Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm-Hatime

@ahmetmithatefendi

Dilşinas ve Ahdiye Hanımların şu gördüğümüz veçhile Mısır’a azimetleri bu romanın Nurullah ve Ahdiye kısmına hatime çekmiş olduğu gibi Nurullah ve Ceylan kısmına dahi hatime çekmiştir. Anayla kızın bu hazırlıklarından Ceylan haberdar olmamıştı. Haberdar olsaydı sonradan gördüğümüz cüret-i mecnunanesinden istidlal edilebileceğine göre bu ana kıza ve bilhassa Ahdiye’ye mutlaka bir fenalık edeceğine şüphe olunamazdı. Bu anayla kızın İstanbul’dan müfarakatları Fransız vapurunun Galata rıhtımından hareket etmesinden sonra anlaşıldı. O zamanlar rıhtım üzerinde “salon” namıyla bir polis dairesi bulunup gelen vapurlardan çıkan ve giden vapurlara giren yolcular ale’l-esami gayet muntazam bir surette kaydolunurlardı. İşbu kaydın bir aynı zaptiye nezaretine gönderilirdi ki oradan dahi malumat olmak üzere serhafiye Feyzullah Efendi hazretlerine takdim olunurdu. Feyzullah Efendi bu jurnallerin tetkikine Kâzım Bey’i memur etmiş olduğundan esaminin en mühimleri hulasa edilerek daha âli bir makale arz ediliyordu. İşte: “Asakir-i şahane miralaylarından müteveffa Gazanfer Bey’in haremi Dilşinas ve kerimesi Ahdiye Hanımlar” kaydını Kâzım Bey şu salon jurnalinde görerek bunların Mısır’a gitmiş olduklarını anladı ve kızına dahi kendisi haber verdi.

Aman Yarabbi! Bu haberi aldığı zaman Ceylan’ın halini görmeliydi. Ceylan değil kudurmuş bir yaban domuzuna döndü. Gözleri parıl parıl parlayarak burun kanatları kabarıp dudakları büzülerek: “Mısır’a gittiler ha?.. Onlar bahtiyar olacaklar ha?.. Onlar bahtiyar olacaklar da ben hâlâ mı yaşıyorum!..” diye avazı çıktığı kadar haykırıyor. Gerçekten kudurmuş bir adam gibi dişleriyle kendi kollarını bileklerini ısırıyor, et koparıp kan çıkarıyor.

Anası, babası ve Despina bu zincirlere vurmaya isbat-ı liyakat eden mecnunu teskin için akıllarına ne gelirse yapıyorlar ama çare bulunamıyor. Komşudan bir tabip celp ettiler. Tabip birkaç defa mikdar-ı azamide morfin zerk ettiği halde mütecennini teskin kabil olmadığını görünce bu gibi ahvale karşı etıbbanın son medarı olan bromürad de radyosin zerkine mecbur oldu. Bu ameliyatı müteakip Ceylan uyuşup kendisinden geçti. Bu suretle muvakkaten istirahat edebildi.

Aradan üç yahut dört gün vürudundan sonra Türkçe gazetelerin birisinde şu fıkra görüldü:

 

“Memurin-ı zabıta seramedanından saadetlü Kâzım Beyefendi hazretlerinin kerime-i iffet-i vesimeleri Ceylan Hanımefendi elindeki lambayla hanesi derununda geziniyorken lamba elinden düşüp kırılarak her tarafı saran alevler biçarenin elbisesine dahi sirayet etmiş ve hanede olanlar koşup tahliyesine bezl-i mechud eylemişse de odasının döşemelerine kadar tevsi-i daire-i sirayet eden ateşin mucip olduğu şaşkınlıklar arasında biçareyi kurtarmak kabil olamayıp kömür kesilmiş ve hane bir ihtirak-ı muhakkaktan güç halle kurtarılmış idügi samiahıraş-ı ıttılamız olmuştur. Muhterika-i mumaileyha henüz on sekiz yaşına varmamış bir nevnihal-ı bağ-ı hayat olup Türkçe behre-i edebiyesi vafir olduğu kadar Fransızcası dahi mükemmel ve musikide yed-i tulası müsellem bir nadire-i rüzgâr olduğundan bu veçhile ziyaı cümleyi dağdar-ı teessüf etmiştir. Mevla-yı müteal hazretleri pederi ve maderine sabr-ı cemil ihsan buyursun amin.”

 

O zamanki gazetelerde bu gibi fıkaratın yalandan sâlim olması ümit olunabilir mi? Bu fıkrayı doğru yazmak lazım gelseydi şöyle yazmalıydı:

 

“Serhafiye Feyzulah Efendi’ye mensup olan Kâzım Efendi’nin kızı feminizm daiyelerinin en muzır cihetlerinde tebehhur ederek iğfaline çalıştığı bir delikanlıyla hulya ettiği izdivaca muvaffak

olamadığından galiba-i yeisle çıldırmıştı. Bir iki gün etibbanın müdavat-ı şedidesine rağmen buhar-ı cinnette devam eyledikten sonra labis olduğu elbise üzerine beş altı kadeh petrol döküp tutuşturarak cayır cayır yanmış ve şuraya buraya koştukça haneyi dahi yakmaya ramak kalmışken yetişilip mukaddemat-ı harik itfa edilmiştir. Mevla taksiratını affeyleye.”

 

Loading...
0%