim Nazgül, babana selam söyle"
"Annemle yurtdışı tatillerini bitirip gelirlerse söylerim"
"Gecikmeli balayı onların ki"
"Evet, neyse hanımefendi ben fazla rahatsızlık vermeyeyim"
"Estağfurullah "
"Olsun hanımefendi. Allaha emanet olun"
Meryemce telefonu kapadığında ağızımı açmıştım ki;
"Seni rahatsız etmek istemeyince Eren'i ikindi gibi aradığımda o anlattı olayı bende yardım etmek istedim. Konunun özeti bu. Elinin yaralanmasını Ömür söyledi. O zaman Yekta ile almışlar Melihşah beyi yani öyle ağam"
"Peki kadın kimdi"
"Uzun hikaye, eski bir hikaye ağam"
"Anladım karım anladım. Teşekkür ederim yanlış hüküm vermekten kurtardın beni"
"Ne demek "
Meryemcenin bacağında duran elini tuttuğumda Hazar;
"Lan bırak şu kumamın elini ikiyüz seksenle gidiyor zaten. Ben bir daha Meryemcenin kullandığı arabaya binmem. Leyla elimi sıkı tut. Meryemce biz daha yeni evlendik. Ne gerek var şimdi ölmeye, hem sen teyze olmak istemiyor musun "
Hepimiz gülmeye başladığımızda arabayı kullanan karıma baktım. Arabanın hızını yavaş yavaş düşürürken, arkama yaslanarak yola bakmaya başladım. Meryemce sol eliyle direksiyonu tutarken sakince gidiyordu. Biraz gitmiştik ki arkama baktım. Ömür biriyle, tabi ki Melihşahla mesajlaşırken, Hazar gözlerini kapamış göğsüne yaslanan karısını dinlerken, Leyla uyuyordu. Bakışlarımı karıma çevirdiğimde o kadar dikkatli yola bakıyordu ki. Avucumun içinde olan elinin içini öpüp;
"Meğer ben sensiz hep eksikmişim. Seninle tam oldum ben karım. Neden sessizsin bu kadar"
"Seni dinliyorum, senin varlığının değerini bilmeye çalışıyorum. "
...........................................................
Kelime harf hatam olursa aff ola...
Allaha emanet olun...
Sizi seven çatlak yazar.... :) :)
Umarım beğenirsiniz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 31.1k Okunma |
3.32k Oy |
0 Takip |
79 Bölümlü Kitap |