@aharbatin
|
Birden olur bazen her şey, planlar yaparsın, hesaplarsın ama bir bakarsın hepsi boştur. Hayatın sana getirdiklerinin farkına bile varamazsın…
Anadolu sıcaklığının bastırdığı bir yaz günü,Anadolu’daki köylerde artık hasat zamanı gelmiş. Çiftçiler için yorucu ama hayatlarını idame ettirme konusunda telaşlı günler başlamıştı. Kenan ortaokulu yeni bitirmiş, köydeki işler için babasına yardıma gidiyordu. Kenan zayıf orta boylu ama annesinin pantolonlarının sürekli kısalmasından dolayı şikâyetedip ne çabuk uzuyorsun sen dediği, saçları kumrala çalan utandığında alnına düşen kâkülleriyle oynayan, çekingen bir çocuktu. Okulda ders sırasında öğretmeni bir soru sorsa bile hemen utanır, avuç içleri terler, karnından konuşurdu, kimsenin yüzüne bakamaz, biriyle göz göze geldiğinde hemen kafasını aşağı çevirirdi. Kenan’ın babası Hasan hasat’ın sonlarına doğru artık köy kahvesine daha çok gidiyor oraya gelen tüccarlara ekinini, arpasını satmak için fırsat kolluyordu. Bir türlü istediği parayı veren olmadığı için iyice umudu kırılmış gibiydi. Büyük ekimlerini yazları yapıp sene boyu o kazandığı parayla geçinmek durumunda olan küçük çiftçi için çok zor bir durumdu. Hasan okumamış köyünden dışarıya da senede birkaç kere tohum almak için merkeze gitmesinin dışında hiç ayrılmamıştı. Babasından kalan tarlalarla ve dişinden tırnağından arttırdığı parayla aldığı birkaç büyük baş hayvan dışında hiçbir geliri yoktu. Hayvanları okuldan kalan boş vakitlerinde otlatmaya, sabahları süt sağımı yapmaya da genelde Kenan giderdi. Annesi bütün gününü hayvanların tezeklerini temizlemek, sağılan sütlerin satılması için, bidonlara koymak ve ev işleri yapmak dışında pek bir şeye vakit harcamazdı. Kenan’ın akranları için lise dönemi kayıt zamanı başlamak üzereydi Kenan sessiz sedasız bir çocuk olduğu için babasına beni liseye gönderecek misin diye soramamıştı bile. Ama içten içe liseye de gitmek istiyordu, evine en yakın lise atmış kilometre uzakta şehir merkezindeydi. Ailesinin durumu da ortadayken nasıl liseye gidecekti ki? Babası gibi oda herhalde çiftçilikle uğraşacak hayatını da öyle geçip gitmesini bekleyecekti. Peki, hayalleri, istekleri, hele ki büyük adam olmak isteği, babası gibi çiftçilik yapmak değil de, içinden geldiği gibi bir meslek seçmek, ne olmak istediğine karar verememişti ama hayalleri de yok değildi. Kenan’ın babası hasan kahvehaneye gittiğinde köyün ileri gelenlerinden Haşim amcanın oğlu Süleyman da gelmişti. Süleyman babasının yaşlılığından dolayı hem şehirde hem de köydeki işlerini yürütüyordu. İnce uzun güzel giyimliydi. Hasat sonunda mallarını tüccarlara satamayan çiftçilerle görüşür, diğer tüccarlardan biraz daha fazla para vererek köylülerin mallarını toplardı.
Süleyman, Hasan’ın oturduğu masaya bir sandalye çekerek yanına oturdu. -Ne o Hasan ne düşünüyorsun? -Bir şey düşündüğüm yok, tüccarları bekliyorum. - Var mıdır gelen giden? - Dün birkaç görüştüğüm oldu sözde bugün gelecekler bakalım. Süleyman; senin sıpayı ne yaptın yazdırdın mı okula? Hasan; - Yok, okuyacakta ne olacak sanki dersleri orta da pek bir hevesi yok bizimkinin. Süleyman; -Etme Hasan bir konuş bakalım köye, vatana, millete bir hayrı olsun. Benim eşek sıpasını yazdırdım şehirdeki okula. Dersleri ortaokuldan belli zaten bir halt olmayacağı da, şımarıklık işte belki lise yaşamı görürde az bir heveslenir okumaya diye yinede gönderiyorum. Yazık etme çocuğa iyi düşün hayatını karartma el kadar çocuğun. Hasan hiçbir şey demeden sigarasından bir nefes çekti “hadi eyvallah” diyerek ayrıldı. Akşam ezanının okunmasına yakın eve geldi, yer sofrasına oturdular. Hasan önündeki tabaktan gözlerini ayırmadan, Kenan’a söylediği belli olarak “gidecek misin okula?” diye sordu. Kenan’ın birden içi kıpır, kıpır oldu. Sanki ağzına götürdüğü kaşıkla kelebekler yutmuş, midesinin içinde uçuşuyordu. Hiç bir şey diyemedi. Babası da sorusunun cevapsız kalışına aldırış etmeden, sanki hiç bir şey dememiş gibi sustu. Kenan uyumak için odasına gitti. Yatağını yere serdi, üstünü örttü, ama sanki lise hayali ona bu gece uyku uyutmayacak gibi bir sağa bir sola döndü. Birden kapı aralanınca annesinin ayaklarını gördü karşısında. Annesi yatağının başucuna oturarak, Kenan’ın saçlarını okşadı. Oğlum, “babana niye hiç bir şey söylemedin? De bakayım bana, gitmek ister misin liseye babanın da gönlü olmuşken, hayatını kurtar oku, büyü, kocaman bir adam ol ki bu yoksulluktan belki bizi de kurtarırsın, bir gün yüzü gösterirsin annene, ağabeylerin, ablaların da okumadı, hadi ablanlar neyse, kocalarının durumları yerinde, sıcacık evlerinde oturuyorlar. Ağabeylerin İstanbul da yuvarlanıp gidiyorlar sen kaldın bize de tekne kazıntısı. Sen bana söyle, ben babana söylerim o senin baban. Hiç kötülüğünü ister mi insan evladının?” “İstiyorum” dedi Kenan, birden sesinin yüksek çıktığının farkına bile varmadan gözlerini kapatıp uykuya dalar gibi yaptı. Sabah Hasan köy kahvehanesine gitti. Süleyman da oradaydı bu sefer Hasan Süleyman’ın masasına oturup bir demli çay söyledi kendine. Süleyman, Hasan’a dönerek “ ne var ne yok Hasan?” dedi. “Ne olsun, vereyim sana bizim hasat’ı Süleyman”. “Hem ne zamandı şu okulun kayıtları sen bilirsin bir yol yordam göster hele nasıl olacak bu iş?” Süleyman tebessüm ederek alayım, alayım arpa, buğday işi kolay. Yeğenimize bizimde bir katkımız olur belki. Bak Hasan okulun yanında devlet yurdu var nerde kalacak nasıl gidecek gelecek işini hiç düşünme yerleştir yurda. Sabah, öğlen, akşam üç öğün yemek tertemiz yataklarda kalır. Yurdun müdürü Hakkı hoca var, benden de ona çok selam götür kendi halinde bir öğretmenken yurdun müdürü oldu çokta yardımcı olur düşkünü, garibanı sever. Yanlış anlama dediklerimi de her zaman şehre görmeye gidip gelemezsin sahip çıkar Hakkı hoca da. Çok bir parada değil şurada pek de bir şey kalmadı okulların açılmasına. |
0% |